Trafik, İstanbul'da yaşayanların en büyük çilelerinden biri. Pandemiden önce çoğunlukla hafta içi ‘zirve saatler’ olarak adlandırılan sabah işe gidiş ve akşam iş dönüşlerinde yaşanan trafik yoğunluğu, artık 7 gün 24 saat yaşanıyor.Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre 5 milyona yakın aracın olduğu İstanbul’da, özellikle yağmurlu havalarda 1 kilometrelik yol, bir saatte aşılıyor ve araç sürmek neredeyse imkânsız hale geliyor.Bu soruna çözüm bulmak için uzun süredir projeler üretiliyor. Son olarak İstanbul Sürdürülebilir Kentsel Ulaşım Planı kapsamında (SKUP) şehrin belli bölgelerinde trafik yoğunluğunu azaltmak amacıyla araç girişlerinden ücret alınması uygulaması gündeme geldi. Bu uygulamanın öncelikle Eminönü’nde, devamında da Kadıköy’ün en kalabalık semti olan Moda’da hayata geçirilmesi planlanıyor. Dahası SKUP kapsamında mahallelerdeki ücretli otoparkları kullanacak İstanbullular, kendi mahallelerinde park yaptıklarında düşük ücret ödeyecek.Bu uygulamaların trafik yükünü azaltmaya etkisi ne olur? Ücretli giriş uygulaması İstanbul’da başka hangi ilçe ya da semtlerde uygulanabilir? Yurt dışında benzer örnekler var mı?Bunun gibi pek çok soruya uzmanlarla cevap aradık. ‘BEKLENEN SONUÇLAR GERÇEKLEŞİRSE DİĞER İLÇE YA DA SEMTLERDE DE HAYATA GEÇİRİLEBİLİR’ Açıklanan planın hayata geçirilmesi durumunda, zirve saatte trafik yoğunluğunda 2030 yılına kadar yüzde 10,1, 2040 yılında ise yüzde 12,8 azalma sağlanacağı tahmin ediliyor.Fahri Trafik Müfettişleri Derneği Başkanı Sami Güleçyüz'e, bu oranları nasıl değerlendirdiğini sorduğumuzda şu yanıtı verdi: “Açıklanan oranlardaki gibi bir azalma olursa çok fark yaratmaz gibi görünüyor. Ancak bunlar öngörüler. Sonuç olarak İstanbul’da trafik konusunda artık her türlü değişikliğe açık olmak gerekiyor. Bu uygulamayı da görmek lazım. Pozitif sonuçlar ortaya çıkarabilir. Denenir, beklenen sonucu vermezse kaldırılır. Eğer yarar sağlarsa diğer ilçe ya da semtlerde de uygulanır.” ÜCRETLİ GİRİŞ BAŞKA HANGİ İLÇE YA DA SEMTLERDE UYGULANABİLİR? Projenin Eminönü ve Moda dışında başka nerelerde uygulanabileceğine dair düşüncelerini de paylaşan Güleçyüz, “Beşiktaş’ın merkezi için benzer bir adım atılabilir. Yine Üsküdar ve Bakırköy’ün merkezi de çok yoğun oluyor. Bu iki yer de dikkate alınabilir. Genel olarak yaya yoğunluğunun daha çok olduğu yerlerde bu uygulama düşünülebilir” ifadelerini kullandı. Uygulamada denetimin de çok önemli olduğunu söyleyen Güleçyüz, “Örneğin Eminönü’ne ücretli giriş olacak ama burası bir sınır kapısı değil. İnsanlar araçla geldiler diyelim, bu para nasıl tahsil edilecek? Kameralarla mı gözetlenecek, denetim elemanları mı olacak? Bunlara bir açıklık getirmek lazım” dedi.‘VERİM ALABİLMEK İÇİN İYİ BİR TOPLU ULAŞIM AĞINA SAHİP OLMAK GEREKİYOR’ Bu tip projelerin Avrupa’da sıklıkla uygulandığını, özellikle Avrupa Birliği’nin bu uygulamalara çok değer verdiğini söyleyen İstanbul Ticaret Üniversitesi Ulaştırma Sistemleri Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Mustafa Ilıcalı ise böyle uygulamalardan verim alabilmek için iyi bir toplu ulaşım ağına ihtiyaç olduğunu vurguladı. Prof. Dr. Ilıcalı, “Paris ve Londra başta olmak üzere kıtadaki pek çok ülkede benzerlerini görüyoruz. Trafik talebinin azaltılması için akılcı bir yöntem olsa da bunun belli şartları var. Bu şartlardan en önemlisi, vatandaşların İstanbul’un her noktasından, belirlenen bölgeye gelmesi için toplu ulaşım imkânının olması… Şu an arzu edilen ve master planlarda belirtilen 1000 kilometrenin üstünde bir raylı sistem yapıp, her noktayı raylı sistemle metro ile bağlayabilirsek daha kesin sonuçlar almış olunur. Bir de insanları deniz ulaşımına teşvik edebilirsek, tercihli otobüs yollarıyla otobüsleri trafik sıkışıklığından çekebilirsek, kişi başına yapılan araçla yolculuklarda ciddi azalma yaşanır” dedi. Alınacak ücrete de dikkat çeken Prof. Dr. Ilıcalı, “Ücret ne kadar olacak ki caydırıcı olsun? 400-500 dolar olacak değil. Yollardaki ve köprülerdeki geçişlere uygun bir fiyat alınacaktır. Özetle vatandaşlar kaliteli ve yüksek standartta toplu ulaşım sistemi olmadığı için araçlarını kullanmaya devam edecektir” dedi. İstanbul’da ciddi bir otopark sorunu da bulunuyor. Açıklanan projede bu soruna çözüm olarak, İstanbulluların kendi mahallelerindeki ücretli otoparkları kullanmaları halinde daha düşük ücret ödemeleri öngörülüyor. Peki, bu durum pozitif sonuçlar verebilir mi? Öncelikle düzensiz otoparkların önlenmesinin daha doğru olacağını söyleyen Prof. Dr. Mustafa Ilıcalı, “Bu öyle büyük bir sorun ki acil durumda araçlar sokak aralarına giremiyor. Otopark konusunda denetimi güçlendirerek, kapasiteyi artırmak gerekiyor” ifadelerini kullandı.
Göz çevresi vücudumuzun estetik açıdan en önemli bölgelerinden biri… Bu bölgenin, parlak ve canlı görünmesi kişiye sağlıklı ve genç bir görünüm kazandırdığı gibi bireyin psikolojisini de olumlu etkiliyor. Ancak pek çok kişinin mücadele ettiği göz torbaları, göz altı morluğu ve koyu halkalar bu görüntüye engel oluyor.Göz altı torbalarının çoğu zaman tıbben bir zararı bulunmuyor. Ancak uzmanlar, birçok kişinin göz altı torbaları ve göz etrafındaki mor halkalardan rahatsız olduğunu, bu durumun yaşam kalitesini olumsuz etkilediğini ifade ediyor. ORTAYA ÇIKAN BU SORUNLARIN TEK NEDENİ UYKUSUZLUK DEĞİL Dermatolog Dr. Cristina Psomadakis, Daily Mail’e yaptığı açıklamada, “Göz torbalarından ya da morluklardan bahsedildiğinde akla hemen uykusuzluk gelebilir. Uykusuzluk, göz altı torbalarının belirgin görünmesine neden olabilir ama bu durum herkes için geçerli değildir. Damar sistemi, lenfatikler, derinin kalitesi, yaşı ve pigmentasyonunu mutlaka ciddiye almak gerekir” ifadelerini kullandı. Oküloplastik Cerrahi Uzmanı Dr. Sabrina Shah-Desai ise “Koyu halkalar özellikle Avrupa, Orta Doğu, Uzak Doğu ve Hint kökenli insanlarda daha çok ortaya çıkıyor” dedi. TÜRKİYE’DE DE ÇOK FAZLA GÖRÜLÜYOR Peki ülkemizde göz torbaları, göz altı morluğu ve koyu halkaların görülme sıklığı nedir? Bu soruyu Dermatoloji Uzmanı Dr. Didem Kazan’a yönelttiğimizde, “Literatürde aynı aileden birçok üyede göz çevresi koyuluğu tespit edildiğini gösteren çalışmalar mevcut. Her ırk ve cilt tipinde görülebilir. Ülkemizde de çok fazla gördüğümüz bir durum” cevabını verdi ancak görülme sıklığına dair karşılaştırmalı bir çalışma olmadığını vurguladı. Göz altı morluklarının oluşmasında nelerin etki ettiğine dair bilgiler de paylaşan Dr. Kazan, “Öncelikle genetik faktörler çok belirleyici. Bunun yanında göz çevresindeki cilt kalınlığında yaşa bağlı azalma, göz çevresindeki damar yapılarında belirginleşme, alerjik hastalıklar, atopik egzama ve göz için kullanılan çeşitli ilaçlar ciddi rol oynuyor. Göz altı torbaları ise yaşla birlikte göz küresini alt kısımdan destekleyen kemik yapının incelmesi ve gözün alt kısmındaki yağ yastıkçıklarının yerçekimiyle aşağı doğru yer değiştirmesi sonucu oluşuyor” ifadelerini kullandı. ‘ESMER TENLİ KİŞİLERDE ÇOCUKLUK YAŞLARINDAN İTİBAREN GÖRÜLÜYOR’ Dr. Yasemin Balsever Kural ise “Göz çevresindeki koyu halkalarla torbalanmaları ayrı düşünmek daha uygun olur” dedi ve ekledi: “Halka şeklinde koyu renk değişiklikleri esmer tenli kişilerde pigment daha yoğun olduğu ve genetik yapısal yatkınlık söz konusu olduğu için çocukluk yaşlarından itibaren daha sık görülebilir. Bu nedenle genel bir gözlem olarak, genetik yatkınlık varsa ve esmer ten söz konusuysa daha sık karşımıza çıkıyor diyebilirim.” Göz çevresinde destek yağ dokusu azalmasının da renk koyulaşmasına neden olduğunun altını çizen Dr. Kural, “Hacim azalması olursa oluk şeklinde çökük görünüme yol açar. Bu durum yaşlanma ile birlikte artar. Kolajen lifler de azaldığı için kırışıklar, deri katlantısı, sarkma ve torbalanma daha çok görülür. Tiroit, kalp, böbrek hastalığı, kansızlık, yaşam alışkanlıkları, çevresel etkenler, bazı ilaçlar bu görünümü belirginleştirebilir” ifadelerini kullandı.EKRAN MARUZİYETİ İLE SİGARA VE ALKOL KULLANIMI ÇOK ETKİLİ Güneş ışınları, akıllı telefon ve bilgisayar ekranlarının bu sorunun oluşmasındaki payı nedir? “Ekran maruziyeti damar dolaşımını etkilediği için belirgin olarak renk koyuluğunu artırabilir” diyen Dr. Yasemin Balsever Kural, “Yoğun sigara ve alkol tüketimi de artırabilir. Ayrıca güneş de deride pigmentasyonu artırarak lekelenmelere yol açar" dedi. BESLENME ŞEKLİ BU KONUDA NE KADAR ÖNEMLİ?Dr. Didem Kazan, “Lekeye bağlı göz çevresi koyuluğu olan hastalar için antiinflamatuar özellikte Akdeniz tipi beslenmeyi önerebilirim. Ciltte sarkma, cilt kalınlığında azalmaya bağlı koyu renk oluşumu olan hastalarda ise proteinden zengin beslenme önerisi uygun olabilir” dedi. Dr. Kazan, “Ancak bu beslenme önerileri sadece öneri düzeyinde. Bilimsel olarak kanıta dayalı herhangi bir çalışma bulunmuyor. Beslenme önerileri tek başına etkili olmaz ama uygun tedavilere destek olabilir” ifadelerini kullandı. UYGUN TEDAVİLER NELER?