TPAO ve Botaş’a Irak’ın kuzeyinden rakip geliyor. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi petrol üretim-satışı ile petrol ve doğalgazın taşınması için dört yeni şirket kurmak üzere gereken tüm hazırlıkları tamamladı.ABD önderliğindeki koalisyon güçlerinin 2003 başında Irak’ı işgal etmesi Ortadoğu’daki tüm dengeleri alt üst etti. Saddam Hüseyin rejiminin terör örgütü El Kaide işbirliği içinde olduğu ve sahip olduğu kitle imha silahlarıyla ABD ve Batı açısından büyük bir tehdit oluşturduğu iddiasıyla başlatılan savaş jeo-politik ve jeo-ekonomik açıdan çok farklı sonuçlar doğurdu. Hedefler büyük Aradan geçen 10 yılı incelediğimizde yalanlar üzerine kurulu bu korkunç savaşın belki de tek galibinin Irak’ın kuzeyindeki Kürt yönetimi olduğu görülüyor. 2002’de yaklaşık 10 bin kilometrekarelik bir alanı kontrol eden Kürtler -ABD ve İngiltere’ye verdikleri koşulsuz desteğin mükâfatı olarak- topraklarını 41 bin kilometrekareye çıkarmayı başarırken, Musul ve Kerkük gibi iki önemli petrol merkezinin de denetimini ele geçirdi. Kontrol ettikleri topraklarda 45 milyar varil hampetrol ve 2 trilyon metreküp doğalgaz olduğunu açıklayan Kürtler 2007’de Bağdat’taki merkezi hükümetten bağımsız olarak kendi petrol ve doğalgaz kanunu çıkarttı ve bölgeyi uluslararası yatırımcılara açtı. Son 10 yılda bölgeye 16.5 milyar dolarlık doğrudan yatırım gelirken, yatırımların 10 milyar dolarlık bölümünü petrol ve doğalgaz oluşturdu. Exxon Mobil, Chevron, Eni, Total, Gazprom gibi uluslararası devler bölgeye yeni adım attı. Aralarında Genel Enerji, Pet Oil, Çalık ve Doğan Enerji gibi Türk şirketlerinin de bulunduğu 30 yabancı şirket bölgede arama ve üretim faaliyeti gerçekleştiriyor. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Enerji Bakanı Ashti Hawrami, doğalgaz konusunda iddialı. Bölgedeki gaz rezervinin son derece yüksek olduğunu kaydeden Hawrami, Türkiye’ye 2014 başından itibaren gaz ihracatına başlayacaklarını söylüyor. İlk hedef yıllık 1 milyar metreküp gaz ihraç etmek. Kürtler, petrolün devletleşme yolunda hayati önem taşıdığının farkında. Bu yüzden enerji sektörünün devlerini bölgeye çekerek konumlarını güçlendirmek istiyor. Tüm bu adımları atarken de ‘kazan-kazan’ ilkesine dayalı bir politika izlemeye özen gösteriyor. K. Irak’taki yönetim atılan tüm bu adımları kurumsallaştırma yolunda çok önemli bir hamle yapmaya hazırlanıyor. 2007 yılında çıkartılan Hidro Karbon Yasası’yla kuruluş süreci başlayan petrol arama ve üretim şirketi KEPCO ve KNOC ile dağıtım ve pazarlama şirketleri KOMO ve KODO şirketlerinin faaliyete geçmesi için gereken yasal hazırlıklar yılsonuna kadar tamamlanıyor. Şirketlerin kuruluş sözleşmeleri ve diğer yasal düzenlemelerin 2012 sonuna kadar tamamlanacağını ifade eden yetkililer, TPAO ve Botaş benzeri bir yapı kurulacağını anlatıyor. Çok önemli petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip bu şirketlerin kısa zamanda da dünya enerji piyasasında önemli birer aktör olacağı aşikar. Yeni Dünya Düzeni’nde bakalım daha ne süprizlerle karşılacağız...Rus bankacılar 100 yıl sonra yeniden İstanbul’daRusya’nın finans devi Sberbank’ın Denizbank’ı satın alma süreci Cuma akşamı tamamlandı. Bu süreci izlerken aklıma ‘Acaba Ruslar daha önce Türkiye’de bankacılık yaptı mı?’ sorusu geldi. Tarih kitaplarında bu konuya dair çok fazla bilgiye rastlamadım. Ancak bir bankacı dostumun temin ettiği eski bir kitapta Rus Dış Ticaret Bankası adında bir bankanın 1909 yılında İstanbul’da bir şube açtığını gördüm. Saint Petersburg da 1871’de 7.5 milyon ruble sermaye ile kurulan banka 1900’lerin başından itibaren yurtdışında şubeleşmeye başlar. Londra, Paris ve Cenevre gibi önemli finans merkezlerine şube açan banka 1909 yılında İstanbul’da da bir şube açar. Osmanlı- Rus ilişkilerinin son derece gergin olmasına karşın açılan bu banka 1912 yılına kadar faaliyet gösterir. O günden sonra da başka Rus bankası gelmez Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiye’sine. 100 yıl sonra gelen ilk Rus Bankası olan Sberbank’ın gelişi bu açıdan da büyük önem taşıyor...
