Yunanistan’ın kayalık ve büyüleyici Meteora oluşumu Game of Thrones dizisinede ev sahipliği yapmış gerçek ve gerçek üstünün ayrıldığı bir nokta.Çok yakınımızda, doğası kadar mistik özellikleri ile de ziyaretçilerini büyülemeyi garanti eden bir yer var: Meteora. Yunanistan’ın Kastraki ve Kalambaka köylerinin hemen yanındaki bir bölge olan Meteora, bir günde gezilecek kadar küçük bir bölge olduğundan Yunanistan seyahat planınızın bir parçası olabilecek, mutlaka görülmesi gereken coğrafyalardan biri.Meteora bir manastırlar bölgesi. Meteora isminin anlamı ise “havada asılı” ya da “gökyüzünde asılı” demek. Meteora’yı dünya çapında ayrıcalıklı yapan iki önemli özelliği var: yükseklik ve ihtişamı ile büyüleyen kayalıkları ve uzun geçmişe sahip manastırların bu kayalıkların üzerinde bulunuyor olması. Yükseklikleri 550 metreyi bulan bu kayalıklar, binlerce yıl önce yoğun su hareketleri, rüzgarlar ve sıcaklık değişiklikleri nedeni ile oluşmuş. Koyu renkleri ile de dikkat çeken bu muhteşem doğa parçaları, uzaktan bakıldığında adeta doğanın yüceliğini kanıtlarcasına karşımızda dimdik dururken, üzerlerine yapılan manastırlarla doğa ve inancı buluşturmuşlar. Bölge, UNESCO Dünya Mirasları Listesi’nde yer alıyor. Bölgeye araba ile yaklaşırken, gerçekten gökyüzünde asılıymışçasına size tepeden bakan manastırların nasıl olup da inşa edildiği, insanların buralarda nasıl yaşamlarını idame ettirebildikleri insanın aklına ilk gelen sorular. Elbette burada yaşayan keşişlerin haklı gerekçeleri var; inziva için paha biçilmez bir yer. Olası saldırılara karşı da son derece korunaklı. Anlatılanlara göre, dokuzuncu yüzyılda Ortodoks keşişler inzivaya çekilmek amacıyla, bu dev kayaların çeşitli yerlerinde bulunan mağaralara gelmişler. Bir süre sonra da kayaların en üstündeki düzlüklere manastırları yapmışlar. Yirminin üstünde manastır yapmış. Bugün sadece 6 tanesi kullanılıyor ve ziyarete açık. Kadın ziyaretçilerin etek giymeleri gerekiyor, aksi halde içeri girme şansları yok.Ulaşım ve konaklamaMeteora’ya Atina’dan ya da Selanik’ten, karayolu ile gidebiliyorsunuz. Yol manzarası da çok güzel. Dilerseniz manastırlara yakın köyler olan Kalambaka ve Kastraki köylerinde konaklayabilirsiniz. Manastırlar nedeni ile turizm açısından oldukça gelişmiş bir bölge olduğundan konaklayabileceğiniz birçok pansiyon ve otel bulabiliyorsunuz. Kalacak yer tercihinizde, Meteora bölgesini ve manastırları gören otel ve pansiyonları öneririm. Ayrıca bu köylerde keyifli vakit geçirebileceğiniz kafeler, otantik restoran ve tavernalar bulunuyor. Restoran ve tavernalarda, canlı müzik eşliğinde Yunan mutfağının lezzetlerini oldukça uygun fiyatlara deneyimleyebilirsiniz. Manastırların özellikleriAnapausas, sizi ilk karşılayan manastırlardan biri, diğerlerine göre hem daha küçük hem de farklı bir yapıda. En büyük manastır Büyük Meteoron. 1356 yılında yapılmış. Görmek için 400 basamak çıkmanız gerekiyor. Üç ana bölümden oluşuyor. İçinde ihtiyaçlara yönelik, mutfak, mezar odası, kilise vs. pek çok fonksiyonel bölüm var. Varlaam, büyüklük açısından ikinci manastır. En ilginç yanlarından biri içinde bir hastane bulunması. Ayrıca, alışveriş yapmak isteyenler için küçük bir dükkânı var. Roussanou, diğerlerine nazaran biraz daha yükseğe yapılmış. Burada da duvar resimleri bulunuyor. İkinci Dünya Savaşı’nda zarar görmüş. Daha sonra arkeologlar tarafından onarılmış. Küçük bir rahibe gurubu tarafından kullanılıyor.St. Stephen Manastırı araba ile en kolay ulaşılan manastır. Bu manastı da ikinci dünya savaşında zarar görmüş. Keşişler tarafından yeniden inşa edilmiş. Rahibelerin yaşadığı tek manastır burası. Agia Tiada ya da Trinity Manastırı olarak bilinen manastır ise, Roger Moore’un oynadığı “For Your Eyes Only” isimli James Bond filminde kullanıldığı için oldukça ünlü.
