Bir yıl daha bitti. Okullar kapanıyor. Yaz tatili başlamak üzere… Bütün eğitim paydaşları iyi bir tatili haketti… Büyük bir heyecan içinde karnesini alan çocuklardan kimileri emeklerinin taçlandırmış olmanın gururunu yaşarken, kimileri de karnedeki notları anne-babasına nasıl göstereceğinin kaygısını taşımakta... Karne ne demektir?Karne, çocuğun bir yıl boyunca harcadığı emeğin ispatıdır. Harcanan emekler kimine az kimine de çok gelebilir. Ancak, ortada açık bir gerçek var ki, karneler, harcanmış bir çaba ve akıtılmış bir alın terinin belgesidir. karne. Başarı dediğimiz şey, daha çok sonuçlar üzerinden tanımlanmaktadır kültürümüzde. Oysa, sonuçtan daha çok sürecin ve bu süreçte harcanan emeğin değeri üzerinde durmak gerekir. Karneler de, bir anlamda bu sürecin tescili anlamına gelir.Beklenen başarıyı gösteremeyen çocukların karnesi ile karşılaşıldığında anne-babalar neyi yapmamalı, neyi yapmalıdır?Arkadaşlarıyla kıyaslama yapılmamalıdır. Bazı anne-babalar, çocuklarının karne sonuçları ile çevresindeki başka çocuklarının karne sonuçlarını karşılaştırma yapabiliyor. Buna bağlı olarak çocuğunun başarısızlığına hükmeden anne-babalar, diğer çocukların başarılarından söz ederek çocuğunu eleştirip aşağılayabiliyor. Bu tür bir yaklaşımı sergileyen anne-babaların, neyi hedeflediklerini düşünmelerini öneririm. Sonuçta, duygularının etkisinde kalmadığında çocuğu kıyaslamanın yanlış olduğunu kendileri de düşünüp söyleyebilir. Ancak önemli olan şey, zorlandıkları durumlar karşısında bu tür davranışlara başvurmamayı başarmalarıdır. Bir çocuğun başkasıyla kıyaslanmasının mantığı yoktur. Hiçbir çocuk diğeriyle aynı özelliklere sahip değildir ki… Elbette her çocuğun birbirinden daha başarılı olduğu ya da daha az başarılı olduğu alanlar olacaktır. Her çocuğun kendi gerçekliğine uygun olarak değerlendirmek ve ona uygun bir çözüm yolu üretmek şarttır.Beklenen başarıyı göstermediği dersler için öfke ya da şiddet dolu tepkiler gösterilmemelidir.Bir çocuğun karnesini eline aldığında en fazla görmek istediği şey başarılarıdır. Eğer karnesi beklediği gibi değilse, çocuk için bundan daha büyük bedel olamaz. Çocuğun zaten üzüntü yaşadığı düşünülürse, üstüne bir de ebeveynin göstereceği öfke dolu sert tepkilerle karşılaşması hiç de doğru olmayacaktır. Kaldı ki şiddete başvurmak hiç düşünülmemesi gereken bir yoldur. Şiddete başvurmanın suç olduğunu da özellikle belirtmekte de yarar var.Sonuçta, eğitim sadece bir yıllık bir performansla sınırlı değildir. Her çocuğun daha uzun yıllar kendini gösterme fırsatı olacaktır. Verilecek abartılı tepkilerle, çocuğun geleceğine katkı sağlanmış olmayacak, aksine riski artırılmış olacaktır. Bir çok çocuk için karne dönemi tam bir travmaya dönüşmektedir. Hiçbir ebeveynin çocuğuna böyle bir travmayı yaşatmaya hakkı yoktur. Bu travmatize edilmiş ilişkiler yüzünden gazetelerde büyük üzüntü verici haberlerle karşılaşabiliyoruz. Unutmayın ki, hiçbir karne ve başarı, çocuğun varlığından ve ruh sağlığından daha değerli olamaz.Çocuk emeğinden dolayı kutlanmalı ve sevgi dolu karşılanmalıdır. Karnedeki sonuçlar ne olursa olsun, anne-babanın çocuğunu kabul ettiğine dair bir duygu aktarımı yapmaları gerekir. Sevgi dolu davranılarak emeğinden dolayı kutlanmalıdır. Bu yaklaşım, kesinlikle çocuğun sorunlarını ve eksikliklerini görmezden gelme anlamında değerlendirilmemelidir. Sonuçta, bir çocuk için en zedeleyici şey, dolaylı da olsa anne-babalarından alacakları “Seni başarıların kadar seviyoruz.” mesajı ile karşılaşmaktır. O yüzden, öncelikle emeğe değer veren ve takdir eden bir yaklaşımı esas almak anne-babaların temel sorumluluğudur.Başarılı olduğu ve olmadığı alanlar gözden geçirilmelidir. Çocuğun karnesinde yüksek ve düşük not aldığı derslere dikkat edilmelidir. Yüksek ya da düşük not almak bir yanıyla harcanan çabanın bir göstergesi olarak yorumlanabileceği gibi, çocuğun özel ilgi duyduğu ve duymadığı alanların da bir işareti olabilir. Bu nedenle, yıllar içerisinde derslerde alınan sonuçların sürekliliği kontrol edilmelidir. Eğer çocuk bir dersten sürekli yüksek bir dersten de sürekli düşük başarı elde ediyorsa, bu kapasitesinden daha çok yetenek ve ilgisinden kaynaklanıyor diyebiliriz.Çocuğun başarılı olduğu alan ve derslere daha fazla vurgu yapılmalıdır.Çocuğun güçlü yanları onun geleceğinin de referans noktalarıdır. Dolayısıyla, daha başarılı olduğu alan ve dersler hakkında konuşulmalıdır.
