Açılın Gaye Su Akyol geliyor

26 Ekim 2018

Gaye Su Akyol hayalindeki müziği, endüstriye yem olmadan sunabilen nadir sanatçılardan. Gaye’nin albümleri müzikal bir haritaya benzer. Sözleriyle şimdiyi anlatırken geleceğe de gözlem açısından miras bırakır. Seneler sonra aşkı, ülkeyi, arkadaşlığı, bu dönemin hislerini anlamak mümkündür. Uzun zamandır üzerinde çalıştığı 11 şarkılık uzun çaları “İstikrarlı Hayal Hakikattir”de de bu tavrından ödün vermemiş. Geçtiğimiz iki albümünü düşününce artık uzaydan gelmiş ve toprağa ayak basmış bir Gaye’ye rastlıyoruz. Her bir şarkı kendi içerisinde bu coğrafyanın müziği ile harmanlanan... Zaten onun müziğine dair yazılan şu söylem fazlasıyla tavrını açıklıyor, “Selda Bağcan ve Kurt Cobain’i aynı anda dinleyen kozmopolit İstanbul’da büyüyen Gaye...”Albüme adını veren ‘İstikrarlı Hayal Hakikattir’ açılışı yapıyor. Gaye, arkasınaenstrümanında en iyi ve özgün olan müzisyen ordusunu katmış ve yola çıkmış. Şarkıda vokallerde BubiTuzak’ten Ali Güçlü Şimşek ve Görkem Karabudak’ın baskınlığı hissedilirken, perküsyon ve psikedelik bir sound ile sarmalanan da bir yapı var. Karakteristik vokalini tamamlayan ve ritmi bir an bile düşmeyen bir müzik ile karşılaşıyoruz.Barış Manço bile severdiArdından ‘Bağrımızda Taş’ tüm sakinliği ile başlıyor, sanki bossa nova bir şarkı dinleyecekmişiz gibi ama alaturka sound derinden hissedilirken cümbüşlerle şarkı yerel bir hal alıyor. Tüm coğrafyadan bir doku olduğu ‘Laziko’ şarkısında net bir şekilde ayyuka çıkıyor. Gaye, Karadeniz etkisini şarkı sözlerinde ve vokallerinde bize sunarken, elektro sazın bu şarkıdaki başrolünü es geçmemek lazım. ‘Bir Yaralı Kuş’ parçası Doğu’nun bir müzikalinde çalsa asla sırıtmayacak arabesk bir ruha sahipken şarkı sözleri de yine tamamlayıcı bir unsur.Ve tabii albümdeki tek cover Barış Manço’nun ‘Hemşerim Memleket Nire’ ise bu çok kültürlü ama yaşadığı ülkenin sanatsal dokusundan ayrı tutulmayacak albümün ideolojisini yansıtıyor. Son dönemde duyduğum en iyi cover’lardan biri diyebilirim.Bir kültür mozaiğiGaye’nin sesi de daha karakteristik, tok ve dinleyicisinde müzikal bir tatmin yaratan tonlamaya artık ulaşmış. Manasız bağırmalar, nağmeler duymamak sevindirici. Sesinin çok yakıştığı sanat müziği formlarında şarkıları albümde eksik etmemiş, ‘Boşluk ve Sonsuzluk’... Albüm bu şarkı ile son buluyor zaten.Ediz Hafızoğlu, İlhan Erşahin, Barlas Tan Özemek, Ahmet Ayzit, İsmail Darıcı, Oğuz Can Bilgin gibi müzisyenlerin yeteneklerini sonsuzca sunması bu 11 şarkıyı daha da değerli hale getiriyor. Gaye’nin yurt dışındaki festivallerde sahne alması, dünyanın en değerli gazete ve dergilerinde şarkılarına dair incelemelerin çıkması bir şans değil, onun haklı başarısı. “İstikrarlı Hayal Hakikattir” dinleyicisine bu ülkeye dair bir kültür mozaiği sunuyor, ama buna rağmen şaşırtıcı derecede kafası karışık bir sound’la değil. Eski bir Türk filminden, İstanbul’un arka sokaklarına varan bir soundtrack’te bu... İşte bu özel kompozisyon Gaye’nin adını daha çok duyacağımızın kanıtı.

