Şampiy10
Magazin
Gündem

Yeni rekorlar öncesi mola haftası...

Her ne kadar Çin’den gelen veriler geçtiğimiz hafta dünyanın doğusunda olumlu bir hava estirse de piyasaları bu hafta bir ‘mola’ bekliyor. ABD’deki belirsizliğin yarattığı baskı diğer tüm piyasaları ama az ama çok etkiliyor. Bizim piyasalarımız da bundan nasibini alıyor.

Herkes yılı “iyi kapatma” peşinde. Başta ABD Merkez Bankası (Fed) ve Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) “bedava para paketleri (BPP) sayesinde varlık piyasalarında bu sene önemli yükselişler yaşandı. Önümüzdeki 11 iş günü boyunca bu kazançların korunması için ciddi çaba harcanacak! Başta Fed olmak üzere merkez bankaları yılın son toplantılarını yaptılar. Kimse var olan “dinamikleri” değiştirmek istemiyor. Piyasalara, politika yapıcılarına verdikleri mesaj “aman dönen tekere çomak sokmayın!” şeklinde. Katılımcılar da yılın son günlerinde değişik bir şey yapmak istemiyor.

Fed’in geçtiğimiz hafta yapılan toplantısından yine “piyasa dostu” kararlar çıktı. Fed, mevcut sıfıra yakın faizin sürdürülmesi konusunda tarih belirlemezken; olası bir faiz artışı öncü indikatörleri belirledi! Buna göre, işsizlik oranı yüzde 6.5’in üzerinde olduğu sürece (bu arada enflasyon yüzde 2.5’in üzerine çıkmadıkça) yüzde 0-0.25 seviyesindeki politika faiz oranını korumaya devam edecek. Bu arada Fed, her ay 40 milyar dolarlık mortgage kredisine dayalı tahvil alımına ek olarak 45 milyar dolarlık Hazine tahvil alımı da yapacak. Cari seviyeler itibarıyla 2.6 trilyon dolar olan bilançosunu da önümüzdeki yıl yaklaşık 1 trilyon dolar artıracak. Piyasaların beklediğinden de iyi bir haber. Ancak hep dile getirdiğim gibi “piyasa dostu” gibi görünen bu haber aslında reel ekonomi tarafında sorunların devam ettiğinin de aynı zamanda bir kanıtı.

Hiç ilk Bedava Para Paketi (BPP) işe yarasaydı değil üçüncüsüne, ikincisine ihtiyaç olur muydu? Geçelim...

AB adım attı, denetimde uzlaşıldı

Geçtiğimiz hafta AB liderler zirvesinde, Mart 2014 itibarıyla bankacılıkta devreye girecek “denetim mekanizması” konusunda uzlaşıldı. ECB, Euro Bölgesi’ndeki bankalar için en yetkili denetçi olarak görev yapacak. Buna göre ECB, varlıkları 30 milyar euro ya da ülke ekonomik büyüklüğünün beşte birinden fazla olan bankaları doğrudan denetleyecek. Bu kıstasın altında kalan bankalar ise her ülkenin kendi denetim otoriteleri tarafından denetlenecek; ancak ECB gerekli gördüğünde müdahale edebilecek. Çok geç kalınmış bir “mutabakat” bu! Daha da geç kalınmış olanı bankaların sağlıksız operasyonlarının tasfiyesi için bir mekanizma kurulması. AB halen daha bunları tartışıyor olmamalıydı. Bence AB’nin asıl problemi de bu. Neyse geç olsun da güç olmasın! Hiç yoktan iyidir...

Finansal uçurum ABD’de hisse sattırıyor

Bugünlerde küresel piyasaların odaklandıkları en önemli konu ABD’deki “finansal uçurum-financial cliff” meselesi. Yaklaşık 600 milyar dolarlık kamu harcama kesintisi ve Bush döneminde verilmiş vergi avantajlarının sona ermesiyle ortaya çıkacak ek yük meselesinin nasıl çözüleceği halen daha belirsiz. Henüz Obama ile Cumhuriyetçiler arasındaki görüş ayrılıklarında ortak bir noktaya gelinebilmiş değil. Piyasa katılımcıları her ne kadar bu sorunun şu veya bu şekilde (piyasaları çok da üzmeyecek bir şekilde) çözüleceğine inanıyor, bunu fiyatlıyor olsa da ortadaki belirsizlik portföy tercihlerini etkiliyor.