Ora İstanbul Alışveriş Merkezi’ne 285 milyon euro kredi veren Ziraat, şirket zor duruma düşünce krediyi tahsil edemedi. Ziraat, batık krediyi resmen batık kredi olarak kayda geçirince BDDK’nın tahsili gecikmiş alacaklar kalemi bir haftada 568 milyon lira birden arttıZiraat Bankası, 2010’da verdiği 285 milyon euroluk krediyi tahsil edemedi. Banka batık krediyi ‘tahsili gecikmiş alacak’ olarak kayda geçirince BDDK’nın tahsili gecikmiş alacaklar kalemi bir haftada 568 milyon lira birden arttı. Bankanın toplam alacaklarının gecikme faiziyle birlikte 630 milyon lira olduğu ifade ediliyor. Bu skandal Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) haftalık bülteninde yer alan bir veri sayesinde ortaya çıktı. BDDK’nın haftalık interaktif bülteninde yer alan bilgilere göre 31 Ağustos 2012’de 5 milyar 41 milyon lira olan batık kredi miktarı sadece bir hafta sonra yani 7 Eylül 2012’de 5 milyar 609 milyon liraya yükseldi. Bu beklenmedik artış bankacılık kulislerini de hareketlendirdi. Sektörde batan 568 milyon liralık kredinin ticari kredi olduğu ve tek bir banka tarafından verildiği iddiaları dolaşmaya başladı. Gelişmeleri izleyen VATAN, son derece çarpıcı bir sonuca ulaştı. Bahsi geçen batık kredi Ziraat Bankası tarafından 2010 yılında Ora AVM’ye kullandırılan 285 milyon euroluk kredi idi. 2010 yılında kullandırılan kredinin geri ödemesiz dönemi 2012 başında sona ermişti. Ancak şirket vadesi gelen borçlarını ödeyememişti. Bu yüzden kredi yasal zorunluluklar nedeniyle tahsili gecikmiş alacaklar hanesine kaydedilmişti.Krediyi Ziraat üstlendi İstanbul Bayrampaşa’da 70 bin metrekarelik alan üzerine inşa edilen Ora İstanbul’un bankalarla sorunu daha proje aşamasında, 2008 yılında başladı. Projeye ilk olarak Garanti Bankası finansman sağladı. İlk 2 yılı geri ödemesiz projeye 118 milyon euro kredi vermeyi kabul eden Garanti, Ora Gayrimenkul’un mali yapısının yeterince güçlü olmadığına kanaat getirerek, 2009 sonunda projeden çekilme kararı aldı. Devam eden projeyi tamamlamak için birçok bankanın kapısını çalan ve birçoğundan ‘hayır’ cevabı alan şirket sonunda Ziraat Bankası ile anlaştı. Ziraat Bankası Ora Grubu’nun hem Garanti Bankası’na olan borçlarını üstlendi hem de yeni bir kredi açarak projenin tamamlanmasını sağladı. 29 Ekim 2011’de görkemli bir açılışla kapılarını ziyaretçilere açan Ora İstanbul, bir türlü beklenen başarıyı elde edemedi. 235 mağazanın yer aldığı alışveriş merkezinin lokasyon açısından zor bir yerde bulunması, aşırı rüzgâr alması ve yeterince ilgi çekmemesi kiracı firmaların bir bir ayrılmasına sebep oldu. Bu olumsuz gelişme Ora Gayrimenkul’un ödeme gücünü ciddi anlamda zayıflatırken, buraya hizmet veren şirketlerin de tedirgin olmasına neden oldu. Alacaklı firmaların, sorumluluklarını yerine getirmediği gerekçesiyle Ora hakkında iflas davası açması, Ora yönetiminin de buna karşılık iflas erteleme talebiyle yargı yoluna gitmesi süreci daha da içinden çıkalmaz hale getirdi.. Kredi tahsilâtının giderek imkânsız hale geldiğini gören Ziraat Bankası da bu alacağını tahsili gecikmiş alacaklar hanesine kaydetti.Bankalar Kanunu ve Karşılıklar Yönetmeliği gereğince 90 gün içinde ödenmeyen kredilerin tahsili gecikmiş alacak olarak kaydedildiğine dikkat çeken bankacılar, “Hiçbir banka kredisinin batmasını istemez. Ancak Banka- şirket-yargı üçgeninde yaşanan gelişmeler Ziraat yönetimini böyle bir karar almaya zorlamış olabilir” yorumunu yaptı. İstanbul Bayrampaşa’daki Ora Alışveriş Merkezi’ne tahsis edilen kredi hakkında herhangi bir açıklama yapmayan banka yönetimi konu hakkında gereken yasal sürecin yapıldığı bilgisini vermekle yetindi.BDDK incelemesi ne oldu? Bahsi geçen kredi hakkında Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) tarafından yaklaşık 18 ay önce bir inceleme başlatıldı. Ancak Ora Gayrimenkul kredisinde imzasını bulunan Ziraat Bankası Genel Müdürü Can Akın Çağlar tam bu sırada BDDK’ya kurul üyesi olarak atandı. Bu atama inceleme sürecini de sıkıntıya soktu. Çağlar’ın murakıpların amiri sayılabilecek bir konuma gelmesi soruşturmanın sonuçlanmasını zorlaştırdı.
TBMM Askeri Darbeleri Araştırma Komisyonu 1994-2005 arasında batan bankaların toplam maliyetini sordu. TMSF, ‘Gizli’ ibareli yazıyla net maliyetin 31.4 milyar dolar olduğunu bildirdi. Fon ayrıca batık bankalarda görevli emekli paşa ve askerlerin listesini de Ankara’ya gönderdi.Askeri darbelerin Türk ekonomisine etkilerini araştıran TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu Başbakanlık, Ekonomi Bakanlığı, Hazine Müsteşarlığı, BDDK, TMSF gibi kurumlara yazı yazarak bilgi talebinde bulundu. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) komisyona gönderdiği ‘Gizli’ ibareli bir yazıyla batık bankaların kamuya getirdiği yük, off-shore ödemeleri ve batık bankalarda görev yapan asker ve bürokrat kişiler hakkında kapsamlı bilgiler verdi. Vatan’ın edindiği bilgilere göre TMSF yazısında 1994-2005 yılları arasında 20 bankanın yönetim ve denetiminin devlete geçtiği bilgisine yer verildi. 