Venedik, Adriyatik denizi kıyısındaki ayrıcalıklı konumu ile olduğu kadar, tarih ve doğayı aşk ve romantizmle buluşturan şehirlerden biri. Venedik gezmekle bitmeyecek bir şehir. Birçok bölgeden oluşuyor. Bunlardan en ünlüsü elbette 118 adanın bulunduğu Sestieri. Adalar arasında 170 kanal ve bu kanallar üzerinde de 400 köprü bulunuyor. Araç trafiğinin olmadığı, bir yerden bir yere gitmek için ancak kanallar ve köprüleri kullanabileceğiniz bir şehri yaşamak muhteşem bir deneyim.3 bin 800 metre uzunluğundaki Büyük Kanal şehri ikiye bölüyor. Bizdeki ana caddelerin karşılığı diyebiliriz bu kanal için, şehrin asıl trafiği burada akıyor.Venedik kanallar şehri ama size şehrin daracık sokaklarında kaybolmanızı öneriyorum, şehrin aşk ve tarih kokan ruhunu bu sokaklarda hissedeceksiniz. Venedik’e hangi yoldan gelirseniz gelin ilk durağınız San Marco Meydanı olacak. Meydanda San Marco Sarayı’nın karşısına geçip, etraftaki kalabalığa aldırmadan, kendinizi zamanın dışında hissetme olanağı tanıyan bu yapıya uzun uzun bakmanızı da öneririm. Sonrasında gezmek için o kadar çok seçeneğiniz olacak ki. San Marco Bazilikası, Dükler Sarayı ve Aziz Mark’ın Çan Kulesi gibi birçok tarihi yapı ile Correr Müzesi’ne öncelik verebilirsiniz. AVM’leri olmayan Venedik’in sokak pazarları dolaşmak da ayrı bir keyif.Sonbaharda şehir bir başka güzelVenedik dendiğinde ilk akla gelenlerden biri Venedik Karnavalı, diğer adı ile Venedik Maske Festivali. Özellikle fotoğrafçılar için bulunmaz görsel fırsatlar sunan karnavalın başlangıcı 12. yüzyıla kadar gidiyor. San Marco Meydanı karnaval süresince etkinliklerin merkezi olma rolünü üstleniyor. Elbette bu etkinliklerin en ilgi çekeni her gün yapılan kostüm yarışması, Venedik sokaklarını bir görsel şölene dönüştürüyor. Size önerim Venedik’i karnaval zamanı dışında ziyaret etmeniz ve şehri doyasıya yaşamanız. Önümüzdeki sonbahar ayları bunun için en uygun zamanlar.Romantizm zirvede...Venedik kendine has özellikleri ile dünyanın en romantik, aşkı tüm hücrelerinizde hissedebileceğiniz bir şehir. Özellikle dar kanallarında sevgilinizle yapacağınız gondol turları yaşamınızın asla unutamayacağınız anları arasına girecektir. Benden tavsiye; sevgilinizle ayrıca San Marco Meydanı’nda bulunan Ristorante Antico Pignolo’nun eşsiz lezzetlerinin tadına bakın, derim. 1930’dan bugüne gelen ve birçok ünlünün yemek yediği restoranın 1500 etiketli seçme şaraplardan oluşan bir kavı var.La Fenice TiyatrosuVenedik’te yapılması gerekenlerden biri de La Fenice Tiyatrosu’nda bir etkinliğe katılarak hem sanatın hem de tiyatrodan taşan tarihin tadını çıkarmak. 1792’de inşa edilen bina, tarih boyunca birçok yangında hasar görüp yeniden yapılmış. Venedik’te birçok tarihi yapı benzer bir kadere sahip. Şehrin tarihe sahip çıkışına ise hayran olmamak mümkün değil.
