Dört yıl önceki Türkiye’den buraya nasıl geldik!

28 Temmuz 2015

Daha bir kaç yıl öncesine kadar bu ülke, bütün dünyanın hayran kaldığı bir başarı öyküsü olarak parlıyordu.Unuttuk o günleri değil mi?Acılar, haksızlıklar, ölümler, hukuksuzluklar yüzünden unuttuk...Oysa;Askeri vesayete son verilmişti.Kürt sorununun çözümü için adımlar atılıyordu.Ekonomimize herkes hayrandı.Ortadoğu’nun en imrenilen ülkesiydik, her sorunda arabuluculuk edebilecek bir ağırlığımız vardı.Ortadoğu’daki her gelişmede dünya “Türkiye ne diyor”merak ediyordu.Her görüşten, her inançtan, her ırktan insanı bir arada barış içinde yaşatacak bir demokrasiyi hayata geçiren ilk Müslüman ülke olması bekleniyordu Türkiye’nin, dünya Türkiye’yi alkışlıyor, Batılı ülkelerde yaşayanlar bile “Erdoğan gibi bir lidere kendilerinin de ihtiyaç duyduğunu”söylüyordu.***Bir de bugüne bakın.Dört yılda nereden nereye geldik.Ne oldu, niye böyle dağıldık?Sanırım hepimiz, “dört yılda ne oldu” sorusunu kendimize sormalıyız, buna bir cevap aramalıyız…Neyi bozduğumuzu anlarsak, o bozduğumuz yeri tamir etme imkanımız da doğar çünkü...***Bugün yaşananların Türkiye için kaçınılmaz bir kader olduğuna inanmıyorum ben… Bu durum, bu bölünmüşlük kaçınılmaz bir kader değil.Ama bu gelişmeleri durdurmaz ve bölünmeyi kışkırtmayı sürdürürsek, çok ağır bedeller ödeyeceğimiz gelişmeler birsüre sonra gerçekten de kaçınılmaz bir kadere dönüşecek.***İnsan bunu içine sindiremiyor…Hergün ayrı bir öfke hissediyorum içimde...Bölünmüşlük, nefret ve kutuplaşma hiçbir dönemde bu kadar keskinleşmemişti. Bölünmüşlük, toplumun her zerresine yayıldı.***Bir toplum, birbirinden nefret eden kitleler halinde ortadan kırılmanın yarattığı baskıyı daha ne kadar taşıyabilir?Bu nefret ortadan kaldırılamazsa, bu toplum barış ve huzur içinde bir arada yaşamayı nasıl sürdürebilecek?Kalabalıkların bir araya geldiği her yer, beklenmedik olayların yaşanabileceği ortamlara dönüşüyor artık...Küçücük olayların büyük çatışmalara dönme ihtimalini sürekli içimizde taşıyoruz...***Birbirimizden nefret ederek, birbirimizden intikam almaya çalışarak, birbirimizden korkarak yaşamayı sürdüremeyiz.Hiç bir toplum sürdüremez.Bir an önce bu gerginliği durduramazsak nefret ve öfkeyle ortadan çatlayacağız. Bir daha da asla bir araya gelemeyeceğiz.İstediğimiz bu mu?***Dört yıl önceki Türkiye’den bugüne nasıl geldik?Bu hastalık ne zaman, nasıl başladı?Hastalığı teşhis edebilirsek, tedaviyi de uygulayabiliriz.Aksi takdirde bu hastalık bizi öldürecek.

Devamını Oku

Bunca hatanın bir kökü olmalı!

