Bir gazeteci olarak Milli Görüş hareketini izlediğim ilk andan itibaren hep “İstanbul Türkiye’nin özü, özetidir”, “İstanbul’un kaderi Türkiye’nin kaderidir”, “İstanbul’u alan Türkiye’yi alır” gibi cümleler işittim. Nitekim RP’nin yükselişi Erdoğan’ın il başkanı olduğu İstanbul’dan başladı. Ancak Erbakan’ın Konya ile irtibatı nedeniyle İstanbul uzun bir süre genellikle gölgede kaldı. Önce Fazilet Partisi ama esas olarak AKP ile birlikte İstanbul bu hareketin gerçek anlamda kalbi oldu.AKP 4. İstanbul İl Kongresi’nin bir gövde gösterisi şeklinde Ali Sami Yen TT Arena’da düzenlenmesi, bakanlar kurulunun çoğunun orada olması, parti teşkilatlarının olağanüstü gayretleri bu nedenle hiç de rastlantı değildi. Aynı şekilde Erdoğan’ın konuşmasının nerdeyse yarısını İstanbul’a, ona olan sevgisine ayırması, uzun uzun İstanbul üzerine şiirler okuması da şaşırtıcı değildi.RP’den mirasRefah Partisi döneminde stadyumda İstanbul’un Fethi kutlamalarına tanık olmuştuk ama parti kongresi yapıldığını görmemiştik, AKP döneminde bu da oldu. Üstelik bu tür iddialı organizasyonlarda yaşanması muhtemel aksaklıklara fazla tanık olmadık. “Neden?” sorusunun cevabını geçmişte arayabiliriz: RP, seçim kampanyası, miting, kongre gibi her türden organizasyonun altından son derece başarılı bir şekilde kalkabilen bir partiydi. Siyaseti bir dava olarak gören RP’liler, zamanlarını, enerjilerini, maddi imkanlarını bu tür organizasyonlar için seferber eder ve bu yolla partilerini sırtlarında taşırlardı. AKP’yi kuran ve bugünlere getiren kadroların Milli Görüş gömleğini çıkarıp çıkarmadıkları tartışılır ancak bu organizasyon becerisini miras olarak bugünlere taşıdıkları açıktır.Hiç kuşku yok ki AKP’liler bu tür organizasyonlarda sürekli kendilerini aşıyor, çıtayı daha yükseğe çıkarıyorlar. Ancak RP ile AKP dönemleri arasındaki şu büyük farkı hatırlatmamız şart: RP iktidara geldiği zaman bile muhalefette olan, sistem tarafından sürekli horlanıp dışlanan bir partiydi; AKP ise 10 yıldır ülkeyi tek başına yönetiyor ve sistemi kendine göre yeniden biçimlendiriyor. Bu fark dünkü kongrede net bir şekilde gözüküyordu: Horlanmanın, dışlanmanın yol açtığı öfke ve radikalizmle yoğrulmuş RP’lilerin yerini iktidar rehaveti içinde muhalefete muhalefet eden AKP’liler almıştı.RP’de çok yoğun bir ideolojik-politik donanım ve Erbakan’ın liderliği geçerliydi. Bugünse iktidarın halka sunduğu hizmetler ve Erdoğan’ın liderliği söz konusu. Hizmetlerin eski ideolojik-politik donanımın yerini alması mümkün olmadığı için Erdoğan’ın liderliği, sanılanın aksine Erbakan’dan daha çok öne çıkıyor. Bunun sonucunda AKP’nin artık bütünüyle bir “Erdoğan partisi” olduğunu söyleyebilir ve onun cumhurbaşkanlığı gibi partilerüstü bir görevi üstlenmesi halinde AKP’nin geleceğinin ne olacağı sorusunu şimdiden sorabiliriz.Uludere rahatsızlığı bitecek gibi değilDünkü yazımızda, Erdoğan TT Arena’nın açılışı sırasında bir kısım Galatasaray seyircisi tarafından ıslıklanıp yuhalandığını hatırlatmış ve kendisinin bir şekilde bu olaya ve futbolla ilgili diğer kritik konulara değinebileceğini söylemiştik. Yanılmışız. 10 binlerce AKP’linin kendisine gösterdiği teveccüh ile o olayın rövanşını aldığını düşünmüş olacak ki bu konulara girmedi. Ama son günlerin en çok konuşulan konusu olan Uludere faciasına değinmeden edemedi. Erdoğan her ne kadar bu konuda esas konuşmayı yarın Meclis grubunda yapacağını söylemiş olsa da, isim vererek PKK, BDP, CHP ve bir kısım medyaya Uludere konusunda çok ağır suçlamalar yöneltti. Erdoğan’ın söylediklerini haber sayfalarımızdan okursunuz, şimdilik şunu söylemek istiyorum: Birilerinin bu olayı istismar edip etmediği tartışılır ancak hükümetin Roboski faciası konusunda yapması gerekenleri yapmadığı tartışılmaz. Diğer bir deyişle, eğer hükümet gerçekten istismardan şikayetçiyse bunun kaynağını kurutmaya çalışması gerekir.Hizbullah’ın yeni stratejisiDün Diyarbakır İstasyon Meydanı’nda Mustazaf-Der’in kapatılmasını protesto için düzenlenen “Ahde Vefa Mitingi”ne katılımın aynı yerde Hz. Muhammed’e saygı adına yapılan mitinglere kıyasla az olduğunu öğrendim ve şaşırmadım. Mitingte yapılan konuşmalarda, dünkü yazımızda belirttiğimiz gibi Hizbullah’ın partileşmeden bir “siyasi hareket” üzerinden yasal siyasi alanda varlığını sürdüreceği ilan edilmiş. Hizbullah’ın yeni stratejisiyle ilgili kapsamlı bir yazıyı çok yakında kaleme alacağım.
