Hangi tür tencere ve tavayla yemek pişirmek sağlıklı?

14 Şubat 2024

Lezzetli yemek yapmanın en önemli püf noktası, kullanılan malzemelerin tazeliği ve kalitesi… Ancak tencere ve tava seçiminin de lezzeti doğrudan etkilediği yadsınamaz bir gerçek. Üstelik sadece lezzet de değil! Bazı tencere ve tavaların üretildikleri malzemelerin sağlığa etkileri bulunuyor. Uzmanlar özellikle internet ortamında, belli bir markayı temsil etmeyen ve düşük fiyatla satışa sunulan tencere ve tavalardan uzak durulması konusunda sıklıkla uyarıyor. Çünkü bu ürünlerin bir kısmı, sağlığa olumsuz etkisi bulunan malzemelerden üretiliyor. TEFLONDAKİ MADDELERİN KANSER YAPTIĞINA DAİR ARAŞTIRMALAR BULUNUYORABD'nin ve dünyanın önde gelen sağlık kuruluşlarından biri olan Cleveland Clinic'te görevli olan diyetisyen Julia Zumpano, "Cam ya da paslanmaz çelik tava ve tencere kullanmak sağlık için en doğru tercih. Uzak durulması gereken ise teflon tava ve tencereler... Çünkü bu ürünlerdeki kimyasallar çok tehlikeli ve kanser yaptığına dair pek çok araştırma bulunuyor” dedi. Peki teflonlar nasıl oluyor da kansere neden oluyor? Cam ve paslanmaz çelik tencereler neden daha sağlıklı olarak görülüyor? Diğer tencere türleri hangi zararlı maddeleri barındırıyor? Bunun gibi pek çok soruya İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Bülent Çetinol ile cevap aradık. TEFLON, KANSER DIŞINDA KADINLARDA DÜŞÜK RİSKİNİ DE ARTIRIYORTeflon tava ve tencerelerin zararlı etkilerinin yıllardır araştırıldığını söyleyen Dr. Bülent Çetinol, “Teflon yapımında kullanılan PFOA (Perflorooktanoik asit) olarak da bilinen C8 maddesinin kansere neden olduğu biliniyor. ABD Çevre Koruma Kurumu (EPA), PFOA’nın olası insan kanserojen sınıflandırılmasında olduğunu doğruladı. Hatta kanserin yanı sıra kadınlarda düşük riskini de artırdığını söylemek mümkün” dedi. Dr. Çetinol, şöyle devam etti: “Laboratuvarda yapılan araştırmalarda PFOA’nın karaciğer kanseri, testis kanseri ve pankreas kanseriyle ilişkili olduğu bulundu. PFOA, 2013 yılından beri teflon üretiminde kullanılmıyor. Ancak o zamana kadar tüm dünyaya pazarlanan teflonlardan çıkan PFOA çoğu insanın vücuduna girdi. PFOA kullanımı yasaklandıktan sonra bunun yerine farklı bileşiklerle teflon üretiliyor. Kullanılan yeni bileşiklerin temeli ise florür… Ancak florür de başlı başına insan sağlığını tehdit eden bir madde. PFOA yerine kullanılan Genx ve PFBS’nin de insan sağlığına etkisi hâlâ araştırılıyor.” ÇİZİLMİŞ TEFLON TAVA VE TENCERELERE DİKKAT!“Teflon tava ve tencerelerdeki çiziklere çok dikkat edilmeli” diyen Dr. Bülent Çetinol, şu uyarıların altını çizdi: “Ahşap, plastik veya silikon gereçler kullanılarak tavayı çizilmelerden korumak çok önemli… Aşırı yüksek sıcaklıktan kaçınılmalı, tavsiye edilen kullanım sıcaklıklarına uyulmalı.. İçi boş olarak asla ısıtılmamalı ve en önemlisi teflon tava ile pişirme yaparken mutfağın iyi havalandırıldığına dikkat edilmeli." ‘CAM VE PASLANMAZ ÇELİK TENCERELERDE KANSEROJEN MADDE GEÇME RİSKİ YOK’Cam tencerelerde hazırlanan yemeklerin daha sağlıklı olduğunu söyleyen Dr. Bülent Çetinol, “Cam en güvenilir ürün... Özellikle çabuk ısınma özelliği sayesinde yiyecekleri de homojen şekilde pişirebiliyor. Aynı şekilde paslanmaz çelik tencere ve tavalar da sağlık sorununa yol açmadığı için gönül rahatlığıyla kullanılabilir. Hatta paslanmaz çelik tencerelerde pişen besinlere kanserojen maddelerin geçme riski yoktur. Paslanma ve aşınma gibi durumlara karşı dayanıklıdır. Yiyeceklerde toksik bir etkiye neden olmazlar. Ancak nikele alerjisi olanlar kullanamamalı…” ifadelerini kullandı. ‘DÖKÜM TENCERE VE TAVALARDA PASLANMAYA DİKKAT EDİLMELİ’ Döküm tencere ve tavalara da değinen Dr. Bülent Çetinol, “Döküm tava, yüksek ısıya dayanıklı sıvı demirinin özel kalıplara dökülerek, soğutulup katılaşmasıyla üretilen sağlam ve dayanıklı bir mutfak eşyası. Kısık ateşte eşit şekilde dağıtan ve uzun süre sıcaklığı muhafaza eden yapısı sayesinde yiyeceklerin eşit, dengeli ve sağlıklı pişmesine yardımcı olur. Döküm ürünler paslanabilir. Bu nedenle özenle kullanım gerektirir” dedi. SERAMİK TENCERELER GÜVENLİ Mİ? Dr. Bülent Çetinol, “Yüzde 100 seramik tencere tamamen doğal malzemelerle yapıldığı için soyulmaz ve ısınmaz. Bu yüzden en iyi ve en güvenli seçeneklerden biri. Ancak yumuşak seramik kaplama tencereler dayanıklı değildir ve aşınmaya başlar. Aşınma olduğunda kaplamada bulunan kurşun ve kadmiyum vücuda geçer. Kurşun zehirlenmesi ise ciddi sağlık sorunlarına neden olur” ifadelerini kullandı. DÜDÜKLÜ TENCEREDE PİŞEN BESİNLER ZARARLI HALE Mİ GELİYOR? “Düdüklü tencerenin en büyük avantajı yemeklerin pişirme süresini kısaltması” diyen Dr. Bülent Çetinol, “Bu tencere besinleri yüksek sıcakta pişirme olanağı sunuyor. Ancak gıda kalitesini olumsuz etkileyen faktörler arasında öne çıkan yüksek sıcaklık değil, yüksek sıcaklığa maruz kalma süresi... Bilimsel kanıtlar uzun süren pişirme süresinin besin kalitesi açısından daha zararlı bir etkiye sahip olduğunu doğruluyor” dedi. Dr. Çetinol, “Yapılan araştırmada sebzelerdeki fenolik madde (bitkilerde doğal olarak bulunan çeşitli kimyasal bileşikleri tanımlamak için kullanılıyor) içeriklerinde kaynatılma sonrası belirgin bir kayıp yaşandığı gösterildi. Düdüklü tencerede pişirilmiş sebzelerde ise herhangi bir azalma tespit edilmedi. Başka bir araştırmada ise sebzelerdeki vitaminlerin niteliklerini korumak için en iyi yöntemin düdüklü tencere olduğu gösteriliyor. Özetle düdüklü tencere yiyecekleri sağlıklı, ekonomik ve sürdürülebilir bir şekilde pişirmenin uygun yollarından biri...” ifadelerini kullandı. 

