Herkes için doğru kişi vardır deyip ruh ikizi masalına inanmak meğer ilişkilerin düşmanıymış.Prensle prensesin birbirini bulduğu, sonsuza kadar mutlu mesut yaşadıkları masallarıyla büyütüldük çocukluğumuzdan beri. Onlar için gökten 3 elma düşer biz de hayal alemine dalardık masalın sonunda. Kendi beyaz atlı prensimizi bekler dururduk bizi karanlıklardan çıkarsın diye. Büyüdük bu kez Romeo Juliet’ini, Carrie Bradshaw Mr. Big’ini, Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ı B.’sini aradı durdu hikayelerde, filmlerde. Biz de kim olduğunu bilmesek de orada bir yerde deyip peşinden koştuk yıllarca. Ama meğer bunca yıllık kronik mutsuzluklarımızın nedeni hep buymuş. Araştırmalara göre ‘the one’ yani o doğru kişiyi beklemek hayatımızı da ilişkilerimizi de mahvediyormuş.Doğru kişi yüzünden hayal kırıklıkları artıyorİnternet sitesi eHarmony ve Relate’in yaptığı araştırmada dikkat çeken sonuçlar var. Buna göre 35 yaş altındakiler onlar için doğru bir kişi olduğuna gerçekten de inanıyor. Her 5 kişiden 1’i ‘the one’ın olduğunu düşünüyor. Zor olsa da engelleri aşarak o gerçek aşka kavuşulacak zannediyoruz. Ancak Toronto Üniversitesi’nin araştırması farklı bir gerçeği ortaya koyuyor. Buna göre, bu düşünceyle yaşamak var olan ilişkilerimize zarar veriyor.Aslında nedeni basit. Doğru kişiyi bulduğumuzda sonsuza kadar pespembe bir mutluluk bulutu içinde yaşayacağımızı sanıyoruz. Ancak haliyle normal şartlarda bu mümkün değil. Bu yüzden de en ufak bir kavgada daha büyük hayal kırıklıkları, daha büyük üzüntüler yaşıyoruz. Yaptığımız büyük bir hata daha var. Tanıştığımız insanlarla ilgili kafamızda işaret kutucuklarına tik atıp duruyoruz. Kriterlerimize göre kim daha çok artı alırsa sanki bizim için o kişi daha doğru diye düşünüyoruz. Fakat sırf bu yüzden tüm kutulara artı alamadı diye, bize çok da uyabilecek doğru insanları kaçırıyoruz.Doğruyu bulmak için birkaç ipucuPeki, ne yapmak gerek? İlişkileri birlikte çıkılan bir yolculuk gibi görmek lazım diyor işin uzmanları. Beraber büyüdüğünüz, geliştiğiniz bir süreç olarak geçirebilirseniz, ilişkinin sağlıklı bir şekilde devam etme ihtimali artar diyorlar. Üstelik birçok uzman bir kişi için tek bir doğru insan olduğu fikrine karşı. (Çok şükür) her birimiz için birden fazla ‘the one’ın olabileceğini söylüyorlar. Şu an için doğru olan bir insan 5 yıl sonra doğru olmayabilir. Bu yüzden bazı kişilere ‘anlık’ doğru olarak bakıp belli bir süreyi beraber geçirmek gerek, bazılarıyla ise beraber büyümeyi, değişmeyi, gelişmeyi göze almak gerek diyorlar. Kendinize soracağınız birkaç basit soru süreçte size yardımcı olabilir. Mesela “onun yanında kendim gibi olabiliyor muyum yoksa başka biri gibi mi davranıyorum? Birlikte ne kadar eğleniyoruz? Aynı değer yargılarına sahip miyiz? Birbirimize destek oluyor muyuz?” Eğer bu sorulara yanıtınız evet ise belki de çok düşünmemeniz gerek. Sonsuza kadar mutlu yaşamak aslında sadece sizin bakış açınızı değiştirmenizde saklı…
Sınava giriyor, orkestra yönetiyor, ameliyat bile yapıyorlar. Robotların yetenekleri aldı başını gidiyor.Millet gider Mersin’e biz gideriz tersine demişler. Geçen hafta tam da bunu yaşadık. Space X’in kurucusu yüzyılımızın dahi çocuğu Elon Musk uzaya seyahatte çığır açtı. Elektrikli arabası Tesla’yı bir rokete koydu, uzaya fırlattı. Mars’ı ıskaladı ama o araba, milyarlarca yıl uzay boşluğunda dönüp duracak. Reklamda son nokta… Bizde ise gündem biraz daha farklıydı. Malumunuz 6 Şubat Türkiye’de 2010’dan bu yana Güvenli İnternet Günü olarak kutlanıyor. Ancak bu yıl BTK’nın düzenlediği