AKP İstanbul 4. Olağan Kongresi’ni izlemek için bugün TT Arena’da olacağım. Üç yıl önceki 3. Kongre’de Metin Külünk, parti genel merkezinin aksi yöndeki telkinlerine rağmen görevdeki İl Başkanı Aziz Babuşçu’nun karşısına rakip olarak çıkmış ama kazanamamıştı. Külünk artık milletvekili ve rakibi olmayan Babuşçu bu kez tek aday olarak kongreye gidiyor.Seçim rekabeti olmamasına rağmen kongrenin heyecanlı geçmesi muhtemel çünkü Babuşçu TT Arena’ya 100 bin partiliyi beklediklerini söylüyor. Bu rakam hiç de abartılı olmayabilir zira son seçimlerde ülke genelinde yüzde 50’ye ulaşmış olan iktidar partisinin kalbi başından beri İstanbul’da atıyor ve atmaya devam edeceğini de rahatlıkla söyleyebiliriz.Bu kongrenin bir “rövanş” boyutu olduğunu da hatırlatmak şart. Bilindiği gibi Başbakan Erdoğan açılış günü bazı Galatasaraylılar tarafından yuhalanınca TT Arena’yı terk etmişti. Bugün kongrede yapacağı konuşmada o güne değinir mi bilinmez ancak futbol, şike ve statlardaki olaylar konusunda bir şeyler söylemesi hiç şaşırtıcı olmayacak.Bugün TT Arena’da AKP kongresi izlerken aklım aynı saatlerde Diyarbakır İstasyon Meydanı’nda düzenlenen “Ahde Vefa Mitingi”nde olacak. “Ahde vefa”dan kasıt 2004 yılında kurulup ülke çapında 20 şubesi bulunan ve geçtiğimiz günlerde kapatma kararı Yargıtay tarafından onaylanan Mustazaflar Derneği’ne destek vermek. Ancak bunun sadece bir protesto mitingi olacağını düşünenler yanılır. Çünkü başlığa çıkarttığımız gibi esasında Hizbullah’ın görücüye çıkması söz konusu.Açalım: Kurucu lideri Hüseyin Velioğlu’nun çatışmada ölmesinin ardından bir süre kabuğuna çekilen Hizbullah 2000’li yılların ortalarından itibaren hiç yapmadığı bir şey yaptı, yasal alanda faaliyete girişti ve zamanla bu stratejiyi temel aldı. Mustazaf-Der’in bu stratejinin lokomotifi olduğunu ve bu yüzden kapatıldığını çekinmeden söyleyebiliriz.Musatazaf-Der’in kapatılması kuşkusuz Hizbullah’ı olumsuz anlamda etkilemiştir ancak onun kadar popüler ve etkili olmasa da bir dizi yasal kuruluş benzer çizgide faaliyet gösteriyor; örgüt, bazı gazete, dergi, radyo istasyonu, internet sitesi, haber ajansı ve televizyon kanalları aracılığıyla görüşlerini kamuoyuna iletiyor. Nitekim Diyarbakır’da görüştüğüm kapatılan Musatazaf-Der’in genel başkanı avukat Hüseyin Yılmaz bunun yerine yeni bir derneğin kurulmayacağını vurguladı. “O zaman mitingde toplananlara bundan sonrası için ne söyleyeceksiniz?” diye sorduğumda kendisinden “Yeni yol haritasını açıklayacağız” cevabını aldım.Hizbullah’ın yol ayrımıGeçtiğimiz günlerde medyada, İslamcı bir Kürt partisi girişimi olduğu hakkında haberler çıkmış ve gözler doğal olarak Hizbullah’a çevrilmişti. “Yeni yol haritası derken bu partiyi mi kastediyorsunuz?” diye sorduğumda “Bizi çağırmadılar, haber bile vermediler. Görülüyor ki bu, sanıldığı gibi BDP’ye değil tam tersine bizlere alternatif olma iddiasında bir girişim, ama daha başlamadan bitmiş durumda.”Söz konusu parti girişimiyle ilgilerinin olmaması Hizbullah’ın yasal alanda siyaset yapmaya niyetli olmadığı anlamına gelmiyor. Anladığım kadarıyla Hizbullah yeni dönemde daha aktif bir şekilde yasal siyasete dahil olacak ancak bunu, en azından şimdilik, bir siyasi parti üzerinden yapacağa benzemiyor. Dolayısıyla bugünkü Diyarbakır mitinginde yasal bir “siyasi hareket”in ilan edilmesini ve böylece bir partileşme sürecinin startının verilmesini bekleyebiliriz.Tabii Hizbullah kendi kaderini tek başına belirleme imkanına sahip değil. Öncelikle devletin bu dönüşüme ne diyeceği, nereye kadar izin verip nerede ne tür engeller çıkaracağı önemli. İkinci olarak, PKK’nın başını çektiği Kürt siyasi hareketinin Hizbullah’ın yeni stratejisini nasıl değerlendireceği henüz belli değil. Son olarak halkın ne diyeceğine bakmak gerecek.Bu açıdan bugünkü miting açıklayıcı olacak. Hizbullah aynı alanda daha önce birkaç kez çok büyük kalabalıkları toplamıştı. Ancak bunların hepsi “Kutlu Doğum Haftası” gibi vesilelerle Hz. Muhammed’e saygı gösterileriydi ve örgütle alakası olmayan dindarları da bir araya getirmişti. Dolayısıyla bugünkü mitingin önemi, Hizbullah’ın sahici toplumsal tabanını ve gücünü gösterecek olması nedeniyle daha da artıyor.
Hükümetin (ve artık aynılaştığı için devletin) Roboski faciası nedeniyle özür dilemeye pek niyeti olmadığı anlaşılıyor. Ama benim bir özür borcum var, bu vesileyle yerine getirmek istiyorum. Şöyle ki facianın ardından yazdığım yazının başlığına “Hükümet bu facianın üstünü örtmeye çalışmaz, çalışamaz” gibi son derece kesin bir yorumumu çıkartmıştım. Çok kötü bir şekilde yanıldığımı itiraf etmek durumundayım.O yorumda iki temel hata var: Birincisi, hükümetin bu faciayı örtmeyeceği iddiası ki yaşadıklarımız bunun tam zıddını bize gösterdi. “Hükümet bunu örtmeye çalışmaz” derken AKP’nin Kürt sorununda geleneksel devlet çizgisinden büyük ölçüde kopmuş olması; geçmişteki inkar ve asimilasyon politikalarıyla arasına alenen mesafe koyması; Kürtler içinde güçlü bir tabana sahip olması ve en önemlisi ne yapıp edip Kürt sorununu çözmek zorunda olduğunu biliyor olması gibi verileri temel almıştım. Ancak olayın aydınlatılmasının kendi iktidarlarını büyük ölçüde zayıflatacağını düşünmüş olmalılar ki ülkeyi yönetenler bunu örtmeyi tercih ettiler.“AKP hükümeti bu olayın üstünü örtmeye çalışmayacaktır. Eğer örtmek isterse İsrail, Suriye gibi ülkelerin rejimlerine yönelik eleştirileri havada kalır; kışladan Muğlalı adının çıkarılması, Dersim katliamıyla yüzleşme gibi iddialı adımlar anlamını yitirir” şeklindeki akıl yürütmelerim de böylece geçersiz kaldı.Pekala örtülebiliyormuşAKP hükümetinin facianın üstünü örtmek istese bile başarılı olamayacağı anlamındaki “örtmeye çalışamaz” değerlendirmem de büyük ölçüde yanlış çıktı. Aradan geçen süre içinde Roboski konusunu sürekli gündemde tutmak isteyenlerin sayıs ve etkileri sınırlı kaldı. Hükümetin açılım günlerinde Kürtler ve Kürt sorunu hakkında her vesileyle olumlu konuşan kişi ve çevrelerin böylesi zor günlerde ortadan kaybolmaları tabii ki şaşırtıcı değil. Anaakım medyamızın daha ilk anda görmemek için elidnen geleni yaptığı bu facianın takipçisi olmayacağı da baştan belliydi. (Bereket Wall Street Journal bir haber yaptı da mecburen, o da büyük ölçüde WSJ’yi yalanlamak için medyamız Roboski’yi hatırlamak durumunda kaldı) Yine de böylesine açık bir katliamın hiçbir şey olmamış gibi geçiştirilmesi bu kadar da kolay olmamalıydı.Sıradan Kürtlerin bakışıÖnceki akşam Diyarbakır’da “kanaat önderi” olarak tanımlayabileceğimiz bir grupla sohbetimizin ana konularından biri doğal olarak Roboski’ydi. Kendilerine şunu sordum: Roboski faciası esas olarak Kürt siyasetçilerin ve aydınların meselesi mi? Sıradan olarak tanımlayabileceğimiz Kürtlerin gündeminde bu konu nasıl yer alıyor?İçlerinden biri bu soruya “Aslında bizim gibi insanların olaya daha anlayışla yaklaştığı söylenebilir ama halk bunu kendilerine yönelik, bilinçli bir katliam olarak algılıyor” cevabını verdi. Diğerleri de onu onaylayıp, hükümetin bu algıyı kırmak için bir şeyler yapması gerektiğini, aksi takdirde zaten bir süredir yaşanan ayrışmanın daha da şiddetleneceğini savundular.Roboski faciasının ardından iki senaryonun söz konusu olduğunu ileri sürmüştüm. “Şahinlerin sessiz kalacağı dönemde devlet içindeki güvercinlerin sesi daha gür çıkar ve PKK da yangına körükle gitmeyerek, ortamın yeniden ılımlılaşmasına katkıda bulunur” şeklinde tarif ettiğim iyimser senaryo gerçekleşmediğine göre kötümser senaryoya göz atmamız şart: “Bu olay kısa süre içinde unutulur; gerçek sorumlular yerine meçhul komplocular suçlanır ve sertlik politikaları kaldığı yerden devam eder. Tabii PKK da elinden geleni ardına koymayarak bu sertleşmenin iyice tırmanmasına yardımcı olur...”Galiba bir süredir kötümser senaryonun sahnelendiği bir filmi izliyoruz ve film kolay kolay biteceğe de benzemiyor. Baksanıza Kürt siyasi hareketinin en makul isimlerinden biri olan Leyla Zana yine sudan gerekçelerle 10 yıla mahkum edildi.
