Şampiy10
Magazin
Gündem

Piyasalar daraldı!

Piyasalar ABD Merkez Bankası’nın (Fed) bu hafta yapacağı toplantıya kitlendi. Fed’in parasal genişlemeyi daraltma kararı vereceğini sanmıyorum. Ancak son gelişmelerin ardından Mart’tan çok Ocak’ta daraltma kararı çıkma ihtimali iyice artmış durumda.

Bu haftanın yegane beklentisi ABD Merkez Bankası’nın (Fed) toplantısı. Bütün piyasalar yarın başlayacak ve 18 Aralık Çarşamba günü yapılacak nihai açıklamanın ne olacağını merak ediyor. Toplantı sonrasında bir basın toplantısı yapılmayacak, sadece açıklama ile yetinilecek.

Aslında Fed’in “parasal genişlemeyi daraltması” için şartlar oluşmaya başladı. İyi gelen istihdam verilerinden sonra geçen hafta açıklanan perakende satışlarındaki beklentilerden iyi gelen artış ve aynı zamanda tüketici enflasyonundaki gerileme Fed’in elini rahatlatıyor.

Ocak ayı daha kritik

Asıl önemli gelişme ABD bütçesi konunda fazla gürültü patırtı kopartmadan varılan anlaşma oldu. Cumhuriyetçi ve Demokratların önümüzdeki yıllarda yapılacak kesintiler konusunda anlaşması belki de hepsinden önemlisi “kepenk kapatmanın” zorlaştırılması Fed’in işini kolaylaştıracak adımlar. Mayıs ayında Fed “daraltabilirim” dedikten sonra geri adım atmasındaki en önemli olay borç tavanı ve bütçe konusunda yaşanan politik karmaşa idi. Şimdi bu sorun da aşılmış oldu, bu risk devam ediyor olsaydı Fed yine politikacıları “bekliyor” olacaktı!

Yine de Fed’in bu haftaki toplantıda bir “daraltma” kararı vereceğini sanmıyorum. Yılın başında bu yıl “daraltma olmayacak” diye tahminde bulunmuş ve bu tahminimi halen daha koruyorum. Fed’in en azından piyasaların Noel havasını bozmak isteyeceğini sanmıyorum! Ancak son gelişmelerden sonra 18-19 Mart’taki toplantıdan çok, 28-29 Ocak’ta yapılacak toplantıdan bir “daraltma” kararı çıkması ihtimali daha da artmış durumda. Ocak ihtimalinin artmasının bana göre psikolojik iki bir sebebi daha olabilir. Artık “topal ördek” konumuna gelecek olan Bernanke’nin “ben başlattım, ben bitiriyorum” demek isteyebileceği, ya da bu “yükü” yeni başkan Yellen’e bırakmak istememesi olabilir.

Bu hafta yapılacak toplantıdan muhtemel “daraltmanın” olumsuz etkilerini azaltabilecek bir “bankaların Fed’deki bakiyelerine negatif faiz” kararı veya “yeni dönemde de Fed hep yanınızda” olacak tarzı bir mesaj çıkması olasılığı bence yüksek.

‘Daraltma’ gelirse...

Bazı analistler ve fon yöneticileri ‘piyasaların “daraltmayı” satın aldığını, verilerin gelişmiş ülke ekonomilerinin artık ayakta durabileceklerini gösterdiğini’ öne sürseler de bu hafta içinde gelecek bir “daraltma” kararı; kim ne derse desin; piyasaları olumsuz etkileyecektir. Özellikle de gelişen ülke piyasalarını... Daraltma kararı çıkmaz ise yılsonuna kadar sakin bir seyir izleriz. Dolar/TL kurları 2.00’ın altına inmekte zorlansa da çok uçup kaçacağını sanmıyorum. Ancak “daraltma” gelir ise Perşembe gününden itibaren; en azından 31 Aralık kapanışına kadar; Merkez Bankası’nın çok daha fazla “günlük müdahalelerine” tanık olacağız demektir. Borsa ve bono tarafı da artık kendi başının çaresine bakacaktır...

Bizim Merkez’in de gözü Fed’de olacak

Fed kararına yönelik bekleyiş sırasında haftanın ilk yarısında piyasalara; gerginliğin etkisiyle; yatay/olumsuz bir havanın, Fed’in kararından sonra da yılı iyi kapatacak olumlu, pozitif bir havanın hakim olmasını bekliyorum. Bütün bir yıl boyunca elde edilen kazanımları yılın son iki haftasında geri vermeyi kimse istemez, Fed de onları geri almaya bence cesaret edemez. 17 Aralık’ta bizde de Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı var. Fed’in tüm dünyanın nefesini tutarak izlediği toplantısı öncesinde bizim Merkez Bankamızın herhangi bir adım atacağını sanmıyorum. Onlar da Fed’i bekleyip görmeyi tercih edeceklerdir. Fed’in bu toplantıda “daraltmaya” gitmeyeceğini bilseler dahi faizlerde bir indirime gidemeyeceklerine göre bu toplantıdan önemli bir karar çıkması zor.

Yazının devamı...