organizasyon bir robotun gölgesinde kaldı. Sonrasında olanlar daha da şaşırttı.Robota format attıran gerginlikGeçen haftanın en çok okunan haberlerinin başında geldi bu olay. Konu teknoloji olunca, BTK’nın programını da bir robot sundu. Çin’de geliştirilen Sanbot isimli insansı bir robottu bu. Aslında her şey gayet güzel başladı. Robot sırayla konuşmacıları sahneye çağırdı, anonslarını yaptı. Fakat sıra organizasyonun ağır topu Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Ahmet Arslan’a gelince işler karıştı. Robot belki de biraz heyecanlandı. Arslan konuşmasını yaparken robot “Yavaş konuş, ne diyorsun anlamıyorum,” diyerek araya girdi. Bakan Arslan önce gülümsese de robot söz kesmeye devam ettikçe Bakan da rahatsız oldu. Kürsüden “Gereğini yapın,” talimatı verdi. Önce robotun mikrofonu kapatıldı, ardından da apar topar sahneden indirildi. Daha sonra da robot format yedi.Fırça yiyen robotu sevebilirsinizOlay burada bitti sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Robot ayağını denk aldı. Kanal D Haber o robotu buldu, Bakan’dan özür diletti. Muhabir Aytaç Can Sanbot’a “Bakan’ın sözünü niye kestin” diye sordu. Robot ise “Yanlışlıkla oldu, çok üzgünüm” diye cevap verdi. Herkes çok üzerine gitti ancak Sanbot aslında özünde çok iyi bir robot. Bakan Arslan’la da tanışıklıkları eski. İstanbul’daki 3. Havalimanı’nın inşaatını gezen Bakan’a orada da eşlik etmişti. Havalimanı tamamlanınca da bol bol göreceğiz kendisini. Çünkü yeni havalimanında görevli olacak. Uçuş bilgilerini ekranlardan değil ondan öğreneceğiz. Ayrıca tercümanlık ve rehberlik yapacak. Tek özelliği bunlar da değil. Hayli gelişmiş… Dans ediyor, insan hareketlerini taklit ediyor, yük taşıyabiliyor. Otellerde oda servisinin, restoranlarda garsonların yerini alması bekleniyor. Bir süredir Çin’deki havalimanlarında yolcuları izleyip vücut sıcaklıklarını analiz ediyor. Şüpheli bulduklarını yetkililere bildiriyor.Birçok ülkede ortalığı karıştırıyorlarSanbot ne kadar gelişmiş olursa olsun, ağır eleştirilere maruz kaldı. Türkiye daha MHP lideri Bahçeli’nin Sophia isimli robota Suudi Arabistan’ın vatandaşlık vermesine tepki göstermesini atlatamadan bu çıktı başımıza. Robotlara tek tepki gösteren biz değiliz. Hong Kong menşeili Sophia’yla ilgili Suudi Arabistan’da sert tartışmalar yaşandı. Başörtüsü takmayışı ağır eleştirildi. Yanında erkek olmadan dışarı çıkmasın diyenler bile oldu. Çin’de de durum benzer. Komünist Parti’yi eleştiren yapay zekaya sahip iki robotun fişi çekildi. O robotlardan biri “Komünist Parti’yi seviyor musun?” sorusuna olumsuz yanıt vermiş, partinin yozlaştığını söylemişti. Diğeri ise “Vatansever misin?” sorusuna “Adet dönemimdeyim, dinlenmek istiyorum” diyerek kaçamak bir cevap verdi. Bunlar zaten robotların son sözleri oldu.Robotlar işlerimizi elimizden alacakYapay zekanın akıllanmasından korkmak çok tuhaf değil. Teknolojiyle bu denli içli dışlı olan Musk bile kontrol edilmesi güç boyutlara ulaşan yapay zekanın insan nesli için “en büyük tehdit” olduğunu söylüyor. Birleşik Arap Emirlikleri sırf bu durumu kontrol altında tutmak için geçen yıl Yapay Zeka Bakanlığı kurdu. Ancak korku için bu denli ileri gitmeye gerek yok. Robotlar çok daha kısa süre içinde bile bizler için büyük sıkıntılar yaratacak gibi. Ünlü yönetim danışmanlık şirketlerinden McKinsey & Company’nin tahminine göre 2030 yılında robotlar ekonomik düzeni alt üst edecek. Şu andaki işlerin yüzde 60’ı robotlar ve otomasyon sayesinde yapılabilir hale gelecek. Bu da 400-800 milyon kişinin işsiz kalması anlamına geliyor.