Müge (İplikçi), Diyarbakır’da kitap fuarına davet edildiğini söylediğinde, hiç tereddüt etmeden “Ben de geliyorum” dedim. O hem yeni romanı Günışığı Kitaplığı’ndan çıkmış olan ve taş atan çocukları konu edinen ilk gençlik romanı “Yalancı Şahit” hakkında öğrencilerle söyleşecek, hem de Everest Yayınları’ndan yeni çıkan romanı “Civan”ı imzalayacaktı; ben de “eş durumu”ndan aylak takılacak, bir süredir görmediğim Diyarbakır’la özlem giderecektim.Ama tabii ki öyle olmadı, daha fuarın yapıldığı salona girer girmez selamlaşmalar, sohbetler, tartışmalar derken yazacak çok şey birikti. İlk olarak, önceki gün açılan ve Pazar gecesi bitecek olan Diyarbakır 3. Kitap Fuarı hakkında birkaç söz: TÜYAP yetkilileri geçen yıl 100, bu yılsa 135 yayınevinin katıldığını ve 100 binin üzerinde ziyaretçi beklediklerini söylüyor. Bu rakam abartılı değil çünkü fuar alanı şehir dışında olmasına rağmen Çarşamba öğleden sonraki kalabalığı görünce hafta sonu orada bir izdiham bile yaşanabilir. Çünkü gözlemlerime dayanarak rahatlıkla söyleyebilirim ki özel olarak Diyarbakırlılar, genel olarak bölge insanı, yani Kürtler kitabı seviyor. Bunda Kürt sorununun ve aşırı politizasyonun etkisi hayli yüksek. Ama Diyarbakırlıların sadece politik kitaplara değil aynı zamanda edebiyata da ilgili olduklarını söylemeliyiz.Kürtçe’nin yükselişiBu fuar sayesinde yaşayan ve gelişen Kürtçe olgusunu daha açık, somut ve yoğun bir şekilde gözleme imkanına sahip oldum. Öğretmenleriyle birlikte fuarı gezen öğrencilerin çoğu aralarında Kürtçe konuşuyor. İsimlerini sorduğunuzdaysa Dengin, Robin, Roza, Dara, Pelda, Pelşin, Rozerin, Nupelda gibi, çoğu doğadan esinlenerek konulmuş Kürtçe isimlerle karşılaşıyorsunuz. Fuardaki yayınevleri üçe ayrılabilir:1) Sadece Kürtçe kitap basanlar; 2) Esas olarak Türkçe, ek olarak Kürtçe kitap basanlar; 3) Sadece Türkçe yayın yapanlar. Ancak Kürtçe kitap bassın ya da basmasın, yayınevlerinin çoğunun standlarında Kürtçe afiş, pano vb. bulundurdukları görülüyor.Fuar sayesinde Karl Marx’ın eserlerinin Kürtçeye çevrilmekte olduğunu, Said Nursi’nin birkaç risalesinin çevrildiğini ama külliyatının tamamının Kürtçe basılacağını öğreniyorum. Bediüzzaman’ın eserlerinin onun ana diliyle bu kadar geç buluşmasının ayıbı hepimize yeter diye düşünüyorum.O meşhur fakülteFuarın benim için en büyük sürprizi Mardin Artuklu Üniversitesi Kürt Dili ve Kültürü bölümünün hocaları ve öğrencileriyle tanışmak oldu. Anabilim dalı başkanı olan Dr. Hayrullah Acar (fotoğrafta sol yanımda) ile meğer 1990’lı yılların başında Ankara’da tanışmışız. Bana üniversitenin “Yaşayan Diller Enstitüsü”nde iki yıldır 40 öğrencinin yüksek lisans eğitimi gördüğünü, bunların yarısının tez yazma aşamasına geldiklerini söyledi. Daha önemlisi geçen yıl ek kontenjanla lisans eğitimi için 20 öğrenci almışlar ve fuarı onlarla birlikte geziyorlarmış. Fotoğrafta benim en solumdaki Bitlis Norşinli Mizgin Yalçın’a neden bu bölüm diye sorduğumda hiç duraksamadan “tamamen vicdani bir eylemdir. Kürt olduğum için” cevabını aldım. Hemen sağımdaki Siverekli Ruken Karakaya ise aynı soruyu “edebiyatıma sahip çıkmak için” diye yanıtladı.Toplumsal’ın sonu mu?Fuarda DoğuBatı Yayınevi’nin standında ünlü Fransız filozofu Jean Baudrillard’ın ilk okuduğum kitabını, “Sessiz Yığınların Gölgesinde ya da Toplumsalın Sonu” (Çeviren Oğuz Adanır) yıllar sonra yeniden karıştırdım. Beş yıl önce hayatını kaybeden Baudrillard’ın tam 30 yıl önce kaleme aldığı bu kitap yaşadığımız şu günleri anlamayı (“anlamlandırmayı” demeye dilim varmıyor maalesef) hayli kolaylaştırıyor.Fakat işin içine “etnik kimlik” girince Baudrillard’ın öngördüğü “toplumsalın sonu”nun her koşul için geçerli olmadığı sonucuna varabiliyorsunuz. Buradan hareketle Türkiye’nin önünde ciddi bir ayrışma olduğunu ileri sürebiliriz: Bir yanda siyasallaşmadan, toplumsallaşmadan hızla uzaklaşan kalabalıklar, diğer tarafta daha da siyasallaşan, toplumsallaşan yığınlar...Diyarbakır’ın düşündürdüklerini aktarmayı yarın sürdürelim.
Kafkaslı, Turbo ile birlikte son yıllarda Türkiye’deki en iyi iki Arap atından biriydi. Katıldığı 128 yarışın nerdeyse yarısını, 65’ini kazanmış olan 10 yaşındaki safkan geçtiğimiz günlerde, sahibi Remazan Kaya’nın özel çiftliğinde geçirdiği bir kalp krizi sonucu öldü.Batı’da olsa Kafkaslı hakkında çoktan kitaplar, filmler yapılmıştı. Çünkü Kafkaslı’nın başarılarla dolu olmasına rağmen son derece hazin bir hayatı vardı ve sanıyorum ölümü de aynı şekilde dramatik oldu.Bugün sizlere Kafkaslı’nın öyküsünü anlatmak istiyorum. At yarışlarına merak duymasanız bile para hırsının insanların gözünü nasıl kör ettiğini gösteren öyküsünün ilginizi çekeceğini sanıyorum.Zulüm gibiBaştan başlayalım: 2002 yılında doğan Kafkaslı’nın babası Caş, annesiyse Malike 18’di. 1 Kasım 2004 günü Bursa Karacabey’de satılan 15 taydan en ucuza gideni o oldu. Remazan Kaya Kafkaslı’ya sadece 51 bin lira ödedi. Ayağı sakat olmasına rağmen onu ekürisine katmış olan Kaya’nın ne kadar iyi bir yatırım yapmış olduğu yaklaşık 6 ay sonra anlaşıldı. Kafkaslı 3 Nisan 2005 günü katıldığı ilk yarışta birinci geldi. Sonraki iki yarışı da kazanarak “şampiyon” tanımlamasını hak edeceğini gösterdi. Nice başarının ardından, katıldığı 21 yarışı da birinci bitirmiş olan Turbo’yu 13 Haziran 2009 günü Ankara’da burun farkıyla geçtiğinde Kafkaslı’nın kariyerinin zirvesine çıktığını söyleyebiliriz.Kafkaslı son yarışını 30 Kasım 2010 günü Ankara’da koştu ve sakatlandı; kimi iddialara göre zaten sakat sakat koşturulan safkanın durumu iyice kötülemişti. Bu iddiaları hiç yabana atmamak gerekiyor çünkü Kafkaslı’nın son yarış dönemini yakından takip edenler olarak kendisine alenen zulmedildiğini görüyor ve kahroluyorduk. Örneğin 8 yaşında olmasına rağmen yarış hayatının son 6 ayında, İstanbul, Ankara, Bursa ve İzmir pistleri arasında dolaştırılıp tam 21 yarış koşturulmuştu. Ama o gerçek bir şampiyon olduğu için bunlardan 7’sini kazanmayı bilmişti.En gözde damızlıkSon sakatlığından sonra sahibi insafa gelmek zorunda kaldı ve Kafkaslı’ya 25 Aralık 2010 günü İstanbul Veliefendi Hipodromu’nda jübile yapıldı. 51 bin liraya satılan safkan 8 yılda Remazan Kaya’ya 9 milyon liraya yakın (tam olarak 8 milyon 656 bin 520) para kazandırmıştı. Ama Kaya bununla yetinmedi, jübile sonrasında da Kafkaslı sayesinde servetine servet katmayı sürdürdü. Artık o bir damızlıktı ve at sahipleri kısraklarını Kafkaslı ile çiftleştirmek için yüksek meblağları göze alıp sıraya giriyorlardı.Sahiplerinin tıpkı yarış döneminde olduğu gibi damızlık döneminde de Kafkaslı’ya aşırı yüklenmiş oldukları anlaşılıyor. Hatta zamansız ölümünü bununla iritbatlandıranlar da var.Sonuçta Kafkaslı’nın bir yaşını doldurmamış 40’dan fazla tayı bulunuyor. Umarım içlerinden babalarını aratmayacak yeni şampiyonlar çıkar. Umarım onların sahipleri kazanacakları para kadar atlarını da düşünürler ve yeni Kafkaslı dramları yaşanmasına neden olmazlar.Not: Bu yazıya katkıda bulunan twitter dostlarıma teşekkürler.