Çocuğun sosyalleşmesinde arkadaşlık ilişkilerinin özel bir yeri vardır. Sosyal ilişkiler, çocuğun dünyası hakkında çok önemli ipuçları verir. Her çocuk kendi kişiliğini bu ilişkilere yansıtır. Kimi çocuk yeni çocuklarla hemen tanışır ve oynamaya başlar, kimi çocuk ise temkinli davranır ve uzun süre izler...Çocuğun arkadaşlık ilişkileri ile ilgili anne-babaların yaklaşımları nasıldır?Anne-babalar, çocuklarının arkadaşlık ilişkileri konusunda çok hassastır. Her ebeveyn de, kendi kişilik özelliğine göre farklı tepkiler verir. Bu tepkilerden en belirgin olanları şunlardır:Kaygılı ve sorgulayıcı ebeveynler. Çocuğun okula başlamasıyla birlikte, her gün çocuğun arkadaşlık ilişkilerini merak edip sorgularlar. Çocuk eve geldiğinde genellikle ilk yaptıkları şey, okulda günün nasıl geçtiğini sormaktır. Konu bir şekilde arkadaşlık ilişkilerine de gelir ve bu ebeveynler sürekli sorun ararlar. Buldukları en küçük şeyleri de fırsata dönüştürür (!) ve yakaladığı bu sorun alanı ile ilgilenmeyi kendine görev edinir.Yönlendiren ebeveynler. Çocuğun gün içinde yaşadıkları hakkında bilgi alan bazı ebeveynler, çocuğun uygun bulmadıkları davranışları ve yaşantıları karşısında kendilerince akıllıca öneriler ileri sürerler. Çocuğa, okula gittiğinde ne yapması ve ne yapmaması gerektiği konusunda talimat verirler. Kimi çocuk bu yönergeleri dikkate bile almaz ya da unutur gider. Kimi çocuk da, bu yönergeleri abartarak uygulamaya kalkar. Böylece, bu tür öneriler kimi zaman çözüme kimi zaman da yeni bir soruna dönebilir. Çocuk, annesinin “Kendini koruyabilirsin.” gibi bir yönlendirmesini arkadaşlarına vurmak olarak da algılayabilir. O nedenle son derece dikkatli davranılması gerekir.Öfkeli ebeveynler. Çocuğun arkadaşıyla yaşadığı her sorun karşısında öfkelenir ve hem kendi çocuklarına hem de diğer çocuklara kızarlar. Özellikle okula ve öğretmenlere tepki gösterirler. Öğretmenin sınıf içi dinamikleri kontrol edememesinden yakınırlar. Daha da abartıp diğer çocuğun anne-babasıyla görüşmek isteyenler de olabilmektedir.Çocuğun arkadaşlık ilişkileri ile ilgili anne-babalar nelere dikkat etmelidir?Arkadaşlık ilişkileri ile ilgili yönlendirme yapmayın. Çocuğun arkadaşlık ilişkileri ile ilgili mümkün olduğunca yönlendirme yapılmamalıdır. Çok zorunlu durumlar dışında bu tür yönlendirmeler, çocuğun kendi özgür kararlarını vermesini engeller. Arkadaşlarıyla konuşurken, oynarken, tepki gösterirken ne zaman ne yapacağına kendi karar vermelidir. Aksi halde, anne-baba tarafından kurulmuş bir çocuk, özgün ilişkiler geliştiremeyeceği için kişilik gelişimi açısından da riskli durumlar yaşayabilir. Temel prensip, çocuğun kendi hayatı, kimle arkadaş olacağı, arkadaşlık ilişkileri ve faaliyetleri ile ilgili kendi kararlarını verebilir duruma gelmesidir.Çocuk gün içinde arkadaşlık ilişkilerini anlatmak istemezse zorlamayın. Anne-babalar her ne kadar merak ederse etsin, çocuklar gün içinde arkadaşlarıyla yaşadıklarını bazen anlatır, bazen de anlatmazlar. Bu tür durumlarda çocuğun üstüne giderek zorlamamak gerekir. Özellikle küçük yaştaki çocukların büyük çoğunluğu yaşadıklarını ayrıntılı olarak anlatmak istemezler. Bu da büyük ölçüde doğaldır. Önemli olan çocuğun anlatmak istediği anlardır. Eğer çocuk anlatmak isterse, o zaman gerçek anlamda dinleyici olmak gerekir. Geçiştirmeden, göz kontağı kurarak ve abartılı tepkiler vermeden dinlemek çocuğun kendini çok iyi hissetmesini sağlayacak, çoğu zaman da hiçbir şey yapmaya gerek kalmadan sorun kendiliğinden ortadan kalkacaktır.Arkadaşlık ilişkilerinde yaşadıkları sorunları kendisinin çözmesine izin verin. Çocuk arkadaşlık ilişkilerinde sorun yaşarsa mümkün olduğunca müdahale etmeyin. Her çocuk arkadaşlarıyla zaman zaman sorun yaşayabilir. Bu son derece doğaldır. Hatta öyle ki, bu sorunlar çocuklar için bir kendini geliştirme fırsatıdır. Gerçek hayatın küçük bir örneği olarak kabul edilmesi gereken bu zorlu durumlar karşısında, çocuk mücadele eder, istediklerini alır ya da istediklerini alamadığında hissettiği duygularla başa çıkmayı öğrenir. Öğretmenlerden ve ebeveynlerden beklenen, bu tür sorunların ortasında bir yerde durmayıp bu süreci izlemeleridir.Böylece, çocukların verdiği tepkiler ve bu tür sorunları çözme yaklaşımları görülmüş olur ve çocuğun desteğe ihtiyacı olup olmadığı değerlendirilir. Eğer desteğe ihtiyacı olduğu düşünülüyorsa, neyi nasıl çözmesi gerektiği hemen söylenmemeli, ona ne yapmayı düşündüğü sorulmalıdır. Böylece, kendi sorunlarını çözme konusunda insiyatif almaları sağlanmalıdır.