Ortadoğu’nun en güçlü ama bir o kadar da gizemli ülkelerinden İran’da kadınlar bir süredir ayakta. Artık zorunlu olarak başörtüsü takmak istemiyoruz diyorlar. Kalabalık meydanlarda başörtülerini çıkarıp sadece duruyorlar. İran’da sembol olacak o ilk bireysel gösteri başladığında takvim yaprakları 27 Aralık 2017’yi gösteriyordu. Kim olduğu bilinmeyen -aslında pek de önemli olmayan- bir kadın başkent Tahran’ın işlek İnkılap Caddesi’nde başörtüsünü çıkardı. Bulduğu bir dal belki de bir sopaya beyaz örtüyü takıp yüksek bir yere çıktı. 10 dakika boyunca sadece durdu. Kımıldamadan. Konuşmadan. İran’da kadınların başörtüsü takma zorunluluğunu protesto ediyordu. Önce ne olduğunu anlamadı etraftan geçenler. Sonra cep telefonlarını çıkarıp onu görüntülemeye başladılar. Dakikalar içinde polis de olay yerine ulaşmıştı. Hem o hem de onu videoya alan 2 kişi apar topar gözaltına alındı. Ancak fitil ateşlenmişti bir kere…İsimsiz kız sembol oldu resmi sokakları süslediAdı bilinmiyordu. Bu yüzden de İnkılap Caddesi’ndeki Kadın olarak anılmaya başlandı sosyal medyada. Günler geçip de ondan haber alınamadıkça iş büyüdü. #WhereIsShe yani #ONerede etiketiyle paylaşımlar yapıldı. Fotoğrafı karikatüre dönüştürülüp simge haline geldi, posterlere basıldı. Yüzlerce kişi başörtüsünü çıkarıp aynı şekilde fotoğraflar çektirip sosyal medyaya yüklüyordu. Üstelik sadece İran’da değil, dünyanın dört bir yanında… Günler ilerledikçe kimliği ortaya çıktı. O kadın 31 yaşındaki Vida Movahed’di. 9 aylık bir de bebeği vardı. Ailesi ikisinden de haber alamıyordu, endişeliydi. Bireysel eylem kısa sürede kitlesel protestoya dönüştü. ABD’de otobüste bir beyaza yer vermeyi reddeden ve devrimin öncüsü olan Rosa Parks geldi akıllara. O da İran’ın Parks’ı olmuştu… Movahed’in gözaltına alınmasından sadece birkaç gün sonra İranlılar zaten ekonomik gerekçelerle sokağa dökülmüştü. Kadınlar da onun için eylemler yaparak protestoya destek vermeye başladı.Sembol kadın bir ay sonra serbest bırakıldıGeçen Pazartesi günü sembolikti bu eylemler açısından. Bir başka kadın, Nagres Hosseini de aynı sokakta, aynı yere çıkıp elindeki beyaz başörtüsüyle ‘durdu’. İnternete yüklenen bir fotoğraftan daha fazlasıydı bu… Polis bu kez müdahalede daha deneyimli ve hızlıydı. O da gözaltına alındı. Tam da o dakikalarda, belki de durumun kontrolden çıkmasından endişe eden yetkililer Movahed’i serbest bıraktı. Ama bu protesto nedeniyle bir ayı küçük kızıyla birlikte demir parmaklıklar ardında geçirmişti. 2. gözaltıyla birlikte tepki daha da büyüdü, eylemler yayıldı. Geçen hafta boyunca 40’a yakın kadın benzer gösterileri nedeniyle gözaltına alındı.Eylemin fikir annesi sürgündeki bir gazeteciİranlı kadınların aslında istedikleri çok basitti. Başörtüsünün zorunlu olmasına tepki gösteriyorlardı. Sembolik büyük bir anlamı vardı. “Benim bedenim benim kararım” diyorlardı. Kimlikleriyle, itibarlarıyla, seçme özgürlükleriyle ilgiliydi bu olay. Movahed bir Çarşamba günü yapmıştı eylemini. Bu yüzden de olayın hep sürgündeki İranlı bir aktivistin hareketi olan Beyaz Çarşamba ile ilgili olduğu düşünüldü. 2009’dan bu yana ABD’de yaşayan gazeteci Masih Alinejad sosyal medyadan ve kurduğu My Stealthy Freedom yani Benim Gizli Özgürlüğüm isimli internet sitesinden İranlı kadınlara ulaşmaya çalışıyor. O internet sitesinde kadınlar başörtüsüz fotoğraflarını paylaşıyor. Çarşamba günleri sokağa inip başörtüsü zorunluluğunu protesto ediyorlar. Aslında geçen ay önemli bir kazanım elde ettiler de... Başörtüsü yasağına uymamanın hem para hem de hapis cezası vardı. Ancak yeni yılla birlikte çıkarılan yasayla hapis cezası kaldırıldı. Para cezası ve rehabilitasyon uygulanacağı yani kadınların bir nevi davranış eğitimine gönderileceği açıklandı. Şimdi gözler bu gösterilerin de sonuç verip vermeyeceğinde.İran’daki başörtüsü takma zorunluluğuİran’da 1979’daki İslam Devrimi’nden kısa süre sonra devrimin lideri Ayetullah Humeyni kadınların başörtüsü takması gerektiğini söyledi. Kadınlar sokağa döküldü, sert tepki gösterdi. “Sadece bir öneriydi” diyerek gösteriler dindirildi. Ancak bir yıl sonra başörtüsü önce devlet dairelerinde, 1983’te ise halka açık yerlerde tüm kadınlar için başörtüsü takmak zorunlu hale getirildi. Ülkeyi ziyaret eden turistler hatta yabancı lider ve temsilciler de bu kurala tabi. Uçaklardaki kabin personelinin bile uçaktan indiği andan itibaren başörtüsü takıyor. Bu yüzden birçok havayolu şirketi hostesler için İran uçuşlarını seçmeli tutuyor. Para cezası mahkemenin insafına kalmış. 25 lira da olabilir 100 lira da. Aynı şekilde alacağın ‘rehabilitasyonun’ süresi de değişiyor. Sokakta gezen ‘ahlak polisleri’ kadınları sıkı sıkı denetliyor. “Parayı ödedim kurtuldum” yok. Mimlendin mi durum fena. Yoğun mahalle baskısı altında kalıyorsun. Bu yüzden de kadın hakları savunucuları İran’da yaşayan kadınlardan ziyade turistlere kuralları delmeleri için çağrı yapıyor.
