Şampiy10
Magazin
Gündem

Bu kez farklı (mı?)

Beklendiği gibi, Para Politikası Kurulu faizleri değiştirmedi. Son yaptığı güçlü ve önden yüklemeli parasal sıkıştırmanın yeterli olduğunu söylüyor. Sıkı duruş sürecek, yılın ikinci yarısında enflasyon düşecek diyor. Dış açıkta belirgin iyileşme öngörüyor.

Bundan sonra ne olur? Ortodoks kesim para politikasını hâlâ gevşek buluyor. Yıl içinde faizin 2-3 puan artmasını istiyor. Çoğunluk bu düzeyde kalacağını düşünüyor. Gerginlik hafifledikçe indirileceği umudu taşıyanlar da var.

Asya krizi ile karşılaştırma

Sermaye çıkışı gelişen piyasalarda krize yol açar mı? Tartışmaya Kemal Derviş de katıldı: “Tailspin or Turbulence” (www.projects-syndicate.org). Havacılıkta ilki uçağın düşmesi, ikincisi sallanmasıdır. Benzer sermaye çıkışının yol açtığı Asya krizi (1997) ile karşılaştırıyor.

Bir: Asya’da kamu açığı (ve borcu) düşüktü. Ama kriz çıktı. Yani sağlam kamu bilançosu krize engel değildir.

İki: Asya’da finans kesimi çok zayıftı. Yaygın “gölge bankacılık” krizi derinleştirdi. Bugün kırılgan ülkelerde sermaye yeterliliği yüksektir. Not: Bu sorunla Çin cebelleşiyor.

Üç: Asya krizi sabit kur rejiminde patladı. Döviz kuru değişen koşullara uyum sağlayamadı. Bugün ise kur dalgalanıyor. Sermaye çıkışı kuru yükseltir. Dış açık kapanır. Yani sert iniş engellenir.

Özel kesim bilançoları

Gerçekten öyle mi? Kamu maliyesi sağlam ve banka sermayeleri güçlü olunca dalgalı kur ani ve sert bir sermaye çıkışına karşı yeterli sigorta mıdır? Derviş tereddütlerini açıklıyor. Reel kesim bilançolarındaki sorunlara işaret ediyor. İspanya’yı hatırlatıyor.

Mekanizma biliniyor. Özel kesim ciddi kur riski biriktirdi. Kur artınca zarar yazıyor. İflaslar başlıyor. Batıklar artınca bankalar krediyi kesiyor. Çöken iç talep yeni iflaslar getiriyor. Kısır döngü düzeltmeyi krize dönüştürüyor.

Bu süreç kaçınılmaz mı? Derviş’ten bir alıntı ile bitirelim. “Bazı ülkeler açısından ciddi tehlikeler olmasına rağmen, 2014’te yükselen ekonomilerde genel bir kriz ihtimali düşüktür.”

Yazının devamı...

2013’te istihdam

İç piyasalar bu haftaya da sakin başladı. Bugün toplanacak Para Politikası Kurulu öncesinde kur ve faiz yatay seyretti. Piyasa mevcut politika duruşunun aynen devamını bekliyor. Gene de karar dikkatle incelenecektir.

CNBC-e tüketim endeksleri şubat sonuçları yayınlandı. İki aydır hepsinde sert düşüş var. Hatta biri küresel kriz döneminin bile altına indi. Kötü haberdir. Ekonominin ilk çeyrekte daralma ihtimali güçleniyor.

Dördüncü çeyrek

2013’ün göstergeleri tamamlanıyor. Enflasyon, dış denge ve sanayi üretiminden sonra Kasım istihdam ve işsizlik verileri çıktı. Ekim-aralık dönemini kapsıyor. Geriye milli gelir kaldı. Mart sonunda yayınlanıyor.

Kasımda istihdam geçen yıla göre 152 bin artışla 25.4 milyon kişiye yükseldi. (Yüzde 1). Öte yandan işsiz sayısı da 154 bin artışla 2.8 milyon kişiye tırmandı. İş gücüne katılanların yarısı iş buluyor, yarısı bulamıyor.

İstihdam tarımda geçen yıla göre 299 bin azaldı. Sanayide ise 113 bin arttı. İkisi de olumludur. Neticede işsizlik oranı 0.5 puan artışla yüzde 9,9’a yükseldi. Takvim etkisinden arındırılmış işsizlik oranı da aynı çıktı. Geçen yıl yüzde 9,5 olmuştu.

