Hakikatler

3 Aralık 2013

Yıl 1994, aylardan mart. Başbakan Tansu Çiller, Genelkurmay Başkanı, daha sonra Çiller’in DYP’sinden milletvekili olacak Doğan Güreş. Şırnak’ın bir köyünde 38 köylü öldürülüyor.Yine 30’lu rakamlar; Orgeneral Muğlalı, Van Özalp’te 33 Kürt köylüsünü kurşuna dizdirtmişti, Uludere-Roboski’de de 34 genç öldürülmüştü.Şırnak olayından sonra askeri yetkililer 38 kişinin PKK tarafından öldürüldüğünü “açıklıyor”, Başbakan, bakanlar vesair zevat buna uygun beyanatlar veriyor. Katillerden bunun hesabı sorulacak deniyor, malum kınamalar ve hamasetle olay kapatılıyor. Basın da bu açıklamaları doğru kabul ederek yayın yapıyor.Ama hayatlarını kaybeden 38 köylünün yakınları aynı fikirde değildir. Mahkemeden mahkemeye gidiyorlar, bütün karartma ve engelleme çabalarına karşı yılmıyorlar.Sonunda iş Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde bitiyor, 38 köylü PKK saldırısında değil, hava kuvvetlerinin bombardımanı sonucu ölmüşlerdir.Önce o gün o bölgede uçuş olmadığını savunan Genelkurmay da daha sonra o bölgede uçuş olduğunu kabul ediyor.Meclis komisyon kurmalıOlay yaklaşık 20 yıl önce olmuştur, hakikatin ortaya çıkması 20 yıl almıştır, ama sonunda ortaya çıkmıştır.Sadece bu olay bile “gerçek” bir “hakikatler komisyonu”nun kurulmasının şart olduğunu gösteriyor.1994 Şırnak bombardımanının “tekil” bir olay olmadığına inanmak için bugüne kadar ortaya çok fazla kanıt, bilgi, belge döküldü. Bu olayların büyük çoğunluğu da askerler sustuğu ve yargı bir şekilde “söndürme” gayreti içinde olduğu için aydınlanamıyor.Meclis’te, amacı durumu idare etmek değil bütün hakikatlerin ortaya dökülmesini sağlamak olan bir komisyon kurulmalı ve bu komisyona her olayla ilgisi olan siyasetçiler, sivil yetkililer çağırılmalıdır. Askeri yetkililerin, hakikatlerin ortaya çıkması yolunda “işbirliği” yapmalarını da ancak kuvvetli bir siyasi irade sağlayabilir. Bu mümkün müdür? Belki mümkün olabilir, eğer siyasi iradeye kuvvetli bir toplumsal irade katılabilirse.Hakikatler komisyonunun, gerçek anlamda temizlemesi gereken çok fazla kan lekesi var ve kimsenin bu lekeleri bir sonraki kuşağın vicdanına taşımaya hakkı yok.

