Müdahaleci ebeveynler

6 Ocak 2016

Altis Nöroloji ve Psikolojik Danışmanlık Merkezi’nde ‘Çocuklarda Oyun Terapisi’ konulu harika bir eğitime katıldım. En çok üzerinde durulan konulardan biri, çocukla müdahale etmeden ve yönlendirme yapmadan iletişim kurmaydıÇocuklara uygulanan oyun terapisinde de, mümkün olduğunca müdahale etmeden ve yönlendirme yapmadan kendini ifade etme şansı verilmektedir. Böylece, çocuklara, yarım kalmış yaşantılarını tamamlama; engellenmiş duygularını ifade etme ve sorun haline gelmiş davranışlarını azaltma imkanı sunulmaktadır.Eğitim süresince, en çok düşündüğüm şey, anne-babaların çocuklarına neden bu kadar çok müdahale ettiği oldu. Öyle ki, özellikle bizim kültürümüzde, birçok anne-baba, çocuklarına müdahale etme aşkıyla doludur. Ebeveynlik yapmayı, çocuğun her şeyine karışmak olarak algılayan anne- baba sayısı hiç de az değil. Çocuğun yediğine içtiğine karışır, ne giydiğine karışır, ne zaman yatacağına karışır, ders çalışma saatlerine karışır, arkadaşlarına karışır, sürekli doğru-yanlışları söyler, eksik bıraktıklarını eleştirir… Sonu gelmeyen bu müdahalelerle adeta çocuğu kuşatma altına alır.Peki, ebeveynlerin bu kadar müdahaleci olmasının nedeni ne? Müdahale ettiği şey çocuğu mu, çocukluğu mu? Müdahalelerden en çok kim yarar sağlıyor?Anne-babaların çocuklarına müdahale etme hakkı var mı?Evet var. Her anne-baba, çocuğun büyüme yolculuğunda, onu izlemek, ihtiyaçlarını gidermek, desteklemek durumundadır. Bu doğaldır. Bu süreçte, çocuğa değer aktarımı yapmak, aile kültürünü kazandırmak, doğru-yanlışı göstermek hakkı da vardır. Çocukların bu tür aktarımlara en açık olduğu dönem 13-14 yaşına kadar olan dönemdir. Bu yaşlardan sonra çocuklar artık anne-babalarının söyledikleri ile değil, kendi doğruları ile yollarına devam etmektedir. Doğal olan da budur zaten.Burada kritik nokta şudur ki, müdahil olmak ile müdahaleci olmak aynı şey değildir. Müdahil olmak, gerektiği zaman ve gerektiği kadar yapılan bir yönlendirme iken, müdahalecilik, çocuğun bütün karar alanlarına karışarak varoluş alanlarını daraltmaktır. Bir anlamda hata yapma ve hatalarından öğrenme şansını elinden almaktır.Müdahaleciliğin nedeni nedir?Anne-babanın kişilik yapısı, geçmiş yaşantıları, çocuktan beklentileri bu nedenler arasında sayılabilir. Nedeni ne olursa olsun, en temel duygu ‘kaygı‘dır. Aşırı ve çok da gerçekçi olmayan bir kaygı nedeniyle, çocukla ilgili abartılı risk tanımlamaları yapılır.Derslerinde başarılı olamayacak, kendine yetemeyecek, gelecekte kötü şeyler yaşayacak, arkadaşlarıyla yaşadığı sorunları çözemeyecek… gibi olumsuz algıların sayısı çoktur. Çocuk, hep yardıma muhtaç olarak görülür.Bu abartılı risk tanımlamaları, anne-babanın ebeveynlik duygusunu kontrolden çıkarır. Yukarıda saydığımız abartılı risk tanımlamaları ile çocukla ilişkisinde ebeveynliğine geniş bir yer açar.Kontrolden çıkmış ebeveynlik duygusu ile çocuğun her şeyini kontrol etmeye çalışır. Bunu da, “Ben onun iyiliği için yapıyorum.”, “Benim yardımıma ihtiyacı var.” gibi düşüncelerle meşrulaştırır. Böylece kendine ilişki oyunu oynayacağı harika bir fırsat yaratmış olur.Ebeveynin bu davranışının altında çocuğun ihtiyaçları değil, ebeveynin kendi ihtiyaçları yatar. Bu kaygının temelinde de, çoğu zaman kendi çocuğu değil, kendi çocukluğu yatar. Yaptığı müdahalelerle bir anlamda, kendi çocuğunda, kendi çocukluğunu tamir eder ve kendini yeniden büyütür.NASIL ÇOCUK YETİŞTİRELİM?Çocuk yetiştirmenin ana kuralı ‘mümkün olduğunca az müdahale’dir. Çocuğa yapılacak müdahalelerde ilk sorulacak sorulardan biri, “Şimdi yapacağım müdahale, çocuğa mı iyi gelecek, bana mı iyi gelecek?” sorusu olmalıdır. Eğer, içimizdeki müdahale aşkı kontrol edilemez durumdaysa, elbette ki yapılacak en iyi şey, konuyu uzmanı ile görüşmektir.

