Şampiy10
Magazin
Gündem

Yılın son iş gününde ciddi bir yazı!

Yabancı bankaların bir çoğu hesaplarını Kasım sonunda kapattıklarından, Noel-yılbaşı derken yılın son haftası genelde işlemsiz geçilir. Bankaların hazine bölümlerinde çalışanlar da ‘quiz’ adı verilen ‘bilgi yarışmalarıyla’ kendi aralarında yılın yorgunluğunu çıkarmayı tercih ederler.

Benim de tercihim, yılı benzer şekilde kapatmaktan yanaydı. Ancak dün Sayın Ali Babacan’ın 2006 yılını değerlendirdiği ve 2007 yılına ait öngörülerini paylaştığı toplantı sonrasında yine ‘ciddi’ bir yazı yazma ihtiyacı hasıl oldu.

Bitirdiğimiz yıla bakıldığında, performans açısından önemli başarılar elde edilmiş durumda.

Bütçe dengesinin öngörülenden daha düşük bir açıkla kapanacak olması, Kamu Kesimi Borçlanma Gereğinin yüzde 3,1’e inmesi, borç stoğunun GSMH’ya oranının yüzde 50’nin altına inmesi önemli başarılar. Sayın Babacan, tüm bu iyimser rakamların ardında düşük faiz harcamalarının olduğunu da ekledi.

Hatırlatmakta fayda var. 2005 yılının Ekim ayı ile bu yılın Mayıs ayına kadar olan dönemde yüzde 13-14 bileşik seviyelerinden yapılan borçlanmaların faiz yükleri bu yıla aitti. Ve bu yıla ait olan faiz yükünün azalmasında önemli rol oynadı. Ancak sonrasında yapılan ve özellikle önümüzdeki yılı daha fazla ilgilendiren borçlanmalar, yüzde 20’lerin üzerine çıkıldığı dönemde yapıldı. Bunların yükü 2007’de daha fazla hissedilecek.

Aradaki fark korundu
Yine de Sayın Babacan’ın ortaya koyduğu iyimser tablo sonrasında dün faizlerin en azından MB’nın gecelik faiz seviyesi olan 17.50’nin bileşik karşılığı olan 19.12 seviyelerine doğru inmesi beklenirdi. Ancak hiç de öyle olmadı! Faizler hepi topu 21.25 bileşiklerden 21.10’lara geriledi. Aradaki 200 baz puanlık (yüzde 2) fark korundu.

Evet toplantı sonrası kurlar düştü. Ancak bir döviz satışı gelmişse bile; satılan döviz yine geceliğe gitmiş, bonoya yönelmemiş görünüyor.

Gelen başarılı performans tablosuna rağmen faizlerin “fonlama” seviyesine kadar dahi gerilememesinin ardında yıl sonu rehavetinden çok, önümüzdeki yıla ait olumsuz beklentilerin payının çok daha fazla görülüyor. Yoksa kim böylesi olumlu bir tabloyu ’satın almak’ istemez ?

Erdoğan’ın kararı en önemli faktör
Diğer yandan, son Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısının tutanaklarında, 2007’nin ikinci çeyreğine kadar önemli bir düşüş beklenmediği açıklandı. Yani Merkez Bankası faizleri en azından ilk çeyrekte düşürmeyecek gibi. Yani bu statüko en azından ilk çeyrekte korunacak. Yine yüksek faiz-düşük kur dönemi sürecek...

Bunu değiştirebilecek en önemli faktör de Başbakan Erdoğan’ın, cumhurbaşkanlığı konusundaki kararıdır !

Mutlaka kendi kafasında bu kararı vermiştir. Ancak bunun bilmeye en fazla hakkı olan bu ülkenin halkı; yani bizler; politik manevralar nedeniyle Nisan ayına kadar beklemek durumundayız. Hem de yüksek faizlere en azından 4-5 ay daha katlanarak.


2007’nin hepimize sağlık, huzur ve başarı getirmesini diliyorum.

Yazının devamı...

Tayland’ın deli gömleği ve piyasanın sopası

Tayland Merkez Bankası’nın (TMB) web sitesine girdiğinizde hedeflerinin “istikrarlı bir finansal ortam sağlamak” olduğunu göreceksiniz. “Ainesi iştir kişinin, lafa bakılmaz.” TMB’nin 7 Kasım’dan bu yana Tayland parası Baht’ın aşırı değerlenmesi karşısında aldığı kararlar ve getirdiği önlemler hiç de web sitesinde yazılan vizyona uymuyor.