Avustralya: Saygı ülkesi

Geçtiğimiz hafta; önümüzdeki yılın Kasım ayında Brisbane’de yapılacak G-20 toplantısının ön çalışmalarını izlemek üzere Avustralya’daydım. Sydney, Canberra, Gladstone ve Brisbane’deki hazırlıkları gördükten sonra; bu ayın başında G-20 dönem başkanlığını alan Avustralya’nın çoktan çalışmalara başladığını, hatta gündemin bile ilerisinde olduğunu düşündüm. G-20 toplantılarına önümüzdeki hafta değineceğim. Bu Pazar günü sadece Avustralya izlenimlerimi paylaşmak istedim.

Gördüğüm en temiz şehirler

Sanayi ve madencilik kasabası Gladstone da dahil olmak üzere tüm şehirler inanılmaz temiz. Birden fazla şehre uçtuğum için havaalanlarının da tertemiz olmasını atlamamam lâzım. Şimdiye kadar gördüğüm en temiz şehirlerdi. Halen İngiliz Kraliçesi’ni tanıyan bir ülke olarak trafik tabii ki sağdan. Sakatlar için kaldırımlar çok iyi düzenlenmiş. Kaykaycılara da yarıyor... Ülke pahalı! Bana göre hem de çok pahalı. 1 bira ya da Bigmac+kola 8.50 Avustralya doları (yaklaşık 19.5 TL). İşgücünün pahalılığından dem vurup, koskoca kıtada 22.5 milyon olarak yaşamaya devam ediyorlar. Kişi başına düşen milli gelir 40 bin doların az üzerinde. Bana göre bunun da üzerinde “zengin yaşıyorlar”.

Plastik ağırlıklı kağıttan yapılmış paraları çok renkli ve saydam bir bölüm var. Bozuk paraların değeri düşük olanları, yüksek değerli olanlara göre daha büyük ve ağır.

Sokak alışverişinin neredeyse tek hakimi Çinliler, ya da bana öyle geldi. Metro ve hafif raylı sistemleri çok başarılı ve hemen her şehrin merkezinden havaalanına kolaylıkla tek hatla gidilebiliyor. Tarihi 1800’lere dayanan ülkede 1900’lerin başında yapılmış eski binalarını korumaya özen gösteriyorlar. Kiralık iş yeri çoktu. Çin’in yavaşlaması ağırdan da olsa orada da hissedilmeye başlamış. Ülkede “ada halet-i ruhiyesi” hakim sanki. “Biz bizeyiz” diye düşünüyorlar herhalde, çok rahatlar. Parmak arası terlik adeta “milli kıyafet”.

Gerçekten de insanlar birbirlerine, trafikteki araçlar hem birbirlerine hem yayalara inanılmaz saygılı davranıyorlar. Avrupa’dan bile daha saygılılar ve bir de gülümsüyorlar. Mutlu yaşıyorlar. Sokağa adım atar atmaz hissediyorsunuz. Asya-Pasifik bölgesinin ve de kıta Avrupa’sının çok kültürlülüğünü içselleştirmişler. Kimse kimseye farklı bakmıyor, davranmıyor.

Brisbane Belediye Başkanı Graham Quirk’in de söylediği gibi Avustralya’nın bir “saygı ülkesi” olduğunu hissediyorsunuz. Gündüz otobüs durağında, gece ise taksi kuyruğunda tek sıra halinde bekliyorlar ki bu beni bile şaşırttı. Sokaklarda yürürken keşke bizim şehirlerimiz de, insanlarımız da böyle olsa demeden edemedim.

Kadınlar önemli pozisyonlarda

Katıldığım toplantılarda fark edilecek kadar çok sayıda kadın yönetici olması dikkatimi çekti. Tam ve eşit olarak iş hayatına katılmış durumdalar ve çok önemli pozisyonları kadınlar işgal ediyor.

APSA’yı da atlamayayım. Asya-Pasifik bölgesinin Oscar’ı sayılan Asia Pasific Screen Awards (APSA) bu sene Brisbane’de yapılmış. Sinema sanatçımız Tamer Levent’in jüri üyeliğini yaptığı ödüllerin “en iyi kadın oyuncu” adaylarından birinin “Yozgat Blues” filmindeki rolüyle Ayça Damgacı olması tören sırasında beni gururlandırdı. Ödül kazanan önemli oyuncu ve yönetmenlerin film çekimi v.b. nedenlerle törene katıl(a)mamış olmaları APSA’nın önümüzdeki yılardaki zorluklarından biri olacağa benziyor. Yine de önümüzdeki yıllarda daha fazla Türk filminin başvurması; hem sinema endüstrimiz, hem de Türkiye için önemli faydalar sağlayacaktır.

Yazın yaşandığı bir ülkeden; daha doğrusu kıtadan; kışın soğuğuna gelmek biraz zor oldu. Büyük bir misafirperverlikle karşılandığımız ülkeden kalan sıcak anılarla bir süre daha ısınırım ben...

Yazının devamı...

Kararlılar, bu seneyi yüksek kapatacaklar!

