Erken seçim konuşmaları etrafı sardı... Hepimizin zihnini esir aldı.İlgilenmek, düşünmek istemeseniz de sanki bir şey oluyor ve kendinize geldiğinizde seçimleri konuşuyor buluyorsunuz kendinizi...Ve en ortak konuşulan konular, Ak Parti puan arttırır mı, HDP düşer mi ve bu oyunu kuranlar bu ölen çocukların kanını nasıl ödeyecek?***Seçimleri konuşurken ölümden bahsetmek bizim gibi az gelişmiş ülkelerin acısı herhalde...“Seçim ve ölüm” gelişmiş ülkelerde, en azından demokrasisini kurabilmiş ülkelerde çok kolay yan yanagelebilecek iki sözcük değil...Ölüm... Öldürmek...Dönüyoruz dolaşıyoruz, ölüme ve öldürmeye geliyoruz bu ülkede.***Bunu daha önce de yazmıştım, “Maymunlar Cehennemi Şafak Vakti”ni seyretmiş miydiniz?1968 yapımı kült bilim kurgu filmi Maymunlar Cehennemi’nin yeni teknolojilerle çekilmiş günümüz versiyonu...İçinde dört astronotun olduğu uzay gemisi kazara bir gezegendeki bir göle iniş yapar…Yaşam bulunmamaktadır o gölde ama ilerledikçe karşılarına bir çöl ve vaha çıkar ve orada yaşayan ilkel bir insan grubu…***Ama asıl astronotları bekleyen sürpriz at sırtında gelen gorillerdir…Oranın hakimi o maymunlardır.Ve filmin ilerleyen sahnelerinde de anlaşılır ki yabancı bir gezegen zannederek indikleri göl, aslında kıyamet (birnükleer savaş) sonrasının dünyasındaki New York şehridir ve insan uygarlığının yerine maymunlar geçmiştir…Yeni film Maymunlar Cehennemi Safak Vaktin’de okuma yazma öğrenen, insanlarla çatıştıkça insan gibi olmamak için kurallar yaratan maymunların duvara yazdıkları ilk cümle; ilk kural şudur:“Maymun maymunu öldürmez.”***Bu ülkeye ve dünyanın bir kısmına baktıkça insanın insanı öldürmeye doyamaması ilkelliğin en büyük sembolü olduğunu anlıyor insan...Biz, insanın insanı öldürdüğü ve öldürmeye doymadığı bir dünyada yaşıyoruz.Belki de bu denli korkmamızın nedeni de bu.İnsanın insanı öldürmesi.Bir gün filmdeki “maymunlar” gibi “insan insanı öldürmez” kuralını keşfedip uygularsak, o zaman korkularımız da biter belki... Korkularımız biterse aklımız da özgürleşir.Aklımız özgürleşirse, asıl ihtiyacımızın da ne olduğunu anlarız belki...***İhtiyacımızın ne olduğu belli aslında.Özgür, eşit, mutlu insanların yaşadığı zengin bir ülke olmak.Ama nedense bunu bir türlü başaramıyoruz. Erken seçimi düşünüp konuşurken, herhalde neden bunu başaramadığımızı da bir düşünmeliyiz.***Biz neden mutlu ve uygar bir ülke olamıyoruz?Bunun cevabını bulursak, belki bu kadar sık seçim yapmak zorunda da kalmayız.Bu arada... Maymun maymunu öldürmez! Çok çarpıcı bir kural değil mi?
