TÜİK'in açıkladığı verilere göre Türkiye’de trafiğe kayıtlı motosiklet sayısı 2019'den beri sürekli artış gösteriyor. 2019'da 3 milyon 331 bin 326 olan trafiğe kayıtlı motosiklet sayısı; 2020'de 3 milyon 512 bin 576'ya, 2021'de 3 milyon 744 bin 370'e, 2022'de 4 milyon 141 bin 914'e yükseldi. 2023'te ise yıllık bazda 937 bin 482 adet artarak 5 milyon 79 bin 396'ya çıktı. ZİRVEDE İSTANBUL VAR Trafiğe kayıtlı motosikletlerin illere göre dağılımına bakıldığında da İstanbul'un 641 bin 290 araçla ilk sırada yer aldığı görülüyor. Megakent’i 426 bin 590 motosikletle Antalya ve 390 bin 542 motosikletle İzmir takip ediyor. Motosiklet sayısının en az olduğu illerde ise 712 ile Ardahan, 945 ile Hakkari ve 1032 ile Tunceli yer alıyor. Artan bu ilgi ilginç veriler de ortaya çıkarıyor. Örneğin Türkiye tarihinde ilk kez 2023'te otomobilden çok motosiklet satıldı. Geçtiğimiz yıl Temmuz ayında küçük bir farkla otomobili geride bırakan motosiklet satışları eylül ayında arayı açtı. 2023’ün ilk dokuz ayında 667 bin otomobil, 732 bin motosiklet satıldı.Peki motosiklet sayındaki bu artışı nasıl yorumlamak gerekiyor? Motosiklet artık güvenli araç olarak görülmeye mi başlandı? Motosiklet alırken nelere dikkat etmek gerekiyor? Bunun gibi pek çok soruya uzmanlarla cevap aradık. TRAFİK, PARK SORUNU VE OTOMOBİL FİYATLARINDAKİ ARTIŞ MOTOSİKLETE İLGİYİ ARTIRDIİstanbul Ticaret Üniversitesi Ulaştırma Sistemleri Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Mustafa Ilıcalı, “Motosiklete olan eğilime dair verileri incelediğimizde pandemi döneminden sonra ciddi artışın olduğu görülüyor. Zaten veriler olmasa da büyük şehirlerde trafikte ciddi oranda motosiklet kullanıcılarının çoğaldığını gözlemek mümkün… Genel olarak bu artışın yaşanmasında büyük şehirlerdeki aşırı trafik, park sorunu ve otomobil fiyatlarındaki artışın etkili olduğunu söyleyebilirim” dedi.ŞEHİR İÇİ SCOOTER KULLANIMININ DA ETKİSİ ÇOK BÜYÜKMotosiklet konusunda uzman ve ileri sürüş eğitmeni olan Zafer Akçay ise bu ilgiyi beş maddede sıralayarak şu bilgilerin altını çizdi:“Birincisi şehir içi scooter kullanımı. Bu hem kolaylık sağladı hem de özendirici oldu. İkincisi de kargo ve kuryelerinin ciddi şekilde artması... Çünkü artık her şey kargo ile gidip geliyor. Üçüncüsü ise pandemi döneminde artan yalnız seyahat etme özgürlüğü... Dördüncüsü ve en önemlisi de büyük şehirlerde motosikletin trafikte kolay ulaşım imkânı sağlıyor olması. İnsanlar son yıllarda bunun ciddi şekilde farkına vardı. Beşincisi de eğitimlerin çok yaygınlaşması. Özellikle büyük şehirlerdeki insanlar, Avrupa'daki gibi eğitime ulaşabiliyor. Böylelikle korkmadan motosiklet kullanabiliyorlar.” MOTOSİKLET TRAFİKTE KOLAYLIK SAĞLIYOR OLSA DA GÜVENLİK PROBLEMLERİ RİSK OLUŞTURUYORMotosikletin hem trafik hem de toplu taşımadaki yükü azaltması açısından faydalı olduğunu söyleyen Prof. Dr. Mustafa Ilıcalı, bu pozitifliğin dışında güvenlik problemlerinin de çok fazla olduğunu söyledi ve ekledi:“Ne yazık ki yollarımızda motosikletlere yönelik belli bir sistem bulunmuyor. Her boşluktan geçerek hem kendilerini hem de diğer sürücüleri riske atıyorlar. Hatta motosiklet sürücülerinin büyük bir kısmı yolun en sağındaki emniyet şeridinden gitmeyi kendilerine hak olarak görüyorlar. Halbuki böyle bir kural yok. Profesyonel motosikletçiler bunu yapmak bir yana, yapanlara tepki gösteriyor ama yine de sayı azalmıyor giderek artıyor.”‘ARTIK MOTOSİKLETLERE ÖZEL YOLLAR OLMALI “Trafikteki motosiklet sayısının artması, yolların kullanımında disiplinin sağlanması konusunu gündeme getirmeli” diyen Prof. Dr. Mustafa Ilıcalı, “Normalde motosiklet için en doğrusu diğer araçlardan ayrılacak bağımsız bir şeridin olması… Ancak bu yolu ayırmak her yolda aynı şekilde mümkün olmayabilir. Örneğin bazı yollarda motosiklet birinci ya da ikinci şerit arasını kullanacak veya en sağ şeridi kullanacak gibi kural getirilebilir. Bu şekilde bir kural tanımlanmazsa trafikte tehlikenin boyutu ciddi şekilde artacak gibi gözüküyor. Şu an oldukça düzensiz bir kullanım bulunuyor” ifadelerini kullandı. ‘AVRUPA VE ABD’DE BENZER ÖRNEKLER BULUNUYOR’İstanbul trafiğinin çözümünün bisiklet ve motosikletten geçtiğine dikkat çeken Zafer Akçay da motosiklet için özel yolların olması gerektiğini söyledi. Akçay, şöyle devam etti:-- Amerika’da motosiklete özel oldukça geniş yollar bulunuyor. Özellikle Kuzey Amerika’da ciddi şekilde sadece motosiklete bırakılan ve otomobillerin giriş yapamadığı yollar var. Avrupa da bu konuda oldukça bilinçli… Kıtada genel olarak birinci ve ikinci şeritlerin arası ambulans yolu. Pek çok ülke bu yolu, belli hız sınırında olmak kaydıyla motosiklet sürücülerine kullandırıyor.-- Ülkemizde Amerika’daki gibi bir adım atılması zor gözüküyor. Ancak Avrupa’daki gibi yapabiliriz. İki şeridin arasında 1,5 metrelik genişlikte boyalı yollar bu işi kökünden çözer gibi gözüküyor. Bunu yapabilirsek motosikleti daha da teşvik etmiş olacağız. Örneğin D-100 yani E5 karayolunda bunu yapabilirsek bu yolu motosiklet sürücüleri için daha güvenli hale getirmiş oluruz. Şu an bu yol ne yazık ki motosiklet için çok güvensiz.