Cuma günü ABD’de açıklanan Tarım Dışı İstihdam verisi sonrasında piyasalarda yaşanan ‘ters’ hareket, kimsenin gelinen seviyelerin altında bir yıl sonu kapanışı istemediğini gösteriyor. Tavsiyem yıl sonuna kadar yaşanacak pastırma baharından yararlanın.

Geçtiğimiz haftanın son gününe kadar hisse senedi piyasaları, içeride ve dışarıda düştü. Cuma günü ABD’de açıklanacak Kasım ayı Tarım Dışı İstihdam (TDİ) verisi bekleniyordu. Ekim ayında 204 bin artan rakamın, Kasım ayında 185 bin olarak geleceği beklentisi yüksekti.

Piyasaların endişesi beklenen rakamın üzerinde bir istihdam artışı gelirse Fed’in; artık Mart’ta olacağını hemen herkes kanıksadı; parasal genişlemeyi daha önce “daraltılmaya” başlayacağıydı! Rakam 203 bin kişilik bir artış olarak açıklandı ve Ekim ayı da 200 binlik artış ile çok az bir revizyonla teyit edildi.(Revizyonlar genelde fark edilmez ama bu kez hemen herkesin dikkat ettiği bir rakamdı!) Veriler ABD ekonomisinin toparlandığını, “daraltmanın başlaması” için Fed Başkanı Bernanke’nin koyduğu yüzde 7’lik “zımni hedefe” gelindiğini (Fed’in resmi hedefi 6.5 halen daha) gösteriyor.

Normal şartlarda piyasaların bu verilerden sonra Fed’in “daraltmaya” başlayacağı tedirginliğiyle düşmesin beklenirdi. Benim de dahil olduğum geniş bir “faniler topluluğu” da benzer şekilde düşünüyordu. Ama Cuma günü veriler açıklandıktan sonra hisse senedi piyasaları adeta coştu. Dow Jones yüzde 1.2, S&P yüzde 1.1 ve BIST 100 de yüzde 1.9’luk artışlarla günü kapattılar! (Gerçi ABD 10 yıllık tahvil getirileri yüzde 2.92 ile yeni bir yüksek gördükten sonra yüzde 2.858 ile 17 Eylül’den bu yana en yüksek kapanışını yaptı ama olsun...!)

Dünyanın en büyük bono fonu PIMCO’nun iki önemli stratejistinden biri olan Bill Gross’un “gelen veri ile Fed’in Aralık’ta daraltmaya başlama olasılığı yüzde 50-50 hale geldi” demesine rağmen bu yükselişe anlam verenlerin sayısı pek de fazla değil! Bazı fon yöneticileri “gelen veri Fed’in “daraltmaya” başlaması olasılığını arttırsa da aslında gelen veri ABD ekonomisinin iyiye gittiğini gösterdiği için hisse senetleri yükseldi” bazıları da “ekonomik veriler Fed’in etkisini bertaraf edecek denli iyi” dese de piyasalar düşseydi de “Fed korkusu ile düştü” diyecek daha nice fon yöneticisi çıkacaktı!

Bonus tekerine çomak sokmazlar!

Görünen o ki Cuma günkü hareketin ardında iki sebep sayılabiliyor: İlki, kısa vadeli işlem yapan bazı fon yöneticileri “kısa pozisyonda (“short”) yakalandı. Piyasalar ikinci sebepten dolayı düşmeyince bu seferde bu kısa pozisyonları kapatmaya çalışırken yükselişi hızlandırdılar. İkinci sebebe gelince; yılın sonuna gelindi ve kimse de gelinen seviyelerin altında bir yılsonu kapanışı istemiyor! Fon yöneticilerinin “şişman bonuslar” alması için cazip seviyeler bunlar. Piyasanın bu kazanımları geri vermek istememesi 17-18 Aralık’ta Fed’in bile kararlarını etkileyebilecek. Doğrusunu isterseniz yılbaşından bu yana bu yıl “daraltma” gelmeyeceğini iddia eden biri olarak Fed’in de yılın son toplantısında “bonus tekerine” çomak sokmayacağını düşünüyorum. Ancak eskiye oranla 28-29 Ocak’ta bir “daraltmanın” gelmesi olasılığı artmış durumda.

BIST’e yaradı, bonoya yaramadı!

ABD’de açıklanan Tarım Dışı İstihdam verisinin “yorumu” hisse senetleri tarafına olumlu yansırken, ne ABD 10 yıllık tahvillerine ne de bizim gösterge bono bileşik getirilerine pek bir faydası olmadı. Bizim 10 yıllık tahvil getirileri 10-15 baz puan gerilese de gösterge bonoda önemli bir düşüş yaşanmadı. Korkarım Cuma günkü abartılı hareket önümüzdeki günlerde yerini normalleşmeye bıraktığında bono faizleri cephesinde; hem bizde hem de ABD de; yeni yükselişler göreceğiz.

O zamana kadar; euronun değer kazanmasıyla birlikte; gerileyen dolar/TL kurlarında bir parça daha düşüş görülebilir. 2.00 TL’nin altına inilebilir mi? Euro/dolar paritesi 1.3780’nin üzerine çıkacak olursa belki... Ancak kalıcı olacağından çok da emin değilim.