Devamını Oku

Çocuğunuz arkadaşı ile sorun yaşadığında

30 Aralık 2015

Çocuklar arkadaşlarıyla tartışsalar da, arkadaşlıklarına kolay kolay son vermezler. Öyle ki, çoğu çocuk için en çok sorun yaşadığı kişi en iyi arkadaşıdır aynı zamanda. Bazı durumlarda arkadaşlarıyla yaşadığı tartışmanın ardından bir süre kırgınlık yaşayıp arkadaşına küsseler bile, kısa bir süre sonra barışıp kaldığı yerden devam ederler.Anne-babalar, çocuklarının arkadaşlarıyla ilişkileri konusunda çok hassastır. Bu hassasiyetin kimi zaman gerçekçi nedenleri olsa da, genelde abartılı bir yanı da vardır. Aşırı kaygılanan ebeveynler, çocuklarını korumak adına kontrolsüz tepkiler verebilmekte ve gelip geçici bir sorunu daha da içinden çıkılmaz hale getirebilmektedir.Bu tür sorunlar aslında bir öğrenme-öğretme fırsatıdır. Anne-babalar, kaygılarını kontrol altına alıp bu fırsatı kaçırmamalıdır.- Sorun yaşayan çocuğa karşı hangi tepkileri vermemelisiniz?Arkadaşıyla yaşadığı sorunu anne-babasıyla konuşmak isteyen çocuklardan bazıları bu konuşmayı yaptıklarına pişman olabilmektedir.Çünkü karşısında, onu anlamaktan uzak, sorunun çözümüne destek vermek yerine kendisine tepki gösteren bir ebeveyn tutumu görünce, benzer durumlarda konuşmamayı tercih edecektir.Arkadaşıyla tartışan ya da herhangi bir sorun yaşayan çocuğunuza aşağıdaki tepkileri vermemelisiniz:Öfkelenip çocuğa çıkışmayın: Zaten yaşadığı sorundan dolayı huzursuz olan çocuğa çıkıştığınızda, bu onun daha da huzursuz olmasına yol açacak ve sorunu çözme becerisi zayıflayacaktır.Uzun ve karmaşık nasihatler vermeyin: Nasihat, çocuğun anlaşıldığı duygusunu hissetmesine engel olmaktadır.Duyguların yoğunlaştığı durumlarda ona akıllıca cümleler kurmanız çok da ilgi alanına girmeyecektir.Bizim zamanımızda, ben senin yaşındayken diye başlayan cümleler kurmayın: Bu tür cümleler, bir sorunun üstüne kurulduğunda son derece itici olmaktadır.Bu cümlenin alt mesajında gizil bir aşağılama vardır. Sonuçta, çocuğa “Sen beceriksizsin, yetersizsin.” mesajları gitmektedir. Doğaldır ki, bu alt mesajları almak kimsenin hoşuna gitmez.Ne yapması gerektiğine ilişkin kestirme tavsiyelerde bulunmayın: Sorunlar karşısında birinin kısa yoldan önerilerde bulunması da çoğu zaman işe yaramaz. İşe yarayan öneriler olsa bile, bu, çocukta bağımlılığın gelişmesine katkı sağlar.Önemli olan, sorunu yaşayanın sorunla ilgili sorumluluğu üstüne alıp çözümü üzerine kafa yormasıdır. Eğer, gerçekçi bir çözüm düşünülemezse o zaman alternatif önerilerde bulunmak elbette anlamlı olacaktır.Çocuğunuzla nasıl konuşmalısınız?Çocuğunuz, arkadaşıyla bir sorun yaşadı ve bunu da sizinle paylaşmak istediyse, harika bir fırsatla karşı karşıyasınız demektir. Konuşmanın pedagojik ilkelere uygun olması açısından aşağıdaki aşamalar yol gösterici olacaktır.-“Ne oldu anlatmak ister misin?” diye sorun ve onun sözünü kesmeden dinleyin.- “Arkadaşın ne yaptı, nasıl davrandı?” diye sorun ve anlaşıldığını hissetmesini sağlayın.- “Arkadaşının bu davranışı karşısında ne hissettin?” diye sorun ve içgörünün gelişmesini destekleyin.- Anne-babalar da unutmamalıdır ki, iletişim kurmak sadece konuşmak değil, çocuğun anlaşıldığı duygusunu hissetmesini sağlamaktır. Yine unutmayalım ki, anlaşıldığını hissetme ihtiyacı sadece çocukların değil, hepimizin ihtiyacıdır.