Sadece belirsizlikten dolayı değil, işin bir de vergi boyutu var! ABD’deki piyasa katılımcılarının önemli bir kısmı “ortayolcu” bir çözüm ihtimaline inansa da sırf ne olur ne olmaz diye de ellerindeki hisseleri, varlıkları satmayı tercih ediyorlar. Bu durum özellikle Apple hisselerinde ve “altında” gözleniyor. Son 4 yılda; ki vergi istisnalarının geçerli olduğu dönem; yıllık yüzde 25’in üzerinde getiri sağlamış olan Apple hissesini elinde bulunduranlar sermaye kazançlarının önümüzdeki yıldan itibaren daha yüksek bir orandan vergilendirileceğini düşünerek portföylerini azaltıyorlar! 21 Eylül’de 705 dolara kadar yükselen Apple, sonrasında 505 dolara kadar geriledi. Kısa bir düzeltme sonrasında 594 dolara kadar çıksa da kârlarını bu seneki oranlardan vergilendirmek isteyenlerin satışlarıyla geçtiğimiz Cuma günü 509 dolarlara kadar geriledi. Ha keza 1.700 dolar/ons seviyesinin altına düşmüş altın için de benzer bir durum söz konusu.

İMKB kritik desteğinin altına indi

Her ne kadar Çin’den gelen veriler geçtiğimiz hafta dünyanın doğusunda olumlu bir hava estirse de piyasaları bu hafta bir “mola” bekliyor. ABD’deki belirsizliğin yarattığı baskı diğer tüm piyasaları ama az ama çok etkiliyor. Bizim piyasalarımız da bundan nasibini alıyor. Kur ve faiz cephesi olmasa da dünyanın geri kalanından ciddi bir şekilde “pozitif” ayrışmış İMKB için bu “baskı” etkili olmaya başladı. Cuma günü 76.600 kritik bir direnç idi ve bunun altına inildi.

Hafta başında Japonya’da parasal genişlemeyi savunan LDP’nin; 2006-2007’de başbakan olan Abe’nin; önde çıkması beklenen seçim sonuçlarıyla birlikte “olumlu” bir hava esecektir. Ancak bu havanın bile piyasalardaki “mola” havasını, “ralli” havasına çevirme ihtimali düşük.

Yeni yıl öncesinde piyasa katılımcıları; “kağıt üstünde de olsa” kârlarını maksimize edeceklerdir. Bunun için önümüzdeki hafta ciddi çaba harcanacak diye düşünüyorum. Ancak öncesinde; özellikle ABD’den gelen “baskı” ile birlikte; İMKB’de bir konsolidasyon/düzeltme dönemi yaşanabilir. Böyle bir hamle sırasında ilk aşamada 75.900 ve ardından da 74.750 seviyeleri önemli destekler olacaktır.

Bu seviyelerden ilki oldukça önemli. Aşağı kırılması önümüzdeki hafta çabalarını artıracak “yıl sonu kapanışçılarının” ve “Noel Baba Rallisi” bekleyenlerin işini zorlaştıracaktır.

75.900 seviyesinin korunması önümüzdeki haftanın ve de yılın kapanışının bir rekorla kapanması ihtimalini artıracaktır. Zira herkesin “gönlünde yatan aslan” bu...

Yazının devamı...

Saat meraklılarına...

Akıllı telefon teknolojisi o denli gelişti ki artık kolumuzda saat taşımaya bile gerek kalmadı. Bir yandan değişik zaman dilimlerini aynı anda görebilme bir yandan tarih, takvim ve kronometre olarak kullanma konusunda telefonlarımızda neredeyse yok yok.

Ağustos ayında, IWC’nin Shaffhausen’daki fabrikasına yolum düştü. IWC Da Vinci Perpetual Calendar modelinin “Manevi Babası” ve lüks saat sektörünün “Yaşayan Efsanesi” olarak bilinen Kurt Klaus ile görüşme şansına sahip oldum. Bu saat ustasının hikayesini de Fortune Dergisi’nin Eylül sayısında yazmıştım. Röportaj sırasında mikro mekanizmalara benim gibi meraklı olan ustanın başardıklarını gördükten sonra “Artık akıllı telefonlar var ve mekanik saatlerin yapabildiklerinden çok daha fazlasını yapabiliyorlar. İnsanlar neden mekanik saatlere para ödemeye devam etsinler?” diye sorunca Kurt Klaus, “Kimsenin perpetual calendar’a ihtiyacı yok. Ancak 500 yıl boyunca kesin ve doğru çalışacağını bilmek insanlarda hayranlık uyandırıyor. Mekanik saatlerin üretim adedi quartz saatlerle karşılaştırıldığında o kadar az ki yalnızca kendini özel hissetmek isteyen insanlar satın alıyor. Dolayısıyla bence mekanik saat trendi kesinlikle devam edecek. Bu bir duruş, kişinin kendini ifade şekli. Mekanik saatlere olan talebin devam edeceğine olan inacım tam” diye yanıtlamıştı.