Hollywood’da kadınlar ayakta. Seslerini duyuramadıkları, eşit haklara sahip olamadıkları ve en korkuncu erkekler tarafından tacize uğradıkları için isyan ediyorlar. Şampanyanın su gibi aktığı, partilerin sabaha kadar sürdüğü, en lüks kıyafetlerle en lüks arabaların kullanıldığı bir yaşam zannediyoruz Hollywood’u. Ama değil. Madalyonun diğer yüzünde yine büyük acılar var. Özellikle de kadınlar için. Geçen aylarda patlak veren cinsel taciz skandalı kartopuydu, yuvarlana yuvarlana çığa dönüştü. Neredeyse Hollywood’da adı geçmeyen erkek kalmadı desem yeridir. Son dalga Gwyneth Paltrow, Angelina Jolie ve Cara Delevingne gibi birbirinden ünlü 100’e yakın ismin Oscar Ödüllü yapımcı Harvey Weinstein hakkında cinsel taciz suçlamasında bulunmasıyla başladı. Herkesin bunları bildiği ama sustuğu da ortaya çıktı. Roman Polanski, Kevin Spacey, Dustin Hoffman, Ben Affleck, James Franco, Ed Westwick gibi birçok ünlü aktör ve yönetmen suçlandı. Kadınlar “Ben De” yani “Me Too” etiketiyle hikayelerini anlatmaya başladı. Milyonlar bir oldu. Kısa sürede milyonlarca Tweet atıldı. Time Dergisi bu kampanyaya katılıp ayaklanan kadınları “Yılın Kişisi” seçti. Artık Hollywood’da ünlü isimlerin yeni projeleri değil, sırada kimin adının bu skandala karışacağı konuşulur hale gelmişti. Hollywood’da bile erkekler 3 kat daha fazla kazanıyorForbes’a göre 2017’de Hollywood’un en çok kazanan 10 aktörünün toplam geliri 488.5 milyon dolardı. En çok kazanan 10 aktristin toplam geliri ise 172.5 milyon dolar oldu. Erkekler kadınlara oranla 3 kat daha fazla kazanmıştı. Geçen yılın en çok kazanan aktörü Mark Wahlberg en yakın kadın rakibi Emma Stone’a 2.5 kat fark atıyordu. Ancak bu kampanyaların hız kazanması ve rakamların ortaya dökülmesi sonrası işler değişti. Wahlberg “All The Money in The World” filmindeki rol arkadaşı Michelle Williams ile aldıkları ücret arasında uçurum olduğunu öğrenince, aradaki fark olan 1.5 milyon doları “Time’s Up” kampanyasına bağışlayarak tepkisini ortaya koydu.Emmy’de kadınların hikayeleriKadınların bu başkaldırışı Altın Küre gibi Emmy’e de damga vurdu. Emmy Ödülleri’nin iki kazananı da kadınlar ve onların hikayeleriydi. Kadınların hiçbir hakkının olmadığı, sadece çocuk doğurmak ve hizmet için kullanıldığı distopyanın anlatıldığı “Handmaid’s Tale” dizisi törenden 8, ABD’de yaşayan bir grup kadının verdiği hayat mücadelesini anlatan “Big Little Lies” 7 ödülle döndü. “Big Little Lies” dizisinin sembolik olarak da önemi büyük. Çünkü bu dizinin yapım şirketi filmin başrolündeki ABD’li ünlü oyuncu Reese Witherspoon’a ait. Witherspoon 2014’te Hollywood’daki yapımcıların hep erkek kahramanların olduğu filmler çekmelerine isyan edip bu şirketi kurmuştu. O tarihten bu yana kadınların hikayelerini ekrana ve beyaz perdeye taşıyor.Süre Doldu kampanyası başkanlığa da sıçradıBu olaylar adeta dönüm noktası oldu. Sinemanın kadınları Hollywood’daki sistematik cinsel tacizle mücadele etmek için “Time’s Up” yani Süre Doldu isimli bir kampanya başlattı. 300’ü aşkın ünlü isim bir araya gelerek hem maddi durumu iyi olmayan taciz kurbanlarına yardım edeceklerini, hem de sinema sektöründe her alanda eşitlik için mücadele edeceklerini duyurdu. Oscar’ın habercisi Altın Küre Ödülleri’nde de herkes simsiyah giyinerek bu kampanyaya destek oldu. Kampanya o denli büyüdü ki, ünlü televizyoncu Oprah Winfrey dakikalarca ayakta alkışlanan ödül konuşmasını “Süre doldu” diye bitirdi. Herkes o kadar etkilenmişti ki binler Winfrey’in 2020’de ilk siyah kadın başkan olması için kampanya düzenlemeye başladı. Oscar’da da bu sene kadınların yılıOscar ödüllerinin geçen hafta açıklanan adayları da kadınlar için birçok ilki barındırıyor. Bu yılın en çok konuşulan filmlerden biri de Lady Bird’dü. Senaristi, yönetmeni