Yıllık veriler

Yılın tümüne bakınca ekonominin istihdam yaratma gücünün zayıfladığı hemen görülüyor. 2013’te istihdam 700 bin ama iş gücü 900 bin arttı. Fark işsizlere katıldı. Küresel kriz sonrasında ilk kez istihdam iş gücünden daha az artıyor.

Dolayısı ile ortalama işsizlik oranı 0.6 puan artışla yüzde 9,6’ya tırmandı. İstihdam oranına dönelim. 15+ yaş nüfus içinde çalışanların payıdır. Küresel kriz sonrasında her yıl yükseldi. 2012’de yüzde 46’ya ulaştı. 2013’te ise 0.3 puan geriledi.

2014’ün istihdam ve işsizlik için kötü bir yıl olacağı açıktır. Hem nüfus hem iş gücüne katılım artıyor. Yavaşlayan ekonomi ile birlikte kaçınılmaz olarak işsizlik oranı yükselir. Seçim yılında hükümet için tatsız haberdir.

Yazının devamı...

2013'te dış açık

Fed’in çiçeği burnunda başkanı Yellen de “kimin kabahati?” tartışmasına katıldı. Gelişen ülkelere aynaya bakmalarını tavsiye etti. Herhalde kabahati kabullenmesini (!) beklemiyordunuz. Bu arada Krugman’ın eleştirilerine hiç cevap vermedi.

İçeride faiz arttırımının üçüncü haftası da sakin geçti. Dolar 2.18 TL’ye (sepet 2.58 TL) gevşedi. Kısa dönemde yeni politikanın başarı kriteri kur istikrarıdır demiştim. Şimdilik gelişmeler Merkez Bankasının hesapları ile uyumludur.

Dış açıkta rekor

Aralık ödemeler dengesi Merkez Bankası tarafından açıklandı. Cari işlemler açığı 8.3 milyar dolar çıktı. Aralık ayı için tarihi rekordur. Piyasa 7.5 milyar dolar öngörüyordu. Böylece yıllık açık 65 milyar dolara tırmandı. Yıllık artış 12 milyar dolardır.

Milli gelire oranı yüzde 8’dir. Fevkalade yüksektir. Son iki yılda ekonomi ortalama yüzde 3.1 büyüdü. Ortalama dış açık oranı ise yüzde 7.1 gerçekleşti. Düşük büyüme-yüksek dış açık kısır döngüsüne iyi örnektir. Çok tehlikelidir.

En ilginç gelişme mali gelir-gider açığında (yatırım dengesi) 2.3 milyar dolar artıştır. 11.4 milyar dolara ulaştı. Farkın yarıdan fazlası temettü ödemelerinden kaynaklanıyor. Dikkat: yurt dışına kar-faiz ödemesi milli gelirin yüzde 1.5’una geldi. Artış sürecektir.

Düzeltme yetersiz

Konjonktür analizi için altın hariç dış açığa bakıyoruz. 2011’de 70 milyar dolardı. 2012’de 16 milyar dolar düşüşle 54 milyar dolara indi. “Yumuşak iniş başarılı” dedik. Fakat 2013’ü 53 milyar dolarla bitirdi. Düzeltmenin durduğuna işarettir.

Ayrıntıya inelim. 2013’de enerji ithalatı 3 milyar dolar azalıyor. Altın ve enerji hariç açık 2 milyar dolar artıyor. Yatırım dengesindeki bozulmaya eşittir. Yani altın hariç açığı sabit tutmak için bile mal-hizmet ticaret açığının daralması gerekiyor.

Ne demek? Düzeltme temposu yetersizdir. Dış açığın makul düzeye ineceği süre bilinemiyor. Yönetim tempoyu sevebilir. Ama piyasayı kesmiyor. TL’de sert değer kaybı yaşanıyor. Yani düzeltmeyi yönetim yerine piyasa hızlandırıyor. Bu işler böyledir.

Yazının devamı...

Dış açık, büyüme ve kur

Küresel piyasaların havası olumluya dönüverdi. Nedenini anlayan beri gelsin. İçeriye hemen yansıdı. Dolar 2.19 TL’ye (sepet 2.59 TL) gevşedi. Ama faiz yüzde 10,8’de direniyor. “Sert iniş” tehlikesi atlatıldı mı? Risk azalsa bile kaybolmadı.