Devamını Oku

Her çocuğun bir başarı hikayesine ihtiyacı var

16 Aralık 2015

Çocuğun bedensel, zihinsel, sosyal, duygusal ve davranışsal gelişimi, çevre ile kurduğu ilişkinin ürünü olarak şekillenir. Çocuk bu süreçte kendini keşfeder ve tanır; bulunduğu ortamdaki yerini ve konumunu öğrenir; etki ve güç alanını kavrar. Bu etkileşimde en özel yere sahip olan ortamlar da, ev ve okuldur. Bu ortamlarda çocuğa sunulanlar, onun dış dünya ile etkileşiminin kalitesini belirler ve dolayısıyla kişisel gelişimini de olumlu ya da olumsuz olarak etkiler.Çocuk ve dış dünya arasındaki etkileşimin çocuğa etki alanlarından bazıları şunlardır:Düşünme becerilerinin gelişimi: Çocuk dış dünyanın bilinmezleri ile karşılaştığında sürekli bir soru sorma ve sorgulama yaşar. Sorduğu sorularla ilgili izlediği yollar ve bulduğu cevaplar onun düşünme becerilerini geliştirir. O nedenle, çocuklarda özellikle ‘derin düşünme’ gücünü geliştirmek çok önemlidir.Kişilik gelişimi: Kişilik, bizim dış dünyaya tepki verme örüntümüzdür. Genetikten etkilenmekle birlikte, dış dünya ile alışverişimizin yansıma alanlarından biridir. Çocuğun kişilik motiflerinin nasıl şekilleneceği, hangi motiflerin daha baskın olacağı çevre ile etkileşimin izlerini taşır.Yeteneklerin açığa çıkması: Her çocuk doğuştan belirli yetenek alanlarına yatkın olarak dünyaya gelir. Bu potansiyel yeteneklerin hangilerinin açığa çıkacağı ona sunulan deneyimlere bağlıdır. Özellikle okul öncesinden başlamak üzere çocukların yetenek ve becerilerinin sürekli ve düzenli olarak takip edilmesi gerekir.Benlik algısı ve özgüven: Benlik algısı, çocuğun kendini algılaması olarak tanımlanır. Kendini algılamada en kritik duygu da özgüvendir. Bu algı ve duygu, özellikle ruh sağlığı açısından çok önemlidir. Yaklaşık olarak 1 yaşlarından itibaren gelişmeye başlayan benlik algısı ve özgüven duygusu, ergenliğin sonuna kadar kritik süreçlerden geçer. Bu nedenle, çocuğun büyüme ve gelişme yolculuğunda ona verilen geri bildirimlerin çok önemi vardır.Çocuğa bir başarı hikayesi nasıl yazdırılır?Her insanın bir başarı hikayesine ihtiyacı vardır. Hepimiz geriye dönüp baktığımızda başarısızlıklarımızdan çok başarılarımızı anlatmayı severiz.Bu da doğaldır. Yetişkinliğimizde yazdığımız başarı hikayelerimizin başlangıç noktası, çocukluğumuzda yazdığımız hikayelerdir. Öyleyse, her çocuğun başarı hikayesi yazmaya hakkı vardır. Bu noktada, aşağıdaki birkaç öneri işinize yarayabilir:Çocuğun özellikle güçlü alanları gözden kaçırılmamalıdır: Çocuğun güçlü olduğu alanlar gözlenmeli ve özellikle güçlü olduğu alanlarda sık sık kendini ifade etme, bir şeyler üretme şansı verilmelidir.Başarı duygusu tattırılmalıdır: Özellikle okul ortamlarında çocuklara mutlaka ‘yapabileceği’ türden sorumluluklar verilmeli ve başardığını görmesi sağlanmalıdır. Ödevlendirmeler, projeler gibi sorumluluklar verilirken, onun özellikleri ve tercihleri dikkate alınmalıdır.Başarısızlıkların üstünde çok fazla durulmamalıdır: Eğer çocuk bir konuda istenen performansı gösterememişse, onun üzerinde uzun uzun durulmamalıdır. Elbette ki, başaramadığı şeylerle ilgili konuşulabilir, ipuçları verilebilir, öneriler geliştirilebilir. Ancak, özellikle küçük yaşlarda başarısızlık algısının güçlenmesine yol açacak davranışlar sergilenmemelidir.Başarı dosyası hazırlanmalıdır: Çocukların ürünlerini içeren bir dosya, pano hazırlanmalıdır. Bu dosya ya da panoda çocuk kendi seçtiği ve istediği ürünleri saklayabilmeli ve sergileyebilmelidir. Bu çalışmaları hakkında çocuğun kendi istediği zamanlarda konuşma yapılmalı; bunları hangi duygularla yaptığı, kendisi için ne anlam ifade ettiği sorulmalı ve özellikle dile getirdiği olumlu duygu ve düşünceler desteklenmelidir. Elbette ki, bunun için çocuğun tercih ettiği zamanlar seçilmelidir.