İthalatçı şirketlerin 2-3 hafta sürecek bu “pastırma baharından” faydalanmalarında fayda var.

Yazının devamı...

Eğitimden ben ne anlarım?

Ben bankacılık rahle-i tedrisatından geçmiş, hasbelkader medyaya bulaşmış; daha doğrusu bulaştırılmış bir kişiyim. Her ne kadar bir üniversitede ders veriyor olsam da, değişik uzman eğitimlerine eğitmen olarak katılıyor olsam da eğitimden anlamam!

Daha doğrusu eğitim “sisteminden” anlamam. Kabataş Erkek Lisesi’ni ve Boğaziçi Üniversitesi’ni bitirdim ama hiç biri beni eğitim konusunda “yetkin” birisi yapmaz.

Ancak bu konuda “yetkin” birinin yöntemini paylaşmama engel bir durum yok. Kabataş erkek Lisesi’nde matematik hocam olan Nuri Özer’den söz ediyorum. 1977-1980 yılları arasında 3 yıl matematik derslerini Nuri Hoca’dan aldım. Günümüzün karmaşası içinde “dünü” iyi hatırlamayabilirim ancak düşünce sistematiğime inanılmaz katkısı olan hocamı unutmam mümkün değil.

Sene başında derse gelirdi ve “matematiği sevmeyenler varsa bu derse girmeyebilir, dışarıda top oynayabilir, dersi dinlemek isteyenlere engel olmayın!” derdi. Çıkanlara da, sorarlarsa “Nuri Hoca izin verdi” dersiniz derdi. Kalanlara da dönüp; “müfredat bu konuyu (diyelim ki logaritma) 10 saatte işlemem gerektiğini söylüyor ancak ben size bunu 3 saatte öğretirim. Kalan 7 saatte bana soru sorarsanız cevaplarım, sormazsanız da karşılıklı otururuz” derdi. Ancak öğretirken “ispat yöntemiyle” öğretirdi. Bu sayede bugünkü ben değil ama o zamanki ben, size 2 kere 2’nin 13 ya da 255 olduğunu ispat edebilirdim.

Sınavları da ilginçti! Sene diyelim ki 1978. Matematik sınavı o zamanlarda hiç görmediğimiz şekilde “çoktan seçmeli” idi. Yalnız soruyu soru kâğıdının arkasında çözmeden, önde doğru cevabı bile işaretlesiniz puan alamazdınız. Soru kâğıdının arkasında doğru cevabı buldunuz; ancak önde yanlış şıkkı işaretlediniz, yine de tam puan alırdınız.

“Erkek Lisesi’nden” sonra girdiğim Boğaziçi Üniversitesi’nde ve sonraki hayatımda da bu “temel” çok işime yaradı!

Günümüzde temel eğitim sistemi sorgulamadan çok, ezbere ve daha da önemlisi üniversiteye girmeye yönelik. Üniversiteye girmek için “dershanelerden” destek almak gerekiyor diyelim! Gerçi hemen hepsi “test mantığını” geliştirmeye yönelik olsa da üniversitelerimiz gerçekten üniversite mi? Ders verdiğim üniversitede Ekonomi 4. Sınıf öğrencilerine “bileşik (eskilerin tabiriyle mürekkep) faizi” öğretmek için 2 hafta uğraşıyorum. Sonuç hüsran!

Bir seferinde final sınavında 100 üzerinden 10 puan değerinde bir soru sordum: “En iyi bildiğiniz bir konuda kendinize bir soru sorun, cevap verin!” idi soru! 1 öğrenci “yıldızlı 10” aldı. 45 kişilik sınıfta 5 kişi 10, 5 kişi 5 alırken kalanı “sıfır” aldı! Aradığım; özgüven, cesaret ve dikkat idi! Eğitim ne işe yarar? Eğitim Nuri Hoca’nın öğrettiği gibi sorgulamayı öğretir. Ama siz sadece ezbere dayalı bir “öğretim sistemi” kurarsanız değil bu günü, geleceği de karartırsınız!

Yazının devamı...

Piyasaların kaderini belirleyecek kritik veri

ABD’de Cuma günü açıklanacak Tarım Dışı İstihdam verisi piyasalar açısından oldukça önemli. Verinin bir önceki gibi 200 binli rakamları aşması piyasaları ‘bozacaktır’ ve Fed’in parasal genişlemeyi kısmaya Ocak’tan itibaren başlayabileceği gündeme gelecek.

Hep bir şeyleri beklemeye alışmaya başlayan piyasalar bu sefer de “Godot’u bekler gibi” Cuma açıklanacak ABD Tarım Dışı İstihdam (TDİ) verisini bekleyecek. Öncesinde işsizlik verisi açıklanacak ama asıl piyasaların ve daha da önemlisi Fed’in üzerinde durduğu, bu veri. ABD ekonomisinin bir önceki ay tarım dışı sektörlerde ne kadar istihdam yarattığını göstermesi açısından dikkatle takip edilen veri için beklenti 185 bin kişilik bir artış.