Koalisyon kurulamadı.Erken seçime gidiyoruz.Seçim yapalı daha üç ay bile olmadı ama ülke yeniden bir seçim gerilimine giriyor.Üstelik ortalık kan revan, her gün ölüm haberleriyle sarsılıyor ülke.Kimse geleceğinin ne olacağını, ülkeyi nelerin beklediğini bilmiyor.***Üstelik yapılan kamuoyu yoklamaları 7 Haziran’daki seçim sonuçlarının da çok fazla değişmeyeceğini gösteriyor.Önümüzdeki seçimlerde de hiçbir parti tek başına iktidar olamayacak.Bunu bile bile seçime gitmek daha da akıl Dişi görünüyor doğrusu...***Dolar aldı başını gidiyor.Ekonomi durdu.Belirsizlik yabancı yatırımcıları ürkütüyor.Seçimlere kadar işlerin daha da kötüleşeceği endişesi herkesin içinde çöreklenmiş vaziyette..***Nereden baksanız siyasetçilerin bir koalisyon Hükümet’i kuramamaları akıl dışı bir beceriksizlik olarak çıkıyor ortaya.Halkın bu halden çok memnun olduğunu sanmıyorum...Herkeste bir hoşnutsuzluk olduğunu sokakta dolaşırken bile hissediyorsunuz.***Bu tablonun Türkiye’ye maliyeti çok yüksek.Ama bu maliyeti siyasiler de fazlasıyla ödeyecek...Halkın bu gelişimlerden birilerini sorumlu tutacağı açık.Kimi sorumlu tuttuğunu da o erken seçim gecesi sandıklar açılırken göreceğiz.***Seçim sonuçları ortada dururken, siyasetçilerin erken seçim kararı alması açıkca milletle zıtlaşmak anlamına geliyor bence...Öyle degil mi ama?Kendi halkıyla zıtlaşarak başarılı olmuş bir siyaset kurumu yok bildiğim kadarıyla dünyada...Bu seçimle birlikte bizim siyaset aleminde çok ciddi sarsıntılar olursa, parti liderleri değişirse, yeni partiler ortaya çıkarsa doğrusu hiç şaşırmam.Gidiş o gidiş.***Sanrım Türkiye yeni bir kırılma noktasına doğru gidiyor.Bu siyasi yapı ülkenin ağırlığını taşıyamıyor, sorunları çözemiyor, savaşı ve ölümü durduramıyor...O zaman, bu ülke yeni bir siyasi tablo yaratacaktır...***Önümüzdeki birkaç yıl, siyasetin çok ciddi bir değişimden geçeceği bir dönem olacak.Erken seçim kararı sanırım, her şeyden çok bu değişimin fitilini ateşliyor!Bence...
Zamanı kendi zorlayıcı düzeni içinde algılayamıyorum bir süredir…Kendi içsel zamanıma göre yaşıyorum hayatı. Sabah dört buçukta uyanıp, gece on olmadan yatıyorum sizin saatinize göre…Benim için bambaşka bir düzende akıyor zaman sanki bu aralar.Günler, saatler, aylar hatta bazen yıl bile başka bir zamana aitmiş gibi geliyor.Zaman kaybolunca mekan da kayboluyor çoğu zaman. Mekan kaybolunca da bildiğiniz hayat da değişiyor.*** Bazen acıları yaratan şeyin zamanla olan ilişkimizin fazlalığı olduğunu düşünüyorum. Ne kadar fazla zamana esirsen o kadar mutsuzsun sanki.Zamandan kopabilirsen kendinden de kopuyorsun. Kendi yarattığın o acı dolu dünyadan da…Zamandan koptuğunda “gerçek olmayan acılar” da bu yeni düzene ayak uyduramayıp gerilerde kalıyor.Sanırım o köksüz acıları biraz da zamana ayak uydurma çabaları besliyor.***Yazın orta yerindeyiz bildik takvime göre, belki de sonlarına geliyoruz, ben bir türlü sezemiyorum sanki yaşadığım takvimi…“Yaz bitiyor” diyorlar, anlamıyorum ne dediklerini… Bana göre yaz daha başlamadı bile…Aslında aklımı kaybetmeden zamanı bu kadar gönüllü kaybetmemin bir sebebi var tabii…“Ayurvedik yaşam” dedikleri Hintlilerin 5000 yıllık yaşam kültürü…Sufizm… “Sağlıklı beslenme” derken, hepsinin ortaklaşa aynı şeyi söylediğini gördüm; “zamanı yavaşlat.”