5 Bankanın ise faaliyet izinleri kaldırılarak iflasına karar verildiği hatırlatıldı. Batık bankaların kamuya toplam maliyeti ise devir tarihleri itibarıyla 24 milyar 44 milyon dolar oldu. Off-shore’a 570 milyon $Batık bankaların tasfiyesi sırasında ortaya çıkan toplam kaynak ihtiyacı ise 31 milyar 400 milyon dolara ulaştı. Bu paranın 25.9 milyar doları Hazine kaynaklarından, 4.2 milyar doları TMSF’nin kasasından, 1.3 milyar dolarlık bölümü ise Merkez Bankası tarafından karşılandı. TMSF’nin batık bankaların patronlarına yönelik hukuki süreçleri etkin bir şekilde kullanarak kamunun zararını ciddi anlamda azalttığı ifade edilen yazıda, Mart 2012 itibarıyla geri kazanılan toplam tutarın 20.3 milyar dolar olduğu bildirildi. TMSF tarafından gönderilen cevabi yazıda bugüne kadar yapılan off-shore ödemeleri hakkında da bilgilere yer verildi. Yapılan yazılı açıklamaya göre İmar Bankası’na el konulduğu dönemde off-shore’dan mevduata dönen mudilere toplam 543.7 milyon lira ödeme yapıldı. Fona devredilen Sümerbank, Yurtbank, Egebank, Bank Kapital, Ulusal Bank ve Yaşarbank Sümerbank çatısı altında birleştirildikten sonra Oyak Grubuna satıldı. Oyak Grubu da bankayı ING Bank’a sattı. Hisse devir sözleşmesi gereği off-shore yükümlülükleri TMSF’ye ait olduğu için 345 mudi tarafından açılan davalar sonucunda 26 milyon lira ödeme yapıldı. Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun soruları, 28 Şubat 1997’deki ‘Post-Modern Darbe’ süreciyle bankaların batışı arasında bir ilişki olduğuna inandıklarını gösteriyor. TMSF’nin sorulara verdiği cevaplar resmin genelini görmek açısından önemli bilgiler içerse de komisyonun zihnindeki bu tezi çok destekyecek gibi gözükmüyor. Bu yüzden komisyonun yeni sorularla TMSF’nin kapısını çalması muhtemel. Yeni sorular ve cevapların karanlık bir dönemin aydınlanmasına katkı sağlayacağı konusunda ise herkesin hemfikir olduğunu düşünüyorum. Komisyonun cevap istediği sorularTBMM Askeri Darbeleri Araştırma Komisyonu TMSF’ye işte bu soruları sordu: 1)1994-2005 yılları arasında TMSF’ye devredilen bankaların zararları ve bugüne kadar yapılmış tahsilatlar ve ortaya çıkan toplam kamu zararı ne kadardır?2) Fona devredilen bankalardaki hazine bonosu, mevduat, off-shore hesapları nedeniyle banka bazında yapılan toplam ödeme miktarı ne kadardır?3) Fona devredilen bankalarda üst düzey yöneticilik (danışmanlık da dahil) yapmış olan asker kökenli kişilerin görev dönemleri, sorumluluk alanları ve varsa haklarında yapılmış suç duyuruları hakkında bilgi veriniz.Enerji devi atık su yatırımı yapacakKilis’e 6 milyar dolarlık güneş enerjisi yatırımı yapmaya hazırlanan Amerikalı International Capital Alliance (ICA) Group, yine aynı bölgede 200 milyon dolarlık atık su işletmesi kurmak için Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığına başvurdu. NASA’ya güneş panelleri imal eden şirketin başvurusu Bakanlık yetkililerini şaşırtırken, yatırımın büyüklüğü herkesi heyecanlandırdı. Arıtma sistemi bulunmayan köy ve kasabalardaki atık suların kullanım suyuna dönüştürülmesiyle ilgili yatırım yapmak isteyen şirketin bunun için bölgedeki OSB’den yer istediği öğrenildi. Amerikalı enerji devi daha önce de Kilis’e güneş enerjisi paneli fabrikası kurmak için arsa talep etmişti. Şirket, Kilis’e ilk etapta 700 milyon dolarlık yatırımla 200 megavat kapasiteli güneş enerji tarlası kurmayı planlıyor. Bu kapasitenin de 3-4 yıl içinde 2000 megavata kadar yükseltilmesi planlanıyor. Kilis’te kurulacak güneş santrallerinin tamamı, burada üretilen yüzde 100 yerli güneş panelleriyle yapılacak. ICA’nın yatırımı hayata geçtiğinde Türkiye’nin mevcut elektrik kapasitesinin yüzde 5’i karşılanacak.
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in ‘300 bin lüks otoyu incelemeye aldık’ açıklamasının ayrıntıları netleşti. Maliye, Gümrük ve Emniyet’ten oluşan özel çalışma grubu son 10 yılda yurtdışından ithal edilen lüks otoları mercek altına aldı. Yasadışı yollarla yurtdışından getirilen araçlarla ilgili incelemenin sonucunda devletin kasasına 140 milyon lira girmesi bekleniyor.Sosyete, sanat ve spor dünyasına kötü haber... Maliye Bakanlığı, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı ile İstanbul emniyeti son 10 yılda yapılan lüks araç ithalatını mercek altına aldı. İstanbul Cumhuriyet savcılığı bünyesinde oluşturulan ‘çalışma grubu’ Türkiye’ye distribütörler üzerinden gelmeyen araçlarla ilgili bilgi bankası oluşturmak için harekete geçti. Bu kapsamda lüks otoların üretildiği ABD, Almanya ve İtalya’daki otomobil üreticileriyle temasa geçilecek, ilgili ülkelerin gümrük ve emniyet teşkilatlarından Türkiye’ye gönderilen araçlarla ilgili bilgi talep