Özgüven duygusu, kişiliğin temelini oluşturur. Öyle ki, bir çocuğu yetiştirirken en öncelikli konulardan biri ona özgüven duygusunu kazandırmaktır. Bir çok anne-baba akademik başarıyı herşeyin üstünde tutar ama aslına bakılırsa, genelde kişilik yapısı özelde de özgün duygusunun gelişimi çok önemlidir.Özgüven kaç yaşlarından itibaren gelişir?Bilimsel teoriler özgüvenin temelinin özellikle ilk iki yılda atıldığını söylemektedir. Özellikle annenin bebeği ile kurduğu ilişkinin oldukça önemli olduğu vurgulanmaktadır. Eğer anne, çocuğun ihtiyaçlarına karşı duyarlı olur ve ihmal etmezse, çocukta huzur ve güven duygusu; aksi durumlarda ise huzursuzluk ve güvensizlik duygusu yerleşir. Bebeklik duygusu özgüven açısından kritik bir öneme sahip olmakla birlikte, ergenliğin sonuna kadar gelişim devam eder.Çocuğun özgüven eksikliği nasıl anlaşılır?- Eğer bir çocuk; duygu ve düşüncelerini ifade edemiyorsa,- Sorumluluk almayı istemiyorsa,- Huzursuz ve ürkek bir yapısı varsa, gibi ifadeleri çok kullanıyorsa,- Karar veremiyor ya da sık sık kararsız kalıyorsa,- Güvendiği kişilerden ayrılmakta zorlanıyorsa,- Herhangi bir faaliyete başlamadan önce çok temkinli davranıyorsa,- Yeni ortamlara giremiyor, yeni tanıştığı kişilerle iletişim kuramıyorsa,- Abartılı güç ve cesaret gösterileri yapıyor, her konuda özgüvenli olduğunu ispatlamaya çalışıyorsa çocuğun davranışları ayrıntılı olarak gözlemlenmeli ve gerekirse bir uzmandan da bilgi alınmalıdır.Çocukta özgüven eksikliği nelere yol açar?Eğer bir çocukta özgüven eksikliği kişiliğin temel yapısı olursa;- Sosyal ilişkilerinde yeterince kendini ortaya koyamaz. Bu nedenle, yetersiz ve yüzeysel ilişkilerle yetinmek zorunda kalır. Çevresindeki insanlar için yeterince ilgi çekici olamaz ve bu da kurduğu iletişimin yüzeysel olmasına yol açar.- Diğer insanlara göre ruh sağlığı daha fazla risk altında olur. Stres yüklü yaşam olayları karşısında ayakta kalma ve mücadele etme gücü zayıflar.- Akademik ortamlarda gerçek performansını ortaya koymakta zorlanır. Dolayısıyla kapasitesinin altında bir başarıya sahip olur.- Risk almaz ve bütün yaşantısında sürekli ve aşırı derecede temkinli olma ihtiyacı duyar. Bu da bir çok fırsatı kaçırmasına neden olabilir.Çocuğun özgüvenini geliştirmek için neler yapılabilir?Özgüveni geliştirmek için anne-babaların ve eğitimcilerin yapması gerekenleri şöyle özetleyebiliriz:- Yüksek sesle konuşma ve okuma egzersizleri yaptırılmalıdır.- Sınıf ortamında, önce yerinde, sonra ayağa kalkarak, daha sonra da sınıfın önünde başarılı olduğu konularda konuşmalar ve sunumlar yaptırılmalıdır.- Mutlaka başarı duygusu tattırılmalıdır. Çocuğa verilen görev ya da ödevlerin çoğu, onun yapabileceği türden olmalıdır. Böylece, çocuğun başarı algısı güçlendirilmelidir.- Bedensel aktiviteler, hobi aktiviteleri, müzik aktiviteleri gibi özel çalışmalara katılması sağlanmalıdır.- Evde başarı panosu adı altında çocuğa özel bir pano oluşturulmalıdır. Bu panoya, çocuğun kendi tercih ettiği tüm ürünler, resimler, yazılar vb. asılmalıdır. Eve gelen misafirlere de bu pano gösterilmelidir.