Devamını Oku

Kışın en çok yakıştığı vizesiz 8 ülke

11 Şubat 2024

Söz konusu kış mevsimi olduğunda Türkiye'de yapılacak pek çok aktivite, büyüleyici manzaralar ve katılacak birçok etkinlik oluyor.  Ancak kış aylarını daha da özel kılan kar, bu yıl bir türlü istenen seviyede yağmadı ama bizler karı dört gözle beklerken bazı ülkeler bu heyecanı çoktan yaşamaya başladı. Üstelik bu ülkelerin çoğu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından vize istemiyor. Biz de bu hafta kış tatili seçeneklerine yurt dışını eklemek isteyenler için gezgin ve seyahat yazarları Nurgül Büyükkalay, Didem Mutçalıoğlu, Özlem Köseoğlu ve Bahar Gündoğdu’ya ‘Kışın gidilecek en güzel vizesiz ülkeler hangileri?’ diye sorduk. Bazısına kimlikle bile girilebilen üstelik birçoğu Avrupa’nın popüler adreslerine kıyasla bütçenizi de çok sarsmayacak 8 ülkeyi önerdiler. Görülecek çok yer var: GÜRCİSTAN Gürcistan hem ülkemize çok yakın hem de keşfedilecek çok fazla zenginliğe sahip. Üstelik pasaporta bile gerek yok, sadece kimlikle ülkeye giriş yapılabiliyor.  Nurgül Büyükkalay, “Muhteşem mimarisi ve kendine özgü havasıyla Tiflis, Gürcistan'ın gezilecek en güzel şehri. Tiflis’i, şehrin geleneksel kültürünü deneyimlemek için en turistik bölgesi olan ‘Old Tbilisi’ olarak bilinen eski şehirden başlayarak gezmelisiniz. Halıcıları ve hamamları ile kendinizi İstanbul’da hissedeceksiniz” dedi. Büyükkalay, şu önerilerin altını çizdi: -- Şifa dağıttığına inanılan kükürt banyoları ile bilinen ‘Banyo Bölgesi’ (Abanotubani) şehri süsleyen renkli cumbalı evleriyle bütünleşmiş. Kartpostal tadında bir görünüm veriyor. Gözünüzü cumbalı evlerden alamayacağınız yürüyüş yolunun sonunda karşınıza Leghvtakhevi Şelalesi çıkacak. Şelalede unutulmaz fotoğraflar çekeceksiniz.-- Şehirde listenize eklemeniz gereken üç müze bulunuyor. Ülkenin tarihi için Gürcistan Ulusal Müzesi, Gürcü sanatçıların eserleriyle tanışacağınız Güzel Sanatlar Müzesi ve sergi gezmeyi seviyorsanız MOMA Tbilisi…  -- Tiflis’i gezdikten sonra dağ havası almak isterseniz yolunuzu Rusya sınırına 12 kilometre mesafede bulunan, etrafı dağlarla çevrili Kazbeği’ye düşürün. Tiflis-Kazbeği arası yaklaşık 155 kilometre. Kazbeği yolu üzerinde karşınıza ilk olarak Üç Yüz Aragvili Anıtı çıkacak. Anıtın Gürcistan tarihinde önemli bir yeri var. Sovyet mimarisi ile yapılan anıt, bir direnişte Tiflis’i savunan kişiler için inşa edilmiş. Zhinvali Baraj Gölü ise göreceğiniz bir başka nokta. Kültür turu sevenlere: KOSOVA Küçük bir ülke olan Kosova, 2008’de Sırbistan’dan ayrılarak bağımsızlığını ilân etti. Tarih boyunca Avar, Bulgar, Hun, Uz, Peçenek, Osmanlı gibi pek çok medeniyete ve kültüre ev sahipliği yapan ülke, bu özelliğiyle son yıllarda turistlerin ilgisini çekiyor. Ülkedeki en güzel şehrin Priştine olduğunu söyleyen Özlem Köseoğlu, “Kosova’nın kültürel ve ekonomik başkenti olan Priştine’de müzeler, camiler, tarihî yapılar ve birbirinden harika parklar bulunuyor. Diğer şehirler de çok güzel ama Priştine hepsinden bir adım önde…” dedi. Köseoğlu, “Kafe, restoran ve mağazaların dizildiği dar sokaklarıyla bilinen bu küçük şehir, sizi epey dinlendirecek. Şehrin tek Ortodoks kilisesi olan ve 19'uncu yüzyılda inşa edilen Aziz Nikola Ortodoks Kilisesi, şehrin kalbinin attığı Skanderbeg Meydanı ve Heykeli, eğlence ve alışveriş merkezi olan Azize Teresa Bulvarı ve Sultan I. Murad Türbesi görülecek yerlerden sadece birkaçı…” ifadelerini kullandı. Termal bölgeleriyle ünlü: SIRBİSTAN Balkanların tam kalbinde yer alan Sırbistan, tarihî ve kültürel mekânlarının yanı sıra termal bölgeleriyle de ön plana çıkıyor.  Yılın bu zamanları Sırbistan’ın harika bir atmosfere sahip olduğunu söyleyen Didem Mutçalıoğlu, “Başkent Belgrad, kış aylarında en çok ziyaret edilen şehir. Kentin trafiğe kapalı caddesi Kneza Mihaila’da yürümek ya da buradaki kafelerden birinde kahve içip çevreyi izlemek oldukça keyifli. Ardından Kalemegdan Kalesi’nde güzel bir gezinti yapmanızı öneririm” dedi. Sırbistan’ın ziyaretçilerine bundan daha fazlasını sunduğunu da vurgulayan Mutçalıoğlu, “Ülke termal otelleriyle ünlü. Vranjska Banja bunlardan biri… Karlar altında harika manzaralar içinde termal keyfi sunuyor. Hatta Roma döneminden kalan termal havuzlar kullanılıyor. Ovcar Banja ve Sokobanja da termal konusunda iddialı pek çok oteli barındırıyor” ifadelerini kullandı. Kayak tatili düşünenlere: BOSNA HERSEK Bosna Hersek, iç savaştan sonra küllerinden doğan ve tüm güzellikleriyle gözde turizm rotaları arasına girmeyi başaran bir ülke. En popüler şehri olan başkent Saraybosna, çok kültürlü yapısı ve birbirinden lezzetli yemekleriyle ziyaretçilerine çok fazla seçenek sunuyor.  Didem Mutçalıoğlu, “Şehrin mimarisinin bir kısmı Osmanlı İmparatorluğu, bir kısmı da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun izlerini taşıyor. Sokaklarında yürürken karşınıza camii, kilise ya da sinagog çıkıyor. Şehirdeki bu çok kültürlü yapı, yemeklerine de çok iyi yansımış. Kentin her yerine yayılmış restoranlarında farklı birçok lezzeti tadabiliyorsunuz. Ama köftesi çok başka… Eski şehir bölgesindeki köftecilerden birinde kaymak, pide ve soğanla sunulan köfteleri tatmak için bile Saraybosna’ya gidilir” dedi. Tam da şu sıralar ülkenin kayak tatili için çok uygun olduğunu söyleyen Mutçalıoğlu, “Bir zamanlar kış olimpiyatlarının yapıldığı Bosna Hersek’te Balkanlar'ın en özel kayak merkezleri bulunuyor. Saraybosna yakınındaki Bjelasnica ve İgman Dağları'nda yer alan kayak merkezleri, kayak severlere harika seçenekler sunuyor. Üstelik bunlar Saraybosna’ya sadece yarım saat uzaklıkta bulunuyor” ifadelerini kullandı.  Mutçalıoğlu, görülecek diğer yerlerle ilgili de şu önerilerde bulundu: “Bosna Hersek’in incisi Mostar’ı görmeden olmaz. Köprüsüyle ünlü Mostar, yazın turistlerle dolup taşıyor. Ancak kış aylarında Mostar sokakları size kalıyor. Taş evlerin arasında gönlünüzce gezip, normalde tıklım tıklım olan Mostar Köprüsü’nün keyfini sessiz sakin bir ortamda çıkarabilirsiniz. En güzeli de tüm bunlar birbirine çok yakın mesafelerde… Size önerim; Saraybosna’ya gidince bir araba kiralayarak her noktayı gezmeniz.” Lezzetli yemekler: ARNAVUTLUK Osmanlı’nın kültür izlerini taşıyan Arnavutluk, başta başkent Tiran olmak üzere Berat ve İşkodra gibi doğal güzelliklere sahip şehirleriyle keşfedilmeyi bekliyor. Peki bu şehirlerde nereleri gezmeli, neler yapmalı? İşte Özlem Köseoğlu’nun önerileri… -- Dajti Dağları’nın eteğinde konumlanan Tiran, ülkenin en özel şehri… Kentte başta İskender Bey Meydanı, sığınaklar, Mavi Göz Gölü ve muhteşem doğasıyla kendine hayran bırakan Büyük Tiran Parkı olmak üzere görülecek pek çok yer bulunuyor. Berat şehrinde bulunan ve UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Berat Eski Şehri’ni ise tarihe merakı olanlar mutlaka görmeli…  -- Bu yerler dışında turist akınına uğrayan Osum Kanyon, teleferik ile ulaşım sağlanabilen Dajti Dağı Milli Parkı, 250’den fazla kuş türünü barındıran İşkodra Gölü ile Koman Golü görülecek yerlerden sadece birkaçı… Ülkedeki yemek kültürüne de değinen Köseoğlu, “Geleneksel güveç yemeği olan Fergese Tirane, Arnavutluk mantısı samsa, meşhur Elbasan tava, leziz Arnavut ciğeri ve Arnavut çullaması mutlaka denemeniz gereken lezzetlerden…” dedi. Schengen vizesi şartı gelmeden gezilmeli: KARADAĞ Karadağ, Avrupa Birliği’ne girme sürecinde ve yakında Schengen vizesi olmadan seyahat etmek mümkün olmayacak. Bu nedenle Karadağ’ı görmek için şimdi en doğru zaman… İstanbul’dan başkent Podgorica’ya 1 saat 20 dakikalık bir uçuşla gidiliyor. Kotor ve Budva, Karadağ’ın en çok ziyaret edilen adresleri… Nurgül Büyükkalay, “Kotor, Adriyatik Denizi’ndeki en güzel koylardan birine kurulmuş bir şehir. Eski şehir bölgesi, dünyada göreceğiniz en güzel Orta Çağ yerleşimlerinden... Dar taş sokaklarıyla şehri gezerken İtalyan mimarisinden esintiler göreceksiniz. Ayrıca İtalyan mutfağı sunan çok lezzetli restoranları da var” dedi. Büyükkalay, şöyle devam etti: “Şehrin sırtını yasladığı dağın tepesindeki kaleye 1300 basamak çıkarak ulaşılıyor ama tepeye vardığınızda göreceğiniz manzara tüm yorgunluğunuzu unutturuyor. Ordu Meydanı, Saat Kulesi, Utanç Sütunu, St. Tryphon Katedrali de göreceğiniz önemli yapılardan birkaçı...” Budva’da görülecek yerlerle ilgili de önerilerde bulunan Büyükkalay, “Budva, Karadağ’ın bir başka gözde şehri. Orta Çağ’dan kalma dar sokakları, meydanları, kafe ve restoranlarıyla görülmeye değer. Budva Hisarı, Budva Şehir Müzesi, Dans Eden Kız Heykeli şehrin önemli adresleri… Budva’nın en çok merak uyandıran yeri ise Sveti Stefan Adası. Adada bir otel yer aldığından giriş yasak. Ancak Budva plajlarından adanın harika manzarasını izleyebilirsiniz” ifadelerini kullandı. Her şehrin bir rengi var: FASMarakeş ve Şafşavan gibi şehirleriyle öne çıkan Fas, eğlenceli bir rota… Labirenti andıran tarihi mahallelerden sahil kentlerine, antik şehirlerden sonu gözükmeyen çöllere kadar uzanan zenginliğiyle çok özel bir ülke… Bahar Gündoğdu, “Fas, her daim sıcak ve her daim gizemli… Bu yönüyle tüm gezginlerin gözdesi. Öyle bir ülke ki her şehrin bir rengi var. Mavi şehir Şafşavan ayrı büyüleyici,  kırmızı şehir Marakeş ayrı… Dünyanın en büyük kara çölünün bir kısmı da Fas’ta bulunuyor. Fas’a adım attığınız andan itibaren Atlas Dağları size eşlik ederken şehirden şehre koşacaksınız. Üstelik Türk vatandaşlarına vizesiz olması harika…” dedi. Sıcak bir rota: TAYLAND 'Güler yüzlü insanlar ülkesi' olarak bilinen Tayland, her yıl milyonlarca turisti ağırlıyor. Havanın sıcaklığı, göz kamaştıran denizi ve harika kumsalları sayesinde sizi mıknatıs gibi kendisine çekecek bir güce sahip… Özlem Köseoğlu, “Görülecek çok yer var ve bir aylık bir süre bile yetmeyebilir. İlk durak olarak Phuket'i tercih edebilirsiniz. Burası en büyük ve en turistik ada… Güney Tayland’da Andaman Denizi kıyısında bulunuyor. Anakaraya küçük bir köprüyle bağlı… Hem doğal güzellikleri hem de sualtı zenginlikleriyle yıllardır turistlerin akınına uğruyor” dedi.  Tayland’da gezilecek diğer adreslere de değinen Köseoğlu, “Gece hayatı ile bilinen başkent Bangkok, küçük köyleri ve doğasıyla ünlü Chiang Mai şehri, Fil Adası olarak bilinen Koh Chang, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde bulunan ve kutsal şehir olarak bilinen Ayutthaya görülecek yerlerden bazıları…” ifadelerini kullandı. 