7 Kasım’da bankaların ve finansal kurumlarının, yerleşik olmayanlara baht cinsinden değerli kağıt ihraç etmeleri ve satmaları yasaklandı. Komşu ülkelerin dışına baht çıkarılmasına sınırlama getirildi. Ancak yabancı paralara çevrilerek çıkarılabilir hale geldi.

4 Aralık’ta bahttaki spekülasyonları önlemek amacıyla yerel finansal kurumlardan; yabancılarla yaptıkları repo ve swap tarzı işlemlerden kaçınmaları istendi.Yerel bankaların yerleşik olmayanlarla yapacakları döviz işlemleri, sadece 3 ay ve daha uzun vadeli devlet bono ve tahvilleriyle TMB bonolarında yapılacak işlemlerle sınırlı kalmak kaydıyla izin verildi.

Son olarak da 18 Aralık’ta TMB son darbeyi vurarak; ticari faaliyetlerin dışında kalan ve 20 bin doları aşan her türlü döviz işleminden yaratılan baht tutarının yüzde 30’unun TMB’ye bir yıl boyunca “faizsiz” yatırılması şartını getirdi. Bir yılın sonunda da ilgili finansal kurumlardan alınan belgeyle bu paranın bir yıl ve daha uzun ülkede kaldığını belgelendikten sonra bu paralar alınabiliyor.

Bir yıldan önce parasını almak isteyenler ise, ancak paralarının üçte ikisini geri alabilecekler. Böylelikle finansal piyasalara deli gömleği giydirilmiş oldu! Bu son kararla Tayland’da yer yerinden oynadı. Baht yüzde 2.20 devalüe olurken, günlük kaybı bir ara yüzde 19’a ulaşan Tayland borsası Salı gününü yüzde 14.8 düşüşle kapattı.

Saddam’ın Kuveyt’i işgalinden sonraki en büyük düşüş, ve 31 yıllık tarihinde ilk defa yüzde 10 düşüş sınırı nedeniyle işlemlere ara verilmiş.

Borsadan bir günde 23 milyar dolar silinince borsa başkanı; TMB’nın yeni önlemlerini geri almasını istedi. Bunda da başarılı oldu. “Piyasalar tahminimizden fazla tepki verdi” diye açıklama yapan TMB başkanı, alınan önlemlerin hisse senetleri için geçerli olmayacağını açıklamak zorunda kaldı. Sermaye yatırımları ve para piyasaları için bir değişiklik yapılmadı. Henüz !

Piyasa sopasını bir kez daha gösterdi. Dün hisse senetlerine getirilen istisnayla borsa endeksi yüzde 11.2 yükselişle kapandı ancak kayıpların hepsini kapatma şansı olamadı. Zira TMB’nin adeta “paçavraya” dönen kredibilitesi nedeniyle çok ciddi bir güven erozyonu ortaya çıktı. Tamiri uzun zaman alacaktır.

Bu arada bölge ülkelerini ve diğer gelişmekte olan ülke piyasalarını etkileyen bu kararların uygulaması yakından izlenecektir. Başarılı olmaları ve Tayland’da bahtın sürekli değer kazanmasını engellediği görüldüğü takdirde taklit edenler çıkacaktır. Ancak bu tarz önlemlerin modern finansal dünyada bir çözüm olması hayli zor.

Enflasyon korkusundan dolayı yüzde 5 olan faizlerini aşağı indirmek yerine “polisiye” önlemler alan Tayland, umarım bizim için bir “model” olmaz.

Yazının devamı...

Neden vakit kaybediyoruz?

Gelişmiş ülkelerde merkez bankaları kısa vadeli faizlerle ekonomiyi yönlendirir. Bu durum teorik olarak bizde böyle. Ancak sadece teoride. Zira gerçekleşmeler bizde teoriden ayrılıyor.

Kurlar ’serbest piyasa’da belirlendiğinden alanlar ve satanlar kendi risk anlayışlarına göre davranıyor. Bizde ’faizler de serbest’. Ancak yine teoride. Burada da Merkez Bankası baz faizi, genelde de alt ’barajı’belirliyor. O seviyenin altına inildiği istisnadır.