Devamını Oku

Kuşatılan çocuklarımız

9 Aralık 2015

Mahalle arkadaşlığı diye bir kavram vardı. Mahalle arkadaşı kardeş olarak bellenirdi ve ailenin bir parçası gibiydi. Mahalledeki herkes birbirini bilir ve güvenirdi. Çocuklar mahallenin ona sağladığı sevgi dolu ve güven verici ortamda çocukluğunu doya doya yaşardı. Zaman akıp gitti… Çocukluğumuz da, çocukluğumuza ait değerler de akıp giden zamanın serin sularına gömülüp gitti. Adeta, kendi çocukluğumuza da, kendi çocuklarımıza da yabancılaştık… Şimdiki çocuklar bizden çok farklı. Kimi açıdan çok şanslılar kimi açıdan şanssız… Bizim çocukluğumuza göre çok daha fazla imkanlara sahipler ama bir yandan da sanki kuşatılmış gibiler. Yaşlarından daha erken büyümelerini istiyor gibiyiz. Sahip olduğumuz bütün imkanları seferber ediyor ve ‘hayata hazırlamak’ kaygısıyla canlarına okuyoruz. Çocukların çocukluklarını esir alan bu kuşatmada herkesin biraz rolü var. Bir kaçını sayalım…Kentleşme ve betonlaşma kuşatması: Kentleşme ile birlikte mahallelerin ve mahallelilik kavramının yerinde yeller esmeye başladı. Binalar çoğalıp yükseldikçe ilişkiler azalıp alçaldı. En çok zararı da çocuklar gördü. Apartmanlara ve sitelere hapsolan çocuklar, aşırı derecede güvenlik kaygısıyla düzenlenmiş yapay ortamlarda gerçek olmayan ilişkiler kurmak zorunda kaldı. Kentleşme, çocukların çocukluklarını sokaktan alıp betonların arasına sıkıştırdı.Eğitim sistemi ve ulusal sınav kuşatması: Eğitim sisteminin yıllardır yaz boz tahtasına dönmüş olması ve tüm eğitim paydaşlarının bir türlü kafa karışıklığından kurtulamaması en çok çocukları mağdur etti. Çocuklardan ne beklenip ne beklenmeyeceği konusunda herkes kafasına göre şeyler söyleyip duruyor. Okullarda çocukların yetenekleri yok sayılıyor. Varsa yoksa ulusal sınavlar ve ulusal sınavlarda elde edilecek başarı… Eğitim demek, sınav başarısı demek oldu. İyi öğrenci de, 7 gün 24 saat test çözen öğrenci oldu. Yıllardır yaşanan bu kısır döngü ne yazık ki kısa zamanda çözülecek gibi de durmuyor.Anne-babaların abartılı kaygıkuşatması: Günümüz anne - babaları daha eğitimli ve bilgili. Ancak onların bu bilgisi, çocukları ile ilişkilerini kolaylaştırmak yerine adeta daha da zorlaştırdı. Doğallıklarını ve rahatlıklarını kaybetmiş, aşırı derecede kaygılı hale gelmiş durumdalar. Bu kaygılarını da çocuklarına kaçınılmaz olarak yansıtıyorlar. Anne - babaların çocuklarına yaptığı iyi niyetli (!) eziyetler, onların ruhunda tamir edilmesi zor hasarlar bırakmaktadır. Hırslı ve mükemmeliyetçi ebeveynlerin tahammül edilmesi zor tutumları çocuklar için aşılması en zor engeller olarak karşısında durmaktadır.Medya ve bilişim teknolojileri kuşatması: Bilgisayar, tablet, cep telefonu gibi cihazlar ve internet ortamının sunduğu sanal keyif ortamı da çocukların beyinlerini kuşatmış durumda. Pazarlama kültürünün tacizleri altında büyüyen çocuklar, bu cihazlar aracılığıyla ele geçirilmekte ve sürekli dürtüleri beslenmektedir. Böylece, sorumluluk duygusu, derin düşünme gücü, duygularını yönetme gibi kritik becerilerin gelişmesi sekteye uğramaktadır.Çözüm nedir?Günlük hayatımızın her yerine işlemiş olan bu kuşatmadan kurtulmak hiç de kolay değil. Sonuçta, kentler eski kent değil, sokaklar eski sokak değil, mahalleler eski mahalle değil, çocuklar da eski çocuklar değil. Yeniden düşünmenin zamanıdır artık. Daha farklı, daha güçlü, daha özgün düşüncelere ihtiyacımız var. Çocuklarımıza çocukluklarını geri vermeliyiz. Onları yaşlarından erken büyümek zorunda bırakmamalıyız. Sanırım bunun başlangıç noktası da biz yetişkinleriz. İşe, önce kendi içimizdeki çocukla barışmakla ve onunla empati kurmakla başlamalıyız.Bir önerim var!Kimilerine abartılı kimilerine fantastik gelebilir ama yine de benim bir önerim var! Senede bir gün biz yetişkinlerin de çocuk olma ve çocukluğunu yaşamaya hakkı var. Öyleyse, senede bir günü ‘Yetişkin Çocuklar Günü‘ ilan edelim. Hem belki, yetişkin olmaktan yorulmuş ruhlarımıza, çocukluğumuzun temiz yüzlü, iyi yürekli ‘çocuk ruhu’ biraz nefes aldırır. Eminim ki, dünyaya bir gün için de olsa çocuk ruhumuzun gözleriyle bakmak hepimize iyi gelir.