Bu seviyenin altında gelecek bir veri piyasaları yılsonuna kadar rahatlıkla taşımaya yetecektir. Piyasalar “nasılsa Fed daraltmaya Ocak’ta başla(ya)maz” diyerek çok sert olmasa da yükselişini sürdürmeye çalışacaktır. Ne de olsa artık yılın son ayına girdik ve yılsonu tüm performans değerlendirmeleri için Fed’in “muhtemel adımlarının ne olacağı” fon yöneticileri ve yatırım bankacıları için kritik.

Verinin bir önceki gibi 200 binli rakamları aşması piyasaları “bozacaktır”. Fed’in parasal genişlemeyi daraltmaya Ocak ayındaki toplantıdan itibaren başlayabileceği izlenimi güçlenecektir. Hele ki Fed’in yeni başkanı olarak atandığı bir dönemde yapılacak Ocak toplantısı (halen daha Bernanke’nin başkanlığı resmi olarak sürüyor olacak!) endişeyle beklenmeye başlayacak. Bu endişe de toplantıdan önce piyasalardaki oynaklığı artıracak, hisse senetleri başta olmak üzere varlık fiyatlarını geriletecektir.

Cuma gününden önce yarın bizde Kasım ayı enflasyon verisi açıklanacak. Her hafta semt pazarından veri topladığım “ıspanak-ceviz” endeksim bu ay da işlenmemiş gıda fiyatlarının MB’nin yılsonu tahminine ulaşılmasını zorlaştıracağını gösteriyor. Hele ki yeşil biberin kilosu 10 TL’ye yükselmişken...

Geçtiğimiz hafta Perşembe günü ABD piyasaları “Şükran Günü” nedeniyle kapalıyken MB daha önce açıklamış olduğu üzere ek parasal sıkılaştırmasını yaptı. 30 Aralık ve 30 Ocak tarihlerinde önceden açıklanmış “sıkılaştırmalar” yapacak. MB, bankalara sağladığı aylık fonlama imkânına son verdi ve belirtilen günlerdeki fonlamaların üst sınır olan 7.75’ten yapılacağını, piyasa yapıcısı bankalara da “indirimli fonlama” sağlanmayacağını açıklamıştı. Nitekim Perşembe günkü ağırlıklı fonlama oranı bir önceki günkü yüzde 6.39’dan 7.02’ye yükseldi. Cuma günü yeniden 6.76’ya geriledi!

OpRisk Türkiye 2013 Konferansı bugün başlıyor!

“Basel kriterleriyle” literatüre giren “Operasyonel Risk” kavramını BDDK; “Yetersiz veya başarısız iç süreçler, insanlar ve sistemlerden ya da harici olaylardan kaynaklanan (doğal felaketlere kadar uzanan) ve yasal riski de kapsayan zarar etme olasılığı” olarak ifade ediyor. Operasyonel riskin ölçümü, finansal risklerin ölçümünde kullanılan yöntemlerden farklı ve daha karmaşık yöntemlerin kullanılmasını gerektiriyor.

Bu konudaki uzmanları bir araya getirecek ve küresel gelişmelerin değerlendirileceği OpRiskTurkey 2013 konferansı İstanbul’da bugün başlayacak, yarın da devam edecek. Konferansın bir diğer önemi de eğitim imkânının kısıtlı olduğu bu alanda ikinci günü öğleden sonrasının tamamen eğitime ayrılmış olması. Risk bilinci ve yönetiminin öneminin arttığı dünyamızda, konferansın önemli bir çaba olduğunu düşünüyorum.

Cuma gününe kadar sallan yuvarlan

Parasal sıkılaştırmaların “enflasyon hedeflemesi” ya da “enflasyonla mücadele” adına yapıldığını düşünmüyorum. Teknik olarak döviz kurlarını “kontrol etmeye” yönelik adımlar. Ancak hem önceden zamanlaması ve faizi bilinen bu “sıkılaştırmanın” ne gibi bir etkisi olacağını merak ediyorum. Sanıyorum MB da aynı merak içinde. Yılsonu kurunun 1.92’deki “iç tahmin kuru” seviyesine inmese de 2.00’ın altına inmesi için son dakikadaki bir müdahale yerine şimdiden çalışmaya başlanmış gibi. Perşembe günkü işe yaramışa benzemiyor. Yarasaydı, dolar/TL kurlarının en azından 2.00’ın altına indiğine şahit olmamız gerekirdi. Korkarım MB 30 Aralık’takinden önce adımlar atmaz ise o tarihteki sıkılaştırma da bir sonuç vermeyecek. Eğer “istenen sonuç” alınmaz, yani dolar/TL kurları düşmez ise; 31 Aralık’ta son zamanlarda sıkça konuşulmaya başlanan yılsonu “bilanço makyaj kuru” için “şok müdahale” yöntemine başvurabilir.

ABD’den gelecek TDİ verisi Fed’i erken bir “daraltmaya” götürecek olur ise, gelişen ülkelerin yaşayacağı fon çıkışının kura yansıması MB’yi daha da zorlayabilir. Bu nedenle de Cuma günkü veri MB açısından da önemli olacak!