Faizlerdeki oynaklık da en fazla Hazine’yi etkiliyor. Dolayısıyla da hepimizin cebini. Hazine yüksek faiz ödemeleriyle karşı karşıya kaldığında bütçesini kapatamıyor. Açığın kapatılması için de genellikle dolaylı vergiler aracılığıyla “salma” salınıyor.

Faiz seviyesinin daha doğrusu reel faizin yüksekliği ülke riskimizden kaynaklanıyor. Ülke riski derken hem politik, hem de ekonomik riskler var. Önümüzdeki yıl yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçimler politik risklerin en ciddi olanları. Cari açık ve büyüme de ekonomik riskleri oluşturuyor. Ekonomik riskler de aslında politik kararların ve tercihlerin bir sonucu değil mi...


Yukarıdaki temel risklerin yanı sıra bu risklerin nasıl yönetileceğiyle ilgili endişeler de öne çıkıyor. Örnekler çok. Yakın örneklerden biri hafta sonu Başbakan’ın MB Başkanı hakkındaki yorumları. MB’nin enflasyon senaryolarından birisi üzerine kurgulanmış bir konuşma; beraberinde MB’nin bağımsızlığını, hatta Erdal Sağlam’ın yazdığı gibi, Başkan’ın göreve devam edip etmeyeceğini tartışılır hale getiriyor.

Yoksa MB Başkanı Sayın Yılmaz’ın geçtiğimiz haftalarda “elektrik zamları yapılacaksa yapılsın biz de önümüzü görelim” demesi mi bir sorun yarattı bilemiyorum ama bu konunun böylesine gündeme gelmesi bugün için değilse de önümüzdeki yıl seçim döneminde piyasalar tarafından çok net hatırlanacaktır.


Bu aralar MB’nin gecelik faiz oranı yüzde 19,12 bileşik seviyesinde. Gösterge bonoların bileşikleri ise 21,25’lerde. Piyasa faizlerinin yüzde 2,13 kadar aşağı inebilecek yeri var. Ancak inmiyor. Neden? Örneklerini verdiğim beklentilerin yönetilmesindeki zaaftan dolayı.

Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili her şey Sayın Tayyip Erdoğan’ın iki dudağının arasında. Bugün çıkıp bu sürecin nasıl işleyeceğini, aday olup olmayacağını açıklasa da bu ülkeyi dört beş ay daha yüksek faiz ödemekten ya da tek ayak üzerinde “susta” tutmaktan kurtarsa ne olur?

MB Başkanlığı atamasında yapılan hata tekrar ediliyor. Eğer kendisi aday olacak ve piyasalar bu kararı beğenmeyip kurları ve faizleri yükseltecekse bu dört ay sonra da olacak. Korkunun ecele faydası yok!Yok aday olmayacaksa biz neden vakit kaybediyoruz?

Yazının devamı...

Cari açık fonlansa da problemdir!

“Fonlandığı sürece cari açıkta sorun yok!” söylemi başımıza iş açacak. Hayır, yanlış yazmadım. Cari açığın kendisinden önce bu söylem başımıza dert açacak. Son yıllarda cari açığın her rekorundan sonra bu söylemi daha sık duyar olduk. Söylemde ciddi bir hata var. Bir ülke önce cari açık yapar, ondan sonra da bunu fonlar değil! Zaten fonlama kaynağı ve imkânı bulabildiği için cari açık verebilir.

Fonlar illâki finansal piyasalardan sağlanmıyor. Yurtdışından Türkiye’ye ihracat yapan firmaların sağladığı krediler ya da türev ürünler aracılığıyla da fonlama yapılabiliyor. Başta ekonomiden sorumlu bakan ve hükümetin bu konudaki yaklaşımi yukarıdaki söylem doğrultusunda. Kurlardan dolayı ekonomi “tıkırındaymış” gibi göründüğünden dolayı da kimse işin gerçeğini görüp; anlayıp, önlem alma düşüncesinde değil.

Ocak-Eylül döneminde cari açığımız bir önceki yıla göre yüzde 59.6 artışla 25.33 milyar dolara ulaştı. Son 12 ay bazında bakıldığında ise toplam cari açık 31.5 milyar dolara ulaşıyor ki, yıl sonunda bu rakamın da üstüne çıkacağımız kesin. Yıl sonunda cari açığın GSMH’nın yüzde 8’ini aşması söz konusu.