Deniz, tarih ve doğanın yanı sıra, konfor, medeniyet ve kalite arıyorsanız Adriyatik Denizi’nde harika bir tatil önerim var: Dubrovnik.Hırvatistan’ın güneyinde bulunan Dubrovnik, Adriyatik sahilinde, deniz, doğa ve tarihi güzelliğini, bugün ile buluşturan bir kent. Eski adı Ragusa, “Hırvatların ülkesi” anlamına geliyor. Dubrovnik ismini sonradan şehrin etrafında bulunan ve bir çeşit meşe ağacı olan Dubrava isimli ağaçlar nedeni ile almış.Tarihi yaşatan kentDubrovnik, Orta çağa ait tarihsel eserleri ile ünlü kentlerden biri. Tarih boyunca birçok savaş geçirmiş, ancak 1991’deki bağımsızlık savaşı sırasında kentin tarihi dokusu da çok hasar görmüş. UNESCO’nun koruması altında olan kent, UNESCO desteği ile öyle iyi bir restorasyondan geçmiş ki, tarihi kent neredeyse yeniden kurulmuş. Turizm açısında başarısının nedeni konuk ettiği turistlere gösterdiği güler yüz, konfor, hemen her gün karşılaşacağınız birbirinden ilginç ve keyifli etkinlikler. Kent tertemiz. Trafik kurallarına herkes uyuyor.Kentin simgeleri Dubrovnik’in dört ana bölgeden oluştuğunu söyleyebilirim. Limanın olduğu bölge Gruz, Lapad ve Babin Kuk, otellerin yoğun olarak bulunduğu bölgeler. Dubrovnik’i tanımak isteyenler için en önemli bölge Stari Grad diye bilinen eski şehir. Dubrovnik’in gezilecek en önemli yeri elbette tarihi kalesi. Ücret ödeyerek, Dubrovnik’e karakteristik görünümünü veren surlar üzerinde gezebiliyorsunuz. Surları gezmenizi kesinlikle tavsiye ederim çünkü buradan muhteşem manzaralarıyla Dubrovnik kıyılarını izleyebiliyorsunuz.Yemek konaklama alışverişDubrovnik’te pizza ve makarna tercih edebileceğiniz başarılı lezzetler arasında. Gezdiğiniz hemen her yerde lavanta torbaları göreceksiniz. Çünkü yakın bölgelerde lavanta tarlaları var. Mandalina reçeli ve zeytin ürünleri bu tür alışverişler için ideal. Konaklama açısından denize kıyısı olan beş yıldızlı otellerin yanı sıra eski kente yakın pansiyonlar ve üç yıldızlı otelleri de tercih edebilirsiniz.Gezilecek yerlerLokrum Adası: Ploce Kapısının bulunduğu limandan adaya sürekli seferler var, tekne ile on dakikada gidiliyor. Adada bir göl ve manastır var. Buradan denize de girilebiliyor. ST. Blaise Kilisesi: 1715’te inşa edilmiş olan bu kilisenin mermer işlemeleri görülmeye değer. Dubrovnik’in en önemli dini mekanlarından biri. Franciscan Manastırı: 13. yüzyılda inşa edilmiş. Gotik ve Rönesans etkilerinin hâkim olduğu bir yapı. İçerisinde dünyanın en eski eczanesine ait objeler bulunan bir müze ve 70.000’den fazla kitaba sahip bir kütüphane bulunuyor.Bavulunuzda bulunsunDinamik renk birliktelikleriyle yazın enerjisini yansıtan Arena mayo. Sportive mağazalarında satışa sunulan, hızlı kuruma teknolojisinin yanı sıra farklı renk seçenekleriyle de dikkat çeken Arena mayo şort.Adriyatik’in incisi Dubrovnik’te denizin tadını çıkartmak isteyenler için Arena markalı yüzücü gözlüğü.Pamuklu kumaşıyla konfor sunan Sportive markalı tişört.
