Polonya’nın başkenti Varşova, artık Avrupa’nın kültür başkentleri arasında. Şehrin sokaklarında yürürken tarihi iliklerinize kadar hissediyorsunuz.Avrupa Birliği’ne girişinden sonra kültür ve sanata verdiği önemi daha da artıran Polonya’nın başkenti Varşova, artık Avrupa’nın kültür başkentleri arasında yer alıyor. Tarih boyunca birçok savaşa sahne olmuş şehir, İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya saldırıları sonucu çok hasar görmüş, sonrasında Rus egemenliğine geçmiş ve yıkılan binaların büyük bölümü Rus mimarisi ile yeniden yapılandırılmış. Geçmiş acı ve yıkıntılardan yeniden doğan Varşova, bağımsızlığı ile birlikte Polonya’nın diğer şehirleri gibi aldığı yaraları onarmış, tarihine sahip çıkmanın gururu ile de kapılarını ziyaretçilerine açıyor.Eski şehir tarihi hissederek dolaşmakVistül (Vistula) Nehri’nin kıyısında kurulmuş olan bu tarihi kentte en çok gezeceğiniz yer kentin eski şehir yani Stare Miasto olarak anılan bölümünde. Buradaki meydan ve binalar da savaş sırasında yıkılmış ama 1980’lerde aslına uygun yapılmış. Bu bölgedeki gotik ve barok mimari özelliklerini taşıyan binaların arasında sokaklarda yürürken iliklerinize kadar tarihi hissediyorsunuz.Avrupa’nın en iyilerinden Lazienki Parkı76 hektarlık bir alana yayılan, içinde barok mimarisinde bir saray, The Royal Garden, Romantic Garden ve Modernist Garden olmak üzere üç bahçe ve irili ufaklı göller bulunan Lazienki Parkı Avrupa’nın en iyileri arasında sayılıyor. Park içinde yer alan saray 18’inci yüzyılda yapılmış. Gezinizi yaz mevsimine denk getirdiyseniz sandal keyfi bile yapabilirsiniz. Sincaplar ve çok çeşitli kuşlar da size ev sahipliği yapacak. Modernist Garden’da Chopin’in bir heykeli bulunuyor. Chopin bir zamanlar bu parkta ücretsiz konserler verirmiş. Şimdi ise ünlü besteciler yine bu parkta Chopin konserleri başta olmak üzere konserler vererek bu geleneği sürdürüyor. Varşova park ve bahçelerden oluşan bir şehir. Kuzey Avrupa’ya yakınlığı nedeni ile iklimi serin ve nemli olduğundan yeşil renk şehrin her yanında kendini gösteriyor. Müze zengini şehirlerden biri- Varşova Tarih Müzesi (Muzeum Historyczne): Eski şehir bölgesindeki müze, savaşın yol açtığı korkunç yıkımı belgelemek amacıyla kurulmuş. Varşova’nın nereden nereye geldiğini en iyi burada anlayabilirsiniz.- Chopin Müzesi (Muzeum Fryderyka Chopina): Kraliyet yoluna oldukça yakın bir konumda. 1954 yılında sanatçının anısına yapılmış. Chopin sevenler bu fırsatı kaçırmasın derim. - Ulusal Müze (Muzeum Narodowe): Antik dönemden bugüne kadar birçok eserin ve eşyanın bulunduğu bir müze. Sık sık güncel sergiler de oluyor. - Polin Müzesi: 4 bin metrekarelik bir alana sahip müzede objeler ve multimedya ile ortaçağdan soykırıma Polonya Yahudilerinin trajik öyküsü anlatılıyor. - Pawiak Müzesi: Naziler döneminde hapishane olarak kullanılmış bir bina.