“Göz çevresi koyuluğu tedavi başarısında en önemli faktör, tedavi öncesi doğru değerlendirme yapılması” diyen Dr. Didem Kazan, şu bilgilerin altını çizdi:-- Genetik ve güneşe maruziyet sonucu gelişen lekelerde, lekeye yönelik kremler, mezoterapiler, yüzeysel peeling işlemleri, Q anahtarlı Nd YAG lazer sistemleri, altın iğne-fraksiyonel radyofrekans işlemleri etkili oluyor.-- Damar görünümünün artmasına bağlı gelişen göz çevresi koyuluğunda Q anahtarlı Nd YAG lazer sistemleri başta olmak üzere çeşitli lazer tedavileri yapılabiliyor.-- Ciltte incelme, cilt altı doku desteğinde zayıflama ve göz yaşı oluğunda belirginleşme mevcut ise hyaluronik asitten zengin mezoterapiler ve dolgu uygulamaları yapılıyor.-- Göz altı torbalanma şikâyeti olan hastalarda da yağ yastıkçıklarını küçültme amaçlı yapılan mezoterapiler, altın iğne-fraksiyonel radyofrekans işlemleri, mikrofokus ultrason kullanılabilir. Ancak fazla miktarda torbalanması olan hastalarda cerrahi işlem gereklidir. BAKIM MALZEMESİ KULLANIRKEN DİKKAT!Göz altı ve göz çevresi için onlarca bakım malzemesi bulunuyor. Bunların etkisi nedir? Dr. Yasemin Balsever Kural, “Kişiler, sosyal medyadan ve çeşitli reklamlardan etkilenerek kendi deri yapılarına uygun olmayan kozmetikler kullanmamalılar. Yoğun makyaj alışkanlığı, alkol bazlı temizleyiciler de çok zararlı" dedi. Dr. Kural şöyle devam etti: "Özellikle alerjik yapısı olan bireyler daha dikkatli olmalı... Alerjik reaksiyon yapmayan ürünleri dermatoloji uzmanına danışarak seçmeliler. Göz çevresi koyu renk değişikliğini bir ürünün tümüyle geçirmesi beklenmemeli. Göz çevresi için uygun yapıda üretilmiş K vitamini, C vitamini, retinol, hyaluronik asit gibi maddeler içeren kozmetik ürünler kullanılabilir."
6 Şubat’ta meydana gelen Kahramanmaraş merkezli iki büyük deprem, 11 ilde yıkıma yol açarken, binlerce insanın hayatını kaybetmesine neden oldu. Depremde pek çok araç da enkaz altında kalarak hasar gördü. Ağır hasarlı bu araçlar, bir süredir dolandırıcıların radarında...Dolandırıcılar, depremde hasar gören araçları satın alıp şase numaralarını söküyor, çalıntı veya yurt dışından kaçak yollarla getirilen araçlara monte ederek birçok vatandaşı mağdur ediyor. Uzmanlar son aylarda piyasada şase numarası değiştirilmiş birçok aracın tespit edildiğini söylüyor. Bu dolandırıcılık yöntemi kısaca 'change' (İngilizce değiştirme) olarak adlandırılıyor.Uygun fiyatla satışa sürülen bu araçları alanlar dolandırıcıların tuzağına düşmüş oluyor.Peki 'change' yapılmış araçları satın almak ne gibi riskler taşıyor? Dolandırıcıların oyununa gelmemek için nelere dikkat etmek gerekiyor? Hasar kaydı, ağır hasar kaydı, hurda, pert gibi ifadeler ne anlama geliyor?Bunun gibi pek çok soruyu otomobillerle ilgili çalışmalarıyla tanınan EBS Analiz ve Otomotiv Yönetim Danışmanlığı Genel Müdürü Erol Şahin'e sorduk.‘ARAÇ ALIMLARINDA SIKLIKLA TEMEL KURALLAR İHLAL EDİLİYOR’ Erol Şahin, artan dolandırıcılıklarla ilgili, “Maalesef toplum olarak bedava peynirin fare kapanında olduğu gerçeğini, yaşadığımız yüzlerce örneğe rağmen hâlâ öğrenememiş olmamız çok üzücü…” dedi ve ekledi: “Araç alım esnasında özellikle piyasa altı uygun fiyatlı araç alımlarında sıklıkla temel kurallar ihlal edilerek işlem yapılıyor. Sonu da bu şekilde dolandırıcılıkla bitiyor. Vatandaşlara tavsiyem, araç alımlarında mutlaka tedbirli olsunlar. Bu konuda da ekspertiz ön plana çıkıyor. Özellikle hafif hasarın hangi parçalarda ve yerlerde olduğu çok önemli. Çünkü piyasada bulunan birçok araç bu sınıfta yer alıyor.” “Bu araçları alırken güvenilir bir yerde mutlaka detaylı ekspertiz yaptırılmalı” diyen Erol Şahin, “Noterde işlem esnasında bilgiler kontrol edilmeli ve ödemeler Türkiye Noterler Birliği Güvenli Ödeme Sistemi’ne yapılmalı. Ağır hasarlı araçlardan uzak durulmalı…” dedi. ‘İKİNCİ EL PİYASASINDA CHANGE YÖNTEMİ SIKLIKLA KULLANILIYOR’ Dolandırıcıların izlediği change yöntemiyle ilgili de önemli bilgilerin altını çizen Erol Şahin, “Change araç, öncesinde çalınmış veya herhangi bir sebeple değiştirilmiş olan, genellikle motor numarası ve şase numarası üzerinde değişiklik yapılarak satışa sunulan araçlar için kullanılan genel bir ifade… İkinci el piyasasında talebin yükseldiği dönemlerde change araçlarla sıkça karşılaşılıyor. Bu araçlardan uzak durmak gerekiyor. Güvenilir bir ekspertizde tüm bu işlemler rahatlıkla anlaşılır” dedi. ‘AĞIR HASARLI ARAÇLAR, CAN GÜVENLİĞİ BAKIMINDAN KULLANIMA UYGUN DEĞİL’ Piyasada ağır hasar kaydı olan çok fazla araç bulunuyor. İkinci el araç arayışında olanlar son dönemde bu araçlara çok ilgi gösteriyor. Peki 'hasar kaydı' ve 'ağır hasar kaydı' arasında nasıl farklar var? Satın alırken nelere dikkat etmek gerek? “‘Hasar kaydı ile ağır hasar kaydı aynı mıdır?’ sorusu ikinci el araç arayışında olanların zihnini sıkça meşgul eder. Hasar kaydı ve ağır hasar kaydı aynı şey değildir” diyen Erol Şahin, “İki kayıt arasındaki en temel fark; hasar kaydında aracın tamir masraflarının araç değerinin yüzde 70'inin altında kalması, pert yani ağır hasarlı araçlarda ise yüzde 70'in üzerine çıkmasıdır” dedi. Şahin, şu bilgilerin altını çizdi:“Pert kaydı olan araçların hasar kaydı olan araçlardan en büyük farkı, onarılan aracın hem ekonomik açıdan hem de can güvenliği bakımından kullanıma pek uygun olmamasıdır. Ayrıca hasar kaydı olan araçlara sigorta şirketleri tarafından kasko poliçesi yapılırken, pert kaydı olan araçlar için kasko poliçesi sigorta şirketleri tarafından sınırlanabilir. Özetle ağır hasarlı araçların trafikten çekilmesi daha doğrudur.” ‘HASAR KAYDI VE PERT KAYDI SORGULAMASININ BİRDEN FAZLA YOLU VAR’ Hasar kaydı ve pert kaydı sorgulaması yapmanın birden fazla yolu olduğunu da söyleyen Erol Şahin, “İlk ve en ulaşılabilir yol, e-Devlet sistemi üzerinde Sigorta Bilgi ve Gözetim Merkezi bölümündeki hasar kaydı sorgulama ekranıdır. Bu hizmeti kullanarak yalnızca kendi üzerinize kayıtlı araçların hasar kaydı sorgusunu yapabilirsiniz. Satın almayı düşündüğünüz araçların kayıtlarını sorgulamak için ise Sigorta Bilgi ve Gözetim Merkezi internet sitesinden faydalanabilirsiniz” dedi.HURDA İLE PERT ARASINDAKİ FARK NEDİR? “Halk arasında hasarlı araçlar hurda ya da pert olarak adlandırılsa da söz konusu durumlar sigortacılıkta ‘ağır hasarlı’ veya ‘tam hasarlı’ olarak ifade ediliyor” diyen Erol Şahin, “Ağır hasarlı olan araçlar gerekli onarımın ve bakımın yapılmasının ardından tekrar trafiğe çıkabiliyor. Ancak tam hasarlı olan araçlar için ‘hurda belgesi’ düzenleniyor. Hurda araçlar bir daha trafiğe çıkamıyor” dedi. TAMİR EDİLMİŞ HAVA YASTIKLI ARAÇLARA DİKKAT! Tamir edilmiş hava yastıklı araçlar sıklıkla karşımıza çıkıyor. Emniyet kemeri fişekleri de hasar sonrası değiştirilerek kullanılıyor. Bunlar nasıl riskler barındırıyor? Erol Şahin, “Tamir edilmiş hava yastıklı araçlar, yasal olarak alınabilir ve satılabilir. Ancak tamirin hangi şartlarda ve kimler tarafından yapıldığı çok önemli... Yani yetkili ve ehil ellerde yapıldığının bilinmesi gerekir ki bu da çok zor bir karardır. O nedenle olabildiğince emin olmadan bu tür araçların alınması risklidir. En doğru hareket orijinal şekilde değiştirilmiş hava yastığı ve emniyet kemeri kullanımıdır. Aksi takdirde kazalarda hiçbir koruyuculuğu olmayacaktır” ifadelerini kullandı.