Topraklarının büyük bölümü fay zonları üzerinde yer alan Türkiye’nin kuzey ve güneyinde birkaç gündür sıklıkla depremler yaşanıyor.8 Mart’ta Muğla açıklarında 4,4 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın (AFAD), sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda yerin 36.05 kilometre derinliğinde yaşanan deprem, herhangi bir olumsuzluğa neden olmadı.Bölge halkı daha bu sarsıntının etkisini atlatamamışken bu sefer de 10 Mart’ta Antalya açıklarında 4,7 büyüklüğünde deprem oldu. Antalya ve çevresinde korkuya neden olan bu depremde de herhangi bir olumsuz durum yaşanmadı.Akdeniz’deki faylar bu kadar hareketliyken Samsun’da da 4 büyüklüğünde deprem meydana geldi. Merkez üssü Samsun Körfezi-Atakum ilçesine 17,48 kilometre mesafede olan depremin, 18,27 kilometre derinlikte olduğu belirlendi. Kentte sarsıntıyı hisseden bazı vatandaşlar dışarı çıkarak bekledi. Peki ülkenin kuzeyi ve güneyinde yaşanan bu depremler bize ne anlatıyor?AKDENİZ’DEKİ DEPREMLER HELEN YAYI VE KIBRIS YAYI’NDAN KAYNAKLI OLUŞUYORKonuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz Jeoloji Mühendisleri Odası Deprem Danışma Kurulu Üyesi Prof. Dr. Süleyman Pampal, Muğla ve Antalya çevresinde yaşanan depremleri Helen Yayı ile Kıbrıs Yayı üzerinde gerçekleşen hareketliğe bağladı.Pampal, “Ege ve Akdeniz’i bir bütün olarak düşündüğümüzde bu bölgede Helen Yayı yer alıyor. Bu yay kuzey-güney doğrultusunda gerilen ve genişleyen bir bölge olarak adlandırılıyor. Ayrıca bu yay ‘Kıbrıs Yayı’ adı verilen ikinci bir yay daha çizerek Kıbrıs’tan geçip, Antakya’ya doğru devam ediyor. Burada da Doğu Anadolu Fay Zonu ile Ölü Deniz Fayı ile kesişiyor. Yaşanan depremleri bu faydaki hareketlilik sonucu olduğunu söyleyebilirim” dedi. ‘ANADOLU LEVHASI’NIN ‘BATISI’ SON ZAMANLARDA ÇOK HAREKETLİ’ Kıbrıs Yayı’nın tıpkı Helen Yayı gibi Anadolu Levhası ile Afrika Levhasını birbirinden ayıran büyük ölçekli bir ‘dalma-batma zonu’ olduğunun söyleyen Prof. Dr. Süleyman Pampal, şu bilgilerin altını çizdi: -- Bu dalma-batma zonunda ‘ağır olan’ Afrika Levhası Anadolu Levhası’nın altına doğru dalıp hareket ediyor. Anadolu’da bu levhanın üzerine biniyor. Özellikle Batı Anadolu kesimi yılda üç santimetrelik bir hızla güneybatıya doğru hareket ediyor. -- İşte bu bölge son zamanlarda çok hareketli. Bölgenin depremselliğine baktığımız zaman özellikle ‘Rodos-Girit Hattı’na doğru geçmiş zamanlarda 10 tane yıkıcı deprem olduğu görülüyor. Bu depremlerin büyüklükleri de 8 ve üzeri depremler olarak kayıtlarda yer alıyor. FETHİYE-BURDUR FAY ZONU’NA DİKKAT! Rodos-Girit Hattı’nın çok tehlikeli olduğuna da dikkat çeken Prof. Dr. Süleyman Pampal, “Kıbrıs kesimi daha seyrek büyük deprem üretiyor. Örneğin en son 1953’te 6,5 büyüklüğünde bir deprem üretti. Ancak hemen batısında yer alan Antalya ve çevresini de kapsayan Helen Yayı ve Rodos-Girit Bölgesi daha büyük depremler üretiyor. Burada oluşacak büyük bir sarsıntı tsunamiye de neden olabilir” dedi. Tüm bunların dışında Kıbrıs Yayı ile Helen Yayı arasından Isparta’ya doğru uzanan Fethiye-Burdur Fay Zonu olduğunu da söyleyen Prof. Dr. Pampal, “Bu fay zonu üzerinde de deprem olabilir. Zaten tarihsel kayıtlara baktığımızda Burdur ve Fethiye’de yaşanan büyük deprem olduğu kayıtlarda yer alıyor” ifadelerini kullandı. SAMSUN’DAKİ DEPREMİ NASIL YORUMLAMAK GEREKİYOR? Kuzey Anadolu Fay Zonu’nun Kuzey Anadolu Dağları'nın oluşumundan sorumlu olan fay zonu olduğunu ve bu zonun Karadeniz’den geçtiği yerlerde depremlerin oluşabileceğini söyleyen Prof. Dr. Süleyman Pampal, “Bu zonun çevresinde kuzey ve güneye doğru 50-60 kilometre boyunca tali kırıklar var. Karadeniz’in iç kesimlerine doğru da faylar var ama şu anki hareketlilik levha sınırlarında oluyor. Samsun’da olan deprem bize bu bölgede daha büyük deprem olur dedirtmiyor. Ancak levhanın sınırında bu türden hareketlerin normal olduğunu gösteriyor” ifadelerini kullandı. ‘KUZEY ANADOLU FAY ZONU’NDA ‘YEDİSU FAYI’ BENİ KORKUTUYOR’ “Kuzey Anadolu Fay Zonu’nda gerçekleşen bu tür hareketlerde beni en çok korkutan Yedisu Fayı’nın kırılması olur” diyen Prof. Dr. Süleyman Pampal, şu önemli bilgilerin altını çizdi: -- Yedisu Fayı, Bingöl ile Erzincan arasında yaklaşık 75-80 kilometrelik bir fay kuşağı… Üstelik Doğu Anadolu Fay Zonu tam da burada Kuzey Anadolu Fay Zonu ile kesişiyor. Bu fay 200-250 yıldır kırılmadı. Deprem kayıtlarına baktığımızda 7,4 büyüklüğünde deprem ürettiği görülüyor. -- Bugünden faya baktığımızda enerjisini biriktirdi ve tekrarlanma süresini tamamladı diyebiliriz. Zaten 6 Şubat depremlerinden önce ilk kırılacak yerlerden biri olarak Yedisu Fayı’na dikkat çekiyorduk. Özetle kuzeyde denize daha yakın yerlerden ziyade biraz daha güneye yani Bingöl ve Erzincan çevresinde büyük deprem ihtimali bulunuyor.”