“Aceleye gerek yok, acele edecek bir şey de yok.”***Zamanı yavaşlatmaz, kendi iç sesini duymayı beceremezsen yaşamda mutluluk olmayacağını söylüyor bu bakış açısı.Bir şey daha söylüyorlar: “Doğada her şey içerden dışarıya doğru…”Elinize bir bardak su alıp, dümdüz bir zemine dökerseniz ne oluyor biliyor musunuz, su önce içerde toplanıyor sonra dışarı kendine bir yol buluyor…Bu kültürlere göre mutluluğu önce içinde yaratamazsan dışarıdan hiçbir takviyeyle mutluluğu yakalayamıyorsun…Kendi iç zamanına göre bir takvim yaratamıyorsan, dış zamana göre koşup mutluluğu yakalamaya çalışıyorsan, mutlu olman neredeyse imkansız hale geliyor…***Marilyn Monroe’nun hayatını okuduğumda rastlamıştım bu cümleye, “o kendi aklıyla, insanın kalbini ezen bir savaş halindeydi.”Bilmiyorum, belki hepimiz böyleyiz.“Kendi aklımızla, insanın kalbini ezen bir savaş halindeyiz.” Zamandan kopmak, bu savaşa bir ara vermemize, bir ateşkes imzalamamıza yol açıyor.Zamanı yavaşlattığınızda, aklınızla savaş bitiyor. Ego ya da zihin dediğimiz o aklı karıştırıcı oyunlar sona eriyor…***Zamanı yavaşlatınca bir ‘içimiz’ olduğunu görüyoruz aslında, onu fark ediyoruz… İçimiz bize, aklımızla dışarda yaşamayı seçtiğimiz şeyin her zaman doğru olmadığını söylüyor…Ve aklımızla kalbimizin, içimizle dışımızın savaşı azalıyor.***Ben zamanı değiştirdim…Kendi sesimi duyuyorum artık…Kendi zamanıma ayak uyduruyorum… Kendi aklımla barışmaya çabalıyorum.Aklımla barışabilmek için zamanı yavaşlatıyorum, sırf aklımla bu savaş bitsin diye…PS: Bu yazıyı geçen sene yazmıştım, zamanı değiştirmek diye buna derim işte, ne dersiniz...
Hiçbirşeyin ölümü çağrıştırmadığı bir zamanda bir sokakta sessizce yürürken, “ölmekten korkar mısın” dedi birlikte yürüdüğüm arkadaşım...Soruyu duyunca şaşırdım.Aklımdan ilk geçen şey, huzurun da ölümü çağrıştırdığı oldu.Kuş seslerinin dışında başka ses duyulmayan yeşili bol, çiçek kokan bir sokak, bu soruyu başka nasıl akla gelebilirdi ki...***Hepimiz biraz korkarız ölümden.En azından yalnızca tek bir hayatımızın olması, üstelik de bunun kendi isteğimizin dışında zamanını hiç kestiremeyeceğimiz bir şekilde son bulacağını bilmek ‘kırar’ bizi hiç farkında olmadan.Beni kırar mesela...Ölümden korkmasam da -ki korkarım-iradem dışında ölecek olmak canımı sıkar.***“Ben de mi öleceğim yani” duygusu Çoğumuzun bilinçaltında vardır.Belki de hiçbir şeye güvenimizin olmaması ölümlü doğduğumuz içindir…Belki de budur gerçekten...Kendimizi ne olursa olsun yalnız,korunaksız, güçsüz hissetmemizinsebebi, hayatımız hakkında aslında söz sahibi olmamamızdır...Bu yüzden sanırım bazılarımız ölümle barışmaya çalışırken bazılarımız da ölüme meydan okur.***İnsanlığa baktığımızda da insanların iki şekilde ölüme meydan okuyorlar bence...Var ederek ölüme meydan okuyanlar ve yok ederek ölüme meydan okuyanlar.Bazıları kitaplar yazar, filmler çeker, resim heykel yapar, teknolojiyle dünyayı küçültür… ‘İnsan ve insanlık arasında köprü’ kurar.. Varederek kendini kanıtlamaya, ölümle dövüşmeye uğraşır...Bazıları da silahları üretir, insanları öldürür, savaşlar çıkarır, her şeyi yıkıp yıkar ve insanla insanlik arasındaki tüm köprüleri yıkmaya çabalar...Ve yok ederek ölüme direnmek ister.