Bugün ödemeler dengesi aralık sonuçları açıklanıyor. CNBC-e anketi 7.5 milyar dolar dış açık öngörüyor. Yani yıl 63.5 milyar dolar açıkla bitiyor. Katılıyorum. 2014 tahmini ise 48 milyar dolara geriledi. Daha düşük bekliyorum.

İki parametre bir değişken

Sevdiğim bir konuya dönüyorum. Denge kuru ne olmalı? Orta-uzun vadeli bir cevap için iki ek soru gerekiyor. Biri dış açık düzeyi, diğeri büyüme hızıdır. Bunlar olmadan denge kuru belirsizdir. Yani hesap mutlaka üçünü bir arada ele almak zorundadır.

İki parametre ve bir değişkenli denklem gibi düşünün. İkisini sabit tutunca üçüncü hesaplanır. Bir: Dış açık ve büyüme sabit; kur değişken. İki: Kur ve dış açık sabit; büyüme değişken. Üç: Kur ve büyüme sabit; dış açık değişken.

Türkiye için sonuncusu geçersizdir. Yeni küresel konjonktür değerli TL ve hızlı büyüme ile artan dış açıklara izin vermiyor. Diğer ikisi arasında tercih zorunda bırakıyor. Kur-büyüme ödünleşmesi diyebiliriz.

Kur mu? Büyüme mi?

Bu konuda iki kapsamlı ampirik modelin sonuçları var. Williamson’ı yeni yazdım (15 Ocak). Sürdürülebilir dış açık oranını yüzde 3 alıyor. Ortalama büyüme hızını sabit tutuyor. Kasım için denge dolar kuru 2.43 TL çıkıyor.

Diğerini IMF yayınladı. Kullanılan modele daha öne değinmiştim (18 Aralık 2012). Bu kez kur sabit tutuluyor. Dış açık oranını bugünkü düzeyde sabitlemek için büyümenin yüzde 2,5-3’ü aşmaması gerektiği hesaplanıyor.

Resim çok nettir. Hızlı büyüme ve aşırı değerli TL ile oluşan dış açık artık sürdürülemiyor. Dolayısı ile ya hızlı büyümeden ya da kuru baskılamaktan vazgeçmek gerekiyor. Bu gerçeğin kabulü geciktikçe faturası da kabarıyor. Benden söylemesi...

Yazının devamı...

2013’te sanayi üretimi

ABD’den gelen olumsuz istihdam verileri de mali piyasaları tam gevşetemedi. Özellikle gelişen ekonomilerin kırılganlıkları korkutuyor. Bazılarında “sert iniş” (mali kriz) olabilir mi? Bir ülkeden diğerine bulaşır mı? Rivayet muhtelif...

Derecelendirme kuruluşu S&P’nin Türkiye görünümünü durağandan eksiye indirmesi içeriyi sınırlı etkiledi. Son baktığımda dolar 2.22 TL’ye (sepet 2.62 TL), gösterge tahvil faizi yüzde 10,7’ye oturmuştu. Piyasa sakin denebilir.

Üretim artışı sürüyor

Aralık sanayi üretimi TÜİK tarafından yayınlandı. Piyasa geçen yıla göre yüzde 5 artış bekliyordu. Gerçekleşme yüzde 6,9 çıktı. Ekimde bayram etkisi ile yüzde 0,5 düşmüş, geçen ay ise yüzde 4,7 artmıştı.

Son çeyrekte sanayi üretimi geçen yıla göre yüzde 3,8 yükseldi. Üçüncü çeyrekte yüzde 3,9 olmuştu. Sanayinin yıl sonuna karar temposunu koruduğu anlaşılıyor. Takvim ve mevsim etkisi arındırılmış veriler de benzer eğilime işaret ediyor.

Böylece 2013’te sanayi üretimi yüzde 3 arttı. 2012’de yüzde 2,5’tu. İmalat sanayiinde üretim artışı ise yüzde 4’e ulaştı. İmalat sanayiinde artışın yıl boyunca toplam sanayinin üzerinde seyrettiğini belirtelim. İyi haberdir.

2013’te büyüme

İmalat sanayii milli gelirin en kritik bileşenidir. Çeyrek artış hızı büyüme için güvenilir bir öncü göstergedir. Grafikte çubuk imalat sanayiinde, çizgi milli gelirde geçen yıla göre çeyrek bazında değişimi ifade ediyor.

Son çeyrekte büyümenin normal olarak yüzde 4 civarında çıkması beklenir. Ancak aşağı ve yukarı küçük sapmalar oluyor. Nitekim ikinci ve üçüncü çeyreklerde yaşandı. Yani yüzde 4 orta değer gibi alınabilir.