Şu dönemde pek çok anne babanın derdi aynı; “ Çocuğum için hangi okulu seçmeliyim?”Akıllarda onlarca soru... Çocuğun gideceği okula karar vermek çok boyutlu bir süreçtir. Her ailenin önceliklerine göre de değişir. İlk olarak çocuğunuzu iyi tanıyın ve okulu iyi araştırın. Okuldan beklentilerinizi doğru analiz edin...Şu günlerde bir çok anne-baba için en büyük dert okul seçme... Her yıl olduğu gibi, çocuğuna iyi bir gelecek hazırlamak adına kaygılanan bir çokanne-baba, önümüzdeki yıl için en ideal okulu seçme telaşına düştü. Akıllarda onlarca soru, yüreklerde ise “Acaba doğru kararı veriyor muyum?” endişesi... Şimdilerde anne-babalar okul okul dolaşıyor ve ikna edilmeyi bekliyorlar.“Çocuğumu devlet okuluna mı özel okula mı göndermeliyim?”“Okulu seçmek mi öğretmeni seçmek mi daha önemli?”“Bir okulu diğerlerinden ayırt edecek en kritik özellikler neler?”“Okula gittiğimde en doğru bilgiyi kimden nasıl alabilirim?”Okul seçerken hangi kriterlere bakılmalıdır?Çocuğun gideceği okula karar vermek çok boyutlu bir süreç olup her ailenin önceliklerine göre değişebilmektedir. Ancak, yine de belirli kriterlerden söz etmek mümkündür.Okulun fiziki ortamı ve donanım alt yapısı: Okulun bahçe düzeni, sınıfların büyüklüğü ve oturma düzeni, atölye ve işlikler, tuvaletler, teknolojik alt yapısı vb. gezilip görülmelidir.Eğitim modeli ve programları: Her ne kadar okullarımızda Milli Eğitim Bakanlığı’nın geliştirdiği eğitim programları uygulansa da, programların uygulama biçimleri, öğrencilerin öğrenme süreçlerine aktif katılımın sağlanıp sağlanmadığı, ödevlendirme politikaları, proje çalışmaları vb. süreçlerle ilgili bilgi alınmalıdır.Okulun yönetim yapısı: Okuldaki yönetim anlayışının ne olduğu da önemlidir. Demokratik ya da otokratik bir ortam olup olmaması, öğretmenlerin okulda mutlu olup olmaması, yürütülen faaliyetlerin düzeni gibi konular okul yöneticisinin insiyatifindedir. Bu nedenle, okulun nasıl yönetildiği, karar alma mekanizmaları, sorun çözme yaklaşımları da dikkate alınmalıdır.Eğitim kadrosu: Okul seçmede en önemli belirleyicilerden biri öğretmenlerdir. Çocuğun hangi öğretmenin öğrencisi olacağı elbette ki önemlidir. Ancak, burada gözden kaçırılmaması gereken bir iki noktadan söz etmek gerekir. Genellikle okullarımızda, belirli öğretmenlerin isimleri ön plana çıkar. Bu durum o öğretmenler için elbette başarıdır. Ancak, bir öğretmenin isminin ön plana çıkması demek, o öğretmenin çocuk için en uygun öğretmen olması demek değildir. Her çocuk için ideal öğretmen tanımlaması farklı olabilmektedir. Çocuğun hareketli olması, yetenekli olması gibi bir çok özellik dikkate alındığında, ideal öğretmen tanımlaması da farklılaşır.Anne-Babalar Okul Seçmek İçin Ne Yapmalıdır?- Çocuğunu tanımalıdır: Bir anne-babanın okul seçmeden daha önemli ve öncelikli olarak yapması gereken çocuğunu tanımaktır. Çocuğun düşünme becerileri, duygu durumu, hareketlilik düzeyi, akademik alt yapısı, yetenekleri, güçlü ve geliştirilmesi gereken yanları iyi tanınmalıdır.- Okuldan beklentilerini belirlemelidir: Anne ve baba, eğitimden ne beklediklerini ve neye öncelik verdiklerini açıklığa kavuşturmalıdır. Elbette ki, çocuğun bir bütün olarak geliştirilmesi esastır ve buna uygun olarak okulların da tüm alanlarda eğitimsel hizmet sunmaları gerekir. Ancak, yine de, kimi ailelerin okuldan beklentileri farklılaşabilmektedir. Okulun öne çıkan özellikleri ile ailelerin beklentileri uymadığında süreç içerisinde bir çok sorun yaşanabilmektedir. O nedenle, anne-babalar önceliklerini açık olarak bilmeli ve okulla bunu paylaşmalıdırlar. Akademik başarı, yabancı dil, yetenek eğitimi, sosyal paylaşım ortamları, güvenlik gibi bir çok farklı boyutla ilgili öncelik sıralaması yaparak okullarla görüşme yapmakta yarar var.- Seçilecek okul ile ilgili aktif gözlemler yapmalıdır: Okulun web sitesi incelenmeli, yıl içerisinde yaptığı faaliyetler değerlendirilmelidir. Eğer mümkün olursa, okulun yaptığı ve izin verdiği bazı faaliyetlere katılmak da doğru olur. Böylece, başkalarından gelen sübjektif bilgiler yerine kendi gözlemleri ile edinilecek bilgiler daha gerçekçi olacaktır.- Okul ile yakın işbirliği kurulması gerekir: Okul seçimi zorlu bir süreçtir elbette. Ancak, bir karar verdikten sonra da artık verilen kararın sürekli sorgulanmasına gerek yoktur. Çocuk okula başladıktan sonraki süreçte, okulla yakınişbirliği kurulmalıdır. Eğitim uzun bir süreç olduğu için zaman zaman okul-aile ilişkilerinde bazı sorunlar yaşanması da olasıdır. Sorunlarla karşılaşıldığında, dolaylı iletişimler kurmak ve önyargılı yaklaşımlar sergilemek yerine daha açık bir iletişim kurarak sorunları çözmeye odaklanmak en sağlıklı yoldur.