25 Temmuz 2015

Wikileaks’i hatırlıyorsunuz herhalde… ABD Dışişleri Bakanlığı’na ait belgeleri yayınlamaya başlamıştı...Türkiye ile ilgili belgeler de yayınlanmıştı Taraf gazetesinde o zaman.Yayınlanan belgelerin bir kısmında Ahmet Davutoğlu’nun adı da geçiyordu...Davutoğlu o belgelerin olduğu tarihte Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün danışmanıydı...Amerikalılar Ahmet Davutoğlu’nu “NeoOsmanlıcılık’tan ötürü tehlikeli bulduklarını” söylüyorlardı o belgelerde....Unutmadığımız ama hafızamızda niye sakladığımızı da bilmediğimiz bilgiler vardır ya, işte bu onlardan biri benim için...***Davutoğlu ve Osmanlıcılık...Başbakanın neredeyse tüm dış politikamızı üzerine oturmak istediği yaklaşım.Savaşın eşiğine geldiğimiz şu günlerde, nedense aklımda hep bu var...Osmanlı’yı yeniden canlandırma istekleri…***Ben sanatın, felsefenin, özgür düşüncenin gelişmediği bir toplumda “ahlakın” da çok gelişmediğini, hukuk bilincinin içselleştirilemediğini düşünüyorum.Buna bir de “siyasi merkezin” çıkar dağıtma gücünü ekleyin.Bunların hepsi bir araya gelince o zaman ezik ve sesiz bir toplum oluyorsunuz işte.İktidara kim gelirse gelsin, bu “sessiz eziklikten”etkileniyor ve sonunda her istediğini yapabileceği büyük bir özgürlüğe sahip olduğuna inanıyor.İşte bu da bize başbakanın hayran olduğu Osmanlı’dan miras.***Savaşa girmeye yakın olduğumuz şu günlerde bunları düşünüyorum....Bizim ağacın dalları, yaprakları, çiçekleri hastalanmış ama sanırım hastalığın sebebi ağacın kökünde yatıyor aslında...Biz hep şehzadeleri, padişahları, yöneticileri konuşuyoruz...Bir vakit bulduğumuzda, niye bunların hepsi sonunda hata yapıyor deyip ağacın köklerine de bakmalıyız sanırım…Bunca hatanın bir kökü olmalı değil mi?***O kök sanırım toplumda yatıyor.Hukuksuzluktan, baskıdan, keyfilikten gerektiği kadar şikayetçi olmayan bir toplum bu.Yeni yeni sesini çıkarmayı öğrenmeye başlasa da henüz toplumsal “değerler” oluşturamamış bir kalabalık.“Değerler” olmayınca siyaset de her istediği yöne gidebileceğine inanıyor.Bu inanç bazen siyasetçileri ve onlarla birlikte ülkeyi de yanlış maceralara götürüyor işte...***Osmanlı’ya hayran olanlar olabilir…Ama sanırım herkesten önce bu hayranlar grubunun, Osmanlı’nın niye battığına bir daha bakmaları gerekir.Bu, aynı hataları yapmamak ve aynı korkunç sonuca ulaşmamak için hayati bir bilgi sonuçta!

Devamını Oku

Vicdanlarını iktidar masalarında bırakmışlar!

