Şampiy10
Magazin
Gündem

Bono piyasası bilinçli mi kurutuluyor?

Bir okurumun sorusundan çıkan bir başlıktı bu.

Sorunun tamamı şöyleydi:

“Hep bu dış mihraklar demiştim; siz de bu fikre katılamadığınızı... Neyse bunun önemi yok...Doktor neden hasta olduğunuza değil nasıl düzeleceğinize odaklanır misali somut bir sorum var: 2. el bono piyasasının kurutulması bilinçli bir tercih olabilir mi?Asıl para çıkışı bonoda kol kes dedikten sonra olacağı düşüncesiyle...” şeklindeydi.

Ben de şu cevabı verdim ve sizlerle de paylaşmak istedim.

“Dış mihraklar” işin kolaya kaçma tarafı, her zaman kolay “suçlu” ya da “günah keçisi” bulma işi oldu. Bu konuda iki noktayı belirtmek isterim:

İlki;

Önce iğneyi kendimize batıralım: Biz her şeyi doğru mu yapıyoruz?

Madem “kapitalist sistem” içinde var olmayı kabul ediyoruz, o zaman gereklerini yapmalıyız. Nedir bunlar derseniz kısaca ;

- Sağlam bir hukuki altyapımız olmalı,

- Politika yapıcılar hem yaptıklarından, hem de yapmadıklarından hesap verebilmeli,

- Kamu maliyesi şeffaf olmalı, adamına göre muamele yapılmamalı,

- Sağlam bir vergi altyapımız olmalı, vergi tabana yayılmalı, vergi kuralları sık sık değişmemeli,

- Demokratik, insan haklarına saygılı, uluslararası sözleşmelere uyan bir ülke olmalıyız!

İkincisi;

Dış mihrakların hiç işi gücü yok da hep bizimle mi uğraşıyorlar?

Neden Norveç’le hatta İtalya veya Endonezya ile uğraşmıyorlar? Stratejik konumumuz diyebilirsiniz, sağlam ekonomimiz olmadı mı, yukarıdakileri yapmadınız mı ülkemiz zaten “yolgeçen hanı” olmaya aday...

Kısacası biz önce kendi evimizin önün süpürelim. Sonrasında AB de bizi seve seve kabul eder, dış mihraklar da ülkemizde at oynatamaz...

Gelelim bono piyasasındaki “likidite kuruluğuna”...

Yukarıdakilere inanan birisi olarak bunun “dış mihraklar” tarafından planlanmış olması mümkün mü? Ta m tersine onlar (eğer varlarsa) dövizlerini satıp, bono aldılar. Piyasada likidite kuruyup da onlar bonolarını satıp, zararlarını “durduramadıklarından” mecburen döviz alma (TL kredi kullanabiliyorlarsa) ya da türevler yoluyla (Forward, opsiyon) döviz risklerini azaltma yoluna gittiler.
Türevler de eninde sonunda spotta bir “talep” yarattığından bonodaki “likidite kuruluğu” dönüp dolaşıp döviz talebi yarattı. Demiyorum ki döviz talebinin tamamı onlardan kaynaklandı. Ancak onların talebi hızlı hareketi başlattı, diğerleri takip etti.

Bono piyasasında yapılan hata; “kriz tecrübesi yeterli olmayan” MB’nin dövize aşırı konsantre olup, sorunun kaynaklarından birini “kurutma” yoluna gitmemesiydi. Halbuki bono piyasasında; gerekiyorsa Fed gibi alım yapılarak; ya da uzun vadeli “reverse repo” yapılarak piyasaya hem likidite hem de güven verilebilirdi.

Bu atlandı ve şimdi bunun bedelini ödüyoruz.

Ne “likidite kurumasında” ne de kura yapılan “ataklarda” her seferinde bir “dış mihrak” aramanın çok da fazla bir mantığı olmadığını düşünüyorum.

(Not: Bu yazı dün Finansonline.com’da yayınlandı, sizlerle de paylaşmak istedim.)

Yazının devamı...

Merkez Bankası için son şans!

Dolar/TL 2.39’a dayanınca MB olağanüstü PPK toplantı kararı verdi. Dünkü yazımda bu ihtimalden söz etmiş ve “politik yansımalardan” dolayı beklemediği ancak 2.3550 aşılırsa 2.41’in resmin içine gireceğini ve bu seviye aşılırsa işlerin cidden sarpa sarabileceğine değinmiştim.

Sanmam ki MB bu yazıyı okuyup “olağanüstü PPK kararı alsın! Dolar 2.39’a dayanınca işlerin rengi değişeceğinden olsa gerek onlar da artık piyasanın yüksek sesle söylediklerine bir kulak vermeye karar verdiler. Son “olağan PPK” kaçırılan bir şanstı. Kredibilitenin ciddi erozyona uğramasına yol açtı.

