Milli Güvenlik Kurulu’nun ilginç bir işleyiş mantığı var. Kurul üyeleri, tepedeki komutanlar ve bazı bakanlar. Bu kurul toplanıyor, adındaki “milli güvenlik” kavramına uygun konuları görüşüyor.
Görüşmenin sonunda ortaya “karar önerileri” çıkıyor, gerekirse bunlar oylanıyor ve karara dönüşüyor. Bu kararlar “Hükümete tavsiye kararları”dır. Yani Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanlar kendi kendilerine “tavsiyede” bulunmaktadır.
Gizli olan bu tavsiye kararlarının gereğini Hükümet yerine getirmezse, kurulun yapabileceği tek şey gelecek toplantılarda “neden yapmadınız” diye kavga çıkarmaktır.
Bu nedenle, Hükümet üyelerinin bu “tavsiye kararları”na imza atmalarının bir önemi ve anlamı vardır. Ama Hükümet her zaman “ben bu tavsiyeleri şöyle yorumladım, şunu yapmam yeterlidir” der, askerler de “bunun gereği budur” der ve yine kavga çıkar.
28 Şubat 1997 ertesinde yayılan hava şuydu: Eğer Erbakan-Çiller hükümeti göreve devam ederse büyük olasılıkla askerler doğrudan müdahale edeceklerdir.
Dayatma mantığı
Milli Güvenlik Kurulu’nun işleyişinin hukuki mantığında askeri müdahalenin meşrulaştırılması olmadığı gibi kararı, altına ister imza atsın isterse atmasın uygulamayan hükümete bir müeyyide de söz konusu değildir.
Mantık, “imza attın uygula” diyerek “sıkıştırma” dayanakları kurma mantığıdır. 2004’te de aynı sistemin geçerli olduğunu anlamak zor değil.
Milli Güvenlik Kurulu kararı sonrasında herhangi bir icraatın suç olup olmadığı hükmü de sadece o karara dayandırılarak verilemez. Dolayısıyla “Hükümet kararın gereğini yapmadı, ben kararı bildiğim için kendi irademle uyguladım” diye bir mantık da geçerli olamaz.
Milli Güvenlik Kurulu 27 Mayıs 1960’ın anayasasıyla, askerlerin “sivillerle birlikte yönetme” isteğini bir ölçüde karşılayan bir kurum olarak düşünülmüş ve doğrusu, sivil hükümetlere bazı politikaları “dayatma” işlevini de başarıyla yerine getirmiştir.
MGK kararlarıyla ilgili olarak söylenebilecek tek ve son söz bu kurumun lağvından başka bir şey olamaz.
MGK kararı ötesi
Haberin Devamı