Konut kiralarındaki artış, özellikle eski kiracılarla ev sahipleri arasında anlaşmazlıklara neden oluyor. Tarafların anlaşamadığı durumlarda konu önce arabulucuya, oradan da sonuç çıkmazsa yargıya taşınıyor. Ancak yargıdan istediği sonucu alamayan bazı ev sahipleri, kiracıları baskı yoluyla evden çıkarmaya çalışıyor. Geçtiğimiz günlerde basında yer alan haberlere göre, İstanbul Beşiktaş'ta bir ev sahibi, 2020'den beri dairesinde oturan kiracısını tahliye etmek için dava açtı. Mahkemeden istediği sonucu alamayan mülk sahibi, kiracısına psikolojik baskı uygulayarak evden çıkarmaya çalıştı. Önce dairenin doğalgaz ve suyunu kesen ev sahibi, kiracının dışarıda olduğu bir gün çilingir getirerek kapı kilidini değiştirdi. Ayrıca kapıya da tahta çakarak girişi kapattı. Ev sahibinin böyle bir hakkı olmadığı kanunumuzda kesin bir ifadeyle belirtiliyor. Ancak buna rağmen bu tür olaylar yaşanmaya devam ediyor.'EV SAHİPLERİ BU DAVRANIŞLA KONUT DOKUNULMAZLIĞINI İHLAL SUÇUNU İŞLEMİŞ OLUYOR’ Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz Gayrimenkul Hukukçusu Ümit Yasin Kısa, “Türk Ceza Kanunu’na göre bir kimsenin konutuna ve konutunun eklentilerine rızasına aykırı olarak giren veya rıza ile girdikten sonra buradan çıkmayan kişi, konut dokunulmazlığını ihlal suçunu işlemiş olur” dedi. Kısa, şöyle devam etti: “Gündeme gelen son olayda bir kişinin konut dokunulmazlığını ihlalin yanında asıl ikametgâh sahibinin konutuna girişini engelleme de söz konusu… Bu nedenle burada konut dokunulmazlığını ihlal suçu yanında 'Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir' hükmü uyarınca kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu düşünülebilir." ÇİLİNGİRLER DE DİKKATLİ OLMALI! Böyle bir durumda çilingirlerin de dikkatli olması gerektiğinin altını çizen Kısa, “Bu gibi durumlarda kapı kilidini açmak için mesleki faaliyet gösteren kişinin ilgili konutun kendisine müracaat eden kişiye ait olduğunu veya ikamet ettiğini teyit etmesi gerekiyor" dedi ve ekledi: "Yargıtay’ın çeşitli kararlarında çilingirlerin konuta bu şekilde girmeleri veya kilidi değiştirmelerinde amacın bu suçu işlemek olmaması nedeniyle manevi unsur eksikliğinden beraat kararlarının verildiği görülüyor. Ancak çilingirlerin kendi hukuki güvenlikleri için müracaat eden kişiler yönünden ilgili konut veya işyerinin kime ait olduğunu teyit etmesi çok önemli..." EV SAHİBİNİN BU TUTUMUNA KARŞILIK KİRACI NASIL BİR YOL İZLEMELİ? Peki böyle bir durumla karşı karşıya kalan kiracılar ne yapmalı? Bu sorumuza “Kiracı ilk olarak durumun tespit edilmesini sağlamalı” cevabını veren Ümit Yasin Kısa, şu önemli bilgilerin altını çizdi: “Bunun için mahkemeden delil tespiti uzun sürebilir. Kiracının, en azından olaya tanıklık edebilecek kişilerin buna şahitlik etmesini sağlaması yararlı olabilir. Bunun dışında kiracı, vakit kaybetmeden savcılığa suç duyurusunda bulunmalı." KİRACININ BÖYLE BİR MAĞDURİYETTEN TAZMİNAT ELDE ETME HAKKI BULUNUYOR MU? “Türk Borçlar Kanunu’muza göre kiraya veren, kiralananı kira sözleşmesine uygun şekilde kiracının kullanımında bulundurma yükümlülüğü altındadır” diyen Ümit Yasin Kısa, “Kiraya verenin kapı kilidini değiştirme, kapı girişini kapatma gibi eylemleri kiralananı kullanıma uygun şekilde bulundurma borcunu ihlal olduğundan, kiraya verenin bundan dolayı maddi sorumluluğu doğar. Bu gibi durumlarda mahkeme tarafından kiracının kiralanandan faydalanamaması hesap edilerek bu süre için tazminat kararı verilebilir" ifadelerini kullandı.DAİREDEKİ ELEKTRİK, SU VE DOĞALGAZ ABONELİKLERİNİ KAPATMAK DA SUÇ! Kiraya verenin elektrik, su ve doğalgaz aboneliklerini haklı bir sebebi yokken sonlandırma hakkının da bulunmadığını söyleyen Ümit Yasin Kısa, “Aslında abonelikler genellikle kiracı üzerinde oluyor. Ancak bazen kiraya veren de üzerinde bırakabiliyor. Kira sözleşmesi devam ederken, mahkemece bir karar verilmemişken, kiraya verenin bu gibi abonelikleri iptal ettirmesi halinde kiraya veren suç işlemiş olur ve ceza sorumluluğu doğar. Bu gibi hallerde kiracıların savcılık şikâyeti yanında, kira sözleşmeleri ile abonelikleri üzerlerine almaları daha uygun olur” dedi. KİRACIYI SÜREKLİ ARAMAK DA SUÇ OLABİLİR Mİ? Israrlı takip ve aramanın da huzur ve sükunu bozma suçuna konu olduğuna dikkat çeken Ümit Yasin Kısa, "Eğer bu aramalar kiracıyı rahatsız edecek düzeye gelmişse yine kiraya veren ceza sorumluluğu ile karşı karşıya kalır. Bu gibi hallerde savcılığa şikâyet başvurusu yapılabilir. Ayrıca gürültü yaparak kiracıyı rahatsız etmek de suç olarak görülüyor. Bu gibi durumlar kişilerin huzur ve sükununu bozma suçunu oluşturuyor. Bu da kiraya verenin ceza sorumluluğunu doğuracak eylemlerdir” ifadelerini kullandı.