Devamını Oku

10 yaşında otizm, 23 yaşında hiperaktivite bozukluğu teşhisi kondu!

6 Şubat 2024

Otizm spektrum bozukluğu (OSB), sosyal-iletişimsel gelişimde yetersizlik ve tekrarlayıcı davranışlarla seyreden, erken çocukluk çağında başlayan bir nörogelişimsel bozukluk olarak tanımlanıyor. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu (DEHB) ise beyindeki bazı kimyasal maddelerin işleyişindeki farklılıklar nedeniyle gelişen bir hastalık olarak biliniyor.Son yıllarda otizm ile dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun birlikte görüldüğü vakalarda ciddi artış yaşanıyor. Bu birliktelik için sosyal medyada ‘AuDHD’ kısaltması kullanılıyor. Hatta bu kısaltma psikiyatri alanında da kendine yer bulmaya başladı.#AuDHD etiketi Instagram'da 70 binden fazla kez kullanılırken, TikTok'ta da 2,6 milyar görüntülenmeye sahip. Bu çevrimiçi içeriklerin çoğu AuDHD ile yaşamanın nasıl bir şey olduğuna odaklanıyor.‘İKİ HASTALIK BİR ARAYA GELDİĞİNDE ÇOK FARKLI BİR DURUM OLUŞUYOR’İngiltere'de yaşayan 25 yaşındaki Josephine Knechtli, uzun bir süredir OSB ve DEHB ile mücadele ediyor.Knechtli, Metro.co’ya yaptığı açıklamada “DEHB özelliklerine sahip otistik olabilirsiniz. Ya da tam tersi de olabilir. Bu nedenle doktorlar teşhis koymakta oldukça zorlanıyor. Örneğin bana 10 yaşımda OSB teşhisi konuldu, ancak çok açık olan DEHB özelliklerimin çoğu gözden kaçırıldı ve OSB'ye atfedildi. Zamanla durumdan şüphelenince 23 yaşında test yapılmasını istedim. Sonunda DEHB teşhisi de hastalığıma eklendi” dedi.İki hastalığı aynı anda yaşamanın zorluğuna da değinen Knechtli, “DEHB'li otistik bir kişi olarak yaşamak, sürekli bir paradoks içinde var olmak gibi… Örneğin beynim bazen çok hızlı çalışıyor, bazen de olayları anlamam için çok fazla zaman harcamam gerekiyor” ifadelerini kullandı.Galler'de yaşayan blog yazarı Abi Owen ise çevresinde her iki hastalığa sahip çok kişi olduğuna değinerek, “İnsanların, AuDHD'nin yarattığı karmaşayı anlaması gerekiyor. Çünkü iki hastalık bir araya geldiğinde tamamen farklı bir durum oluşuyor” dedi.Peki bu iki hastalığın bir arada olduğu vakaların ülkemizde görülme sıklığı nedir? Nasıl bir tedavi yöntemi uygulanıyor?Bunun gibi pek çok soruya Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı Uzmanı Doç. Dr. Semra Yılmaz ile cevap aradık. ‘DEHB TANISI OLAN ÇOCUKLARDA OSB ORANI YÜZDE 14’Doç. Dr. Semra Yılmaz, “Psikiyatrik bozuklukların tanımlanması ve sınıflandırmasında Amerikan Psikiyatri Birliği’nin geliştirdiği Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı Kılavuzu (DSM) dikkate alınır. DEHB ve OSB’nin birlikte görülebileceği resmî olarak 2013 yılında ‘DSM 5’ ile onaylanmıştır. Son yıllarda sosyal medyada bu birlikteliğin yaşanması durumu için AuDHD etiketinin kullanıldığı görülüyor” dedi.Günümüzde iki bozukluğun da sık ortaya çıktığının altını çizen Doç. Dr. Yılmaz, “Güncel veriler, DEHB’nin çocukların yüzde 5-10’unu, OSB’nin ise yüzde 2-3’ünü etkilediğini gösteriyor. Bununla birlikte, iki bozukluğun aynı anda görülme riski de çok yüksek" dedi ve ekledi: "OSB ve DEHB ortak genetik ve nörobiyolojik temelleri paylaşıyor. Bazen OSB tanısı almış bir çocuk uygun ve etkin bir tedavi aldığı halde spektrumun dışına çıkıp, zaman içinde DEHB tanısı alıyor. Örneğin veriler, OSB tanılı çocukların yüzde 28 ila yüzde 83'ünde DEHB tanısı olduğunu gösteriyor. DEHB tanısı olan çocuklarda ise OSB görülme oranı yüzde 12-14 olarak açıklanıyor.” HASTALIĞIN TÜRKİYE’DE GÖRÜLME ORANI NEDİR?Ülkemizde hastalıkla ilgili 2019’da yapılan epidemiyolojik çalışmaya değinen Doç. Dr. Yılmaz, “Çalışmaya göre, Türkiye’de okul çağı çocuklarında DEHB görülme oranı yüzde 12,4. Buna işlev kaybına neden olmayan DEHB belirtilerini taşıyan çocukları da dahil ettiğimizde, oran yüzde 19,5'e ulaşıyor” dedi. Doç. Dr. Yılmaz, şu önemli bilgilerin altını çizdi:“Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Koordinatörlüğü’nde ve Sağlık Bakanlığı Ruh Sağlığı Programları Dairesi Başkanlığı tarafından ‘Otizm Spektrum Bozukluğu Tarama ve Takip Programı’ yürütülüyor. Bu programda 1-3 yaş arası her çocuk, konuşma ve sosyal etkileşiminde farklılık ve gecikme açısından standardize ölçeklerle taranıyor. Şüpheli olgular en yakın çocuk psikiyatri polikliniğine yönlendiriliyor. Şu zamana kadar bu program sayesinde birçok çocuk OSB tanısı alarak, erken tedaviden faydalandı.” ÇOCUKLAR DIŞINDA ERGEN VE YETİŞKİNLERDE DE HASTALIĞIN GÖRÜLME SIKLIĞI ARTIYOR Bütün bunların yanı sıra son yıllarda çocuk ve ergenler üzerindeki çalışmaların artmasının, erişkin psikiyatristlerinin de bu bozukluklara karşı farkındalığını artırdığını söyleyen Doç. Dr. Semra Yılmaz, “DEHB ve OSB tanıları sıklıkla çocukluk döneminde konuyor. Ancak bazı kişiler doktora zamanında başvuramadığı için tanı alma süreçleri yetişkin dönemlere sarkabiliyor” dedi. Doç. Dr. Yılmaz, “DEHB’nin 70-80 oranında ergenlikte, 50-60 oranında ise erişkin dönemde devamlılık gösterdiği araştırmalarla ortaya kondu. Veriler hastalığın görülme sıklığının ergenlerde yüzde 6, erişkinlerde ise yüzde 4 olduğunu gösteriyor. Bu oranlar daha da artabilir” ifadelerini kullandı. ‘OTİZM SPEKTRUM BOZUKLUĞU BİR HALK SAĞLIĞI SORUNU HALİNE GELDİ’Otizm spektrum bozukluğunda durumun daha farklı olduğunun altını çizen Doç. Dr. Yılmaz, “OSB’nin son yıllardaki sıklığındaki artış, bu hastalığın bir halk sağlığı sorunu haline geldiğini gösteriyor. OSB, 1970’lerde nadir görülüyorken, ABD Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezleri (CDC), OSB oranlarının son yıllarda çocukluk dönemi dışında, ergen ve yetişkinlerde de belirgin şekilde artış gösterdiğine dikkat çekiyor” dedi.Doç. Dr. Yılmaz, CDC’nin verilerine değinerek şu önemli bilgileri paylaştı:“CDC’nin Otizm ve Gelişimsel Bozukluklar İzlem Ağı (ADMM) verilerine göre OSB prevalansı 2000 ve 2002 yıllarında 1/150 olarak görülüyorken 2006’da 1/150, 2012’de 1/69, 2014’te 1/59, 2016’da 1/54, 2018’de 1/44, 2020’de ise 1/36 olarak ortaya çıkıyor.”‘İKİ HASTALIĞIN DA SEBEBİ TAM OLARAK BİLİNMİYOR’ OSB ve DEHB’nin sebebinin tam olarak bilinmediğini söyleyen Doç. Dr. Semra Yılmaz, “OSB’nin etiyolojisinde birden çok faktörün karmaşık etkileşimlerinin olduğu düşünülüyor. Nedir bu? Mesela genin ve gen çevre etkileşimi sonucunda oluşan gelişimin, erken dönemlerde beyin gelişiminde bozulmalara neden olması… DEHB etiyolojisinde ise genetik, nöronal ve çevresel etkenlerin rol oynadığı düşünülmektedir. Ayrıca DEHB’nin bazı beyin bölgelerindeki yapısal ve işlevsel sorunlar ile ilişkili olduğu da bildiriliyor” dedi. HASTALIKTA NASIL BİR TEDAVİ YÖNTEMİ UYGULANIYOR? Doç. Dr. Semra Yılmaz, “DEHB’de medikal tedaviler ve davranışsal yöntemler kullanılıyor. 6 yaş öncesi çocuklar için ise ebeveyn eğitimi, duygu ve dürtülerin düzenlenmesi için davranış kontrolüne yönelik psikoterapötik yöntemlere başlanıyor. Şiddetli vakalarda ise ilaç tedavisi öneriliyor" ifadelerini kullandı. "DEHB tedavi edilmediğinde kısa ve geç dönemde ciddi komplikasyonlara neden olabiliyor" diyen Doç. Dr. Yılmaz, "Bunlara örnek olarak; sosyal ilişkilerde güçlük, kişilik sorunları, riskli davranışlar, madde kullanımı, motorlu araç kazaları, düşük akademik başarı ve düşük iş performansı gibi olumsuz durumlar verilebilir” dedi. OSB’nin tedavisine de değinen Doç. Dr. Yılmaz, “Hastalığın temel belirtileri olan sosyal iletişim ve etkileşim sorunlarına yönelik bir medikal tedavi henüz bulunmuyor. Temel tedavi çocuğa yönelik bireyselleştirilmiş uygun eğitsel ve davranışsal yaklaşımlar. Bu eğitimlerde sosyal iletişim ve etkileşim becerilerinin ve davranış/dürtü/duygu regülasyonun sağlanması amaçlanıyor” ifadelerini kullandı. 