Olağanüstü PPK ise karizmayı iyiden iyiye sarstı. Toplantının dün gece değil de bugün yapılması bence çok anlamlı değil. Bugün Başkan Başçı “Enflasyon raporunu” açıklayacak. Ne diyecek çok merak ediyorum… Akşamı bekleyin mi diyecek. Hazır bu toplantı

öncesinde “olağanüstü PPK” yapılsaydı daha bir anlamlı olmaz mıydı? MB bugün yapılacak ihalelerin nasıl sonuçlandığını mı bekleyecek? Talep var, faizler yükselmemişse ona göre genel geçer adımlar mı atacak?

Umarım öyle olmaz. Zira bu “olağanüstü PPK” MB yönetimi için ve tüm ekonomi için neredeyse son şans. Son yapılan “olağan PPK” için bunu söylemiştim MB bu fırsatı kaçırdı, maliyeti çok ama çok yüksek oldu. Sadece bizim için değil, diğer tüm gelişen ülkelere de yayılan bir “virüsün” kaynağı olduk!

Bu toplantıdan MB gerçekten radikal kararlar almalı. Umarım dün gece yerine bu gece yapılıyor olması tüm alternatifleri ortaya koymak içindir.

Peki bu PPK’dan ne gibi kararlar çıkarsa piyasalar eski döneme dönmese de “makul seviyelerini” koruyabilir:

1- Çoklu faiz yönteminden vaz geçilmeli. Tek, anlaşılabilir bir fonlama/politika faizine geçilmeli.

2- Bono bileşik faizlerinin üzerinde bir “fonlama faizi” olmalı. Son cari piyasa seviyeleri yüzde 11’lerde. Bu da 7.75’e göre 2n az 325 baz puanlık bir artış anlamına geliyor. Yapılacak bir faiz artışı yenisini gerektirmeyecek seviyede olmalı!

3- Piyasadaki döviz talebinin bir kısmı “açık pozisyondan” diğeri de kısa vadeli likidite talebinden.

Pozisyon kaynaklı baskı bir yana, likidite kaynaklı olan kısa vadeli-geçici. Bu talebi ortadan kaldırmak için dolar-TL swap işlemleri başlatılabilir. Böylelikle MB rezerv kaybetmeden piyasaya döviz likiditesi sağlamış olur.

4- Doğrudan satış yönlü müdahaleler “alanın elini yakacak” tarzda olmalı, gerekirse fonlama faiz oranları günlük olarak politika faizinin üzerine çıkmalı veya MB likidite temin etmemeli.

5- Bono piyasasındaki “likidite kurumasının” yarattığı sorunları en aza indirecek araçlar geliştirilmeli, gerekirse MB uzun vadeli ( 6 aya kadar) repo ile bu piyasanın işlemesini temin edecek araçları devreye sokmalı!

Peki ne yapmamalı?

Burası çok ama çok önemli! Piyasada konuşulan “sermaye kontrolleri” konusunda herhangi bir adım atılmamalı! Böylesi bir karar çıkacak olur ise ülkenin ekonomisi ciddi sıkıntıya girer. Böylesi bir karar her türlü ekonomik faaliyeti cendereye sokacaktır. Neredeyse 20 yılın kazanımları çöpe gidecektir.

Eminim yukarıdaki önlemlerin en azından dördü bir arada alındığı takdirde sermaye kontrollerine ihtiyaç kalmayacaktır. Eğer bu yönde bazı adımlar atılacak olur ise; bunlar küçük bile olsa; yeni endişelerin kapısını açacağından etkileri son derece olumsu ve de uzun vadeli olacaktır.

MB son bir şans daha yakaladı! Sadece “olağanüstü PPK” toplantısı kararıyla dolar/TL kurlarını 10 kuruş geriletti, diğer gelişen ülke piyasalarını da ipten aldı!

Umarım bu fırsatı bu yönetim iyi değerlendirir. Aksi takdirde hepimizin işi zor. Başarısız olurlarsa daha radikal kararalar başka koşullar altında alınmak zorunda kalacaktır ki bunu düşünmek dahi istemiyorum.

Yazının devamı...

Dolar 2.40 TL’yi de geçer mi?

Doların 2.2880 TL’deki kritik eşiği aşmasıyla yükseliş hız kazandı. Kurlarda 2.3550 TL seviyesi önemli. Bu seviyesinin de aşılması halinde 2.40 TL’nin üzerini görebiliriz. Hem bizim hem de ABD merkez bankasının atacağı adımlar kurda yönü belirleyecek.