Manastır Hotel öylesine güzel bir konumdaki adeta bir terastan bakıyorsunuz Bodrum’a...Geçtiğimiz hafta bir tatil klasiği olarak Bodrum’a gittim. Bodrum benim tatil alışkanlık-larımdan biridir aslında. Her yıl en az bir kez giderim. Ancak bu yıl farklı bir seçeneği değerlendirip Manastır Hotel’e gittim.Bir Bodrum hayranı olarak gittiğim Manastır Hotel’de Bodrum’a bir kez daha ve biraz daha fazla hayran oldum. Bunun çok somut ve basit bir nedeni vardı. Çünkü Manastır Hotel öylesine güzel bir konumdaki adeta bir terastan bakıyorsunuz Bodrum’a. Bodrum hem en güzel manzarası ile her an gözümün önünde hem de yine Manastır Hotel’in konumu nedeni ile de kalabalıktan uzak bir tatil sundu bana. Bodrum’a hem çok hem de çok uzaktaydım. O kadar ki dışarı çıkmakla hotelde kalmak arasında kararsızlık yaşadığım anlar olmadı değil.Bodrum, hem gezip eğlenmek hem de yüzüp dinlenmek isteyenlere yıllar boyunca fazlasıyla tatminkâr cevaplar verebilen, gerçekten ayrıcalıklı bir yer. Elbette bunda, tarih boyunca devraldığı kültürel ve sosyal mirasın da payı yadsınamaz. Bodrum’un bu iki ayrı yüzünü de tanımak; bunları bir arada yaşamak isteyenler için Manastır Hotel ideal bir konuma sahip. Dilediğiniz anda dışarı çıkıp kendinizi Bodrum’un en hareketli eğlence mekanlarının içinde bulabilirsiniz.12 ay hizmet veriyorAkşamın sessizliğini hiçbir gürültünün bozmadığı, Bodrum Kalesi manzarasını izleyerek yemeğinizi yiyibileceğiniz gibi, otelden yalnızca birkaç dakika uzaklıktaki Bodrum’un merkezinde yer alan hareketli hayatın akışına da dahil olabilirsiniz. Aynı zamanda merkeze ya da marinaya bu kadar yakınken tertemiz denizin tadını çıkarabilir; öğleden sonra ise yürüyerek tarihî sokakları keşfedebilir veya müzeleri gezebilirsiniz. Nasıl ki Bodrum, her yaş grubuna ve her farklı talebe cevap verebiliyorsa, sunduğu olanaklarla Manastır Hotel’de Bodrum’un bu ruhunu yakalamayı başarmış. Ve bu hizmeti yılın 12 ayı açık kalarak sürdüyor. Üstelik iş amaçlı toplantı seyahatleri için de uygun donanıma sahip.Manastır Hotel’in konumu, bahçe düzeni, mimarisi ve Bodrum’un terasıymış gibi bir manzaraya sahip olmasının yanı sıra, çok lezzetli tatlar üreten bir de mutfak ekibi var. Zengin ve sağlıklı kahvaltısı tam bizim damak tadımız için. Öğlen sonrası atıştırmalıkları, salata çeşitleri ve kimsenin es geçemeyeceği tatlı dolabı... Akşam yemeği ise ayrı bir fasıl. Her lezzete hitap edecek zengin bir mönüsü var. Özellikle zeytinyağlı ve diğer tüm mezeleri rahatlıkla tavsiye ederim.Kısacık Bodrum tatilim nihayetlendi. Fakat Bodrum’a gelen herkesin anılarının olduğu, havuz başı yenilenmiş Manastır Hotel tekrar benim değişmezim olacak.Manastır Hotel TAV Passport üyelerine özel ayrıcalıklar sunuyor. TAV Passport üyeleri Manastır otelde konaklamada yüzde 20 yiyecek ve içecekte yüzde 10 indirim ile faydalanabiliyorlar.İletişim:Manastır HotelE-mail: info@manastirhotel.comTel: 0 252 316 27 72