edilecek. Gelen bilgiler ışığında ‘grey market’ olarak tanımlanan ve her yıl milyonlarca liralık vergi kaybına neden olan pazar denetim altına alınacak. Araçları satanlar ile bilerek alanlara 140 milyon liraya yakın vergi cezası tebliğ edilecek.Lüks otomobillerde ÖTV vurgununda üç yol izleniyor. Birinci yöntem de belli markalara ait lüks araçların ithalatında kardeş şirketler birbirlerine eksik fatura ve sahte belge düzenliyor. Aracın fiyatı düşük gösterildiği için daha az ÖTV ve KDV ödeniyor. İkinci yöntem de satılan araç için iki farklı fatura düzenleniyor. Örneğin 50 bin liralık bir araç için 40 bin liralık fatura hazırlanıyor. Yüzde 37’lik en düşük ÖTV matrahı 40 bin lira üzerinden hesaplanırken geriye kalan 10 bin liralık kısım ise aksesuar olarak gösteriliyor. Üçüncü vergi kaçırma yöntemi sahte belge ile Türkiye’ye giriş yapan sıfır görünümlü ikinci el araç satışı. Vergi kaçakçılığında yaşanan artışın perde arkasında büyük motorlu araçların ÖTV’sinin yüksek olması yatıyor. Motor silindir hacmi 2000 cc’nin üzerindeki araçlarda vergi yüzde 130’a çıkarılmıştı.Uyuşturucu operasyonuyla başladıLüks otolarla ilgili inceleme süreci 2010’da başladı. İstanbul Narkotik polisi, 2010 Ocak’ın da ‘Tilki Selim’ lakaplı Selim Işık’ın çetesine bir operasyon düzenledi. Operasyonda A.İ. isimli işadamına ait Hummer H3 marka jipe de el konuldu. ABD’den getirildiği tespit edilen lüks aracı inceleyen Emniyet yetkilileri soruşturma kapsamında Amerikan polisinden bilgi talep etti. Uyuşturucuyla Mücadele Ajansı (DEA) yetkilileri yaptıkları incelemeler sonrasında Hummer’in ABD’den bir şirket tarafından Türkiye’ye ihraç edildiğini tespit etti. Şirket hakkında soruşturma başlatılırken, Türk polisi de Amerikalı şirketle bağlantılı 50 şirketi incelemeye aldı. Soruşturmayı üzerine alan İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’nün vergi denetmenleri ve gümrük müfettişlerini de operasyona dâhil etmesiyle soruşturma daha da derinleşti. Savcılık nezaretinde başlayan operasyon devletin sahtecilik ve kaçakçılık yoluyla nasıl zarara uğratıldığını da gözler önüne serdi. Elde edilen belge ve bilgilere göre Amerika’da kurulan bir şirket üzerinden Türkiye’ye gönderilen lüks araçlar sahte belgelerle ülkeye sokuluyor, düşük bedelli beyan edilen araçların piyasadan çok daha uygun koşullarla alıcılara satıldığı tespit edildi. Soruşturma kapsamında Emniyet yetkilileri ABD’ye giderek yöneticilerinin sorgusuna katıldı ve el konulan evrakları inceledi. Bu belgeler ışığında yeni bir süreç başladı.Şekerbank taşınıyor Türk finans sektörünün köklü bankalarından Şekerbank’ta son günlerde tatlı bir telaş yaşanıyor. Bir süredir banka koridorlarında yeni bir genel müdürlük binası inşa edileceği ve bankanın buraya taşınacağı konuşuluyordu. Banka yöneticilerinin ‘dedikodu’ olarak yorumladıkları taşınma süreci bankanın ana ortağı Şekerbank Munzam Sandığı Vakfı’nın Levent Büyükdere Caddesi üzerinde yer alan çok değerli bir araziye yeni bir plaza inşa etmeye başlamasıyla yeniden konuşulmaya başlandı. Kulislerde konuşulanlara göre 2013 sonuna kadar tamamlanması planlanan yeni binanın 12 katı şekerbank’a tahsis edilecek. Geriye kalan bölümü ise ünlü bir otel grubuna işletmeye verilecek. Banka çalışanları arasında daha şimdiden ‘kim nereye oturacak?’ tartışmaları başladığına göre taşınma için geriye sayımın başladığını söylemek pekala mümkün...‘300 bin aracı incelemeye aldık’ demiştiMaliye Bakanı Mehmet Şimşek, daha önce yaptığı açıklamada 300 bin lüks aracın satışını incelemeye aldıklarını açıklamış, “Çalışma bitmek üzere. Vergi kaçırmak çok ciddi risk almak demek” uyarısında bulunmuştu. Maliye Bakanlığı, hem lüks oto satışlarında vergi kaçağı olup olmadığını gözler önüne serecek hem de sahiplerinin vergi ödeyip ödemediğini ortaya çıkaracak. Yapılan ilk incelemelerde çok sayıda kişi ve şirketin Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) tahakkuk etmesi için aracın değerini düşük göstererek vergi kaçırdığı tespit edildi.
Ziraat Bankası’nın mevduatı son bir senede 28 milyar lira azaldı. Yüksek gelir bekleyen bireysel ve ticari mevduat sahipleri ile ‘bu maliyeti karşılamam artık mümkün değil’ diyerek yolları ayıran Ziraat’ın bu hamlesi olumlu sonuç verdi ve bankanın kârı yüzde 20 artışla 1.3 milyar liraya yükseldi.Kamu devi Ziraat Bankası’nda son bir yıldır sessiz bir devrim yaşanıyor. Hüseyin Aydın’ın genel müdürlük koltuğuna oturmasıyla başlayan değişim süreci bankanın bilançosuna da yansımış durumda. Yıllardır bankacılık liginin zirvesinde yer alan Ziraat’in bu yıl liderliği İş Bankası’na kaptırması da bunun bir sonucu... Durumu kısaca özetlemek için biraz geriye Haziran 2011’e geri dönelim. Türkiye Bankalar Birliği (TBB) verilerine göre Ziraat Bankası’nın geçen yıl Haziran’da toplam bilanço büyüklüğü 171 milyar lira idi ve banka en yakın rakibi