FB taraftarıyla emniyet arasındaki gerginliğin 12 Mayıs’tan önce, Çağlayan’daki duruşmalar sırasında başlamış olduğunu ve bunun sonraki duruşmalarda da sürme riskinin bulunduğunu unutmayalım12 Mayıs Cumartesi akşamı Şükrü Saracoğlu Stadı’nda başlayıp sokağa taşan olayların Fenerbahçe tarihinde önemli bir yer işgal edeceği şimdiden belli. Şu an kadar genel medyada kısmen, sosyal medyada geniş ölçüde yer bulan tanıklıklar ışığında Fenerbahçe taraftarlarının emniyet güçlerini sadece “orantısız güç” kullanmakla değil, tamamen planlı ve art niyetli davranmakla suçladıklarını görüyoruz. Bu durumdan, olaylar sırasında atılan bazı sloganlardan da anlaşılacağı gibi Fethullah Gülen cemaatini sorumlu tuttuklarını biliyoruz.Dolayısıyla bu yazı dizisinin başından itibaren ele aldığımız “algı” krizi bir kez daha ve güçlü bir şekilde karşımıza çıkıyor. 12 Mayıs söz konusu olduğundaysa, FB taraftarlarının Gülen cemaatiyle ilgili iç içe geçmiş iki algıyı devreye soktuklarını görüyoruz: 1) “Cemaat kulübümüzü ele geçirmek istiyor” algısı; 2) “Polis teşkilatı büyük ölçüde Gülen cemaatinin denetiminde” algısı.Hal böyle olunca “Kulübümüzü ele geçirmek isteyen cemaat üzerimize polisi sevk ediyor” şeklindeki bir akıl yürütmenin FB taraftarlarının bir bölümü için geçerli olduğunu hem medyadan hem de bize yollanan iletilerden anlamak mümkün. Bu arada FB taraftarıyla emniyet arasındaki gerginliğin 12 Mayıs’tan önce, Çağlayan’daki duruşmalar sırasında başlamış olduğunu ve bunun sonraki duruşmalarda da sürme riskinin bulunduğunu hatırlatalım.12 Mayıs’ta statta bulunan çok sayıda FB taraftarından yaşananları anlatan e-postalar aldım. Ayrıca bizzat bazı FB’li tanıdıklarımdan 12 Mayıs’ı dinledim. Ortada bir sorunun olduğu çok açık ve bunun taraflar arasında bir kan davasına dönüşmemesi için herkesin elinden geleni yapması gerekiyor. Tam da bu noktada Fenerbahçeli muhafazakâr yaşam tarzına sahip bir okurun uyarılarını aktarmak istiyorum: “Fenerbahçemizin içinde bulunduğu bu sorunun, toplumsal huzuru bozmadan bir an önce çözülmesi herkes açısından önem arz ediyor. Bu her kesim açısından önemli, zira bu süreç uzadıkça yaralar daha da derinleşiyor.”Adını vermeyen bu okurumuz sözlerini şöyle bitirmiş: “Toplum olarak siyasi ya da güncel olaylar konusunda hafızamızı çok taze tutamayız belki ama takım taraftarlığı konusunda bu böyle değildir, tam bir fil hafızası vardır. Dün ne yediğini bilemeyen adama 1980’deki penaltı pozisyonunu sorun, size dakikasını söyler. Onun için bu iş bir an önce sonlanmalı.”Sonuç olarakBu yazı dizisinde “Gülen cemaati Fenerbahçe’yi ele geçirmek istiyor” diye özetlenebilecek bir algıyı ele aldık ve esas olarak bu algı sahiplerinin, Ekrem Dumanlı’nın dile getirdiği gibi “dar bir zümre” mi, yani büyükşehirlerde yaşayan, zaten Gülen cemaatine karşı hasmane duygulara sahip bir avuç “Beyaz Türk” mü olduğunu, yoksa, örneğin Anadolu ’da yaşayan ve/veya normal şartlarda Gülen cemaatine sempatiyle bakan Fenerbahçeliler arasında da böyle düşünenler olup olmadığını sorguladık.Taraftarlardan gelen mesajlar sonucunda, bu algının sadece dar bir zümreyle sınırlı kalmadığı sonucuna vardım ki cemaatin kendisinin bu tespitin doğru olup olmadığını kontrol etmek için çok geniş imkanları olduğunu biliyoruz. Nitekim cemaatle ilişkili bazı yazarların bu tartışmaya girmiş olması, söz konusu algıyı onların da ciddiye aldığını gösteriyor.Dünkü bölümde ele aldığımız gibi, 3 Temmuz sürecinde Fenerbahçelileri rahatsız eden haber ve yorumların arkasında büyük ölçüde cemaate yakın medya kuruluşlarının ve isimleri cemaatle özdeşleştirilen bazı kişilerin bulunması; onların kaynaklarının da yine cemaatle irtibatlı oldukları ileri sürülen devlet görevlileri olması bu algının temelini oluşturuyor. Bugün ele aldığımız gibi polisle yaşanan tatsızlıklar da aynı algıyı güçlendiriyor.Eğer cemaat bu algıdan rahatsızsa, ki böyle olduğuna dair çok sayıda işaret var, bunun kaynaklarına inmesi ve sorunu kaynağından çözmesi gerekiyor.Tabii sorunun odağındaki ismin Aziz Yıldırım olduğu düşünülürse, 3 Temmuz’da başlamış olan olağanüstü dönemden normalleşmeye dönüşün onun özgürlüğüne kavuşmasıyla mümkün olacağı açıktır. Kuşkusuz buna karar verecek olan da yargıdır.Eğer bir ölçüde normalleşme arzulanıyorsa, 3 Temmuz sürecinin başında gözlediğimizn soruşturmaya müdahale, onu manipüle etme, insanları mahkeme kararı olmadan suçlu ilan etme türü yaklaşımların terk edilmesi gerekiyor.Tabii ki tartışma bitmedi ama şimdilik benden bu kadar. Bu yazı dizisine katkıda bulunan tüm okurlara çok teşekkür ediyorum. Her iki ucun ucunda yer alıp beni “Ergenekoncu” veya “cemaatçi” olarak yaftalamaya çalışanlara, doğru yolda olduğumu gösterdikleri için bilhassa teşekkür ederim. Hangi tarafta olurlarsa olsunlar, okurlarımızın çoğunun, önemli bir konuda tarafsız bir gazetecilik yaptığımıza inandıklarını düşünüyorum.Konuyla ilgili okurlardan gelen e-postaların tamamına, önümüzdeki hafta başından itibaren www.rusencakir.com adresinden ulaşabilirsiniz.-BİTTİ-Taraftar KONUŞUYORBu olayların cemaatin misyonuyla uzaktan yakından alakası yok. Hele Fethullah Gülen’in hiç ama hiç alakası olmadığı gibi onun şahsına yapılan büyük bir haksızlıktır. Ama bir şey var. Bu misyon her zaman hak ve hukuksuzluklarla hırpalanmasına rağmen, bunun medya ayagını yönetenler maalesef gerek Ergenekon sürecinde (ki Ergenekonun varlığına inananlardanım) gerekse 3 Temmuz sürecinden bu yana vicdan, insaf, hukuk ve bazen ahlaki sınırları da zorlayarak yayınlarda bulundular. Yoksa bu insanlığa hizmeti esas alan, sevgi eksenli, hakkaniyet ve hukuk ilkelerini sonuna kadar kullanan bir misyondur.Mustafa ŞimşekFenerbahçe için bir oyun oynandığı gün gibi aşikâr olmakla beraber, bu oyunu siyaset, cemaat, polis, asker, her neyse, kimin oynadığını Fenerbahçeli bilemez ve bilmek zorunda değildir. Çünkü FB bir spor kulübüdür, taraftarı da doğal olarak sporla ilgilenir! Zaten olması gereken de budur! Peki bütün bu yaşananların nedeni nedir? Elbette güç ve paradır. FB camiasına atılan oltanın nedeni budur...Hakan ÇevikDiyelim ki cemaat FB’yi ele geçirmek için olmadık işler peşinde.Ne yani FB’nin üye sayısında değişiklik mi yaptılar? Üye kayıt defterini ele geçirip kendi üyelerini mi yazdılar? Şimdi çoğunluk onlara geçti de yakında Fethullah Gülen’i FB’nin başına başkan mı seçecekler? “Aç herkese sineni ummanlar gibi olsun, kalmasın alaka duymadığın bir mahzun gönül” sloganıyla hizmet ettiklerini iddia eden cemaat mensupları, diğer takımlara gönül vermiş taraftarları nasıl kucaklayacaklar? Hadi ele geçirdi diyelim FB’yi, turşusunu mu kuracaklar?M. Parinrcakir@gazetevatan.comGörüşlerinizi yollayabilirsiniz