Devamını Oku

Tiryakileri sevindirecek araştırma: Çay içmek yaşlanmayı yavaşlatıyor

28 Ocak 2024

Çay, toplumumuzda kahveyle birlikte en çok tüketilen içecek. Sabah kahvaltısından akşam yemeği sonrasına günün hemen her vakti çay içiliyor.Alman istatistik şirketi Statista'nın verilerine göre, en fazla çay tüketen ülkeler sıralamasında yüzde 90'lık tüketim oranıyla Türkiye başı çekiyor.Çoğu uzman aşırı çay tüketiminin zararlı olabileceğini her fırsatta söylüyor. Ancak Çin’de yapılan yeni bir çalışma, çay tiryakilerini sevindireceğe benziyor.ÇAY NEREDEYSE BÜTÜN ORGANLARI KORUYORÇin’in Sichuan Üniversitesi’nde yürütülen araştırmada, günde üç fincan çay içmenin yaşlanmayı önleyebileceği sonucuna varıldı.The Lancet Regional Health dergisinde yayımlanan çalışmada 30 ila 79 yaşları arasındaki 7.931 Çinlinin yanı sıra yaşları 37 ila 73 arasında değişen 5.998 İngiliz ile çay içme alışkanlıklarına ilişkin anket yapıldı. Katılımcılara siyah, yeşil, sarı ya da geleneksel Çin çaylarından günde kaç bardak içtikleri soruldu. Sonuçta bilim insanları, günde yaklaşık üç fincan çay veya 6 ila 8 gram çay yaprağı tüketmenin, yaşlanmayı önlemede etkili olduğunu ortaya koydu.Yaşlanma karşıtı faydaları, çaydaki birincil biyoaktif maddeler olan ve bağırsak mikrobiyotasını önemli ölçüde etkilediğine inanılan organik bileşikler olan polifenollere bağlandı. Polifenoller bağışıklık, metabolizma ve bilişsel işlevlerde yaşa bağlı değişimleri önemli ölçüde etkiliyor.Çalışmanın yazarlarından Dr. Yi Xiang, New York Post’a yaptığı açıklamada “Çayın neredeyse bütün organları koruyor olması, çok sayıda biyoaktif bileşen içermesiyle ilgili… Çünkü çay yaşlanmayı yavaşlatan polifenollere sahip. Polifenoller bağırsak mikrobiyotasını düzenliyor. Bu da bağışıklığı güçlendiriyor ve zihni koruyor” dedi. 'ÇOK ÖNEMLİ BİR ÇALIŞMA'Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Ebubekir Şenateş, “Çay; potansiyel yaşlanma karşıtı etkilerle ilişkili polifenoller ve kafein gibi çeşitli biyoaktif bileşikler içerir. Daha önce yapılmış olan hayvan çalışmalarında çayda bulunan polifenol isimli maddelerin bazı hayvanlarda yaşam beklentisini uzatabileceği gösterilmişti. Yapılan yeni çalışma bunu bir kez daha güçlü bir şekilde ortaya koydu. Bu nedenle oldukça önemli…” dedi.SİYAH ÇAY, DİĞER ÇAY TÜRLERİNDEN BİR ADIM ÖNDEÜlkemizde en çok siyah çay tüketiliyor. Ayrıca yeşil, sarı ve beyaz çaylar da ilgi görüyor. Peki bu çayların hepsi aynı etkiye sahip mi?Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Vedat Göral, siyah çayın diğer çay türlerinden bir adım daha önde olduğunun altını çizerek şu önemli bilgilerin altını çizdi:-- Siyah çay, ‘teaflavin’ adı verilen ve başka hiçbir çay türünde bulunmayan bir grup polifenol içerir. Teaflavinler, siyah çaydaki polifenollerin yüzde 3 ila yüzde 6'sını oluşturur. Bu nedenle benzersiz avantajlar sağlar. Örneğin siyah çay, kalp sağlığı söz konusu olduğunda çok etkilidir. Teaflavinler, kan kolesterolünü düşürmeye yardımcı olur. -- Siyah çay içmek, felç riskini azaltmanın da bir yolu olabilir. Araştırmalar, günde üç fincan siyah çay içmenin, çay içmeyen kişilere kıyasla felç riskini yüzde 16 oranında azaltabileceğini gösteriyor. -- Diğer bazı çay türlerinin aksine, siyah çayda kafein de bulunuyor. Fakat kahvedeki miktarın yarısı kadar. Siyah çay ayrıca ‘L-theanine’ adı verilen bir amino asit de içeriyor. Kafein tek başına daha düzensiz bir enerjiye neden olabilirken, siyah çaydaki L-theanine, istikrarlı ve dengeli bir enerji üretiyor. ‘ÇAYA TATLANDIRICI VE ŞEKER EKLEMEYİN, ÇAY POŞETİ KULLANMAYIN’“Tatlandırıcılar veya şeker eklenmeden siyah çay içmek, kan şekerini azaltabilir ve vücudunuzun şekeri yönetme yeteneğini geliştirebilir” diyen Prof. Dr. Vedat Göral, “Araştırmalar, siyah çayın normal ve diyabet öncesi yetişkinlerde yemeklerden hemen sonra kan şekeri düzeylerini iyileştirdiğini gösteriyor” dedi.Siyah çayın başka faydalarına da değinen Prof. Dr. Göral, “Çaydaki polifenollerin, belirli kanser türleriyle mücadelede rol oynadığı da bulundu. Hatta yine başka bir çalışma siyah çayın cilt kanseri riskini azalttığını da ortaya koydu. Fakat çayın tüm faydalarından yararlanmak için gevşek çay yaprakları kullanmalısınız, yani çay poşeti kullanmayı bırakmak gerekiyor” ifadelerini kullandı.‘GÜNDE 5-6 ÇAY BARDAĞI SİYAH ÇAY İÇMEK YARARLI VE YETERLİ’Çalışmada sınır olarak üç fincanı geçmemek gerektiğinin altı çiziliyor. Peki bunu ülkemizde sıklıkla tükettiğimiz çay bardağıyla kıyaslarsak günde kaç bardak çay tüketmek yaşlanma karşıtı olabilir? Prof. Dr. Vedat Göral, “Diğer çaylardan farklı olarak siyah çay, fincan başına yaklaşık 50 ila 90 miligram kafein içerir. Çok fazla kafein endişeye, huzursuzluğa ve uyku sorununa neden olabilir. Günlük kafein alımını, 400 miligramın altında tutmak en doğrusu… Yani günde 5-6 bardak çay içilmesi yararlı ve yeterlidir” dedi. AŞIRI ÇAY TÜKETİMİ HANGİ SORUNLARA YOL AÇIYOR?Günde 5-6 çay bardağı sınırı aşılırsa nasıl sorunlar ortaya çıkabilir?Bu sorumuza Prof. Dr. Ebubekir Şenateş, “Çok fazla miktarda çay içildiğinde içerisinde bulunan başta kafein olmak üzere aktif maddeler sinirlilik, kalpte çarpıntı, baş ağrısı, midede bulantı, uykusuzluk ve dişlerde sararma yapabilir. Ayrıca kişide gastrit, mide ülseri ve reflü varsa şikayetlerde artma meydana gelebilir” cevabını verdi.ÇAYIN DEMLENME SÜRESİ DE ÇOK ÖNEMLİ!Çay tüketiminde miktarın yanı sıra demlenme sürelerine de dikkat edilmesi gerektiğine vurgu yapan Prof. Dr. Vedat Göral, “Siyah çay 100 derecede 3-5 dakika, yeşil çay 80 derecede 2-3 dakika, meyve ve bitki çayları 60-80 derecede 3-5 dakika, beyaz ve sarı çay ise 80 derecede 2-3 dakika demlense yeterlidir” dedi. Prof. Dr. Göral, şöyle devam etti: “Genel olarak çay yaprağının 2-8 dakika sıcak demlenmesiyle çayın tadını çıkarabilirsiniz. Bunun tersine, önceden poşetlenmiş çaylar, içindekilerini döküp bir dakika içinde demlenme eğilimindedir ve daha uzun süre bırakılırsa çay acılaşır. İzlenecek temel kural şudur: Yapraklar tamamen açılana kadar bekleyin. Bitki çayı demliyorsanız, bu daha zor olacaktır çünkü muhtemelen hiç yaprak yoktur, bu nedenle onun yerine tada göre hareket etmeniz gerekecektir.” ÇAYA LİMON SIKILMASI FAYDALI MI YOKSA ZARARLI MI?Son dönemde sütlü çaylar çok popüler. Bunun dışında çaya limon sıkıp tüketenler de var. Peki, bunlar da faydalı mı yoksa zararlı mı? Prof. Dr. Ebubekir Şenateş, “Çaya limon atılması; yararlı bir davranış olup, vücuda C vitamini alımını sağlar. Ayrıca çayın içinde bulunan tanen isimli biyoaktif maddenin demir emilimi üzerindeki olumsuz etkisini de nötralize eder. Az da olsa vücuttan ödem atılmasına katkıda bulunur. C vitamini metabolizmanın hızlanmasına ve iştahın azalmasına neden olarak kilo vermeye de katkıda bulunabilir” dedi. Çaya süt katmanın ise büyüme ve kemik sağlığına iyi geldiğine dair çalışmaların olduğunu söyleyen Prof. Dr. Şenateş, “Ancak bazı uzmanlar, çaya süt eklenmesini çayın damar sistemi üzerindeki olumlu etkilerini engellediğini ileri sürüyor. Bunu da sütte bulunan  kateşin adlı maddeyi azaltması nedeniyle yaptığı düşünülüyor” ifadelerini kullandı.