Ülkeye fon girdiği sürece (!) cari açığı sorun olarak algılamayanları finansal piyasalardaki bir değişimden haberdar etmekte fayda var. Sadece bankacılık sektörünün mülkiyeti yabancılara geçiyor değil, aynı zamanda piyasaların likiditesi ve bir anlamda da kontrolü yabancılar geçiyor.

Diyebilirsiniz ki bu yeni bir haber değil. Yeni olan özellikle bono piyasalarında özellikle son iki-üç ayda Londra’daki piyasa katılımcılarının ağırlıklarının iyiden iyiye artmaya başlaması. IMKB dışında, brokerler aracılığıyla kendi aralarında yapılan işlem hacimlerinde de ciddi artışlar var.

Mini kriz dönemlerinde bazı büyük Türk bankaları piyasalara girerek ’düzenleyici’ rol üstlenebiliyorlardı. Onlar da artık bu etkilerini yitirmeye başladı. Yabancılar “iktidarı” iyiden iyiye ele geçiriyorlar.

Yanlış anlaşılmasın. Bu söylediklerimin milliyetçilikle hiç bir alâkası yok. Sermayenin milliyeti yok, sadece getirisi (faizi) var ve yerlisi yabancısı diye birşey olamaz. Dikkati çekmek istediğim konu Londra kaynaklı ’gücün’yerel olanlara göre çok daha büyük olduğu. Yerel sermayenin dayanma gücü sınırlı iken, yabancı bankaların dayanma gücü çok daha fazla. Bu ’güç’ kriz dönemlerinde sorunun daha da derinleşmesine neden olabilmekte. Bundan korunmanın yolu gelişmeleri anlamaktan, iyi analiz etmekten ve ev ödevimizi iyi yapmakta geçiyor.

Yazının devamı...

Değerli euro bizim için iyi mi?

Kasım ayının ortalarında yazmış olduğum “Nereye kadar euro ?” başlıklı yazımı; “euro; 1.29 seviyesini 2007 yılının ilk çeyreğinin sonuna kadar kırmayı başaramaz ise, önümüzdeki yıl yeniden 1.21 seviyeleri konuşuluyor olabilir.” diye bitirmiştim.

Yanıldım! Çin faktörünü tam olarak göz ardı etmesem de Çin para yöneticilerinin; tıpkı kendi paralarını ’revalüe“ etmekte olduğu gibi; işi “ağırdan” alacaklarını düşünmüştüm. Belki tam olarak ulusal rezervlerinin bir kısmını euroya geçirmeye başlamadılar bile. Ama yine dedikodusu piyasaları hareket ettirmeye yetti. Buna bir de ABD 10 yıllık tahvil getirilerinin kritik seviye olan yüzde 4.50’nin altına inmesi, euro bölgesindeki faiz artışlarının devam edebileceği beklentisi eklenince euro dün dolar karşısında 1.3367’ye kadar değer kazandı. Eurodaki artış yine euro bölgesinin ekonomik başarılarından kaynaklanmadı. Dolar karşındaki en ciddi alternatif olmanın avantajını kullandı. Önümüzdeki yıl için temel olarak iki senaryo söz konusu. İlki ABD ekonomisindeki yavaşlamanının Asya ve Latin Amerika ülkelerinden çok AB bölgesini vuracak ve euro çok da fazla değer kazanmayacak. İkincisinde ise, AB bölgesinin Amerika’ya yapmakta olduğu ihracatın, AB bölgesinin GSMH’nın ancak yüzde 4’üne tekabül ettiğinden dolayı; ABD’deki yavaşlamadan çok da fazla etkilenmeyeceği yönünde.

Dünkü yazısında Sn. Ercan Kumcu; euronun değer kazanmasıyla Türkiye’nin düşük dolarla ithalat yapıp değerli euroyla satacağından dolayı avantajlı gibi görünse de, özellikle hammadde fiyatlarında meydana gelebilecek artışlar nedeniyle bu avantajın ortadan kalkabileceğine değinmiş. Mutlaka bu arbitrajdan fayda sağlamamış söz konusu. Ancak bir kısmını ya da daha fazlasını da kaybediyor olabiliriz. Değerli euronun bizim için yaratabileceği bir soruna daha dikkati çekmek istiyorum.