Ekim ortasında Kurt Klaus Türkiye’yi ziyaret etmiş ve “IWC Saat Yapımcılığı Atölyesi”nde lüks saat meraklıları ile saat yapımcılığının sırlarını paylaşmıştı. Ben de oradaydım ve mekanik bir saati söküp yeniden monte ederken yapılan işin ne kadar zor ve hayranlık uyandırıcı olduğunu görme şansına sahip oldum.

Özellikle İsviçre mekanik saat üretimi konusunda oldukça başarılı ve bu konuda haklı bir üne kavuşmuş durumda. Yine geçtiğimiz hafta İsviçre’nin İstanbul Konsolosu Monika Schmutz Kırgöz’ün evsahipliğindeki bir toplantıda yılda 10 adet üretilen nadir ve değerleri minik birer servet olan el yapımı saatleri inceleme fırsatım oldu. Nihayetinde bu merakın bir sonu olmadığına karar verdim.



Yine de ulaşılabilir fiyatlarda ve kullananı “mutlu” edebilecek bir çok saat var. Servet değerindekilerle “ulaşılabilir olanların” bir arada bulunduğu bir sergi açılıyor önümüzdeki cuma günü. İstanbul Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde 23 Aralık Pazar gününe kadar sürecek olan “Swiss Time in İstanbul” sergisinde 22 markanın 25 milyon dolar değerindeki saatleri sergilenecek.

Benim gibi saat meraklılarının ilgisine...

Yazının devamı...

Çin’deki kayıtdışı bakır...

Çin’deki “kayıt dışı” bakır stoklarının 5 milyon tona ulaştığını iddia ediyor 50 yıldır bakır madenciliği ile uğraşan Simon Hunt. Madencilik alanında bir danışmanlık şirketi olan Hunt, geçtiğimiz yıl ilk kez bu rakamın 1.5 milyon ton olduğunu iddia etmiş. İlk başta sektörde kesin bir dille reddilse de; benim de katıldığım Şangay’daki 8. Asya Bakır Konferansı’nda International Wrought Copper Council başkanı Mark Loveitt tarafından kabul edilmiş durumda. Ancak 5 milyon ton rakamını onaylamıyor.

Bu konferans sırasında ilk kez duyduğum “kayıt dışı stok” meselesi, bakır fiyatlarının neden baskı altında kaldığını az çok açıklıyor. Sadece bakır için değil, endüstriyel metallerdeki fiyatların bir türlü toparlanamamasının ardında başka nedenler de var. Bunların bir kısmı küresel, bir kısmı da yıllık 20 milyon ton olan küresel bakır üretiminin 6 milyon tonunu tek başına tüketen Çin’e has sebepler. Çin’li önemli bakır şirketlerinden Jiangxi Copper Corp.’dan Wu Yuneng’in bazı tespitlerinin ilginç ve önemli olduğunu düşünüyorum.

-Küresel ekonomide süregiden durgunluk ve bunun beraberinde getirdiği “artan korumacılık”,

-Gelişmiş ülkelerin işsizliği azaltma çabaları,

-Avrupa’daki talep daralması ve ABD’deki “Finansal uçurum” endişeleri,

-Çin ihracatının ithalatçı ülkelerde resistans ile karşılaşması

-Üretimin Çin’den, Güneydoğu Asya ülkelerine kayması,

-Çin’deki çevre baskılarının artması,

-Çin’in şirketlere ve yeni yatırımlara sağladığı teşvik ve vergi avantajlarının azalması,

-Çin’de yavaşlayan iç talep,

-Çin’deki bakır işleme kapasite kapasite fazlalığı,

-Tonu yaklaşık 8,000 dolar olan bakırın, yüksek fiyatı nedeniyle başka madenlerle “ikame edilmesi”...

-Küresel olarak artan bakır üretimi.

Çin’deki bakır üreticilerinin en önemli sorunların başında stoklarının büyük ve yüksek fiyatlı olması. Çin Hükümeti yakın geçmişte zor duruma düşen 2 büyük şirketin ellerindeki stokları “ulusal rezerv” olarak satın alarak bu şirketleri kurtarmıştı.

Çinli sektör temsilcilerinin dikkat çektikleri bu fiyatlama problemi için bazı çözüm önerileri de var. Bunlar Çin’in önümüzdeki dönemdeki stratejilerini de yansıtması açısından bence önemli.

-En önemli “tüketici” konumundaki Çin uluslararası fiyatlamada etkin ol(a)mamaktan dolayı rahatsız. Bu konuda; Japonya’dakine benzer şekilde; ticaret, endüstri, hükümet ve finans kesimini bir araya getirecek “yapılar” kurarak, fiyatlama konusunda baskı unsuru olabilmeyi tartışıyorlar.