İnternet siteleri ve uygulamalar üzerinden dolandırıcılık faaliyetleri her geçen gün artıyor. Özellikle bazı sosyal medya platformları ile illegal kumar ya da bahis mecraları üzerinden gerçekleştirilen suçlarda büyük bir artış yaşanıyor. “Tek kuruş harcamadan binlerce lira kazanın” mesajları son dönemde sosyal medyada yaygınlaşmaya başladı. Bu ilanların arka planında 'banka hesabı kiralama' olarak özetlenen dolandırıcılık yöntemi yatıyor. Ancak basit bir şekilde para kazanmanın cazibesine kapılanlar kendilerini bir anda suç işlemiş halde bulabiliyor. ‘PROFESYONEL GRAFİKLERLE KENDİLERİNİ İNANDIRICI HALE GETİRİYORLAR’“Banka hesap kiralama ilanları sosyal medyada daha çok X (Twitter) platformunda karşımıza çıkıyor” diyen Siber Güvenlik Uzmanı Osman Demircan, “Diğer sosyal medya platformlarında ise sponsorlu reklam veriyorlar. Profesyonel grafiklerle kendilerini daha inandırıcı hale getiren dolandırıcılar, insanları tuzaklarına çekiyor. Sadece aktif olarak kullanmadığımız banka ve dijital para hesaplarımızı değerlendireceklerini bunun için aylık ödeme yapacaklarını belirtiyorlar” dedi. ‘HEDEFLERİNDE EN ÇOK ÜNİVERSİTE ÖĞRENCİLERİ OLUYOR’Aylık ödeme miktarlarının asgari ücretin 2-3 katı olmasının vatandaşlara kârlı bir iş izlenimi verdiğinin altını çizen Demircan, “Hedeflerinde en çok üniversite öğrencileri oluyor. ‘Hesabını kirala ek gelir sağla’ ilanlarının en çok üniversite kayıt zamanları çıktığını gözlemliyoruz. Yoğunluğu bu dönemde artırıyor olsa da diğer zamanlarda da tuzaklarına sosyal medya kullanıcılarını çekmeye çalışıyorlar. Maalesef başarılı da oluyorlar. 'Teklifiniz ile ilgileniyorum' yanıtını aldıktan sonra hesap bilgilerinin dolandırıcılarla paylaşılmasıyla, söylenen ücret kişinin hesabına yatırılıyor. Parayı hesabında gören kişiler de ortada bir dolandırıcılık olmadığına kanaat getiriyor” ifadelerini kullandı. ‘SIM KARTA SAHİP OLMAK DOLANDIRICILAR İÇİN ÇOK ÖNEMLİ’Osman Demircan, “Yüksek miktarda para vaadinin yanında bazı derecelendirmeler de mevcut. Şöyle ki sadece banka hesabı erişim bilgileri için teklif edilen para miktarı belli. Banka hesabının açılması esnasında sisteme tanıtılan telefonun SIM kartı ile şifresiyle birlikte banka kartını da dolandırıcılara vereceklere ise çok daha fazla ödeme vadediliyor” diye konuştu.“SIM karta sahip olmak dolandırıcılar için çok önemli” diyen Demircan, dolandırıcıların izlediği yolla ilgili şu bilgileri verdi:“Bu şekilde yüklü para transferlerinde SMS onayını hızlıca verebilecekleri gibi, yürüttükleri illegal işlerde oluşan para trafiklerinin bilgilendirme mesajları da sadece kendilerine gelmiş oluyor. Böylece hesabın kiralandığı kişi hesabın ne amaçla kullanıldığını anlamamış oluyor. Kendi adlarına olmayan bir banka hesabına diledikleri gibi erişebilen dolandırıcılar ise bu hesapları birçok farklı amaç için kullanabiliyor. En sıklıkla karşılaşılan durum kaynağı belli olmayan para transferleri…”‘DOLANDIRICILAR PARAYI ALIP KAYBOLURKEN HESAP SAHİBİ BAŞ ŞÜPHELİ HALİNE GELİYOR’“Telefonları hack'lenerek banka hesapları ele geçirilen vatandaşların paraları ya da kaynağı belli olmayan paraların yurt dışından yurt içine transferi de bu hesaplar ile gerçekleşiyor” diyen Demircan, “Bunun dışında özellikle sosyal medya üzerinden yapılan faturasız sahte ürün satışlarında da 'kiralık' hesapların kullanıldığı biliniyor” diye konuştu ve ekledi:“Bu kadar illegal sürecin sonunda kaynağı belli olmayan ya da dolandırıcılık ile elde edilen bu paralar tespit edildiğinde, maalesef dolandırıcılar yerine hesap sahibine ulaşılıyor ve bu yasa dışı süreç ile hiç alakası olmayan vatandaşlar uluslararası illegal bir para trafiğinin ya da dolandırıcılık olaylarının baş şüphelisine dönüşüyor. Çünkü tüm süreç onların adına açılmış bir hesap üzerinden yönetiliyor.Tüm bunların yanında kiralık hesapların, illegal bahis süreçlerinde de kullanıldığı biliniyor. İllegal şekilde kurulan bahis sitelerinin gelirleri bu kiralık hesaplarda biriktiriliyor. Sonrasında dolandırıcılar tüm parayı alıp ortadan kaybolurken hesap sahibi illegal bahis işinin baş şüphelisi haline geliyor.”'TEKLİF ÇOK CAZİP OLSA DA HESAP BİLGİLERİ VE SIM KART KİMSEYE VERİLMEMELİ' “Sosyal medya üzerinde hiçbir risk yokmuş gibi görünen tekliflerden tamamen uzak durmak gerek” diyen Osman Demircan, “Kanunen yasak olan banka hesabı kiralama tekliflerinin hiçbiriyle kesinlikle ilgilenilmemeli. Eğer bu teklif bir bankadan geliyormuş gibi görünüyorsa paylaşımı yapan hesabın doğruluğunun teyit edilmesi ya da banka ile iletişime geçilmesi gerekiyor” vurgusunu yaptı.Demircan, şöyle devam etti:“Teklif çok cazip olsa da banka hesap bilgileri ve özellikle telefon numarasının bağlı olduğu SIM kart kesinlikle hiç kimseye teslim edilmemeli. Aksi takdirde illegal para transferlerinin yanında telefon numarasının bağlı olduğu tüm hesaplar da kaybedilebilir. Ayrıca şunu unutmamak gerekiyor, adımıza kayıtlı telefonlar e-Devlet sistemi üzerinden görüntülenebiliyor. Bu telefon numarasının illegal bir iş için kullanılıyor olması, hat sahibini birinci dereceden zanlı haline getirecektir. Bir suçun parçası olmamak için banka hesapları, kripto para hesapları ve dijital para platformlarındaki hesapların sadece hesap sahibi tarafından kullanılması çok önemli.” IBAN DOLANDIRICILIĞINA DA DİKKAT! Banka hesap kiralama dışında IBAN dolandırıcılığı da son dönemde sıklıkla gözleniyor. Burada dolandırıcılar nasıl bir yöntem izliyor? “Dolandırıcılar kaynağı belli olmayan ya da illegal yollarla elde edilmiş paranın aklanması için yine sosyal medya üzerinden iletişime geçtikleri kişilerden IBAN numaralarını talep ediyor” diyen Osman Demircan “Seçilen kişiye, 'Benim hesabım donduruldu' ya da 'Hesabıma erişim sağlayamıyorum' gibi bahaneler sunuluyor ve IBAN numarası isteniyor. Paranın o kişinin hesaba yatırılması karşılığında küçük bir komisyon ödeneceği ama tek şartın paranın nakit olarak teslim edilmesi olduğu söyleniyor" dedi ve ekledi: "Dolandırıcı kaynağı belli olmayan parayı kendine ait olmayan hesaba transfer ettirip, hesap sahibinden nakit olarak aldığında aklamış oluyor. Bu tarz bir para transferi dolandırıcılar tarafından gerçekleştirildiğinde ve teknik takibe takıldığında zanlı yine hesap sahibi gibi görünüyor.” 'KENDİNİZİ KARA PARA AKLAMA VE TERÖRİZMİN FİNANSMANI DAVALARININ İÇİNDE BULABİLİRSİNİZ'Peki banka hesabını kiraya veren kişilerin karşı karşıya olduğu riskler neler?Bu soruyu Avukat Ceren Küpeli’ye sorduğumuzda “En kritik olandan başlamak gerekirse; kaynağını bilmediğiniz bir para hesabınıza düştüğü andan itibaren, kendinizi suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama ve terörizmin finansmanı gibi davaların içinde bulabilirsiniz” cevabını verdi. Küpeli, konuya dair şu önemli bilgilerin altını çizdi:-- Gerçekten hukuken başınıza gelebilecek en kötü senaryo bu çünkü böyle bir durumda suç, 'devlete karşı işlenmiş suç' mahiyetinde oluyor. Örgütle işlenmesi gibi ağırlaştırıcı bir unsuru bulunuyor. Kişiler, çok uzun süreli hapis cezası öngörüsüyle ağır ceza mahkemelerinde yargılanıyor.-- Hesabını kiralayanları bekleyen bir diğer hukuki risk, kiralayan kişilerin işledikleri suç her ne ise örgüt kapsamında aynı suçtan yargılanmalarıdır. Genellikle illegal bahis dosyalarında, kripto varlıkların getirilerinin paraya çevrilmesinde ve nitelikli dolandırıcılık dediğimiz internet ortamında gerçekleştirilen dolandırıcılık vakalarının son halkasında, farklı birine suçu yıkmak üzere böyle kiralanan hesapların kullanıldığını görüyoruz. Bunlar genellikle çocuklar çıkıyor.-- Geçtiğimiz seneye kadar benzer dosyalarda çocuğun kullanıldığı kabul edilerek savcılık tarafından takipsizlik veriliyordu. Ancak son dönemdeki davalarda banka hesabını bilerek isteyerek kiraya veren bir kişinin savunmasının takipsizlik için suçla eylem arasındaki illiyet bağını kesmeye yeterli gelmediğinin değerlendirildiğini ve hesap sahiplerinin suça müşterek faillikten ceza aldıklarını görüyoruz.-- Özetle, “Banka hesabımın suçta kullanılacağını bilmiyordum” savcılıklar nezdinde tek başına kabul gören bir savunma değil, bunu açıkça belirtelim.BANKALARIN HESAP KİRALAMA KONUSUNDAKİ SORUMLULUĞU NEDİR? “Davaları incelediğimizde 2004-2005 doğumlu gençlere ait banka hesaplarında, hesap açıldıktan kısa bir süre milyon liraları bulan ve sürekli aktif para transferleri olduğunu görüyoruz” diyen Ceren Küpeli, “18 yaşında bir gencin bu büyük meblağlı paralarla sık para transferi işlemleri gerçekleştirmesi bize şüpheli gelse de bankaların birçoğunun benzer olayları şüpheli işlem olarak değerlendirmeden süreci sadece izlediklerine dava dosyalarından şahit oluyoruz” ifadelerini kullandı. Küpeli, “'5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun' uyarınca banka, kredi kuruluşları yasa dışı yollardan elde edildiğine dair bir şüphe gerektirecek işlemle karşılaşmaları durumunda bu işlemi 'Malî Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığı'na bildirmekle mükellef. Aynı şekilde böyle bir şüpheli işlem durumunda 'Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 128’inci maddesine uygun olarak kişinin malvarlığına el koyabilir ve gizli soruşturmacı atayabilirler. Yasal düzenlememiz var ama uygulama için adım atılmasını bekliyoruz” diye konuştu. ‘IBAN’A GELEN HABERSİZ PARADA VAKİT KAYBETMEDEN HAREKETE GEÇMEK ÇOK KRİTİK'IBAN ile ilgili dolandırıcılık faaliyetleri de çok fazla… Örneğin hiç haberimiz yokken dolandırıcılar hesabımıza para gönderebiliyor. Bu noktada hukuki olarak nasıl bir yol izlemek gerekiyor? “Para transferi her zaman kişiyi mevcut bir suçun içine çekebilecek bir olaydır” diyen Ceren Küpeli “Size parayı gönderen kişinin bir suç soruşturması kapsamında incelenmesi durumunda, savcılık tarafından öncelikle size neden ve ne sıklıkta para gönderildiği sorgulanacaktır” dedi.Küpeli, “Eğer haberiniz olmadan bir para gönderildiyse, bu paraya yönelik nasıl bir ihbar süreci işlettiğiniz incelenecektir. Dolayısıyla böyle bir durumda, ivedi şekilde bankanıza giderek bilmediğiniz bir kişiden para transferi gerçekleştirildiğini bildirmenizi ve bu bildiriminizi delil haline getirecek bir yazıyı bankadan almanızı tavsiye ediyorum. Böyle olaylarda vakit kaybetmemek kritiktir. Para transferine itirazı beklettiğiniz süre, sizin bu aktarımı kabulünüz şeklinde yorumlanabilir” ifadelerini kullandı.