Dolarda 2.20 TL seviyesinin kırılmasıyla hızlanan, benim Mart-Mayıs dönemine “tarihlediğim” kur hareketleri Ocak ayı içinde gerçekleşmeye başladı bile. Cuma günü 2.3350’lere kadar çıkan dolar kuru, sığ ABD ve Uzakdoğu piyasalarında 2.3447’den bile işlem görmüş.



2.20 TL sonrasında 2.2880 ilk “direnç” idi. Direnemedi! Bir sonraki direnç 2.3550 TL’de ve bana göre önemli bir eşik. Merkez Bankası’nın “başarısız şok müdahalesi” sonrasında 2.40’ların konuşulmaya başladığı bir dönemde 2.4130 seviyesi çok önemli bir “eşik” olacak. Bu seviye test edilirse, son günlerde piyasalarda konuşulmaya başlayan “Merkez Bankası sürpriz bir PPK toplantısı yapar mı ve ‘şok faiz artışı’ kararı alır mı?” sorusu gündeme gelecek.

Bunca hengameden sonra böyle bir karar alınır mı?

Politik tavrı göz önüne aldığımızda zor görünüyor. Eğer bir “kararlar silsilesi” gelirse kurlarda bir gerileme mümkün olur mu? Biraz da Fed’e bağlı bu durum. Bu hafta Çarşamba-Perşembe günü Fed’in Açık Piyasa Komitesi (FOMC) toplantısı var.

Korku yeniden hortladı!

Yellen’ın ilk kez başkanlık edeceği toplantıdan 10 milyar dolarlık bir indirim daha çıkabileceği endişeleri nedeniyle Cuma günü sadece gelişen değil, başta ABD olmak üzere gelişmiş ülke piyasalarında da ciddi düşüşler yaşandı. Dow Jones ve S&P 500 endeksleri 50 günlük hareketli ortalamalarının altına indiler.

Gelişmekte olan ülkelerle başlayan; Türkiye, Arjantin ve Ukrayna’nın yaydığı “grip virüsü” her yere yayılmaya başlamış görünüyor! “Korku endeksi-VIX” Cuma günü yüzde 31.7’lik bir yükselişle 18.14’e yükseldi. Fed bu sefer pas geçerse (ABD piyasalarındaki satışlar biraz da bunun için bir “şantaj” izlenimi uyandırıyor) piyasalar kısa süreliğine toparlanabilir. Ancak Fed, Mart ayında büyük ihtimalle “daraltmaya” devam edeceğinden, etki kısa süreli olacaktır.

Kısaca dolar/TL kurlarında 2.3550 ve ardından 2.4130 seviyeleri bu hafta için önemli. İkinci seviyenin aşılması dolar kurunun 2.00 seviyesinin üzerinde kalıcı olma olasılığını artırıyor. İkinci seviyenin aşılması teknik analiz açısından “haritasız bölgeye” geçiş anlamı da taşıyacağından oynaklığın çok arttığını da göreceğiz! MB’nin işi daha da zorlaşacak demektir!

BIST’te 2.60 dolar seviyesi kritik

Cuma günkü “doğrudan müdahale” sonrasında kurların müdahale öncesinden de yükseğe çıkması BIST katılımcılarının “korkularını” depreştirdi! 27 Aralık’ta görülen 2.84 dolar seviyesinin de altına inilerek 2.70 dolar test edildi. “Hacimli” yaşanan bu düşüşün bu hafta içinde; yıl başında belirttiğim; 2.60 (hassas seviye 2.56) dolar seviyesinin test edilmesi olasılığını artırıyor. Bu seviye kırılır ise 2.16 dolar seviyesi resmin içine giriyor ki ben ilk denemede bu olasılığı düşük görüyorum.

Gösterge bono bileşik faizleri Ocak 2012’den bu yana ilk kez Cuma günü 10.99 seviyesine çıktı. Yüzde 11 bileşik seviyesi kırılacak olur, kur tarafındaki kargaşa devam edecek olur ise yüzde 12.45 seviyesi resmin içine girecektir.