Meis, Türkiye’ye en yakın Yunan adası, Kaş’tan baktığınızda sizi konuk etmeye hazır bir edayla bekliyor adeta. Kaş, Meis arası 2,2 km. Kaş’tan feribotla yirmi dakikada ulaşılabiliyor. İsterseniz yüzerek bile geçebileceğiniz kadar yakın, ama bence yüzme keyfinizi Meis’e saklamanızı öneririm. Çünkü denizi adanın kendisi kadar güzel. Ama kum ya da çakıl plaj arıyorsanız Meis’te yok, uyarmadı demeyin. Aya Yorgi Plajı bunlardan biri.Meis, Yunanistan anakarasına en uzak ada. Meis sözcüğü “göz” anlamına geliyor. Yani “Kaş”la “Göz” arasında gidip geleceğiniz bir yer. Yunanlılar adaya Kastellorizo diyorlar. Adanın uzaktan kızılımsı görünen kayaları nedeni ile olsa gerek Osmanlılar Kızılhisar Adası derlermiş. Benzer nedenle Kastellorizo ismi de Saint Jean Şövalyeleri’nden geliyor; şövalyeler adayı üs olarak kullanırlarmış ve şimdi Saint Jean Şövalyeleri Kalesi olarak bilinen kaleye kızıl şato denirmiş. Saint Jean Şövalyeleri’nin kalesi adanın görülmesi gereken yerlerinden biri. Adanın bir de resmi adı var: Megisti. Megisti’nin anlamı, adanın kendisi ile tezat oluşturuyor, “en büyük” anlamına geliyor çünkü.Muhteşem manzara ve leziz yemeklerAdanın muhteşem bir manzarası var. Hem doğa hem de tarihsel açıdan güzel kalmasının nedeni inşaata ve izinsiz yapılaşmaya izin verilmemesi. Hem idari yönetimin hem de yerli halkın adanın korunmasına gösterdikleri özen hayranlık uyandırıcı. Her yer tertemiz, rengarenk ve huzur dolu. Adanın bu muhteşem manzarasını görmek için, ada merkezinin hemen arkasında bulunan tepeye çıkacaksınız. Tepeye çıkan merdivenler ve sizi yormayacak düzlükler sayesinde zorlanmadan keyifle çıkabilirsiniz. Tepeye çıktığınızda Aya Yorgi Manastırı’nı da ziyaret edebilirsiniz.Carettalar, foklar ve Mavi MağaraMeis, carettalarla dost bir ada. Böyle olunca kıyıya çekinmeden yanaşıyorlar. Yemeklerinizi yerken limanın içine giren carettalarla karşılaşabilirsiniz.Meis’in görülmesi gereken en keyifli yerlerinden biri Mavi Mağara. Benim Akdeniz’de gördüğüm en güzel mağara. Mağaraya karadan ulaşım yok, tekne ya da küçük botlarla gidiliyor.Şanslı iseniz, bu kısa yolculukta foklarla karşılaşabilirsiniz. Daha cazip olan ise şu: mağaranın içinde yüzebilirsiniz. Çünkü Mavi Mağara Eğe ve Akdeniz’in en büyük mağaralarından biri.Adayı ünlü yapan Mediterraneo filmiSinema severler Meis’i Gabriele Salvatores’in 1991 yapımı Oscarlı “Mediterraneo” (Akdeniz) filminden hatırlayacaklardır. Benim de Meis adası ile ilk tanışmam bu filmle oldu. İkinci Dünya Savaşı sırasında bu minik adaya çıkan bir grup İtalyan askerinin savaşı unutarak uzun yıllar adada kalmaları ve ada yaşamına nasıl uyum sağladıklarına dair olan bu film “Kaçma şansı olanlara ithaf edilmiştir” yazısı ile sona erer. Filmi izledikten sonra Meis’e gitmek kaçınılmazdı benim için ve sonrasında Meis çok sık gittiğim yerlerden biri oldu. Filmin pek çok sahnesi Chorafia mahallesinde çekilmiş.Mahallenin meydanında ise ismini filmden alan Cafe Mediterrano bulunuyor.Yönetim olarak Rodos’a bağlı olan Meis’ten Rodos’a geçme şansınız da var. Her gün uçak seferleri, belirli günlerde de feribot seferleri bulunuyor.