***Her insanın tek bir yaşamı var…İnsanlık denilen koca kalabalığın içinde kendi o küçük macerasını yaşar insan.Sonra da ölür...Ölene kadar da bilerek ya da bilmeyerek ölümle hesaplaşır durur.Öldürenler de ölümden kaçıyor, var edenlerde...Hepimiz var olmak için, ölümsüz olabilmek için farkında olarak ya da olmayarak uğraşıyoruz..Öyle degil mi?***Ama belki de esas soru şu, neden var ederek ölüme baş kaldırmak varken yok ederek var olmayı tercih eder bir insan?Hangi özelliklere sahip olanlarımız bunu tercih ediyor acaba?Hepimiz aynı kırgınlığa sahipken, hepimiz benzer masumiyetle doğarken ne olunca kararımızı değiştiriyoruz?Ve yok edenlerin tarafına geçiyoruz?***Bu kadar büyük bir değişikliği yaratan ne oluyor acaba?Ölümden korkarken bir yandan da öleceğini unutmak gibi tuhaf bir çelişki belki de...Belki de başkalarını öldürmekte, ölümü unutturacak bir güç bulmak…Belki de insanların hayatına hükmetmenin ölümü unutturan canavarca hazzı...***Tam cevabı bilmiyorum…Ama şunu biliyorum, öldürenler de ölüyor, cinayetler onları ölümden kurtarmıyor...Üstelik, yaşatarak ölümle dövüşenleri insanlar hayırla hatırlayıp, ansiklopedilerine hayranlıkla yerleştirirken…Öldürerek var olmaya çalışanlar, lanetli bir karanlığa atılıyor.Peki siz, ölümden korkar mısınız?
Devlet Bahçeli neler yapıyor izliyor musunuz? Belki de şanslı bir insansınız ve hiç bilmiyorsunuz...Açıkcası da benim de tercih ettiğim bir cahillik biçimi olurdu bu...Keşke hiç bilmesem neler oluyor bu ülkede... Mesela milliyetçilik…. Hiç bilmemeyi isterdim milliyetçiler ne düşünüyor siyaset alanında...Çünkü düşünmüyorlar, özellikle son günlerde sadece hakaret ediyorlar.Onların en büyük siyaseti ‘şerefsiz’ insanları tespit etmek...Ürkütücü listeler hazırlamak.Ülkenin yüzde on üçünü yok saymak, düşman ilan etmek.***Aslında hemen hemen herkes milliyetçidir bu ülkede.Bazıları muhafazakar milliyetçi, bazıları çağdaş milliyetçi.Ama herkes milliyetçidir...Bir türlü içimizden atamadığımız o ezilmişlik duygusu toplumda yetişen herkesi milliyetçilik anlayışını abartmaya götürüyor galiba. O yüzden belki de milliyetçilik duygusu, kendi toplumunda “başkalarında” olmayan hasletler bularak insanları ferahlatıyor.***Tabii, bu “milliyetçiliği” ırkçılık boyutuna tırmandıranlar var bir de…Sadece “milletini” yüceltmekle yetinmiyor, o milletin içindeki bir ırkı yüceltiyor. O ırktan olmayanları da nerdeyse milletin parçası olarak da görmüyor.Toplumu açıkça ırk ekseni üzerinden bölüyor.Kendi ırkından olmayanların ortadan kaybolmalarını, siyaset alanında görünmemelerini, hiçbir taleplerini dile getirmemelerini istiyor.Siyaset alanını daraltırken, şiddet alanını genişletiyor.***Düşünsenize, 6 milyon oy almış bir partiye oy verenlere şerefsiz diyen bir parti ve lideri var bizim ülkemizde... O altı milyonun “hain” ilan edilmesini istiyor neredeyse... Kendisiyle aynı sayıda milletvekili çıkarmış bir partinin destekçilerine “şerefsiz” diyerek şeref kavramını da kirletiyor.