Telefon bataryalarındaki patlama haberleri son zamanlarda endişe yaratmaya başladı. İlk örnek Artvin'in Hopa ilçesinden... Bir kafede oturan üniversite öğrencilerinden birine ait cep telefonunun bataryası, telefon masanın üzerinde dururken adeta bomba gibi patladı. Garsonun sipariş aldığı esnada meydana gelen olay sırasında kısa süreli panik yaşandı. İkinci olayda İstanbul Sultanbeyli'de caddede yürüyen bir vatandaş, arka cebindeki telefonundan gelen sıcaklığı fark etti. Vatandaş, telefonunun kılıfını çıkarmaya çalıştığı sırada yoğun duman oluştu ve telefon bir anda patladı. İlginç olan, cihaz üç ay önce satın alınmış olmasıydı. İstanbul Sultangazi’de bulunan bir cep telefonu teknik servisinde de patlama meydana geldi. Telefon, bataryasının değiştirilmesi için teknik servise getirilmişti. İşlem sırasında, batarya alev alarak patladı. Telefon bataryalarının yanı sıra şarj aletlerindeki patlama olaylarında da ciddi bir artış görülüyor. Üst üste bu olayların yaşanması akıllara ‘Bu patlamalar neden gerçekleşiyor? Kullanıcı olarak biz mi hatalıyız yoksa cihazlar mı sorunlu?’ sorularını getiriyor. ‘AŞIRI ISINMA PATLAMANIN HABERCİSİDİR’Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz İş Sağlığı ve Güvenliği Uzmanı Canan Akın, “Bataryanın aşırı ısınması ve darbe alması, patlama meydana geleceğinin habercisidir. Bir diğer önemli nokta da akım büyüklüğüdür. Akım çok büyük olduğunda lityum iyonları büyük sorunlar çıkarabilir” dedi ve ekledi: “Artık tüm akıllı telefonlarda, tabletlerde, dizüstü bilgisayarlarda lityum pil kullanılıyor. Lityum-iyon piller, yanıcı elektrolitlere sahip olduğundan hasar gördüğünde veya yanlış şarj edildiğinde patlamalara ve yangınlara sebep olabileceği gibi, uygun şekilde tasarlanıp üretilmediğinde de güvenlik tehlikesi oluşturabiliyor. Lityum iyonları yüksek ve akımın fazla olduğu şarjda telefonun malzemesi üzerinde elektron üreterek lityum atomik kristalizasyona neden olur. Çok tehlikeli olan bu durum, pil kabuğunun kırılması ile patlama meydana getirir.” ‘DÜŞME KAYNAKLI HASARLAR BATARYANIN İÇ İŞLEYİŞİNİ BOZABİLİR’Akademisyen ve teknoloji yatırımcısı Ergi Şener ise “Bir akıllı telefonun yanması veya patlaması pek çok sebepten kaynaklanabilir ve çoğu zaman bu problem cihazın bataryası ile ilgilidir. Modern mobil cihazlar, şarj edilebilir olabilmeleri için dikkatlice dengelenmiş pozitif ve negatif elektrotları içeren lityum-iyon pillerle çalışır. Bir sorun çıktığında, bataryanın iç bileşenleri bozulabilir ve yangınlara yol açabilecek patlayıcı bir tepki oluşturabilir” dedi. Şener, şöyle devam etti: -- Bu durum birden fazla nedenden kaynaklanabilir ancak en yaygın sorun aşırı ısınmadır. Şarj edilen bir batarya veya aşırı çalışan işlemci çok hızlı bir şekilde ısınırsa, telefonun bileşenlerinin kimyasal yapısını bozabilir. Bataryalarda, 'termal kaçış' adı verilen bir zincirleme tepki, bataryanın daha fazla ısı üretmesine ve sonunda ateş almasına veya patlamasına neden olabilir. -- Telefonunuzun aşırı ısınması da farklı nedenlere dayanabilir. Fiziksel hasar, düşmeden veya aşırı bükülmelerden kaynaklanan türden hasar, bataryanın iç işleyişini bozabilir. Telefonu uzun süre güneşte bırakmak, kötü amaçlı yazılımların işlemciyi aşırı çalıştırması veya şarj sorunları, cihaz içinde kısa devre oluşturabilir. -- Doğrudan kontrolünüz dışında bir durum da gelişebilir. Bataryalar zamanla kötüleşir, bu yüzden bir cihaz birkaç yıl boyunca kullanılmışsa iç bileşenlerin zayıflaması, şişmeye ve aşırı ısınmaya neden olabilir. Telefonun üretimindeki bir sorun da bu sorunları tetikleyebilir. 'TELEFONLAR DÜZ BİR ALANDA ŞARJ EDİLMELİ'“Cihazların şarj süreçlerini telefon ya da cihaz üreticilerinin yönergeleri ya da talimatları doğrultusunda planlamakta yarar var” diyen Ergi Şener, üreticiye göre değişiklik gösterse de genel bazı püf noktaları olduğunu belirtti: -- Öne çıkan üreticilerden olan Apple’ın cihazlarına yönelik yönergelerinde, iPhone'ların sadece iyi havalandırılan ortamlarda ve masa gibi düz yüzeylerde şarj edilmesi gerektiği belirtiliyor. Apple, battaniye, yastık veya insan vücudu üzerinde şarj etmeyi kesinlikle önermiyor. Aslında bunu diğer markaların cihazları için de dikkate alabiliriz. -- Cihazlar genel olarak şarj olurken ısı üretir. Bu ısı, sınırlı alanlar nedeniyle etkili bir şekilde dağılamadığında, yanıklara yol açabilir veya daha ciddi durumlarda yangın çıkarma riski taşır. Dolayısıyla, şarj edilen bir telefonu yastığınızın altına yerleştirmek, akıllı telefon kullanıcıları için en riskli uygulamalardan biri olarak kabul edilir. Kullanıcılar cihazlarını, güç adaptörünü veya kablosuz şarj cihazını bir güç kaynağına bağlıyken battaniyeye, yastığa veya vücutlarına temas ettirmemelidir.YILDIRIMLI HAVALARDA TELEFONU ŞARJ ETMEYİN!“Bazı evlerin tesisatında topraklama olmaması veya topraklamanın yanlış yapılmış olması binaya yakın bir yere yıldırım düşse dahi tehlikeye neden oluyor” diyen Ergi Şener, “Bu nedenle, yıldırımlı havalarda telefonu şarj etmemekte yarar var. Bununla birlikte evimizde ve ofisimizde, hem cihazlarımızı hem de anlık elektrik çarpmasına karşı kendimizi korumak için mutlaka sigorta kutusunda doğru tasarlanmış kısa devre akım koruması şalterinin olmasına özen göstermek gerekiyor” ifadelerini kullandı. ‘TELEFON ŞARJDAN ÇIKARILANA KADAR AŞIRI ISINMIŞSA PİROFORİK MADDE HALİNE GELİYOR’“Telefon şarjdan çıkarılana kadar cihaz aşırı ısınmışsa, piroforik yani kolay tutuşan madde haline geliyor” diyen Canan Akın, “Piroforik maddeler, karışımlar ve çözeltiler hava ile temas ettiğinde birkaç dakika içerisinde tutuşan maddelerdir. Şarjdan çıkarılsa bile aşırı ısınmış madde hava ile temas ettiğinde yanma gerçekleşir” dedi.“İnsanlar genelde akşamları yatmadan önce telefonlarını şarja takıyor ve telefon sabaha kadar şarjda takılı kalıyor. Bu yapılan en büyük hatalardan…” diyen Canan Akın, “Elektronik cihazların özellikle de cep telefonlarının aşırı ısıyla karşı karşıya kaldığında patlayıp yangın çıkmasına sebebiyet vermesinden dolayı gece yatarken telefonun şarjda bırakılmamasını şiddetle tavsiye ediyoruz” ifadelerini kullandı.ELEKTRİK KESİNTİSİ SONRASINA DİKKAT!Elektrik kesintisi sonrası tekrar enerji geldiğinde veya ani şebeke geriliminin düşük, yüksek ya da dalgalı geldiği diğer durumlara elektronik cihazların bozulması ve yangın çıkması söz konusu olabiliyor mu? Bu noktada nelere dikkat etmek gerekiyor? Ergi Şener, “Elektrik dalgalanmaları özellikle de yüksek voltaj içerenler, elektronik cihazlar için risk oluşturabilir ve potansiyel olarak hasara veya aşırı durumlarda yangına neden olabilir. Bir kesintiden veya voltaj seviyelerindeki düzensizliklerden sonra gücün aniden geri gelmesi, elektronik aksamı olumsuz yönde etkileyebilir. Bu gibi durumlarda elektronik cihazları korumak için aşırı gerilim koruyucuları veya voltaj regülatörleri kullanılması tavsiye edilir” dedi. Şener, şu önemli bilgilerin altını çizdi:-- Bu cihazlar, gelen voltajın düzenlenmesine yardımcı olarak ani dalgalanmaların etkisini azaltabilir. Elektrik kesintileri veya dalgalanmalar sırasında hassas elektronik ekipmanların fişinin çekilmesi de hasarı önlemede etkilidir.-- Ayrıca elektronik cihazların ve güç kaynaklarının kullanımına ilişkin üretici talimatlarına uymak da önemlidir. Bazı cihazların voltaj değişimlerine karşı belirli toleransları olabilir ve bu kurallara uymak hasar riskini azaltabilir. Sık güç dalgalanmaları veya güvenilmez güç kaynağı durumlarında, kesintisiz güç kaynağı (UPS) sistemlerine yatırım yapmak, geçici yedek güç sağlayarak ve bağlı cihazlara voltaj çıkışını stabilize ederek ek koruma sunabilir. Güç kaynağındaki ani değişikliklere karşı dikkatli ve hazırlıklı olmak, elektrik dalgalanmaları veya voltaj dalgalanmaları nedeniyle elektronik cihazların zarar görmesi riskini önemli ölçüde azaltabilir.