Cuma gününe kadar piyasaların “sallan-yuvarlan” bir seyir izleyecektir. Kur ve faiz cephelerindeki oynaklık azalacaktır. Cuma günü saat 15:30’da açıklanacak TDI verisi 2014’ü değilse de yılsonuna piyasaların yönü konusunda “mutlak belirleyici” olacak!

Yazının devamı...

Kaya Gazı değil, ‘Kayaç Gazı’!

2004 yılından beri takip ediyorum, 2007 yılında ilk kez bu konuda yazmaya, konuşmaya başladım. Kuzey Amerika’da enerji konusunda çok ama çok önemli bir “devrim” gerçekleşiyor. Üstelik bu çok da sessiz sedasız değil, bayağı gürültülü bir şekilde geliyor!

Nedir bu “devrim” derseniz, ABD’nin petrol ve doğal gazda dışarıya bağımlı olmaktan çıkması, önce kendi kendine yeterli olması ve ardından da ihracatçı olması söz konusu. Bunu da “Kayaç Gazı/Petrolü’ndeki (ShaleGas/Oil)” teknolojik gelişmelere borçlu.

Basit olarak bunu çanağa daldırılan “pipete” benzetebilirsiniz. Eski teknolojide yer altında bir “rezerv yani havuz” bulmanız gerekiyordu. Önce yer altında bir petrol havuzu (rezerv) buluyor, bunu “pipet” ile çekiyordunuz! Eğer “havuz” küçük ve kârlı değilse “pipet”i daldırmıyordunuz bile. Yeni “kayaç gazı” teknolojisi ile ise eskiden ekonomik olarak verimli olmayan alanlar bile “kârlı” hale geldi! Nasıl mı?

Kaya katmanları (kayaç) arasındaki petrolü bulsanız bile üretmek ekonomik olmadığından bulduğunuz “havuzun” üzerini örtüyordunuz. Ancak yeni teknoloji ile kayaçlar arasındaki sıkışmış/birikmiş olan gazı (veya petrolü) ekonomik olarak üretmek mümkün.

Bunu için verev olarak sondaj yapılıyor, yatay olarak borular döşeniyor. Bu borulardan müthiş bir basınç verilerek kayaçlar kırılıyor ve aralarında sıkışmış olan gaz ve petrol “emiliyor”! Yerine tatlı su basılıyor ki depreme yol açılmasın! (Aşırı tatlı su kullandığından çevreciler külliyen bu teknolojiye karşı)

Üretimi oldukça ucuz. Bu yüzden ABD (Polonya ve İsrail de buna dahil) ucuz ve kolay enerjiye ulaşmış görünüyor. Bunun iki sonucu olacak:

İlki, enerji yoğun sektörler ABD’ye geri dönecek. Özellikle de çevrecilik ve “ölçek ekonomisi” nedeniyle ülkeyi terk etmiş olan demir-çelik endüstrisi başta olmak üzere enerji yoğun endüstriler...

İkincisi de enerji konusunda 2015’te kendi kendine yeter duruma gelmesi beklenen, 2020’de; Suudi Arabistan’ı geçerek; dünyanın en büyük petrol ihracatçısı olması beklenen ABD’nin Ortadoğu’ya ilgisinin kaybolması! ABD sırf enerji konusunda kendine yeterli hale geldikçe, Ortadoğu ile; İsrail hariç; sair sebeplerle ilgilenmesi gerekmeyecek, ilgisini Uzak Doğu’ya yöneltebilecek. Bu da bölgedeki “haritaların” önümüzdeki 5 (belki o kadar da sürmeyebilir!) yıl içinde yeniden çizilmesi anlamına gelecek.

Bu gelişmeleri atlamayalım, takip edelim!

Bu takip sırasında bir de Türkçe terminolojideki bir hatayı düzeltmek gerekiyor. Yeni kaynağın adına “kaya gazı” dendiği oluyor! Hâlbuki gaz, “kayadan” çıkmıyor. “Kayaçlar” arasında sıkışmış olan kaynaklardan çıkarılıyor. Kayadan gaz mı çıkar?

Ancak “kayaçlar” arasında sıkışmış gaz ve petrol çıkarılabiliyor. Bu nedenle bu kaynağın adına “Kaya Gazı” demekten vazgeçelim ve adını “Kayaç Gazı” koyalım ve bununla devam edelim. Aksi takdirde dilimize pelesenk olacak hatalı bir adın yerine ileride doğrusunu koymak zor olacak.

Nasıl başlarsak öyle gider!

Bu gazın adı “kaya gazı” değil “kayaç gazı” olmalı. Bir harfin (ç) ne önem var demeyin, torunlarımız tarafından alay konusu olmak istemiyorsak, bugünden dikkatli olalım ve doğrusunu kullanalım:

“Kayaç Gazı”...

Yazının devamı...

İran’la nükleer anlaşma piyasaları nasıl etkiler?

Umudun kaynağı İran ile P5+1 arasında yapılan müzakerelerin bir anlaşmayla sonuçlanması. Teknik olarak İran 6 ay boyunca bir “denetim” altında olacak. Ancak iktidara gelmesinin 100. gününden önce “batı” ile bir anlaşma yapmayı göze alan ve başaran Ruhani yönetiminin bu süre içinde bir hata yapacağını sanmam.