“Şerefli” olmak ancak ırkçı söylemlere sarılmakla mümkün onlara göre…İnsanlık kavramını çoktan unuttukları bu söylediklerinden açıkça anlaşılıyor.***Siyaset tarihinde, başka partinin seçmenlerine“şerefsiz” diyen, o partiye oy verenleri “fişleyip” adınıl listelere yazan partiler elbette vardır.Ama onlara hukuk ve demokrasi düzeni içinde rastlamazsınız... Onlar nefret üzerinden siyaset yapar, sonunda da o nefretle kendilerini de yakıp tüketirler.***MHP’nin lafı tükendi.Kendi halkına bir önerisi, bir vaadi, bir projesi yok...Hiç de olmadı aslında...Hakaret ve düşmanlıkla toplumu bölerek kendine birkaç oy daha fazla alabilmek için kıvranıyor.***Kendi ırkından olmayanları aşağılayarak,başkalarını “şerefsiz” ilan edip toplumu bölerek, nefret saçarak oy toplamaya kalkmak çok mu “şerefli” bir iş?Oy kumarında masaya sürülecek plastik fiş mi şeref?***Şeref kavramını kirleterek, kitleleri “şerefsiz”ilan ederek MHP oyunu arttıramaz. Arttıramayacağını da ilk seçimde görecek.Belki, Bahçeli’nin bu “hatası” siyasetçilere nelerin yapılmaması gerektiğini öğreten hayırlı bir derse dönüşür bu sayede.Başka partinin seçmenlerine hakaret etmemeyi öğrenir siyasetçiler.Ve düşünürler demek karşımızda şerefli insanlar varmış!
Görünüşte herkes, tüm ülke tamamen barışa kilitlenmiş durumda.“PKK silah bırakacak mı?”En büyük adım bu.Öyle söylüyorlar.Silahların bırakılmasını “barışın” tek ve en önemli adımı saymak beni çok korkutuyor doğrusu...Kalıcı bir barış için “demokratikleşmenin” hayati rolünü görmemek, baskıcı bir ortamda barışın “doğsa” da yaşayamayacağını anlamamak ve anlamamakta direnmek, bu istediğimiz barışın hiç olamayacağını söylüyor bana aslında...***“Demokrasi” sözcüğünü sözlüklerinden çıkaranların“barış” merakı bana gerçek bir barışseverlik gibi gözükmüyor.Demokrasinin olmadığı bir ortamda barış yaşamaz çünkü...Zaten yıllaca önce savaşın başlamasının nedeni demokrasinin olmaması.Savaşın sebebini ortadan kaldırmadan kalıcı bir barışı nasıl getireceksiniz?Barışı büyütecek, geliştirecek, olgunlaştırıp yaşatacak olan demokrasidir.Bunun tersi bir örneği ben bilmiyorum yeryüzünde, bilen varsa anlatsın.***Türkiye’nin hiçbir zaman vizyonu sağlam kadroları olmadı...On yıl sonrasını görecek, on yıl sonrayı hedef alacak politikkadroların bu ülkede doğması yasaktı sanki...On yıl önce Kürt meselesine, on yıl sonrasına bakılarak yaklaşılsaydı ne çok insan hayatı kurtulmuş olurdu bugün, değil mi?***1999 yılında da ateşkes yapılmıştı.Silahlar tam beş yıl boyunca susmuştu.PKK sınır dışına çekilmişti.O dönemde hükümetler demokrasi için adımatsalardı, o ateşkesin 10 yıl sonrasını görebilselerdi, bugün 50 yıl ilerde olabilirdik.Olamadık çünkü o zamanki siyasiler ve gazeteciler“demokrasinin” barış için ne kadar önemli olduğunu anlayamadılar.***Bugün de aynısı, aynı eksiklik, aynı aymazlık devam ediyor.Hala barış planında demokrasiyi göremiyoruz.Demokrasi için adımlar atmıyoruz.Bu koşullarda silahlar sussa da barış nasıl kalıcı olacak, anlayamıyorum...Daha önce de gördük, şimdi de görüyoruz, demokrasi olmadan silahlar bir süreliğine susuyor ama sonra yeniden patlıyor.