ABD ekonomisindeki bir yavaşlama global büyümeyi düşürecektir. Ne AB’nin ne de Asya ülkelerinin hızlı bir tüketim dönemine girip bu açığı kapatmaları söz konusu değil. Büyümedeki sorun risk algılamalarını değiştirebilir. Risk arttığında da piyasalardan çıkış yaşanabilir ve bu kez çıkış ABD yerine euro bölgesine olabilir. Tıpkı geçtiğimiz Mayıs ayındakine benzer bir sorunla karşı karşıya kalabiliriz.

Bu da değerli euronun hammadde fiyatlarındaki etkisinin yanı sıra bizim piyasalarımıza giren fonların tercihlerini, dolayısıyla da bizdeki ” varlık “ fiyatlamalarını etkileyebilir.

Teknik olarak euro’da kısa süreli bir düzeltme görülmesi mümkün. Ancak 1.3546 seviyesi yeni hedef gibi görünüyor. Öncelikle düzeltme yaşanır ise; dünkü tepeyi baz alırsak; parite 1.3030 veya 1.2925’e kadar düşebilir. Böyle bir düzeltme olduğu takdirde 1.3546 ya da bir önceki zirve olan 1.3667 seviyelerine kadar yükselen euro buralarda kalabilir.

Yük eğer önce 1.3540’lı seviyelere gidilir ve ardından düzeltme gelirse yeni zirvelerin görülmesi dahi söz konusu. Faizleri ve Çin’i ’atlamadan’izlemeye devam.

Yazının devamı...

Kıbrıs’ta tren kazası!

Ne kuzeyinde ne de güneyinde tren yolu olmayan Kıbrıs’ta tren kazası oldu. Dün AB Genişleme Komisyonu Üyesi Rehn, sekiz başlıktaki müzakerelerin askıya alınmasının ve hiçbir başlığın da Kıbrıs meselesi çözülmeden kapatılmamasını önereceklerini açıkladı. Askıya alınması belki sorun değil ama, bütün başlıkların kapanmasının Kıbrıs’a bağlanması meselenin en can alıcı noktası.

Tren raydan çıkmadı ama ray üzerinde kaza yaptı. Kıbrıs’ın bir “ön şart” olmadığı eski üye Verheugen tarafından kesin olarak dile getirilmişken; yeni sorumlu Rehn, Kıbrıs’ı bir ön şart haline getirmiş oldu. Bu arada Kıbrıs meselesinin çözümü Birleşmiş Milletler’e (BM) havale edildi. BM’in yeni genel sekreterinin ne kadar öncelikli meselesi olacağı henüz belli değil ancak sürecin uzayacağı aşikâr. Komisyonun önerisi dışişleri bakanları toplantısında, Güney Kıbrıs’ın baskısıyla daha da sertleşebilir, ya da liderler zirvesinde. Ancak görünen o ki AB üyelik görüşmelerinde mutlak bir yavaşlama olacak.

Geçtiğimiz günlerde de belirttiğim sorunların çözümü; 2007’de Türkiye, Güney Kıbrıs ve Fransa’da yapılacak başkanlık ve parlemento seçimlerinin sonrasına ertelendi. Politikacıların böylesi çözüm üzerinde anlaşmaları bir bakıma olumlu. En azından önümüzdeki yıl daha az gerginlik olacak. Zira görüşmeler bir anlamda buzdolabına kondu. AKP açısından da iyi haber. Zira tam da seçim dönemine girildiği bir dönemde, 301. madde dışında seçmeni rahatsız edebilecek AB talepleriyle uğraşmak zorunda kalmayacak.

Ancak madalyonun bir de diğer yüzüne bakalım. Evet AB hedefi önümüzde durmaya devam ediyor ancak yapılması gerekenler, atılması gereken adımlar ertelendi. Bunun da Türkiye’ye en azından yüksek reel faizlerin daha da uzun devam etmesinden dolayı bir maliyeti olacaktır. Maastricht Kriterleri’ne uyum için daha “fazla” zaman olacaktır ki bu da aslında hepimizin ödeyeceği bedelin daha “fazla” olmasına neden olacaktır. Şimdilik piyasalar bu kararı olumlu algılayacaktır. Çünkü...

Kasım ayının bu son iş günü yatırım bankalarının bir çoğu için yıl kapanışı. Tüm fon yöneticileri, yılı kârlı kapatmak için gayret göstereceklerdir.