Dünyada futbol denince akla ilk olarak erkek futbolu gelse de UEFA’nın 2000'li yılların başından itibaren kadın futboluna ilgiyi artırması, Avrupa’daki pek çok ülkede kadın futbol liglerinin kurulmasını sağladı. Ülkemizde de Türkiye Futbol Federasyonu Gelişim Direktörlüğü tarafından yürütülen eğitim ve tanıtım çalışmaları sonucunda kısa sürede kadın futbolunda önemli atılımlar yapıldı. Kadın futbolumuzun bilinirliği, kısa bir geçmişe sahip olmasına rağmen son yıllarda artmaya başladı. Bu durumun oluşmasında Galatasaray ve Fenerbahçe gibi köklü kulüplerin kadın takımları kurmaya başlaması ile önemli markaların takımlara ve lige sponsor olmasının payı oldukça büyük. Ancak yine de pek çok eksik bulunuyor. Kadınlar Futbol Ligi, profesyonel bir lig olmasına rağmen amatör izlenimi veriyor. Üç büyükler de dahil pek çok takım maçlarını tesislerde oynuyor. Avrupa'da kadınlar ortalama 20 bin, hatta önemli maçlarda 50-60 bin seyirciye oynuyorken, ligimizde bugüne kadar birkaç özel maç dışında henüz bu rakamları görebilmiş değiliz. Üstelik ligin bir yayıncı kuruluşu da yok. Bu durum, kadın futbolunun görünürlüğünü olumsuz etkiliyor. Peki, yeni projelerle kadın futbolunda atılan adımlar sonucu şu an hangi seviyedeyiz? Sorunları çözmek için neler yapılmalı? Futbolcular bu süreçten nasıl etkileniyor?Bunun gibi pek çok soruya teknik direktörler ve spor yazarlarıyla cevap aradık.‘GELİŞTİRME VE BÜYÜTME ÇABALARI DEVAM EDİYOR’Kadın A Milli Takım Teknik Direktörü Necla Güngör, önceden kadın futbolunda normalleştirme çabaları varken şu an geliştirme ve büyütme çabalarının devam ettiğini söyledi. Güngör, “Takip etmek ve taraftar oluşturmak adına büyük kulüplerin haricinde kalan takımlarımızın yerel desteklerle büyümeye çalıştığını görüyoruz. Özellikle Milli Takım tarafında bilinirliğin artması, alınan sonuçlar ve en önemlisi oynanan oyun sonrası ciddi bir hareketlilik gözleniyor” dedi.“Şimdi yatırım yapma ve geleceği şekillendirme zamanı” diyen Güngör, “Altyapı çalışmalarının başlaması, havuzu genişletme, kadın futbolunun ulaşılabilir kulüplerde yer alması ve branşlaşma faaliyetlerinin artması gereken bir süreçte ilerliyoruz. Geçmişe göre çok yol aldık. Ancak şu an en önemli sürecin içindeyiz. Yatırım yapan kulüpleri küstürmeden, gerekli destekleri alarak ilerlemek gerekiyor” ifadelerini kullandı.Gazeteci ve Spor Yazarı Banu Yelkovan da kadın futbolunun bilinirlik sorununun yavaş yavaş geride kaldığını ancak hâlâ büyük bir ‘görünürlük’ sorunu olduğunu vurguladı. Yelkovan, “Seviyemiz Avrupa ile karşılaştırılınca doğal olarak çok yüksek değil, çünkü oyuncu havuzumuz yeterli değil. Yabancı oyuncular oyuna ve takımlara bir ivme kazandırıyor olsalar da altyapıya ve altyapı kulüplerine yapılacak yatırımla kısa, orta ve uzun vadeli hedefler ayrı ayrı kurgulanmalı ve hayata geçirilmeli” ifadelerini kullandı. ‘YERLİ KALİTELİ OYUNCU SAYISI, LİGİN KALİTESİNİ ARTIRMAK İÇİN HENÜZ YETERLİ DEĞİL’Bir dönem Galatasaray Kadın Futbol Takımı’nın teknik direktörlüğünü yapan, şu anda da kurucusu olduğu Küçükçekmece Akdeniz Spor Kadınlar Takımı Teknik Sorumlusu olan Nurcan Çelik ise yerli kaliteli oyuncu sayısının ligin kalitesini artırmak için henüz yeterli olmadığını söyledi.Çelik, “Hal böyle olunca lig, erkek futbolunun temposuna aşina taraftar kitlesinin henüz çok ilgisini çekmedi. Görünürlük de yeterli düzeyde değil. Hâlâ ligin daha fazla pazarlamaya ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Şu an tempoyu yabancı oyuncular yükseltiyor. Yerli oyuncu havuzu altyapı bakımından da yeterli olmuyor. Çünkü oyunun temposunu yükseltemiyor. Her geçen gün oyunumuzu geliştiriyor olsak da bizim bir atlet kondisyonuna sahip yetenekli futbolculara ihtiyacımız var. O zaman kadın futbolu ülkede istediği seyirci sayısına ulaşacaktır” ifadelerini kullandı.'NİTELİKLİ ANTRENÖR SAYISININ ARTMASI GEREKİYOR'Türkiye’de kadın futbolunun hâlâ emekleme döneminde olduğunu söyleyen Teknik Sorumlu ve Spor Yorumcusu Semih Sezerli, “Çünkü karşısında birçok engel var. Evet, belli başlı atılımlar var. Yabancı oyuncu sayısının artması oyun kalitesine olumlu etki yapıyor, Milli Takım'ın bir üst lige çıkması çok pozitif bir gelişme. Ancak Avrupa’nın çok uzağındayız. Avrupa ile bizim kadın futbolumuz arasında ciddi anlamda bir kilometre farkı var” dedi.“Ayrıca sözde çok ilgi gören erkek futbol branşında bile statların doluluk oranı ne yazık ki ortada…” diyen Sezerli, “Baş üstü takımların dışında Süper Lig de dahil olmak üzere birçok takımın stadında büyük boşluklar görebiliyoruz. Kadın futboluna dönersek; sadece oyun-oyuncu kalitesi olarak değerlendirmek de doğru olmaz. Bir ligin kalitesini belirleyen en büyük etkenlerden biri de nitelikli antrenörler ve profesyonel ekiplerdir. Nitelikli antrenör sayısının artması gerekir. Bunun için de çalışanların yaşam koşullarını sürdürebilecekleri kazançlar sağlanmalı” ifadelerini kullandı. ‘KIZ ÇOCUKLARININ ERKEK ÇOCUKLARLA BİRLİKTE FUTBOLA BAŞLAMASINI SAĞLAMALIYIZ’Fatih Vatan Spor Kadınlar Takımı Teknik Sorumlusu Hilmi Bugüner ise gelişimin daha da artması için kız çocuklarının erkek çocuklarla birlikte futbola başlaması gerektiğini savundu.Bugüner, “Altyapılarda 2-3 maç oynatarak değil, her sezon minimum 20-30 resmi lig müsabakası oynatarak, iyi eğitim almış antrenörlerle birlikte kalitenin yükseltilmesi için yatırımlar yapmak zorundayız. Bunu okullar arası tam saha kadın futbol maçları gibi etkinliklerle destekleyebiliriz. Ancak bu şekilde kaliteyi ve popülariteyi yükseltebilirsek tribünlere seyirci çekebiliriz. Maalesef amatör statüde devam eden ligimiz Avrupa’daki birçok ligden kalite olarak çok geride… Fakat son iki yıldır olumlu ve umut verici adımlar atıldığını görmek bizi gelecek adına sevindiriyor” dedi.Suudi Arabistan takımları Şampiyonlar Ligi'ne girecek mi? ‘Mahalle maçına kendi topunu getiren zengin çocuğa benzetiyorum'‘KADIN FUTBOL A TAKIMI VE SÜPER LİGİ DİYORUZ ANCAK GÖRDÜKLERİ MUAMELE U21 TAKIMI GİBİ’Ligde şu an ciddi bir stadyum sorunu bulunuyor. Profesyonel bir lig olmasına rağmen üç büyükler de dahil pek çok takım maçlarını tesislerde yapıyor. Örneğin geçtiğimiz hafta sonu Galatasaray-Fenerbahçe derbisi Metin Oktay Tesisleri’nde oynandı. Bu durum kadın futbolunun gelişimi açısından nasıl olumsuzluklar ortaya çıkarabilir? “Profesyonel gibi lanse edip amatör davranış sergiliyoruz” diyen Semih Sezerli, “Örneğin 'Kadın Futbol A Takımı' ve 'Süper Ligi' diyoruz ancak gördükleri muamele U21 takımı gibi. Hatta bazıları U21 takımı kadar bile muamele görmüyor. Anadolu’da birçok kulüp amatör sahalarda oynuyor, bazıları antrenman yapacak saha bulamıyor. Beşiktaş Gaziosmanpaşa’da bir statta oynuyor. TFF’nin acilen saha kriteri ve çim saha zorunluluğu getirmesi gerek. Kadın futbolu da en az diğer tüm branşlar kadar değer görmeli” dedi.Banu Yelkovan da maçların antrenman tesislerinin ötesinde oynanması gerektiğini düşünüyor. Yelkovan, “Ben 'Büyük kulüpler stadyumlarını kadın takımlarına açsınlar, maçlar orada oynansın' demiyorum. Çünkü zeminlerin bozulma endişesiyle bunu yapmayacaklarını biliyorum. Zaten o kadar fazla kapasiteli statlara şu an için gerek yok. Ama maçların antrenman tesislerinin ötesinde oynanması gerektiğini düşünüyorum. 