***Barış, PKK’nin geri çekilmesi değil.Barış, Kürt sorunun çözülmesidir.Türkiye’nin demokratikleşmesidir.Gerçek barış ancak öyle gelir.***Ben de merak ediyorum, barışı bu kadar çok istediklerini söyleyenler neden demokrasiyi aynı kuvvette istemiyorlar?Beni meraklandıran soru bu işte.Cevabını bilen var mı?***Bu ülkenin gençlerinin hayatını kurtaracak olan demokrasidir.Demokrasi olmadığı sürece insanlarımız ölür.Hep demokrasi olmadan “barış” yapmaya çalıştınız...Bir de barış çalışmasına “demokrasiden” başlamayı deneseniz…Tabii gerçekten insanların hayatlarını kurtarmak istiyorsanız, o yoksul çocukların ölümü gerçekten içinizi acıtıyorsa…
Bir ülke siyaseten çürüdükçeinsan ilişkilerinde de çürüyor, farkında mısınız?Hukuk çiğdendikçe mahremiyet, adalet çiğnendikce asalet, vicdan çiğdendikçe güven azalıyor sanki...Belki de bu yüzden bütün dertlerimiz iste... Aşklar, dostluklar, iş ortaklıkları,sıradan tanışıklıklar hep aynı dertle yanıyor: samimiyetsizlik, sevgisizlik, güvensizlik...Hem teker teker yanıyor, hem içindeolduğumuz toplumun acılarıyla kavruluyoruz...Belki de bu yüzden vicdani ölçülerden uzaklaşanlar, toplumun tepkisinden çekinmiyor artık...Aforoz edilmekten, ayıplanmaktan, isimlerini lekelemekten ailelerini utandırmaktan, sevdiklerini kaybetmekten korkmuyorlar..Toplumun sert bir tepki göstermeyeceğine güveniyorlar çünkü...***Bir toplumda yazılı olmayan ahlaki değerler çiğnenirse çürüme başlıyor ve bir toplum çürümeye başlarsa eğer ortak değerler etrafındaki birlik de kayboluyor...Ve Ortak vicdanlarını ve değerlerini kaybeden toplumlar da toplum olma özelliklerini de kaybediyorlar eninde sonunda ne yazık ki... Önce manevi, sonra maddi dağılma başlıyor...Vicdanını kaybeden toplumlar da en sonunda eriyip gidiyor.***Türkiye için belki de en büyük tehlike bu işte...Tüm vicdani değerlerimizi kaybetmemiz...Bütün her şey siyaset alanında oluyormuş gibi gözükse de tek tek tüm değerlerimizi kaybediyoruz, farketmiyor musunuz?Bir toplumu toplum yapan sadece onun bayrağı, sınırı, toprağı değildir ki, bize her zaman yutturmaya çalıştıkları gibi...Bir toplumu toplum yapan asıl onunortak ve tartışılmaz vicdani ölçüleridirbana sorarsanız...Ve, bence bir toplum için en tehlikeli şey de bu ölçülerin çürümesidir.***Vicdanlarda başlayan zayıflık, ahlaklarda öyle bir çürüme başlatıyor ki bu kaçınılmaz bir çöküşün baslangıcı oluyor ne yazık ki...Zaten hepimiz çöktüğümüzü görüyoruz, öyle degil mi?Ölümler artıyor...Nefret artıyor…Öfke artıyor.***Savaş önce gerçekleri öldürür derler…Bence önce vicdanları öldürüyor.Hiç tanımadığınız insanların ölümüne sevinmeye başlıyorsunuz.Daha fazla ölüm istiyorsunuz.Öldürülmesini istediklerinizin de insan oldugunu , onların da bir annesi babası bulunduğunu unutuyorsunuz...O insanların ölümü sizin için haktan da, hukuktan da, adaletten de daha önemli oluyor.Ve böylece çürümeye başlıyorsunuz iste...***İlişkiler çürüyor sonra…Değerler çürüyor.Vicdanlar çürüyor.Sonunda da tüm toplum çürüyor.***Ölümlere sevinmekten vazgeçin…Savaşı alkışlamaktan vazgeçin…Çürümekten kurtulmak istiyorsanız, vicdanınızın ölmesine izin vermeyin!