Devamını Oku

Tarihin en güçlü Sabrina’sı

22 Ekim 2018

İkonik cadı Sabrina, Netflix’in yeni serisi Chilling Adventures of Sabrina ile yeni nesil ile tanışmaya hazırlanıyor. 26 Ekim’de başlayacak ve çok daha karanlık bir dünya ile bizi karşı karşıya bırakacak olan Sabrina’nın detaylarını başroller Kiernan Shipka ve Ross Lynch ile Barselona’da konuştum90’ların sevimli cadısı Sabrina hiç bu kadar güçlü, hiç bu kadar feminen bir karakter olarak karşımıza çıkmamıştı. Netflix’in yeni orijinal dizisi Chilling Adventures of Sabrina’da büyü ve cadı dünyasına dair çok farklı bir format izleyeceğiz. Bu yeni nesil Sabrina, Archie Comics’ten neredeyse birebir uyarlanması ile dikkat çekiyor. Sabrina bir taraftan kendisini, ailesini ve insanlığı tehdit eden kötücül varlıklara karşı savaşırken, bir taraftan da yarı insan yarı cadı olarak bir denge yakalamaya çalışıyor. Korku dolu bu deneyimin başrolünde ise Kiernan Shipka ve Ross Lynch yer alıyor. Amerika’nın son dönem parlayan yıldızları ile Barselona’da bir araya geldim. İkilinin uyumu en az dizideki kadar kuvvetli ve gerçekçiydi...Dizinin 90’lardaki orijinal versiyonunu biliyor muydunuz? Kiernan Shipka: Duymuştum evet ama hiç izlemedim. Birçok Sabrina fanı bu yeni macera karşısında şok oldular, orijinal versiyonundan son derece farklı ama bir o kadar hayret verici. Birçok kişinin ekranda görmek istemeyeceği elementler de var, sence bu dizi herkese hitap ediyor mu? Ben genel olarak herkese hitap eden bir dizi yapılabileceğini düşünmüyorum. Ama bu dizinin kesinlikle geniş bir kitleye hitap edeceğine inanıyorum. Öncelikle ergenleri cezbedici yanları var.Ross Lynch: Günümüz yapımlarında birazcık korku, biraz kan seviliyor. İzleyiciler git gide daha sofistikeleşti ve onları izlemesine değer bir dizi yarattığımızı düşünüyorum. İkiniz de gerçek hayatta bir günlüğüne cadı olsaydınız ne yapmak isterdiniz? Ross: Kesinlikle yanlışlıkla bir şeyler kırardım. Kiernan: Bence cadı olmak sandığımızdan daha zor, farklı büyüler fln... Ama kesin ruh çağırma seansı yapardım. Eski ünlüleri çağırırdım. Ross: Ben Elvis Presley, John Lennon ve Michael Jackson'ı çağırırdım. Gelmiş geçmiş en iyi konseri organize ederdim. Kesinlikle müthiş olurdu, ama izleyici olarak da tek başıma olacağım. Kiernan: Beni davet ederdin herhalde. Her zaman feminist haklarını savundumBu modern Sabrina çok daha güçlü bir kadın. Dizinin feminist bir bakış açısına sahip olduğunu düşünebilir miyiz?Kiernan: Evet bu anlamda diziyi çok güncel buluyorum ve bu çok hoşuma gidiyor. Hayatım boyunca feminist haklarını savundum. Buna dokunan bir içerikle bağım olması, böyle bir dizinin başrolünde güçlü bir kadın olması son derece onur verici. Ve bunun devamlılığını getirme sorumluluğunu almak da iyi hissetiriyor. Ayrıca umuyorum ki genç erkekler de bu diziyi izler ve Harvey’in gerçek bir feminist olduğunu görürler. Böyle güçlü bir kadın karakterin sorumluluk almasının son derece gerçek olduğunu, hayatımızın bir parçası olduğunu anlamlandırırlar. Günümüzde çok fazla cadı temalı içerik görmeye başladık. Sizce neden cadılar bu kadar popüler? Ross: Bir noktada bu trend meselesi yani başta vampirlerdi, sonra kurt adamlar, kısa bir dönem zombiler, şimdi de cadılar. Ama bizim dizide özel bir şey var.Kiernan: Cadılarla birlikte gelen kalıtsal bir feminizm var. Bu yüzden bir konu ancak bu kadar güncel ve uygun olabilir. Kedi alerjin Salem'li sahneler için fazla zorlayıcı olmuş. Kedi yerine konuşan hayvan olarak ne seçerdiniz?Kiernan: Alman Çoban köpeğimi.Oyunculuk okulum Mad Men’diKiernan daha önce Mad Men’deydin bu deneyimini nasıl hatırlıyorsun ve şu anki karakterine olan etkileri neler? Kiernan: Evet gerçekten bana çok yardımcı olan bir deneyimdi. her şeyi orada öğrendim, benim için oyunculuk okulu gibiydi. Hayatımda sağlam ve büyük bir yer kaplıyor. Orada televizyonun nasıl çalıştığını ve sınırlarının neler olduğunu öğrendim. Jon Hamm gibi korkusuz ve harika bir lideri izleme fırsatım oldu. Bu kesinlikle beni bugünlere hazırladı. Oradaki deneyimimi Sabrina’ya taşıdım.

Devamını Oku

Remiksi ne kadar doğru anladık?