Devamını Oku

MGK kararı ötesi

1 Aralık 2013

Milli Güvenlik Kurulu’nun ilginç bir işleyiş mantığı var. Kurul üyeleri, tepedeki komutanlar ve bazı bakanlar. Bu kurul toplanıyor, adındaki “milli güvenlik” kavramına uygun konuları görüşüyor.Görüşmenin sonunda ortaya “karar önerileri” çıkıyor, gerekirse bunlar oylanıyor ve karara dönüşüyor. Bu kararlar “Hükümete tavsiye kararları”dır. Yani Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanlar kendi kendilerine “tavsiyede” bulunmaktadır.Gizli olan bu tavsiye kararlarının gereğini Hükümet yerine getirmezse, kurulun yapabileceği tek şey gelecek toplantılarda “neden yapmadınız” diye kavga çıkarmaktır.Bu nedenle, Hükümet üyelerinin bu “tavsiye kararları”na imza atmalarının bir önemi ve anlamı vardır. Ama Hükümet her zaman “ben bu tavsiyeleri şöyle yorumladım, şunu yapmam yeterlidir” der, askerler de “bunun gereği budur” der ve yine kavga çıkar.28 Şubat 1997 ertesinde yayılan hava şuydu: Eğer Erbakan-Çiller hükümeti göreve devam ederse büyük olasılıkla askerler doğrudan müdahale edeceklerdir.Dayatma mantığıMilli Güvenlik Kurulu’nun işleyişinin hukuki mantığında askeri müdahalenin meşrulaştırılması olmadığı gibi kararı, altına ister imza atsın isterse atmasın uygulamayan hükümete bir müeyyide de söz konusu değildir.Mantık, “imza attın uygula” diyerek “sıkıştırma” dayanakları kurma mantığıdır. 2004’te de aynı sistemin geçerli olduğunu anlamak zor değil.Milli Güvenlik Kurulu kararı sonrasında herhangi bir icraatın suç olup olmadığı hükmü de sadece o karara dayandırılarak verilemez. Dolayısıyla “Hükümet kararın gereğini yapmadı, ben kararı bildiğim için kendi irademle uyguladım” diye bir mantık da geçerli olamaz.Milli Güvenlik Kurulu 27 Mayıs 1960’ın anayasasıyla, askerlerin “sivillerle birlikte yönetme” isteğini bir ölçüde karşılayan bir kurum olarak düşünülmüş ve doğrusu, sivil hükümetlere bazı politikaları “dayatma” işlevini de başarıyla yerine getirmiştir.MGK kararlarıyla ilgili olarak söylenebilecek tek ve son söz bu kurumun lağvından başka bir şey olamaz.

Devamını Oku

Dinleyen, dinlenen

29 Kasım 2013

Sahte isimler üzerine alınmış yargıç kararlarıyla bazı gazetecilerin telefonlarının dinlenmesinin ya da başka yöntemlerle dinlenmelerinin savunulur bir yanı yok.Gizli dinlemeler bizim hiç de yabancısı olmadığımız bir konu. İnsanları dinleyenler, dinleme imkânına sahip olanlardır ve bu imkân da her zaman “devlet”lerde vardır. “Devlet iradesi” dışında başkalarını dinleyenler varsa onlar da ancak devlet imkânlarını kullanabilenlerdir.Bizdeki gizli dinlemelerin birkaç değişik devlet kurumu tarafından yapıldığı, bu olay alevlendiğinde ortaya çıkmıştı. O sırada dinleme işlerinin tek elde toplanması için bazı çalışmalar da yapılmıştı. Ama sonuçları kesin olarak bilinmiyor, rivayet muhtelif.Bir devlet imkânı olarak gizli dinlemenin en yaygın gerekçesi “güvenlik”tir. Devletin güvenliği için, ülkenin bölünmemesi için insanlar dinlenir; dinlemenin kıstaslarını birileri koyar, kararı da başka birileri verir.Neye güveneceğiz?Devlet gücünün sahibi olanlar ya da bu gücü kullananlar, dinleme imkânlarını kullanmaktan kolay feragat edemiyor. Geçenlerde ABD’nin başka ülkelerin yöneticilerini dinlediği ortaya çıktı.Birkaç yıl önce de Fransa devletinin gazetecileri dinlediği ortaya çıkmıştı.Bizde dinleme olayları patladığında taksi şoförleri de, ev kadınları da dinlendikleri kanaatindeydi, herhâlde bunu devlet tarafından önemsenme olarak görüyorlardı.Başbakan’ın ofisinde dinleme cihazı bulunduğuna göre, insanların “onu dinliyorlarsa beni neden dinlemesinler” diye düşünmelerinin değişik psikolojik nedenleri vardır.En gelişmiş silahlar da devletlerin elindedir, ama devlet gücüne sahip olanların bu silahları “kafalarına göre” kullanabildikleri dönem çoktan bitti. Dinleme meselesi de aslında bundan farklı değil.Deniyor ki, “insan ölmüyor, ama bu dinlemeler sayesinde şöyle böyle faydalar oluyor.” Tamam. O hâlde gidecek, yargıcı da bu faydalara ikna edeceksiniz.Yargıç kararı olmadan yapılan dinleme faaliyetlerinin kanıtlanması son derece zor. İçeriden birisinin dinlemenin kanıtını dışarı sızdırması dışında başka bir yol yok.Dolayısıyla gerçek hayatta devlet dinliyor, dinlenenin haberi olmuyor, bundan kim ne fayda sağlarsa sağlıyor.Dinleme öyle bir iş ki, bu imkâna sahip olanların adalet duygusundan başka güvenilecek bir şey kalmıyor.

