Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanı olarak uygulayacağı yönetim “üslubu” üzerine genel nitelemelerle yetinmişti.Genel açıklamalar, niyetlere ve beklentilere göre daha çok spekülasyon denebilecek yorumlara yol açtı.Erdoğan’ın sürekli olarak bakanlar kurulunu toplantıya çağırarak, icranın başında duracağını söyleyenlerin kimisi bunu olumlu bir beklenti olarak dillendirdi. Kimisi de “sürekli icranın başında oturma” eyleminin bir yetki aşımı oyduğunu, bunun anayasanın çiğnenmesi olarak görülebileceğini söyledi.Erdoğan’ın son açıklamalarından ise daha somut bir formül ortaya çıkıyor. “Teamüllerle değil anayasayla çalışacağım” diyen Erdoğan’dan gelen somut formül belli bir düzenli periyoda bağlı olarak bakanlar kuruluna başkanlık yapmak.Çok yakın dönemden örnekHer hafta toplanan bakanlar kuruluna cumhurbaşkanının her hafta başkanlık yapması anayasaya aykırı bir durum değil, ama teamüllere aykırı olduğu kesin.Yakın dönemde sadece Turgut Özal’ın, birinci Körfez savaşı dolayısıyla bazı bakanlar kurulu toplantılarına başkanlık yaptığını hatırlıyoruz.Buna karşılık cumhurbaşkanlarının gerek başbakanla gerekse bütün bakanlarla sürekli olarak temas halinde olması herhangi bir kısıtlamaya tabi değil.Çok yakın dönemden örnek vermek gerekirse, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Ortadoğu’daki gelişmeler dolayısıyla Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile bayağı sık görüştüğünü söyleyebiliriz. Bu görüşmelerde cumhurbaşkanı bilgi almakla da yetinebilir, herhangi bir somut konuda “şöyle olması daha doğru olur” da diyebilir.‘Yetki aşımı’ yorumu aşırıErdoğan’ın düşüncesinin, ayda bir kez bakanlar kuruluna başkanlık yapmak şeklinde olduğunu, gazetecilere önceki gün verdiği bilgilerden anlıyoruz.Cumhurbaşkanı ayda bir kez Milli Güvenlik Kurulu toplantısında “devletin” en tepesinde oturacak, ayda bir kez de bakanlar kurulu toplantısında “Hükümetin” en tepesinde bir kez oturacaktır.Böyle bir düzenin, yetki aşımı ve anayasanın ihlali olarak yorumlanması nereden bakılırsa bakılsın “aşırı”dır.Buna karşılık halk oyuyla seçilmiş cumhurbaşkanının Hükümet ile bağının belli bir düzene bağlanmasının birçok faydası da sıralanabilir.Erdoğan’ın aynı açıklamalar içinde “Başbakanın yetkisini alıp yerine oturacak değiliz” demesi de, bu kadarıyla yeni bir “yetki bölüşümü” eğilimi olmadığının vaadi olarak görülmelidir.