-Metal “fiyatlaması” konusunda en önemli “merci” konumundaki London Metal Exchange’in (LME) Hong Kong Borsası (HKEx) tarafından satın alınması önemli. Her ne kadar HKEx, ‘LME’nin yapısını aynen koruyacağız’ dese de “fiyat oluşumu” konusunda Çinli katılımcıların etkisi ileride artacağa benziyor!

-2011 yılında 2.6 trilyon yuan bazındaki dış ticaret hacminin daha da arttırılması. Yuan gittikçe artan oranda bölgesel bir para birimi olmaya aday.

-Bakır üretim ve işleme teknolojisi konusunda uzun yıllar dışa bağımlı kalmış olan Çin, yeni teknolojiler geliştirerek daha fazla kendi kendine yeterli hale gelmeye başlamış.

-Ve son olarak belki de en önemli hamle yetersiz yerel maden kaynaklarının yarattığı dışa bağımlılığı, diğer ülkelerdeki maden kaynaklarına ulaşım sağlayarak, maden sahalarını ve haklarını satın alarak geliştirme stratejisi en önemli adımları olacak gibi.

Çin’deki gelişmeler de dahil olmak üzere konferans katılımcıları önümüzdeki yıl bakır fiyatlarında kayda değer bir artış beklemiyor.

Yazının devamı...

Yıl sonuna kadar İMKB 80 bin olur mu?

Yıl sonuna 16 iş günü kaldı. Hemen herkes yılın “iyi” bitmesini bekliyor, arzu ediyor. Fon yöneticileri performanslarına bağlı “ikramiye” aldıklarından yıl kapanışı önemli. Yurtdışı iyi yılı iyi kapatmaya çalışırken Finansal Uçurum (Finacial Cliff) endişeleriyle zorlanıyor. Bizim piyasalarımız için böylesi bir endişe yok. Her ne kadar Suriye cephesinden sıcak haberler gelmeye devam ediyor olsa da bu mesele zaten “hiç fiyatlanmamıştı”.

Görünen o ki yıl başından bu yana yaşananlara bakıldığında İMKB yılın en çok kazandıran borsası ya da ilk üçtekilerden birisi olacak. Geçtiğimiz haftayı İMKB 100 endeksi TL bazında, tarihi yüksek seviyesinden kapandı. Ancak nominal TL bazında yeni rekor kırılmış olsa da, dolar bazında rekorlardan halen daha çok uzaktayız! Diyebilirsiniz ki “bizim paramız TL ve TL bazındaki endeks de yukarı çıktıkça paramız artıyor ve rekorlar da bize yarıyor.” Haksız sayılmazsınız. Ancak olaya borsanın yüzde 65 küsurunu elinde bulunduran; ve aslında borsaya “yön verdiği” düşünülen yabancılar açısından (yani dolar bazında) baktığımızda rekorlara daha var .

Dolar bazında İMKB’nin rekoru 5.10 dolar! Geçtiğimiz Cuma günkü kapanışımız ise 4.26 dolar. Dolar bazındaki rekor için daha gidilecek; en azından yüzde 19.7’lik yol var!

Peki bu “yıl sonuna kadar” dolar bazında yeni rekor kırılır mı?

Bunun için sadece hisse senetlerinin fiyatlarının yükselmesi yeterli değil. Dolar/TL kurlarının da düşmesi, yani TL’nin değerlenmesi gerekir. Merkez Bankası’nın (MB) son açıkladığı Reel Efektif Döviz Kuru endeksi 119.21. Para politikası gereği MB 120-125 arasında MB bazı önlemler alacağını açıklamıştı. 130’un üzerinde ise topyekûn bir harekât başlatacak. “Alarm seviyesine” yaklaşılmışken TL’nin daha fazla değerlenmesi ihtimali düşüyor. Buna bir de HSBC’nin TL’yi “dünyanın en pahallı parası” ilân etmesini de eklersek...

Öte yandan cari politika faiz seviyesi itibariyle gösterge bono bileşik faizlerinde inilecek seviyelere neredeyse gelindi. 5.55 bana göre dip seviyeleri olacak. Hafta içinde 5.66 görüldü ve haftalık kapanış 5.76’dan oldu. Faiz genel seviyesinin daha fazla aşağı inmemesi durumunda İMKB’nin lokomotifi bankacılık sektöründe de daha fazla (en azından faiz düşüşleriyle açıklanan) kazanım ihtimali azalacak. Yine de son günlerde borsadaki yükselişlere bakıldığında, İMKB’nin sanki gidecek biraz daha yolu var gibi. Hele ki ortada ciddi satıcı olmayınca!

