Büyük direniş

7 Mayıs 2012

F.BAH­ÇE bu­nu hep ya­pı­yor.Ada­mın yü­re­ği ağ­zı­na ge­li­yor hep.Fırtına gi­bi baş­lı­yor, go­lü de bu­lu­yor hat­ta ikin­ci­si­ni de atı­yor.Son­ra baş­lı­yor se­yir­ci­ye ecel te­ri dök­tür­me­ye.Ta­mam fut­bol so­nuç oyu­nu.İyi fut­bol ol­muş ol­ma­mış, ma­çın so­nu­cu ga­li­bi­yet­se kim­se­nin pek umu­run­da ol­mu­yor ama o 90 da­ki­ka na­sıl ge­çi­yor bir de ta­raf­ta­ra so­run ba­ka­lım.An­la­ma­dı­ğım şu; F.Bah­çe öne geç­tik­ten hat­ta far­kı iki­ye çı­kar­dık­tan son­ra ni­ye pa­nik­li­yor?G.Saray ma­çın­da da ol­du, dün de ay­nı­sı­nı ya­şa­dı F.Bah­çe.İki far­kın üze­ri­ne yat­ma­yı amaç­lı­yor ola­bi­lir, ama za­man ka­za­na­lım der­ken öy­le akıl al­maz ha­ta­lar ya­pı­yor­lar ki, maç bir an­da yü­rek da­ral­tan ha­le ge­li­yor.Üç da­ki­ka to­pu ra­ki­be ver­mi­yor­su­nuz, ade­ta or­ta­da sı­çan oy­nu­yor­su­nuz, ama ala­nı gi­de­rek da­ral­tı­yor­su­nuz, son­ra ya amaç­sız bi­çim­de top uza­ğa bir ye­re atı­lı­yor ve ra­ki­be ge­çi­yor ya da o da­ra­lan alan­da ra­kip to­pu ka­pıp ata­ğa ge­çi­yor.DÜN F.Bah­çe 3-1 ka­zan­dı ama eğer Trab­zon bek­le­me­di­ği an­da ka­zan­dı­ğı top­la­rı be­ce­rik­siz­ce har­ca­ma­say­dı so­nuç böy­le ol­ma­ya­bi­lir­di.Yi­ne de hak­sız­lık yap­ma­ya­yım. F.Bah­çe çok zor bir ma­çı ka­zan­dı.Çün­kü F.Bah­çe ar­tık sa­de­ce sa­ha­da mü­ca­de­le et­mi­yor.TRABZON ÇOK SERTTİTRAB­ZON dün çok sert­ti.Ama se­yir­ci da­ha da sert­ti.Sü­rek­li şi­ke üze­rin­den ya­pı­lan kö­tü te­za­hü­rat, fut­bol­cu­la­rı yıl­dı­ran sert­lik, ka­fa göz de­me­den sa­ha­ya atı­lan pa­ra­lar, çak­mak­lar.Bu at­mos­fer­den 3-1’le çık­mak çok bü­yük ba­şa­rı­dır.Bu­na kar­şı F.Bah­çe “bü­yü­k” di­re­ni­yor.Sa­ha­da, tri­bün­de, ha­va­ala­nın­da, mah­ke­me ka­pı­sın­da.Ko­lay de­ğil. F.Bah­çe Tür­ki­ye­’de di­re­ni­şin de sem­bo­lü ha­li­ne gel­di.Bu di­re­niş fi­nal ma­çın­da şam­pi­yon­luk­la taç­la­nır­sa, ama­cı­na kıs­men ulaş­mış ola­cak.Ye­ni­len bü­tün “da­yak­la­rı­n” acı­sı bir par­ça çı­ka­cak.