Devamını Oku

İçimizi ısıtmıyor, yakıyor! Kışın tüketilen 'aşırı sıcak' içecekler kanser riskini artırıyor…

26 Ocak 2024

Havaların soğumasıyla her yıl olduğu gibi grip başta olmak üzere pek çok virüs harekete geçti. Hastanelere ateş, boğaz ağrısı ve geçmeyen öksürük şikâyetiyle başvuran çocuk ve yetişkin hastaların sayısında büyük bir artış yaşanıyor.Kimileri bu rahatsızlıkları hafif atlatırken kimileri daha ağır belirtiler gösteriyor. Hastalıkla mücadelede ilk akla gelen ise çorba, çay gibi sıcak içeceklerden yardım almak oluyor. Ancak aşırı sıcak içecekler kanser riski oluşturabiliyor.Konuyla ilgili bilgilerine başvurduğumuz Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Alper Yurci, “Üst solunum yolu enfeksiyonlarında yeterli sıvı alımı son derece önemli. Sıvıyla birlikte vitamin ve antioksidanlar da enfeksiyona karşı korunmada ve enfeksiyonu atlatmada çok kıymetli..." dedi. Prof. Dr. Yurci, şöyle devam etti:  "Özellikle yeşil çay, nane, yasemin ve papatya çayı gibi bitkisel çayların sindirim sistemi üzerinde pozitif etkileri olduğu biliniyor. Bu içeceklerin sıcak olarak tüketilmesi sindirim sistemindeki damarların genişlemesine, kan akımının artmasına ve sindirim sistemi aktivitesinin hızlanmasına katkı sağlıyor. Ancak bu noktada içeceğin sıcaklık derecesi çok önemli..."‘İÇECEĞİN 65 DERECE ÜZERİNDE OLMAMASINA DİKKAT EDİN’Prof. Dr. Yurci, "Fazla sıcak içecekler; dudak, ağız boşluğu, boğaz ve yemek borusunda sıcağa bağlı hasar oluşturabilir. En önemli problemlerden biri de sıcak içeceklerin yemek borusunda yassı hücreli kanser riskini artırmasıdır” ifadelerini kullandı.Sıcak içeceklerin 65 derece ve altında içilmesi gerektiğine dikkat çeken Prof. Dr. Yurci, “Yapılan bir çalışmada sıcak içeceği 65-70 derecenin üzerinde içme alışkanlığı olanlarda yemek borusu kanserine yakalanma riski 2,4 kat daha yüksek olarak tespit edildi. Bu nedenle su kaynadıktan sonra bir süre soğumasını beklemek son derece önemli. Beklenmiyorsa kaynar içmektense çaya bir miktar soğuk su eklemek gerekiyor” dedi. ‘ERZURUM VE AĞRI’DA YEMEK BORUSU KANSERİ GÖRÜLME SIKLIĞI DAHA FAZLA'Çayın daha sıcak tüketildiği Erzurum ve Ağrı gibi illerimizde yemek borusu kanserine daha sık rastlandığını söyleyen Prof. Dr. Yurci, “Günlük hayatımızın en önemli sıcak içeceklerinden olan çayın çok sıcak tüketilmesi kanser riskini belirgin şekilde artırıyor. Bunu Doğu illerimizde çok fazla görüyoruz. Çünkü çayı günlük 700 mililitreden fazla ve 65 derece sıcaklığın üzerinde içmenin özofagus kanserine neden olduğu pek çok araştırmayla ortaya kondu” dedi.‘AŞIRI SICAK İÇECEKLER DİŞ HASTALIKLARINA NEDEN OLABİLİR’Aşırı sıcak içeceklerin neden olduğu başka sağlık sorunları olduğunu da vurgulayan Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Emre Yıldırım, “Sağlıklı bir dişte sıcak içecek genellikle soruna neden olmazken, dişte mine kısmına tutunan bir hastalık varsa ağrı gibi şikâyetleri açığa çıkarabilir. Şu bilinen bir gerçek ki, dişimizin en sert mine tabakası soğuğa daha hassas olmakla birlikte, ani sıcaklık değişimleri yüzeysel yapısını bozarak diş hastalıklarına neden olabilir” ifadelerini kullandı. 'GÜNDE 3-4 KUPA BİTKİ ÇAYI YA DA KAHVE İÇMEK HASTALIKLARA YAKALANMA RİSKİNİ AZALTABİLİR' “Bitki çaylarının faydalı özelliklerinin kaybolmaması için daha düşük sıcaklıklarda ısıya maruz kalması gerekir" diyen Prof. Dr. Alper Yurci, "Bu çayları günde en fazla üç-dört bardak tüketmek gerekiyor" dedi ve ekledi: "Yine üç-dört kupa kadar (700-900 mililitre) filtre kahve tüketimi de orta düzeyde sayılıyor. Şeker hastalığı, kalp, karaciğer ve Parkinson başta olmak üzere yavaş inflamatuar hastalıklara yakalanma riskini azaltabilir. Benzer olarak çay için de günlük 3-4 kupa içmek yeterlidir." AŞIRI SICAK İÇECEK TÜKETEN BAZI İNSANLAR NEDEN YANMA HİSSİ YAŞAMIYOR? Bazı insanlar, aşırı sıcak içecek tüketirken hiçbir şekilde yanma hissetmiyor. Bu durum bir hastalığın habercisi olabilir mi?“Sıcak bir içeceğin termal etkisinin hissi her insanda farklı olabilir” diyen Prof. Dr. Emre Yıldırım, “Yani bu durum, kronik bir uyarı sonucu hassaslığını yitirip duyarsızlaşma gibi görülebilir. Bu bir alarm veya uyarı sisteminin bazı şeyleri gözden kaçırma ihtimalinin artması anlamına gelir. Ağrı olmayınca uyaranın maruziyet süresi artar ve iyi veya kötü sonuçlar doğurabilecek olaylar devam eder” ifadelerini kullandı.  