18 Ekim 2018

2000’li yıllarda eski şarkılara remiks yapmak trend haline gelmişti. Kulüpler ‘Türkçe şarkı çalmayız’ kalıbını da bu sayede kırmıştı. Boğaz kenarındaki birçok kulüpte arabesk ve pop şarkıların remikslerini gümbür gümbür şekilde duymaya başlamıştık. Gece hayatının zeminini hazırlayan DJ’ler bu başlangıç ile artık Türkçe şarkıları kulüplerde rahatlıkla çalar hale gelmişti. Her ne olduysa özellikle alternatif ve rock müzik yapan müzisyenler o dönemi yad edermiş gibi remiks çalışmalarını bir bir online müzik kanallarından sundu. Bilindik şarkıları bambaşka bir kompozisyonla sunan bu çalışmalar kulüpler için mi yoksa kendi kısır döngüsü içinde dolanan ana akım müzisyenlerinin ‘biz de varız’ haykırışı mı?Teoman: Teoman, eskiden beri şarkılarını remikslemek isteyen DJ’leri geri çevirmeyen müzisyenlerden. Yakın zamanda Teoman ile yaptığım bir röportajda artık üretemediğini ve müziğin prodüksiyon kısmında olmak ona daha eğlenceli geldiğini belirtmişti. Bundan yola çıkarak Teoman’ın Armageddon Turk’e şarkılarını emanet etmesi şaşırtıcı değil. Armageddon Turk janr fark etmeksizin, birçok sanatçı ile çalışan bir oluşum. Şahsen Sofi Tukker, Gorillaz şarkılarına yaptıkları remikslerin özgün olduğunu düşünürken, Türkler ile çalışmalarını tek düze bulduğumu belirtmeliyim. Teoman’ın remiksledikleri iki şarkıdan ‘Tuzak’ın ritmi şarkının vokalleri ile çok güzel ahenk oluşturmuşken, ‘Bazı Yalanlar’ ise remiks konusunda zayıf kalmış. Şarkının asıl versiyonundan pek de farkı yok gibi...Mor ve Ötesi: Üzerinde en çok çalışılan remiks albümü ise Mor ve Ötesi’nin İTÜ’nün Müzik Teknolojileri bölümünün öğrencileri ile yaptığı ‘bd9r’... ‘Büyük Düşler’ şarkısına 9 farklı öğrenci, dokuz farklı dokunuş ile yaklaşmış. Hem orijinal hem de riskli bir iş. Riskli çünkü aynı şarkı sözlerini dokuz kere duymak sizi boğabilir. Ama remiksin doğası gereği şarkının yapısı tamamen bozulup sanki dokuz apayrı şarkı dinleyeceğimizden orijinal bir yanı da var. Albümde en dikkatimi çeken ayrıntı neredeyse hiçbir öğrencinin şarkının vokalleri ile oynamaması. Bu şarkı girişlerinde sürekli aynı vokal tonlamasını duymamızı sağlıyor ve bu orijinal işi de ortalama bir hale getiriyor. Bir tek Furkan Kalemci giriş döngüsünü kırabilerek kendi imzasını atabilen albümdeki nadir isimlerden. Hakan Atmaca ve Anıl Gün de şarkının matematiğini bozarak remiksin doğasını yansıtabilmiş.Vega: Vega da ‘Delinin Yıldızı Deluxe’ ile 8 farklı remiksi albümüne eklemiş. Albümün en parlakları ise Vega’nın müzikal tavrını yaratan Tuğrul Akyüz’ün elektronik müzik projesi 2Rule’un ‘Komşu Işıklar’ şarkısını house ve progressive tarzda remikslemesi. Hatta bu şarkının albüm versiyonunu sevmezken, bu yeni hallerine tutulup kaldım. Kalben de ‘Kuşlar’ şarkısının remiksinde aynı hissi yaşatmıştı. Şarkı, bu sayede bambaşka bir şekilde karşımıza çıkıyor. Tam da remiksin doğası bu değil midir? Şarkıya, yeni bir giysi giydirmişsiniz gibi...