İklim değişikliği, giderek artan etkileriyle hayatımızda değişikliklere neden olmaya devam ediyor. Bu etkilerden en çok duyduğumuz ve yaşadıklarımız ise artan sıcaklıklar, kuraklık ve orman yangınları... Ancak iklim değişikliğinin etkileri sadece bunlarla sınırlı değil. Çünkü doğadaki ufak bir değişiklik, ekosistemin tümüyle etkilenmesine neden oluyor. Örneğin en son ABD'deki Oregon Üniversitesi liderliğinde dünyanın çeşitli üniversitelerinden bilim insanlarının hazırladığı raporda, dünyanın iklim değişikliği ablukası altında olduğu bir kez daha vurgulandı. 2023'ün iklim değişikliğiyle bağlantılı aşırılıkların dünyanın çeşitli yerlerinde kayda geçtiği bir yıl olduğunun vurgulandığı raporda; rekor sıcaklıklar, okyanusların ısınmaya devam etmesi, Kuzey Atlantik deniz suyu yüzeyinin sıcaklığındaki artış ve Antarktika’daki buzul seviyesinin eşi benzeri görülmemiş şekilde düşük oranlara gerilemesi dikkat çeken ana başlıklar olarak ön plana çıktı. Tüm bunların dışında raporda dünyanın renginin artık maviden yeşile döndüğünün de altı çizildi. DÜNYANIN RENGİ NEDEN DEĞİŞİYOR? Geçtiğimiz günlerde de NASA, iklim değişikliğinin kademeli ısınma etkisi nedeniyle gezegendeki okyanusların yarısından fazlasının son 20 yılda maviden yeşile döndüğünü açıkladı. Yapılan açıklamada bu değişimin ‘fitoplankton’ kaynaklı olduğunun üzerinde duruldu. Fitoplanktonlar, kabuklu deniz hayvanlarından balıklara kadar her türlü deniz canlısına besin sağlayan mikroskobik ve bitki benzeri organizmalar olarak tanımlanıyor. Okyanusta farklı özelliklere sahip binlerce fitoplankton türü bulunuyor. Karada yaşayan bitkiler gibi fitoplanktonlar da fotosentez yoluyla enerji elde etmek için kullandıkları klorofil molekül nedeniyle yeşilimsi bir renk alıyor. Tek bir fitoplankton çıplak gözle görülemezken, ‘çiçeklenme’ adı verilen trilyonlarca fitoplanktondan oluşan topluluklar uzaydan görülebiliyor. ‘İNSANLARI VE SU EKOSİSTEMİNİ OLUMSUZ ETKİLEYEBİLİR’NASA’da Okyanus Ekolojisi Laboratuvarı'nda Okyanus Bilimci olarak görev alan Ivona Cetinić'e göre fitoplanktonlar çevrelerindeki değişikliklere tepki veriyor. Cetinić, okyanus sıcaklıklarındaki artış, besin maddelerindeki değişiklikler ve güneş ışığındaki farklılıkların bu türün patlamasına ya da çökmesine neden olduğuna dikkat çekiyor. Ivona Cetinić yaptığı açıklamada, “Bu türün patlaması dönem dönem zararlı alg patlamalarında olduğu gibi insanları ve su ekosistemlerini olumsuz etkileyebilir. Ayrıca bu durum insan faaliyetlerinden kaynaklanan çok fazla besin maddesinin varlığı gibi su kaynaklarının kalitesi hakkında da bize bir şeyler söyleyebilir. En önemlisi deniz canlılarında azalmaya neden olabilir. Bu nedenle çalışmalarımıza uzaydaki araç sistemimizden elde edilen verilerle devam ediyoruz” dedi. HAVADAKİ PARTİKÜLLER DE FİTOPLANKTONLARI BESLEYEBİLİR Fitoplanktonların sudaki rolleri dışında atmosfer ve okyanus arasındaki karmaşık ilişkide de etkisi olabileceğine değinen Ivona Cetinić, “Aracımız hem okyanustaki mikroskobik organizmaları hem de atmosferdeki aerosol adı verilen mikroskobik parçacıkları izliyor. Çünkü havadaki partiküller fitoplanktonları besleyebilir. Ayrıca ısınan bir dünyada, daha fazla orman yangını ve dolayısıyla daha fazla kül birikimi olacağını da düşünürsek fitoplankton topluluklarında daha farklı değişiklikler olacağını düşünüyoruz” dedi. ‘TROPİK VEYA SUBTROPİK OKYANUSLARIN NEREDEYSE TAMAMINDA DEĞİŞİKLİK VAR’ Southampton'daki Ulusal Oşinografi Merkezi'nde görevli olan Okyanus Bilimcisi BB Cael ise “Tropik veya subtropik okyanusların neredeyse tamamında önemli ölçüde ortaya çıkan renk değişimleri var. Bu da oldukça düşündürücü ve korkutucu… Şu an için bu değişimler, ekosistemi tamamen yok eden büyük değişimler değil. Ancak zamanla büyük zararlara dönüşebilir. Genel olarak bu durum bizlere insan faaliyetlerinin, küresel biyosferin büyük bölümlerini anlayamadığımız bir şekilde etkilediğine dair ek kanıt sağlıyor” ifadelerini kullandı.