Devamını Oku

Beşiktaş’ın genç yıldızı Semih Kılıçsoy’u keşfeden isimden özel açıklamalar… ‘20 futbol topu karşılığında transfer oldu’

21 Ocak 2024

Beşiktaş’ta gösterdiği performansla dikkatleri üzerine çeken 18 yaşındaki genç yetenek Semih Kılıçsoy, Süper Lig’e damga vurmaya devam ediyor. Bu sezon ligde ilk kez birinci haftada oynanan Fatih Karagümrük maçında forma giyen ve 13 dakika sahada kalabilen genç oyuncunun grafiği günden güne yükseliyor.Ligin 17’nci haftasındaki Corendon Alanyaspor maçında ilk 11'de sahaya çıkan Semih Kılıçsoy, ardından oynanan Atakaş Hatayspor, Kasımpaşa ve Çaykur Rizespor maçlarında da aynı şansı yakaladı. KARAGÜMRÜK MAÇINDA REKORUN SAHİBİ OLDU En son Fatih Karagümrük maçında 81 dakika sahada kalan Semih Kılıçsoy, istatistiklerde de ön plana çıkmayı başardı. Mücadeleyi bir golle tamamlayan Semih, böylelikle üst üste dört maçta gol atan en genç futbolcu rekorunun sahibi oldu.   15 ikili mücadelenin 11'ini kazanarak ne kadar kuvvetli olduğunu gösteren Semih, 6 çalım denemesinin 5'inde başarılı olarak birebirde de etkili olduğunu kanıtladı. Gösterdiği bu performansla Siyah-Beyazlı taraftarlar Semih’e ‘yerli Agüero’ yakıştırması yaparken, sosyal medyada Semih'in kuvvet olarak Brezilyalı Hulk'ı, çalım yeteneği olarak da Beşiktaş’ın eski süper yıldızı Quaresma'yı çağrıştırdığına dair paylaşımlar yapıldı. ‘AMATÖR LİGLERDE 45-50 GOL ATINCA BEŞİKTAŞ, GALATASARAY VE FENERBAHÇE’NİN İLGİSİNİ ÇEKTİ’ “Beş-altı yıl önce Beşiktaş’ın eski yönetim kurulu üyesi Seyit Ateş’in vasıtasıyla İstanbul’un Arnavutköy ilçesinde Beşiktaş Futbol Okulu'nu açtım. Hem gençlere futbolu sevdirmek hem de bu alanda onları doğru yönlendirmek için uğraşıyordum” diyen Ferdi Tatlı, “Bir gün Arnavutköy Belediyesi’nin seçmelerine gittim, oldukça kalabalıktı. Orada Semih dikkatimi çekti. Çok yetenekliydi ve diğer oyuncuların çok önündeydi. Yanında babası Şenol Kılıçsoy vardı. Kendimi tanıtıp Semih’in okulumuza gelmesini teklif ettim. Babası da sıcak baktı, Semih’i bize getirdi” dedi. Sonraki süreçte Beşiktaş Futbol Okulu’nu Arnavutköy Yayla Spor Kulübü’ne çevirerek, çeşitli amatör turnuva ve liglere dahil olduklarının altını çizen Tatlı, “İki yıl boyunca Semih, liglerde kendi yaşıtlarının çok üzerinde performans sergiledi, 45-50 gol attı. Böyle bir performans başta Beşiktaş olmak üzere Galatasaray, Fenerbahçe ve Başakşehir’in ilgisini çekti. Takımların scouting ekipleri oyuncuyu benden istemeye başladı. Aklımda bir yıl daha bizde oynaması vardı ama Semih'i tutamayacağımız artık çok belliydi” ifadelerini kullandı.   ‘BEŞİKTAŞ ÇOK ISRARCI OLDU, SEMİH DE GİTMEYİ ÇOK İSTEDİ’ Semih’e en çok Beşiktaş’ın ilgi gösterdiğini söyleyen Ferdi Tatlı, “O dönem Beşiktaş’ın 2003-2004 doğumlu oyuncu grubunun teknik sorumlusu ve transfer ile aile işlerini yürüten Semih Sezerli ve yine Beşiktaş’ın scouting ekibinde yer alan Halil İbrahim Toy çok ısrarcı oldular. Semih’i birkaç kez izlediler. Hatta çok önceden tanıdığım Beşiktaş’ın scouting ekibinde yer alan Haydar Etik, sürekli aradı, oyuncuyu çok istediklerini söyledi. Daha sonra araya Seyit Ateş de girince Beşiktaş’ı kıramadım. Semih ve ailesi de transfere sıcak baktı” dedi. “Ailenin imkânları biraz kısıtlı olduğu için tek sorun, Arnavutköy’den Beşiktaş’ın altyapı tesislerine gitmekti” diyen Tatlı, “Fakat Semih, Beşiktaş’ı çok isteyince mesafe sorun olmaktan çıktı. Semih’in babası maddi açıdan çok fedakârlık yaparak oğlunun geleceği için çok çabaladı" ifadelerini kullandı. ‘20 FUTBOL TOPU VE 20 EŞOFMAN KARŞILIĞINDA TRANSFER OLDU’ Beşiktaş Altyapı Koordinatörü Emrah Bayraktar’ın genç oyuncularla ilgili projelerinin Semih ve ailesini oldukça heyecanlandırdığı vurgulayan Ferdi Tatlı, transfer ücretine dair ise şunları söyledi: “Arnavutköy Yayla Spor Kulübü’nün imkânları belli… Her amatör kulüp gibi bizim de malzemeden tutun da diğer ihtiyaçlara kadar pek çok eksiğimiz var. Semih, 20 futbol topu, 20 eşofman takımı, bir o kadar yelek ve diğer antrenman malzemeleri karşılığında Beşiktaş’ın altyapısına transfer oldu.”‘KENDİ YAŞ GRUPLARINDAN İTİBAREN HEP FORVET OYNADI, MİLLİ TAKIM'DAKİ EKSİKLİĞİ KAPATACAKTIR’ Semih’in çok büyük bir potansiyele sahip olduğunu söyleyen Ferdi Tatlı, “Kendi yaş gruplarından bugüne kadar hep forvet oynadı. Çok kuvvetli bir yapıya sahip. İkili mücadelede güçlü kalmayı başarıyor. Fakat A takımda kendine kanatlarda yer buldu. Orada da gelen şansı iyi değerlendirdi ama forvette oynarsa daha fazlasını yapacaktır” dedi.  Semih'in bu performansla devam ettiği takdirde 2024 Avrupa Futbol Şampiyonası’nda A Milli Takım'ın forveti olabileceğini düşünen Tatlı, “Milli Takım'da forvet eksikliği bariz şekilde görülüyor. Eğer Montella, Semih’i takıma çağırırsa, bu eksikliği rahatlıkla kapatabilir” ifadelerini kullandı.‘AVRUPA’DAN TRANSFER TEKLİFLERİ ALIYOR’ Semih’e şimdiden Avrupa’dan transfer teklifleri geldiğini ama Samet Aybaba’nın bu konuda doğru karar verecek tecrübede olduğunu vurgulayan Ferdi Tatlı, “Samet Aybaba, Türk futbolu için çok önemli bir isim. Benim futbolcu olmamda da katkısı çok büyüktür. Semih’in de doğru yerde olduğunu düşünüyorum. Özellikle Samet Aybaba onun için çok büyük bir şans. Doğru planlamayı şimdiden yapıyor, konuşuyorlardır. Duyduğuma göre genel olarak Semih’i 1,5 yıl daha takımda tutmak istiyorlar. Sonrasında yurt dışına transferi gündeme gelebilir” dedi. ‘KENDİNE AGÜERO’YU ÖRNEK ALIYOR’ “Semih’in Agüero’yu örnek aldığını duymuştum” diyen Semih Sezerli, “Aslında haksız da değil. Yüzde 100 aynı profil olmasa da stil olarak gerçekten çok büyük benzerlikleri var. Özellikle dengeli ve yıkılmayan yapısı, rakip savunmacılarla temastan kaçmaması ve şutör özelliğinin farkında olup hiç çekinmeden bunu deniyor olması büyük artı” dedi. 'ÖNCE LA LIGA SONRA DA PREMIER LİG ORTAMI OLUŞABİLİR'Avrupa’nın şu an için doğru seçenek olmadığını düşünen Semih Sezerli, “Avrupa konusu çok kritik. Titizlikle bir proje olarak yürütülmesi gerekir. Bence henüz doğru seçenek değil ancak uzun vadede böyle devam ederse seçenek olmaktan çıkacak ve beş büyük lige gidişi mecburiyet haline gelecektir. Uygunluk noktasında ise önce La Liga aktarmalı uçuşu sonrasında sürece göre Premier Lig ortamı oluşabilir” dedi. 

Devamını Oku

Diş hastalıkları kalp ve akciğer sağlığını tehdit ediyor! Arada nasıl bir ilişki var?