23 Temmuz 2015

Canım hiçbir şey yapmak istemiyor...Ne yazı yazmak, ne okumak, ne gülmek, ne yürümek, ne sevdiğim başka bir şey… Yaşamakla ölüm arasından ıssız bir yerdeyim...Sesler, kokular, hayat, yaşama dair pek çok şey uzaklardan duyuluyor sanki...Muhtemelen çoğumuz aynı tarifi zor yerdeyiz bugünlerde...Hep aynı şey dönüp duruyor içimde;‘Bu kadar kötülükten ne kalacak geriye?’‘Bunca kötülük, acı ne işe yarayacak?’***Zulmün bu kadar bayağılaştığı, siyasetin bu kadar pespayeleştiği, cinayetin bu kadar sıradanlaştığı, entrikanın bu kadar sığlaştığı bir dönem az gelir gerçekten.Biz bunları sadece generallerin diktasında olur sanıyorduk.Faili meçhuller bitti sanıyorduk.Meğerse kötülük sadece kıyafetini değiştiriyormuş.Üniformasını çıkarıp sivillerini giyiyormuş.***Düşündükçe insanın bedeni dar geliyor duygularına…Öfke ve acı taşıyor her yanımızdan.Dinmiyor...Dinmez...‘Ne hakla öldürürsünüz benim çocuğumu, ne hakla benden alırsınız onu’ feryadı çınlıyor ruhumuzda.***Kötülük var bu ülkede.Kötüler var.Ve bu kadar kötülükten ne kalacak geriye gerçekten?Böylesine büyük bir şiddetten, kendisine benzemeyene duyulan böyle büyük bir düşmanlıktan, bir toplumu böyle öldüresiye bölmekten geriye ne kalacak?Acı kalacak.Hayal kırıklığı kalacak.Vicdanlarını iktidar masalarında bırakmış insanların karanlık gölgeleri kalacak.Cinayetler karşısında susan dindarların bize armağanı“dindarlık nedir” sorusu kalacak.Zekadan yoksun komplo teorileri kalacak.***Elimde değil, acıyan yerine ısrarla dokunmak gibi,gözlerimi alamıyorum o fotoğraflardan…Cenaze törenlerindeki acılı insanların fotoğraflarına bakıyorum uzun uzun.O acı, resimlerden taşıp bütün ülkeyi kaplıyor.***Kötüler her kılıkta çıkıyor karşımıza, bunu öğrendik.Her kötülüğe direnecek gücümüz var, bunu da öğrendik.Ölerek ve gülümseyerek yenebileceğimizi biliyoruz artık.Bize bu acılardan bunlar kalacak.Esas o kötülere bu kötülüklerinden ne kalacak?Ne kalacak onlara?

Devamını Oku

Katiller… Katil yamakları… Onların sessiz sırtlanları…

21 Temmuz 2015

Ölümle hayat arasında bizim de bir sözümüz var….Bizim de bir gücümüz var, bizim de hayattan yana durma hakkımız var, bizim de ölüme kayıp giden bu çocukların elini tutacak bir yüreğimiz var.Bir sesimiz var bizim.Öfkeyle kanayan bir ruhumuz var.Bir vicdanımız var.İnsanız biz.Öfkeli ve acılı insanlarız.***Gencecik çocukları öldürdüler.Onları sevenler, anneleri, babaları, kardeşleri,sevgilileri bir daha onların yüzünü göremeyecek, bir daha onların ellerine dokunamayacak, seslerini, gülüşlerini,şakalaşmalarını duyamayacak.Onların evlerinde bir daha onların sevdiği yemekler pişmeyecek. Sevdikleri müzik çalmayacak...Annelerinin yüzünde bir daha asla silinmeyecek o derin acı kalacak...Babaları gizlice ağlayacak.Kardeşleri içlerini yakan o isyanı bir ömür taşıyacak...Sevgilileri, eşleri, nişanlıları, derin bir yası taşıyacaklar ruhlarında.***Birileri, yeryüzünde, insanların arasında insan kılığında dolaşan birileri, bir odada oturup o çocukların öldürülmesine karar verdi.Soğukkanlılıkla karar verdiler.Genç ölümlerden bir çıkar umarak karar verdiler.Aralarından biri “öldürelim” dedi, diğerleri de “evet,” dedi, “öldürelim.”Öldürdüler.***Ölümle hayat arasında bizim de bir sözümüz olacak.Gözümüzün önünde öldürülen genç insanlara bir borcumuz var.Toplumun ta derinlerinden gelen acının ve öfkenin sesini duyuyor kulaklarımız.Bir öfke, kabarıp büyüyor içimizde.***Bu ülkenin insanları vicdanlarıyla ayakta.Bir de ellerini ovuşturanlar var.Genç ölümlerin üzerinden çıkar hesapları yapanlar var.Yüzlerinde sırtlan gülümsemeleriyle sessiz duranlar var.Ölümün sorumluluğunu dahi öldürülenlerin üzerine yıkmaya çalışan ahlaksızlar var.Katilleri değil, kurbanları suçlayanlar var.Vicdanların sesini susturmak isteyenler var.***Susmayacağız.Ölen gençler için, onların aileleri için, onların sevdikleri için, bu ülke için, insan olduğumuz için susmayacağız.Alçaklar kazanmasın, alçaklık kazanmasın, katiller kazanmasın, ölümden medet umanlar kazanmasın diye konuşacağız.Seslerimizle geleceğiz peşinizden.Sözlerimizle, vicdanlarımızla, kararlılığımızla geleceğiz peşinizden.***Katiller…Katil yamakları…Onların sessiz sırtlanları….Sizin kazanmanıza izin vermeyeceğiz.***Göreceksiniz….Kazanamayacaksınız.Öfkemiz ve vicdanımızla yeneceğiz sizi.