İspanya’da Santiago de Compostela Üniversitesi'nden bilim insanlarının yaptıkları araştırmada, 231 ailenin beslenme alışkanlıkları incelendi. 574 kişinin katıldığı çalışmada 121 aile Atlantik diyetiyle beslenirken, 110 aile ise gündelik yeme alışkanlıklarını sürdürdü. Araştırmanın başlangıcında ve altı ay sonra katılımcıların beslenme biçimi, fiziksel aktivitesi, ilaç kullanımı ve diğer değişkenlere ilişkin veriler toplandı. Ayrıca bilim insanları katılımcıların bel çevresini, trigliserit (kanda yer alan bir tür yağ) seviyelerini, HDL kolesterol seviyelerini, kan basıncını ve açlık şekeri seviyelerini de ölçtü.Sonuç olarak bilim insanları, Atlantik diyetinin yüksek tansiyon, yüksek trigliserit seviyeleri veya yüksek açlık şekeri düzeylerinde önemli etki yaratmadığını fakat bel çevresi ölçümlerini iyileştirdiğini, özellikle HDL kolesterol seviyesini düzelttiğini aktardı. HDL ise atardamarlarda fazla plak oluşumuna yol açan kolesterolü vücuttan uzaklaştırdığı için halk arasında iyi kolesterol olarak biliniyor. KOLESTEROLE YARDIMCI VE GÖBEKTEKİ YAĞLANMAYI ORTADAN KALDIRIYORKonuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz Beslenme ve Diyetetik Uzmanı Diyetisyen Berna Arslan, “Ortaya çıkan sonuçlara bakıldığında şunu net bir şekilde söyleyebiliriz ki, Atlantik diyeti kolesterole yardımcı oluyor ve göbekteki yağlanmayı ortadan kaldırabiliyor” dedi. Akdeniz ve Atlantik diyetleri arasındaki farklılığa da değinen Arslan, “Aslında ikisi de hemen hemen benzer besin gruplarını içeriyor. Bunlar ağırlıklı olarak topraktan yetişen besinler ve sağlıklı yağlar. Ancak iki diyet arasındaki temel fark, Atlantik diyetinde kırmızı et tüketimine biraz fazla izin verilmesi” ifadelerini kullandı. KALP HASTALIKLARI RİSKİNİ AZALTABİLİRAtlantik diyetinin kalp hastalıkları riskini azaltabileceğini vurgulayan Berna Arslan, “Diyetin doymuş yağ oranı düşük. Özellikle antioksidan, mineraller, lif ve balıkta bulunan Omega 3 gibi sağlıklı yağlar açısından zengin... Bu özellikler diyetin kardiyovasküler hastalık riskini azaltabileceğini gösteriyor” dedi. ATLANTİK DİYETİ HANGİ BESİNLERİ İÇERİYOR?“Atlantik diyetinin genel olarak odak noktası mevsimlik ve minimum düzeyde işlenmiş yerel taze yiyecekler” diyen Diyetisyen Berna Arslan, “Diyetin temel ögeleri arasında meyveler, sebzeler, tam tahıllı besinler, patates, fasulye, zeytinyağı, baklagiller, balık ve diğer deniz ürünleri, süt, peynir, kurutulmuş meyveler, kuruyemişler özellikle de kestane bulunuyor. Diyetin temel amacı taze besinlere odaklanmak olduğundan kızartmalar, işlenmiş besinler ve paketli gıdalar yasaklılar arasında yer alır” dedi ve günlük beslenme örneği paylaştı:-- Sabah yumurta, peynir ve söğüşle güne başlanabilir. -- Gün ortasında nişasta içeriğinden daha zengince olan tatlı patates yemeği yanında haşlanmış sebzeler yenebilir. -- Akşam yemeği olarak da güveçte yapılmış limonlu ve sarımsaklı balık ve sebze yemeği, yanında kuruyemişlerle lezzetlendirilmiş salata eklenebilir. DİYETİN PÜF NOKTASI, HAŞLAMA VE GÜVEÇTE PİŞİRME YÖNTEMLERİNİN KULLANILMASIBeslenme Uzmanı Michelle Routhenstein, Daily Mail’e yaptığı açıklamada Atlantik diyetinin Akdeniz diyetini tahtından edebileceğini söylüyor ve bu beslenme şeklinde daha çok haşlama ve güveçte pişirme gibi tekniklere ağırlık verildiğine dikkat çekiyor. Peki bu teknikler nasıl artılar sağlıyor olabilir? Bu soruya “Güveçte ve haşlama yöntemiyle yapılan yemeklerde, yemeklerin kap içerisinde kendi suyu ile yavaş pişirilmesi, vitamin ve mineral içeriğini daha fazla korur. Bu nedenle Atlantik diyetinde buna çok önem veriliyor” cevabını veren Berna Arslan, şu önemli bilgilerin altını çizdi:“Bu yöntem, çok az yağ kullanılmasından dolayı diğer pişirme yöntemlerine göre çok sağlıklıdır. Çünkü sindirimi daha kolay hale getirir. Ayrıca bu yöntem pişirmede meydana gelebilecek olumsuzlukları da en aza indirir. Aynı zamanda insan sağlığına zararı olmayan killi topraktan yapılmış olan güveçler, yemeklerin lezzetine de büyük katkı sağlıyor.” ATLANTİK DİYETİ KİLO VERME KONUSUNDA NE KADAR İDDİALI?Berna Arslan, “Kilo verme süreci tamamen kişiye odaklı bir durumdur. Kişinin yaşı, metabolizma hızı, genetik faktörleri ne kadar kilo verebileceğini etkiler. Ancak sağlıksız beslenen kişiler için diğer diyetlere göre Atlantik diyeti kolay uygulanabilir yöntem. Bu sayede ideal kiloya ulaşmak daha kolay olacaktır” dedi.