Devamını Oku

Önyargılara da ihtiyacımız var

3 Aralık 2015

Olumsuz bir yaklaşım olduğunu kabul etmemize rağmen neden kişisel önyargılarımızdan kurtulamayız? Bu tür soruları sormak insanı anlamak için oldukça önemli. Buradan hareketle önyargıların düşünce dünyamızdaki yeri hakkında saptamalar yapmak da mümkün.Önyargı deyince aklımıza hep kötü şeyler gelir. Karşımızdakine haksızlık ettiğimizi, onu tanımamızı engellediğini, ilişkilerimizi ve iletişimimizi zorlaştırdığını söyleriz. Önyargılı insanları eleştirip durur ve onlardan çoğu zaman rahatsız oluruz. Aslına bakarsanız çoğu da doğru ve haklı düşüncelerdir. Sonuçta, önyargılarımız pek de övünülesi şeyler değildir.İlginç olan şudur ki, hakkında ne kadar olumsuz düşünürsek düşünelim, yine de önyargılardan kendimizi kurtaramayız. Hemen hemen herkesin hafızası, bilinç altı, az ya da çok çeşitli önyargılarla doludur. Ülkeler, kişiler, olaylar hakkında önyargılarla dolu değerlendirmeler yapmak hepimiz için geçerlidir.Önyargılı olmamızın nedeni nedir?Beynimiz açısından temel prensiplerden biri de, yaptığımız davranışların bir şekilde işimize yarıyor olması gerekliliğidir. Başkalarına kötü de gelse, ortaya koyduğumuz davranışları sürdürmemizin nedeni, o davranıştan bir kazanç elde etmemizdir. Diyebiliriz ki, aslında beynimiz ve zihnimiz, belirli önyargıları ısrarla sürdürüyorsa, bundan ne tür bir kazancının olduğunu anlamamız gerekir.Önyargılarımızın özellikleri ve bize kazandırdıkları nelerdir?Önyargılarımızın bize sağladığı kazançlardan bazıları şunlardır:Önyargılar düşünmenin kısa yoludur: Kişi, durum ve olaylarla ilgili çocukluktan itibaren sıkça duyduğumuz ifadeler çoğu zaman bilinçaltına kodlanır. Bu kodlamalar, benzer durumlarda devreye girerek bizi düşünme zahmetinden kurtarır. Hangi durum karşısında ne düşüneceğimiz önceden belli olduğundan, yeni düşünce üretmek ve karşılaştığımız durumu çözümlemek zorunda kalmayız.Önyargılar hızlı ve otomatik tepki pilotudur: Önyargılar temelde bilinç altına kodlanmış düşüncelerden üretildiği için otomatik olarak devreye girerler. Karşılaştığımız yeni kişi ve durumlar karşısında, varlığımızı ve benliğimizi risklere karşı korumak için hızlı ve kestirme yoldan devreye girerler. Böylece, anında tedbirimizi almış ve tepkimizi vermiş oluruz.Önyargılar karşımızdakinin tanımlanmasını kolaylaştırır: Beynimiz, karşılaştığı yeni kişi ve durumları mutlaka tanımlamak ve bu yolla belirsizlikten kurtulmak ister. Bu nedenle, karşılaştığımız her yeni kişi ve durum bizim için bir risktir. O nedenle, geçmişten gelen ve zihnimizin ara sokaklarına yerleşmiş önyargılar bu tanıma işini kendiliğinden yapar. Böylece, biz kişi ya da durumun bizimle uyumluluğunu görmüş oluruz. Bize uyan durumlara daha yakın, uymayan durumlara ise daha uzak hissederiz.Önyargılar yeni durumlara karşı kendimizi güvende hissettirir:?Varoluşumuzun en temel ihtiyacı belki de kendimizi güvende hissetme ihtiyacıdır. Güvende hissetmek de, her zaman makul sayılabilecek yöntemlerle olmaz. İşte, önyargılar tam da bu aşamada devreye girer. Önyargılara geçmişin izleri, kültürün birikimi ve sayısız insanın biriktirdiği bilgiler sinmiştir. Dolayısıyla, kolaylıkla hayatımızdaki yerini almasına izin veririz. Önyargılarımızla gerçekçi olmasa da, mutlu ve güven dolu bir ortamda hissedebiliriz kendimizi.Önyargılı olmak iyi bir şey mi?Önyargılarımız bir şekilde bazı açılardan hayatımızı kolaylaştırsa da, çoğu zaman zihinsel körlüğe yol açar. Hayatımızı önyargılar üstüne kuramayız. Önyargılarımız düşünce süzgecimizin deliklerinin büyük ya da küçük olmasına bağlıdır. Süzgecin delikleri küçüldükçe önyargılar artar ve hatta bir süre sonra dogmatikleşir. Düşünce süzgecimizin deliklerinin küçük ya da büyük olması ise bize bağlıdır. Eğer, bu süzgecin geçirgenliği zayıfsa hayatımız hiç de kolay olmayacaktır. Önyargılarımızın hissettirdiği sahte güven ortamındansa, gerçeklerin hissettirdiği risk ortamında hayata dokunarak yaşamak daha tercih edilesi bir durumdur. Sonuçta, ayaklarımızı yere sağlam basmak önyargılardan daha işe yarar bir yaklaşımdır.