İtalya’nın güneyindeki Amalfi sahilinin en büyük kasabası Sorrento; dar sokakları, tarih kokan binaları ve limon bahçeleriyle tam bir masal diyarı.İtalya’nın güneyinde, falez kayalıkları üzerine kurulmuş Amalfi sahilinin en büyük kasabası Sorrento, konumu itibari ile yakınında bulunan birçok farklı bölgeyi de gezme şansı sağlayan harika bir gezi noktası.Ben Sorrento seyahatimi Napoli’den başlayıp Capri Adası’nda sonlan-dıracağım bir rota çizerek planladım. Sorrento’ya Napoli Havaalanı’ndan gidiliyor. Napoli’ye inmişken, Napoli’den başlayıp Pompeiantik kentinde tarihe daldım. Sonrasında falezler arasında kıvrılıp koruma altındaki yolu izleyerek Sorrento, Positano ve Amalfi’ye kadar ulaştım. Dönüşte ise Napoli limanından kalkan bir feribot ile kendimi ünlü Capri adasının dar ve şirin sokaklarına attım.Lavlardan yeniden doğan PompeiNapoli’den Sorrento’ya giderken, Pompei ve Vezüv yanardağlarını gezdim ama siz doğrudan Sorrento’ya gidip daha sonra Pompei’ye bir gün ayırabilirsiniz, çünkü Sorrento’dan Pompei’ye günübirlik geziler düzenleniyor. Pompei kocaman antik bir şehir ve Vezüv yanardağına yaklaşık otuz dakikalık mesafede. Şehrin hazin bir hikayesi var: M.Ö. 79 yılında yanardağın püskürmesi ile Pompei şehri yok olmuş, lavlar altında kalmış. Kentin tekrar ortaya çıkışı ise 1748 yılına dayanıyor. Bir köylünün Pompei’de heykeller bulması üzerine bölgede kazı yapılmış ve eski şehir ortaya çıkartılmış. Limon ve portakal bahçelerini mutlaka görün Sorrentoyarım adasının merkezi ve en canlı yerlerinden biri PiazzaTasso Meydanı. Burada bulunan Corrale Sarayı ve 14. yüzyılda yapılan katedral görülmeye değer. Manzara mı istiyorsunuz; ViaCasareo’daki freskolarla süslü SedileDominova terasına gideceksiniz. Gezebileceğiniz iki müze: Sorrento Peninsula Arkeoloji Müzesi ve Bottega DellaTersia Lignea Müzesi.Doğa tutkunları Sorrento’nun limon ve portakal bahçelerini ziyaret etmekten hoşlanaca, mis kokularla büyüleneceklerdir. Ayrıca Sorrento ile bütünleşen bir şey daha var: Limoncello. Limoncelloların tadına bakmadan Sorrento’dan ayrılmayın. Ünlü simaların mekanı CapriCapri, minicik bir ada ama sosyetenin gözde mekânı, dolayısıyla pahalı bir coğrafya. Lüks bir tatil yapmayı düşünmüyorsanız, tüm adayı keyifle gezmek için bir gün yeterli. Capri adasını gezmek için yürüyüş dışındaki seçenek füniküler. Capri’yi ünlü kayaları Faraglioni’yi görmeden terk etmeyin.