Bu durumda yıllık büyüme hızı yüzde 4 çıkıyor. Hükümetin Orta Vadeli Program hedefidir. Geçen yılbaşında yüzde 3,8 öngörmüştüm. 2013’te en azından büyüme sürpriz yapmadı. Ama 2014’te bu düzeyi sürdürme ihtimali gözükmüyor.

Yazının devamı...

Faiz yüksek mi?

Müjde, müjde! Amerikan ekonomisi Aralık’ta çok az istihdam yarattı. Ekonomi bölümü dün haberi harika bir başlıkla duyurdu: “Piyasalar ABD’nin kötülüğünü istiyor.” Nitekim Dow Jones yüzde 1 yükseldi. İçeride dolar 2.19 TL’ye geriledi.

“Kimin kabahati” diye sormuştum. Reel ekonomi ile mali kesimin çıkar zıtlığı Krugman’ın tezini güçlendiriyor. ABD (ve AB) bütçeyi sıkıp sınırsız para basınca mali balon oluşuyor. Kendi reel ekonomisi zarar görüyor. Dışarıya istikrarsızlık ihraç ediyor.

Reel faize hesabı

Merkez Bankası’nın faizi arttırması yeni bir tartışmaya yol açtı. Kimi artışı yetersiz, kimi aşırı buluyor. Medyada izliyoruz. Bence “neye göre?” sorusu önem kazanıyor. Geçmişle karşılaştırma bir kriter olabilir. Yöntemle başlıyorum.

Nominal faiz mi? Anlamı kısıtlıdır. Çünkü enflasyonu ayıklamak gerekir. Reel faiz hesabı karışıktır. Doğrusu bugünkü faizden bir yıl sonraki enflasyonu düşmektir. Ama pratik değildir. En çok kullanılan beklenen enflasyondur. Onu seçtim.

Hangi faiz? 2010’a kadar Merkez Bankası’nın borçlanma ve fonlama faizleri vardı. Koridor sisteminde başkaları (gösterge, ortalama, vs) eklendi. Gecelik borçlanma faizi uzun süre temel para politikası aracı idi. Onu tercih ettim.

Nereden nereye...

Dönemlemeye Merkez Bankası başkanlarını kattım. Serdengeçti dönemini on yıl öncesi (Ocak 2004) ve son ayı (Mart 2006), Yılmaz dönemini küresel kriz (Ekim 2008) ve son ayı (Mart 2011), Başçı dönemini son ay (Ocak 2014) temsil ediyor.

TL riskini bir gece (!) alan için Merkez Bankasının verdiği faizi o anda beklenen yıllık enflasyona bölerek bulunan reel faizler grafiktedir. Rekor yüzde 15’dir (2004). Küresel krizin tam göbeğinde hala yüzde 9’dur (2008). Alttan rekor negatif yüzde 5’dir (2011). Son kararla ise (2014) yüzde 1.2’ye yükseliyor. Not: Şubat’ta beklenen enflasyon artışı biraz düşürür.

Borçlanma faizi şu anda yüzde 8’dir. Basit bir hesap yapalım. On yıl öncesi reel faizi (yüzde 15) nasıl yakalar? Yüzde 20’yi (?) aşması gerekiyor. Bilmem anlatabiliyor muyum? Reel faiz hikayesinin başka ilginç boyutları da var. Sırası gelince...

Yazının devamı...

Kimin kabahati?

Küresel piyasalarda panik havası azaldı. İçerisi de sakin seyrediyor. Merkez Bankası seviniyordur. Buna karşılık tüketici güveninde sert düşüş görülüyor. Bütün endekslere yansıyor. Reel ekonomi için kötü haberdir.

Değişen küresel konjonktürün gelişen ülkelerde yarattığı kırılganlık ilginç bir tartışmayı tetikledi. Doğal olarak Türkiye’nin adı çok geçiyor. Sorun yaratan politikaların sorumluluğu kimde? Gelişmiş ülkelerde mi? Gelişen ülkelerde mi?

Gelişmiş ülkeler

Tartışmayı Paul Krugman başlattı. Ünlü blog’unu Twitter’da 1 milyon küsur kişi izliyor. Yazısından alıntı yapıyorum.