Devamını Oku

Biz de bir gün kahkahalı toplum olabilecek miyiz!

18 Temmuz 2015

Eğlenceli bir bayram kahvaltısı masasında, çevremdeki neşeli insanlara kısa bir süre bakıp, sonra da onlar o sırada ne konuşuyor neredeyse hiç aldırmadan ‘bir insanı hatta bir toplumu ileri götürecek tek güç, o toplumdaki yaşama isteğidir bence’ dedim.Ve hiç ara vermeden, belki de biraz itiraz edeceklerinden ‘korkarak’ ama kendi tezinden de emin bir sesle ‘yaşamın önündeki engellere karşı duyduğu isyandır...Yapabileceklerine olan inancıdır… Hayatı dibine kadar yaşama arzusudur…Bunlar olmadığı zaman ne bir toplumu ne de bir insanı yerinden kıpırdatamıyorsun, ağır bir kaya gibi olduğu yere çöküyor… Ve sadece kabul ediyor. Gülmüyor bile özgürce’ dedim.‘Peki, bu kayayı olduğu yerden oynatacak bir güç gerçekten var mı sence?’ dedi masadan biri.***Gerçekten de içimizdeki yaşama isteğini,kahkahayı, isyan edecek güveni kıpırdatacak şey neydi acaba?Uzun süre bunun ne olduğunu tartıştık, hepimiz birbirinden farklı cevaplar verdik.Neden bu kadar ve hatta nasıl bu kadar hayata değmeden yaşadığımızı konuştuk.Kuşkularımızdan, korkularımız-dan,hayallerimizden bahsettik.***Sonra biri çok güldüğüm ama aklıma da çok takılan birşey söyledi: ‘Adamına birine evrende 300 milyon yıldız var dersen inanır. Bir bankın yeni boyandığını söylersen emin olmak için ona dokunmak ister...’Tek başına, göremediğimize bu kadar hızlı inanmak,gördüğümüzden ise hızlıca kuşkulanmak bile eğlenceli bir yazı konusu iken, bir de bizim gibi toplumların gördüğünden bile kuşku duymaması, yazı için de, gülmek için de meseleyi katmerliyordu doğrusu...***Neden insanlar yıldızlar konusunda hiç kuşkuya kapılmadan söyleneni kabul eder de bankın boyalı olup olmadığından hemen kuşkuya düşer?Herhalde hayatını doğrudan ilgilendiren konularda daha dikkatli olmasından.Öyle değil mi?Peki neden bu kuşku, ‘somut’ konularda böylesine hızlı bir şekilde ortaya çıkarken, özgürlük,adalet, barış gibi konularda pek ortada gözükmüyor?Bankın boyalı olup olmadığından bile kuşkulanan biri neden ‘özgürlüğünün’ kısıtlanıp kısıtlanmadığından hiç kuşkuya düşmüyor?***Acaba bizim gibi toplumlarda özgürlük, adalet,barış gibi kavramların hayatımızın önemli bir parçası olduğu fark edilmiyor mu?Düşüncelerin yasaklandığı, adaletin sakatlandığı,barışın olmadığı bir toplumda ‘yaşama sevincinin’ de eksileceğini kavrayamıyor muyuz?Bunlar olmadığında, gülebileceğimiz kadar gülmeden bu dünyadan ayrılacağımız hiç aklımıza gelmiyor mu?***Yaşamak, hayatın hakkını vermek, hayattan hakkını almak, gülebilmek isteyen toplumlar, önlerine çıkarılan engeller konusunda daha fazla düşünüyorlar herhalde.Kendilerine söylenenlerden daha fazla kuşkulanıyorlar.Yıldızları, boyalı bankları, hak ettikleri kadar iyi yaşayıp yaşamadıklarını, özgürlüklerinin engellenip engellenmediğini daha fazla sorguluyorlar.Haliyle daha fazla mücadele edip, daha fazla gülüyorlar.***Biz de kahkahalı bir toplum haline geleceğiz herhalde bir gün.Gelsek çok iyi olur bana sorarsanız...Ama bunun için mücadele etmek gerekiyor.Mücadele etmek için de önüne çıkan engellere isyan etmen, söylenen her sözü hemen kabullenmeyip gerçekliğini sorgulaman gerekiyor.***Yaşama isteği bunları sağlıyor.Bizim yaşama isteğimiz mi eksik acaba?Eksikse neden eksik?Bu sorunun cevabı var mı?Siz biliyor musunuz, yaşama isteğimizbizim niçin eksik...