Maskelerin resmi geçidi olan Venedik Karnavalı Şubat’ın ilk iki haftası boyunca sürecek.Kuzey İtalya’nın doğusunda, Adriyatik denizi kıyılarında, 118 adanın üzerinde kurulması ile zaten en baştan biricikliğini ve dünyanın en gözde şehirlerinden biri oluşunu kabul ettirmiş Venedik, üzerine ne söylense ne yazılsa gidip görmeden, yaşamadan asla tam olarak anlatılamayacak bir şehir. Bu yıl Şubat ayının ilk iki haftası boyunca sürecek Venedik Karnavalı’nı (Maske Festivali) fırsat bilip Venedik’e gitmenizi tavsiye ederim.Görsel şölenÖzellikle fotoğrafçılar için bulunmaz görsel fırsatlar sunan Venedik Maske Festivali’nin öyküsü ilginç. Başlangıcı 12’nci yüzyıla kadar gidiyor. İlk başta Pagan kültüründe bahar kutlamaları kapsamında maskeler kullanılmaya başlanmış. Sonrasında maske kullanımı ile ilgili birçok hikâye var. Bunlardan birine göre Venedik, 1600’lü yıllardan itibaren çılgın partilerin, karnavalların en büyük mekânı olmuş. Eğlence merkezi olması, o dönemde Venedik’i Avrupa’nın cazibe merkezlerinden biri haline getirmiş. Eğlenceye düşkün şehirde, fahişelik mesleği de cazip bir hale gelince, köprülerde müşteri arayan kadınlar, yerel halk tarafından tanınmamak için birbirine benzeyen ve hafif bir tebessüm taşıyan yaldızlı maskeler takmaya başlamışlar. Bu dönemde maske, Venedik’in ve fahişeliğin sembolü haline gelmiş. Şehrin ileri gelenleri, maskelerin sayısını fark edince maskeyi ve fahişeliği yasaklamış. Sonrasında farklı dönemlerde maskeler yine kullanılmış, bugün ise Venedik’in sembolü durumunda ve en popüler turistik objelerden biri.Venedik’in merkezi diyebileceğimiz San Marco Meydanı bu dönemde etkinliklerin ve yarışmaların da merkezi olma rolünü üstleniyor.Kanallar ve meydanlar şehriVenedik, gezmekle bitmeyecek bir şehir. Hem karnavala katılacak hem de şehri gezecekseniz, bireysel gitmenizi ve şehre daha uzun süre vakit ayırmanızı tavsiye ederim. Şehir birçok bölgeden oluşuyor. Bunlardan en ünlüsü 118 adanın bulunduğu Sestieri. Adalar arasında 170 kanal ve 400 köprü bulunuyor. Araç trafiğinin olmadığı, bir yerden bir yere gitmek için ancak kanallar ve köprüleri kullanabileceğiniz bir şehri yaşamak muhteşem bir deneyim. Tarihe ve sanata meraklı gezginler için tarihi yapılar ve müzeler cenneti. AVM’leri olmayan Venedik’in her yerinde sokak pazarlarına rastlayabilirsiniz. La Fenice TiyatrosuVenedik’te yapılması gerekenlerden biri de La Fenice Tiyatrosu’nda bir etkinliğe katılarak hem sanatın hem de tiyatrodan taşan tarihin tadını çıkarmak. 1792’de inşa edilen bina, tarih boyunca birçok yangında yok olacak kadar hasar görüp yeniden yapılmış. Venedik’te birçok tarihi yapı benzer bir kadere sahip. Şehrin tarihe sahip çıkışına ise hayran olmamak mümkün değil. Bavulunuzda bulunsunGeniş iç hacmi ve ergonomik tasarımı sayesinde seyahat etme özgürlüğü sunan Mammut sırt çantası.Yüksek teknolojili tasarımı ile sıcak bir kış geçirmek isteyenlerin tercihi Mammut kaz tüyü montu.