Devamını Oku

Riz Ahmed’in durdurulamaz yükselişi

4 Ekim 2018

Bazen ortaya çıkan tek bir single şaşırtıcı bir ideoloji ile örülüdür, klibinden kapak fotoğrafına kadar ince düşünülmüştür. Oyuncu ve MC Riz Ahmed’in yeni şarkısı “Mogambo” da tam bu tarife uyan işlerden. İngiltere’de büyüyen Ahmed, azınlıkların kendilerini en iyi ifade ettiği müzik türüne sığınır yani rap’e. Oxford’da okuduğu yıllarda dil yeteneğini keşfeder. Hafızamıza kazınan rapçilerin en büyük silahları kelimeleri değil midir? Ahmed, bıçak gibi keskin sözleri yüzünden bir dönem Londra’da bazı radyolar tarafından yasaklanır. Star Wars ve Venom filmlerindeki rolleri ile her geçen gün Hollywood’da kendine sağlam bir yer edinirken, Pakistan kökenini ise bu tarz roller alacağı otantik bir figür olarak sunmaz.Riz Ahmed’in yeni single’ı “Mogambo” ise islamfobi ve ırkçılığa dair sipsivri bir dil olarak kulaklarımızda tınlıyor. Karanlık beatlerle örülü, ritmik perküsyonların hissedildiği şarkının adı ise Bollywood’un kült filmi Mogambo’dan alınma. Klipte ise Pakistan’ın kum güreşi akharayı izliyoruz. Ahmed, Pakistan seyahati sırasında aslında farklı bir çalışma yapacakken çiçek desenli mayolar giymiş, akhara ile güçlerini ortaya koyan güreşçiler ile karşılaşır. Hatta sosyal medya hesabından bu durumu şöyle anlatır, “Kahverengi erkekler genellikle deli, korkutucu, zayıf ve uysal olarak gösterilir. Nadiren karmaşık, çelişkilidir. Ama bu adamlar çiçek tangaları giyerken sizi tekmeleyecek güce sahiptir.” Yeni şarkısının şu kısmı onun Müslüman Pakistanlı kimliğine sahip çıkarken Hollywood’un ya da Amerika müzik endüstrisinin içinde bir piyon olmadığını net bir şekilde bize gösterir; “Onlar topraklarımıza ayak bastı, ben onların toprağına kök saldım, bu söze dürüstlüğümü koydum, dürüstlüğümü tükürdüm ve o kahverengiydi.”Ahmed, Doğu ve Batı arasında yaratmaya çalıştığı harmanı ise National Gallery’de yer alan İtalyan ressam Gentile Bellini tarafından yapılan ünlü Fatih Sultan Mehmet portresi ile anlatır. Bellini’nin oryantalizme yaklaşımını o da kendi sanatında yani oynadığı bir rolde ya da bir şarkıda göstermeye çalışır. Bu sulandırmadan, kendini acındırmadan, köklerinin farkı değil doğası olduğunu gösteren bir kültüre sahip çıkıştır. Bugün Venom vizyona girmişken kendi neslinin en parlak ismi Riz Ahmed’i es geçmeyip “Mogambo” şarkısını dinlemenizi öneririm.HAFTANIN AJANDASIYarın Khontkar ve DJ Hırs Zorlu PSM Studio’da. İkili Thug Life konsepti ile hiphop, r&b tutkusunu eğlenceli partilerden biri haline getirecek.10 Ekim günü sahnesini büyük bir merakla beklediğimiz Seattlelı surf rock grubu La Luz, Salon İKSV’de.12 Ekim akşamı Orta Doğu şarkılarını yeniden yorumlayan Parisli ikili Acid Arab ve setleri ile sınırları aşan Barış K. Klein sahnesinde.

Devamını Oku

Klarneti ile dünyaya sesleniyor

27 Eylül 2018

Hollanda’nın Utrecht şehrinde 8-11 Kasım tarihlerinde müziğin sınırlarla ifade edilemeyen bir kavram olduğunu 12 yıldır ifade eden ‘Le Guess Who?’ festivali gerçekleşiyor. Şehirde tiyatrolardan, küçük galerilere kadar her mekan müziğin farklı tondaki seslerine kapılarını açıyor. Gelecek yıllarda müzik trendlerinin ne yöne doğru ilerleyeceğini de bu festivalde takip edebiliyorsunuz. Mesela Selda Bağcan bu festivaldeki performansından sonra birçok ülkedeki büyük müzik organizasyonuna davet edildi. ‘Le Guess Who?’ bu yıl ise müziği ile sınırları aşmış ülkemizde ise sadece ufak bir çevrenin radarına takılan klarnet ustası Cüneyt