Eğitimin omurgası öğretmenlerdir. Öğretmenlerin en temel sorumluluklarından biri, çocukların öğrenmesini sağlamaktır. Öğretme faaliyetleri, öğrenme ile sonuçlandığı kadar anlamlıdır. Bu nedenle, sınıftaki tüm uygulamaların asıl hedefi çocukların öğrenmesi olmalıdır. Öğretmenlerden beklenen, eğlenceli öğrenme etkinlikleri geliştirerek akademik performansı geliştirmektir.Minik öğretmen uygulaması nedir?Beyin görüntüleme cihazlarının bize gösterdiği gerçek şudur ki, beynimiz pasif alıcı olduğunda değil, aktif katılımcı olduğunda daha iyi öğrenir. Öğrenmenin en iyi yolu “başkasına öğretmek”tir. Eğitim süreçlerinde, çocukların, belirli konuları başkasına anlatmasını istemek oldukça etkili bir yoldur. Bir konuyu başkasına anlatacağımız zaman, o konuyu zihnimizde iyice kavrayıp, ayrıntılandırmak ve organize etmek zorunda kalırız. Böylece bilgiler zihnimizde çok daha güçlü izler bırakır. İşte bu amaçla yapılabilecek ilgi çekici uygulamalardan biri de “minik öğretmen” uygulamasıdır. “Minik öğretmen” uygulaması tam olarak, çocuklara öğretmenlik rolü, anne-babalara da öğrencilik rolü vererek belirlenmiş bir konuyu anlatmasını sağlamak olarak tanımlanabilir.Minik öğretmen uygulaması çocuğu aktif hale getirir ve öğrenme kalitesi artar“Minik öğretmen uygulaması” ile elde edilebilecek sonuçlar şunlardır:- Çocuğu aktif hale getirdiğinden öğrenme kalitesi artacaktır. Görev olarak verildiğinden sorumluluk duygusu desteklenecektir.- Çocuğun, kendini öğretmen yerine koyması sağlanarak empati duygusu geliştirilecektir.- Ev ortamında ve aile üyeleriyle yapılacağından aile içi ilişkilerin gelişimine katkı sağlayacaktır.- Anne-babaların, çocuklarındaki gelişmeleri gözlemleyebilecektir.MİNİK ÖĞRETMEN UYGULAMASI NASIL YAPILIR?Uygulama süreci şöyledir:- Uygulamanın birinci aşaması okulda gerçekleştirilir. Uygulamanın haftada bir kez yapılması genel olarak yeterlidir.- Öğretmen, bu uygulamaya özel bir konuyu önceden belirler.- Belirlenen konu hakkında sınıfta etkinlik yapılır ve çocukların konuyu öğrenmesi sağlanır.- Çocuklara “minik öğretmen” uygulamasından söz edilir. Çocuklara, bugün öğrendikleri konuyu evde anne-babalarına anlatacakları söylenir. Kendilerinin öğretmen, anne-babaları da öğrenci olacaktır.- Çocuklarla, konuyu evde nasıl anlatacakları hakkında konuşulur ve hazırlık yapmaları istenir. Hazırlık sürecinde, her öğrenci istediği yöntemi ve materyali seçebilir.- Uygulama ve bu uygulamadaki sorumlulukları ile ilgili ailelere de bilgi verilerek desteklemeleri istenir.- Bu aşamadan sonra uygulama, ev ortamında ve 20 dakikayı geçmeyecek şekilde yapılır.- Uygulama süresince, minik öğretmen, büyük öğrencilerine konuyu istediği şekilde anlatır. Büyük öğrenciler sorular sorar, düşüncelerini belirtirler. Elbette ki bütün bu süreç minik öğretmenin kontrolünde gerçekleşir.Uygulamanın sonunda minik öğretmene teşekkür edilerek katkıları övülür ve süreç tamamlanır.- Ertesi gün, minik öğretmenlerle evde yaptıkları uygulamalar hakkında konuşulur ve süreç değerlendirilir.- Uygulama sonrasında, ailelerin gözlem, görüş ve değerlendirmelerini alarak, hem çocuğun kazanımları hakkında bilgilenmiş oluruz; hem de anne-babaların çocuğundaki gelişmelere ilişkin algılarını öğrenmiş oluruz. Bu tür uygulamalar, çocuklara bir çok değer kattığı gibi, anne-baba ve çocuk ilişkilerine de son derece anlamlı katkılar sağlamakta; okul-aile ilişkilerini de olumlu yönde geliştirmektedir.Uygulama örnekleriÖzel Maltepe Yaprak Anaokulu, “Minik Öğretmen” uygulamasını başarıyla yapan eğitim kurumlarından biridir. Okul yöneticileri, uygulamayı düzenli olarak yaptıklarını ve öğrencilerine katkılarını gördüklerini söylüyorlar. Ayrıca, anne-babaların, minik öğretmenlerinin performansından oldukça etkilendiklerini de vurgulamadan geçemiyorlar.