Ortadoğu bataklığında çocuk öldürmek kimse için ahlaki bir mesele değil. Dini ve mezhepsel bir mesele hiç değil. İsrail de çocuk öldürüyor, Sünniler Şii çocukları, Şiiler Sünni çocukları öldürüyor.İsrail, Hamas’ın belini kırmak için harekete geçerken çocuk ölümlerinin hesabını yapmıyor. Şii pazarına bomba atanlar, oradaki kadın ve çocukları saymıyor. Sünni camiini bombalayanlar masum insan kaygısı taşımıyor. IŞİD kalabalıklara ateş açarken kaç çocuk kaç kadın diye saymıyor.Ortadoğu böyle bir bataklık. Birinci Dünya Savaşı sonunda büyük çıkarlar ve petrol kontrolü için bataklık olması öngörülmüş ve hala bataklık olan bir yeryüzü parçası.Bu bataklığın savaşçılarının hiçbirinin birbirini “çocuk öldürüyorsunuz diye suçlamasının alemi yok, bu savaşta, savaşlardaki büyük hedefler içinde çocuklar kimse için bir önem taşımıyor.IŞİD’i silahlandıran, bu büyük operasyon için maddi kaynak sağlayanlar “dikkat edin çocukları öldürmeyin” demiyor. İsrail vatandaşı da ordusunun çocukları vurmasını normal buluyor.İsrail’in çocukları öldürmesine olan tepkimiz ve öfkemizle, Hamas’ın Ramazan ayında füze saldırılarını başlatmasının üzerinde durmadık.Şu anda çocuk ölümlerinin acısı, o küçük bedenlerin görüntüleri IŞİD katliamlarının da önüne geçti.Ortadoğu’nun bir bataklık olması tam yüz yıl önce tasarlanmış, haritalar buna göre çizilmiş, güçler buna göre dağıtılmıştı. Ortadoğu yüz yıldır bir bataklık. Ve bu bataklıkta oynayanların, birbirlerini kıyasıya öldürenlerin bütün tarafları “insaniyet”i çoktan unuttular.Büyük güç ve çıkar paylaşımları öldürerek yapılıyor, daha çok öldürmek için daha çok para harcanıyor, daha çok para ve güç elde etmek için mermi hesabı da yapılmıyor, çocuk ölümleri de “kabul edilebilir zayiat”tan başka bir şey olmuyor.Ortadoğu bataklığında bütün tarafların kullandığı dini referansların çocuk öldürmeye engel olmamasına şaşırmak için de, bataklığın boyunu ve niteliğini tam olarak görmemekten gelebilir.Bu bataklığın bu şekilde kalmasını isteyen kuvvetler için dini referanslar esas değil, bu yüzden de daha çok çocuk ölecek.
Beyaz Türkler cenahında yeni bir ilgi ve alaka dalgası gözle görülürden öte kulakları sağır eder hale geldi.Her şeyi fark etmekte, öğrenmekte geç kalma rekoru kıran Beyaz Türkler, cumhurbaşkanı seçiminin kıvrımları arasında birden Selahattin Demirtaş’ı gördüler.Selahattin Demirtaş yıllardır burada, Kürt siyasetinin önemli isimlerinden biri, ana hattın içinde yer alıyor ve buna uygun siyasi faaliyet yapıyor.Demirtaş’ı şimdi fark edenlerin hepsini “Beyaz Türk” tanımı içine sokmak bazılarına haksızlık gibi gelebilir.Doğrudur. CHP’yi solcu olarak gören, kendilerini de solcu hisseden ve dolayısıyla CHP’de yer almak ve oy vermeyi solcu faaliyet zannedenlerin bir kısmında değişik bir hareketlenme de görülüyor.CHP’liliğin solculuk olmadığını, CHP’ye oy vermenin solcu bir icraat olmadığını düşünenlerin artması gerçekten sol adına hayırlı bir durumdur.Buna karşılık geleneksel sol içinde yer alan bazı kesimlerin, sosyalist ve komünist sıfatlara rağmen “sol” tanımında, “sol siyaset” tanımında bocaladıkları da ortadadır.