İki büyük camiayı ve aralarındaki sorunu ele almanın son derece zor olduğu ortada. Ancak nerdeyse bir yıldır var olan bir “açık sır”rı ifşa etmenin cazibesi bu riski almamıza neden oldu. Her iki ucun en ucunda yer aldıklarını düşündüğüm bazı kişilerin karalama çabalarına rağmen başlattığımız tartışma geniş bir ilgi görüyor; başka medya organlarında da sürdürülüyor. Bütün bunlardan ne çıkar, bilinmez. Ama bizim misyonumuz, şu ya da bu camiayı güçlendirmek veya her ikisini birden zayıf düşürmek olmadığı için, tek amacımız var olan bir sorunun özgür ve çoğulcu bir şekilde tartışılmasına katkıda bulunmak, diğer bir deyişle gazetecilik yapmak olduğu için son derece rahatız. Fenerbahçeli okurlardan sahiden çok sayıda e-posta ve twit geliyor. Bunların tümünü bu yazı dizinde kullanmamız tabii ki mümkün olmayacak ancak hepsine internet ortamında ulaşılması için bir yöntem bulup yarın sizlere ilan edeceğiz. İlgi ve katkılarınız için çok teşekkürler.‘Emenike paraları hâlâ sayıyor mu?’FB’li okurlardan içinde “Emenike, para dolu çanta, sonucu önceden belli beş maç” gibi atıfların bulunduğu çok sayıda mesaj geldi. İçlerinden bazıları başlangıçta bu iddialara inanma eğiliminde olduklarını ama süreç içinde bunların birer dezenformasyon olduğun fark ettiklerini söylüyorBaşlığa çıkarttığım “Emenike paraları saymaya devam ediyor mu hâlâ?” sorusunun sahibi FB’li bir taraftar. Malum şike operasyonunun başlamasının hemen ardından medyaya sızdırılan “bilgi”lerin en ilginçlerinden biri, eski Karabüksporlu golcü Emenike’ye, FB maçında oynamaması için para verildiği ve onun bu paraları sayarkenki görüntülerinin savcıların elinde olduğuydu. Fakat ne iddianamede, ne de üst üste yapılan duruşmalarda bu görüntüler karşımıza çıkmadı. İşte FB’li okurumuz “Emenike paraları saymaya devam ediyor mu hâlâ?” diye sorarak, operasyonun ilk günlerinde medya eliyle yapılmış olan manipülasyonlara dikkat çekiyor, ki Noam Chomsky bu tür durumları “rıza üretimi” adını veriyor.Bu “rıza üretimi”nde sadece Emenike söz konusu değildi. Hatırlamak için bir meslektaşımızın yolladığı e-postaya bakalım:“Hatırlayalım: ‘Emenike’nin para sayarken görüntüsü var’; ‘Çantada paranın görüntüsü var’; ‘Sanat eseri gibi soruşturma’; ‘İddianame açıklanınca hepiniz susacaksınız’ gibi açıklamalar yapılmıştı. Ortada ne bir sanat eseri var, ne bir görüntü... Bu kadar somut delliler olsa, soruşturma gizliliği vs. dinlenmeden servis edilen onca haberle birlikte ayyuka çıkmaz mıydı? Bir senede bir ceza çıkmaz mıydı? Polis soruşturma açıldıktan birkaç gün sonra ‘19 maçta şike yapılmış’ demiştir.. Ne zamandar beri polis hakim olmuştur? Neye istinaden kesin bir şekilde ‘yapılmış’ demiştir” ve o 19 maç nerededir şimdi?”Yeni bir halkaFB’li okurlardan içinde “Emenike, para dolu çanta, sonucu önceden belli beş maç” gibi atıfların bulunduğu çok sayıda mesaj aldım. İçlerinden bazıları başlangıçta bu iddialara inanma eğiliminde olduklarını ama süreç içinde bunların birer dezenformasyon olduğun fark ettiklerini söylüyor. Ve hemen hemen tüm FB’li okurlar bu tür “rıza üretim” faaliyetlerinin arkasındaki gücün Fethullah Gülen cemaati olduğunda birleşiyorlar. Buradan da hareketle cemaatin kulüplerini ele geçirmek istediğini düşünüyorlar.Aslında şike olayından çok önce birçok önemli soruşturmada benzer rıza üretimlerine tanık olmuş bir ülkeyiz. Bütün bu süreçlerde gözler Gülen cemaatinin, onun denetimindeki medya kuruluşlarına ve ona yakın gazetecilere çevrilmişti. Cemaat Ergenekon, Balyoz gibi soruşturmalara dahil olduğu iddialarına pek ses çıkarmazken, Odatv, KCK gibi çok yoğun eleştirilere neden olan davalarla ilişkisi olmadığı yolunda bağlayıcı açıklamalar yaptı.Okurlar hatırlayacaktır, cemaatten kalabalık bir grupla biraraya geldiğimde tartışma dönüp dolaşıp bu kırılma noktalarına gelmiş, onlardan gelen her “Bu konuyla bizim ilgimiz yok” savunmasına karşılık “Ama size yakın yayın organlarının ve gazetecilerin yazdıkları, söyledikleri ortada” diye cevap verdiğimde çok fazla şey söyleyememişlerdi. Fenerbahçe konusunda da neredeyse aynı durumla karşı karşıyayız. Cemaat yeterince şeffaf olmadığı için insanlar ona yakın duran gazetelere, tv kanallarına ve gazetecilere bakıyor. Buralarda güncel ve kritik konular hakkında yapılan yayınlar doğal olarak cemaatin görüşü olarak algılanıyor. FB olayında da yaşanan bu. Tam da bu noktada Ahmet Sungur’un mesajına bakalım, ki nerdeyse aynı cümlelerle cemaate eleştiri yönelten çok sayıda ileti aldığımı söylemeliyim:“Zaman gazetesi, dostlarımız istediği ve ofisteki arkadaşlarımız okuduğu için bize de geliyor. Ne var ki 3 Temmuz ’dan beri öyle kötü habercilik yapıyorlar ki gazete ofise her gün geliyor ama yüzüne bakılmadan atılıyor. Birilerini destekleyeyim derken bu kadar pervasızca sadece Aziz Yıldırım ’ı ve Fenerbahçe ’yi suçlamak 11 ayda hiçbir meyve vermedi ki bence cemaat ve onun ekibi bu işe girdiğine gireceğine pişman oldu. Ne var ki bu tek yanlı haber anlayışı da halen devam ediyor.”Bir başka FB taraftarı, Uğur Özkan da şöyle diyor: “Polis bu süreçi maalesef çok kötü yönetti. Hatırlayın gözaltı sürecindeki gazete manşetlerini. Daha iddiname bile çıkmadan cemaate yakın isimler bu işin Ergenekon’un finans ayağı olduğunu iddia ettiler. Fener taraftarının ilk baştaki görüşü ‘şike varsa takım düşsün’ şeklindeydi. Ancak yapılan açıklamalarla taraftarın kafasındaki görüntü örtüşmedi. Mahkeme sürecine gelince, fezleke ile iddianeme arasında büyük farklar olduğu görüldü. 