'İlgi olmadığı için burada oynanıyor' deniyor. Her ne olursa olsun stadyum sorununun çözülmesi gerekiyor” ifadelerini kullandı. ‘SÜPER LİG’DE TAKIMI OLAN BÜYÜK CAMİALARIN TESİSLERİNDE HAKEMLER CİDDİ BASKI ALTINDA KALIYOR’“Antrenman sahalarıyla birlikte stadyumların sayısının yetersizliği yıllardır Türk futbolunun genel problemi” diyen Hilmi Bugüner, “Stadyumlar yetersiz kalınca, kulüpler kendi tesislerinde maç oynamak zorunda kalıyorlar. Bu durumu ben de çok adil bulmuyorum. Özellikle erkekler Süper Ligi’nde takımı olan büyük camiaların tesislerinde hakemler ciddi baskı altında kalıyorlar. İşlerini sağlıklı bir şekilde yapamıyorlar” dedi ve ekledi: “Bu sektöre tüm kulüpler emek veriyor. Bir yıllık emek, bu durumdan dolayı çalındığı zaman bu işe gönül veren insanların birer birer bu işten vazgeçmelerine sebep olabilir. Bu da kadın futbolunun gelişimini olumsuz etkileyebilir. Maçları sağlık açısından elverişli zeminlerde ve daha tarafsız stadyumlarda oynamamız gerekiyor.”Genç oyuncu neden yetiştiremiyoruz? Yeni Arda Güler kim olabilir? ‘2004 doğumlular arasında en iyisi...’‘KADIN FUTBOLUNUN BİR SONRAKİ AŞAMAYA GEÇEBİLMESİ İÇİN YAYINCI KURULUŞA İHTİYACI VAR’Şu an Kadınlar Futbol Ligi’ndeki maçları yayınlayan bir yayıncı kuruluş bulunmuyor. Fenerbahçe ve Galatasaray gibi kendi kanalları olan kulüpler maçları kanallarından ya da YouTube sayfalarından canlı yayınlasalar da diğer takımların böyle bir imkânı bulunmuyor. Peki, yayıncı kuruluşun olmaması ligi nasıl etkiliyor? Kadın futbolunun naklen yayınlanmamasının, görünür olabilmesi adına en büyük engel olduğunun altını çizen Semih Sezerli, “Adı Süper Lig ancak statüde amatör. Sadece takvim müsait ise final ve final niteliği taşıyan birkaç müsabakanın yayınlandığını görüyoruz. Burada büyük bir çelişki var. Artık kadın futboluna sadece sosyal sorumluluk ve reklam amaçlı olarak bakmamak gerekiyor. Bu yapının büyümesi ve gelişmesi isteniyorsa müsabakaların naklen yayınlanmasıyla beraber gelir getirmesi sağlanmalı. Bir süre sonra teşvikin her anlamda arttığını ve yapının olgunlaştığını göreceksiniz” ifadelerini kullandı. “Ligin kesinlikle bir yayıncısı olmalı hatta ilk planda ihaleye bile gerek yok” diyen Banu Yelkovan, “Federasyon haftada bir kadın maçının sinyalini kendisi üretip yayınlamak isteyen herkese ki bence bu YouTube kanalları bile olabilir, bedelsiz verebilir. İlk sezonun sonunda hangi platform daha çok izleyici ile buluştuysa, ihale için daha doğru bir zemin oluşabilir. En kötü ihtimalle TRT’nin haftada bir maç yayınlaması gerektiğini düşünüyorum. Kadın futbolunun bir sonraki aşamaya geçebilmesi için yayıncı kuruluşunun olması gerekiyor” dedi. YENİ PROJELER SORUNLARI ÇÖZMEYE YETERLİ OLUR MU? Türkiye Futbol Federasyonu geçtiğimiz günlerde ‘Geleceğin Yıldız Kızları Projesi'ni basın toplantısıyla duyurdu. Bu adımla futbolcu havuzunu genişletmek ve kız çocuklarına 'fırsat eşitliği' sunmak hedefleniyor. Bu noktada şu iki sorunun cevabı oldukça önemli: Bu proje başarılı olur mu? Başka nasıl adımlar atmamız gerekiyor?Kadın A Milli Takım Teknik Direktörü Necla Güngör, “Geleceğin Yıldız Kızları, bizi çok heyecanlandıran, içeriğine baktığımız zaman Alfa kuşağını kapsayan, teknoloji ile entegre edilmiş ve en önemlisi fırsat eşitliği bakış açısı ile tüm Kadın Milli Takım kapılarını aralayan bir proje oldu” dedi. Necla Güngör, şu bilgilerin altını çizdi:-- Başlangıç için çok olumlu olacağını düşünüyoruz. Ancak sadece bu proje tek başına yeterli olur mu? Olmaz. Bu proje belli bir yaş grubunu kapsayan, sınırlı zaman aralığında seçilen ancak seçildikten sonra sürecin oyuncu için başlayacağı havuzu genişletmek adına önemli. En önemli adım ve adımlar kulüp tarafında ortaya koyulan altyapı çalışmaları olacak. Kulüplerimizin kendi bölgelerinde yer alan ilköğretim okulları ile entegre edilmiş çalışmalar yapmaları gerekiyor. Türkiye Futbol Federasyonu, Millî Eğitim Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı arasında geçtiğimiz günlerde protokol imzalandı. Bu protokolün en önemli maddelerinden biri kız çocuklarını futbol ile tanıştırma, tanıtma ve çalışmaların yapılması. -- Bu protokolün hayata geçmesi için öncelik olan eğitimcilerin eğitimlerine başlanmış durumda. Tüm Türkiye’de yer alan öğretmenlerimiz (Beden eğitimi öğretmeni olma zorunluluğu yok) eğitim almaya başladılar. Kadın futbolu adına önümüzdeki sene çok ciddi bir adım atılmış olacak. TFF’nin UEFA ile iş birliği yaptığı projeleri de var. Örneğin UEFA Playmakers projesi 5-8 yaş grubundaki kız çocuklarını kapsıyor. Kadın futbolunu büyütmek adına yapılan projeler elbette çok kıymetli ancak hep birlikte hareket edersek güç oluşabilir. Kolektif bakış açısı ve bu işi yatırım olarak görmek işi büyütecek etkenlerden… ‘GELECEĞİN YILDIZLARINI ARARKEN BUGÜN NE YAPTIĞIMIZA DA BAKMALIYIZ’Nurcan Çelik de projelerin gerekli ve önemli olduğunu ama oyuncuların geleceğini de doğru şekilde planlamak gerektiğini vurguladı.Çelik, “Yetenekli çocukların kulüplere ve Milli Takım'a kazandırılması çok önemli. Fakat ülkemizde altyapılara önem verilmediği için bu çocuklar daha sonrasında ne yapacak? Yani biz çocukları keşfediyoruz ama bu çocuklara yılda üç bilemediniz en fazla dört maç yaptırıyoruz. Sonrasından da bu çocuklar istediğimiz seviyeye çıkamıyor. Bu durumu da iyileştirmek gerekiyor. Altyapıya federasyonun acilen önem vermesi gerekiyor. Hatta her kulübün kadın futbol branşı açması şart olmalı. Özetle biz geleceğin futbolcularını ararken öncelikle bugün ne yaptığımıza da bakmalıyız. Bugünden onları yarına nasıl en iyi şekilde hazırlayacağımızın planını doğru şekilde yapmamız gerekiyor” ifadelerini kullandı. TÜM BUNLAR KADIN FUTBOLCULARI NASIL ETKİLİYOR?Görünen o ki kadın futbolunun daha da gelişmesi için önünde uzun bir yol bulunuyor. Peki tüm olumsuzlukları göz önünde bulundurduğumuzda bu durum kadın futbolcuları nasıl etkiliyor olabilir? Bu konuyu da Spor Psikoloğu Arda Topaloğlu ile masaya yatırdık.Arda Topaloğlu, “Şu an stadyum eksikliği gibi durumlar sporcuların aklına bile gelmiyordur. Çünkü işin ekonomik boyutu onlar için daha önemlidir. Maalesef ligin ekonomik boyutu da daha yeni yeni normal standartlara doğru geliyor” dedi. Topaloğlu, şöyle devam etti:“Sadece futbol oynayıp hayatını sürdürebilen kadın futbolcu sayısı yok denecek kadar az. Yani kadın futbolunu asıl meslek değil de ikinci bir meslek durumundan kurtarmak da işin ekonomik boyutlarından biri. 4-5 yıl öncesine göre mükemmel bir yerde olmasına rağmen yeterli olmadığını bilmemiz gerekiyor. Birçok kadın futbol takımının antrenman sahası yok, altyapılara ya da erkek takımlarına bağlı bir sistemde organize edilmek zorundalar ve özgür bir yapıda çalışmıyorlar. Mesela maçları yöneten hakemler yakın zamana kadar bölgesel hakemler arasından atanıyordu. Bu gibi temel sorunlar çözüme kavuştuğunda ligin değeri de kendiliğinden artmış olacaktır. Futbolcu da kendini daha iyi hissedecektir.”İdmana çıkmadan maçlara çıkıyor! Icardi'nin sakatlığı ne kadar ciddi? 'Bu çok büyük bir risk, eğer tendon yırtılırsa...'‘YAYINCI KURULUŞUN OLMAMASI OYUNCULARI PSİKOLOJİK OLARAK ETKİLER’ “Ligin yayıncı kuruluşu olmaması, bilinmemesi ve popülerliğinin düşük olması da sporcuları psikolojik olarak olumsuz yönde etkiliyor” diyen Arda Topaloğlu, “'Önce başarı gelsin sonra yatırım yapılır' anlayışı çok yanlış bir anlayış. Önce doğru yatırım yapılırsa başarının gelmesi kaçınılmazdır. Türk kadını spor alanında her şeyi başarabilir. Bunu en yakın örnekle voleybol branşında gördük. Dikkat ederseniz orada da başarı bir anda gelmedi ama uzun vadede doğru yapılanma, liyakat, sistemli ve prensipli hamleler sonunda voleybol branşı zirveyi gördü. Futbol da görür, görecektir, sadece doğru işlerin yapılmasına izin verilmesine bakıyor” ifadelerini kullandı.