Bugün bono faizlerinde bir türlü inilemeyen yüzde 21 bileşik seviyesi denebilir. AB haberleriyle gerilmiş olan borsada önce 38.300 ve ardından da 38.800 seviyesi test edilebilir. Dövizde 1.46 seviyeleri hatta öğleden sonra kısa süreli de olsa 1.4530 seviyeleri bile görülebilir. Ancak bu resmin bir sonraki günden itibaren değişmesi yüksek olasılık. Zira yılı başarılı kapatmış ! olanlar yeni “yıla” başlarken AB haberlerindeki olumsuz yanları “bir anda” farkedebilirler. Zira son AB kararı kısa vadede olumlu gibi algılansa da, uzun vadede bizim için “maliyetli” olacaktır.

Yazının devamı...

Dinsiz devletin vergisi... ya da itiraf!

Dünya Ekonomi Forumu Türkiye zirvesinde Sn. Babacan “Geçtiğimiz 4 yıl içinde, Türkiye’deki kayıtdışılıkla ilgili belki hiçbir ilerleme kaydedemedik. Bunu itiraf ediyorum ve kabul etmek zorundayız. Çok talihsiz tabii, ama durum bu...” demiş.

Samimi ancak çok acı bir itiraf! AKP hükümeti iktidara geldiğinde, adındaki adaletin bir parçası olarak vergi sorununu çözmeyi vaad etmişti. Ancak gelinen noktada, bu konuda adım atmış olması gereken en önemli makamdan elimizde sadece bir başarısızlık itirafı var.

Küçük-orta boy işletmelerde, devletin ve piyasanın getirdiği zorlu şartlar ve yükler nedeniyle kayıtdışılık ne yazık ki çok yaygın ve gittikçe de yayılıyor. Kanser gibi. Çünkü kayıtdışılık doğrudan doğruya haksız rekabete yol açıyor. Dürüst olan bile yapmak zorunda kalıyor. Bazı tahminler GSMH’nın yüzde 30’u bazıları yüzde 50’si bazıları ise daha fazla kayıtdışı oranından söz ediyor.

Hükümetin samimiyet sınavı
Yine aynı forumda MB başkanı Sn. Yılmaz da kayıtdışı ekonominin ekonomik kalkınmanın önünde engel olduğunu ifade ederek, kısa vadede yüksek maliyetler nedeniyle istihdamı desteklese de uzun vadede istihdam ve mali sektör üzerinde olumsuz etkisinin bulunduğunu kaydetmiş. Bu gerçek, hemen herkes tarafından kabul edilse de, ne AKP hükümeti ne de önceki hükümetler meselenin ‘kısa vadeli’ cazibesinden bir türlü kurtulamıyorlar.

Bir de işin “dinsiz devlete vergi vermem” diyenler boyutu var. Hem kayıtdışı olacaksın, hem de üç kuruş da olsa “devlet dinsiz, onlara verilen vergi haram” mantığıyla vergi vermeyeceksin. Bu hükümete dini motifleri nedeniyle oy verenler arasında bu söylemin de yaygın olduğu biliniyor.

Başarısızlığı itiraf etmek yerine, bu konuda adım atabilecek en “şanslı” hükümet bu hükümet. Evet hem cumhurbaşkanlığı hem de genel seçimlerin yapılacağı 2007’ye girerken böylesine “sevimsiz” bir reformu hiçbir iktidar yapmak istemez. Ancak bu konuda ciddi adımlar atmak, AKP hükümetinin samimiyetini göstermesi açısından önemli. Bu kesimi ikna etme, durumun önemini anlatma şansına en fazla sahip olan bu hükümetin, seçimler öncesinde atabileceği en önemli adımlardan birisi de bu olsa gerek.

Vergi ödemeyene oy hakkı yok
Ya da başka bir öneri. Aslında bu öneri bana ait değil. Adeta bir ‘şehir efsanesi’ gibi benim çocukluğumdan beri var. “Vergi numarası olan ve gelir vergisini tam ve eksiksiz ödemiş olanlar oy kullanabilsinler.” Sizce seçmen sayısı kaça düşer ve ülkenin yönetim şekli nasıl oluşur?