Devamını Oku

Bir MGK olayı daha

28 Kasım 2013

Taraf Gazetesi’nin dünkü, 2004’teki bir Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısı ve kararlarına ilişkin haberi yeni bir sarsıntı yarattı. Habere göre bu toplantıda Fethullah Gülen cemaatine karşı tedbir alınması önerisi “tavsiye kararı” hâline gelmiş, söz konusu kararı AKP hükümetinin MGK üyesi bakanları ve Başbakan Erdoğan da imzalamış.Habere ilişkin resmi sayılacak açıklama Başbakan Başdanışmanı Yalçın Akdoğan’dan geldi; Akdoğan, hükümetin bu kararları “yok saydığını” ve kararlar bağlamında herhangi bir işlem yapmadığını söyledi.2004’te neler oluyordu?2004’te AKP hükümeti ikinci yılındadır. 28 Şubat operasyonunu yürüten ‘Batı Çalışma Grubu’nun faaliyetlerini durdurduğuna ilişkin bir işaret yoktur. Askeri cenahta bazı “hazırlık” söylentileri oldukça yaygındır. Balyoz, Suga, Yakamoz, Ayışığı vesaire isimlerle çeşitli planlar yapıldığı sonradan kesinlik kazanmıştır.Ergenekon adıyla bilinen yapıların asker, emekli asker ve bazı sivillerden oluşan gruplar şeklinde hareket hâlinde olduklarının işaretleri de çoktur. Bunlar da kesinleşmiş, yargılanmıştır.Çeşitli MGK toplantılarında asker ve sivil üyeler arasındaki tartışmaların, asker üyelerin bazı konulardaki yaklaşımlarının söylenti hâlinde dolaştığı dönemdir.2004’ün o toplantısında ne konuşma olmuşsa olmuş, Başbakan ve AKP’li bakanlar olayı kamuoyuna açık bir krize dönüştürmek yerine “geçiştirmek” yoluna gitmiştir.2004’teki MGK olayının ortaya “çıkması” bugün, bir yanıyla 28 Şubat 1997 kararlarının Erbakan tarafından imzalanmasının cevabıdır. AKP’ye denilmektedir ki, “siz de aynı şeyi yaptınız”.MGK tarihte kalmalıAKP ile Gülen cemaati arasında süregelen tartışmalar içinde bir ara, AKP’den cemaate “28 Şubat’a karşı çıkmadınız, hatta hayırhah davrandınız” eleştirisi yöneltilmiş, cemaat de eleştiriye Zaman Gazetesi’nin haberleriyle karşılık vermiştir.2004 MGK’sı haberi, cemaatin AKP’ye “Siz bize operasyon yapılması kararını imzaladınız” cevabı oluyor.AKP’nin 2004’ün koşulları içindeki “geçiştirme” tavrının açıklanması zor değildir; tam tersine, zaten o günün koşulları açıklamanın kendisidir.Bunun ötesine bakıldığında da varılması gereken tek bir nokta vardır: MGK yeni anayasayla birlikte kesin olarak tarihe havale edilmelidir.