19 maç 5 maça, oradan da 2 maça kadar indi. Onda da somut delil bulunamadı.”FB’li taraftarların sosyal medyada bazı kişileri, medyadaki rıza üretim faaliyetlerinin sorumluları olarak ilan ettiklerini biliyoruz. Bize gelen taraftar mesajlarının çoğunda da bu kişiler adları verilerek suçlandı. Ancak bu yazı dizisine bu isimleri hiçbir şekilde bulaştırmak istemediğim için iletilerdeki ilgili bölümleri kullanmadım. Zaten bilen biliyor diyelim.Bugünkü bölümü kendisini “İslamcı” olarak tanımlayan ve kulüüne bir komplo düzenlendiğine inanan Mehmet Batar’ın sözleriyle bitirelim: “Takımımın laiklikle, Kemalizmle anılmasından feci rahatsızım. Bu takım, Kemalizmin değil ama Türkiye’deki hukuk skandalına ilişkin bir son kale olabilir. Belki böyle bir rol üstlenebilirsek, memleket adına bir hayır da işlemiş olabiliriz.”Emenike Karabükspor’dan Fenerbahçe’ye transfer olmuş, şike soruşturmasında da gözaltına alınmıştı. Ünlü futbolcu serbest bırakıldıktan sonra Türkiye’yi terk etmişti.Twitter@BerkKomanFB’li cemaatsever susacak, FB’li AKP’severin oyu değişmeyecek, bu ikisine karşıt diğer FB’liler paranoyaya devam edecek@kelebekbatumHaddim değil ama FB-şike-cemaat bağlamını inanarak mı, yoksa inat uğruna mı yazıyorsunuz?@ondokuztemmuzFenerbahçeliler çok dolu ama kimse bilmiyor. Ama sen dahil kime sorsan medya Fenerli??! Nasıl oluyor bu iş?TARAFTAR KONUŞUYORBağdat Caddesi’nde hiç Cumhuriyet Bayramı yürüyüşüne katılmamış biri, oynanan oyunları anlayamaz. Hedef FB değil, onun kalesi Kadıköy’dür. Operasyon, vatansever Kadıköy’ü ele geçirme operasyonudur. Bunu seçimle veya ilçeleri bölerek ekleyerek yapamadılar. Geriye kalan tek yol ise FB’yi ele geçirmek. Doğuştan FB’li olmama karşın bu sene taraftarlığı bıraktım. Böyle bir oyunun içinde olmayacağım. Göreceksiniz, sonunda kulübü de ele geçirmeyi başaracaklar. Çünkü siyaset tam kadro bu işin içinde.Naci Fener“Cemaat Fener’i ele geçiriyor” iddiaları kötü niyetli değilse cahilce sözler. Cemaat ve futbol takımı kavramlarının varlık nedeni ve varoluş tanımı bir arada olmalarına izin vermez. Bir cemaat, futbol takımını ele geçirmek ister mi? The cemaat, FB’yi neden ele geçirmek istesin? Bir yeri ele geçirmenin yolu onu yok etmek ve bütün taraftarlarını kendine düşman etmek midir? Birileri FB’yi yıkıp yok etmek için uğraşıyor. Yani FB yıkılmak isteniyor, ele geçirilmek değil. Birileri FB’yi ve onun ötesinde Türk futbolundaki “üç büyükler düzeni”ni yıkmak ve futbol endüstrisini yeniden düzenlemek istiyor. Bunu da cemaat üzerinden yapıyor.Feridun Bilge70 yaşındaki annem FB şampiyon olsaydı balkona bayrak asacaktım dedi... Ve cemaata kızıyor. Futbolla alakası olmayan eşim FB ve Aziz Yıldırım için üzülüyor, “ne cemaatmiş be” diye hayıflanıyor. 10 yaşındaki oğlum olayları çözemese bile Aziz Yıldırım’ın mahkeme günlerinde FBTV’yi açıp tahliye olmasını merakla bekliyor ve olmayınca üzülüyor. 15 yaşında ve dersten başını kaldırmayan, futbolu sevmeyen kızım kupa maçında baktım fanatik bir taraftar gibi maçı izliyor. Son söz: Cemaat veya hareket, adı her neyse olmasa da bu hizmetler bir şekilde yerine getirilir, bizler dinimizi yine yaşarız. Ancak FB olmasa hayatımızda önemli bir parça eksilir. Onun yerine koyabileceğimiz bir şey yok. Bu nedenle FB bizim için cemaatten çok daha değerliE. TemelBu iddia vatan-millet yararına çalışan bu insanların çalışmalarından rahatsız olan bir güruhun planlarının bir parçası olmasın? Ya da Türkiye’de moda olduğu şekliyle her sıkışanın Fethullah Gülen’i ortaya atarak gündemi saptırması olmasın? Veyahut marjinal ya da anarşist ruhlu bir grubun FB’yi ele geçirme planı olmasın? Çünkü FB şanlı bir kulüptür. Başka hiç bir kulübe nasip olmayan bir bağlılıkla FB’ye bağlıyız. Bu bağlılığımızı kendi kötü emellerine alet etmeye çalışanların ekmeğine yağ sürmemenizi sizden hassaten istirham ederim.Mehmet YıldızYazınızı ilgiyle okudum.Ben 55 yaşında hizmetin tam içinde olmayan ama sempatiyle bakan bir işadamıyım. Siyaseti ve sporu çok yakından takip ederim. İyi bir de FB’liyim. Yazdığınız şeyleri yorumlayamıyorum. Olayların sebebini de anlamıyorum. Tabii ki medyanın bir kısmı FB’lidir. Bahsedilen olayda basındaki ayrışmayı nasıl göremiyorsunuz hayret. Galatasaraylı ve Trabzonlu yazarları bir tarafa koyun, ne de olsa taraflar; cemaate yakın basındaki toplu taarruzu açıklayabilir misiniz?Bülent Sorgunrcakir@gazetevatan.comGörüşlerinizi yollayabilirsiniz
Pazartesi günü Vatan’da “Fenerbahçe ve Fethullah Gülen cemaati” bir yazı kaleme aldım. Amacım, geçen yıl 3 Temmuz günü Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ın tutuklanmasıyla zirvesine ulaşan şike soruşturması üzerine Fenerbahçe taraftarları arasında her geçen gün güçlenen şu algıya dikkat çekmekti: “Fethullah Gülen cemaati kulübümüzü ele geçirmek istiyor!”Algı, özellikle sosyal medya mecralarında giderek güçleniyordu ancak geleneksel medya, Fenerbahçeli birkaç yazarın imalı yazıları sayılmazsa, nedense bu hayli önemli ve cazip konuya el atmıyordu.Cemaat de başlangıçta bu algıyı görmezden geldi. Örneğin cemaatin önde gelen kurumlarından Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı ’nın 5 Nisan günü yaptığı ve kamuoyunda büyük yankı uyandıran açıklamada MİT krizi, Ahmet-Nedim olayı gibi birçok kritik konu ele alındı ancak şike davası hakkındaki iddialara hiç değinilmedi. Fakat bir ay sonra, 7 Mayıs günü, Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı bu konuya epey geniş bir şekilde yer vermek durumunda kaldı. Dumanlı, “Hakiki Fenerbahçe taraftarının (ve futboldan anlayan herkesin) gülüp geçeceği bir iddia