Lizbon, içinden Boğaz genişliğinde bir nehir geçen ve yine İstanbul gibi 7 tepe üzerine kurulu tarihi dokusunu korunan, neşeli ve romantik bir kent... Portekiz’in başkenti Lizbon, Atlas Okyanusu’nun kuzeydoğu kıyılarında yer alan, Akdeniz ikliminden nasibini fazlasıyla almış, Avrupa’nın hem tabii hem beşerî güzelliklerle bezeli hem de refah seviyesi en yüksek şehirlerinden biri. Ilıman bir iklime sahip olduğu için dört mevsim ziyaret edebileceğiniz bir kent. Lizbon’da bulunan ve Avrupa’nın en büyük havalimanlarından biri olan Portela Havalimanı’na indiğinizde, size önerim hemen bir “Lizbon Kart” almanız. Bir tür şehir kart olan ve toplu taşımadan, 23 tane müzeden ve şehirdeki birtakım kültürel etkinliklerden ücretsiz faydalanabileceğiniz “Lizbon Kart” edinmek, seyahatinizi oldukça kolaylaştıracaktır. Bu kartı, havalimanından temin edebileceğiniz gibi internet üzerinden de satın alabilirsiniz.Lizbon, bazı özellikleri ile İstanbul’a benziyor. Şehrin içindeki karşı kıyıları birbirine bağlayan iki köprüsü var ve şehir yedi tepe üzerine kurulmuş. Ayrıca, tarihî bir tramvaya sahip olması, denize çıkan sokaklar, eski imparatorluğun başkenti olması, her köşeye sinen tarih kokusu bu benzerliklerden birkaçı.Yedi tepe üzerine kurulu şehirLizbon inişli çıkışlı bir coğrafyaya sahip olduğundan birçok cadde ve sokağa geçiş için asansörler ve füniküler sistemler yapmışlar. Santa Justa Asansörü bunlardan en ünlüsü çünkü neo-gotik mimarisi ile her göreni hayran bırakıyor. Bu asansör Lizbon’un Baixa semtinden Chiado semtine geçiş sağlamak için yapılmış. Ama aynı zamanda bu yapının en üstüne çıkıp Lizbon manzarası izlemek için de kullanılıyor. Eyfel Kulesi’nin mimarı Gustave Eiffel’e çıraklık yapmış Raoul de Mesnier du Ponsard tarafından tasarlanmış.Fadonun doğduğu yer AlfamaEn çok da fotoğraf tutkunlarının hayran kalacağı, Lizbon’un en eski tarihî semtlerinden olan Alfama, şehrin en yüksek tepesine inşa edilmiş São Jorge Kalesi’nden Tajo Nehri kıyılarına kadar uzanan, yokuş aşağı bir yer. Kaleden nehre inerken kıvrım kıvrım, daracık, parke taşlı sokaklardan geçecek, bu sokaklara açılan birbirinden güzel seramik kaplı evlerine hayran kalacaksınız. Ayrıca dünyaca ünlü Portekiz halk müziği olan “fado”nun doğduğu yer. Fado, denizci eşleri seyirdeyken geride kalan kadınların söyledikleri müzik. Bu müziği dinlerken hüzün ve özlem duygusunu iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Alfama’ya gelip de fado gecesine katılmadan dönmeyin.Müze ve tarihi yapıların adresi BelémBelém ise Lizbon’un bir diğer tarihî bölgesi. Burada da gezebileceğiniz pek çok yer var. UNESCO tarafından Dünya Mirası Listesi’ne de dâhil edilen Belém Kulesi ve Jerónimos Manastırı mutlaka görmelisiniz diyeceğim yerler. Her ikisi de 16’ncı yüzyılda yapılan ve eşsiz bir mimari üsluba sahip olan bu yapılar, Lizbon’un sembollerinden sayılıyor. Jerónimos Manastırı, Vasco de Gama’nın Hindistan seferinden dönüşü adına yapılmış ve inşaatı 72 yıl sürmüş. Sintra da Lizbon’un gezginler açısından popüler bölgelerinden biri. Burada ziyaret edeceğiniz yerlerden biri de Regaleira Sarayı olmalı. Tüneller, labirentler, köprü ve kulelerin yanı sıra göl, mağara ve zengin bir bitki örtüsüne sahip parkı da bulunan saray, Orta Çağ’dan günümüze kalan en önemli mimari yapılardan biri. Hesaplı ulaşım Portela Havalimanı’na İstanbul’dan aktarmasız ulaşabiliyorsunuz. Uçuş yaklaşık beş saat sürüyor. Şehre çok yakın bir mesafede bulunan ve Lizbon Havalimanı olarak da adlandırılan Portela’dan şehrin merkezine ulaşım ise oldukça kolay ve zahmetsiz.