Bir ev kiralamak için emlak sitelerine giriş yapan ya da mülk sahipleriyle görüşenler, bazı koşullarla karşı karşıya kalabiliyor.Örneğin ev sahipleri, kiraya verecekleri evi bekâra ya da öğrencilere vermek istemediklerini açık bir şekilde belli ediyor. Hatta bu durum emlakçılar tarafından da dillendirilebiliyor. Geçtiğimiz günlerde Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu, bekâra ev kiralamak istemeyen bir ev sahibine, ‘ayrımcılık yasağını’ ihlal ettiği gerekçesiyle 5.958 lira idari para cezası verdi.TİHEK'in kararında herkesin kanunlar önünde eşit olduğu ve Anayasa'nın 10'uncu maddesinde, “Herkes; dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” hükmünün yer aldığı anlatıldı.‘BU DAVRANIŞ KİŞİYE, BİNAYA VE İLÇEYE GÖRE DEĞİŞİKLİK GÖSTERİYOR’ Bunun Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu'nun verdiği ilk karar olmadığını söyleyen İstanbul Emlakçılar Odası Başkanı Nizameddin Aşa, “Daha önce de buna benzer iki ya da üç karar alındı. Ancak çok fazla gündemde yer almadı. İşin ucunda para cezası olması bu davranışı git gide daha da azaltacaktır” dedi. “Bekâra, yalnız yaşayacak kişiye veya öğrenciye ev vermek istemeyen ev sahibi sayısı biraz fazla” diyen Aşa, “Çünkü evi kiralayan kişi, 'Tek başıma kalacağım' diyor ama bir ay sonra eve akraba ya da arkadaşlarını çağırıp 10 kişi yaşıyor. Ya da daha farklı sorunlar oluşuyor. Ev sahipleri de haliyle bunu istemiyor. Aslında bunu biraz psikolojik ya da toplumsal bir tepki olarak da yorumlayabilirim. Bir de bu durum kişiye, binaya ve ilçe göre değişiklik gösteriyor. Bazı semt ya da ilçelerde böyle şeyler yaşanmıyor” ifadelerini kullandı.‘“SEN BEKARSIN, BU NEDENLE EVİ SANA KİRALAMAM” DENDİĞİNDE SUÇ BAŞLIYOR’Ev sahiplerinin başta kriter koymasının kısmen de olsa doğru olduğunu söyleyen Nizamettin Aşa, “Örneğin, bazı binalar aynı aile üyelerinin oturduğu apartmandan oluşuyor ya da her katta farklı aileler yaşıyor. Böyle bir binada mülk sahibi, en başta 'aileye uygun kiralık ev' gibi bir kriter koyabilir. Bu da anlayışla karşılanabilir. Ancak mülk sahibi evi kiralamak isteyene bekâr, dul, öğrenci vs. gibi vasıflardan dolayı 'Ben sana bu evi kiralamam' dediği andan itibaren suç işlemiş oluyor” dedi. EMLAKÇILAR DA CEZA ALABİLİR Mİ? Emlakçıların tutumunun nasıl olması gerektiğine de değinen Nizamettin Aşa, “Ev sahibinin bazı kriterleri varsa emlakçılar buna uymalı ve karşı tarafa iletmeli” dedi ve ekledi:“Sonuç olarak emlakçı her iki tarafın da hakkını koruyan kişidir. Bu işin danışmanı ve ikna edicisidir. Bunları emlakçılara verdiğimiz eğitimde de söylüyoruz. Emlakçılar bu durumu ‘genel anlamda’ bir kriter olarak kullanabilir ama şahsa indirgediği andan itibaren suça ortak olur. Daha önce bu konudan hem emlakçı hem de ev sahibine ceza verildi. Böyle bir karar alındı. Bu ince çizgiye çok dikkat edilmeli…”BU KONUYLA İLGİLİ BORÇLAR KANUNU’NDA BİR MADDE YER ALIYOR MU? Gayrimenkul Hukukçusu Ümit Yasin Kısa, “Borçlar Kanunu'nda buna dair spesifik bir hüküm bulunmuyor. Bu kanun genel nitelikte bir kanun olup sözleşme kaynaklı ilişkileri düzenliyor” dedi. Kısa, “Kanun koyucu ayrımcılık yasağı gibi haller için Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu gibi diğer kanunlarla düzenleme yapıyor. Bunun yanında Borçlar Kanunu ve Medeni Kanun’da kişilerin haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken iyi niyet çerçevesinde ve karşısındakine saygı içerisinde hareket etmesini emrediyor" ifadelerini kullandı. ÇEŞİTLİ NEDENLERLE KENDİSİNE EV KİRALANMAYAN KİŞİ, TİHEK’E NASIL BAŞVURUDA BULUNACAK?Bu sorumuza Ümit Yasin Kısa, “TİHEK’e başvuru için bulunulan ilin valiliği veya ilçenin kaymakamlığı aracılığı ile başvuru yapılabiliyor. Bunun yanında daha kolay bir yöntem olarak e-Devlet üzerinden de başvuru imkânı bulunuyor” cevabını verdi.EV SAHİBİNİN BU TUTUMUNU EVİ KİRALAYAN KİŞİ NASIL İSPATLAYACAK? “Böyle bir iddianın kanıtlanması en zor kısım olarak görülüyor” diyen Ümit Yasin Kısa, “Örnek olarak ilan metni, karşılıklı yazışmalar gibi yazılı metinler delillendirme için önemli. Salt sözlü beyanların ispatlanması zor olacağı için olumlu sonuç almak da bir o kadar zor olacaktır” dedi. Kısa, şöyle devam etti: “Bunun yanında Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu’nun 21’inci maddesi uyarınca, 'Münhasıran ayrımcılık yasağının ihlali iddiasıyla kuruma yapılan başvurularda, başvuranın iddiasının gerçekliğine ilişkin kuvvetli emarelerin ve karine oluşturan olguların varlığını ortaya koyması hâlinde, karşı tarafın ayrımcılık yasağını ve eşit muamele ilkesini ihlal etmediğini ispat etmesi gerekir' deniyor. Buna göre, yapılan başvuru konusunda kuvvetli emareler varsa ve ayrımcılık yapıldığına ilişkin ön değerlendirme yapılabiliyorsa, karşı taraf ayrımcılık yapmadığını ispat etmelidir. Bu halde ispat yükü yer değiştirmiş olmaktadır.” EV SAHİPLERİ ÇIKAN KARARA İTİRAZ EDEBİLİRLER Mİ? Son olayda ev sahibine 6.000 liraya yakın para cezası kesildi. Mülk sahibinin buna itiraz etme hakkı var mı? Ümit Yasin Kısa, “TİHEK’in kararlarına karşı itiraz yolu için Kabahatler Kanunu’na atıf yapılmıştır. Dolayısıyla itiraz için yetkili yer Sulh Ceza Hakimliği olacaktır. Hakkında ceza verilen kişi bu nedenle yetkili Sulh Ceza Hakimliği’ne başvuru yaparak cezanın iptalini talep edebilir” dedi. ‘EV SAHİPLERİ DAVA GEÇMİŞİ, SABIKA KAYDI VE MAAŞ BORDROSU GİBİ BELGELER İSTEYEMEZ’Son yıllarda bazı mülk sahipleri evini kiralayacak kişiden dava geçmişi, sabıka kaydı ve maaş bordrosu gibi belgeler istiyor. Ev sahiplerinin böyle bir hakkı var mı? Bu sorumuza Ümit Yasin Kısa, “TİHEK kanunu ve KVKK uyarınca bir kişinin, yetkili olduğu durumlar haricinde, bu gibi bilgileri isteme hakkı bulunmuyor. Bu nedenle bu gibi belgelerin istenmesi kanuna aykırıdır” cevabını verdi.