Benim dikkatimi çeken, yaptırımların (henüz) gevşemeyecek olması ancak İran’ın altın ticareti, otomotiv ve rafineri konularında eli biraz rahatlatılacak, petrol gelirlerinden 4.5 milyar dolar kullanılabilir hale getirilecek ancak fiziki petrol ihracatı şimdilik artmayacak. Buna karşın İran uranyum zenginleştirmeyi yüzde 5’te sınırlayacak ve nükleer enerji tesislerini denetime açarken, Arak tesisinin faaliyetlerini durduracak.

Bakıldığında İran’a uygulanan yaptırımlar işe yaramışa benziyor. İran temel konularda işbirliğine yanaştı. Ancak varılan anlaşma İran’ın dış politikadaki önemli başarılarından birisi olarak kayda geçecek. İsrail’in karşı çıkması, Suudi Arabistan ve Katar’ın acilen toplanması, hepsinden önemlisi İran’ın belli ölçüde de olsa nükleer güce kavuşmayı başarması İran adına kazanım olarak görülebilir.

“İmzanın” bizi ilgilendiren yanına gelecek olursak, son zamanlarda İran’ın “sessiz ticari partnerlerinden” biri olan Türkiye için altın ve petrol konularındaki esneklikler bizim için iyi haber. Diğer yandan İran’ın küresel sisteme entegre olmaya başlaması da iyi haber. Ancak İran’ın küresel finansal sistem ile entegrasyonunda henüz bir gevşeme olmaması işimizi zorlaştıracak. Altı ay sonrasında bunlar da esner ise bize olan katkıları daha da artacaktır. İran’ın petrol ihracatında elinin biraz da olsa rahatlaması küresel petrol fiyatlarını düşürücü etki yapacaktır ki bu da bizim açımızdan iyi haber.

Anlaşmada izleyici kaldık

Diğer yandan tüm bu görüşmelerde bizim sadece “izleyici” olmamızı ilerisi için çok da iyi bir haber olarak değerlendirmek hayli zor. Bölgede İran’ın elini güçlendiren bir hamle oldu bu! Uzun vadede bölgede bizi zorlayacak bir adım bu.

Yine de piyasalar büyük olasılıkla kısa vadedeki “olumlulukları” satın alacaklardır.

Geçen haftanın bence İran’dan sonraki en önemli gelişmesi S&P’nin Türkiye’nin notu konusundaki açıklamalarıydı. Piyasa “bardağın dolu tarafına” bakmayı tercih etti ve “not artışı” konusundaki yorumları öne çıkararak yükseldi. Ben ise “bardağın boş tarafına” bakmayı tercih ettim.

S&P’nin yorumu yıllık “olağan” bir gözden geçirme. Ancak yapılan yorumların pozitif taraflarının hayata geçmesi zor ike, olumsuzluk içeren taraflarının hayata geçmesi işten bile değil! O nedenle geçen haftaki yorumları bir “erken uyarı” olarak kayda geçirmekte fayda var!

Şişman bonuslar hesaplara yatacak!

İRAN ile “anlaşma” meselesi zaten keyfi yerinde olan küresel piyasaları yılbaşına biraz daha yaklaştıracaktır. Bu hafta bazı hedge fonlar için “yılsonu”. Onlar hafta sonuna kârlarını realize edecek olurlarsa 16 bin eşiğini aşmayı başaran Dow Jones biraz zorlanabilir. Her ne kadar ABD endeksleri ve Alman DAX Endeksi “aşırı alım” bölgesinde olsa da yıl sonunu “zaferle kapatma çabası halen daha tüm gücüyle sürüyor. Bu haftayı da “batı” endeksleri yükselişle kapatmayı başarırsa Dow Jones Endeksi’nde 16.800 seviyesi yeni “hedef” olacak gibi. Her ne kadar bu olasılığı düşük görmeye devam ediyor olsam da Fed’i “daraltmaya” yöneltecek bir veri gelmeden piyasalar hedeflerinden vazgeçecek gibi görünmüyorlar. Ne de olsa yıl böyle kapanırsa “şişman bonuslar” hesaplara yatacak!

Türkiye’ye yansıması pozitif olacak

Bizim piyasalarımız da İran “anlaşmasından” normal şartlar altında pozitif etkilenmesi gerek. Ancak dış politikada “etkimizin” giderek azalması bu durumun piyasalara yansımasını sınırlayabilir. Hafta başında piyasalar bu anlaşmayı; özellikle de “petrol fyatları düşecek” bahanesiyle; abartılı olarak fiyatlayacak olurlarsa onlara çok da fazla inanmayın! Bir boşluk oluşursa çok geçmeden de kapanacağını unutmayın! Geçtiğimiz haftayı 75.638 ile 75.501’den geçen 50 günlük basit hareketli ortalamasının üzerinde kapatmayı başaran; ancak geride iki tane önemli “boşluk” bırakmış olan BIST 100’de bu hafta içinde 76.700 seviyesinin görülmesi olasılığı hiç de az değil.

Üzerine çıkılır mı?