Devamını Oku

İletişimde güç oyunları

25 Kasım 2015

Toplumsal hayatımıza dönüp baktığımızda, gerçek anlamda iletişim kurduğumuzu söylemek zordur. Bizim iletişimden anladığımız daha çok güç oyunlarıdır. Haklılığımızı ispatlamak, kelime oyunlarıyla karşımızdakini yenmek, sürekli çevremizdekileri ikna etmeye çalışmak iletişim kurmak değildir. Bu tür çabalar özü itibariyle bir tür savaştır. Karşımızdakinin algısını yöneterek istediğimizi almak bir pazarlama ilişkisidir. Bunun da hayatta yeri elbette vardır; ancak bunun iletişim olduğunu düşünmek çok yanıltıcıdır. İnsanın güçle ilişkisi gerçekten de ilginçtir. Gücünü ilişkilere yansıtması de hemen hemen herkesin yaptığı şeydir. Neden güç ihtiyacımız var? İlişkilerimizde güç kullanmaya neden ihtiyaç duyarız? Güç kullandığımızda ilişkilerimize ne olur? Bu sorular, kafa karıştırıcı ve üzerinde düşünmeye değer sorulardır.İnsan ilişkilerinde neden güç kullanmaya ihtiyaç duyar?Hepimiz, diğer insanlar üzerinde bir etki alanına sahip olmak isteriz. Böylece, varlık alanımızı genişletir ve hayatımızdaki tehditleri azaltarak avantajlarımızı çoğaltırız. Duygu ve düşüncelerimizi başkalarına kopyalar ve bu yolla kendimizi çoğaltırız. İşte bu da ancak güçle olur. Ancak, yine de ilişkilerde güç kullanmanın hayatımızdaki yansımaları her zaman da istediğimiz gibi olmaz.Bu kapsamda ilişkilerimizde güç kullanmanın hayatımızdaki yansımalarını gözden geçirmek gerekir.Güç kullanmanın hayatımıza üç temel yansıması vardır:1. Var olmak, varlığımızı korumak ve sürdürmekBütün varlıkların birincil amacı, var olmak, varlığını korumak ve sürdürmektir. Doğadaki en temel kanunlardan biri budur. Var olmanın en belirleyici faktörü de güçlü olmaktır. Bu nedenle, gücümüzü artırdıkça bu birincil ihtiyacımızı gidermiş oluruz. Aslına bakılırsa doğadaki bu kanun, bizim için de doğal bir gerçekliktir. O halde, güçlü olarak kendi varlığımızı korumuş ve sürdürmüş olur, kendimizi güvende hissederiz.2. YönetmekHayatımızdaki birçok süreci bir şekilde yönetmek zorundayız. Toplumsal hayat içinde çeşitli rollerimiz var ve bu rollerimiz doğrultusunda da çeşitli sorumluluklarımız var. Bu anlamda hepimiz, bir yanımızla anne-baba, bir yanımızla evlat, bir yanımızla bir meslek sahibi, bir yanımızla yöneticiyiz. Bu rollerimiz doğrultusunda da üzerimize düşen sorumlulukları yerine getirmemiz gerekir. Sorumluluklarımızı yerine getirmek de belirli ölçüde güçlü ve etkili olmamıza bağlıdır. Örneğin, bir yönetici iseniz, makamınızdan, kişiliğinizden ve bilgi birikiminizden gelen gücünüz olmak zorundadır. Aksi halde hiçbir şeyi yönetmeniz söz konusu olamaz. Dolayısıyla, yönetmek için güce sahip olmak profesyonelcedir.3. HükmetmekGüç kullanmanın belki de en tartışılır kısmı hükmetme ihtiyacıdır. Bazı insanlar bulundukları pozisyon ne olursa olsun o pozisyona sığmazlar. Hep daha fazlasını isterler. Daha fazla insanı etkilemek, daha fazla yetkiye sahip olmak, daha fazla hükmetmek gibi bir eğilimleri vardır. Hayatı bir tür patronajlık ilişkisi içinde yaşarlar. Kendi istek ve tercihleri hep önceliklidir. Bütün süreçlerde baskın olmaya çalışır. Böylece, sürekli kendi isteklerini yaptırmaya çalışır. Sonuçta hükmetme ihtiyacı, sağlıklı bir ruh hali değildir.Çocuğumuzla, eşimizle, öğrencimizle, arkadaşımızla, meslektaşımızla ilişkilerimizde ‘güç oyunları’na ne kadar başvurursak hayat o kadar çekilmez hale gelir. Oysa, gerçek ilişki ve iletişim, naif, spontan, içten ve gülümseyen bir ruh halini gerektirir. Hayatın içinde ve ilişkilerinizde, sürekli savaşırsanız, kazandığınızda bile kaybedersiniz.

Devamını Oku

Hayır demek ne zaman sorundur?