Ölümü anlatmak zordur; özellikle de bir çocuğa... Genelde yaptığımız sorularını geçiştirmek ve tatmin edici olmayan cevaplar vermektir. Oysa bu doğru değil! Çocuğunuzun yaşını dikkate alarak doğru ve gerçekçi bilgiler vermeniz gerekir. Aileden biri vefat ettiğinde üzülür diye sanki hiçbir şey olmamış gibi davranmamalısınız...Sevilen bir kişinin kaybı hepimiz için zor bir sürecin yaşanmasına neden olur. Ölüm gerçeği, birçoğumuz için bilinen ama bilinmesine rağmen bizi çok da huzursuz eden bir durumdur. Çocuklar da ölüm kavramı ile bir şekilde tanışırlar.Bu süreç genellikle okul öncesi dönemde başlar. Merak ederler, kaygılanırlar, şaşırırlar... Özellikle de yakınlarının kaybından ve yalnız kalmaktan korkabilirler.Küçük yaşlarda iken ölümün gerçeğini tam olarak kavrayamayan çocuklar ilkokul yıllarında ölümün geri dönüşü olmayan bir süreç olduğunu daha iyi anlarlar. Ölüm gibi bir kavramı çocuklara anlatmak gerçekten de bir çok yetişkini oldukça zorlar. 5-6 yaşlarından itibaren çocuklar anne-babaları terletecek şekilde bir çok soru sorar ve onları sıkıştırmaya başlar:- Ölmek ne demek? Ölünce ne oluyor? Ölenler nereye gidiyor?- Anne, siz ölecek misiniz? Ben sizden ayrılmak istemiyorum.- Ölünce Allah bizi cezalandıracak mı?- Ben hiç büyümek istemiyorum, çünkü büyükler ölüyor.Çoğu zaman hiç beklenmedik anlarda sordukları bu sorular ebeveynleri telaşlandırır ve şaşkına çevirir. Bu soruların nerden akıllarına geldiğini merak eder ve acaba bir sorun mu var diye endişe ederler.Hatalı yaklaşımlar neler?Gelişimsel süreç içerisinde çocuklar bir şekilde bu tür kavramlarla tanışır ve merak ederler. Bu sürecin iyi yönetilmesi gerekir. Ancak, bizim kültürümüzde ebeveynler kendi kişisel dünyalarında da ölüm kavramını çözümleyemedikleri ve kafa karışıklığı yaşadıkları için çoğu zaman çocuklara sağlıklı cevaplar vermek yerine hatalı yaklaşımlar sergileyebilmektedirler. Hatalı yaklaşımlara örnek verecek olursak;- Çocuğun sorularını geçiştirmek ve tatmin edici olmayan cevaplar vermek.- Abartılı ve ayrıntılı açıklamalar yaparak kafa karıştırmak.- “Toprağın altına gömülür.”, “İyilik yapanlar cennete, kötülük yapanlar cehenneme gider.”, “Çok uzun bir uykuya daldı.”, “Allah iyi insanları yanına alır” gibi çocuğun algılaması zor olan ve kaygısını azaltmak yerine artıran açıklamalar yapmak.Hangi ortamda ve nasıl anlatılmalı?Ölümle ilgili yapılacak açıklamalar, çocuğun yaşına, kişisel hassasiyetlerine, ölümle ilgili sorularının kaynağına göre değişebilir.Henüz aileden birini kaybetmemiş bir çocuğa yapılacak açıklama ile aileden birini kaybetmiş bir çocuğa yapılacak açıklamalar farklı olabilir. Hatta, bir hastalığa bağlı olarak ortaya çıkan ölüm ile beklenmeyen bir anda gerçekleşen ölümün açıklaması da az çok farklı olur.Süreç her ne olursa olsun, yapılacak açıklamalarda birkaç ilkeye uygun hareket etmek gerekir. Bu ilkeleri şöyle özetleyebiliriz:- Aileden birinin kaybı söz konusu olduğunda, sanki hiçbir şey yokmuş gibi davranılmamalı. Çocuğun üzüntü ve hüzün duygularına şahit olmasında bir sakınca yok. Ancak, aşırı ağlamaların ve kendini yerden yere atmaların olduğu sahnelerin içinde olması da doğru değil.- Açıklamayı yapacak kişinin çocuğa yakın ve duygu kontrolüne sahip biri olması gerekir. Üzüntü duyuyor olmak başka, duygusal yönden abartılı ve kontrolsüz olmak başka. Bu nedenle, çocuğa açıklama yapacak kişinin, sakin, kontrollü ve kafası karışık olmayan birisi olmalı.- Çocuğun yaşı dikkate alınarak, doğru ve gerçekçi bilgiler verilmeli. Ancak bu bilgilendirmede gereksiz ayrıntılara girilmemeli. Ayrıntılar, çocuğun zihnini netleştirmek yerine yeni sorularla daha da karışmasına neden olabilir.- Ölüm, bir hastalık sonrasında ya da çocuğun şahit olmadığı bir anda gerçekleşmişse, kişinin hasta olduğu, hastanede olduğu gibi açıklamalar yapılarak çocuğun hazırlanması sağlanabilir.- Açıklamalarda, ölümün doğal bir şey olduğu, tüm canlılar için geçerli olduğu söylenebilir. Bir ölüm yaşamadığı halde bu tür sorular soran bir çocuğa, ölümün genellikle çok uzun yıllar sonra olduğu da ifade edilebilir.- Yapılan açıklamadan sonra çocuğun duyguları bastırılmamalı, yaşamasına izin verilmeli.Sürekli sorular sorarak müdahalede bulunulmamalıdır. Konuşmak isterse dinlenilmeli, yeni sorular sorarsa cevaplamalı ama konuşmak istemezse de zorlamamalı.