Yine de dolar bazında yeni rekor ihtimali az! Ancak İMKB için 4.50 dolar seviyesi yakın vadedeki bir hedef olarak karşımıza çıkıyor. Bu da aslında TL bazında yeni rekor demek!

Dolar/TL kurunu 1.79 alacak olur isek 4.5 dolar hedefi 80.550’ye denk geliyor. Bu seviye dolar/TL kurlarının seyrine göre farklılık gösterebilir. Kurlardaki değişikliklere göre 4.50 dolar seviyesini esas alarak, sizler de İMKB’nin nereye kadar çıkabileceğini hesaplayabilirsiniz.

9 Ocak’ta görülen 2.62 dolar seviyesini baz alır ve 4.50 dolar seviyesi de bu yıl içinde görülecek olur ise İMKB’nin bu yılki dolar bazındaki getirisi yüzde 72’yi aşacak. Bu da İMKB’yi büyük olasılıkla bu yıl getiri bazında dünya şampiyonu yapacak!

Yazının devamı...

Çin İzlenimlerim – II

Geçtiğimiz hafta yaptığım ve özellikle ekonomisine dair ilk kısmını dün aktardığım izlenimlerime daha çok günlük hayata dair olanlarla devam etmek istedim...

-Doğu konukseverliği Çin’de var. Kendinizi çok rahat hissediyorsunuz.

-Arabalar genellikle beyaz, gri/füme, siyah veya lacivert. Kıyafetleri de öyle. Daha önce Güney Kore ziyaretimde de dikkatimi çeken bu noktayı sorduğumda, doğu insanının göze batmak istemeyen mütevaziliği ile açıkladı Çinli evsahiplerimiz.

-Domates yemeklerde sebze olarak kullanılsa da minik domatesler meyve olarak servis ediliyor.

-Yemekte ağız şapırdatmak son derece normal. Zira noodle çorbasını başka türlü “içmek” neredeyse imkânsız! Yemek bitiyor kimse kimseyi beklemiyor. Neredeyse hiç kimse birbirine iyi akşamlar demeden ayrılıyor.

-“Beyju” (52 derecelik Çin şarabı, daha çok İtalyanların Grappa’sına benziyor) seramonisi sonsuz. Herkes ile ayrı ayrı içmen lazım. Önce onlar, sonra sen dolaşıyorsun masadaki her kişiyi. Masa kalabalıklaştıkça içilen alkol artıyor! Şarhoşluğu da uzun sürüyor!

-Karşılaştıklarında ve sohbetin ilerlediği sıradaki “Ha ha hhahha”yı çözemedim. Sordum bir cevap alamadım. Farkında bile değillerdi adeta bu sesi çıkardıklarının...

-Dün de yazdığım gibi ya bitmek üzere ya da bitmis ama içi dolmamış, boş durumda çok bina var. Yeni başlayan ya da 2-3 katı çıkmış inşaat yok denecek kadar az. Otobanlar hariç! Çin toparlıyor, toparlayacak diye bekleyenler için kötü haber!

-Şehirler puslu ve tozluydu. Hava kirliliği çok ciddi boyutta. Gezdiğim Şangay, Zhengzhou (Cincou) ve Bejing arasında en temiz hava Şangay’da en kötüsü de Cincou(ğ) daydı.

-Enerji sıkıntısından dolayı şehirlerdeki “süs ışıkları” akşam saat 6’da açılıp, 10’dan sonra kapanıyor. Sokak lambaları bile azaltılıyor. Gece şehirler bayağı “loş” ancak güvenlik konusunda (Beijing metrosu hariç, orada hırsızlığa karşı uyarıldık!) her hangi bir sorun hissedilmiyor.

-İş hayatında kadınlar azınlıkta. Bir iş yemeğinde 15 erkek, 1 kadın vardı.

-Havalanına girişte çakmaklar alınıyor. Kapalı yerlerde; bir kaç istisna hariç sigara içmek serbest. Havaalnındaki sigara içme odalarındaki “sebil çakmaklar” ilginçti.

-Arabaların arka camları siyahti. Herhalde eski komünist zamandan kalma gizlilik ya da bugünün bir “prestij sembolü”.

-Çok zenginler parfüm kullanıyormuş. Onlar dışında parfüm kulanılmıyor. Ne girişteki free shop’ta, ne de AVM’lerde (Şangay’daki IFC adlı benim şu ana kadar gördüğüm en lüks markaların bir arada bulunduğu AVM de bile parfüm, deodorant satılan bir yer yoktu!) Erkeklerin parfüm kullanması eşcinsel olmakla eş değer tutuluyormuş. Kadınlar bile pahallı olduğu için kullan(a)mıyorlarmış.