İş Bankası’nın 23 milyar lira önünde yer alıyordu. Hüseyin Aydın’ın görev başlamasının ardından banka frene bastı ve hızla küçülmeye başladı. Aydın’ın yönetiminde geçen ilk 6 ayda 163 milyar liraya gerileyen toplam aktifler, Haziran 2012’ye gelindiğinde 153.7 milyara indi. Şu anda Ziraat Bankası, İş Bankası’nın 12 milyar lira gerisinde ve üçüncü sıradaki Garanti Bankası’nın nefesini ensesinde hissediyor. (Garanti’nin toplam aktifleri 152.4 milyar liraya ulaştı. Yani Ziraat ile arasında sadece 1.3 milyar liralık bir fark kaldı) Bankanın bilançosunda yaşanan değişimi incelediğimizde çok daha çarpıcı bir tablo ile karşılaşıyoruz. TBB verilerine göre Haziran 2011’de Ziraat Bankası’nın kasasında toplam 134.2 milyar lira mevduat bulunuyordu. Aradan geçen 1 yılda bankanın kasasında bulunan mevduat yüzde 20 azaldı ve 106.6 milyar liraya geriledi. Kabaca bir hesapla Ziraat’in kasasından çıkan toplam mevduat 27.6 milyar lira. Yani Türk Ekonomi Bankası’nın (TEB) toplam mevduatı kadar bir tutar Ziraat Bankası’nın kasasından çıktı ve diğer bankalara aktı. Ziraat’in kârı hızla artıyorBankanın bilançosu hızla küçülürken özkaynakları ve karlılığı arttı. Haziran 2011’de 12.9 milyar olan özkaynaklar yüzde 15 artışla 14.8 milyar liraya yükseldi. Daha önce 1 milyar 19 milyon lira olan net kar da yüzde 25 artışla 1 milyar 272 milyon lira fırladı. İlginçlikler bununla da sınırlı kalmadı. Büyümede frene basmış göküken Hüseyin Aydın, 521 yeni bankacıyı bünyesine kattı ve 78 yeni şube açarak ciddi bir hamle yaptı. Yaşanan bu değişimi banka yöneticilerine sorduğumuz zaman son derece çarpıcı bir cevap aldık. Bir üst düzey yönetici, “Sektörün mevduatta yüzde 10 büyüdüğü bir ortamda Ziraat Bankası’nın mevduatı yüzde 20 azalmış görünüyor. Ancak bu bilinçli bir stratejinin eseri. Bankaya ciddi maliyet getiren pahalı mevduatı bankadan uzaklaştırdık. Bunun yerine farklı finansman yollarına yöneldik. Bu sayede bankanın bilançosu küçülürken, karı artmış oldu.” dedi. Pahalı mevduattan kasıt 1 milyon lira ve üzerinde parası olan mevduat sahipleri. Yüksek getiri için bekleyen bireysel ve ticari mevduat sahipleriyle yollarını ayıran Ziraat, mevduatı tabana yayma gibi orta vadede sonuç getirecek bir strateji benimsedi. Bu durum bilançonun daha sağlıklı hale gelmesini sağladı. Devrim niteliğindeki bu hamleyi başka hamleler de izledi. Ziraat Bankası, yılbaşından bu yana gerçekleştirdiği 4 farklı bono ihracıyla piyasalardan 3 milyar 70 milyon lira finansman temin etti. Bankanın daha önce hiç adım atmadığı türev işlemler piyasası ve İMKB repo piyasasında da son dönemde boy göstermeye başlaması da izlenen bu stratejinin bir sonucu. Ziraat Bankası’nın izlediği stratejik tavır Merkez Bankası’nın izlediği yol haritası ile de son derece uyumlu. Ziraat Bankası’nın bankacılık gerçekleri çerçevesinde attığı adımlar mevduat toplamakta zorlanan orta ölçekli bankaların nefes almasını sağlarken, Merkez Bankası’nca uygulanan para politikalarının başarıya ulaşmasına önemli katkı sapladı. Hüseyin Aydın ve ekibinin Ziraat Bankası’nı küresel bir oyuncu yapma konusundaki yolculuğu hız kesmeden sürüyor. Detaylarını paylaşmaya devam edeceğiz... Başkent Doğalgaz’dan çıkan istihbaratçı!Türkiye’nin ikinci büyük doğalgaz dağıtım şirketi olan Başkent Doğalgaz’ın satışında büyük bir hayal kırıklığı yaşanıyor. Daha önce üç kez satışı iptal edilen şirketin karı her yıl artarken, alıcıların verdiği fiyatın sürekli gerilemesi Ankara’da moralleri bozmuş görünüyor. Yılda 2.3 milyar metreküp doğalgaz satan şirkete gelen fiyat teklifleri Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) yöneticilerinin canını sıksa da şirketin hak ettiği fiyata satılacağından kimse kuşku duymuyor. Bizim hikayemiz ise işte tam burada ihale sürecinde başlıyor. Hatırlanacağı üzere son ihaleye Suudi Kraliyet Ailesi fertlerinin paralarını değerlendirmek için İsviçre’de kurulan Saudi Crown Invesment da ilgi göstermişti. 10 milyar dolarlık bu dev fonu Prens Bandar Bin Sultan Bin Abdulaziz yönetiyordu. Fon yöneticileri Başkent Doğalgaz ihalesi için Ankara’ya gelmiş ve üst düzey yetkililerle görüşmelerde bulunmuştu. Suudiler, Türk ekonomisinin sergilediği performanstan ciddi anlamda etkilenmiş ve bir Türk ortakla ihaleye girmek için çalışmalara başlamıştı. Ancak son dakikada özelleştirme sürecinde ortaya çıkan bir takım sorunları gerekçe göstererek özelleştirme yarışına katılmaktan vazgeçmişti. Çok değil, bundan sadece 2 ay önce Crown Invesment’ı yöneten Bandar Bin Sultan, Ortadoğu’nun en önemli istihbarat servislerinden birisi olarak kabul edilen Suudi Arabistan Gizli Servisi’nin (GIP) Başkanlığına getirildi. Uluslararası ilişkiler, sermaye piyasaları ve enerji alanında büyük bir birikime sahip olan Bin Sultan, Ortadoğu’daki casus savaşlarına farklı bir bakış açısı ve dinamizm getirecek gibi görünüyor...