Türkiye için sıradaki en büyük tehlike: FATF

İç politik belirsizliğin tırmandığı; TÜSİAD’ın vatan hainliği ile suçlandığı bir ortamda; piyasalardaki güveni geri getirmek hayli zor olacak. Acil bir PPK bile çözüm olmayabilir. Neden derseniz; Cenevre’deki Suriye görüşmelerinden bir sonuç; daha doğrusu “barış” çıkacak gibi değil. Bizim piyasalarımızı ilgilendiren; yavaş yavaş daha fazla katılımcının konuşmaya başladığı bir başka konu da; 9-14 Şubat tarihlerinde Paris’te yapılacak FATF’ın (Financial Action Task Force) genel kurul toplantısı. FATF; kara para aklama, terörist faaliyetlerin finansmanı ve küresel finansal eşgüdümü bozan hareketleri izlemek ve bu konuda gerekli adımları atmak için kurulmuş bir organizasyon ve Türkiye de bu örgütün resmi bir üyesi. Şubat’ın ilk haftasında yapılacak bu toplantıda; şu anda “koyu gri” listede olan Türkiye’nin İran ile altın ticareti (İran kara listede) ve Suriye’deki teröristlere “yardım yapıyor” görünmemiz başımıza bela açabilir. Eğer “Kara Liste’ye” girersek işimiz gerçekten çok zorlaşır.

Yurt dışından fon girişinde ciddi sorunlar olabileceği gibi, içeridekiler de çıkmak isteyeceklerdir. Üstüne üstlük Türkiye’ye giren ve de çıkan her türlü döviz hareketi yakından izlenir hale gelecek, para trafiğinde birçok zorluk yaşanacak, bürokrasi artacak.

FATF’ın devamında ABD’nin karşılıklı ülkelerle imzaladığı ve vergi konularında karşılıklı bilgi alışverişine imkân sağlayan “Foreign Account Tax Compliance Act (FATCA) ” anlaşmasının Türkiye ile imzası söz konusu. Ancak bize önerilenin tek taraflı ABD’ye bilgi sağlamayı temin eden “1-B versiyonu” olması da bu konuda işlerin biraz karışık olduğu fikrini uyandırıyor. Bu endişeler de dolar/TL kurlarındaki hareketin bir parçası olabilir. Şubat’ın ikinci haftasına kadarki hareketleri yakından izlemekte fayda var!

Yazının devamı...

Tek kolu bağlı boksörün mücadelesi!

Dolar/TL kurları sabah saatlerinde 2.2975 ile tarihi rekorunu yenilerken Merkez Bankası harekete geçti. Döviz piyasalarına Ocak 2012’den bu yana (aslında 30 Aralık 2011’deki esaslı olandan sonra) ilk kez bu denli “ağır” bir müdahalede bulundu.

Önceki gün 2.2650 seviyelerinden kapanan dolar/TL , 2.28’den açıldı ve yeni rekorunu kırdı. Bugün MB “istisnai gün” (resmi adıyla “Ek Parasal Sıkılaştırma”) dahi açıklamadan yaptığı müdahalede 3 milyar doları aştığı konuşulan miktarla kuru indirmeyi başaramadı. Hatta akşam saatlerinde dolar 2.30 TL’yi de aştı. Merkez’in günlük satım ihalesinde tutarı “sadece 200 milyon dolar” belirlemesi de yükselişi hızlandırdı.

Kısa süreli de olsa doğrudan müdahalenin, “Tarifeli müdahalelerden” daha etkili olduğu kesin. Ancak bu müdahalenin işe yaraması da mümkün görünmüyor. Zira MB “Boks ringine tek kolu bağlanmış bir boksör” gibi çıkıyor. Faiz “kolunu” kullanmadan; zorunlu karşılık, ROK v.b. ek önlemlerle desteklenmeden tek yumrukla “dolar talebini” azaltması mümkün görünmüyor. Hele ki siyasetteki “kavga” devam ediyorken, AB ve FATF tehditleri de “Demokles’in Kılıcı” gibi tepemizdeyken.

Dolarda 2.2880’nin üzerindeki bir kapanış önümüzdeki hafta 2.3550 seviyelerini gündeme getirecek ki “net rezervi” 35 milyar dolarlara inen MB’nin işi çok daha zorlaşacak!

Yazının devamı...

Sanal faiz artışı!

Merkez Bankası’nın günlerdir beklenen Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısından yeni bir “sanal faiz” çıktı. Eski koşulların “hepsi” aynı kalırken; MB’nin “marjinal fonlama faizi” dediği ve bir süredir kullanılmayan “Ek Parasal Sıkılaştırma (EPS)” günlerine geri dönüldüğünü söylüyor. EPS’nin olduğu günlerde de bu “sanal” faizin yüzde 9 olacağı açıklandı.