-Bejing metrosunda kartla giriş yapılıp, çıkarken de kart makinaya sokuluyor. Tek kullanımlık plastik kartlar çıkış terminalleri tarafından geri alınıyor! Hem kaçak yolculuğu engellemek mümkün olurken, diğer yandan da çevreci bir yol izlenmiş oluyor.

-Bejing metrosunda hareket halindeyken süreklilik arzeden reklemı ilk kez gördüm. Adeta bir TV ekranı izler gibiydi!

-Üst geçitlerin altından “U” dönüşü yapılması bana komünist zamandan kalma Moskova’yı hatırlattı.

-Düğünler ve anlaşmaların öğlen 12’den önce yapılıyor olmasının uğur getireceğine inanılıyor. Bu nedenle düğünler öğleden önce yapılıyor!

Bunlar ilk kez gittiğim Çin hakkındaki ilk izlenimlerim. Çok geç gitmişim. Onu farkettim. İş dünyasındaki, belki de herkesin Çin’i görmesi bence şart!

Benim gibi geç kalmayın derim...

Yazının devamı...

Çin izlenimlerim – I

Uzaktan ahkâm kesmek kolaydı. Yıllardır hep başkalarının, özellikle de batılı yatırım bankalarının ve bankacılarının yorumlarıyla Çin’i izliyordum. Uzun zamandan beri Çin’i görmek istiyordum. Nihayet geçtiğimiz hafta bir fırsat yakaladım. “8. Asya Bakır Zirvesi” ve toplantının ardına eklenen bir iş seyahati sayesinde Çin’e gitme fırsatı buldum.

Bakır zirvesi Şangay’daydı. (Şehrin adı aslında Şan(g)ha(i)(y) diye okunuyor parantez içindeki g,i vey’yi yutarcasına söylüyorsunuz.) Bakır zirvesinde konuşulanlara bir başka yazıda değineceğim.

Şangay’ın son 20 yıldaki yeni gelişim bölgesi olan Pudong adeta bir Manhattan görünümünde. 30 milyondan fazla kişi yaşıyor ancak trafik keşmekeşi az hissediliyor. Ara sokaklar ve kenar mahallelerdeki “eski” Çin’i hissedebiliyor, görebiliyorsunuz.

Çin’de eyaletler (her biri küçük birer hükümet gibi davranabiliyorlar) arasında, aynı eyalette veya farklı eyaletlerdeki şehirler arasında, aynı şehirdeki mahalleler ile aynı mahalledeki sokaklar arasında bile “kimin daha iyi olduğuna ve olacağına” dair biteviye bir yaşanıyormuş. Şangay gün geçtikçe Hong Kong’un yerini alacağa benziyor. Çin hükümetinin de bu konudaki çabasıyla da bu değişim için “güçlü” bir aday!

Zirve sonrasında bir dostumun iş anlaşması yapmaya gittiği Zhengzhou’ya (Çinliler bu şehre Cincou(ğ) diyorlar) gittim. Bir tarafta; en büyük şehri 4 milyonluk Zhengzhou olan Henan Henan Eyaleti’nin devlet yetkililerinin olduğu “müzakere” sürecini yakından izleme fırsatı buldum. İş yapış biçimleri, müzakere yöntemleri bir yandan eski komunist yöntem ve söylemlerini yansıtırken, diğer yandan da uluslararası hukuku ve iş yapış biçimlerini tanımıyor, bilmiyor ve hatta güvenmiyor olmanın sıkıntılarını yaşadıklarını gözledim.

Son durak bir günlüğüne Beijing idi. (aynen yazıldığı gibi okunuyor, Pekin denmesine çok fazla kafayı takmayın.) Bir günlük izlenim sonrasında; idari merkez olan Beijing ne kadar bizim Ankara ise, Şan(g)hai’da o kadar İstanbul. Gece geç saatte sadece Tian’ Anmen meydanındaki kısa bir otomobil turunun dışında turistik izlenim edinememiş olsam da Çin bambaşka bir yer. En azından bizim ve batının düşündüğünden farklı bir coğrafya. Çin’e gitmeyen iş insanlarının bir an evvel gidip en azında bu kültürü ve coğrafyayı (büyük şehirleri de olsa) görmelerinde büyük fayda var.

Gelecek orada!