ve başrolleri kadınlara ait bu film 5 dalda Oscar’a aday oldu. Filmin yönetmeni Greta Gerwig, Oscar’a aday gösterilen 5. kadın yönetmendi. Mudbound da kadınlar açısından tarih yazdı. Filmin yönetmen ve senaristi Dee Rees’in en iyi uyarlama senaryo dalında aday gösterilen ilk siyah kadın. Görüntü yönetmeni Rachel Morrison Oscar’ın 90 yıllık tarihinde bu dalda aday olan ilk kadın. Shape of Water’ın başrolündeki Octavia Spencer 3. kez Oscar’a aday gösterildi. İki yıl üst üste aday gösterilen ilk siyah kadın oyuncu oldu. Meryl Streep’i övmeye sayfa yetmez. The Post’taki rolü ile 21. kez Oscar adayı olarak kendi rekorunu kırdı.
Sezen Aksu doğru söylemiş. “Sonu yokmuş yalnızlığın”. İngiltere geçen hafta ezber bozup Yalnızlık Bakanlığı kurdu.Hepimiz yeri gelir biraz yalnız hissederiz kendimizi. Ama iş kronikleştimi durum fena. İster sosyal medyayla sanallaşan ilişkileri sebep gösterin ister yoğunlaşan, iş ve para hırsından gözümüzün kör olduğu hayatlarımızı… Bilinen tek bir şey var. Hepimiz giderek yalnızlaşıyoruz, içe kapanıyoruz. Evlilikler azaldı, boşanmalar arttı. İngiltere’de 9, ABD’de 42,6 milyon kişi kronik yalnızlık yaşıyor. Her 4 kişiden biri hiç yakın arkadaşı olmadığını söylüyor. Bu rakam 1985’ten bu yana 3 katına çıkmış. Durum birçok ülkede benzer. Bizde de rakamlar alarm veriyor. TÜİK verilerine göre 3,1 milyondan fazla kişi yalnız yaşıyor. AB’nin aday ülkeler arasında yaptırdığı araştırmalara göre Türkiye’de nüfusun yüzde 11,3’ü ihtiyaç duyduğunda kimsesi olmadığını hissediyor. AB ülkeleri arasında bu oran yüzde 6,7.Yalnızlık sigaradan daha zararlıAnlayacağınız tehlike çanları çalıyor. Çünkü ABD’de yapılan son araştırmalara göre yalnızlık insan hayatında obeziteden bile daha büyük bir risk. Günde 15 sigara içmek kadar zarar veriyor vücudumuza. Kalp hastalığına yakalanma riskini iki katına çıkarıyor. Erken yaşta ölüm riskini yüzde 26 artırıyor. En büyük gerekçe bu hissin depresyon, stres ve kaygı yaratması. Yalnız insanlar hayattaki olumlu uyaranları daha az fark ediyor. Genelde olumsuzlara odaklanıyor. Etrafındakilere daha az güveniyor, daha düşmanca davranıyor.Birçok ülkede yalnızlıkla tam gaz mücadele varSadece İngiltere’de değil birçok ülkede yıllardır önemli adımlar atılıyor. Çoğu Avrupa ülkesinde yalnız hissedenlerin arayabileceği yardım hatları var. Özellikle Noel’de ve yeni yılda arayanların sayısının iki katına çıktığı belirtiliyor. Finlandiya’da yalnız seyahat etmek istemeyenler uçak, otel ve yemeğini karşılayarak kendilerine seyahat arkadaşları tutabiliyor. Japonya’da 2012’den bu yana “sarılma evleri” var. 20 dakikadan 10 saate kadar değişen sürelerde gidip, seçtiğiniz birinin yanında uyuyabiliyorsunuz. Cinsel ilişki yasak. Sadece uyunabiliyor. Fiyatlar süreye göre 100 lira ile bin 700 lira arasında değişiyor. Sarılmak, kolunu atmak, kucağına yatmak hepsi ekstra ücrete tabi. Paraya kıyanlar için evlere pizza gibi ‘uyku arkadaşı’ servisi veren hizmetler de var. Kol ya da kucak şeklinde tasarlanmış yastıklar da yok satıyor.Teknoloji işe karıştı mertlik bozulduSadece arkadaşlık ilişkileri değil aşk da soyutlaşıyor bir süredir. Sanal aşk endüstrisi oluştu. Seks robotlarına yapay zeka da eklendi. Love and Sex and Robots (Aşk ve Seks ve Robotlar) kitabının yazarı David Levy’e göre 50 yıl içinde ‘yapay zeka’lı sevgililerimizle evleneceğiz. Artırılmış gerçeklik içeren uygulamalarla adeta Pokemon Go’daki gibi, sizinle yemeğe çıkıp karşınızdaki koltukta oturuyormuş gibi görünen hologram bir sevgili bulmanız tek tık uzağınızda. Bu pazarın kalbi yalnızlığın krize dönüştüğü ülkelerin başında gelen Japonya. 