Yapılan açıklamada “Kurul, enflasyon görünümünü orta vadeli hedeflerle uyumlu hale getirmek amacıyla likidite duruşunun sıkılaştırılması gerektiğini belirtmiştir. Bu doğrultuda, ek parasal sıkılaştırma uygulanması gerekli görülen günlerde, bankalararası piyasadaki faizlerin yüzde 7,75 (marjinal fonlama oranı) yerine yüzde 9 civarında oluşmasının sağlanması kararlaştırılmıştır.” deniliyor!Karmaşık faiz yapımıza “yeni bir sanal faiz” kavramı da eklenmiş oldu. Şu andaki faiz yapısına bakıldığında:

- TL Faiz Koridoru: yüzde 3.50-%7.75

- 1 Haftalık Repo: yüzde 4.50

- Piyasa Yapıcısı Bankalar ın faizi: yüzde 6.75

- Ortalama Fonlama (20 Ocak 2014): Yüzde 7. 14

- Marjinal Fonlama -EPS Günü - (Sanal Faiz): Yüzde 9.00

İşin kötüsü yeni “sanal faizin” ne zaman ve hangi şartlarda uygulanacağına dair herhangi bir açıklama yapılmış değil. MB’nin “keyfine kalmış” durumda. Bilinirliği ve “geleceği yönlendirmek (forwardguidance)” adına atılmış son derece bir belirsiz bir adım daha. Bu denli “çoklu faiz” sistemini anlamak çok zor. Üstelik bunu yabancı yatırımcılara ve yatırım yapacak yerli iş dünyasına anlatmak son derece zor!

MB, politikacıların baskısına boyun eğmiş durumda! Bundan böyle bağımsızlığından söz etmek hayli zor olacak. Azalan kredibilitesini arttırmak da hayli uzun zaman alacak, zahmetli olacak.

PPK’nın aldığı kararın bono cephesinde sınırlı bir yansıması olurken, kur cephesinde “yetersiz” algılandı ve dolar/TL 2.2690 ile yeni bir rekor kırıldı! Şaşırtıcı tepki BIST tarafından geldi ve BIST 100 endeksi yüzde 0.84 artış kaydetti. Bankacılık hisseleri öncülük etti. Varsayım, MB’nin “yüzde 9’luk sanal faizi” sıkça kullanılmayacağını, bunun da banka bilançolarını olumsuz etkilemeyeceğiydi. Gerçekleşmelere bakıldığında çok da haksız da sayılmazlar. Zira MB, “ağırlıklı ortalama fonlama faizini” değil 9’a, 7.75’e bile “henüz” çıkarabilmiş değil. Düne kadar görülen en yüksek fonlama faizi 7.17 idi.

Fonlama faizinin yüzde 9’lara yaklaşabilmesi için bundan sonra her günün EPS günü ilân edilmesi gerekir ki bu “belirsizlik” ortamında hepimizin işi oldukça zor olacak.

Yazının devamı...

Faiz artmazsa dolarda 2.2880 TL görülebilir

Ekonomi yönetiminin “yetkilileri” gün geçmiyor ki yaşananların ekonomiye etkilerinin “sınırlı” olacağı yönünde demeçler veriyor. Dün de Ekonomi Bakanı Zeybekçi “dolardaki tırmanışın ekonomiye kalıcı bir fatura yaratmayacağını belirterek, kurun 2.20 olması 2.25 olması 2.30 olması süreci yıla yayıldığında dış ticaretimiz anlamında tehlikeli görmüyorum hatta olumlu görüyorum” demiş. Kurlar, bakanı pek dikkate almadı ve dolar/TL kuru 2.2510’a kadar yükseldi.

Bugün Merkez Bankası’nın Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı var ve alınacak karar piyasalarca merakla bekleniyor. Dün de yazdığım üzere 100 baz puan ve altı “dostlar alışverişte görsün” misali gelecek bir artış kısa süreli bir gevşeme sağlasa da birkaç güne kalmaz havanın yeniden tersine dönmesi ihtimali oldukça yüksek!

Ekonomi Bakanı, ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı ve maliye bakanının, Merkez Bankası’nın faiz kararı konusunda “önalıcı” yorumları finansal piyasalardaki “kakofoniyi” daha da arttırıyor. Bunun, Merkez Bankası’nın karar alma sürecini zorlaştırmaktan öte bir faydası olmayacak.

Merkez Bankası’nın bugün alacağı (veya almayacağı) faiz kararı “radikal olmadıkça” çok da fazla bir işe yaramayacak. Rezerv Opsiyon Katsayısı, zorunlu karşılık oran değişikliği gibi “şapkadan çıkan tavşan” misali “sürprizlerle” çözülecek aşamayı geçmiş durumdayız.

50-75 baz puanlık bir artış, Merkez Bankası’nın faiz arttırmaya meyilli olduğu izlenimin yaratacağından kurlarda 2.2090 seviyelerine kadar sınırlı bir gerileme yaşatabilir. Ancak sonrasında dolar/TL kurunda yeniden 2.2880 ihtimali güçlenecektir.