Sepetçi’yi konuk ediyor. Festivalin internet sitesinde yer alan şu cümle “Türkiye’nin şimdiye kadar ürettiği en büyük müzisyenler arasında” onun müzikal başarısının diller arasından ziyade ruhla ilgili olduğunu bize kanıtlıyor. Sepetçi’nin bu ilk yurt dışı festival deneyimi de değil kendisi daha önce Danimarka’daki Roskilde Festivali’nde de sahne aldı. Müziği, lokal sound’ları incelikli bir şekilde işleyen çoğu prodüktörün de radarında. Onun bestelerinde Roman müziğinin bir kutlamasına şahit oluyorsunuz. Kederli yaylıların üzerine, meraklı ve bir o kadar da incelikli bir stille klarnetini üflüyor. Dolapdere’nin sokaklarından yükselen Sepetçi’nin klarnetinin sesi lokal kültürle müziğin iç içe geçtiğinde ne kadar kuvvetli olabileceğinin kanıtı... Ayrıca usta isim, ‘Le Guess Who?’ sahnesine Orchestra Dolapdere ile çıkacak.Şehrin kültür ayak izleriEylül ayı ile beraber İstanbul’un kültür haritası oldukça hareketli bir hal aldı. En dikkat çekici sergi, konser ve festivallerden birkaç önerim olacak...- Türk resim tarihinin en önemli kadın ressamlarından olan Fahrelnissa Zeid’in 40 yılı aşkın süredir ürettiği farklı dönemlere ait yağlıboya resimleri 4 Kasım’a kadar Dirimart’ta... 1940’lı yıllarda Türk modernizminin izlerine Zeid’in resimlerinde rastlayabiliyorsunuz. Soyut eserlerinin yanı sıra özellikle portre çizimleri onun imzası...- İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen 4. İstanbul Tasarım Bienali’ni yarın kapılarını açıyor. 4 Kasım’a kadar sürecek olan bienalin bu yılki başlığı ‘Okullar Okulu’... Bu bağlamda günümüzde öğrenme kavramı yeni dünyaya ne kadar ayak uydurabiliyor sorgusu eserler ve etkinliklerle karşınıza çıkacak. Bienal kapsamında Akbank Sanat, Yapı Kredi Kültür Sanat, Pera Müzesi, Arter, SALT Galata ve Studio-X Istanbul kapılarını açıyor. 200 kadar katılımcının sergi ve projeleri sizi Taksim’den Karaköy’e kadar 3 kilometrelik bir yürüyüşgüzergahı yaratmanızı sağlıyor.- Zorlu PSM tarafından düzenlenen MIX Festival de merak edilen programını açıkladı. Festival kapsamında farklı müzikal janradan gelen birçok sanatçı 16-17 Kasım boyunca heyecanı yüksek performanslar sergileyecek. Geçtiğimiz yıl Studio’da gerçekleştirdiği performans ile büyük bir alkış alan disko müziğinin ustaları Fransız ikili Polo&Pan ve son dönem Nordik müziğinin başarılı genç temsilcilerinden AURORA festivalin dikkat çekici isimleri. Özellikle AURORA, ‘yeni nesil neler dinliyor?’ diye merak edenler için iyi bir örnek olarak karşımıza çıkıyor. Festival kapsamında ayrıca Her, Kazy Lambist, Otzeki, Sophie Hunger, Undo, Losless, Tender da sahne alacak isimler arasında.- Türkiye’nin en uzun soluklu festivallerinden biri olan 28. Akbank Caz Festivali, bu yıl 17-28 Ekim tarihleri arasında gerçekleşecek. Festival kapsamında 37 ayrı mekânda 37 konser düzenlenecek. Ben festival listemi hazırlarken biraz zorlandım. Ama kaçırılmaması gereken konserler arasında İngiliz caz sahnesinin en tanınan ismi Jamie Cullum, Afrobeat ve caz ile funk’ı harmanlayan Karl Hector & The Malcouns, caz, elektronika, funk ve saykodelik öğeleri bir araya getiren The Comet Is Coming, trompet virtüözü Avishai Cohen’ı kaçırmayın derim.- Sonbaharın habercisi İKSV tarafından düzenlenen Filmekimi’nin biletleri de yarın satışa çıkıyor. 5-14 Ekim tarihlerinde İstanbul’da, 12-16 Ekim’de Ankara’da, 19-23 Ekim’de ise İzmir’de sinemaseverlerle buluşacak festival kapsamında senenin en çok ses getirecek filmlerini izleyeceksiniz.