20 Ocak 2024

Ağız ve diş sağlığı, estetik ve genel vücut sağlığı açısından büyük bir öneme sahip. Özellikle sindirim sisteminin başlangıcı ağız olduğu için dişlerin eksik, sağlıksız, hastalıklı ya da çürük olması sindirimi sekteye uğratabiliyor.Çoğu kişinin aklına diş çürüklerinin ölümcül sonuçları olabileceği gelmiyor. Ancak İngiltere’deki diş hekimleri kötü ağız hijyeniyle bağlantılı olarak kan yoluyla bulaşan enfeksiyon veya sepsis (vücudun hücre ve dokularına zarar vermesi) vakalarının arttığını bildiriyor. 'ARKADAŞIM NEREDEYSE ÖLÜYORDU' İngiliz Diş Hekimliği Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Paul Woodhouse, The Telegraph’a yaptığı açıklamada “Yakın arkadaşlarımdan biri diş çürüğü nedeniyle yoğun bakıma kaldırıldı. Bir yıl önce yapması gerekenleri kendisine söylememe rağmen ciddiye almadı ve neredeyse ölüyordu. Üç dişini kaybetti ve çenesini artık eskisi gibi hareket ettiremeyecek” ifadelerini kullandı.Son bir yılda diş sağlığına dair problemlerin daha çok arttığına dikkat çeken Dr. Woodhouse, “Araştırmalarımız, kötü ağız hijyeninin zaman içinde tehlikeli sonuçlar doğurduğunu ve bir dizi kronik hastalığa yol açtığını gösteriyor” dedi. TÜRKİYE’DE DE DİŞ PROBLEMLERİNDE ARTIŞ GÖRÜLÜYOR Türkiye’deki son durumu danıştığımız Diş Hekimi Lütfi Murat Mercan, “Ülkemizde ağız ve diş sağlığına dair geniş çaplı bir değerlendirme yapmak çok güç. Fakat diş fırçalama alışkanlığının yüzde 20 ila 25 aralığında değiştiğini ve yıllık diş macunu tüketiminin istenen düzeyin oldukça altında kaldığını göz önüne alırsak, potansiyel bir artışın olduğunu söyleyebiliriz. Bu da bize ağız hijyeninin ve bu konuda alınacak önlemlerin kritik önemini bir kez daha hatırlatıyor” ifadelerini kullandı. DİŞ ETİ SORUNLARI KALP HASTALIKLARINI TETİKLİYOR! “Kötü ağız hijyeni sadece diş çürükleri ve diş eti hastalıkları gibi doğrudan ağız sağlığı sorunlarına yol açmakla kalmayıp, vücudun genel sağlığını da etkileyebilir” diyen Lütfi Murat Mercan, “Özellikle diş eti hastalıkları vücuttaki inflamatuar süreçleri tetikleyebilir ve bu da kalp hastalığı gibi çeşitli kronik rahatsızlıklara yol açabilir. Hatta mevcut rahatsızlıkların ciddileşmesine bile neden olabilir” dedi.93 yaşında ve 30'larındaki birinin vücuduna sahip! Araştırmalara konu oldu, bu sonuçları bilim insanları bile beklemiyordu 'O gün, hayatım boyunca laboratuvarda geçirdiğim en ilham verici günlerden biriydi'Mercan, şöyle devam etti: “Diş eti hastalıkları ağızda bulunan bakterilerin ve bu bakterilerin salgıladığı toksinlerin kan dolaşımına girmesine neden olabilir. Bu da arterlerde sertleşmeye ve kalp üzerinde zararlı etkilere yol açabilir. Ağız florası yani ağzımızda bulunan ‘mikroorganizmalar topluluğu’ arasındaki denge, sağlığımız için kritik bir öneme sahip.” BAKTERİLER SOLUNUM YOLUNA YERLEŞEREK ZATÜRREYE NEDEN OLUYOR!  The Telegraph’a konuşan Periodontoloji Uzmanı Dr. Neesha Patel, “Dişlerinizi fırçaladıktan birkaç dakika sonra diş plağı olarak bilinen yapışkan bakteri, dişlerinizin üzerinde oluşmaya başlar. Bu durum 24 saat içinde temizlenmezse sertleşme meydana gelir. Sonraki süreçte de bakteriler, dişlerden solunum yoluna hızla yerleşir. Böylelikle akciğer sorunlarının oluşmasına neden olabilir” dedi. Lütfi Murat Mercan da Dr. Patel’in sözlerini doğrulayarak, “Diş plağı ve diş eti hastalıklarında oluşan bakteriler, solunum yoluna ve akciğerlere gidebilir. Bu durum zatürre gibi akciğer enfeksiyonlarına yol açabilir. Mevcut durumu daha da kötüleştirebilir. Özellikle bağışıklık sistemi zayıf kişilerde bu durum daha riskli… Şiddetli astımı olan bağışıklık sistemi baskılanmış hastalar ve akciğer nakli bekleyenler, mevcut diş eti hastalıklarının üstesinden gelme konusunda çok dikkatli olmalı” ifadelerini kullandı. ‘DİŞ ETİ HASTALIKLARI DİYABETİN KONTROLÜNÜ ZORLAŞTIRIYOR’ “Diyabet ve diş eti hastalıkları arasında çift yönlü bir ilişki bulunuyor” diyen Lütfi Murat Mercan, “Diyabet, kişiyi diş eti hastalıklarına daha yatkın hale getirirken diş eti hastalıkları da diyabetin kontrolünü zorlaştırabilir. İnflamasyon ve vücuttaki enfeksiyonlar da kan şekeri seviyelerini etkileyebilir” ifadelerini kullandı. Mercan, şu bilgilerin altını çizdi: -- Diyabet vücudun enfeksiyonlarla savaşma yeteneğini etkileyerek kişiyi diş eti hastalıklarına daha yatkın hale getirebilir. Yüksek kan şekeri seviyeleri ağız içindeki bakterilerin üremesi için uygun bir ortam yaratarak plak oluşumunu ve diş eti hastalıklarını tetikleyebilir.  -- Diyabetli bireylerde kan dolaşımı da etkilenebildiği için diş etlerinin iyileşme süreci yavaşlar ve diş eti hastalıkları bu şekilde vücutta sürekli bir inflamasyon durumu oluşturabilir. İnflamasyon, insülin direncini artırabilir ve bu da kan şekeri seviyelerini kontrol etmeyi zorlaştırarak diyabetin yönetimini daha karmaşık hale getirebilir. ŞAŞIRTTAN ARAŞTIRMA: DİŞ ETİ HASTALIĞI ALZHEIMER’IN OLUŞMASINDA ETKİLİ OLABİLİR Mİ? Tayvan'da 28 bin hasta üzerinde yapılan bir araştırma, 10 yıldan uzun süredir kronik diş eti hastalığı olanların Alzheimer hastalığına yakalanma riskinin 1,7 kat daha fazla olduğunu buldu.  Science Advances Dergisi’nde yayımlanan çalışmada, bilim insanları Alzheimer hastası ya da şüphesi taşıyan hastalardan alınan örnekleri inceledi. Çalışmada, diş yüzeylerine tutunan ve kronik diş eti iltihabına yol açan Porphyromonas gingivalis adlı bakterinin Alzheimer hastalarının beyninde, hasta olmayanlara göre daha yüksek seviyelerde görüldüğü ortaya çıktı. Bu toksinlerin kandan beyne geçerek zamanla yapısal hasara neden olabileceği düşünülüyor. İlaç şirketleri, toksinlerin aktivitesini bloke edecek ve beyne ulaşmalarını engelleyecek tedaviler geliştirmeye çalışıyor. Ancak bu yaklaşımın şu ana kadar başarısı sınırlı oldu.Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Selda Korkmaz Yakar konuyla ilgili, “Alzheimer hastalığının tedavisi üzerine son yıllarda yoğun çalışmalar mevcut. Bu amaçla yapılan çalışmalardan bazıları, ağız ve diş sağlığının Alzheimer hastalığının oluşumunda ve seyrinde önemli olduğunu gösteriyor” dedi ve ekledi: “Tayvan’daki çalışmada elde edilen benzer sonuçlar başka araştırmalarla da desteklendi. Diş eti ve diğer destek dokulara ait hastalığı olan kişilerde Alzheimer’ın yanı sıra diğer bunama hastalıklarının daha sık gözlendiği saptandı. Neden diş eti hastalığı varlığında Alzheimer hastalığı daha sık gözleniyor sorusuna henüz net olarak cevap bulunamadı. Ancak bu çalışma sonuçları bize net olarak şu mesajı veriyor; ilerleyen yaşlarda bunamak istemiyorsak, en azından olabildiğince geç tanı almak istiyorsak, ağız ve diş sağlığına özen göstermeliyiz.” DİŞ İPİ KULLANIMI SAĞLIKSIZ MI? “Son zamanlarda sosyal medyada diş ipi kullanımının sağlıksız olduğuna dair bazı iddialar ortaya atıldığını görüyoruz” diyen Lütfi Murat Mercan, “Bu tür iddiaların bilimsel bir dayanağı yok ve genellikle bazı istisnai durumların büyütülerek paylaşılmasından kaynaklanıyor” dedi.  Diş ipi kullanımının ağız ve diş sağlığı için oldukça önemli olduğunun altını çizen Mercan, “Diş fırçasının ulaşamadığı yerlerdeki plakları ve yiyecek artıklarını temizlemek için diş ipi çok etkili. Burada önemli olan diş ipini doğru bir şekilde kullanmak. Çok sert kullanım veya yanlış teknik, diş etlerine zarar verebilir fakat diş ipinin her dişte farklı bir bölümünü kullanmak ve diş etlerine zarar vermeyecek şekilde nazikçe temizlik yapmak ağız hijyeni için gerekli” ifadelerini kullandı.

Devamını Oku

Chrome’un gizli modu gizli değil mi? Google'ın 5 milyar dolarlık davada geri adım atması kafaları karıştırdı…