18 Kasım 2015

Hayatımızın belirli dönemlerinde hepimizin hayır ile başı derde girmiştir. Öyleyse anlamlı hayırın sınırlarını tam olarak tanımlamak, çocuklara yapacağımız katkının da önünü açacak, onlarla aramızda kurduğumuz ilişkiyi olumlu etkileyecektir.Hayır demek neden önemli bir yetenektir? Hayır demek gerçekten de çok önemli bir yeterliliktir. Açık söylemek gerekirse, hayır diyemeyen, hayır dedikten sonra sürekli geri adım atmayı alışkanlık haline getiren, olur olmaz her şeye hayır diyen yaklaşımlar anlamlı ve sağlıklı değildir. Ancak, çocuk büyüme süreçlerinde, çevresindekilere “Hayır!” diyerek kişiliğinin ve egosunun sınırlarını çizmeye çalışır. Dolayısıyla, yerinde ve zamanında hayır demeyi öğrenen çocukların kişilik kaliteleri de yüksek olur.Politik hayırların Hayatın içindeki en temel sorumluluğumuz varolmak ve varlığımızı sürdürmektir. Bu açıdan, insanın en temel ihtiyaçlarından birinin ‘kendini güvende hissetmek’ olduğunu söyleyebiliriz. Sağlığımızı, varlığımızı, ekonomik gücümüzü, ilişkilerimizi korumak isteriz. Çevremize vereceğimiz tepkilerin, bu güvenlik alanımızı korumaya yönelik olması kaçınılmazdır. İnsan, doğası gereği bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde kar-zarar hesabı yapar. Karşılaştığımız herhangi bir olayda, güven alanımızı korumak adına yaptığımız bu kar-zarar hesabında, eğer zarar görme riski daha yüksek çıkarsa, tepkilerimizde bazı manipülasyonlara gidebiliriz. Hayır demek istememize rağmen, ya susar ya da kabul ediyor gibi görünürüz. Kimi zaman da tam tersini yapar; hayır demek gerekmese de hayır diyerek karşımızdaki ile ilişkimizi yönetmeye çalışırız. Gerçek ve profesyonel hayatta, bu tür manüpilatif tepkiler bir noktada kaçınılmazdır. Önemli olan, sürekli manipülatif hayırlar diyerek kendi gerçekliğimizi kaybetmemektir.Otomatik hayırlarOtomatik hayırlar, hayatımızın en zorlayıcı davranış kalıplarından biridir. Hem kendi hayatımızı hem de başkalarının hayatını oldukça olumsuz etkileyecek bir yaklaşımdır. Her şeye muhalefet etme davranışı bir tür iç çatışmanın yansımasıdır. Hiçbir görüşe katılmaz, herkesi eleştirir, kendi söylediklerini tartışmasız doğru kabul eder. Başkalarının görüşlerini aşağıda görerek, kendi görüşünü yüceltmiş olur.Söylenemeyen hayırlarHayır diyemeden yaşamak, kendini terketmek gibi bir şeydir. Birçok durum karşısında, aslında hayır demek istememize rağmen bir türlü söyleyemeyiz. Politik hayır ile söylenemeyen hayır birbirine karıştırılmamalıdır. Politik hayırlarda gerçekten de bir risk vardır ve bu riski yaşamak istemezsiniz. Oysa, söylenemeyen hayırlarda, ortada belirgin bir risk yoktur. Hiçbir riski olmamasına rağmen, işyerimizde patronumuza, eşimize, yöneticimize, arkadaşımıza hayır diyemiyorsak, bir sorunla karşı karşıyayız demektir.Doğal hayırlarDürüst ve gerçekçi bir gerekçeye dayanan, karşımızdakini incitme niyetinde olmayan hayırlar anlamlıdır. Doğal hayırlarda amaç, karşımızdakini yenmek ya da psikolojik bir şiddet uygulamak değil; kendi gerçeğimizi ortaya koymaktır.Hayır denilebilecek zamanlarHayatımızın iki döneminde hayırlarımız artar: Anaokulu ve ergenlik dönemi. Bu dönemlerde artan hayırların, gelişimsel döneme ait olduğu için zaman içinde azalması beklenir. Eğer bir çocuk çoğu zaman hayır diyemiyorsa, bu özgüven eksikliğinin işareti olabilir. Bu yüzden, çocukların zaman zaman hayır demesi desteklenmeli, bu tip durumlar bir sorun olarak algılanmamalıdır.

Devamını Oku

Çocuğa sınır koymak ona zarar verir mi?