Devamını Oku

28 Şubat’ın öbür yüzü

27 Kasım 2013

Son günlerde, benzeri davalar kadar heyecan yaratmasa da, faili meçhul cinayetlerle ilgili davalar, soruşturmalar arka arkaya geliyor. Aydınlanmaya başlayan manzara 28 Şubat’ın öbür yüzüdür.‘28 Şubat’, 1997 yılının o gününde alınan Milli Güvenlik Kurulu kararlarının ardından yürütülen büyük bir toplumsal sindirme operasyonudur. MGK kararları hükümete tavsiye niteliğinde olmasına rağmen, dönemin askeri yetkilileri bu kararların “gereğini”, kendi okudukları şekilde yerine getirmeye girişmiş ve buna bizzat kendileri “post-modern darbe” adını vermiş, toplumun çeşitli kesimlerinde kendi tespit ettikleri “tehlikeler”e karşı mücadele etmişlerdir.28 Şubat operasyonunun ana yüzünde, “devleti ele geçirme yolunda ilerleyen şeriat güçlerinin püskürtülmesi” vardır.O dönemde, Kürt meselesiyle ilgili “askeri” faaliyetler ikinci planda kalmış, kamuoyu daha çok hükümetin yönetemez hâle getirilmesi ve gönderilmesiyle ilgilenmiştir.Ama bu arada 28 Şubat’ın “öbür yüzü” hep devrededir ve öncelik, Kürt siyasetinin “her imkân kullanılarak” sindirilmesidir.Adı bilinen ve bilinmeyen birçok Kürt siyasetçi, o dönemde aktif olan “Jitem” ve o çerçevede kurulan “itirafçı” çeteleri eliyle öldürülmüştür.“Devletin” Kürt politikası dışında görüşler öne sürenlerin; siyasetçi, yazar ve gazetecilerin korkutulup sindirilmesi de operasyonun üçüncü ayağı olmuştur.28 Şubat sürecinin son ayağı da aslında Hrant Dink cinayetidir. Bu cinayetin aydınlanmasının nasıl engellendiği de artık herkesin malumu.28 Şubat ana davasında, “laiklik karşıtları” olarak nitelenenlere karşı operasyonu ve siyasi değişimi yürüten “askeri odak” yargılanıyor.Ama nihayet 28 Şubat’ın öbür yüzünün en önemli alanı olan faili meçhul cinayetler de arka arkaya yargı önüne geliyor ve suçlananların bir kısmı “dökülüyor”.Kamuoyunun bu davaları; açıklama ve itirafları çok iyi izlemesi gerekiyor çünkü “28 Şubat’ta ne oldu” sorusunun cevabını karartmaya çalışan çevreler var.Son davalar sağlıklı yürürse, 28 Şubat ana davası da biraz daha açılabilir ve Türk halkı “28 Şubat’ta ne oldu” sorusunun tam cevabını alabilir.

Devamını Oku

‘Çok kötü şeyler’ ne olabilir...