Hiçkimse ‘bu öneri demokratik değil’ demesin! Vergisini düzgün ödeyen ve ödediği vergisine karşın devletten eğitim, sağlık ve güvenlik talep etme hakkı olanların, bunları tam olarak kullanamaması ve hatta “dinsiz devlete vergi vermem” diyenlere de bunlardan pay verilmesi mi sizce demokratik?

Verginin az ya da çok olması önemli değil. Önemli olan elde edilen gelirden herkesin eşit oranda vergi ödemesi ve bunun temin edilmesi. Bunun sağlanması AB üyeliğinden bile önce gelmesi gerek bizim için. İnanıyorum ki o zaman belki de AB üyesi olmak bile istemeyebiliriz. Zira şimdi AB’den “uyum yardımı” beklerken, belki o zaman biz başkalarına yardım yapmak zorunda bile kalabiliriz.

Bence vergide adaleti sağlamak, sokaktaki adaleti sağlamak demek!

Yazının devamı...

Mevsim halâ hedge mevsimi

Çok değil Ekim ayının sonunda “hedge mevsimi” başlıklı bir yazı yazmış ve kurların yıl sonuna doğru hareketleneceğini belirtmiştim. Dolar/YTL kurları 1.4500’lerdeyken yazılan bu yazıda; 1.4315 seviyelerine kadar gerileme olabileceğine, kapanış bazında 1.4675’in üzerine geçilmesi durumunda da hareketin hızlanabileceğine değinmiştim.

Döviz riski taşıyan firmaların hem yıl sonu bilançolarını “şık” göstermek için hem de gerçek anlamda risklerini azaltmak için forward ya da opsiyon gibi türev ürünleri kullanarak risklerinin bir kısmını kapamalarının doğru olacağını vurgulamıştım. Dolar kuru 1.4325’e kadar geriledi ve ardından da 1.4675’i aşarak dün 1.4870 seviyelerine kadar yükseldi.

Kurlardaki bu hareketliliğin ardında Kasım sonunda “yılı kapatacak” olan yabancıların alımları önemli rol oynadı. Zira özellikle Aralık ortasındaki AB liderler zirvesi öncesi Kıbrıs konusundaki kararın 6 Aralık’ta istenmesi ve Türkiye’nin de şimdiden “red” cevabını veriyor olması gerginliği arttıracaktır. 301. maddede yapılacak değişikliklerle; meselenin ‘bir şekilde’ genel seçimler sonrasına ertelenecek bir yolla hallolacağını düşünüyorsam da bazı piyasa katılımcıları “eşeğini sağlam kazığa bağlamayı” tercih ediyorlar.

Ayrıca piyasalarda; 4 Aralık’tan itibaren başlayacak olan Denizbank’taki çağrıya iştirak edecek bazı fonların dövizlerini önceden aldıkları konuşuluyor. Buna karşın Dexia’da bu çağrı için gerekli dövizleri bir şekilde YTL’ye çevirmek durumunda. Bu durum kurlardaki yükselişi dengeleyecek olsa da AB tedirginliği sürdüğü müddetçe aşağı hareket sınırlı kalacak gibi görünüyor. Hatırda tutmakta fayda var; benzer bir durum Finansbank hisselerindeki çağrı döneminde de yaşanabilir.

Bundan sonra ne olabilir?

1.4780 seviyesinin üzerinde günlük kapanış olduğu takdirde (1.48 seviyesi stop losslar ve opsiyonlar için önemli bir direnç) önce 1.4920 ardından da 1.5075 seviyeleri resmin içine girecektir. AB gerginliği artar ise önümüzdeki hafta bu süreç hızlanabilir. Eğer Dexia, 4 Aralık öncesi YTL yaratmak için döviz satışı yaparsa yeniden 1.46 seviyelerini görebiliriz. Ancak Haziran ayından gelen düşüş trendi artık kırılmış durumda ve aşağı hareketler daha sınırlı kalacaktır.

Bu süreçte 1.46 seviyeleri görülsün ya da görülmesin, 1.51 seviyeleri hızlı bir hareketle aşılırsa 1.55 ihtimali konuşulacaktır. Ancak ne Güney Afrika para birimi Rand, ne de diğer gelişmekte olan ülke paraları bu tarz bir hareketi teyit eder bir görünüm arz etmiyorlar. O nedenle de yıl sonuna kadar 1.46-1.51 bandında kalmamız yüksek olasılık.

Sonuna yaklaşılıyor olsa da mevsim halâ hedge mevsimi...

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.