Gizli servislerin çok önemli görevlerinden biri de ülke ekonomisine katkı sağlamaktır. İsrail istihbarat topluluğunun en gizli birimlerinden Lakam; savunma sanayii, nükleer enerji ve yüksek teknoloji ürünlerini bir şekilde ülkeye kazandırarak İsrail’in teknoloji ihraç eden ülkelerden biri olmasına yardımcı olmuştu.İsrail ve istihbarat sözcükleri yan yana geldiğinde akla gelen ilk kurum Mossad olacaktır. İstihbarat servisleri hakkında biraz okuyup yazanlar buna iç istihbarat örgütü Shin Beith ve askeri istihbarat birimi Aman’ı da ekler. Ama ‘Lakam’ sözcüğü tıpkı sıradan vatandaşlar gibi onlar için de yabancı bir sözcüktür. Oysaki, kısaltması ‘Lakam’ olan Bilimsel İstihbarat Ajansı’nın (Lishka Le’Kishrei Mada) İsrail istihbarat topluluğunun en gizemli ama aynı zamanda en yararlı birimidir. 240 milyar dolara ulaşan ülke ekonomisine yıllar boyunca önemli katkılar sağlamış ve daha da önemlisi İsrail ekonomisinin ayakta kalmasında hayati roller üstlenmiştir. Mirage Operasyonu1957 yılında Savunma Bakanlığına bağlı bir birim olarak kurulan Bilimsel İstihbarat Ajansı, Mossad ve Aman’dan farklı olarak ekonomik ihtiyaçları karşılamakla görevlendirildi. Ülke ekonomisinin ihtiyaç duyduğu her türlü bilimsel ve teknolojik bilgiyi mümkün olan her yolu kullanarak elde etmek servisin birinci göreviydi. Bu nedenle ‘her türlü yol’ tanımının içine şantaj, rüşvet, suikast ve adam kaçırma da dâhil edildi. Servis ilk yıllardan itibaren kritik öneme sahip sektörler olan savunma sanayi ve nükleer enerjiye odaklandı. 1948’de kurulan İsrail Devleti düşmanlarla çevrili bir Arap denizinin ortasında var olma mücadelesi veriyordu. İhtiyacı olan silahları dost ülkelerden temin eden İsrail, 1963 Savaşı’ndan sonra Avrupa ülkelerinin silah ambargosuna maruz kalınca büyük bir şok yaşamış, bundan ötürü de savunma sanayi milli güvenliğin birinci gündem maddesi haline gelmişti. Bu nedenle Lakam, ilk büyük operasyonunu 1968’de Fransızların milyarlarca dolar harcayarak geliştirdikleri Mirage III savaş uçaklarının projelerini çalarak gerçekleştirdi. Projede görevli İsviçreli mühendis Alfred Frauenknecht’i 200 bin dolar rüşvetle belgeleri satmaya ikna eden İsrail ajanları bu sayede İsrail havacılık endüstrisinin temellerini atmış oldu. Elde edilen bilgiler o kadar değerliydi ki, daha önce uçak almak için yabancı ülke ve şirketlerin kapısında bekleyen İsrailliler kısa zamanda Nesher (akbaba) adını verdikleri ilk yerli savaş uçaklarını imal etmeyi başardılar. Bununla da yetinmediler. Yeni bilgi ve Ar-Ge çalışmalarıyla savaş uçağı satan ülke haline geldiler. Lakam, ABD’den nükleer sırların çalınmasında da önemli roller üstlendi. Washington, New York, Boston ve Los Angeles şehirlerinde faaliyet gösteren İsrail ajanları her yıl binlerce sayfa bilgi ve belgeyi kargoyla İsrail’e gönderdi. Nükleer fizik alanındaki tüm gelişmeleri ve kişileri izleyip Tel Aviv’e rapor ettiler. Bugün İsrail yıllık 7.2 milyar dolarlık silah satışıyla dünyanın en büyük altıncı silah satıcısı. Yani İsrail savunma sanayinde net alıcı değil, net satıcı konumunda. Tanktan, uçağa, insansız hava aracından, otomatik tüfeklere kadar geniş bir ürün yelpazesine sahip olan İsrail savunma sanayinin gelişiminde Lakam’ın oynadığı rol büyük. Gizli servisin İsrail’in söz sahibi olduğu ve ihracat kalemi içinde önemli bir yere sahip olan ileri teknoloji ürünlerinin temin edilmesinde de etkin rol oynadığı öne sürülmekte. İsrail’de durum bu iken Türkiye’de bu alanda ne tür çalışmalar yapılıyor diye soracak olursanız, MİT’te yaşanan vizyon değişiminin bu alanda da kendisini gösterdiğini söyleyebiliriz. Henüz oldukça yeni de olsa MİT de savunma sanayi alanında faaliyet gösteren Aselsan, Havelsan ve Roketsan gibi şirket lere destek olmaya başladı. Umarız bu alanda da İsrail’le boy ölçüşebileceğimiz günler yakındır..Botaş’ın Ar-Ge bütçesi neden yok?Türkiye’niN enerji devlerinden Botaş, Türkiye açısından büyük önem taşıyan birçok projenin hayata geçirilmesinde çok önemli roller üstlenmiş dev bir şirket. Şirketin denetimden geçmiş faaliyet raporuna göre Botaş geçen yıl 26 milyar lira (15 milyar USD) ciroya ulaştı. Bilançoyu incelerken çok önemli bir kalemin uzun yıllardır ‘o’ olduğunu fark ettim. Bu kalem bugün her şirket için artık vazgeçilmez hale gelen Araştırma ve Geliştirme (Ar-Ge) harcamaları. Şirket verilerine göre BOTAŞ son 5 yılda hiç Ar-Ge harcaması yapmadı. Bir dönem Yunan milli gaz şirketi Depa’yı da almaya çalışan ve bölgesinde büyük oyuncu olmak için fırsat kollayan bir şirketin Ar-Ge’yi göz ardı etmesi günümüz dünyasında şirket için pek de olumlu bir durum değil. Adının açıklanmasını istemeyen eski bir Botaş yetkilisi bu konuda şunları aktardı: “BOTAŞ mutlaka Ar-Ge çalışmalarına başlatmalı; bunun için hukuki mevzuat, teknik altyapı gibi ne tür bir çalışma gerekiyorsa bir an önce hayata geçirilmeli. Bu birim uluslararası projelerin hayata geçirilmesi, verimlilik, müşteri davranışları, ileriye yönelik projeksiyonlar, otomasyon gibi alanlarda kuruma büyük katkı sağlayacaktır” Botaş’ın Türkiye’deki boru hatları uzunluğu 12 bin 215 kilometreye ulaştı. Kamu şirketi, Türkiye-Yunanistan, Nabucco (Türkiye-Avrupa), Trans Adriyatik, Irak-Türkiye, Mısır-Türkiye, Türkiye-Türkmenistan (Hazar geçişli), Türkiye-Azerbaycan (TANAP), Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) gibi çok sayıda ulusal ve uluslararası projenin ana oyuncusu konumunda. Şirket ayrıca büyük bölümü yurtiçinde tüketilen ve geçen yıl 39 milyar metreküpe ulaşan doğal gaz ticaretinin de en büyük oyuncusu.