Hazır Ekonomi Bakanı da dolara “yol vermişken”...

Piyasada ortak beklenti yok

Merkez Bankası’nın yılın ilk para politikası toplantısında faiz koridorunun üst bandını oluşturan yüzde 7.75 olan gecelik borç verme ve yüzde 6.75’teki piyasa yapıcısı bankalara repo işlemleri yoluyla tanınan borçlanma imkanı faiz oranını artırmasının bir seçenek olarak değerlendirebileceği öngörülüyor. Reuters’ın anketine katılan 16 kurumdan 6’sı PY ve repo faizlerinde ve gecelik borç verme faizlerinde artış beklerken 10 katılımcı ise kısa vadeli bu faizlerin sabit tutulacağını öngörüyor.

Yazının devamı...

Bir cümle kaça malolabilir?

Salı günkü PPK toplantısı belki de son 5 yılın en önemli toplantısı. Tahminim faiz artışı olmayacağı yönünde. 50-75 baz puanlık artışlar kafaları daha da karıştırır. Merkez’in faiz konusundaki ‘sert’ tutumunun ülkeye faturası, maalesef her geçen gün kabarıyor.

Evliyken sarf edeceğiniz bir cümle, boşanma sırasında size bir servete mal olabilir. Ancak sınır sizin servetiniz kadardır. Ama siz bir Merkez Bankası Başkanı veya bir Başbakan iseniz sarf edeceğiniz bir cümle ülkenize, o ülkenin vatandaşlarına çok şeye mal olabilir.

Bu cümle sarf ettiğiniz bir cümle de olabilir, “sarf etmediğiniz” bir cümle de olabilir. Şu ana kadar sarf edilmiş olanlar hakkında herkes; finans dünyası, kendi kararlarını verdi ve bunu “fiyatladı”. Benim asıl takıldığım, söylenmemiş bir cümle! Bu cümleden kastım da Merkez Bankası’nın kullanmadığı bir cümle ve onun maliyeti. Bu cümlenin ne olduğuna geçmeden, önümüzdeki haftanın bizim piyasalarımız için en önemli olayını hatırlatmakta fayda var. Salı günü MB Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı var. Son 5 yılın belki de en önemli PPK toplantısı olacak. Dolar kurlarının her gün yeni rekorlar kırdığı, BIST’in kan kaybının devam ettiği bu ortamda piyasalar Merkez Bankası’ndan bir “faiz artışı” bekliyor!

Çoktan faiz artmalıydı

Bilinen, genel kabul görmüş anlayışa göre faizin çoktan artırılması gerekirdi. Hatta Mayıs ayında Fed ilk kez “daraltmadan” söz etmeye başladığında bu yola girilmeliydi. Brezilya öyle yaptı. Biz ise çok geç kaldık. Bunun ardında; MB Başkanı Başçı’nın Fed’in bu yola çok daha geç gireceği beklentisi olduğu kadar, Başbakan’ın “faiz hassasiyeti” de çok önemli bir rol oynadı. Kapitalist sistemi benimsemiş bir ülke olarak, “sistemin gereklerini” yapmamakta; her konuda olduğu gibi; bu konuda da direnç göstermemizin maliyeti büyük oldu, olacak!

Peki, yarın MB faiz artırır mı, artırmaz mı? Benim tahminim artırmayacağı yönünde. MB bu kadar direnmiş, bu kadar “biat etmişken” yerel seçimlere 2 ay kala böylesi bir kararı al(a)mayacağı yönünde! Yapılabilecek en büyük hata ise faizleri 50-75 puan gibi “ne idüğü belirsiz”; piyasalara net bir mesaj vermeyen, kafaları daha fazla karıştıracak, kredibilitesini daha da düşürecek ve iplerin tamamen piyasa katılımcılarının eline geçeceği bir oranda faizleri artırması olacaktır. Eğer faizler artırılacaksa, bu oranın en azında 150 hatta 200 baz puan olması gerekir. Bu da yeterli değil, beraberinde zorunlu karşılık oranlarının artırılması, “tarifeli müdahalelerden” vaz geçilip, müdahaleden döviz alanın elinin yandığı “şok müdahalelere” geçilmesi gerekir ki atılan adımlar bir işe yarasın. Bunların bazıları yapılıp, diğerleri yapılmazsa kurun ateşi düşmeyecek, ileride çok daha yüksek faiz artışlarına ihtiyaç duyulacak. Bu da hepimize çok daha pahalıya mal olacaktır.

Döviz cephanesi boşu boşuna azaldı

Gelelim yazının başlığındaki şu pahalı cümleye...