Eğitim adına yaşanan sorunlardan biri de, çocukların yaptıkları faaliyetlere yetişkinlerin yaptıkları müdahalelerdir. Özellikle çocukların ürünlerinin sergilendiği ortamlarda bir bakıyorsunuz, mükemmel ötesi çalışmalar yapılmış. Anaokuluna, ilkokula devam eden çocukların, yetişkinlerin bile yapmakta zorlanabileceği türden projeler ürettiği, harika maketler yaptığı, kusursuz işler çıkardığına şahit oluyorsunuz.İşin aslı böyle mi? Tabi ki hayır.Elbette, yaşından çok ileri düzeyde performans sergileyen çocuklar var. Ancak, neredeyse bir sınıfın tamamına yakını bu kadar mükemmel düzeyde performans gösterirse burada doğal olmayan bir şeyler olduğunu anlayabilirsiniz. Sonuçta, her çocuk doğal olarak, kendi ka- pasitesi ve çabası ölçüsünde performans gösterir. Biz yetişkinlere düşen de bu performansa saygı gösterip onu kendi kapasitelerine uygun olarak geliştirmektir elbette.Çocuklara verilen akademik sorumlulukların temel amacı nedir?Eğitim programlarında öngörülen davranış ve becerilerin sadece derslerde kazandırılması mümkün değildir. Bu nedenle, öğretmenler, programın bir gereği olarak, çocuklardan zaman zaman proje, ödev, araştırma, etkinlik vb. yapmalarını ister. Bu faaliyetlerdeki temel amaç, çocuğun zihinsel, dil, sosyal ve duygusal yönlerden gelişmesini desteklemektir. Daha ayrıntılı olarak ifade edersek;- Çocuklar tasarım yaparak yaratıcılıklarını geliştirecekler.- Verilen probleme çözüm üreterek düşünme becerilerini geliştirecekler.- Ürünlerini geliştirmek amacıyla kesecek, yapıştıracak, şekil verecek ve böylece kas becerilerini geliştirecekler.- Arkadaşlarıyla, üstlendiği projeyi birlikte yaparak sosyal becerilerini geliştirecekler.- Verilen sorumluluğun niteliğine göre, çizim becerileri, müzik becerileri, hareket becerileri gibi özel yetenek alanlarını geliştirecekler.Bir öğretmen ya da anne-baba, çocuğun yaptığı faaliyetlere müdahale eder ve o faaliyette çocuğun etkisini azaltırsa, bu amaçların gerçekleşmesi nasıl beklenebilir? Eğer çocuğun tek yapması gereken şey, herşeyi ile hazır hale getirilmiş bir ürünün içini boyamak, göstermelik bir iki objeyi sadece yapıştırmakla sınırlı kalırsa gelişimsel olarak bu çalışmadan yararlanması söz konusu olamaz. Bu tür ödevler, projeler ve çalışmalarda belki de en kritik nokta, çocuğun kendi tasarımını yapması ve yaptığı tasarımı gerçeğe dönüştürmesidir. O yüzden, çocuğun yaptığı çalışmalara yetişkinlerin mümkün olduğunca hiç müdahale etmemesi gerekir.Tutum ve yaklaşımımız nasıl olmalıdır?Çocuğun yapmaya karar verdiği çalışma için gerekli olan malzemeler temin edilmeli ve çocuğa sunulmalıdır. Ancak, malzemeleri da tüm yönleriyle hazır hale de getirmemek gerekir. Çalışmada riskler varsa, gerekli güvenlik tedbirleri alınmalıdır. Ancak, bu güvenlik tedbirleri de abartılmamalıdır. Çocuğun belirli düzeyde kendini korumayı da öğrenmesi beklenen bir kazanımdır. Çocuk çalışmayı tamamladıktan sonra, yaptığı çalışmayı isterse anlatması sağlanmalıdır. Bu anlatım sırasında, sorgular gibi konuşulmamalı, aksine çocuğun yaptığı çalışmanın etkileyici yanları öne çıkarılmalıdır.Yetişkinler, çocukların faaliyetlerine neden müdahale ederler?Yetişkinler çeşitli gerekçelerle çocukların faaliyetlerine olması gerekenden fazla müdahale ederler:- Öğretmen ya da anne-babaların, çocuğun yaptığı çalışmayı ve gösterdiği başarıyı kendi kişisel başarıları ve prestiji olarak görmeleri- Öğretmen ya da anne-babaların, çocuğun, beklenen düzeyde performans göstermemesi halinde bundan çok olumsuz etkileneceğine inanmaları ve çocuğu koruma güdüsüyle hareket etmeleri- Öğretmenlerin, çocuğun faaliyetlerini bir gösteri malzemesi olarak görüp sergiye ürün hazırlama duygusuyla hareket etmeleri- Bazı eğitim kurumlarının, velilerin olası olumsuz tepkilerinden kurtulmak için çocuğu olduğundan fazla göstermeye çalışmaları.