bu” diyerek çok güçlü argümanlar ileri sürdü fakat Cumartesi gecesi Şükrü Saraçoğlu Stadı’nda başlayıp sokağa taşan, Fenerbahçeli taraftarlarla polis arasındaki olaylar bu algının daha da güçlenmesine neden oldu.Pazartesi günü çıkan yazımız, uzun süredir bilinen bir “açık sırrın” ilk kez etraflıca ve doğrudan dile getirilmiş olması nedeniyle çok büyük bir ilgi gördü. Bunun üzerine Salı günü, Fenerbahçeli okurlara bir çağrı yaparak görüşlerini paylaşmalarını rica ettim. Burada temel soru şuydu:Gülen cemaatinin Fenerbahçe’yi ele geçirmek istediğini düşünenler, Ekrem Dumanlı’nın dile getirdiği gibi “dar bir zümre” mi? Yani büyükşehirlerde yaşayan, zaten Gülen cemaatine karşı hasmane duygulara sahip bir avuç “Beyaz Türk” mü? Yoksa, örneğin Anadolu ’da yaşayan ve/veya normal şartlarda Gülen cemaatine sempatiyle bakan Fenerbahçeliler arasında da böyle düşünenler var mı?Yoğun ilgiBu yazı dizisini kaleme almaya başladığımda ülkenin, hatta dünyanın dört bir tarafından Fenerbahçe taraftarlarının yolladığı çok sayıda twitter mesajı ve 300’ü aşkın e-posta vardı bilgisayarımda. Başka takımları desteklediklerini söyleyip konu hakkında görüş belirtenleri saymıyorum.İşin zor olduğunun farkındayım ama elimdem geldiğince, objektif bir şekilde bu tartışmayı aktarmaya çalışacağım. Bazı Fenerbahçe taraftarlarının ileri sürdüğü gibi, tescilli bir Galatasaraylı olmamın bir sorun oluşturacağını sanmıyorum, hatta tam tersi, siyasi olarak solda yer almama rağmen yıllarca İslami hareket üzerine çalışmış bir gazeteci olarak bunun avantajlı bir durum olduğunu söyleyebilirim.Salı günkü yazımda da belitmiştim: Amacım, Gülen cemaati ile bazı Fenerbahçe taraftarları arasındaki açıkça dile getirilmeyen gerginliği tüm öğelerini koyup tarif etmek. Bazı okurların beklediğinin aksine “bilirkişi” ve/veya “tek kişilik jüri” gibi hareket etmeye hiç niyetim yok, zaten böyle bir şeyin anlamı da yok.Bu yazı dizisinde, kimin haklı kimin haksız olduğunu değil, kimin neyi neden düşündüğünü anlamaya ve anlatmaya çalışacağız. Bunu yaparken tek kaynağımız Fenerbahçe taraftarlarının kendileri olacak.Bu vesileyle, bu tartışmayı başlattığım için bazı Fenerbahçe taraftarlarının beni “cemaatçi”; Gülen cemaatine yakın duran bazı kişilerin de “Ergenekoncu” diye yaftalamaya çalışmalarına gülüp geçtiğimi, iki kanadın en ucunda yer alan kişiler tarafından önyargılı bir şekilde suçlanmanın aslında hiç de kötü bir şey olmadığını vurgulamak isterim.Son olarak, yazı dizimizin kaç gün süreceğini, tartışmanın nasıl gelişeceğine bağlı olarak saptayacağımızı da duyuralım.Fenerbahçe ve Gülen hareketi İki camia arasında algı kriziBir yanda milyonlarca taraftarıyla Fenerbahçe, diğer yanda Türkiye’nin en güçlü İslami cemaati olmakla kalmayıp küresel bir güç haline dönüşmüş olan Fethullah Gülen hareketi. Yani iki farklı camia. Farklı ama aynı zamanda iç içe iki camiadan söz ediyoruz. Çünkü Fenerbahçeliliği birçok şeyin önüne koyan çok sayıda insan F. Gülen’in kendisine ve onun cemaatinin faaliyetlerine olumlu bakıyor, destekliyor, hatta fiilen içinde yer alıyor. Aynı şekilde Gülen hareketinin veya bunun kapsama alanının içinde yer alıp Fenerbahçeyi tutan çok sayıda kişi var. Bütün bunlara ek olarak, bir futbol kulübü olarak Fenerbahçe tüm dini yapılara, bir İslami cemaat olarak Gülen hareketi tüm futbol kulülerine olabildiğince eşit mesafede durmak durumunda.Fakat bütün bunlara rağmen bu iç içe geçmiş iki camia arasında bir sorunun yaşandığı gözleniyor. Kuşkusuz her iki camianın bütün fertlerini kapsayan bir sorun değil bu. Bu sorunun kaynağı Fenerbahçe taraftarları arasında giderek yaygınlaşan bir “algı”. Miladı hiç tartışmasız FB Başkanı Aziz Yıldırım’ın tutuklandığı 3 Temmuz 2011 günü olan bu algıyı şöyle özetleyebiliriz: “Gülen cemaati kulübümüzü ele geçirmek istiyor.”Bildiğiniz gibi bu yazı dizisi için Fenerbahçe taraftarlarına bu algı hakkında ne düşündüklerini sorduk. Şu ana kadar gelen görüş beyan eden FB’lilerin hemen hepsi kulüplerine karşı bir komplo kurulmuş olduğuna inanıyor ama bundan kimlerin sorumlu olduğu konusunda üç farklı cevap var:1) Bu algıya uygun şekilde Gülen cemaatinin kulübü ele geçirmek istediğine inananlar;2) Gülen’in şahsını ve cemaatin kendisini değil de cemaatle bir şekilde ilişkili bazı kişileri sorumlu tutanlar;3) Cemaatin dışında bazı odakları işaret edenler.Özellikle ilk iki grupta yer alanların bir şekilde hükümete de belli ölçülerde sorumluluk yüklediklerinin altını çizelim.‘Cemaat gazeteleri sürekli Fener’i suçluyor’Önce Fenerbahçe taraftarının genel ruh halini çok iyi özetleyen bir iletiye bakalım:“Taşrada yaşıyorum. Fenerbahçe taraftarıyım. Cemaat gazeteleri 3 Temmuz’dan beri FB aleyhinde suçlayarak ve lehte hiçbir haber, yorum olmaksızın yayın yapıyor. Diğer gazetelerdeki yorumlar ise çok daha heterojen. FB taraftarı bu nedenle büyük çoğunlukla bu işte Cemaat’in parmağı var diye düşünüyor. Taraftar forum sayfaları, sosyal medyada FB’lilerin yazıları genellikle bu yönde yoğunlaşıyor. Sadece polis telefon tapeleriyle ve tek bir takım takip edilerek, (diğerleri FB takip edilirken dinlemeye takılanlar) maçlar seyredilirken eski hakemler, futbol yorumcuları dahil kimsenin farkına varamadığı bir ‘şike’ olayının (üstelik seçim sonuna da ertelenerek) ortaya konulmasının manipülatif olduğu (ülkede futbolu temizlemek gibi bir amacının olamayacağı) konusunda yaygın görüş mevcut. Aziz Yıldırım’ın çete kurmak suçundan (ve hâlâ ) tutuklu olması da FB’liye mantıklı gelmiyor. Ve büyük çoğunluk bunun altında bir şeyler olduğunu düşünüyor. Cemaatin kontrolünde olduğuna inanılan polisin de FB taraftarı söz konusu olduğunda toleranssız davranıp orantısız güç kullandığı düşünülüyor. Umarım hiçbiri doğru değildir ve bu süreç futbolumuz, spor kamuoyu ve ülkemiz açısından olumlu bir şekilde sonuçlanır.”A. Işık imzalı bu e-postadaki şu hususlara birçok başka FB’li de dikkat çekiyor:1) Cemaate yakın yayın organları ve gazetecilerin yayınları, söyledikleri;2) Şike iddialarında FB’nin öne çıkartılması;3) Davanın özel yetkili mahkemelerde görülmesi;4) Aziz Yıldırım’ın hâlâ tutuklu olması;5) Bir şekilde Cemaat ile irtibatlandırılan polisin FB taraftarlarına muamelesi...Gelen görüşlerde dikkatimi çeken önemli bir husus var: Her ne kadar birileri Fenerbahçe’yi “son kale” gibi görmek ve göstermek isteseler de Gülen cemaatini tamamen sorumlu görenler içinde bile bu olayı bir “laiklik” ya da “Atatürkçülük” konusu gibi görenlerin oranı epey düşük. Buna bağlı olarak, muhafazakâr bir yaşam tarzına sahip olduklarını, örneğin hep AKP’ye oy verdiklerini, öteden beri cemaatin yayın organlarını izlediklerini belirtip 3 Temmuz’dan sonra kafalarının karıştığını, hatta ne yapacaklarını bilemediklerini söyleyenler de var.