Devamını Oku

Müzik kültürlerle var olur

20 Eylül 2018

Berlin’de gerçekleşen Red Bull Music Academy kapsamında Nina Kraviz ve Janelle Monáe’nin atölyelerinde müzikal dünyalarını dinledik...Berlin’deki tarihi birçok ana şahitlik etmiş mekanların müzik ile iç içe geçmesine hep hayran kalmışımdır. Gecenin sabaha döndüğü saatlerde eski bir elektrik santralinden gece kulübüne dönüşmüş bir mekandan çıkarken müzik Berlin’de iliklerinize kadar işler. Bu dönüşümü yaşamış en kendine has mekanlarından biri de bir dönem Alman devlet radyosuna ev sahipliği yapan Funkhaus. Mekan, 60’lı yıllarda dev bir stüdyo kompleksine dönüşmüş ve bugün şehirden ayrı düşünülmeyen tekno müziğin de en önemli müzisyenlerinin kayıt yaptığı tarihi bir yapı haline gelmiş. Avrupa’nın en önemli ikinci stüdyosu Funkhaus, beş hafta boyunca dünyanın dört bir yanından gelen 61 gelecek vaat eden müzisyeni 20. yılını kutlayan ve yeniden evine dönen Red Bull Music Academy kapsamında da ağırlıyor.61 genç müzisyen teknik imkanları dışında ilham olarak da kusursuz bir alan yaratan Funkhaus’ta müzikal dillerini yaratıyor, çeşitli stillerden, metodolojilerden gelen öncü sanatçılarla işbirliği yapıyor. Türkiye’den ise şarkıcı/söz yazarı Loradeniz, elektronik sound’ları ile fark yaratan Robogeisha ve görsel ile işitseli bir arada sunan Akkor, önemli müzisyenler ile buluşan isimler. Red Bull’un kendi çatısı altında ders verdiği öğrencileri dünyanın birçok önemli festivaline hazırlaması, içlerindeki potansiyeli dışa vurmaları için onlara alan yaratması oldukça takdir edilesi bir tavır. Keza söyleşisine katıldığımız şu an dünyanın en önemli DJ’leri arasında yer alan akademinin eski öğrencilerinden Nina Kraviz buna iyi bir örnek. Nina, 2005 yılında Rusya’dan akamediyi kazanmış isimlerden biri. Yıllar sonra belki de kendisi gibi bir yıldız olacak akademi öğrencilerine şefkatle yaklaştığı bir dil kullanıyor. Nina, “Akademiye katıldığımda müzik konusunda oldukça açtım ve bakış açımı geliştirmem için diğer müzisyenlerle bir arada olmam gerekiyordu. Bir süre sonra müziğin beni mutlu etmesi önemli oldu, doğru beni bulmak için kaçış oldu. İnsanlar benim müziğimle dans ederken delirmiş gibi de hissediyorum” diyor. Altını çizdiği ayrıntı ise şehir kültürlerinin elektronik müzik sahnesini geliştirmesi... Zaten son dönemde gençlerin en çok bahsettiği şehirlere baktığınızda müzik ile sokağın ahenkle bir araya geldiğine şahit oluyorsunuz; Berlin, Tiflis, Barselona...Berlin’den İstanbul’a 12 saat müzikHemen ertesi gün ise afro Amerikan kültürünün genç yüzlerinden aktirst-müzisyen Janelle Monáe’nin söyleşindeyiz. Dirty Computer albümü ile son dönemin en çok ses getiren ismi... Bize bilgelik dolu sözler söylerken oldukça açık sözlü Janelle, yarattığı “afrofuturistik funk”ın inceliklerini anlatırken prodüktörü Brian Wilson’ın ne kadar önemli olduğunu belirtiyor. Modern pop ikonu çalışmalarını kültürel açıdan anlamlı, sosyal olarak etkili olduğunu söyleyerek müziğin nasıl sosyal statüleri de ortada kaldırdığına şahit oluyoruz. Janelle, “Müziğimle bir deneyim ortaya koymaya çalışıyorum. Sanat yaptığımdan emin olmak, bunu hissetmek ve yaşatmak istiyorum. Müzik benim kadınlığımı kutladığım da bir alan. Dirty Computer albümü de bir kavram. Dünyaya atılmış bir virüs olmadığınızı gösteren bir olgu. Ben afro-Amerikan işçi sınıfından gelmiş genç bir kadınım ve değişimi sağlayarak kendi iş dünyamı yaratabildim. Müziğimi kalbimde hissederek hayalimi dizayn ettim. Baskılara şarkılarımla cevap verdim. Bunu sanatınız ile siz de yapabilirsiniz” diyor. Sadece bir akademiyi ziyaret etmiyoruz anlayacağınız, müziğin çabalar ve kendi kültürünüz ile harmanlanınca nasıl kitlelerce hissedebildiğine de tanık oluyoruz bu iki kadın müzisyenin konuşmasında...Berlin’deki Red Bull Music Academy’nin 20. yılını kutlamak ve o ruhu İstanbul’da da hissetmeniz için Red Bull Music Festival özel bir gece organize etti. 29 Eylül günü Beykoz Kundura Fabrikası’nda 12 saat kesintisiz müzik ile Talaboman, Fennesz gibi birbirinden değerli müzisyenler setin başında olacak.