Tayland’ın başkenti Bangkok, ihtişamı ile büyülerken yoksulluğu ile de şaşırtıyor. Karşınıza sürekli sürprizler çıkaran bir şehrin caddelerinde sokaklarında dolaşmak heyecan veriyor. Farklı ve özgün kültürler, insanlar da doğa kadar ilgimi çekiyor, bu tür coğrafyalara gittiğimde farklı bir dünya tanımanın zenginliğini içimde hissediyorum. Uzakdoğu denildiğinde akla ilk gelen kentlerden biri olan Tayland’ın başkenti Bangkok işte o şehirlerden biri. Aynı zamanda Tayland’ın en büyük ve kalabalık şehri. Bir yanı kaos, bir yanı huzur. Bir yanı ihtişamı ile büyülüyor, bir yanı yoksulluğu ile şaşırtıyor, hüzünlendiriyor. Karşınıza sürekli sürprizler çıkaran bir şehrin caddelerinde sokaklarında dolaşmak heyecan veriyor. Modern alışverişin Asya’daki merkeziBangkok’ta en ünlü yerlerden biri Siyam Meydanı, modern alışverişin merkezi olarak kabul ediliyor. Zaten Güneydoğu Asya’nın en büyük alışveriş merkezi olan Mah Boon Klong da burada yer alıyor. Dolayısıyla kentteki gençler, turistler, alışveriş yapmayı sevenler bu meydanı mutlaka ziyaret ediyor.Teknelerde yüzen marketBangkok’ta muhakkak ama muhakkak gitmeniz gereken bir yer var: Yüzen Market ya da Yüzen Çarşı. Şehir merkezine 100 km kadar uzakta Nakhon Pathom şehri yakınlarında bulunuyor ama gittiğinize değecek. Özgünlüğünü pazar yerinin kanallar etrafına sıralanmış olmasından alıyor. Her şey teknelerde satılıyor, yiyecekten hediyelik eşyaya her şey var.400’den fazla tapınak varŞehirde 400’den fazla tapınak bulunuyor. Görmenizi tavsiye edeceklerim şunlar:Grand Pala: Duvar resimlerine ilgi duyuyorsanız mutlaka görün.What Pho: 46 metre uzunluğunda ve 15 metrelik Budha heykeli görülmeye değer.What Arun: Yüksek ve dik basamaklı bu tapınak size eşsiz bir Bangkok manzarası da sunacak.Sokak restoranları çok lezzetliBangkok’ta en çok dikkatinizi çekecek şeylerden biri sokak restoranları. Tay mutfağı dünya çapında oldukça beğenilen ve genel önyargının aksine bizim damak tadımıza uyacak bir mutfak. Özellikle kurutulmuş değil taze bitki ve baharat kullanımıyla ünlü olan bu mutfak Khanom Chin adı verilen pirinç makarnasından Tom Yam Kung adlı karides içeren çorbaya ve kızarmış böceklere kadar birçok ilginç örneği içinde barındırıyor.Çao Phraya NehriBangkok’un içinden geçen Çao Phraya Nehri’nde ve nehre açılan birçok kanalda, taşımacılığın dışında turistik geziler de düzenleniyor. Chao Phraya üzerinde yapacağınız bir gezi size Bangkok’un en önemli manzaralarını farklı bir atmosferde tatma imkânı tanıyacak.