Bu ülkeye milyarlarca dolara, milyarlarca TL’ye mal olan ve Mayıs ayında Fed’in “daraltma” sinyal ile başlayan (kurdaki artış 17 Aralık ile başlamadı, sadece hızlandı!) süreçte aslında MB’nin şok faiz artışlarına aslında hiç ihtiyaç kalmayacaktı. Eğer ki Mayıs’ta değilse bile Ağustos-Eylül aylarında “Gerekirse faizi artırabiliriz” diyebilseydi bugün bu durumda olmazdık! Çok değil 3 (yazıyla üç) kelimelik bir cümle! Bu 3 kelimelik cümle en azından 5 milyar dolarlık gereksiz döviz satışının, yüzde 4.61’den 10.51’e kadar yükselen gösterge bono faizlerinde de 5 milyar TL’lik maliyetten bizi kurtarabilirdi. Bunlar afaki rakamlar, benim “kuş uçuşu” tahminlerim. Siz başka rakamlar bulabilirsiniz. Bono piyasasındaki gelişmeler iyi analiz edilemedi, “likidite kurumasına” karşı bir tedbir alın(a)madığından; hem dövize aşırı talep geldi, hem de bono bileşik getirileri çok yükseldi. Hazine de mecburen bu yükselmiş seviyelerden borçlanmak zorunda kaldı.

“Tarifeli müdahaleler” ile gereksiz yere döviz satıldı, satılanlar da işe yaramadı. 11 Haziran’dan bu yana MB 18.5 milyar dolar satmış. Ağırlık ortalaması 2.0103 TL. 2.23 kurundan hesaplandığında 4.1 milyar liralık bir “zarar” var gibi görünüyor. MB’nin “müdahalelerinde” bu kayba çok takılmamak gerek. “İstikrar amacınıza” ulaşabilirseniz “kabul edilebilir” bir maliyet. Ancak asıl mesele; hem gereksiz döviz satışlarıyla “cephanenizi” azalttınız, (siz brüt rezervlere bakmayın, net döviz rezervleri 37 milyar dolarlara indi!) hem de atılan taşlar değil kuşları vurmak, ürkütmedi bile...

Bu yüzden o tek bir cümle bize çok pahalıya mal oluyor. Üstelik bugün hasarı azaltabilecek bir “irade” de ortada yok!

Başbakan’ın Brüksel ziyareti bu haftanın en önemli ikinci olayı! Orta vadede belki PPK’dan bile önemli!

Dolarda yükseliş sürecek mi?

Dolarda 2.20 TL seviyesi teknik olarak değil ama var olan “opsiyonlar” için önemli bir seviye idi! Geçen hafta bu seviye “sert” bir şekilde aşıldı. Bu seviyenin aşılmasıyla 2.2880 seviyesinin resmin içine girdiğini yazmıştım.

Bugün ABD “Martin Luther King günü” nedeniyle tatil. Yarın da PPK var. Piyasa görece bir sakinlikle bekleyecektir. PPK ve devamında Başbakan’ın Brüksel seyahatine göre bir yön çizecektir. Ancak Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu eşbaşkanı Joost Lagendijk bu konuda çok da iyimser değil. Bu ziyarete dair bir notu aşağıda bulabilirsiniz.

Dolar/TL kurları “iç gerginlik”, euronun dolar karşısında değer kaybetmesiyle birlikte 2.2880’i bu hafta olmasa da ay sonuna kadar test edecek gibi görünüyor.
Eğer ki MB “şok faiz artırımı”; 250 baz puan ve üzeri; yapmaz ise...

Bu artışın da “Faiz Lobisi” denilen garabet ile de bir ilgisi olmadığını unutmayalım! “Sistemin” bir gereği bu!

Yazının devamı...

Dolar kuru zıpladı türevzede patladı!

Kurlarda yaşanan yükseliş yüksek mevduat faiz almak için türev ürünleri seçenleri fena vurdu. DCD ile yüksek getiri hesabı yapan birçok mevduat sahibi kurlardaki artışla büyük zarara uğradı.

DCD (Dual Currency Deposit), LSD gibi bir “uyuşturucu” değil. Bankacılık sistemi tarafından mevduat sahiplerine sunulan bir finansal türev ürünün genel adı. Temel olarak mevduat faizini yükseltmek amacıyla, mevduata “bağlanan” bir opsiyonu içeriyor.

Basit olarak mevduat sahibi, mevduatını bankada vadeli bağlıyor, banka normal mevduat faizini veriyor. Aynı zamanda mevduat sahibi bankaya bir alım (call) veya satım (put) opsiyonu satıyor. Sattığı opsiyon karşılığında da banka ona bir prim veriyor. Bu prim mevduat faizine de eklendiğinde mevduatın faizi yükseliyor.