18 Ocak 2024

Google Chrome başta olmak üzere pek çok internet tarayıcısında, uzun süredir ‘gizli sekme/pencere’ bölümü bulunuyor. Bu pencereler kullanıcılara internette takip edilmeden dolaşma özgürlüğü sunduğunu iddia ediyor.  Chrome'un gizli penceresinde de tarama geçmişi, çerezler ve site verileri, formlara girilen bilgiler gibi kritik verilerin kaydedilmediği vurgulanıyor. Google'a 2020 yılında Chrome kullanıcılarını gizli pencerede gezinirken bile takip ettiği iddiasıyla ve 5 milyar dolar tazminat istemiyle bir mahremiyet ihlali davası açılmıştı.Boies Schiller Flexner hukuk firması tarafından açılan davada, Google'ın sosyal çevre ve alışveriş alışkanlıkları gibi kişisel verilerin yanı sıra daha özel internet hareketleri hakkında bilgi topladığı öne sürülmüştü. Google Sözcüsü Jose Castaneda ise söz konusu iddiaları reddederek yasal yollarla kendilerini güçlü bir şekilde savunacaklarını kaydetmişti.Geçtiğimiz günlerde her iki tarafın avukatları, davanın arabuluculuk süreci sonunda çözüme kavuşturulduğunu, bağlayıcı bir ön protokol imzalandığını ve anlaşmanın en geç 24 Şubat’a kadar California'daki bir federal yargıcın nihai onayına sunulacağını bildirdi. Anlaşma kapsamında Google'ın davacılara ne kadar ödeme yapacağı ise açıklanmadı.  Peki gerçekten de gizli sekme aslında gizli değil mi?Hem mahkeme sürecine dair detayları hem de gizli sekme ile ilgili akıllardaki tüm soruları Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Görsel İletişim Tasarımı Anabilim Dalı Başkanı ve Bilişim Teknolojileri Uzmanı Doç. Dr. Ali Murat Kırık ve Siber Güvenlik Uzmanı Osman Demircan ile masaya yatırdık. ‘GOOGLE DAVAYI KAYBETME RİSKİNİN YÜKSEK OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYOR OLABİLİR’“Bu geri adımda Google'ın gizlilik konusundaki itibarını korumak istemesi etkili olmuş olabilir” diyen Doç. Dr. Ali Murat Kırık, “Davacılar, Google'ın gizli modu kullanarak çevrimiçi gizliliği ihlal ettiğini öne sürüyordu. Bu iddialar doğruysa, Google'ın hem kullanıcılar hem de düzenleyiciler nezdinde ciddi bir itibar kaybına uğraması muhtemeldi. Davayı çözüme kavuşturarak bu riski en aza indirmeye çalışmış olabilir” dedi. Doç. Dr. Kırık, şöyle devam etti:-- Google'ın davayı kaybetme riskinin yüksek olduğunu düşünmesi de bunda etkili olmuş olabilir. Davada, Google'ın gizli modu kullanarak kullanıcıların çevrimiçi aktivitelerini izlediğinin kanıtlanması halinde, şirketin milyarlarca dolar tazminat ödemesi gerekebilirdi. Google, davayı çözerek hem maddi hem de manevi kayıpları önlemeye çalışmış olabilir. -- Gelinen noktayı Google'ın kullanıcıların gizliliğine verdiği önemin bir göstergesi olarak yorumlayabiliriz. Google, gizlilik konusundaki hassasiyetleri göz önünde bulundurarak, davayı çözüme kavuşturmak için bir anlaşmaya varmış olabilir. Bu durum, Google'ın kullanıcılarının gizliliğini korumaya yönelik taahhütlerini yerine getirmeye çalıştığını gösteriyor. ‘KULLANDIĞINIZ CİHAZIN IP ADRESİ ASLA YOK OLMUYOR’Osman Demircan ise dava sürecindeki ince bir detaya dikkat çekerek, “Gizli sekmede dahi olsanız x IP adresinden y IP adresine sahip bir web sayfasına erişim sağlanıyor. Yani Chrome erişim verilerini temizliyor ama IP adresleri gizlenmiyor. Gizlenmesi, teknolojik olarak VPN ile farklı bir IP adresinden erişim sağlanmadığı sürece imkânı olan bir durum değil. Erişim sağladığınız web sayfaları geldiğiniz IP adresini biliyor. Dava da aslında tam bu noktada başlıyor” dedi.Demircan, “IP adresi ile o adrese gizli sekmeyle erişim sağlayanların kayıt altına alındığı iddiası tüm bu dava sürecini başlattı. Bu verilerin Google sunucuları üzerinde tutulduğu iddia ediliyor. Bu şekilde gizli mod ile erişim sağlanan legal/illegal çok fazla sitenin kayıt altına alınması ve çıkış IP’sinin biliniyor olması savcı tarafından gizliliğin ihlali olarak yorumlandı. Sonuç olarak adı ‘gizli’ olarak lanse edilen bir hizmetin arka tarafında veri toplaması ve bunun yapıldığı ya da yapılmadığının beyan edilmemesi gizlilik konusunda endişelerin artmasına neden oldu” ifadelerini kullandı. GİZLİ MOD İÇİN ASLINDA GİZLİ DEĞİL DİYEBİLİR MİYİZ?Bu sorumuza Doç. Dr. Ali Murat Kırık, “Gizli sekmenin sunduğu gizlilik sınırlıdır” cevabını verdi, şu bilgilerle detaylandırdı:“İnternet servis sağlayıcısı ve ziyaret edilen web siteleri, genellikle kullanıcı aktivitelerini izleyebilir. Bu nedenle gizli mod, kullanıcıların sadece yerel bilgisayarlarındaki verileri gizlemelerine yardımcı olur. Fakat genel çevrimiçi izlemeyi tamamen engellemez. Ayrıca, gizli modun etkili olabilmesi için kullanıcıların dikkat etmeleri gereken diğer bir önemli nokta aynı bilgisayarı kullanan başka bir kullanıcının gizli modu kullanması durumunda, tarayıcı eylemlerinin hâlâ ağ üzerinden izlenebileceğidir.” SİBER KORSANLAR GİZLİ SEKMEDE YAPILAN İŞLEMLERDEKİ BİLGİLERE ULAŞABİLİR Mİ?Siber korsanların sosyal medya, banka uygulamaları, modemler ve tarayıcıları ele geçirerek kullanıcıları mağdur ettiklerini artık biliyoruz. Aynı şey gizli sekme için de geçerli mi? “Gizli sekme üzerinde sağlanan erişimler ve kullanıcı bilgileri, tarayıcı kapatıldığında hiçbir işlem yapmaya gerek kalmadan siliniyor. Yani bir siber saldırganın uzaktan erişim sağlayarak ya da kod çalıştırarak bilgilere erişimi zor gözüküyor” diyen Osman Demircan, “Fakat adli bir konuda, adli bilişim cihaz ve uygulamaları kullanılarak verilere erişim sağlanmaya çalışılabilir. Bu tarz cihazlar kullanıcının hızlı bir şekilde elde edebileceği boyutta ve fiyatta cihazlar değil” ifadelerini kullandı.Doç. Dr. Ali Murat Kırık ise bu soruya daha temkinli yaklaşarak “Gizli sekme için tam olarak güvenli diyemem. Tarayıcılar güvenlik açıkları veya hatalar içerebilir. Bu nedenle güncel ve güvenli bir tarayıcı kullanmak önemlidir. Gizli sekme, ziyaret ettiğiniz sitelerdeki geçmişi geçici olarak gizler ancak oturum sona erdiğinde bu bilgiler silinir. Bu durum, bazı web sitelerinde oturum sorunlarına neden olabilir” dedi. Doç. Dr. Kırık, şöyle devam etti: “Gizli pencere kullanmak, bilgisayarınızı kötü amaçlı yazılımlar ve virüslere karşı tam anlamıyla korumaz. Zararlı web siteleri veya bağlantılar, bilgisayarınıza zarar verebilecek tehlikeler içerebilir. Gizli mod, yerel bilgisayarınızdaki verileri gizlese de internet servis sağlayıcınız ve ziyaret ettiğiniz web siteleri genellikle aktivitelerinizi izleyebilir. Bu nedenle, gizli mod kullanımı çevrimiçi izleme ve izlenme konusundaki temel sorunları çözmez.” İŞ YERİNDEKİ İNTERNET AĞINI KULLANAN ÇALIŞANLARIN GİZLİ SEKMEDEKİ GEÇMİŞLERİNE ULAŞILABİLİR Mİ?Osman Demircan, “İş yerlerinde internet bağlantısı genellikle ağ geçitleri üzerinden sağlanır” dedi ve konuyu örnekle açıkladı:-- Bir iş yerinde 10 tane bilgisayar olduğunu düşünelim. Bu bilgisayarların IP adresleri de 192.168.1.1’den başlayıp 192.168.1.10’da sonlansın. Doğal olarak şirket içerisinde her kullanıcıya bir bilgisayar ve kullanıcı adı tanımlanıyor. Bir web sayfası açmak için adres çubuğuna sayfa adresi yazıldığında, kurumsal loglama yapan uygulamalar ya da güvenlik duvarları, web sayfasına erişim sağlamaya çalışan bilgisayarın gizli mod ya da normal mod olduğuna bakmaksızın, kullanıcı adı ya da bilgisayar IP adresini kayıt altına alır.-- Yani kurumsal ortamlarda gizli sekme sadece o bilgisayar üzerinde veri tutulmadığını bize garanti eder. Erişim sağlanan web sayfasına kimin erişim sağladığı tespit edilir. Örneğin 192.168.1.7 IP adresine sahip bilgisayar tüm gün gizli mod ile internette zaman geçirirse, bu çok kolay bir şekilde tespit edilecektir.HANGİ TARAYICI DAHA GÜVENİLİR?Chrome’un gizlilik davası sonrası sosyal medyada Mozilla Firefox’un daha iyi olduğuna dair paylaşımlar artmıştıGizli sekmede en güvenilir adres hangisi?Mozilla Firefox’un gizlilik odaklı bir tarayıcı olarak öne çıkan güçlü özellikler sunduğuna dikkat çeken Doç. Dr. Ali Murat Kırık, “Kullanıcıların çevrimiçi aktivitelerini korumak ve gizlemek için tasarlanmış önemli avantajlar sunuyor. En önemlisi Firefox, gizli modda izleme önlemlerini kullanarak web sitelerinin kullanıcıların çevrimiçi aktivitelerini izlemesini zorlaştırır. Bu, kullanıcının çevrimiçi izlenmesini en aza indirir” dedi.Doç. Dr. Kırık, “Firefox’un gizli sekmede daha fazla özelleştirme seçeneği sunması da kullanıcıları çok fazla çekiyor. Örneğin gizli modda hangi bilgilerin kaydedileceği ve hangi izleme önlemlerinin kullanılacağı seçilebiliyor. Böylece kullanıcılar deneyimlerini daha da kişiselleştirebilirler. Firefox, düzenli olarak güvenlik güncellemeleri de alır. Bu da tarayıcının genel güvenlik seviyesini artırarak gizli modun daha güvenli olmasına katkı sağlar. Tek eksi tarafı bazı web siteleri gizli sekmede açılmıyor” ifadelerini kullandı. 

Devamını Oku