Yunanistan’ın başkenti Atina, küçük şehir merkezine karşın dört milyonluk nüfusuyla ülkenin can damarı. Binlerce yıllık kültürel mirası ve jeopolitik konumu da cabası...Türkiyeli gezginler için Yunan adaları daha çok rağbet görse de bu hafta size Atina’yı önereceğim. Yunanistan’ın başkenti Atina, dünyadaki en eski kentlerden biri. Adalara gemi ve deniz otobüslerinin kalktığı Pire Limanı’na yedi kilometre mesafede kurulmuş olan şehir, tarihi, kültür ve sanatı ile dünyanın cazibe merkezlerinden biri aynı zamanda. Kuru ve poyrazlı yazları, eksi derecelere pek inmeyen kışlarıyla güzel bir iklimi var Atina’nın.Şehrin simgesi AkropolisAkropolis, Yunanca’da “yukarıda bulunan şehir” anlamına geliyor. Şehri dolaşırken nereye giderseniz gidin mutlaka bir şekilde kendinizi Akropolis ve üzerine kurulduğu tepe ile karşı karşıya buluyorsunuz. Akropolis’e gittiğinizde ise tüm şehri panoramik olarak seyredebileceksiniz. Antik Çağ’da Atina halkı burada toplanır, alınacak kararlar oylanırmış. Tapınak ve kale kalıntılarından oluşan Akropolis’in girişindeki Propylaia, içeride yer alan en büyük tapınak Parthenon, hemen civarında Athena Nike Tapınağı, Erekhtheion, Dionysos Tiyatrosu ve Herodes Atticus Tiyatrosu gezmekten zevk alacağınız yerler arasında.Adını mitolojiden alıyorAdını Yunan mitolojisinden alan Atina mitolojide birçok hikâyeye sahip. Bunlardan biri şöyle. Yeni bir şehir kurulmaktadır; Zeus, şehrin adını ve koruyucu tanrısını belirlemek için çeşitli yarışmalar düzenler. Son yarışmayı şehre en uygun hediyeyi sunan kazanacaktır. Zeus’un kızı, bilgelik ve savaş tanrıçası Athena, şehre bir zeytin ağacı hediye eder. Yüzyıllarca yaşayan, meyvesi yeşilken de aylar sonra kararınca da yenebilen; yağı yemeklere katılan ya da yiyecekleri saklamaya yarayan, yakıldığındaysa etrafı aydınlatan, sağlığa sağlık katan ve daha nice faydası olan zeytin ağacı, en beğenilen hediye olurken şehre de Athena’nın adı verilir.Eğlencenin kalbi: PlakaAnafiotika’nın hemen altında bulunan Plaka mahallesi özellikle son zamanlarda Atina’da oldukça popüler. Merdivenlere sağlı sollu atılan masa/iskemlelerde oturarak vakit geçirebilirsiniz. Gündüzleri çok eğlenceli sürprizlere gebe olan bu bölgede, asıl hayat karanlık çöktükten sonra başlıyor. Uzo, rembetiko ve eşsiz Yunan yemekleriyle sabaha kadar durmadan eğlenilebilir.Plaka’da özellikle iki restoran lezzetleriyle ön plana çıkıyor: Sholarhto Restaurant ile O Geros tou Moria. Mezeler eşliğinde kaldırımda bulunan masalarda uzonuzu yudumlayabilir ve yoldan geçen insanları izleyerek Plaka’nın keyfini çıkarabilirsiniz.Eğer vaktiniz olur da burayı görme imkanınız olursa Giasemi isimli kafeyi görmenizi tavsiye ederim. Her güne özel yaptıkları tatlılar ile kahve keyfi ayrı olacaktır. Bavulunuzda bulunsunHer görünüme ayak uydurabilen tasarımıyla, konforlu Mammut sneaker.Sportive mağazalarında satışa sunulan ve geniş iç hacmiyle seyahatlere eşlik eden Mammut sırt çantası.Fonksiyonel ve teknolojik yapısıyla hareket özgürlüğü sunan Mammut pantolon.Aktif şehir hayatının çekim alanında kalmak isteyenler için dinamik rengi ve rahatlığıyla öne çıkan Mammut mont.