2 bin 700 dolarlık bu uygulama şimdiden 300’ün üzerinde satmış. Yayınlanan bir araştırmaya göre ülkede her hafta 4 bin kişi yalnız başına ölüyor. Fakat 2011’deki resmi bir araştırmaya göre bekar Japon erkeklerin yüzde 45’inin sevgili bulma gibi bir derdi yok. Her şeye “Tamam” diyen hologram varken, gerçek bir sevgili işlerine gelmiyor demek…Hayvanlar bile depresyona giriyorYalnızlık evcil hayvanlar için de tehlikeli. Evcil hayvanların yüzde 19’unun hafta içi günde 5 saatten fazla evde yalnız bırakıldığı tahmin ediliyor. Ancak bu durum hayvanları sıkıyor ve depresyona sokuyor. Diyabet, kalp hastalıkları ve aşırı kilo almalarını tetikliyor. Kediler nispeten yalnızlıktan en az rahatsız oluyor. Ancak köpekler ve ilginç ama tavşanlar için durum riskli. Onları uzun süre yalnız kalamıyor.
Esprisini yapıp geçsek de sosyal medya bir bağımlılık olmuş durumda. Yeni nesil bir uyuşturucu gibi… Düşünmemizi engelliyor, zaman, mekân algımızı kırıyor. Üstelik sağlığa da olumsuz etkileri var. Ancak yasal olduğu için tehlikesinin farkına bile varmıyoruz. Günde iki saati sosyal medyada geçiriyoruzHepimiz için günde birkaç kez Facebook, Instagram ya da Twitter’a girmek gayet doğal değil mi? Ama toplayınca ortaya ürkütücü bir rakam çıkıyor. Facebook’un kurucusu Mark Zuckerberg’ün kendi açıklamasına göre bir kullanıcının Facebook’ta geçirdiği zaman günde ortalama 50 dakika. Diğer platformlar da işin içine girince sosyal medyada ‘harcanan’ zaman günde 135 dakikayı buluyor. Bu henüz geçen yıl 126 dakikaydı. Yani bu süre büyük bir hızla artıyor. 7.5 milyar nüfuslu dünyada 2 milyar Facebook, 800 milyon Instagram kullanıcısı var. O denli kendimizi kaptırmış durumdayız ki tam 10 milyon kişi yanındaki arkadaşına sarılmayı ya da güzel bir dilek dilemeyi değil, 2018’e Facebook’tan canlı yayın yaparak girmeyi tercih etti.Like’lar psikolojimizi mahvediyorNe kadar farkına varmasak da sosyal medya aslında zehirli bir sarmaşık. Her geçen dakika bizi biraz daha ele geçiriyor. Psikolojimizi nasıl olumsuz etkilediği üzerine yapılmadık araştırma kalmadı. İnsanların dışarıya yansıttıkları o mükemmel hayatı takip etmek içten içe hepimizi depresyona sokuyor. Paylaştığımız bir fotoğraf ya da yorumla yeterli beğeniyi alamadık diye moralimiz bozuluyor. Çünkü her ‘like’ta beyinde ödülle özdeşleşen dopamin hormonu salgılanıyor. Bu olmayınca da kaygı, uyku ve hatta yeme sorunları yaşanıyor. Üstelik photoshoplu güzellikler algılarımızı o denli değiştiriyor ki son yıllarda estetik operasyon yaptıranların sayısında büyük artış var.Sosyal platform değil istihbarat servisiSosyal medyanın bir sıkıntısı daha var. Bu ağlar bir süredir istihbarat servisleri gibi çalışıyor. Gönüllü olarak hakkımızda yüzlerce bilgiyi bu platformlara kendimiz sunuyoruz zaten. Onlar da bunları bize karşı kullanıyor. Bizle ilgili topladıkları bilgilerle ‘tıklayabileceğimiz’ reklamları önümüze getiriyorlar. Üstelik kendileri itiraf etti, üzerimizde deneyler de yapıyorlar. Hislerimizi nasıl etkilediklerini, etkileyebileceklerini anlamaya çalışıyorlar. Unutmamak lazım Zuckerberg okulu bırakmadan önce Harvard Üniversitesi’nde bilgisayar mühendisliği ve psikoloji alanlarında çift ana dal yapıyordu. Bunun da hakkını veriyor. Geçen yıllarda yapılan bir deneyle Facebook haber kaynağında ne kadar olumlu haber paylaşırsa, kullanıcıların da o kadar olumlu paylaşımlar yaptığını ortaya koydu. 