Bir ülkenin en büyük sermayesi insan yeteneğidir. Yeraltı ve yer üstü kaynaklar elbette çok önemlidir. Ancak, bu kaynakları ortaya çıkaracak, işleyecek ve toplumun hizmetine sunacak bütün süreçler insan emeğine dayanır. Çocuklarımızın yeteneği, ülkemizin geleceğidir. Ve unutmayalım ki, her çocuğun yeteneklerine uygun eğitim almaya hakkı vardır.Okullarda yetenek eğitimi neden yapılamıyor?Eğitim sisteminin en önemli görevi, milli eğitimin genel amaçları içerisinde de belirtildiği gibi, çocukların yetenek ve ilgi alanlarını keşfetmek ve geliştirmektir. Uyguladıkları eğitim modeli ile fark yaratan ülkelerin de en iyi yaptığı şey çocukların yeteneklerine uygun eğitim vermek. Ülkemizde yetenek eğitimi her zaman geri plana atılıyor. Bunun çeşitli nedenleri var...- Ulusal sınavların yarattığı baskı hem anne-babalar hem de eğitimcileri çaresiz bırakıyor. Sınavları kazanmak tartışmasız en önemli şeymiş gibi algılanıyor. Adeta, sınavları kazanan çocuklar geleceğini kurtarıyor, kazanamayanların ise geleceği risk altında diye düşünülüyor. Ülkemizin gerçeklerini dikkate aldığımızda, bu algının tamamen haksız olduğunu söylemek de mümkün değil.- Okullar ciddi bir müfredat baskısı altında. Okullarda, matematik, Türkçe, fen bilgisi, sosyal bilgiler gibi dersler ağırlıklı olup yetenek dersleri ise adeta ikinci sınıf dersler gibi. Bu nedenle, özel yetenek alanları ile ilgili dersler (görsel sanatlar, müzik, beden eğitimi vb.) süre olarak azr ve olan dersler de ya önemsenmediğinden ya da imkansızlıklar yüzünden doğru dürüst yapılamıyor.- Özel yetenek alanlarına ilişkin faaliyetlere zaman ayrıldığında akademik başarının düşeceğine inanılıyor. Çocuklar ne kadar çok masa başı çalışma yapar, ne kadar çok test çözerse o kadar başarılı olur sanılıyor. Bu çok yanlış.Çalışma süresi uzadıkça başarı artmaz. Zaman verimli kullanıldığında başarı artar. Kendine ve yeteneklerine zaman ayıran çocukların ders başarısı düşmez, aksine artar.Öğrenme kalitesi artırılmalı Beyinle ilgili son yıllarda yapılan araştırmalar, yetenek eğitiminin ne kadar önemli olabileceğine dair ipuçları veriyor. Araştırmalara göre beynimiz, doğuştan belirli yetenek alanlarına yatkındır. Eğer yetenek alanlarımıza uygun bir eğitim alırsak, öğrenme kalitemiz ve akademik başarımız büyük ölçüde artıyor. Bir anlamda, beynimize kendi anlayacağı dilden yaklaşıldığında harika sonuçlar elde etmek mümkün.Örnek iki proje Son yıllarda ülkemizde de yetenek eğitiminin önemi anlaşılmaya başlandı. Bu kapsamda yapılan çeşitli çalışmalar var. Bu tür çalışmaların artması ve sonuçlarının herkesle paylaşılması önemli diye düşünüyorum. Bu kapsamda akademik danışmanlığını yaptığım iki projeden söz etmek isterim:Projelerden biri Kartal İlçesi’nde yürütülen “Yetenek Haritası Projesi”. Proje, Kartal İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü inisiyatifiyle ve Kartal Rehberlik Araştırma Merkezi koordinatörlüğünde yürütülüyor. Projenin temel amacı, anaokulu, ilkokul, ortaokul ve liseye devam eden tüm öğrencilerin yetenek analizlerini yapmak ve bu çocuklar için yetenek geliştirme programları düzenlemek.Diğer bir proje de Maltepe’de Dumlupınar Ortaokulu’nda yürütülen “DUYAK Projesi”. Bu proje kapsamında da, üç aşamalı bir çalışma yapılacak. Birinci aşama, tüm öğrencilerin yetenek haritalarının çıkarılması, ikinci aşama yetenek eğitimlerinin verilmesi ve üçüncü aşama da yetenek ürünlerinin değerlendirilmesidir.Anne-babalar ne yapmalı?Anne-babaların temel sorumluluğu, çocuklarının yeteneklerine değer vermek ve onları yeteneklerine uygun bir gelecek oluşturma yolculuğunda desteklemek. Her çocuk kendi ölçüsü içinde yeteneklidir. Bizler, bu yetenekleri gözlemlemeli, keşfetmeli, eğitim imkanları sunmalı ve yetenek alanlarına uygun şekilde yönlendirmeliyiz. Ancak, çocuğa yetenek enjekte etmeye kalkmak ve bütün yetenek alanları ile ilgili faaliyetten faaliyete koşturarak yeni bir hırs alanı da oluşturmamak gerekir. Aslolan çocuğun doğası, yaşı ve tercihleridir. Çocuklarımızda kendimizi tamir etmeye dönüşecek hiçbir çaba çocuğa katkı sağlamaz.