4 Kasım 2015

Çoğu anne-baba ve öğretmen çocuğa sınır koymanın gerektiğini düşünür ama hangi sınırı nasıl uygulayacağını bilemez. Kimi anne-baba da, demokratik ebeveyn olma adına çocuğuna sınır koymayı gereksiz bulur. Sınır koyarsa onun özgürlüğünü kısıtlamış, kendini ifade etmesine izin vermemiş ve kişilik gelişimine zarar vermiş olacağından endişe eder.Çocuğa sınır koymak iyi mi kötü mü?Her çocuğun sınırlara ihtiyacı vardır. Çocuğun yaşına ve ihtiyaçlarına uygun sınırlamalar onun gelişimi açısından son derece önemli ve yararlıdır. Sınırların çocuğun gelişimine sağlayacağı katkıları şöyle özetleyebiliriz:- Kişilik yapısını güçlendirir. Kişilik, bir insanı başka insandan ayıran özellikler bütünüdür. Kişilik kendimize özgü bir formdur. Ve her formun, şeklin kendine ait sınırları vardır. Çocuğun büyümesi de, bir anlamda kendi formunu bulması demektir. Bu form, dış dünyaya tepki vermemizin çerçevesini oluşturur. Kime, nerde, ne zaman, nasıl bir tepki vereceğimizi kişilik formumuzun çerçevesinin içinden seçeriz. Bu nedenle, çerçevesi belirsiz kişilik formlarının dış dünyayla tutarlı, dengeli ve sağlıklı ilişkiler kurması mümkün değildir.- Özgürlüğü güven altına alır. Sınırlar, kendimizi güven altında hissetmemizi sağlar. Neyi, ne kadar yapacağımızı ve yapmamız gerektiğini bilmek, özgürlük alanımızı oluşturur. Sınırlarımızı bilerek büyüdüğümüzde, özgürlüğümüzün başka özgürlüklere çarpmasını engellemiş oluruz. Başka özgürlüklere çarpmadığımızda da, kişisel özgürlüğümüzün tehdit edilme riski azalmış olur. Bu nedenle, kişisel gerçekliğimize uygun sınırlar bir anlamda özgürleşmemizi sağlar.- Olumsuz davranışları kontrol altına almayı sağlar. Sınırsızlık, belirsiz, düzensiz ve rastgeledir. Sınırlara sahip olmak, sınırsızlığa karşı çıkmaktır. Kişisel sınırlara sahip olmadığımızda, sınırsızlığın karmaşası dünyamızı işgal eder. Sosyal çevremiz açısından rahatsız edici olmaya başlarız ve ilişkilerimiz bozulmaya başlar. Başkaları için belirsiz, riskli ve tehdit edici oluruz. O yüzden sınırlar, özellikle olumsuz davranışlarımızı kontrol altına almayı ve başkaları için tehdit unsuru olmamayı öğretir bize.- Sorumluluk duygusunu geliştirir. Sorumluluk duygusu, varoluşumuzun en temel hissedişlerinden biridir. Her yaş için makul sorumluluklardan söz edebiliriz. Sorumluluk duygumuzun gelişmesinde sınırlarımızın büyük katkısı vardır. Kendimize çizdiğimiz sınırlar, aynı zamanda sorumluluk alanımızı tanımlar. Yapmamız ve yapmamamız gerekenlerin yükünü üstlenmiş oluruz. Başkalarına karşı ölçü ile davranmayı kabul etmiş oluruz. Yaptıklarımızın sonuçlarına da katlanmayı göze almış oluruz.- Başkaları ile empati kurmayı güçlendirir. Başka insanlarla kurduğumuz ilişkiler ve iletişimler, ortak kabuller üzerine kurulu olduğunda sonuç verir. Bu ortak kabuller, sağlıklı iletişimin kriterleridir. Büyüme süreçlerinde öğrendiğimiz bu kriterler ilişki ve iletişim sınırlarıdır. Başkasıyla ilişkilerimizde dikkat ettiğimiz sınırlar, onların duygularını, düşüncelerini ve eylemlerini anlamamızı sağlar. Bizim tepkilerimizin karşı taraftaki etkisini önceden sezer ve hissederiz. Böylece empati kurma becerimiz de gelişir.- Demokratik yaşam kültürünün alt yapısını geliştirir. Demokratik yaşam, “hak temelli” bir yaşam düzenidir. Sınırlar da bunun güvencesidir. Hepimiz biliriz ki, kimsenin kimseye keyfi ve rastgele davranma hakkı yoktur. Kendimiz için tanımladığımız hak ve sorumluluklar başkaları için de geçerlidir. Toplumsal yaşamda kimi zaman yasalarla, kimi zaman kültürel değerlerle, kimi zaman din ve ahlakla bu ölçüler belirlenmiş olur. Toplum bireyleri açık ya da örtük bir mutabakata vardıklarında, demokratik bir yaşam düzeninin de alt yapısı sağlanmış olur. Çocukların sınırlarla hareket etmeleri, bu demokratik kültürü içselleştirmeleri anlamına gelir.- Anne-Babalara Öneriler. Çocuk yetiştirirken anne-babaların çocuklara hissettirmesi, yaşatması ve kazandırması gereken temel değer ve fikirler vardır. Örneğin; “Ben değerliyim, sen de değerlisin.”, “Benim haklarım var, senin de hakların var.”, “Ben özgürüm, sen de özgürsün.”, “Benim sorumluluklarım var, senin de sorumlulukların var.”, “Ben sana rastgele davranamam, sen de bana rastgele davranamazsın.” Bu temel değer ve düşüncelerle büyüyen çocuklar kendi yaşamlarının ve tepkilerinin sınırlarını bilerek ve öğrenerek büyümüş olurlar. Bu da onların kişilik gelişimlerine büyük değerler katmaları anlamına gelir.

Devamını Oku