Polonya’nın başkenti Varşova, İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya tarafından yerle bir edilmiş, sonrasında Rus egemenliğine geçip yıkılan binaların bir kısmı Rus mimarisi ile yeniden yapılandırılmış. Bağımsızlığı ile birlikte Polonya’nın diğer şehirleri gibi aldığı yaraları onarmış, tarihine sahip çıkmanın gururu ile de kapılarını ziyaretçilerine açıyor. Sadece savaşın yıkıntılarını onarıp kendini yeniden var etmekle kalmamış, tarih, kültür ve sanat şehri olmayı da başarmış.Vistül (Vistula) Nehri’nin kıyısında kurulmuş olan Varşova’da en çok gezeceğiniz yer kentin eski şehir yani Stare Miastoolarak anılan bölümünde. Buradaki meydan ve binalar da savaş sırasında yıkılmış ama 1980’lerde aslına uygun yapılmış. Savaşlara ve yıkımlara rağmen, tarihi binaların korunmuş olması hayranlık uyandırıyor. Bu bölgedeki gotik ve barok mimari özelliklerini taşıyan binaların arasında, sokaklarda yürürken iliklerinize kadar tarihi hissediyorsunuz. Kraliyet konutu Zamek Krolewski, etkileyici mimarisi ile hemen ilginizi çekecek. Bu yapı da İkinci Dünya Savaşı’nda yıkılmış, 1970’lerin sonlarına doğru barok stilinde yeniden inşa edilmiş. İçerisinde kraliyet ailesinin odalarını ve eşyalarını görebilirsiniz. Önündeki meydan turistik; alışveriş yapabileceğiniz dükkanlar ya da biraz dinlenebileceğiniz kafeler var.Gezmeniz gereken eski şehrin ünlü yapılarından bir diğeri St. John Kilisesi, Varşova’nın en eski kilisesi. İlk olarak 15. yüzyılda yapılmış, 1789’da büyütülerek katedral haline getirilmiş. Polonya krallarının taç giyme törenlerine ev sahipliği yapmış.Avrupa’nın en güzel parkları bu şehirde76 hektarlık bir alana yayılan, içinde barok mimarisinde bir saray, The Royal Garden, Romantic Garden ve Modernist Garden olmak üzere üç bahçe ve irili ufaklı göller bulunan Lazienki Parkı Avrupa’nın en iyileri arasında sayılıyor.Park içinde yer alan saray 18’inci yüzyılda yapılmış. Modernist Garden’da Chopin’in bir heykeli bulunuyor. Chopin bir zamanlar bu parkta ücretsiz konserler verirmiş. Bugün de müzisyenler bu parkta Chopin konserleri vererek geleneği sürdürüyor. Varşova park ve bahçelerden oluşan bir kent. İklimi serin ve nemli olduğundan yeşil, şehrin her yanında kendini gösteriyor.Sovyet mimarisi etkisini gösteriyor- Kral Yolu (Szlak Krolewski): Kraliyet Sarayı Zamek Krolewski’den Lazienki Park’a bağlanan 4 km’lik bir yol üzerinde birçok tarihi yapı yer alıyor.- Wilanow Sarayı: Kentin yaklaşık 10 km dışında. Hem mimarisi hem manzarası ile etkileyici bir yer. - Kültür ve Bilim Sarayı: Varşova’da genelde gittiğiniz her yerden bu yapıyı göreceksiniz. Şehrin merkezinde bulunan yapı ülkenin en yüksek binası ve Stalin döneminde Sovyet mimarisi ile yapılmış. Konserler, sergiler ve gösterilerinin yapıldığı binayı önermemin nedeni terasından izlemeniz gereken Varşova manzarası.Müzeleri kültüre verilen önemin bir yansımasıVarşova’nın tarihine, kültür ve sanata ne kadar önem verdiğini çok sayıda müzesine bakarak da anlayabilirsiniz. İşte size birkaç öneri:- Varşova Tarih Müzesi (Muzeum Historyczne): Eski şehir bölgesindeki müze, savaşın yol açtığı korkunç yıkımı belgelemek amacıyla kurulmuş. Varşova’nın nereden nereye geldiğini en iyi burada anlayabilirsiniz.- Chopin Müzesi (Muzeum Fryderyka Chopina): Kraliyet yoluna oldukça yakın bir konumda. 1954 yılında sanatçının anısına yapılmış. Chopin sevenler bu fırsatı kaçırmasın derim.- Ulusal Müze (Muzeum Narodowe): Antik dönemden bugüne kadar birçok eserin ve eşyanın bulunduğu bir müze. Sık sık güncel sergiler de oluyor.- Pawiak Müzesi: Naziler döneminde hapishane olarak kullanılmış bir bina. Eski şehir meydanını çevreleyen binaların alt katları kafe ve restoranlarla dolu.Bavulunuzda bulunsunSoğuklara meydan okuyan tasarımıyla ayakları sıcak tutma garantisi veren Mammut bot.Kışa sıcak bir dokunuş katan Mammut bere.Fonksiyonel ve güçlü duruşuyla kışa sıcak bir giriş yapan Mammut’un kaz tüyü montu.Yüksek teknolojisi sayesinde keyifli bir kış vaad eden Mammut sweat-shirt.