25 Kasım 2013

Fethullah Gülen “çok kötü şeyler duyabilirsiniz” diye yazdı. Zaman Gazetesi manşetten “Başbakan’a açık mektup” yayınladı.Hükümet ile dershane çatışmasında, Gülen cemaatinin iki ağır hamlesi bunlar oldu. Bu hamleler “susmayacağız, sonuna kadar direneceğiz” anlamına geliyor.Bu çatışmayı anlamaya ve anlatmaya çalışırken “yol arkadaşlığının sonu mu” diye sormuştuk.Son iki hamle AKP’ye “eğer geri adım atmazsanız yol arkadaşlığımız tümüyle biter” diyor, böylece sorduğumuz sorunun cevabı açık olarak verilmiş oluyor.“Hizmet”in yol arkadaşlığını bitirmesinin muhtemel sonuçları da hemen tartışılmaya başlandı. En yakında yerel seçimler bulunduğu için, çeşitli oy hesapları yapılıyor.Daha çok AKP tarafından gelen yorumlarda “Hizmet”in sandıktaki ağırlığının yüzde 1 civarında görüldüğü anlaşılıyor.“Yüzde 1” yaklaşık 400 bin oydur ve bu miktarda bir oyu bir işaretle çevirmek de kolay değildir.Başka yorumcular yüzde 4-5 gibi oranlar veriyor. Bu da 1.5-2 milyon oy demektir ve tabii ki bu büyükteki bir seçmen grubunun oyunu değiştirmesi için işaretten çok fazlası gerekir, o seçmen grubu ana yapıya ne kadar bağlı olursa olsun.Çatışma ve aklıselim...Bu aşamaya gelmiş bir çatışmada, geri dönüş ve uzlaşma yollarının bittiğini düşünenler, umut edenler vardır.Siyaset müzakere ve uzlaşma sanatıdır.Yine daha önce değindiğimiz gibi, “Hizmet”in oy etkinliği yüzde kaç olursa olsun, “buna oy verelim” denilebilecek bir merkez ya da merkez sağ parti yoktur. Gülen cemaati 2002’den bu yana AKP’nin hemen yanında olmuş ve seçimlerde, referandumlarda AKP için ve yönünde oy kullanmıştır.Toplumsal etkinliği Fazilet Partisi’nden çok daha yüksekte olan cemaatin böyle bir seçeneğe yönelmesi “merkez siyaset”in dışına düşmeyi getireceği için bu seçeneğin çok zayıf olduğu söylenebilir.AKP-Hizmet çatışmasını, yaklaşan seçimler ve oy hesapları üzerinden tahlil ettiğimizde hızla bazı sonuçlara varmak kolay değil.Ama ortada bir çatışma var ve Fethullah Gülen’in “çok kötü şeyler duyabilirsiniz” sözünü de önemsemek gerekir.

Devamını Oku

Bir ışık olabilir mi?

24 Kasım 2013

Meclis Başkanı Çiçek’in, TBMM Anayasa Yazım Komisyonu’nun önemli bir gelişme sağlayamadığını ilan edip havlu atmasıyla yeni anayasa umudu en az iki yıl ertelenmişti.Temsil niteliğinin yüksekliğiyle övünülen bu Meclis’in de medeni bir anayasa üretememiş olmasının bütünüyle siyasetin ayıbı olduğunda bir kuşku yoktur.Muhalefet, bu ayıbı kendi üzerinden atmak için AKP’nin getirdiği başkanlık sistemi ve yüksek yargının tek organda toplanması önerilerini bahane ediyor.Bu iki konudan, yüksek yargıyla ilgili olanı nispeten daha az, başkanlık sistemi meselesi ise daha çok telaffuz ediliyor.Komisyonun AKP’li üyeleri başkanlık sistemini de yüksek yargı reformunu da geri aldı. Meclis Başkanı da, önce üzerinde anlaşma sağlanması kolay olan maddelerin tamamlanması, tartışmalı meselelerin “yukarı”ya gitmesi ve ortaya bir ana yapı çıkması için çaba gösterdi.Somut adımlar gerekir172 maddelik bir taslağın 60 maddesinde anlaşma, 112 maddesinde “anlaşamama” bir başarı değildir. Yazılmış 112 maddede muhalefet şerhleri olması, şerhleri koyanların uzlaşma eğilimi olmadığını gösterir.Medeni ve demokratik bir anayasada bulunması gereken maddeler üzerinde çalışmayı kilitlemek muhalefetin sorumluluğundadır.Meclis Başkanı’nın anayasa çalışmasını bu aşamada tatil etme eğilimi üzerine, muhalefet partilerinin sözcüleri çalışmanın devam etmesi için bazı adımlar attı.Ancak bu noktadan bir ışık doğabilmesi için somut adımlar gerekiyor. Tekrar toplanıp, aynı pozisyonlarda ısrar edilerek bu kilit çözülmez.Eğer komisyonda muhalefet şerhlerinin, sadece kilitleme amacıyla konulanları kaldırılır, gerçekten tartışılmaya muhtaç birkaç madde seçenekli olarak ana komisyona gönderilirse bir gelişme sağlanmış olur.Muhalefet sözcüleri kendi üzerlerindeki vebali atmak için “biz çalışmaya devam etmek istiyoruz, ayıp bizde değil” demenin ötesine geçmedikçe de vebal onların üzerinde kalacaktır.Bu aşamada net bir ışık görünmüyor, “ayıp” hâlâ bütün siyasetin malı olarak ortada duruyor.