2016’daki ABD seçimlerinde de Facebook’un rolü çok tartışıldı. Örneğin Rusya kaynaklı 80 bin yalan içeriğin Facebook’ta 126 milyon kişiye ulaştığı, bunun bilinçli ve kötü niyetli olarak da kullanılabileceği belirtildi. Hatta sadece Facebook değil Twitter ve Google CEO’ları da Ekim ayında seçimlerdeki rolleri nedeniyle Amerikan Senatosu’nda ifade verdi.Nasıl daha az zaman harcayabiliriz?Olay sadece fotoğraf ya da düşüncelerimizi paylaştığımız platform olmaktan çıktı. Tehlikeli bir boyuta gidiyor. Kendinizle ilgili bir paylaşım yapmadan önce bir kez daha düşünmekte fayda var. Peki, kendimizi sosyal medyadan koparmak için ne yapabiliriz? Hesapları kapatmak kolay değil. Ama en azından bu platformlarda geçirdiğimiz zamanı kısıtlayabiliriz. Akıllı telefonlardaki uygulamaları silmek başlangıç için iyi bir yöntem. Logoları görünce elimizin gitmesine neden oluyor. Sildiğiniz zaman siz de bu siteleri bilgisayardan açmakla uğraşmayıp eskisi kadar ziyaret etmediğini fark edeceksiniz. Engelleme ve sessize alma tuşlarını da daha verimli kullanın. Çok paylaşım yapan ya da sizi mutsuz eden insanları çekinmeden engelleyin. İlk başta zor gelse de ruhunuza iyi gelecek.
Dünyanın tanınmış pazarlama iletişim şirketlerinden J. Walter Thompson önümüzdeki yıla damgasını vuracak 100 trendi derledi. İşte onlardan bazıları.Yemeğe de yapay zeka karışacakBir süredir çalan şarkının ismini bulmaya yarayan Shazaam uygulamasının bir benzeri eşyalar ve yemekler için de gündemde. Pic2Recipe internet sitesi ve Pinterest’te bunun denemeleri yapılıyor. Bu yıl bu uygulamayı her yerde görmeye hazır olun. Hatta yapay zeka da işin içine girecek. Telefonunuzu bir yemeğe tuttuğunuzda sadece tarifini değil besin değerlerini de öğrenebileceksiniz. Böylece fotoğraf çekerek kalori saymak mümkün olacak.Artırılmış gerçeklik her alana girecekGeçen yıl Pokemon oyununun çıkmasının sonrası daha da çok konuşur olduk artırılmış gerçekliği. Snapchat ardından da Instagram filtreleriyle her anımıza girdi. 2018’de hayatımızın vazgeçilmez parçası olup yayılacak. Ürünleri satın almadan bakmamızı sağlayıp elbiseleri üzerimize giymeden denememize yarayacak teknoloji artık yakın. Mobilya satın alırken evimize yerleştirip bakmak da hayal değil.Yeni neslin yeni meslekleriİş hayatındaki Y kuşağı her alanda olduğu gibi ezber bozdu. Eskiden doktora ya da mühendise kız verilirmiş. Ama şimdi 10 yıl önce hayal bile edilemeyecek meslekler, hayal edilemeyecek paralar kazanıyor. Özellikle de ‘micro-influencers’ yani sosyal medyadaki bin ila 100 bin arasındaki takipçisini etkileme kapasitesi olan kişiler yepyeni bir sektör oluşturmuş durumda.Bu 3 ürüne yer açınGüneydoğu Asya’da popüler olan ‘pandan’ bitkisi yeni gözdemiz olacak. Avokadonun ve matchanın yerini alabilir deniyor. Kuruyemiş ve patlamış mısır benzeri tatlı ama kekremsi bir tadı var. New York ve Paris’teki birçok barda artık kokteyllerin olmazsa olmazı. Mor tatlı patatese de alışsanız iyi edersiniz. Rengi biraz değişik olsa da bu yıl itibariyle bol bol göreceğiz kendisini.İkinci elin gücü adınaBir süredir birçok eşyayı ikinci el kullanıyoruz. Önümüzdeki yıl ikinci ele ulaşım da bu eşyaların kullanımı da çok daha artacak. Özellikle de çanta ve saat gibi lüks ürünlerde... Tasarım ve ünlü markaların binlerce dolarlık ürünlerini satmaya ve almaya yarayan internet siteleri ve uygulamalar giderek yaygınlaşacak.Yüz tanıma sistemleriParmak izinden sonra yüz tanıma da hayatımızın göbeğine girmek üzere. Iphone X ile ilk adım atıldı. Çin’de bu sayede ödemeler yapılmaya başlandı bile. “Gülümseyerek öde” sloganıyla hayata geçen projede yüz tanıma sistemiyle kredi kartıyla otomatik olarak ödeme yapmak mümkün. Üstelik artık her gün kullandığımız en basit ürünler de bizi yüzümüzden ve gözümüzden tanıyacak.Kadınlar için tasarımlarKadınlar hemcinsleri için çığır açan buluşlarla gündemde. Çoğu fiziksel ihtiyaçlardan doğan büyük icatlar. Taşınabilen ve giyilebilir süt pompası yavaş yavaş memeden süt sağıyor. Ve annenin canını yakmadan bebek için daha çok sütü toplayabiliyor. ABD’de çıkan Flex isimli tampon da yine bir kadının icadı. Regl döneminde de cinsel ilişkiye girmeye olanak veren bu tampon aldığı bir milyon dolarlık yatırımla önümüzdeki yıllarda işleri daha da büyütecek.