Asırlık şatolarıyla bir masal diyarına benzeyen Estonya’nın başkenti Tallinn görülmeye değer, tam bir Orta Çağ kenti.Baltık Denizi’nde ve Finlandiya Körfezi kıyısında bulunan Tallinn, Estonya’nın başkenti ve en büyük şehri. Ama iki günde gezebileceğiniz kadar da küçük bir kent. Kış sevenler için bir kışın da gidilebilecek kış şehri, Türkiye’nin yaz sıcaklarından bunalanlar içinse, yazları ılık bir havada keyifle gezilebilecek bir kaçış şehri.Birçok Baltık şehri gibi Tallinn’de gezilecek yerler, hala Orta Çağ’ın ruhunu muhafaza eden eski şehir bölgesinde. Şehrin tarihi 1100’lü yıllara kadar uzanıyor. Eski şehre Tallinn Surları’ndan giriyorsunuz, bu kapıdan geçmek ve Arnavut kaldırımlı dar sokaklarını arşınlamak tarihte yolculuğa çıkmak gibi. Eski şehrin meydanına vardığınızda dört bir yanınız Estonya’nın şirin evleri ile çevriliyor. Ancak bunların hiçbiri yeni bina değil. Avrupa’nın pek çok yeri gibi burada da tarih korunmuş, eski şehir bölgesinde kesinlikle yeni bina yapılmıyor, eskiler ihtiyaç varsa restore ediliyor. Meydanın ortasında eski belediye binası var. Avrupa’nın en eski belediye binasıymış. Bu bina sadece yaz aylarında ziyaret edilebiliyor.Tallinn size kapılarını Viru kapısı ile açıyor. Viru Caddesi ve Viru Meydanı Tallinn’in en popüler yerleri, ki bir yanda Orta Çağ’dan bugüne korunmuş binaları diğer yandan rengarenk çiçekçileri ile bu durumu sonuna kadar da hak ediyorlar...Bu yerleri görmeden dönmeyin...Oleviste Kilisesi: Kesinlikle gitmeniz gereken bir yer. 124 metrelik kulesinden muhteşem şehir manzarasını izleyin. Kule yazları açık. Town Hall Eczanesi (Raepateek): Halen çalışır durumda olan Avrupa’nın en eski eczanesi. Bu nedenle içinde bir de müze bulunuyor. Burada eski ilaç yapım aletleri, eskiden kalma tıbbi malzemeler, defterler, hatta solüsyonlu sular içinde kurbağa, yılan, akrep, gibi ilaç yapımında kullanılan her şey var. Alexander Nevsky Katedrali: Tallinn’in en büyük Ortodoks kilisesi. Rus mimarisinin özelliklerini taşıyor. Kadriorg Sarayı ve Bahçesi: Catharine’nin Vadisi anlamına gelen ismi ile bu bahçe, evet kesinlikle bir cennet hissi veriyor. Burada ayrıca gidebileceğiniz üç müze ve Russalka Anıtı var. Russalka Anıtı’nın bulunduğu yerden Baltık Denizi manzarasını izleyebilirsiniz. Toompea tepesi: Tallinn’in merkezinde ve şehirden biraz daha yüksekte bulunan geniş bir alan. Çok eski tarihlerde soylular ve din adamları burada, halktan insanlar ise aşağıda yaşarmış. Burada da manzara muhteşem. Toompea Kalesi ve Hermann Kuleleri burada ziyaret edebileceğiniz diğer yerler. Toompea Kalesi, aynı zamanda parlamento binası olarak da kullanılıyor. Kiek in de Kök Kulesi: Kule ve burç geçitleri muhakkak ziyaret edilmeli. Burada Tallinn tarihine ait görüntüler, ses ve efektler bulunuyor.Yerel kıyafetli çalışanlarYemeklerinizi Orta Çağ ortamında yemek için eski kent restoranlarını tercih etmenizi öneririm. Çoğu yerde çalışanlar yerel kıyafetleri ile sizi karşılıyor. Bunun yanı sıra Tallinn turistik bir şehir olduğundan her damağa hitap eden restoranlar da bulabilirsiniz.