‘Bütün kulüplere yönelik çalışma yapılmalıydı’Bir parantez açıp böyle bir örnek verelim:“Ben yaklaşık 10 senedir hizmetin içindeyim, aynı zamanda iyi bir Fenerbahçe taraftarıyım. İstanbul’da esnafım. Hizmet bu ülke için her konuda faydalı işler yapmaya çalışan insanlardan oluşan gönüllüler hareketi. Devletin her kademesinde yer alan, aynı zamanda toplumun iyi yönde yönlendirilmesi için çalışan insanlardan oluşmakta. Evet kanaatimce bu şike hareketi de futbolumuzun temizlenmesi için başlatılan bir faaliyet ve Hizmet’in payı da azımsanmayacak kadar var. Bu konuda en büyük sıkıntı Fenerbahçe’nin taraftar olarak büyüklüğünün göz ardı edilmesi. Konuyu en güzel Aykut Kocaman dile getirdi. ‘Her takım hız sınırını aşıyor. Ama radar sadece Fenerbahçeye tutuldu.’ Bununla beraber ok yaydan çıktığı için cemaate yakın savcılar da geri adım atmayarak yangına körükle gidince sonuç taraftarın infiali oldu.Aziz Yıldırım’ın ordu ve paşalarla olan yakınlığı, yapı olarak da Atatürkçü ve sol kesime yakın söylemleri bence onun hedef tahtasına oturtulmasındaki yegane neden. Ama Hizmet’in görmediği bir konu var: Yıldırım Türk futbolu hatta Türk sporu için Cumhuriyet tarihinin en faydalı başkanı. Bu gün Başbakanımız Sayın Tayyip Erdoğan ülkemiz için ne ifade ediyorsa Aziz Yıldırım da Türk sporu için onu ifade ediyor. Aziz Başkan bu işlere öyle veya böyle karışmış olabilir. Ama eğer bir temizlik yapılacaksa bütün kulüplere üstü kapalı bir çalışma yapılıp herkesin kendisine çeki düzen vermesi sağlanabilirdi.”Twitter@oktaykirgozCemaat-hizmetin anlayamadığı taraftarlık olgusu. Böyle bir yapıyı anlamadan onunla diyalog kuramazsın@gemici07Henüz iddianame ortaya çıkmadan savunmalar alınmadan FB küme düşürülsün kampanyası neden başlatıldı? Neden TFF’ye baskı uygulandı?@Yusuf_YCemaat vs. Başbakan (AKP) diyalektiği, sırf FB’lilerin tepki ve reaksiyonlarını Başbakan’dan uzak tutmak için yaratılmıştır@FrappedakiBen de bir istatistik yapayım. Ruşen Çakır cemaatin ortamı yumuşatması için görevlendirdiği sevimli objektif adamı mıdır değil midir?Taraftar konuşuyorrcakir@gazetevatan.comGörüşlerinizi yollayabilirsinizCemaat mi FB’yi ele geçiriyor, yoksa birileri cemaat üzerinden senaryolar mı üretiyor? Biz bu ülkede milliyetçiliği, solculuğu agzından düşürmeyen ama uluslararası gizli örgütlerin tetikçi provakatörlüğünü yapan o kadar çok insan gördük ki bu günleri bu bilgiler çerçevesinde değerlendirmek zorundayız. Ne yazık ki futbol sadece futbol değil.Hasan Bıçakçıİnsan bilmediğine düşman olur. Bilmeyen insanı kandırmak kolaydır. İnsanlar başı sıkışınca hemen “cemaat şöyle yaptı, şurayı ele geçiriyor” filan diyorlar. Bir Fenerli olarak soruyorum, takımların şike yapmasını ya da teşvikte bulunmasını ya da suç örgütü kurulmasını cemaat mi istedi? TFF’nun şike yok aklamasına kaç kişi inandı? Kendileri bile inanmış değil. O kadar güveniyorlarsa kendilerine dava sonucunda aklanırlar. Bu telaş niye?Ortada bir suç durumu varken Aziz Yıldırım diye, diğer konularda gazeteci diye yargılanmasın o zaman. Niye? Dokunulmaz mı onlar? FB’yi cemaat ele geçirecekmiş. Sizce bunla amaçları ne olabilir? FB’yi ele geçirince hizmetler mi şahlanacak?Kemal Zafer Şanlı-AnkaraBu operasyon seçim sonuna niye bırakıldı? Bunu cemaat mi yaptı, siyasi otorite mi yaptı, yoksa daha da üst odaklar mı, onu bilemem, eğer kanıt olmadan evet bu cemaatin işi dersem ne farkım kalır? İnanın FB şike yapmamıştır demiyorum ama yaptıysa diğer takımların yaptığından farklı bir şey yapmamıştır diyorum. Ama linç tek takıma. Acaba niye? Hedef Aziz Yıldırım’dır.Nasuh DemirtaşBen gerçekten Fethullah Gülen cemaatinin FB’yi ele geçirmek istediğine inananlardanım. Çünkü FB demek Türk futbolu demek, Türk futbolu demekse korkunç bir para gücü demektir. Bu para gücünü ele geçirmek için ülkenin en büyük gücü olan FB’den başladılar, eğer ou halledilirse başka hiçbir kulübün karşı duramayacağını bildikleri için. Ancak belki de bir şeyi tahmin edemediler, taraftarın bu kadar büyük bir reaksiyon göstermesini ve direnmesini.Adem Ekinci-KayseriBu işin cemaatle falan bir ilgisi yok. Cemaat neden FB’yi ele geçirmek istesin? Böyle bir şeye inanmıyorum. Bugün geldiğimiz noktada FB’ye yapılan düşmanlıkların ve nefretin ana sebebi onu geldiği noktadan aşağıya çekmek, zayıflatmak, büyük ekonomik gücünü zaafa uğratmak, daha doğrusu FB’nin büyüklüğünü hazmedememektir. Bütün mesele budur.Hayri Taner CanFenerbahçe ve Gülen Cemaati arasında bağlantı yapmaya çalışmak, ülke olarak sebep sonuç ilişkilerini bir yerlere bağlama huyumuzla çok yakından alakalı. Fenerbahçemiz şampiyon, Aziz Bey tahliye olsaydı, acaba yine aynı senaryo ortaya koyulur muydu? Bence hayır. O zaman konunun suni bir gündem olduğu açıktır. Cemaat de olsa , hükümet de olsa veyahut adını ne koyarsanız koyun, kimin FB gibi çok önemli bir kulübü karşısına almaktan çıkarı olabilir ki? Sağduyumuzu kaybetmeden kulübümüze sahip çıkmalıyız.Taner Bahçe-BursaYARIN: Gülen cemaatine yönelik algının nedenlerini ele alacağız ve özellikle bazı yayın kuruluşları ve gazetecilere odaklanacağız