On iki adaların en büyüğü Rodos. Burada romantik ve sakin bir tatil yapmak da, sabaha kadar doyasıya eğlenmek de mümkün... Rodos, yakınlığı ve kolay ulaşımı, sahilleri, mimarisi ve misafirperverliği ile Türk turistlerin gözde adalarından biri. Marmaris, Fethiye, Bodrum ve Datça’dan deniz yolu ile kısa bir sürede Rodos’a varıyorsunuz. Günün her saati kalabalık ve canlı olan ünlü Mandraki Limanı’na yaklaşırken gördüğünüz turkuaz renkli sahiller insanı büyülüyor. On iki adaların en büyüğü Rodos, Ege’yle Akdeniz’in birleştiği noktadan adeta ışıl ışıl gülümsüyor. Burada huzurlu ve dingin bir tatil, doğa ve deniz, istediğinizde hareket ve eğlence, gezecek tarihi ve kültürel yerler, hepsi var.Rodos’a gelenleri ilk karşılayan limandaki iki heykelcik oluyor. Limanın iki ayrı ucunda bulunan bronz geyik heykeller Rodos’un sembolü olarak kabul ediliyor. Aslında yüzlerce yıl önce bunların yerinde güneş tanrısı Helios’un heykelinin ayakları varmış. Rodos sakinleri tarafından kuşatmadan kurtulunca sevinçlerini ifade etmek için Lindoslu Khares’e yaptırıldığı söylenen bu heykel, 32 metre yüksekliğindeymiş. Büyük bir depremde yıkıldığı iddia edilen devasa heykel, halen dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul ediliyor. Mitolojiye göre; Güneş tanrısı Helios, deniz tanrısı Poseidon’un kızına aşık olmuş, kızın adı Rodos’muş… Rodos o zamandan bu yana aşıkların adası olarak kabul edilmiş.Diğer Yunan Adaları gibi Rodos da bizim Ege kasabalarımıza benziyor. Sokak aralarında dinlenen kedileri, pencerelerinden dantel perdelerin havalandığı evleri, kapıların önünde oturan yaşlı teyzeleri görünce kendinizi daha yakın hissediyorsunuz bu coğrafyaya.İki farklı dünya barındırıyorRodos iki farklı dünyayı yansıtan 1400 kilometrelik bir ada, eski ve yeni olmak üzere iki farklı bölgeden oluşuyor. Ben Rodos seyahatlerimde eski Rodos’ta kalmayı tercih ediyorum. Eski Rodos, 14. ve 16. yüzyıllar arasında Rodos şövalyeleri tarafından yapılmış. Yeni Rodos ise modern mimarisi, beş yıldızlı otelleri, uzun sahilleri ile ziyaretçilerini etkiliyor. Kalithea ve Faliraki plajları çok popüler.Şovalyelerin ruhu adaya hakimŞövalyeler bir zamanlar Rodos’un çarşısını bir duvarla ayırarak küçük olan bölgeye Collachium, büyük olan bölgeye ise Chora demişler. Rodos’ta Sokrates Caddesi çok hareketli bir yer. Hipokrat Meydanı, Şövalyeler döneminde ikiye ayrılan eski kentin büyük olan bölgesi Chora. Ippokratus (Hipokrat) Meydanı’nın kuzeyinde İbrahim Paşa Camii var ve hala ibadet yapılıyor. Süleymaniye Camii, Rodos Arkeoloji Müzesi gezebileceğiniz diğer yerler.