Çin’in istatistiklerine bakıldığında bu yıl boyunca yaşanan durgunluğun aşılmaya başlandığı izlenimi oluşmaya başlamıştı. Ancak benim gözlediğim kadarıyla dev bir transatlantiği andıran Çin’i yavaşlatmak kadar, hızlandırmak da sorun olacak. Çin’in de büyüme motoru olan inşaat cephesinde ciddi bir “açıklık” var! Bitmiş, ancak henüz kullanıma alınmamış çok sayıda bina gözle görülebiliyor. Buna karşın Ancak yeni inşaat ya da 3-5 katlı yeni başlamış inşaat sayısı oldukça az. Belki bu gittiğim üç şehir için geçerli bir gözlem olabilir ancak sanmıyorum.

Çin’e yarın da devam edeceğim...

Yazının devamı...

ABD’li indirime hücum etti piyasalar da varlıklara...

ABD’de indirim sezonu başladı. Şirketlerin Siyah Cuma (Black Friday) olarak andığı bu günde; insanların mağazalara hücum etmesi, satışların arttığı tahmini ile piyasalarda hızlı bir toparlanmaya neden oldu. Bu haftanın ilk günlerinde İMKB’de yükselişin hakim olduğu bir piyasa görebiliriz.


Geçtiğimiz Perşembe günü Amerika’da “Şükran Günü” idi. Perşembe günü ABD piyasaları tatil yaparken, hisse senedi piyasaları da yarım gün açıktı. Kısa işlem günlerinde doğal olarak, işlem hacmi dar, piyasalar sığdır. Bir anlamda bulanık suda balık avlamak gibidir ve “kurtlar puslu havayı sever”. Nitekim geçtiğimiz Cuma günü de böyle bir gündü.

Diğer yandan Şükran Günü’nün hemen ertesi günü ABD’de indirim sezonu başladı. Şirketlerin bilançolarının kâra geçtiği varsayıldığından “Siyah Cuma/Black Friday” olarak anılan bu günde; insanların mağazalara adeta hücum etmesi, satışların arttığı (her ne kadar rakamların geçtiğimiz yıla kıyasla ne kadar arttığı açıklanmasa da) tahmini ile piyasalarda hızlı bir toparlanmaya neden oldu. Morallerin düzelmesi de piyasalara pozitif yansıdı. Dow Jones Endeksi yeniden teknik analiz açısından önemli olan 200 günlük Hareketli Ortalaması’nın (HO) üzerine çıkarken altın da 1.741’deki (ons/dolar) 50 günlük hareketli ortalamasının üzerine çıktı.

Piyasaları asıl etkileyen; bugün (saymayı bıraktığım bilmem kaçıncı kez) olağanüstü toplanan AB maliye bakanlarının Yunanistan meselesini (geçici de olsa) çözecekleri beklentisi ile yükselen euro/dolar paritesiydi. Bu yılın 3.ve 4. çeyrekleriyle 2013’ün ilk çeyreğinde verilmesi beklenen toplam 44 milyar euroluk desteğin hepsinin bir seferde verilmesi ve IMF’in de Yunanistan’ın borçlarını indirme planındaki zamanlamada esnemesi ile birlikte komşunun sorunun çözüleceği beklentisi piyasaların moralini yükseltti.

Geçtiğimiz Cuma günü parite 1.2991’e kadar yükseldi ve 1.2975 ile kritik seviye olan 1.2945’in de üzerinde bir “haftalık kapanış” yapmayı başardı!

Yunanistan için yapılan toplantı dolaylı olarak İspanya’yı da ilgilendiriyor. Dün Katalonya özerk bölgesinde seçimler vardı. Bu yazı yazıldığı sırada sonuçlar henüz belli olmamıştı. İspanya Başbakanı Rajoy’un; ayrılıkçı Artur Mas’ın partisi CiU’nun önde bitirmesi beklenen seçimlerin sonuçlarına göre AB’ye yardım başvurusu yapıp yapmamaya karar vereceği konuşuluyordu. Rajoy’un, Yunanistan’ın istediklerini aldığını görmesi ve CiU’nun da tek başına Katalan Parlamentosu’nda söz sahibi olmadığını görmesi durumunda bu başvuruyu yapacağı öngörülüyor. Piyasaların da satın aldığı bu başvurunun yakında yapılacağı yönünde. Böylesi bir durum euronun bu hafta içinde bir parça daha değer kazanmasını beraberinde getirebilir.

Geçtiğimiz hafta hem 50 hem de 200 günlük HO’sının üzerine çıkmayı “başaran” euro/dolar paritesi için bu hafta içinde önce 1.3000 (düz) ardından da 1.3085 kritik eşik olacak! Bu seviyelerin aşılması “hak ettiğinden de fazla” euro pozitif bir ortamın oluşmasına neden olabilecek. Kısa vadede euro pozitif bir seyir izlense de Yunanistan ve İspanya “gazı” geçtikten sonra euronun yeniden değer kaybetmeye başladığını görme ihtimalimiz hayli yüksek.