Örneğin geçen dönemde bir sol umut olarak doğmuş ve çeşitli evrelerden sonra kendini tıkamış olan ÖDP Ekmeleddin İhsanoğlu’nu desteklediğini açıklamıştır. Başka sol grup ve çevreler HDP içinde birleşmeye çalışırken CHP-MHP-BBP-Cemaat adayını desteklemenin “solcu” açıklamasını yapmak onlar için de kimse için de kolay değildir.Türkiye Komünist Partisi de cumhurbaşkanı seçiminde boykot çağrısı yaparak siyaset yapma iradesi ve mecali olmadığını ilan etmiştir.Beyaz Türkler cenahının, yerel seçimlerde bütün kuvvetleriyle CHP-MHP-Cemaat hattında yer almalarının ardından yaşadıkları yenilgi duygusu, bu cephenin adayının İhsanoğlu olmasıyla katlanmış ve son kıvranmalar Demirtaş’ın keşfiyle bir ilaç bulur gibi olmuştur.Demirtaş’ı yeni keşfedenlerin öne çıkardıkları olay, yolsuzluk meselelerinde net bir tavır almasıdır. Doğrudur Demirtaş, yolsuzluk iddialarının kapatılmaması gerektiğini açıkça söylemiştir, ama aynı Demirtaş partisinin politik çizgisinin CHP-MHP-Cemaat ittifakı içinde yer almamak olduğunu da belirtmiş ve HDP-BDP bu hatta uygun davranmıştır.Kürtlerin varlığını bile çok geç öğrenen Beyaz Türklerin, hangi güdü veya mecburiyetten olursa olsun, Türkiye’nin ilk Kürt cumhurbaşkanı adayını keşfetmeleri, ona oy vermeyi düşünmeleri bile olumludur.Kürtlerin cumhurbaşkanı olabileceğini bile kabul etmeye kadar ilerlemiş Beyaz Türklerin Demirtaş’a hoş geldin diyebilmeleri kendi eğitimleri açısından önemli bir aşamadır. Onlara da “Hoş geldin”.
Cumhurbaşkanı seçimi üzerine yapılan araştırmaların tümü aynı sonuçları vermeye başladı. En son Andy-Ar araştırmasının sonuçları da aynı eğilimlerin devam ettiğini gösteriyor.Temmuz ayının ilk yarısında yapılan araştırmanın cumhurbaşkanı seçimi sonuçları şöyle:Tayyip Erdoğan yüzde 55.5Ekmeleddin İhsanoğlu yüzde 34.9Selahattin Demirtaş yüzde 9.6Aynı araştırmada “bugün seçim olsa hangi siyasi partiye oy verirsiniz” diye de soruluyor ve şu cevaplar alınıyor:AKP yüzde 48.8CHP yüzde 25.2MHP yüzde 15.2HDP yüzde 6.5.Bu iki sonuç arasındaki ilişkiye baktığımız zaman genel seçimde CHP ve MHP’ye oy verecek olan seçmenin yaklaşık yüzde 12-13’ünün Tayyip Erdoğan ve Selahattin Demirtaş’a oy vereceklerini görebiliriz.Erdoğan cumhurbaşkanı adayı olarak oyunu partisinin yüzde 6.7, Selahattin Demirtaş da 3.1 puan üzerine çıkarmaktadır.Beş küçük siyasi partinin İhsanoğlu’na destek ilan ettiklerini hesaba katınca CHP ve MHP seçmeninin yüzde 12-13 fire verdiği sonucuna ulaşabiliriz.Bu da yaklaşık 5 milyon oya tekabül etmektedir ki, bunun adı CHP ve MHP açısından “hezimet”ten başka bir şey değildir.Bu araştırmalarda yurt dışında sandığa gidecek vatandaşlarla ilgili bilgi ve bulgular yer almamaktadır. Eğer Avrupa’da yaşayan Türk vatandaşlarının oyları da aynı eğilimleri gösterirse sandıkta artı 2 ve eksi 2 puanlık bir yansımanın olması ihtimali de yüksek görünmektedir.10 Ağustos’ta oy verme eğilimleri büyük ölçüde sabitlenmiş görünse de kampanya sürecinin de yine Erdoğan’ın lehine çalışacağına kuşku yoktur.Bunlar da hesaba katıldığında, Erdoğan’ın yüzde 60’ı zorlayabileceği ihtimali kuvvet kazanmaktadır.