Yemek yapacağım diye mutfağı savaş alanına çeviren, maç izlerken çocuğu düşüp kafasını gözünü yaran ya da çamaşırların arasında kırmızı çorap unutup makinedeki tüm kıyafetleri mahveden erkekler artık eskide kaldı. Disney yaptırdığı son araştırmayla iyiden iyiye bu gerçeği ortaya koydu. Buna göre artık o eski “sürekli çalışan, etrafta olmayan, akşam eve yorgun argın gelen baba” figürü yok. Yeni nesil babalar 4 temel arzuyla hareket ediyor. Çocuklarıyla iyi bir bağ kurmaya çaba sarf ediyorlar. Bunun için de beraber geçirdikleri vakte büyük önem veriyorlar. Çocuklarını korumak, donatmak ama aynı zamanda da bol bol eğlendirmek istiyorlar. Avrupa, Orta Doğu ve Afrika genelinde yapılan araştırmanın sonuçları bu. Üstelik yaş, eğitim durumu ya da ırk farkı olmadan… Tüm bölgelerde çıkan sonuçlar benzer.Babalar evde çocuk bakıyorÇalışmayıp evde çocuk bakan babaların sayısı artışta. ABD’de oran yüzde 4. Hatta Finlandiya babaların annelerden çok çocuklarıyla vakit geçirdiği ilk ülke oldu. Anne ve babalar arasındaki fark hızla kapanıyor. Babalar 1965’te çocuk bakımına 2.5 saat ayırırken 2015’te süre 7 saate yükseldi. Neredeyse 3 katına çıkması bakımından heyecan verici bir rakam. Ancak annelerin hala baya gerisinde. Zira anneler 1965’te 10’ken şimdi haftada 15 saatlerini çocuklarıyla geçiriyor. Fakat değişen bir şey var. Erkekler 2015’te neredeyse 1965’le aynı oranda yani 43 saatlerini işte geçirirken, kadınlarda bu rakam 3 katına çıkıp haftada 25 saat oldu. Yani kadınlar işe ve çocuklarına daha fazla zaman ayırmaya başladı.Modern aile yapısı değiştiBir süredir reklamlarda da değişen durumu görmek mümkün. Birçok marka artık o eski klişeleri kullanmıyor. Modern bir baba figürü var. Hassas, sevgi dolu ve evde zaman geçiren… Çocuklarıyla kahvaltı hazırlayan, yemek yapan, kızlarının saçını ören babaları görebiliyoruz reklamlarda. Alışveriş merkezlerinde bile benzer bir tablo var. Eskiden bebeklerin altını değiştirmek için üniteler kadınlar tuvaletindeyken, bunun için düzenlenen kampanyalar ses getirdi. Artık babaların da anneye destek olabilmesi ya da bu işlemi kendi başlarına yapabilmeleri için kadın ve erkeklerin ortak kullanabilecekleri “Bebek Bakım Odaları” yapılıyor. İnternetin en büyük fotoğraf indirme sitelerinden Getty Images’ın rakamları da dikkat çekici. Buna göre 2007’de “baba” anahtar kelimesini arayanların en çok indirdiği fotoğraf çocuklarıyla futbol oynayan babayken 2016’da bu, kızının onun parmaklarına oje sürmesini gülümseyerek seyreden baba, 2017’de ise kızıyla kek yapan baba fotoğrafı oldu. Bu fotoğrafların reklamlardan, haberlere hatta okul kitaplarına kullanıldığı düşünülürse, değişen rolleri ortaya koyması açısından sembolik öneminin büyük olduğu aşikâr. Sonuçların çarpıcı olması Disney’i de harekete geçirdi ve bunu bir kampanyaya dönüştürdüler. Filmlerde bu tarz bir baba figürünü kullanacaklar. Haziran 2018’de gösterime girecek olan animasyon film Incredibles (İnanılmaz Aile) 2’deki Bob Parr böyle bir baba olacak. Diğer markalardan da destek beklerken reklam filmlerinde klişelere karşı çıkmalarını, bu modern aile yapısını ve değişen sosyal dinamikleri yansıtmalarını istiyorlar.