Bütün bu kanlı karmaşanın ortasında ben en çok MHP’nin ne yapmak istediğini, hamlelerini hangi politik hesapla yaptığını anlamaya çalışıyorum.Aranızdan MHP ne yapmaya çalışıyor anlayan var mı? Önce koalisyon seçeneklerini içinden çıkılmaz bir düğüme çeviren, ardından Meclis başkanlığını tepsiyle Ak Partiye sunan, şimdi de terör komisyonunda red oyu verip Ak Partiyle işbirliği yapan, amacının ne olduğu belli olmayan bir oluşum haline döndü MHP... Ve anlaşılması zor bir şekilde AKP’ye kaybettiği iktidarın yolunu açan parti durumuna geldi...AKP’nin kendisi bile kendi yolunu MHP’nin ona açtığı kadar açamıyor...***Peki MHP, neden AKP için bir koltuk değneği haline geldi?Bu sorunun cevabını pek bilen yok...Kamuoyu araştırma şirketleri, erken seçimde AKP’nin bu politikalarıyla MHP’den oy alacağını söylüyor.Artık AKP’nin Kürt seçmenden bir beklentisi kalmadığı için tümüyle MHP tabanına dönmüş durumda.Peki, MHP neden kendi seçmenini altın tabakta AKP’ye ikram ediyor?Ya da bunu neden umursamıyor?Ya da bunu nasıl sezemiyor!***Bir iç savaş ihtimalinde, oyların milliyetçi partiye yöneleceğini mi düşünüyor?Hesapları bu mu yani?O milliyetçi oyları, AKP “PKK’yla savaşan biziz”diyerek toplama peşinde.MHP, milliyetçilik yarışını nasıl kazanacak ki bu şartlar altında?Pek mümkün görünmüyor bu doğrusu...***Tabii bir de muhafazakar olduğu halde AKP’ye ve Erdoğan’a kızdığı için MHP’ye oy verenler var.Onlar şimdi MHP’ye de kızıyorlar.AKP’ye dönmeyecekler ama herhalde MHP’de de kalmayacaklar.İkinci kayıpları da bu oylar olacak sanırım.***Kayıpları açıkça görülüyor da, bu politikadan sağlayacakları kazanç gözükmüyor. En azından ben görmüyorum.Henüz bu kazancın ne olacağını anlatan birine de rastlamadım.Nereden bakarsanız bakın, MHP’nin politikasının“siyasi akla” uygun bir yanını bulamıyorsunuz.***MHP’nin politikası “siyasi akla” uygun değilse neye uygun peki?Siyaset dışı bir anlayışın temsilcisi mi acaba şu anda MHP?Siyasi tablonun içinde şu anda göremediğimiz, o tablonun dışında duran bir ihtimalin hazırlayıcısı olarak mı götürüyor politikasını?Bizim göremediğimiz o “ihtimal” ne olabilir?Demokrasi ve barış olmadığı kesin.Peki ne?***Bana sorarsanız MHP, bilmediğimiz bir nedenden ötürü kendini yakıyor gibi gözüküyor. MHP liderleri için “partilerinden” daha önemli bir amaç,bir neden mi var?Bu soruların cevaplarını ben bulamıyorum.Ve bir partinin “siyasi tablo” içinde göremediğimiz bir amaca uygun davrandığını düşünmek ürkütüyor beni.***MHP’nin ne yaptığını, niye yaptığını, mantığa uygun bir şekilde anlatacak biri var mı? Doğrusu, MHP’nin yaptıklarını siyasi bir akılla açıklayacak bir cevap olmasını diliyorum ben...Aksi, bana çok korkutucu gözüküyor.