İhsanoğlu’na oy vereceklerini beyan edenlerin neredeyse yarısının kendi adayının kazanabileceğini düşünmemesi de bir kesimin sandığa gitmemesinde önemli bir etken olabilecektir.Andy-Ar araştırmasında AKP’ye oy verecek olanlara, Erdoğan’dan sonra yerine kimin gelmesini istedikleri de soruluyor ve açık arayla, yüzde 70 oranıyla Abdullah Gül cevabı alınıyor. Herhalde AKP camiası araştırmanın bu kısmını daha fazla dikkatle okumuştur.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun seçmene son veciz talimatı “tıpış tıpış sandığa gideceksiniz” şeklinde oldu.CHP başkanı diyor ki, “Bizim belirlediğimiz adayı beğenmemek gibi bir hakkınız yok, bizim istediğimiz şekilde oy vereceksiniz..”Demokrat CHP’nin demokrat başkanı, kendi görevinin belirlediği adaya oy verilmesi için çalışmak olduğunu düşünmüyor. O bir aday belirlemiştir, işi bitmiştir, seçmenin görevi de tıpış tıpış oy vermektir.CHP’nin siyasi fukaralığını, geriliğini genel başkan bir kez daha ifade etmiş oldu. Bu ifade CHP’nin kendi seçmenini nasıl gördüğünü de anlatıyor.Kılıçdaroğlu Bahçeli ile anlaştı ve AKP seçmeninin oy verebileceğini düşündükleri bir cumhurbaşkanı adayı belirledi.CHP seçmeninin eğilimiCHP seçmeni bu adayı benimsemedi, Şu anda görünen o ki, bir kısım CHP seçmeni sandığa gitmeme eğiliminde, bir kısım CHP seçmeni de, solculuğu üzerinde düşündü ve Selahattin Demirtaş’a yöneldi.CHP’nin ulusalcıları da önce bir isyan davulu çalmaya teşebbüs etti, sonra vazgeçip geriledi.Bu manzaradan CHP’nin yarınıyla ilgili birkaç sonuç çıkarmak mümkün. Öncelikle CHP’deki koalisyonunun bu seçimle birlikte son noktasına dayandığı görülebilir.Cumhurbaşkanı seçiminde, genel başkanın adayı için çalışmayan bir parti örgütünün, bir siyasi partinin varlık nedenini tartışmaya başlaması kaçınılmazdır.CHP başkanı “sandığa tıpış tıpış gideceksiniz” derken kendi partisinin bir siyasi kurum olarak yaşadığı sarsıntıyı, çatlamayı da ifade etmiş olmaktadır.Yüzde 40’ı aşmazsa...Genel başkanın “tıpış tıpış”ı üzerine CHP seçmeninin talimata uyma eğilimine girmesi kuvvetli bir ihtimal değil.Ama Kılıçdaroğlu’nun “tıpış tıpış”ının devamı olan bir “tıpış tıpış” daha kendi ağzından hatırlatılmış oldu.Değil AKP seçmeninden oy almak, kendi seçmenini bile sandığa götüremeyen bir siyasi parti yönetiminin de “tıpış tıpış” yolu sonuna kadar açılmıştır.İhsanoğlu’nun 10 Ağustos’ta aldığı oy, CHP ve MHP’nin toplam oyu olan yüzde 40’ın üzerine çıkamazsa CHP yönetimi, “tıpış tıpış”çı genel başkanıyla birlikte “tıpış tıpış” gitmek zorundadır.