Devamını Oku

Bugün mutlu olmaya izinliyiz...

16 Temmuz 2015

“İnsanların acıları ne kadar artarsa, genellikle kalabalıklara olan tutkusu da o kadar artar” demişti babam bir keresinde...“Ya mutlak bir yalnızlığın içine çekilirler ya da kalabalıklara karışarak kendilerini ve acılarını unutmaya çalışırlar.”Sonra ne zaman mutlu bir kalabalık görsem bu sözün saklandığı o gizli geçiti aradım... Çünkü eğer acılarımız ve kalabalıklar arasında bir ilişki varsa, mutlu gözüken kalabalıkların da acıları olmalı.***Bir deniz kıyısı kalabalığına bakarak yazıyorum bu yazıyı.Herkes mutlu gözüküyor.Genellikle herkesin kendini normalden daha iyi hissettiği bir zaman ve mekana ait bir kalabalık bu gördüğüm.Belki de bana öyle geliyor bilmiyorum, sanki herkes kendinden kaçarak gelmiş bu sahile.Zaten, tatil de biraz kendinden kaçış anlamına gelmiyor mu?Kendinden ve hayatından uzaklaştığın, mola verdiğin bir zaman parçası.***Tatil kalabalıklarının tuhaf bir mutlu olma uğraşı var sanki...Herkes kendi dışında bir başkası olmak istiyor gibi o aradığı mutluluğu bulabilmek için...Kalabalıklar acıları saklıyor gerçekten...“İnsanın kendisiyle ilgili gerçekleri unutması için bilinenen iyi sığınaklardan biri” demişti babam yine o sohbette...***Kalabalıkları, kendimiz olmak zorunda değiliz diye seviyor olabiliriz. Kendi gerçeğimizden kurtuluyoruz orada çünkü.Ne garip değil mi mutlu olmak için kendimizden kurtulmamız gerekiyor önce, inancımız bu...Hayatın doğal akışı içindeki sıkıntılarımızdan kurtulmak için kendimizden de kurtulmaya uğraşıyoruz.***Çoğunlukla evinde tek başına kendisi olmak istemiyor insanlar, bir kalabalığın içinde bir başkası olmak için uğraşıyor...Ama bugün bayram...Herkesin kendisini ve mutsuzluklarını unuttuğu gün.Şu ana kadar anlattığım kalabalıklardan farklı bir kalabalığın toplandığı zaman.Bayramlar, toplumların kendilerine mutlu olma izni verdikleri günler.***Kimse kendinden ya da başkasından kaçmıyor bayram günleri kalabalılara karıştığında, bugün herkes zaten mutlu, insanlar dertlerine ara vermişler.Doğal, içten gelen bir mutlulukla selamlaşıyor herkes bayramda.Bir anlamda hepimiz çocuklaşıyoruz, belki de bayramları böylesine güzel kılan da bu.“Büyüklerin” kalabalığından farklı bir kalabalık bayram kalabalıkları.Çocukların kalabalığı, yaşları kaç olursa olsun. Onun için belki de hepimiz böylesine içten bir sevinç hissediyoruz...***Herkese iyi ve mutlu bir bayram diliyorum.Birkaç gün de olsa mutlu bir çocukluğun tadını çıkaralım...