Son zamanlarda her zamankinden daha fazla yemek yiyor ya da yeterince hareket etmiyorsanız kilo almanız çok da şaşırtıcı değildir. Fakat her şey aynıyken kilo alıyorsanız ve kilolarınız sadece belli bir bölgede yoğunlaşıyorsa, bu durum ciddi bir rahatsızlığın habercisi olabilir.ABD’de yaşayan Esther Hollander da bu durumu yaşayanlardan... Bacak bölgesinde kısa süre içinde normalden çok daha fazla yağ depolanmaya başlayan Hollander, Insider'a yaptığı açıklamada, “Hayatım boyunca kilolarımla mücadele ettim. Bir dönem 136 kiloya kadar çıkmıştım. Bu durumun sağlığıma zarar vermesi üzerine ciddi şekilde kilo verme kararı aldım. Eşimin de çok büyük desteğiyle iki yılın sonunda zor da olsa 77 kilo vermeyi başardım. Ancak 2020 baharında yeniden kilo almaya başladığımda bir şeyler ters gidiyor gibiydi. Aldığım kilolar bacaklarımda toplanıyordu. Sanki tuğla dolu torbalarla yürüyormuşum gibi hissediyordum. Enerjim yoktu ve çok acı çekiyordum. Bir şeyler endişe verici derecede yanlıştı” ifadelerini kullandı. ‘HASTALIĞIMIN DERİNİN ALTINDA AĞRILI YAĞ BİRİKİNTİLERİNE NEDEN OLAN LİPÖDEM OLDUĞU ORTAYA ÇIKTI’“Doktora gittiğimde ağrılarımın obeziteden kaynaklandığını öne sürdü. Bu beni çok sinirlendirdi” diyen Hollander, “Yıllarca birçok farklı kiloda oldum; kilo aldım ve verdim. Bu sefer yaşadıklarım farklıydı ama doktorum, bir şeylerin ters gitmesine karşın yaşadığım deneyimi çok fazla önemsemedi…” ifadelerini kullandı.Hollander şöyle devam etti:“Güvendiğim bir başka doktora gittiğimde, hastalığımın derinin altında ağrılı yağ birikintilerinin büyümesine neden olan lipödem olduğu ortaya çıktı. Bu teşhis beni çok rahatlattı. Çünkü sadece bir kelime duymak istiyordum; bedenimde neler olup bittiğine dair bir ipucu… Sonunda teşhis belliydi.” ‘ÜÇ AMELİYAT GEÇİRMEK ZORUNDA KALDIM’Teşhis sonrası lipödemi araştırmaya başlayan ve pek çok tedavi deneyip sonuç alamadığını söyleyen Hollander, “Dolaşımımı iyileştirmek için özel çoraplar giydim, elimden geldiğince spor yapmaya devam ettim. Ama bir sonuç alamadım. Diğer lipödem hastalarıyla konuştuktan sonra ameliyatın şart olduğu öğrendim. Bazı cerrahlar kilolarım ve lipödemin ciddiyeti nedeniyle ameliyata yanaşmadı” dedi.Bir doktorun kendisine lipödem konusunda uzman olan Dr. Jaime Schwartz'u tavsiye ettiğinin altını çizen Hollander, “Schwartz’un önerisiyle üç ameliyat geçirdim. İlki göbeğime odaklanıyordu. Bu bölgem yaklaşık olarak 15 kilo ağırlığındaydı ve dizlerime doğru sarkıyordu. Cilt enfeksiyonlarına neden oluyor, duruşumu bozuyor ve çok fazla acı çektiriyordu. Diğer iki ameliyatta ise bacaklarımdaki ağrılı yağ nodülleri alındı” ifadelerini kullandı. ‘FİZİKSEL ACI DIŞINDA DUYGUSAL SONUÇLARI DA ÇOK YIPRATICI’Lipödemin fiziksel acısına ek olarak duygusal sonuçlarıyla da uğraştığını söyleyen Hollander, “İri bir kadın olarak, içinde bulunduğum bedeni kucaklamak için çok mücadele verdim. Aslında hâlâ vermeye devam ediyorum. Bedenim gibi lipödem de artık benim bir parçam” dedi.Peki lipödem neden oluşuyor? Bu hastalığı normal bacak şişmanlığından ayırmak için nelere dikkat etmek gerekiyor? Bunun gibi pek çok soruyu uzmanlarla mercek altına aldık.‘OBEZİTE İLE AYNI ANDA OLABİLİR’Hastalıkla ilgili görüşlerine başvurduğum Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Tonguç İşken, “Lipödem rahatsızlığına ağrılı selülit de denir. Vücudun belirli bölgelerinde anormal yağ birikimine neden olan bir durumdur. Lipödem, bacakları bazen de kolları ama genellikle vücudun alt bölümünü etkileyen, anormal şekilde yağ birikmesine neden olan metabolizmayla bağlantılı bir hastalık" ifadelerini kullandı.Beslenme ve Diyet Uzmanı Nur Ecem Baydı Ozman ise lipödem ile obezitenin aynı anda da olabileceğine dikkat çekerek, “Obezite vücutta düşük seviye bir iltihaplanma yaratabilir. Bu iltihaplanma, lenfatik fonksiyonları bozarak yağ dokusu birikimini arttırabilir. Bu nedenle, lipödem, obezite ve iltihaplanma istenmeyen bir kısır döngü oluşturabilir” dedi.HASTALIĞIN BEŞ FARKLI TİPİ BULUNUYOR!Lipödemin beş tipi olduğuna ve derideki değişikliklerin lokalizasyonuna göre sınıflandırıldığına da dikkat çeken Nur Ecem Baydı Ozman, “Birinci tipte yağ birikimi kalça kısmında görülür. İkinci tipte kalçalardan diz kapaklarına doğrudur. Üçüncü tipte kalçadan ayak bileklerine doğru bir birikim vardır. Vakaların yüzde 80'inden fazlasında kollarda da lokalizasyon vardır ve bu dördüncü tiptir. Nadiren sadece kollarda ya da sadece baldır kısmında görülebilir ve bu da beşinci tiptir” ifadelerini kullandı. ‘SIKLIKLA YANLIŞ TEŞHİS YAPILDIĞI İÇİN HASTALIĞA SAHİP KİŞİ SAYISI DAHA FAZLA OLABİLİR’ “Hastalığın 72 binde 1 kişide görüldüğü tahmin ediliyor” diyen Nur Ecem Baydı Ozman, “Fakat çok fazla yanlış teşhis yapıldığı için asıl oranının daha yüksek olduğu söylemek mümkün. Yaşam şekli müdahaleleri genellikle lipödemi tedavi etmekte başarısız kılabiliyor” dedi. Lipödemin çoğunlukla kadınlarda görüldüğünün altını çizen Prof. Dr. Tonguç İşken ise “Erkeklerde de nadir olarak ortaya çıkabilir. Genetik faktörler, hormonal değişiklikler hastalığın gelişme riskini artırabilir" ifadelerini kullandı. LİPÖDEM HASTALIĞININ BELİRTİLERİ NELERDİR?“Lipödem belirtileri arasında bacaklarda ağrı, hassasiyet, şişlik ve cilt altında sertleşme bulunabilir” diyen Prof. Dr. Tonguç İşken, “Geç dönemlerde enfeksiyon, yara izleri, doku kaybı ve sertleşmiş deri oluşur. Yağ birikmesine bağlı özellikle bacaklarda ve kollarda kalınlaşma veya büyüme, şişen noktalarda hassaslaşma, ağrı ve rahatsızlık hissi, etkilenen bölgelerde morarma, yorgunluk ve halsizlik görülür” dedi.Prof. Dr. İşken, “Bu hastalığı normal bacak şişmanlığından ayıran özellik, genellikle ayak bilekleri ince kalırken, diz altı ve üstü bölgelerde anormal bir yağ birikimi gözlemlenmesidir. Asimetrik yağ dağılımı da dikkat çeken bir özelliktir” ifadelerini kullandı.HASTALIK DÖRT AŞAMADAN OLUŞUYORLipödemin dört aşamadan oluştuğunu vurgulayan Nur Ecem Baydı Ozman, şu bilgilerin altını çizdi:“Birinci aşamada cilt pürüzsüz görünür. Bazen acı verebilir ve ciltte çakıl taşı görünümü oluşabilir. Deri altı yağ dokusunda nodüller görülebilir. Geri dönebilen bir ödem mevcuttur. İkinci aşamada boyutları bir inci tanesinden elma boyutuna kadar ulaşan girintiler görülebilir. Deri iltihaplanmış görünümde olabilir. Üçüncü aşamada deri iyice incelmiştir, elastikliğini kaybetmiştir, deri altı yağ dokusu iyice artmıştır. Çokça nodüller görülür. Dördüncü aşamada ise lipolenfödem mevcuttur yani hem lenfödem hem de lipödem aynı anda görülür. Yağ doku bu aşamada bacak ya da kollara doğru sallanır.” SPOR YA DA DÜZENLİ DİYET HASTALIKTA OLUMLU ETKİ YARATABİLİR Mİ?Prof. Dr. Tonguç İşken’e "Hastalık spor ya da doğru diyetle geçer mi?" diye sorduğumuzda “Spor veya diyet değişiklikleri lipödemin tamamen geçmesini sağlamaz ancak yönetiminde etkili olabilir. Ama spesifik bir tedavi planı için bir doktora danışmak önemlidir" cevabını verdi. Lipödemin tedavisi konusunda net bir fikir birliğinin olmadığını söyleyen Nur Ecem Baydı Ozman ise “Cerrahi müdahaleler, kompresyon giysileri ve fizyoterapi başvurulan tedavi yöntemlerindendir. Lipödemdeki anormal yağ birikimi diyet ve egzersiz gibi yaşam tarzındaki müdahalelere dirençli olabilir. Lipödemde nasıl bir beslenme yaklaşımı benimsenmesi gerektiği konusunda da fikir birliği yoktur” ifadelerini kullandı. Nur Ecem Baydı Ozman, şöyle devam etti: -- Tedavisi multidisipliner bir yaklaşım gerektirmektedir. Kişilerin hareketini kısıtlayabilir. Bu kişilerde kilo verilse bile uzuvların kalınlığı ya da çevresinin ölçüsü değişmez. Bu kişilerin gün içerisinde semptomları kötüleşir, yağ birikimlerinin etrafında damar görüntüleri oluşabilir. Lipödemde cerrahi veya diğer tedaviler genellikle hastalığın semptomlarını rahatlatmaya yöneliktir. Tedavinin kişiye ve hastalığın seviyesine göre şekillendirilmesi gerekir. -- Psikoterapi, diyet danışmanlığı gibi psikososyal destek ve lenf drenaj, kompresyon terapileri, fizyoterapi, egzersiz ve kilo verme gibi fiziksel tedavi metotları bu sürecin iki önemli unsurudur. Yüzme, su altı egzersizleri ve büyük kas gruplarını çalıştıran yürüyüş, bisiklet gibi egzersiz modelleri de kişiye özel şekillendirilmelidir.