Daha çok Amerikan siyaset ve medya geleneğindedir. Başkanlık seçimi öncesi iki aday, yardımcılarıyla birlikte canlı yayında tartışırlar. Deneyimli bir gazetecinin yönetimindeki tartışma bütün büyük TV kanallarından canlı yayınlanır.Amerikan geleneğinde miting yoktur, adaylar çeşitli salon toplantılarında konuşur, büyük basın yayın kuruluşlarına birer beyanat verir.Avrupa’da da buna benzer adetler vardır, kimse miting meydanlarında koşmaz. Adayların dolaşırken her söyledikleri haber olmaz, ancak önemli ve yeni bir şey söyledikleri zaman medyada yer alırlar.Bizim siyaset geleneğimiz onlardan epeyce farklıdır.Hangisi daha iyi?Miting yapmamak tembelliğe girer, kendi şehrinde miting yapılmayan insanlar burukluk hisseder. Adayların, siyasilerin her söyledikleri haber olur. Her yayın organı kendi yapısına göre bunları haber olarak okuruna, izleyicisine aktarır.“Hangisi daha iyi” sorusunun bir cevabı olması gerekmiyor, ama bizim siyaset geleneğimizin insanlara daha çok siyasetin içinde olmaya imkan verdiği çok açık.Sonuçta vatandaşa aktarılmamış bir şey kalmaz. Her adayın, her siyasinin her fikri, anlamlısı anlamsızı, tutarlısı tutarsızı, esamesi olanı olmayanı, ciddisi gayrı ciddisi sürekli olarak aktarılır.Bu aşırı aktarmadan “şüyuu vukuundan beter” durumlar ortaya çıksa, zaman zaman bilgi kirlenmesi denilen hallere ulaşılsa da bilmek isteyen herkes istediğini öğrenir.Bu durumda, şu anda konu cumhurbaşkanı seçimi olduğuna göre üç adayın ortak bir televizyon yayınında canlı bir tartışma yapmasının, vatandaşın hangi bilgi eksiğini kapatacağını sormak gerekiyor.Masaya vurulan yumruklar1983’te kitle iletişim araçlarının bugüne göre çok daha kısıtlı etkilere sahip olduğu dönemde, 12 Eylül askeri yönetiminin seçime girmelerine izin verdiği üç partinin liderleri ekranda tartışmıştı. Turgut Özal, köprü ve otoyolları satacağını söylediğinde CHP’nin has askeri versiyonu Halkçı Parti’nin genel başkanı Necdet Calp canlı yayında masaya yumruk atıp “sattırmam” demiş ve yüzde 30’un üzerinde bir oy almıştı.Bugün böyle bir canlı yayından benzer “kanlı” görüntüler, masaya vurulan yumruklar beklemeye de gerek yok. Beklenti Tayyip Erdoğan’ın sert bir üslup kullanarak diğer adaylara sempati aktarımı yapmasıysa, zaten Erdoğan böyle bir programa katılmaz.Erdoğan böyle bir yayını kabul etse de İhsanoğlu’na tavsiyemiz kabul etmemesi olacaktır, çünkü Erdoğan ile Demirtaş arasında “ezilir”.
Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı adaylığını açıklamasından itibaren yaptığı konuşmalar, vizyon belgesinin içeriğiyle birlikte aynı yorumları, algıları güçlendiriyor.Erdoğan, ülkenin her meselesini kendi sorumluluk alanı içinde hisseden “aktif” bir cumhurbaşkanı olacaktır. Anayasanın verdiği yetkiler, “devletin başı” olarak en tepe konumda görev yapması sonuçta her konuya müdahale imkanı vermektedir.Halkın seçtiği cumhurbaşkanı olmak, kendi başına halkın beklenti ve taleplerinin sahibi olmak gibi siyasi bir alan açılması olarak görülmektedir.Halkın oyunun oranı da bu algının pekişmesinde önem taşımaya başlayacaktır. Hukuken yüzde 51 ile yüzde 60 arasında bir fark yoktur. Yüzde 51 ile seçilen cumhurbaşkanı da yüzde 60 oy oranıyla seçilen cumhurbaşkanı da aynı yetkilere ve sorumluluklara sahiptir.Muhalefetin stratejisiAKP’ye halk desteğinin oranı, 2010 anayasa referandumunda