Park Holding’in patronu Turgay Ciner ve Fatih Saraç tarafından kurulan UCZ 4 ay gibi kısa sürede 230 mağazalık büyük bir zincire dönüştü. 2013 sonunda 2 bin mağazaya ulaşması öngörülen UCZ’un ortakları arasına ünlü reklamcı Yiğit Şardan da katıldı.İşadamı Turgay Ciner, Türkiye’nin maden imparatoru olarak bilinir. Son yıllarda medya ve spor alanındaki yatırımlarıyla dikkat çeken ünlü işadamı başarı halkasına şimdi de perakende sektörünü eklemek istiyor. BİM, A-101, Migros, Tansaş, Şok gibi dev zincirlerin yer aldığı perakende arenasına UCZ Mağazaları ile adım atan Ciner, çok farklı bir mağaza ve satış stratejisiyle rakiplerinden pay almaya çalışıyor.Ayda 110 mağaza açacakUCZ, tahmin edeceğiniz üzere ‘ucuz’ sözcüğünün kısaltması. Şirketin isim babası BİM ve A-101 mağazalarının kuruluşunda aktif rol üstlenen Mehmet Fatih Saraç. Turgay Ciner ile kişisel dostluğu bulunan Saraç, işin operasyonel tarafını yöneten kişi. Edindiğimiz bilgilere göre şirketin kuruluş öyküsü de oldukça ilginç. 2 sene önce bir dost sohbetinde Turgay Ciner, perakende sektörüne girmek istediğini söyleyerek, Fatih Saraç’a “Bende para var, sende de tecrübe. Birlikte perakende sektöründe iş yapalım mı?” demiş. Bunun üzerine çalışmalar başlamış ve iki sene süren fizibilite çalışmalarının ardından Nisan 2012’de şirket ilk mağazasını İstanbul’da açmış.Faaliyetlerine Nisan’da başlayan UCZ, aradan geçen 4 ayda 230 mağazaya ulaşarak sektöre inanılmaz bir giriş yaptı. UCZ yönetimi önümüzdeki 1.5 yıl içinde toplam mağaza sayısını 2 bine çıkarmayı hedefliyor. Bu da her ay ortalama 110 yeni mağaza açılması anlamına geliyor. UCZ mağazalarını gezdiğinizde bunun imkânsız bir hedef olmadığını rahatlıkla görüyorsunuz. Ortalama 50 metrekare büyüklüğündeki mağazalar mahalle arasındaki bakkallarla hemen hemen aynı alana sahip. Aradaki en büyük fark bu mağazalarda sadece temel ihtiyaç maddelerinin satılması. Tabi bir de bu malların fiyatlarının bakkallara göre en az yüzde 30 daha ucuz olması...UCZ mağazalarını rakiplerinden farklı kılan bir diğer özelliği de genelde sokak aralarında konumlanması. Kendisine hedef kitle olarak alım gücü daha zayıf olan kesimleri seçen UCZ konsept olarak da çok farklı bir yapıya sahip. Örneğin mağazaların mesai düzenleri çalışan insanların da ihtiyaçları düşünülerek planlanmış. Sabah 07.00’de açılan kapılar akşam 22.00’ye kadar kapanmıyor. Böylece işe giden ve işten dönen müşterilerle doğrudan temas kuruluyor.Sadece temel ihtiyaç ürünlerinin satıldığı mağazalara yakın dönemde gazete stantları da koyulacak. 2 bin mağazaya ulaşacak bir zincirde her gün düzenli gazete satılması basın sektörünün yaşadığı tiraj kayıplarını azaltabilir. Şirkete yakın kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre şirket Anadolu’ya yayılmayacak. Hâlihazırda faaliyet gösteren 230 mağazanın tamamını İstanbul’a açan UCZ yönetimi yakın dönemde açılacak yeni birimlerin yine çok önemli bir bölümünü (yüzde 80) megapolde konumlandıracak. Diğer mağazalar ise Ankara ve İzmir gibi büyük şehirler de açılacak...Yiğit Şardan ortak olduTicaret Sicil Gazetesinde yer alan bilgilere göre UCZ Mağazacılık Nisan ayında kuruldu. 1 milyon lira sermaye ile kurulan şirketin çoğunluk hisselerini Turgay Ciner’in sahibi olduğu Park Holding, UCZ’un yüzde 90’ını elinde bulundururken geriye kalan yüzde 10’luk hisse ise Mehmet Fatih Saraç’ın elindeydi. Dört kişilik yönetim kurulunda ise şu isimler görev yapıyordu: Nedim Şener, Mehmet Fatih Saraç, Doğan Pençe, Orhan Yüksel28 Haziran’da yapılan olağanüstü genel kurul sonrasında şirketin sermayesi 3 milyon liraya çıkarken, ilginç bir isim şirkete ortak oldu: Yiğit Şardan.Reklam sektörünün önemli isimlerinden Yiğit Şardan, UCZ mağazalarına yüzde 10 ortak olarak perakende sektörünün bu yeni oyuncusuna duyulan güveni de pekiştirdi. Şirketin yönetim kurulu başkanlığını BİM ve A-101 gibi sektörün dev markalarının kuruluşunda aktif roller üstlenen ve perakende sektörünü çok iyi bilen biri isim olan Fatih Saraç üstlenmiş durumda. Saraç’ın sadece yüzde 10 hisse ile başkanlık görevini üstlenmesi de tarafların birbirilerine duydukları güvenin en önemli göstergesi olsa gerek...Devler arenasında Park Grubu’nun neler yapacağını ise bize zaman gösterecek...TMSF özel sektörden transfer yaptıTasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) Finansman Dairesi Başkanlığına Mehmet Ali Akben atandı. Akben, daha önce Türkiye Finans’ta genel müdür yardımcısı olarak görev yapıyordu. Bankanın Genel Müdürlüğüne Derya Gürerk’in getirilmesinin ardından yönetim ile anlaşmazlığa düşerek banka ile yollarını ayırmıştı. Hemen ardından ismi katılım bankacılığı yapması beklenen Adabank ile anılmış ve bu bankaya genel