Vücudumuzdaki sistemlerin sorunsuz bir şekilde çalışabilmek için suya ihtiyacı var. Bu nedenle su tüketimi tüm canlı organizmalarda olduğu gibi insanlar için de büyük bir öneme sahip. Pek çok uzman ideal miktarda su tüketiminin kabızlığın önlenmesi, vücut sıcaklığının düzenlenmesi ve sindirim sisteminin desteklenmesinde önemli görevleri olduğunu söylüyor. Su tüketiminin ideal düzeyde olmaması genellikle az su tüketmekle ilişkilendirilse de fazla su içmenin de zararları bulunuyor. Özellikle zayıflamak için uygulanan diyetlerde su tüketiminin önemi, bazen sınırın aşılmasına neden oluyor. Oyuncu Brooke Shields de bu sınırı aşanlardan… 'ELLERİM BİR ANDA GÜÇSÜZLEŞTİ VE NÖBET GEÇİRDİM'Geçtiğimiz günlerde bir dergiye verdiği röportajda çok fazla su içtiği için nöbet geçirdiğini açıklayan Brooke Shields, “Ellerim bir anda güçsüzleşti ve gözlerim karardı. Başımı duvara vurdum. Ağzım köpürmeye başladı ve nöbet geçirdim. Dilimi yutmamam için yanımdakiler çabalıyordu. O andan itibaren hatırladığım tek şey ambulansa bindirildiğim. Hastanede gözlerimi açtığımda sorunun çok fazla su içmem olduğu söylendi. Adeta kendimi boğmuşum” ifadelerini kullandı.Peki nasıl oluyor da aşırı su tüketimi nöbet geçirmeye yol açıyor?Bu soruyu Gastroentoloji Uzmanı Prof. Dr. Vedat Göral yönettiğimde, “Aşırı su alımı nedeniyle vücuttaki normal elektrolit dengesinin güvenli sınırların dışına itilmesiyle, beyin fonksiyonlarında bozulmayla karakterize belirtiler oluşabilir. Her madde gibi su da kısa sürede aşırı tüketildiğinde zehir sayılabilir. Kısa sürede aşırı su tüketilmesiyle oluşan tabloyu su zehirlenmesi olarak adlandırıyoruz. Su zehirlenmesi, çoğunlukla yeterli elektrolit alımı olmadan, yüksek miktarda su tüketildiğinde ortaya çıkar. Su içme yarışlarında da su zehirlenmesi gelişebilir. Özellikle gençler eğlence amaçlı bunu çok yapar" ifadelerini kullandı.Nefroloji Uzmanı Prof. Dr. Gökhan Temiz ise “Çok su içilen durumlarda böbreklerimiz fazla suyu idrarı seyrelterek atabilir. Ancak içilen su miktarı bu seyreltme kapasitesinin üstünde olursa, her gün belli miktarda su vücudumuzda kalır ve kanımızın seyrelmesine, kandaki tuz oranının düşmesine ve nöbetlerin oluşmasına neden olur” dedi. ‘SERUM SODYUM DÜZEYİ, 110-120 LİTRENİN ALTINDA OLANLARDA ÖLÜM RİSKİ OLDUKÇA YÜKSEKTİR’Bu sorunu yaşayan tek ünlü Brooke Shields değil. Geçen yıl, 1973'te hayatını kaybeden efsanevi dövüş ustası ve Hollywood aktörü Bruce Lee'nin "çok fazla su içmekten" öldüğü açıklanmıştı.Bu duruma da değinen Prof. Dr. Vedat Göral, “Bruce Lee'nin ölümüyle ilgili bilim dergisi Clinical Kidney Journal'da yer alan makalede; araştırmacılar, ünlü aktörün çok fazla su içmesinin, hücrelerde yarattığı bir dizi bozukluk ile ödem oluşumunu hızlandırdığını belirtiyordu. Bunun sebebi de hiponatermi adı verilen, kanda tuz yani sodyum eksikliği ile ilgili bir tablodur” dedi. Prof. Dr. Göral, hiponaterminin belirtilerine dair şu bilgilerin altını çizdi: “Kanda sodyum ile diğer elektrolitlerin değerinin düşmesi, hücrede sodyum düzeyinin düşmesi ve buna karşılık suyun hücre içine girmesiyle sorun ortaya çıkar. Beyin hücrelerinde şişme ve beyinde ödem meydana gelir. Bulantı, kusma, bilinç bozukluğu, çift görme, solunum sıkıntısı, baş ağrısı, baş dönmesi, kalp ritminde ve kas hareketlerinde bozukluk, kaslarda kramp ve ağrı dışında vücutta ödem meydana gelir. Ağır vakalarda, beyinde fıtıklaşma ve ölüm meydana gelebilir. Hasta kısa sürede en az 2 litre su içmişse ve yapılan tahlillerde serum sodyum düzeyi 135 mEq/litrenin altındaysa; bulantı, kusma ve baş ağrısı belirtilerinin olmasıyla tanı konur. Serum sodyum düzeyi, 110-120 mEq/litrenin altında olan vakalarda ise ölüm riski oldukça yüksektir.” BİR GÜNDE KAÇ LİTRE SU İÇİLİRSE SU ZEHİRLENMESİ YAŞANIR?Bu sorumu örneklerle detaylandıran Prof. Dr. Vedat Göral, “Geçtiğimiz aylarda ABD'de bir kadın 20 dakikada 2 litre su içince su zehirlenmesi sonucu hayatını kaybetti. 3 saatte 6 litre su içenlerde de su zehirlenmesi oluşmaktadır. Hatta 9 yaşındaki bir kız çocuğunda 1-2 saat içinde 3,6 litre su tükettikten sonra bile su zehirlenmesi gelişmiştir.”Prof. Dr. Gökhan Temiz de “Özellikle sıvı diyeti yapılıyorsa yani örneğin gün boyu hiçbir şey yemeyip sadece su içiliyorsa 6-7 litrenin üstünde tüketilen su hiponatremiye neden olabilir. Saatte 6 bardak su gün boyunca gece su içilmediğini bile varsayarsak günde neredeyse 10-12 litreye tekabül eder ki bu oldukça tehlikeli bir durumdur” ifadelerini kullandı.Pet ya da cam şişe, damacana ya da musluk suyu... Güvenli su meselesini uzmanlara sordukGÜNDE NE KADAR SU TÜKETİLMELİ? Prof. Dr. Vedat Göral, “Hemen herkeste su zehirlenmesi olabilir. Suyun fazlası da toksik etkilidir. Günde mutlaka 8 bardak su içilmelidir. Suyu yudum yudum ve azar azar tüketmeliyiz. Ortalama 1 litre suyun 5 bardağa denk geldiğini düşünürsek, günde ortalama 1,5-2 litre ya da 8 bardak kadar su içmek gerekir diyebiliriz” dedi.Prof. Dr. Gökhan Temiz de “Günlük su ihtiyacı kişinin aldığı diyet, ortam sıcaklığı, yaptığı meslek (örneğin fırıncılarda su kaybı daha fazla olduğu için daha fazla su içmeleri gerekebilir) gibi durumlara bağlı olarak kişiden kişiye değişebilse de minimum 2 litre maksimum 3 ya da 3,5 litre su vücudumuzun ihtiyacını görmek için yeterlidir” ifadelerini kullandı. SU DIŞINDA DİĞER SIVILAR DA ETKİLİ Mİ? ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi ile yine ABD’nin önde gelen akademik tıp merkezlerinden Mayo Clinic'in uzmanları su dışında süt, meyve suyu ve kahve gibi içecekleri de günlük sıvı tüketimine dahil ediyor. Bu içecekler de su kadar etkili olabilir mi? “Sıvı gıdaların çoğunu su olarak saymak gerekir ancak çay ve kahvenin idrar söktürücü etkisi de bulunduğu için su tüketmesi gereken hastaların bunun yerine çay ya da kahve tüketmesini önermiyoruz” diyen Prof. Dr. Gökhan Temiz, “Kişide kalp yetmezliği gibi sıvı kısıtlaması gerektiren hastalıkları bulunan kişilerin su içmeyip sıvı gıdalar tüketmesi de fazla sıvı alımı olarak kabul edilmekte ve sorunlara yol açabilmektedir” dedi.‘Hiçbir yere çarpmadım, nereden çıktı bu morluklar?’ Çoğumuz yaşıyor ve önemsemiyoruz ama altından ciddi bir hastalık çıkabilirAŞIRI SIVI TÜKETİMİ BAŞKA HANGİ SORUNLARA NEDEN OLABİLİR? “Aşırı sıvı tüketimi bir süre sonra böbreklerimizin idrarı konsantre etme yani koyulaştırma kapasitesini bozabilir” diyen Prof. Dr. Gökhan Temiz, “Yine kalp yetmezliği ya da nefrotik sendrom gibi hastalığı olan kişilerde aşırı su tüketimi vücutta istenmeyen miktarda su birikmesine ve hatta akciğerlerde ödeme yol açarak hayatı tehdit edebilmektedir. Diyet ya da zayıflama amacıyla yemek yemeden sadece su tüketmekten de ölümcül olabilecek ciddi sağlık sorunlarına yol açabileceği için uzak durulmalıdır" ifadelerini kullandı.