yüzde 58 ile en yüksek noktasına ulaşmıştır. Bu yüzde 58 oran da, siyasi olarak belli bir çıtayı ifade etmektedir.Cumhurbaşkanı seçiminde yüzde 58 ve üzerinde bir oy oranı siyasi olarak halkın anayasayı değiştirme ve başkanlık sisteminin yolunu açması olarak algılanacaktır.Erdoğan’ın 10 Ağustos’ta en yüksek çıtayı hedeflemesinin yolunu alabildiğine açan da muhalefetin yanlış stratejisi olmuştur. CHP seçmeni partisinin cumhurbaşkanı adayına sahip çıkmamakta, MHP seçmeninden bir kesim de açık olarak Erdoğan’a yönelmektedir.Yeni rüzgar ihtiyacı10 Ağustos seçiminin sonuçları da, nasıl 30 Mart 10 Ağustosu gösterdiyse, bir sonraki genel seçimin ana hatlarını da gösterecektir.Cumhurbaşkanı seçiminde lideri yüzde 55’in üzerinde oyla seçilmiş bir siyasi partinin bir yıldan az bir süre sonra yapılacak genel seçimde yüzde 50’nin üstünü hedeflemesi ve bu hedefe ulaşması kimse için sürpriz olmaz.Bu da AKP için, tek başına anayasa değişikliği yapabilecek bir Meclis kuvveti ve başkanlık sisteminin daha açık olarak gündeme gelmesi demektir.Başkanlık sistemi yollarının açılması AKP için yeni bir kuvvettir, ama bu kuvvet AKP’nin yeni süreçlerdeki sorumluluk ve siyaset alanını da genişleteceği için yeni rüzgar ihtiyacını da artıracaktır.
Erdoğan’ın konuşmasından önce sunulan hatırlatma filminde, çok dikkat çekici bir noktada “devrimci” kelimesi yer alıyordu. Muhafazakar ve demokrat sıfatlarının yanına ilk kez “devrimci” sıfatı eklenince bunun bir devamı olmalıydı.“Devrimci” sıfatının devamı bayağı kuvvetli oldu. Erdoğan’ın konuşmasının ilk bölümünde yaptığı Türkiye analizi, sağlam bir solcu analizdi. Kemalist ve devletçi etkilerden arınmış bu analizle “vizyon”un temel açısı verildi.12 yıllık AKP iktidarında sağlanmış toplumsal, siyasal ve ekonomik gelişmeler “yaptıklarımız yapacaklarımızın garantisidir” vurgusuyla anlatıldı.Burada da öne çıkan demokratik gelişmeler oldu. Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olarak “vizyon”unda ön planda demokratik süreçlerin tamamlanması vardır.Avrupa Birliği’ne tam üyelik yolunda çabaların hızlandırılması da bu vizyonun önemli parçasıdır, barış sürecinin tamamına erdirilmesi ve Alevi meselesi dahil hiç bir “azınlık sorunu”nun kalmaması da vizyonun açık hedefleri olarak belirtilmiştir.”Güçlü başkan” tanımıBaşbakan Erdoğan’ın vizyon ve misyon tanımları kendiliğinden “Güçlü başkan” tanımını da içeriyor.Bu kadar kuvvetli bir demokrasi vurgusunun gereği bütün demokratik süreçlerde cumhurbaşkanının öncü roller oynamasıdır.Devletin var olan yapısının bugünkü sıkıntıların temel kaynaklarından biri olduğunu tespit eden cumhurbaşkanının “devletin dönüşmesi”nde yapacağı, yapabileceği çok iş vardır.Erdoğan, “devrimci” sıfatını da alarak, devlete, yargıya ve demokrasi sıkıntılarına solcu tahliller getirerek asıl “ters köşe”yi yaptı.Erdoğan’ın kampanyasının daha çok milli ve muhafazakar noktalara dayanmasını bekleyenler tümüyle yanıldı.Yeni Türkiye vizyonunda demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerinin öne çıkması AKP için de bir değişim sürecinin temelini ortaya koymaktadır.Ve de tabii Tayyip Erdoğan bu hareketin de, bu hareketin heyecanını taşıyan orta ve alt sınıfların lideridir.Lider, yeni bir değişim ve dönüşüm sürecini başlatarak, başında durarak liderliğinin devam edeceğini de açık olarak söylemiştir.