Devamını Oku

Ne saklıyorsun kim bilir içinde...

14 Temmuz 2015

İnsan kendisiyle çelişemez diye öğretiyorlar bize... Ne tuhaf... Oysa ki farklı farklı birçok kişiyizdir biz tek bir bedende ve değişir dururuz...İnsan kendisiyle çelişir o yüzden, birbirinden farklı hatta birbirine zıt birçok isteği, duyguyu bir arada barındırır içinde.Korkarız sadece bunlardan.O duyguları, toplumun ahlak anlayışına göre, bize öğretilenlere göre, inançlarımıza göre kendi içimizde bir sıraya koymaya çalışırız.En korktuklarımızı da bir daha asla çıkmayacaklarına inandığımız derinliklerimize kapatırız.***Hepimizin içinde pek çok kimlik var…İnsan, kaç insandan meydana gelir diye düşündünüz mü hiç? İnsanın içinde kaç tane daha başka başka kendisinden var ya da?Çoğumuz kendimizi tek bir insan zannederiz ama için için biliriz bir başkası daha olduğumuzu aslında. Gerçeği sezeriz yani...Bunu bilmeyi istemeyiz sadece...***Oysa düşünmekten korktuğumuz ya da zaman zaman düşündüğümüz ya da hiç düşünmediğimiz seyler de biziz... Evet o düşünmeye korktuğunuz herşey sizsiniz... Tıpkı en dindar olanımızın içinde bir günahkâr , en hanımefendinin içinde bir yosma, katilin içinde merhamet, dolandırıcının içinde adalet olduğu gibi... İnsanın içinde insan var.En derinlerinizde saklı olan da sizsiniz…Bütün o çelişkiler de sizsiniz... Hatta her şeyden fazla sizi siz yapan o çelişkiler.***Düşününce ne çok sessiz kalmış, hiç kafasını kaldıramamış kimlikler var içimizde, değil mi?O kimlikleri yok saymak için de uydurduğumuz pek çok yalan yer alıyor hayatımızda.Ne düşünüyorum biliyor musunuz, özgürlük Dediğimiz şey, o kimliklerin hepsinin istediği zaman diğer kimliklerin önüne geçip yaşam bulmasında bence.Kendinizi bir düşünün, “yapmam” dediğiniz, “yapmamalıyım” dediğiniz ne çok şeyi yapmak istiyorsunuz aslında ya da “keşke yapsam”dediğiniz ne çok şeyi yapmaktan korkuyorsunuz.***Daha da beteri, hepimiz korkuyoruz içimizi görmekten kendi gerçeğimizle yüzleşmekten.Bunu bir yapsak, Türkiye’nin birçok sorunu çözülür bana sorarsanız...Kendini kabul eden başkası reddetmeyi aklından geçiremez çünkü...Kendisini bütün halleriyle seven biri, başkasını beğenmemeyi küçümsemeyi aklına bile getiremez. O yüzden ne zaman başkalarını küçümseyen,reddeden, kızan birilerini görsem hep aynı şeyi düşünürüm ben, ‘ne saklıyorsun kimbilir içinde, neyi kabul etmeye bu kadar zorlanıyorsun kendinde…’***Ülkenin heryeri acı dolu yine...Toplumsal acıların bile bizi o kadar yakmamasının, kolayca ‘hayat devam ediyor’dememizin bile altında kendi yalanlarımızın yarattığı acılarla kavrulmamız var belki de…Kendimizi, duygularımızı, aşklarımızı, çoşkularımızı, isteklerimizi, çelişkilerimizi küçümsüyor hayatı susukunlaştırıyoruz.Kendi sahte hayatlarımızından utanacağımıza, içimizde kıpırdanan gerçek kimliklerden utanıyoruz... Ve gerçek acılara duyarlılığımızı kaybediyoruz içimizde yanan bu acıdan...***Ölümleri bile önemsemiyoruz...‘Hayat devam ediyor’ diyoruz...Hayat devam ediyor evet, ama istediğiniz hayat mı o devam eden?İçimizden geçtiği gibi değil, olması gerektiğini düşündüğümüz gibi sahte bir hayat o...Hepimizin içinde tek tek bulunan o sahtekarlıklar sonunda birleşip büyük bir sahtekarlığa ve duyarsızlığa dönüşüyor işte sonunda... Bu mu hayat Dediğimiz şey!PS: ‘Bu ülkedeki sahtekarlık canımı yakıyor’ dedim telefonda anneme, ‘sen bunu ne güzel yazmıştın’ dedi... Anneler haklıdır dedim ve işte yeniden karşınızda, ‘ne saklıyorsun kim bilir içinde?’