Temel olarak bankalar bu ürünü “nitelikli yatırımcılara” öneriyorlar. Bu “nitelikli yatırımcıların” yapılan işlemi ve risklerini biliyor olduğu varsayılıyor. Normal şartlarda bankalar yapılan işleme karşın belli bir miktar da “teminat” alıyorlar. Opsiyon işleminin “değeri”; cari kur seviyelerindeki değişimlere, bu değişimlerin oynaklığına (volatilite), vadesine bağlı olarak değişiyor. Opsiyonun “riski” artınca, bankalar opsiyon işlemini gerek ters işlemini yaparak, gerek spot piyasadan dövizi alarak (veya satarak) kapatmak için bu teminatı kullanabiliyorlar. Opsiyonu satmış olan eğer isterse “zoraki” bir durumla karşılaşmamak için veya piyasanın tersine hareket edip zararının azalacağını düşünerek ek teminat verebiliyorlar.

Ancak bu tarz türev işlemler oldukça riskli işlemler. Kurların yatay seyrettiği, oynaklığın düşük olduğu zamanlarda çok sorun çıkmıyor. Hatta mevduat sahipleri bu durumdan fazlasıyla yararlanıyorlar. Hatta bu iş “tatlı” geliyor, tıpkı uyuşturucu gibi riskleri çok da iyi hesaplamadan yapmaya devam ediyorlar. Bazısı risklerin farkına varıp işlemlerini azaltıyor veya durduruyor, bazıları risklerin farkında olmadıkların, işlemlerin doğasını bilmediklerinden ya da gelişmeleri doğru yorumlayamadıklarından işlemleri sürdürüyor, hatta boyundan büyük riskler almaya devam ediyorlar.

Son haftalarda kurlardaki yükseliş, özellikle ikinci kesim içinde kayıpları iyiden iyiye arttırdı, telefat büyük oldu. Birçok mevduat sahibi DCD’nin beraberine sattıkları (ve prim aldıkları) “dolar alım opsiyonlarının” işleme konulması sebebiyle ciddi kayıplara uğradı.

Ya işlemlerinin vadesi dolduğunda piyasa opsiyon fiyatının çok üzerine çıktı, ya da işlemlerin vadesine daha çok varken, gelişmelerin aleyhlerine olması sebebiyle teminatlarına el konuldu ve işlemleri ciddi zararlarla kapatıldı.


Bankalar da hatalı

Sorun temel olarak iki sebepten kaynaklandı. İlki bankaların; tecrübesi sınırlı, bilgisi yetersiz müşterilere bu işlemleri önermeleri. Hatta bu işlemlerini müşterilerine öneren banka personellerinin bile bu ürünlerin dinamiklerini, risklerini, risk ortaya çıktığında nasıl kapatılabileceklerini, zararların nasıl “sınırlanabileceğini” bilmiyor olmaları. Diğer ise mevduat sahiplerinin aldıkları riskleri tam olarak bil(e)meden “açgözlülükle” bu işlemleri yapmalarıydı. Benzeri “telefat” türev ürünü kullanımı az olduğundan 2001 yılından bu yana yaşandı. 2008 ve 2011 yılında da benzeri “hasarlar” oldu. Hasar görenler ya işi öğrendi, ya da paralarını kaybettiklerinden oyundan düştüler. Siz siz olun bu ürünleri iyi tanımıyorsanız bu işlere hiç girmeyin. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmayın!

Sistem nasıl işliyor?

MAYIS 2013’te TL mevduata banka size 1 yıl için yüzde 7.5 faiz veriyor. Aynı zamanda size başka bir öneride daha bulunuyor. Eğer kurlar 31 Aralık günü 2 TL’ye çıkarsa sizden bu fiyattan satmanızı kabul etmeniz durumunda yüzde 9.5 faiz ödemeyi teklif ediyor. Ortada ne Gezi var, ne Cemaat-Hükümet kavgası var. Ürünü çok tanımasanız bile “sağduyunuz” yüzde 10’luk bir devalüasyon olmayacağını söylüyor. İkirciklisiniz, banka bunun üzerine ikinci bir teklif daha getiriyor. Kur 1.7850’ye “değerse” bu opsiyonun iptal olacağını ve siz yine yüzde 9.50 faiz almaya devam edeceğini düşünüyorsunuz. O da ne dolar/TL 31 Aralık’ta 2.15’ten kapanıyor ve siz 2.00’dan bankaya dolar satmak zorunda kalıyorsunuz. Yüzde 2 yıllık faiz kazanacağım derken anaparanızın yüzde 7.5’i uçuyor...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.