Yurtdışının Şükran Günü, Euro Bölgesi’ndeki gelişmeler sebebiyle pozitif bir seyir izlediği dönemde bizim bölgemizdeki gelişmeler çok da iç açıcı değil. Suriye’den ve Mısır’dan gelen haberlere (Mursi’nin tek adamlığından sonra Mısır Borsası ciddi değer kaybetti) eklenen Kuzey Irak ile Irak Merkezi hükümeti arasında çatışma noktasına gelen anlaşmazlıklar bizim piyasalarımızca fiyatlanır mı? Ağırlıklı olarak yurtdışında yaşayan fon yöneticilerinin bir anlamda kontrolünde olan IMKB ve bono piyasasının bunu fiyatlayacağından çok da emin değilim. Daha öncekileri fiyatlamadıkları gibi son gelişmeleri de; sorun savaş boyutuna gelmeden; fiyatlayacaklarını sanmıyorum.

Yazının devamı...

PPK sonrası ve Halkbank...

Dün aylık Merkez Bankası (MB) Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı yapıldı. Başkan Erdem Başçı’nın göreve gelmesinden bu yana belki de ilk kez beklentiler paralel olarak borç verme faiz oranı (üst bant) yüzde 9.5’tan 9’a düşürüldü. Koridorun alt bandı

(yüzde 5 ) ve “politika faizi” olan bir hafta vadeli repo faizi (yüzde 5.75) sabit tutuldu. Bu kararlara paralel olarak, geç likidite penceresi borç verme faiz oranı da yüzde 12.5’tan 12’ye indirildi.

“Yine beklentiler doğrultusunda” zorunlu karşılık “aracı” haline gelen Rezerv Opsiyon Katsayıları (ROK) da yükseltildi. Buna göre TL yükümlülüklerin döviz olarak tutulabileceği yüzde 40’lık dilimden sonra gelen dilimlere 0.1 puan, altın olarak tutulabileceği bütün dilimlere ise 0.2 puan eklendi. Bankaların varolan pratiklerini benzer şekilde devam ettirmeleri durumunda MB’nin döviz rezervlerinin yaklaşık 500 milyon dolar, altın rezervlerinin de 1.98 milyar doları artması bekleniyor.

Yapılan açıklamanın belki de en önemli kısmı “Önümüzdeki dönemde, finansal istikrar açısından gerekli görülmesi halinde politika faizinde ve gecelik borçlanma faizinde ölçülü bir indirimin gündeme alınabileceği ifade edilmiştir.” Olsa gerek. Politika faizlerinde bir indirime gitmeyen; ki MB’nin cari fonlama faizi yüzde 5.66 ile politika faizi olan 5.75’in bile altına inmişken; Merkez, önümüzdeki dönemde yeni indirimlere gidebileceğini ilk kez yazılı olarak ifade ediyor. Bu açıklama “politika faizlerinde” bir indirim anlamına gelmese de artık bu olasılık da artmış durumda.

3 aydır politika faizlerinin de inmesi gerektiğini dile getiren biri olarak galiba önümüzdeki Aralık ayındaki PPK toplantısında bu beklentime kavuşacağım!

Gelelim Halkbank’a...

Halkbank hissesinin tahtası bugün yeniden işleme açılacak. İşlem hacminde rekor kırması büyük olasılık. 9 Kasım günü 15.90’dan kapanan, 15.10’dan halka arz edilen hissenin nasıl bir performans izleyeceği merakla bekleniyor. Halka arz sonrasında Londra’daki “tezgahüstü piyasada” 15.40’dan işlemlerin geçtiğine dair duyumlar var.

Halka arzdan özellikle kredili olarak hisse alan yerli yatırımcılarla, küçük yabancı fonların piyasada aktivitelerinden sonra hissenin fiyat seviyesi “oturacaktır”. Bu arada MSCI endeksinde 23 Kasım itibarıyla Halkbank’ın ağırlığı yüzde 0.25’ten 0.50’ye yükseltilmiş. BCG Partners’ın hesaplamalarına göre bu endeksi “taklit” eden fonlardan 100 milyon dolarlık “ek alım” gelmesi söz konusuymuş. Hem bu fonların, hem de halka arz fiyatını gördükten sonra portföyünü değiştirecek olanların yaratması muhtemel talep ile halka arz fiyatının korunacağını öngörmek çok da hatalı olmaz.

Asıl önemli olan hafta sonu kapanışı olacak. Önümüzdeki Cuma günü kapanışı Halkbank’ın ve dolayısıyla İMKB’nin yakın vadedeki seyri konusunda ipuçları verecektir.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.