Alışveriş merkezlerinden kafelere, otellerden turistik meydanlara kadar artık birçok yerde Wi-Fi hizmeti sunuluyor. Bu durum, iletişimi ve erişimi kolaylaştıran olumlu bir gelişme olarak kabul edilse de halka açık Wi-Fi ağlarına bağlanmanın mutlu ettiği bir kesim daha var: Siber korsanlar! Avrupa Birliği tarafından düzenli olarak yapılan araştırmalarda, şifrelenmiş ya da şifrelenmemiş Wi-Fi ağlarındaki yetersiz önlemlerin kötü amaçlı yazılımların daha kolay yayılmasına neden olduğu ortaya konuyor. Uzmanlar son zamanlarda Wi-Fi ağlarında ‘evil twin attack’ veya Türkçe adıyla ‘şeytani ikiz saldırısı’ riskinin arttığını söylüyor. Peki Wi-Fi ağlarına bağlanmayı tehlikeli hale getiren ‘şeytani ikiz saldırısı’ nedir? FARKINDA OLMADAN TÜM İNTERNET TRAFİĞİNİZ SALDIRGANLAR TARAFINDAN İZLENİYORMarmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Görsel İletişim Tasarımı Anabilim Dalı Başkanı ve Bilişim Teknolojileri Uzmanı Prof. Dr. Ali Murat Kırık, “Evil twin attack saldırılarında bir artış var. Bu saldırı türü, kullanıcıların meşru bir Wi-Fi ağına benzeyen sahte bir Wi-Fi ağına bağlanması sonucu yaşanan bir siber saldırı yöntemi. Özetle bir kafe ya da restoranda farkında olmadan bu ağlara bağlanarak kâbusu yaşamak mümkün” dedi. Prof. Dr. Kırık, şöyle devam etti:-- Yöntemi daha detaylı anlatacak olursam, bir kafede oturan kullanıcı Wi-Fi bağlantısı aramaktadır. Cihazının Wi-Fi ağlarını taradığında ‘Kafe_ABC_Wifi’ adında bir ağ bulur. Bu ağın adı, kafenin adıyla uyumludur ve ücretsiz olduğu için kullanıcı bağlanmaya karar verir. -- Aslında bu Wi-Fi ağı, saldırganlar tarafından oluşturulan bir şeytani ikizdir! Kullanıcı, sahte Wi-Fi ağına bağlanır ve normalde olduğu gibi internette dolaşmaya başlar. Fakat bilmeden saldırganlar tarafından oluşturulan sahte ağa bağlı olduğu için tüm internet trafiği korsanlar tarafından izlenebilir hale gelir. BİLGİLERİNİZ ÇALINMAKLA KALMAZ İFŞA DA EDİLEBİLİR“Kişi ağa bağlandığı andan itibaren saldırganların tuzağına düşmüş olur” diyen Prof. Dr. Ali Murat Kırık, “Korsanlar, kullanıcıların girdikleri web sitelerinin şifrelerini çok rahatlıkla çalabilirler. Sahte web formları aracılığıyla kişisel bilgilerin hepsini elde edebilirler. Banka bilgilerinizden tutun da telefonunuzda ya da bilgisayarınızda ne kadar bilgi varsa hepsi birkaç dakika içinde saldırganların eline geçebilir” dedi.Sahte web sitelerine yönlendirme gibi saldırıların da mümkün olduğunu söyleyen Prof. Dr. Kırık, “Bu da kullanıcıların bilgilerini ifşa etme veya zararlı yazılımların bulaşma riskini artırabilir. Bununla birlikte, halka açık Wi-Fi ağlarından faydalanmanın bazı avantajları da bulunuyor. Özellikle ücretsiz internet erişimi ve geniş kapsama alanı gibi… Ancak bu avantajları kullanırken kullanıcıların dikkatli olması ve güvenlik önlemlerini alması çok önemli…” ifadelerini kullandı. NASIL ÖNLEM ALMAK GEREKİYOR?Alınabilecek ilk önlemin bağlantı sağlanacak olan ağ kaynağının doğrulanması olduğunu söyleyen Prof. Dr. Ali Murat Kırık, “Bir kafe veya restoranda bağlantı sağlanacaksa ağın doğruluğu sorulabilir. Yetkili birine danışmadan hemen bağlantı kurulmaması gerekir. VPN kullanmak da verilerin şifrelenmesi ve saldırılardan korunmak için yardımcı olabilir. Güncel antivirüs yazılımlarını kullanmak ise pek çok saldırıya karşı alınabilecek en güçlü önlemlerdendir" dedi.EVLERDE KULLANDIĞIMIZ Wİ-Fİ AĞLARI NE KADAR GÜVENLİ? ‘Misafirleriniz için ayrı bir ‘misafir ağı’ oluşturmak önemli’Evlerimizde hem bireysel kullanımlarımızı hem de iş ile ilgili çalışmalarımızı Wi-Fi üzerinden yapıyoruz. Peki evlerde kullandığımız Wi-Fi ağları güvenli mi?Bu sorumuza “Evlerde kullanılan Wi-Fi ağlarının güvenliği, doğru önlemler alındığında sağlanabilir. Ancak bu noktada kullanıcıların dikkat etmesi gereken birkaç önemli husus bulunuyor” cevabını veren Prof. Dr. Ali Murat Kırık, şu önemli bilgilerin altını çizdi:-- Wi-Fi ağınızı WPA3 veya en azından WPA2 protokolü ile şifreleyerek, ağa yetkisiz erişimleri engelleyebilir ve tahmin edilmesi zor şifreler belirleyerek, yetkisiz erişim riskini azaltabilirsiniz. -- Evinizde misafirleriniz olduğunda ayrı bir misafir ağı oluşturarak, onların cihazlarına sınırlı erişim vererek ana ağı koruyabilir ve SSID yayını gizleyerek, ağınızın görünürlüğünü azaltabilirsiniz. Wi-Fi ağınızı kullanırken bir VPN hizmeti kullanarak internet trafiğinizi şifreleyebilir ve güvenliğinizi artırabilirsiniz. Kullanıcıların şifre güvenliği, cihaz güvenliği ve genel güvenlik konularında dikkatli olmaları önemlidir. Şifreleri güvenli tutmak, bilinmeyen cihazlara erişimi önlemek ve güvenlik bilincini artırmak ev Wi-Fi ağlarının güvenliğini artırabilir.APARTMAN YA DA SİTEDE İNTERNETİNİ PAYLAŞANLAR DİKKAT! Çoğu kişi bireysel internet almak yerine ortak internet kullanıyor. Örneğin bir apartmandaki birkaç aile tek bir internet bağlantısını Wi-Fi üzerinden paylaşıyor. Bu durum nasıl sonuçlar ortaya çıkarabilir? Prof. Dr. Ali Murat Kırık, “Bu durum bant genişliği sorunlarına, güvenlik risklerine, veri sınırlamalarına ve performans sorunlarına neden olabilir. Yoğun kullanım durumlarında ağ performansı düşebilir ve bağlantı hızı yavaşlayabilir, zayıf güvenlik önlemleri veya kötü niyetli kullanıcılar ağdaki diğer cihazlara sızabilir" dedi. “Örneğin, bir aile güvenlik yazılımlarını güncellemeyi ihmal ederse veya güçlü şifreler kullanmazsa, ağları kolayca tehlikeye girebilir” diyen Prof. Dr. Kırık, “Zayıf güvenlik önlemleriyle korunan bir cihaz, saldırganların hedefi haline gelebilir ve ağdaki diğer cihazlara sızabilirler. Bu saldırganlar, ağdaki diğer cihazlardaki hassas bilgilere erişebilir, kullanıcıların internet trafiğini izleyebilir hatta fidye yazılımları gibi kötü amaçlı yazılımları bulaştırabilirler. Özetle ortak ağ kullanmayı açıkçası ben pek önermiyorum” ifadelerini kullandı.