Devamını Oku

Rock müzik zamanı ve dönemi değiştirir

15 Eylül 2018

BKM organizasyonuyla bu ayın başında izlediğimiz Imagine Dragons konseri hiç şüphesiz müthiş bir enerjiye sahipti. Grup öncesi ise İngiliz müziğinin ruhunu hala taşıyan The Vaccines sahnede yerini aldı. Ben de sahne arkasında bu fazlasıyla eğlenceli vokal Justin Hayward-Young ve gitarist Freddie Cowan ile bir araya geldim. Yeni albümleri Combat Sports’un ortaya çıkış sürecini derinlemesine konuştum.Yeni albümünüz Combat Sports’a gelen reaksiyonları nasıl yorumluyorsunuz?Justin Hayward-Young: Bu şarkı ilk çıktığında yani albümü daha yayınlamadan çok iyi reaksiyonlar almıştık. Şarkıyı konserlerde çalmaya başladığımızda daha önce kaydettiğimiz diğer şarkılardan çok daha farklı hissettirmiştik. Bu daha önce yaptığımız işlerle pek alakalı değildi.Freddie Cowan: Diğer albümlerimizden farklıydı. Ama bu albümde eğlence anlamında en yüksek noktaya ulaştık. Müzikal anlamda en keyif aldığımız işti. Justin: Biz bu şarkıyı albümün adı olarak da seçtik. Zaten birçok duyguyu barındırıyor. Öfke, heyecan, mücadele, vazgeçiş, umut, kayıp…Freddie: Sanki bu albüm sizinle bir iletişim kuruyor ve sizi sallayıp kendinize getiriyormuş gibi hissettiriyor.Combat Sports’ın özellikle rock türü olduğunun altını çiziyorsunuz. Günümüzde rock yapmak eski moda mı? Justin: Rock müzik zamanı ve dönemi değiştiren bir tür. Yeni bir akım yaratacak güce sahip. Şu an elektronik müzik soundu ise aynı şeye sahip değil. Bu türe sadece Kraftwerk iyi bir örnek... Sound olarak onlar rock müziğinin de üstündeydi. Şu anki elektronik müzik ise aynı değil. Muse, Imagine Dragons gibi eski moda rock yapan havalı rock gruplar hala var. Bizim müziğimiz de eski moda. Bu sadece seçim ve zevkle alakalı.Freddie: Krafwerk elektronik müzik işaretleri olan synth’ler kullanıyordu, ama müziğine gitar da ekliyordu. Bence Combat Sports’da da aynı şey geçerli. Modern bir tarzı ve zevki var. Müzik üretim süreciniz nasıldır?Justin: Oldukça zor. Önce müzik ortaya çıkıyor ve onları gruba taşıyorum. Eğer benim hissettiğim rengi onlar da hissederse düzenlemeye hep beraber başlıyoruz. Sözlerin ise kişisel tecrübelerden olmasına önem veriyorum. Yazdığım sözlerin dürüst olmasına da dikkat ediyorum.Freddie: Dikkatini çekmek istediğimiz nokta biz bunu gerçekten tutku ile yapıyoruz. Gelişi güzel sololarla tutku ile yapılmamış bir müzik ortaya çıksın istemiyoruz. Her şeyin bir bütün olmasına önem veriyoruz. Bizden o andan çıkmayan hiçbir şeyin müziğimize yansımasını istemiyoruz. Bir şarkıda ilk izlenime inanıyorum. Şarkının birden seni içine almasını isterim. Ve gerçekten o şarkı senin için kolayca akıp gitmeli.Grubun kimyasını nasıl tarif edersiniz?Justin: Beşimiz de sürekli şekil alıyoruz ve değişiyoruz. Bu çok kompleks bir şey. Bu değişim iyi bir kimya, çoğu zaman. Özellikle şu an hiçbir zaman olmadığı kadar iyiyiz. Hepimiz arkadaşız, bu da işi kolaylaştırıyor. Çünkü günün sonunda çalıştığın kişilerle uyumlu olmalısın. Freddie: Aramızdaki balans tamamen oturmuş durumda. Hatta bazen aramızda bir telepati bile oluşuyor. Mesela sahnede mi?Justin: Evet, çoğunlukla… Stüdyoda da aynı şekilde ne düşündüğümüzü anlıyoruz. Seyirci sizi yönetmez sadece yol gösterirSahnede Justin asla yerinde duramıyorsun. Oranın sırrını nasıl anlatırsın?Justin: Youtube’da bir video var. Yorumlara bakıyordum, iyi yorumlar varsa görmek isterim. (gülüyor) Herkes sert bir şeyler aldığımı düşünmüş. Gözlerim yüzünden… Orada bir tartışma olmuş hatta. Hayır, bir şey kullanmadım sadece sahnede çıldırıyorum. Sahne sana olmadığın bir kişiye dönüşmen için yeterince şans veriyor. Herhangi biri olabilirsin orada. Ama günün sonunda yine kendin olmalısın. Arkadaşlarım diyor ki “sahnede farklı bir aksan kullanıyorsun.” Evet, çünkü bunun sebebi sahnede kendim gibi olmak istemiyorum, herhangi biri olmak istiyorum. Çünkü performansımdaki güç buradan geliyor. Ama ne olursa olsun kendinden de kaçamıyorsun. Hayranların reaksiyonları önemli oluyor mu?Justin: Evet, hem de çok… Onlar sizin üretiminize eşlik eden bir güç gibi. Performansımızın üzerine çok etkisi var. Biz onlar tarafından var oluyoruz. Ama seyirci bizi yönetmiyor, onlardan aldığımız tepkiler bize rehber oluyor. Freddie: Hala hayran konseptini oldukça ilginç buluyorum. Sizinle yüz yüze tanışmak istemesi değişik geliyor. Sizi motive eden şarkılar neler?Justin: If You Wanna çok özel bir şarkı. Bilirsin bu şarkıyı performe ettiğimiz zaman hemen coşkuyu alabiliyorsun.