Riga, yemyeşil parkları ve tarihi sokaklarıyla St. Petersburg ve Barselona ile karşılaştırılacak düzeyde büyüleyici bir kent...Baltık Denizi ülkelerinden Letonya’nın başkenti Riga, bölgenin en büyük kenti olmasına rağmen küçük bir kent. Bu nedenle bir Baltık ülkeleri gezisi kapsamında bir ya da iki gününüzü Riga’ya ayırabilirsiniz. Riga aynı zamanda Letonya’nın eğitim, kültür ve bilim merkezi.Daugova Nehri kıyısında olmasıyla turistleri kendine çeken Riga’nın şehir merkezi Baltık Denizi’ne de bu nehir ile açılıyor. Hem nehir kıyısında yürüyüşler hem de nehirde tekne gezintisi yaparak Riga’ya merhaba diyebilirsiniz. Riga’da ilgimi çeken şeylerden biri oldukça geniş alanlara yayılmış parkları oldu. Şehirde bu kadar büyük parkların olmasının şehri nasıl nefes alınabilir bir hale getirdiğini görüyorsunuz. Bu parklarda yer alan köprülerin trabzanlarında asılı onlarca asma kilit göreceksiniz. Bu Riga’nın geleneklerinden kaynaklanan bir durum. Evlenen kadınlar, nikahtan sonra buralara gelip eşlerinin adlarının yazılı olduğu asma kilitleri buraya takıp anahtarları suya atıyorlar.Büyüleyici eski şehirde kaybolunRiga’yı bu kadar çekici yapan elbette eski şehir. 13’üncü yüzyıl başlarında buraya uğrayan Alman ticaret gemileri sayesinde Riga önemli bir kent olmaya başlamış. Alman art nouveau mimari özellikleri taşıyan binaları o dönemde yapılmış ki Riga bu nedenle St. Petersburg ve Barselona ile karşılaştırılacak düzeyde büyüleyici bir kent. Eski şehrin Arnavut kaldırımlı sokaklarında attığınız her adımla şehrin ruhuna biraz daha yakınlaşıyorsunuz. Bu bölgede görebileceğiniz yerlerden biri gotik tarzda yapılmış St. Peter Katedrali. İçeride orijinal şövalye Roland heykeli ile karşılaşacaksınız. Katedralin turistleri en çok çeken özelliği ise kulesi. Kulesinden Riga manzarasını muhakkak izlemelisiniz. Avrupa’nın en yüksek ahşap kulesi 1666 yıllarında yapılmaya başlanmış ve birçok kez yıkılıp yeniden yapılmış. 1967 yılında iç kısmı metal ile kaplanarak bir asansör eklenmiş. Pazar ve heykelleri keşfedinKilisenin arkasında Bremen Mızıkacıları heykeli var. Bremen, Riga’nın kardeş şehriymiş ve heykel Bremen tarafından hediye edilmiş. Katedral gezmeyi sevenler için bir de 1211 yılında yapılan Evangelist Lutheran Riga (Dome) Katedrali var. Katedralin önündeki meydan ve küçük dükkanlar benim daha çok ilgimi çekti. Manzaranın harika olduğu bir yer daha var: eski şehrin dışında yer alan semt pazarının arkasındaki devasa bilim akademisi binasının tepesi. Buraya gelmişken pazarı da gezin, özellikle çiçek bölümünün güzelliğine hayran olacaksınız. Riga’nın ünlü binalarından biri de Kedi Evi. Eskiden bir tüccar, o zamanların Tüccarlar Loncası’ndan kovulmuş. O da buna bozulmuş ve hemen Lonca’nın yanında bulunan evinin çatısına sırtları loncaya dönük iki kara kedi heykeli yaptırmış...