Devamını Oku

Bu halk bu siyasetçileri de değiştirir!

9 Temmuz 2015

Şanslı bir kuşağız...Türkiye’deki bütün inançların, alışkanlıkların değiştiği, en azından bunun için insanların hevesli olduğu,tabuların kırıldığı, yeni bir düzenin oluştuğu bir dönemde yaşıyoruz...Olup biten her şeyi özgürce düşünüp değerlendirebilir,bu geçiş çağının tüm eğlencesini, heyecanını yaşayabiliriz istersek.İstersek tabii...***Tabii bir inancın içine kıvrılıp yatmaktan hoşlanıyorsanız ya da kolay nutuklarla işi idare etmek istiyorsanız durum değişir...Çok şanssız bir zamanda bu ülkede yaşıyorsunuz demektir...Değişimin gücü size huzursuz edecektir çünkü...***Düşünsenize bir, kaç ülke beş yıl içinde iki “baskıcı yapıyı” oylarıyla değiştirmeyi başardı?2010’da anayasa referandumu ile askeri vesayeti sona erdirdi Türkiye.7 Haziran’da ise “tek adam, tek parti” yönündeki ürkütücü gidişatı durdurdu.***Ama Neredeyse öyle bir seçim olduğunu ve sonuçlarını unutturmak ister gibiler bize...“Eski” iktidarın politikacıları ve yandaşları öylebir seçim olmamış gibi davranmak istiyor.Ama öyle bir seçim oldu.Ve halkın yüzde 60’ı “tek parti düzeni istemiyorum” dedi.***Her türlü vesayete, baskıya, tek adamlığa karşı çıkan bir ülke görüntüsündeyiz.Toplum, kararlı ve gürbüz bir şekilde “devleti ele geçirip halkı ezmek” isteyenlere kesin bir şekilde “bunu yapamazsınız” diyor.“Hukukuszluk, baskı, insanların hayatlarına,düşüncelerine, inançlarına karışmaya kalkışan bir devlet kibri olmayacak bu ülkede” diye haykırıyor.***Beş yıl içinde hem askeri vesayeti hem de AKP iktidarını bitiren bu halkın, özgür, eşit, adil bir hayat istediği açık.Ama bu talebi karşılamaya ne yazık ki bugünkü siyasetin gücü yetmiyor.Barışçı, özgür, adil, eşit bir hayat oluşturamıyorlar.Bu büyük değişim döneminde, halkın sonunda bu siyaset sınıfını tümden değiştireceğini düşünüyorum ben doğrusu.Bu toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek, değişimi sağlayacak, barışı yerleştirecek, özgürlüğü güvenceye alacak, yargının bağımsızlığını sağlayacak yeni bir“siyasi yapı” oluşacak gibi görünüyor.***Türkiye değişiyor ve değişmek istiyor.Siyaset bu talebi karşılayamazsa, toplum o siyasileri de değiştirecektir.Sancıları, acıları belki fazla ama değişimin ışılıtısı,çekiciliği, ümidi de bir o kadar kuvvetli.Bence bunun tadını çıkarmalı...

Devamını Oku