müdür yardımcısı olacağı konuşulmuştu. Bir dönem Bank Asya için de ismi geçen Akben, şimdi bankacılık kariyerini TMSF çatısı altında sürdürüyor. TMSF Başkanı Şakir Ercan Gül’ün özel sektörden başka transfer yapıp yapmayacağı ise büyük bir merak konusu...Enerjinin merkez üssü İstanbul olacakYarım asırı geride bırakan Atlantik Konseyi (Atlantic Council), bu yıl 15-16 Kasım tarihlerinde düzenleyeceği ‘Enerji ve Ekonomi Zirvesi’nin merkez üssü olarak İstanbul’u seçti. Dünyanın enerji ve ekonomi politikalarına yön veren isimleri bir araya getiren zirveye kamu ve özel sektörden üst düzey yetkililer katılacak. Bundan sonra her yıl İstanbul’da gerçekleştirilecek toplantının adı da, “Atlantik Konseyi Enerji ve Ekonomi Zirvesi” olarak değiştirildi. Asya’dan Avrupa’ya geniş bir bölgeyi kapsayan zirvede, yeniden şekillenen Ortadoğu, ekonomik krizle mücadele eden Avrupa ve Balkan ülkelerinin ekonomi ve enerji politikaları masaya yatırılacak. Dünyanın önde gelen liderleri ve iş adamları, yuvarlak masa toplantıları ve ikili görüşmelerle iş fırsatlarını, enerji gelişmelerini ve politik sorunları değerlendirecek
TRT, 1. Lig sponsorluğu için PTT ile el sıkıştı. Üç yıllık anlaşmada PTT, ilk yıl için yaklaşık 13 milyon lira ödeyecek. Fiyat ikinci yıldan itibaren TÜFE oranında zamlanacak.Yılda 3.5 milyon kişiyi stadyuma, milyonlarca futbolseveri de ekranları başına toplayan TFF 1. Lig’in yeni isim sponsoru PTT oldu. Lig’in yayın haklarını elinde bulunduran TRT ile PTT uzun süren görüşmelerin ardından fiyatta anlaştı ve taraflar sponsorluk için el sıkıştı. Edinilen bilgilere göre taraflar 2+1 olmak üzere toplam 3 yıllığına anlaştı. Yapılan anlaşmaya göre PTT ilk yıl yaklaşık 13 milyon lira (7 milyon dolar) ödeyecek. İkinci yıldan itibaren fiyat her yıl enflasyon nisbetinde artacak. TRT yönetimi 2008’de Bank Asya ile başladıkları isim sponsorluğu çalışmalarında gelinen noktadan oldukça memnun. Bank Asya’dan yılda ortalama 10 milyon lira kazanç elde eden TRT, yeni anlaşmayla rakamı yüzde 30 arttırmayı başardı. Ancak bu durum bile TRT’nin kâr etmesini sağlamıyor. Türkiye Futbol Federasyonu ile yapılan anlaşma gereği olarak federasyona yılda 45 milyon lira ödeniyor. Buna operasyonel giderler de dahil edildiğinde 1. Lig’in TRT’ye maliyeti yaklaşık 60 milyon liraya ulaşıyor. Dolayısıyla reklam gelirlerinde sağlanan artış kurumun bir anlamda naklen yayından kaynaklanan zararın azalması anlamına geliyor. TRT yönetimi sponsorluk görüşmeleri için daha önce kadar aralarında bankalar, telekom ve enerji şirketlerinin de yer aldığı birçok şirket ve holdingin kapısını çalmıştı. Bu şirketler arasında Türk Telekom, Halkbank, Vakıflar Bankası ve Azeri Socar da bulunuyordu. TRT her hafta oynanan 9 maçtan sadece 5 tanesini yayınlıyor. Kalan 4 maçın farklı bir yayıncı kuruluş tarafından yayınlanması gündemde.PTT kâr rekoru kırıyor1.Lig’e adını veren PTT, son yıllarda sergilediği performans ile dikkat çekiyor. 2011 yılında 174 milyon lira kâr elde eden şirket, şu anda 4 bin 300 hizmet noktasıyla milyonlarca müşteriye hizmet veriyor. 2003’ten itibaren ciddi bir yeniden yapılanma sürecine giren PTT, bu dönemde attığı adımların karşılığını kısa zamanda aldı. PTT’nin cirosu ve kârı bu tarihten itibaren süratle yükselmeye başladı. 2003’te 716 milyon lira olan ciro 2011 sonunda yüzde 150 artışla 1.8 milyar liraya yükseldi. Yine aynı dönemde 25 milyon lira olan kâr 7 kat artışla 174 milyon lira olarak gerçekleşti. Şirketin posta, kargo ve lojistik alanındaki altyapısı tamamen yenilendi ve dünya devleriyle rekabet eder konuma geldi. Genel Müdür Osman Tural ve ekibi, Avrupa’daki Postbank modelini yakından inceleyerek benzer bir modeli Türkiye’de hayata geçirdi. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) ile görüşen PTT bürokratları, mevduat toplama haricinde tüm bankacılık işlemlerini yapan bir kurum oluşturmayı başardılar. Yılda 1.9 milyon müşteriye hizmet veren PTTbank’larda fatura tahsilatından, maaş ödemesine, para transferinden, kredi kartına, sigorta poliçesinden, döviz işlemlerine kadar çok geniş bir yelpazede hizmet veriliyor. Genel Müdür Osman Tural, “2012’den itibaren yurtdışına para transferi işlemlerine de başladık. Ürün çeşitliliği anlamında tam bir banka gibi hizmet veriyoruz” diye konuştu. Kurum bu değişim süreci için yaklaşık 200 milyon liralık altyapı harcaması gerçekleştirdi.Şirketin en büyük gelir kalemini ise hala posta oluşturuyor. PTT tarafından yayınlanan istatistiklere göre geçen yıl 1 milyar 788 milyon lira olan toplam gelirin yüzde 59’u yani 1 milyar 60 milyon lirası posta hizmetlerinden geldi. 370 milyon lirası bankacılık, 136 milyon lirası da lojistik faaliyetlerinden kaynaklandı.