1995 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine alınan Siena, orta İtalya’da Toskana bölgesinde tepeler üzerine kurulu küçük bir tarihi şehir. Sarı ve kahverenginin hâkim olduğu binaları, restoranları, kafeleri, meydanları ile Orta Çağ’ın tam da içine düştüğünüz hissini veriyor. Bu nedenle olsa gerek İtalya’nın en çok turist çeken kentlerinden biri, Toskana’nın gözbebeği. Bu minik kentte tarihi koklarken, tarihine sahip çıkmanın öwnemini her adımda imrenerek fark ediyorsunuz. Siena’da orta çağdan kalan binalar asla yıkılmadığı gibi orijinal hali ile korumaya çalışıyorlar. Yeni bina hiç yok çünkü yeni bina yapılmasının 200 yıldır yasak olduğu söyleniyor.Piaza del Campo Meydanı ve Palio yarışlarıSiena’yı gezmeye Campo Meydanı ile başlayın. En popüler yerlerinden biri ve şehrin merkezi de olan Piaza del Campo Meydanı, İtalya’nın da en önemli meydanlarından biri sayılıyor.Siena’nın sembolü ve efsanesiSiena’da kurt figürlerine çok rastlarsanız şaşırmayın çünkü şehrin sembolü bir kurt. Neden derseniz efsane şöyle: İkiz kardeş olan Romulus ve Remus, ebeveynleri tarafından daha bebekken Tiber Nehri’ne bir sepet içerisine konarak terk edilmişler. Daha sonra sepet karaya doğru sürüklenmiş ve bebekler sepeti bulan dişi bir kurt tarafından emzirilmiş. Kısa bir süre sonra ise ikizler bir çoban tarafından bulunmuş. Çoban ikizleri alarak onların hayata tutunmalarını sağlamış. Romulus ve Remus zamanla büyümüşler ve kurdun kendilerini buldukları yerde bir şehir kurmaya karar vermişler. Onları emziren kurt da şehrin sembolü olmuş. Şehri gezerken Romulus ve Remus heykellerine de birçok yerde rastlayabilirsiniz.Gezilecek yerler- PalazzoPubblico (Belediye Sarayı) ve belediye binasına bitişik 103 metrelik çan kulesi Torre del Mangia’yı görün. PalazzoPubblico, Campo Meydanı’nın hemen önünde ve halen belediye binası olarak kullanılıyor.- Çan kulesiTorre del Mangia’ya bir kerede ancak 25 kişi girebiliyor. Bu nedenle kuyruklar var. Ama kuyrukta beklemeye değer çünkü sizi harika bir Toskana manzarası bekliyor.- Bir diğer önerim Siena katedrali. Dış cephesinde bulunan kabartma heykelleri ile daha ilk bakışta insanı büyülüyor. Siena’nın sarı ve kahverengi yoğunluklu binalarına tezat oluşturacak kadar açık ve beyaz renkteki görünümü ile dikkat çekiyor.Bavulunuzda bulunsunGöz alıcı rengi ve ergonomik tasarımıyla, Sportive mağazalarında satışa sunulan Mammut sırt çantası. Siena sokaklarında uzun süre kaybolmak isteyenler için yorgunluk karşıtı Mammut sneaker ideal ayakkabı diyebilirim. Günün her anında konfor arayışında olanlar için organik pamuktan üretilen Mammut tshirt.