Devamını Oku

Yol arkadaşlığının sonu mu?

22 Kasım 2013

Özel dershanelerin kapanması kararıyla birlikte, Hükümet ile Fethullah Gülen cemaati arasındaki çatışma yine gündemde. Tartışma alanı eğitim sorunlarından tümüyle uzaklaştı, karşılıklı “şamar” ifadelerine kadar geldi.Gülen cemaati, 90’ların başından itibaren yaygınlık ve etkinlik bakımından yükselirken bütün siyasi partilerle eşit denebilecek ilişkiler kurmaya özen göstermiştir. Tansu Çiller’in DYP’si de, Bülent Ecevit’in DSP’si de zaman zaman Gülen cemaatini kendi yanlarında görmüş, buna göre siyasi hesap bile yapmışlardır.Cemaat, 28 Şubat koşullarına rağmen eğitimin yanında çeşitli ekonomik alanlarda ve medyada önemli gelişmeler göstermiş, toplumda etkili bir güç olarak algılanmaya başlanmıştır.AKP, siyasi İslam’ın değişik renklerinden merkeze kadar uzanan bir “koalisyon” olarak ortaya çıkarken Gülen cemaati de bu koalisyonun “doğal” unsurlarından biri olarak görülmüş, toplum da siyaset de bunu böyle algılamıştır.Askeri vesayetle mücadele ve darbe davalarında “yol arkadaşlığı” perçinlenmiştir. Bunlar aslında sadece cemaatin değil, aralarında farklar olsa da liberal ve sol çevrelerin de AKP’nin, Erdoğan’ın yanında yer aldıkları konulardır.Başka parti var mı?Gülen cemaati bir siyasi parti olmadığı, “resmi” sözcüleri bulunmadığı için hangi söz, hangi politika, hangi duruş cemaate ait, hangisi değil meselesi hep tartışma konusu oldu. Özel yetkili savcı ve yargıçlarla kimi emniyet mensuplarının icraatları cemaate atfedilirken, cemaat sözcüsü bilinen kişiler bazen reddetme bazen de susma yoluna gitti.Özel yetkili savcıların MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a yönelik bir “operasyon” girişimi de yine cemaatin Başbakan Erdoğan’a yönelik bir girişimi ve barış sürecinin tahrip edilmesi operasyonu olarak algılandı.AKP çevrelerinde, iki taraf arasındaki ciddi kopmanın burada yaşandığı konuşulmuştur. Dershane olayının ise bu krizin biraz daha öncesinde başladığını bizzat Başbakan ifade etmiştir.Başbakan Erdoğan, dershane olayı dolayısıyla sert bir üslup kullanmamış, cemaate yakın gazetelerin yayınlarına dönük kırgınlık belirtmiş, orada kendilerine “şamar” atılmak istendiğini söylemiştir. Bu da cemaat sözcülerince “ağır” olarak alınmış ve ona göre cevaplar verilmiştir.Bu sürece bakılarak, AKP ile Gülen cemaati arasındaki yol arkadaşlığının sona erdiği söylenebilir. Ama sorun şu ki, cemaatin yol arkadaşlığı yapabileceği başka bir siyasi parti yok ve cemaatin çok büyük önem verdiği askeri vesayetin temizlenmesine devam edebilecek bir siyasi parti de yok.

Devamını Oku