Devamını Oku

Müziklerim gülümsemenizi sağlıyor

15 Eylül 2018

Şehrin en yeni festivali ‘fizy İstanbul Müzik Haftası’ kapsamında Erlend Øye&La Comitiva, 19 Eylül akşamı Zorlu PSM sahnesinde olacak. Özellikle Kings of Convenience’den tanıdığımız Erlend, bu projesinde İtalya’nın denize nazır kasabalarına iniyor ve naif bir müziğin içine bizi sürüklüyor. Erlend ile konser öncesi müziğinin son dönemde nasıl şekillendiğini konuştum.Dünyanın bu kadar çok dijital ile içli dışlı olduğu bir dönemde sen daha farklı bir yol izliyorsun. Dört kişi ukulele ve klasik gitarlarla sahneye çıkıp müthiş bir performansa imza atıyorsun. Sizin müziğiniz ile dinleyici bir bakıma da dış dünyadan uzaklaşıp arınıyor mu?Şu anki projemde bir ukulele, bir cavaquinho (metal tel kullanılan bir Brezilya ukulelesi), bir çelik telden yapılan gitar ve bir klasik gitar bulunuyor. Bunlar bir araya gelince bana göre çok heyecan verici bir sound oluşuyor. İnsanların gülümsemesine, biraz dans etmesine ve kendi belleklerinde bir yolculuğa çıkmasına yardımcı oluyoruz.Naif şarkılar yazmanı sağlayan ilham kaynakları neler?Bundan yaklaşık bir sene önce ukulele çalmaya başladım. Birinin bana 40. yaş doğum günü hediyesiydi. Ukulele, gitardan biraz daha farklı; bu yüzden beni daha farklı, daha sade şarkılar yazmaya teşvik etti. İtalyan müziğinden ve La Comitiva’yla yaptığımız Latin müziklerinden de ilham aldığımı söyleyebilirim. Küba, Brezilya ve Sicilya müzikleri de etkilendiklerim arasında. La Comitiva ise Siraküza’da gerçekleşen partilerde doğdu. 4-7 kişi bir araya gelip Küba, Brezilya ve Sicilya müziklerinin coverlarını yapıyorduk. Onları o dönem birkaç konser gerçekleştireceğim ve tatil yapacağım Şili’ye davet ettim. Sonra profesyonel olarak çalışmaya başladık ve bu konsepti geliştirdik.Yaşadığın ülkeler Almanya, İtalya ve Norveç, bu üç ülkeyi müzikleri bakımından nasıl tanımlarsın?Bütün ülkelerin spesifik bir müziği olduğuna dair bir düşünce var, ben bunun yanlış olduğunu düşünüyorum. Küresel dönemde böyle bir şey yok. Ülkelerin değişik müzik tarzları var fakat hepimiz aşağı yukarı aynı şeyleri dinliyoruz. Yalnız, Almanya’daki techno sahnesinden ayrıca bahsetmeliyim. Almanya’da birçok insan techno’dan anlıyor ve bu müzik türüne farklı, özel bir yaklaşımları oluyor. İtalyanlar için şarap neyse Almanlar için techno o. İtalyanca, romantik şarkılar için de çok uygun bir dil. Öyle bir şey ki, söylemek istediğiniz herhangi bir şeyi İtalyanca olarak yazıp şarkı haline getirin, ne olursa olsun güzel duyulacaktır.Acılarını haykıran şarkıları sevmiyorumDinleyicilerin devamlı farklı projelerin içinde olmanı sence nasıl karşılıyor? Beni yakından takip edenler bunu problem etmiyor; fakat diğerleri bazen tam olarak ne yaptığımı anlayamıyor ve beni takip etmekte güçlük çekebiliyor. Bazı insanlar aynı anda birden çok proje yapmayı uygun görmüyor ama ben her zaman projelerim üzerinde paralel olarak çalışanlardanım. 2008’de hem Kings of Convenience ile hem de The Whitest Boy Alive ile turneye çıktım. 2006’da da aynı iki grupla turnedeydim, aynı zamanda DJ olarak da çalışmalarımı sürdürüyordum. Bu sene solo projeme odaklanmış durumdayım. Tabii ki aynı zamanda Kings of Convenience üzerine de çalışıyorum. Tek tip müzik yapmak seni sıkıyor mu?Evet, bazen Kings of Convenience’ın ait olduğu janr beni sıkabiliyor. Devamlı büyük acılarını haykıran ve şarkılarına “ben” diliyle başlayan şarkıcı-şarkı yazarlarından çok sıkıldığım oluyor; “ben” kelimesiyle birlikte hep kendilerinden bahsediyorlar. Bunlar yüzünden müziğimi daha sade, daha hafif yapmaya çalışıyorum. Çok ağır müzikler var, bana fazla geliyor. Daha önce İstanbul’da konserler verdin, buraya dair neler hatırlıyorsun?Çok güzel yemek yediğimi hatırlıyorum. Daha önce Berlin’de yaşadım ve orada yediklerimin Türk yemeği olduğunu düşünürdüm, yanılmışım. Çok güzel sebze yemekleriniz var, yeniden tadabilmek için sabırsızlanıyorum. Birkaç sene önce İstanbul’da küçük bir dükkandan küçük bir gitar almıştım, onunla şarkılar yazdım. Tekneye binişimi ve Karadeniz’e gidişimi de unutamıyorum, harika bir deneyimdi. Genel olarak şehirde yürümekten, hayatı ve insanları gözlemlemekten de çok keyif almıştım. Konser vermeyi en çok sevdiğin festival neresi?Favori festivalim sanırım Hollanda’da gerçekleşen Into the Great Wide Open; bir de Danimarka’da gerçekleşen Roskilde Festival var. Konser vermekten hoşlandığım mekanlar arasında da Kopenhag’daki VEGA ve Berlin’deki Funkhaus var. İtalya’da, Padova’da Sala dei Giganti isimli muhteşem bir yerde çalmıştım. Çok eski bir ev ve duvarlarında 400-500 yıl öncesinden kalma, şehrin tarihini yansıtan tablolar var. Konsere gidiyor musun? Konserlere çok sık gittiğimi söyleyemem, bu konsept benim için yıllar içinde yıkıldı sanırım. Neredeyse tüm konserlerin çok gürültülü olduğunu düşünüyorum. Diğer müzisyenlerle vakit geçirmekten keyif alıyorum.

Devamını Oku