Son günlerde sürekli yeni rekorlar kıran ABD endeksleri yükselmeye devam edecek olursa neden olmasın? Bu durumda yıl sonuna kadar olan sürede 78.868 ile 78.525 arasındaki boşluğu doldurmaya yönelik bir çaba görebiliriz. Ancak bu çabayı fırsat bilenler ağır basacak olursa bu sefer de öncelikle 74.679 ile 75.002 arasındaki “boşluğu” kapatacak bir çabaya şahit olabiliriz. Ancak bunun piyasaların “Noel Baba Rallisi” arzularına çok da ket vuracağını sanmam!

İran ile yapılan anlaşma petrol için iyi olduğu kadar, altın için kötü bir haber! Ayrıntılara hafta içinde değineceğim.

Yazının devamı...

‘BitcoinMania’

Yazının başlığını “Bit pazarına nur yağdı” diye önerdi bir okurum. Buradaki ‘bit’ten kasıt 0 ve 1 olarak bilgiişlem teknolojisindeki en küçük bilgi birimi. ‘Bitcoin’ teknik olarak ‘sanal bir para’. Aslında terminolojideki adıyla bir ‘Kriptopara (cryptocurrency )’. Sanal ortamda yaratılıyor.

Yaratılma süreci benim için oldukça karmaşık. ‘Mining’, yani madencilik yapıyorsunuz. Bunun için bilgisayarlarda karmaşık matematiksel denklemleri çözmek, bunun için de devasa hafızaları olan bilgisayarlarınızın olması ya da komşudaki bilgisayarın hafızasını ‘ödünç alacak’ kadar (hadi buna ‘hackleyecek’ kadar diyelim) bilgisayarlardan anlamanız gerekiyor.

Bitcoin’i yaratanın ‘Satoshi Nakamoto’ olduğu söyleniyor. Ancak bu ismin de gerçek olup olmadığı hayli şüpheli. Bitcoin’in arkasında bir merkez bankası yok. Sanal ortamda bu ‘paranın’ değerli olduğuna inanan insanlar var. Hatta bu insanlar klâsik para birimlerinekarşın Bitcoin’in daha ‘namuslu’ olduğunu, merkez bankalarının manipülasyonlarından ari olduğunu düşünüyorlar ve bir anlamda bu para birimine ‘yatırım yapıyorlar’. Kanada’da bir Bitcoin ATM’i açıldı, bazı işyerleri ve e-ticaret siteleri ‘Bitcoin’ kabul etmeye başladılar.

Diğer yandan önceki gün ABD Senatosu’nda olduğu gibi ‘sanal paralarla’ ilgili olarak ‘merkezi otoritenin’ önlem alsak mı yoksa gerek yok mu, ya da henüz daha erken veya ‘bunlar Don Kişot’un yel değirmenleri savaşmaya gerek yok’ anlayışıyla şimdilik bir aksiyon almamayı tercih ediyorlar.Onlar bu tavrı sürdürürken gerek kayıtdışı ekonomi, gerekse de Çinliler ve Güney Kıbrıs’ta ‘dayak yiyenler’ Bitcoin’e iltifata devam ediyorlar.

www.mtgox.com sitesi en bilinen Bitcoin borsası. Otoritelerle başı belaya giren site şimdi hesap açıp işlem yapmak isteyenlerden resimli kimlik v.s. istemeye başlamış. 21 milyon Bitcoin ihraç edilebilecek ve sonrasında yeni Bitcoin ‘basmanın’ imkânı olmayacak. Sistem bunun üzerine dizayn edilmiş! Şu ana kadar yaklaşık yarısı ‘madenden çıkarılmış’. Önceki gün ABD senatosunda bu konuda bir komistyon toplandı. Toplantı öncesinde 500 dolara kadar düşen 1 Bitcoin, toplantı sonrasında 750 dolara, önceki gün de 900 dolara kadar yükseldi. 1 ons altına denk gelmesine bu hesapla 375 dolar kaldı!

Bitcoin’de yaşanan yeni bir ‘mania’ yani ‘çılgınlık!’ Tıpkı Hollanda’daki ‘ev fiyatına lale soğanı’ dönemlerinde olana benzeyen...

Dile kolay. Sanal ortamda, sahibi, ihraççısı, faizi ve de nakdi olmayan bir para birimi halühazırda 9 milyar dolarlık ‘piyasa değerine’ ulaşmış durumda! Tamamı ‘topraktan çıkarıldığı’ durumda; 900 dolara göre; 18 milyar dolarlık bir piyasa değerinden söz ediyoruz. Henüz daha 3.2 trilyon dolarlık Fed bilançosunun yerini alması mümkün görünmüyor.

Amerika’daki federal hükümet sanal yada kripto paralara karşı ne yapacağına karar vermeye çalışıyor. Yasaklasalar bu ‘paralar’, fiber optik ağların derinliklerine kaçacaklar. Serbest bıraksalar, dolar ya da euroya rakip olacaklar. Hele ki bu para birimlerine karşı güven kuvvetlenirse ve kimse doları cebinde taşımazsa..?
Neyse ki halen daha dolara ve euroya karşı alınıp satıldığı için sorun büyük değil! Yine de ortada bir ‘Bitcoin’ gerçeği var.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.