“Aslında sorun Türkiye değildir; Güney Afrika, Rusya, Macaristan, Hindistan ya da şu anda sarsılan diğerleri de değildir. Esas sorun, dünyanın zengin ekonomilerinin ABD, Euro bölgesi ve bazı küçük oyuncular, kendi zafiyetlerini çözmeyi becerememeleridir.”

Açalım. Gelişen ülkeler maliye politikasını yeterince gevşetse böylesine para basmaya gerek kalmazdı demeye getiriyor. Dolayısı ile gelişen ülkeleri bozan sermaye akımları gelişmiş ülkelerin sıkı maliye politikası tercihinin sonucu oluyor.

Neticede “parayı basanın hiç mi suçu yok?” sorusudur. Tipik sol-Keynes’çi tavırdır.

Gelişen ülkeler

Diğer tarafta Dani Rodrik yer alıyor. Bir başka ünlü iktisatçı Arvind Subramanian ile kaleme aldığı makaleden alıntı yapalım.

“Yükselen piyasalar bu durumu hak etmeyen bahtsız kurbanlar değildir; çoğu kendi ektiklerini şimdi biçiyorlar... Gerçek şu ki, yükselen ekonomilerin sıkıntıları iç politikadan kaynaklanan sorunlardır, yabancıların kabahati değildir. Bu ülkelerin şikâyetleri içeride yapılan tercih ve işler için dışarıyı suçlamanın klasik örnekleridir.”

Gelişen ülkeler bol paraya direnecek yerde ondan yararlanma yolunu seçti deniyor. “Borcu alanın hiç mi suçu yok?” sorusudur. Almanya’nın tavrını andırıyor.

Kim haklı? Aklıma Nasreddin Hoca’nın “sen de haklısın” hikâyesi geldi. Kararı size bırakıyorum.

Yazının devamı...

‘Ulusların Düşüşü’

Ocak enflasyonu TÜİK tarafından açıklandı. Tüketici fiyatları yüzde 1,7 arttı. Geçen yıla adeta eşittir. Yıllık artış yüzde 7,5’a yükseldi. Beklentiye yakın olduğun için piyasalar etkilenmedi. Kur yatay seyretti.

TÜİK nihayet üretici fiyatları endeksini terk etti. Onun yerine üç endeks geliyor. Yurt içi Üretici Fiyatları Endeksi (YİÜFE) dün yayınlandı. Tarım ürünleri ve Yurt dışı endeksleri ay içinde çıkıyor. Olumlu gelişmedir. Ayrıntısına bakarız.

Daron Acemoğlu’nun kitabı

Salı günlerini son dönemde yayınlanan önemli kitaplara ayırdım. Bu dördüncüsü; daha önce Minsky, Clark ve Pamuk’un kitapları tanıtıldı. Sıra ünü Türkiye’de de hızla artan bir iktisatçının dünyada çok ilgi uyandıran kitabına geldi.

Daron Acemoğlu ve James Robinson: Ulusların Düşüşü / Güç, Zenginlik ve Yoksulluğun Kökenleri (çev.Faruk Rasim Velioğlu, Doğan Kitap, İstanbul 2013). Acemoğlu’na sık referans veririm. Genç yaşında mesleğin ağır toplarından biri oldu.

İngilizce başlıkta “fail” sözcüğü kullanılıyor. “Düşüş” tam karşılamıyor. Bir işi yapamamak, daha doğrusu becerememek demektir. Örneğin eğitimde sınıfta kalma anlamına gelir (F notu). “Neden bazı uluslar başarısız oluyor” belki daha iyi ifade ediyor.

Kurumlar belirler

Akademik düzeyde son çeyrek yüzyılın belki de en önemli gelişmesi kurumsal iktisattır. Soyut matematik modeller iktisat teorisini toplumsal gerçeklerden tamamen koparmıştı. Sayesinde asli görevine döndü. Somut toplumların analizine yöneldi.

Kitap kurumsal iktisadın parlak bir uygulamasıdır. Neden bazı ülkeler gelişirken diğerleri gelişemedi? Tezlerini çok sayıda tarihi örnek üzerinden anlatıyor. Yani soyut teoriyi somut tarihle birleştiriyor. Kolay okunuyor.

Analizin belkemiğini iki temel kavram oluşturuyor. “Sömürücü kurumlar” siyasi, ekonomik ve toplumsal gelişmeyi durduruyor. “Kapsayıcı kurumlar” ise teşvik ediyor. Mutlaka okuyun derim. Türkiye’nin pek çok sorununa ışık tuttuğunu göreceksiniz.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.