Bu yıl Avrupa'da soğuk hava ve kuvvetli yağışlara neden olan Sibirya yüksek basıncı, kıtada hava sıcaklıklarında önemli düşüşe yol açtı. Özellikle Balkanlar ve Orta Avrupa'da etkili kar yağışları görüldü. Ancak kapımıza kadar gelen kar, ülkemizde özellikle de İstanbul'da beklendiği gibi yağmadı.Peki neden kar ülkemizde tam anlamıyla etkili olmuyor? ‘KAR YAĞIŞI İÇİN METEOROLOJİK OLARAK SİSTEM OLUŞMUYOR’ Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz İstanbul Teknik Üniversitesi Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Deniz Demirhan, “Bir bölgeye kar yağması için o bölgede yer seviyesinde bir nem ve yukarı seviyede sıcaklık farkı oluşması lazım. Özetle soğuk bir havanın oluşması gerekiyor. Bu soğuk havanın oluşabilmesi için meteorolojik koşulların ve jet akımlarının İstanbul üzerine doğru gelmesi gerekli. Yönlenmemesinin sebebi de tamamen meteorolojik olarak sistemin oluşmaması…” ifadelerini kullandı. ISI ADASI KAR YAĞIŞININ OLUŞMAMASINDA ETKEN OLABİLİR Mİ? “Balkanlar’dan gelen soğuk havanın Karadeniz üzerindeki nemi de alıp İstanbul’da kar dönüşmesi gerekirdi. Ancak kar değil karla karışık yağmur gördük. Bunun nedenlerinden biri ısı adası etkisi olabilir” diyen İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Güven Özdemir, şöyle devam etti: -- Isı adası etkisiyle kentsel alanlardaki sıcaklıklar, uzak bölgelerdeki sıcaklıklardan 2 ila 5 derece daha yüksek oluyor. Isıyı emen binaların, yolların ve diğer yapıların eşit olmayan dağılımı nedeniyle bazı alanlar diğerlerinden daha sıcak olurken, diğer alanlar ağaçlar ve yeşillikler nedeniyle daha serin kalıyor. -- 1989’da İstanbul özelinde ısı adaları ile yaptığım çalışmada ilçe bazlı veriler elde etmiştim. Ancak bugüne bakıldığında betonlaşma, çarpık kentleşme, aşırı nüfus artışı yüzünden ısı adalarının kıyas kabul etmeyecek kadar arttığı görülüyor. Isı adalarının tüm şehri sardığını ve ısı adası sınırlarını birleştirerek devasa bir ısı adası oluşturduğunu söyleyebilirim. ‘DENİZ SUYU SICAKLIĞI KAR ÜRETME OLASILIĞINI AZALTIYOR’ Deniz suyu sıcaklıklarının okyanuslar ile denizlerde yüksek seyrettiğini ifade eden Dr. Özdemir, bu durumun kar oluşmasını engellediğini söyledi ve şu bilgilerin altını çizdi: -- Deniz suyu sıcaklıklarının geçmiş yıllara göre mevsim normallerinin üstünde olduğu görülüyor. Suyun sıcaklığının havaya göre azalma ve artma değişim etkisi nedeniyle de denize yakın bölgeler, denizden uzak bölgelere göre daha az kar alıyor. -- Suyun özgül ısısı yüksektir. Bu nedenle sıcaklık çok fazla değişmeden büyük miktarda ısıyı emer. Bu özellik, kıyıya yakın havanın sıcaklığını azaltarak donma noktasının altına düşme olasılığını ve kar üretme sıklığını azaltır. Buna karşılık denizden uzak ve yüksek kesimlerde ise aşırı sıcaklık düşüşlerine ve soğuk hava ile kar yağışlarına yol açar. Ayrıca kıyı bölgeleri, daha ılıman sıcaklık nedeniyle kar yerine yağmur ya da karla karışık yağmur alabilir. İstanbul'da kar yağışının olması için de deniz suyu sıcaklıklarının 6-7 derecelere kadar inmesi gerekiyor. Bugünlerde İstanbul'da deniz suyu sıcaklıkları 10-11 derecede seyrediyor. YURDUN HANGİ BÖLGELERİNDE KAR BEKLENİYOR? Ulusal Atmosferik Araştırma Merkezi’nin (NCAR) her yıl dünyadaki tüm bölgeler için tahminlerde bulunduğunun altını çizen Dr. Deniz Demirhan, “Ülkemiz özelinde 2023-2024 kışı için paylaşılan verilere bakıldığında şu ana kadar tahminlerin doğru olduğu görülüyor. Bu tahminler çerçevesinde Marmara Bölgesi'nde çok fazla kar yağışı olmayacağı üzerinde duruluyordu. Bu tahminin bugün doğru olduğunu görüyoruz. Sadece Marmara'nın güneydoğu ucunda fazla kar yağışı bekleniyordu. Bunu da Uludağ ve çevresinde yaşamış olduk. Verilere göre İstanbul'da kar yağışı beklenmiyor” dedi. NCAR’e göre yağışın beklendiği yerlere de değinen Dr. Demirhan, “Güneydoğu Marmara'nın uç kesimleri ile Batı ve Orta Karadeniz'de yağmur görülüyor. İstanbul'da yağışların daha az olması bekleniyor. Ege ve Akdeniz kıyılarının daha az yağış alma ihtimali bulunuyor. Kar yağışının ise Doğu Anadolu'nun kuzeyinde, Doğu Karadeniz'in iç kesiminde, Güneydoğu Anadolu’nun ise güneydoğu bölümünde ortalamaların üzerinde olması bekleniyor” ifadelerini kullandı.