Devamını Oku

Bu hafta bol bol fıkra var

28 Nisan 2012

Baharın tüm güzelliğini benliğimizde hissediyoruz artık. Bugün pazar, evde oturmanın âlemi yok pek. Gazetenize göz attınız, çıkın dolaşın biraz. Ama baharın keyfini çıkarmak için önce biraz gülümseme çalışması yapalım. Yıldırım Tuna’dan gelen fıkralarla mutlu bir bahar gününe hazır olalım. Haydi okuyalım:Hep böyle mi?Polis, otomobiliyle giden adamı durdurmuş,Adam: Problem nedir memur bey?Polis: Meskun mahalde 90 km. ile gidiyordunuz.Adam: 70’i geçmediğimden eminim.Karısı: Aa? 110’dan bir an bile düşmedin be? (Adamdan karısına sert bakış)Polis: Ayrıca stop lambanız yanmıyor. Onun için de ceza kesmek zorundayım.Adam: Stop lambam mı? İnanın haberim yoktu.Karısı: Hayatım 2 haftadır biliyordun. Bana da söyledin ya? (Adamdan karısına daha sert bir bakış)Polis: Bir de emniyet kemeri takmamışsınız.Adam: Bana doğru geldiğinizi görünce arabadan inebilmek için şey etmiştim.Karısı: Aa? Üzerime iyilik sağlık. Sen hiç emniyet kemeri takmazsın ki..Adam: SEN Bİ SUSAR MISIN BE?Polis: Kocanız sizinle hep böyle mi konuşur?Karısı: Yoo.. Hayır hayır.. Asla.. Sadece içkili ve sarhoş olduğu zamanlar..AlıştırmakAnneleriyle oturan iki erkek kardeşten biri uzun bir iş seyahatine gitmiş. Oradan da “Acaba evde durum nasıl?” diye telefonla kardeşini aramış ve kedisini sormuş. “Kedi pencereden düşüp öldü ağabey” demiş kardeşi. “Ne? Yu.. Yuh” demiş ağabeyi sinirden kekeleyerek, “Oğlum, böyle ‘pat’ diye söylenir mi? İnsan biraz alıştıra alıştıra söyler. ‘Kazara cam açık kalmıştı. Kedi camdan çıkıp alttaki ufak çatıya atladı. İtfaiyeyi çağırdık. Bir saat uğraştılar. O kadar çabaya rağmen kurtaramadık’ falan der insan, ne bileyim?” Kardeşi “Haklısın, anladım ağabey” demiş. “Neyse..” demiş ağabey, “Annem nasıl?” diye sormuş. “Şeyy” diye cevap vermiş kardeşi, “Kazara cam açık kalmıştı. Kedi camdan dışarı çıkıp alttaki ufak çatıya atladı. Arkasından hadiii bizim valide de fırladı. İtfaiyeyi falan çağırdık..”Gelirdim amaYarış atı sahibi hayli ümit bağladığı Eyalet Yarışı’nda dünya paralar saçıp en ünlü jokeyle de anlaşmış. Ama atı uzak ara sonuncu gelince varış çizgisine kadar gidip atın gelmesini beklemiş. Jokeye ateş püskürerek, “Daha hızlı gelemez miydiniz?” diye çıkışmış. “Kesin daha hızlı gelebilirdim efendim” diye cevap vermiş jokey saygıyla, “Ama yarış kurallarına göre diskalifiye olmamak için atınızın üzerinde oturuyor olmam lazımdı.”Konuşma özürlüÇok eski iki arkadaş barda oturup sohbet ederlerken biri, “Bana bütün kalbinle doğruyu söyleyeceksin” demiş, “Bu bardaki bütün erkekler neden benim nişanlımı çok çekici buluyorlar?” Arkadaşı, “Konuşma özürlü olmasından kaynaklanıyor” diye cevap vermiş. “Ne alakası var?” diye sinirlenmiş bizimki, “Benim nişanlım konuşma özürlü değil ki?” diye eklemiş.“Sen farkında değilsin” demiş arkadaşı, “Seninki hiç kimseye ‘hayır, olmaz’ diyemiyor.”***Kadınlar ve erkekler..Erkek, ihtiyacı olan 1 liralık bir şey için 2 lira harcar,Kadın, ihtiyacı olmayan 2 liralık bir şey için 1 lira harcar..***Kadın, evlenecek birini bulana kadar geleceğinden endişe duyar,Erkek, evlenene kadar geleceğinden asla endişe duymaz..***Bir erkekle mutlu olabilmek için onu tamamen anlamalı ve azıcık da olsa sevmelisiniz..Bir Kadın’la mutlu olabilmek için onu çok ama çok sevmeli ve anlamaya uğraşmamalısınız..***Bir kadın evleneceği erkeğin ileride değişeceğini umut ederek evlenir ama erkek değişmez..Bir erkek seçtiği kadının ileride değişmeyeceğini umut ederek evlenir ama kadın tamamen farklı, bambaşka biri olur.*****Gani Yıldız’danAfyonkarahisar’da “kamu esenliği için” içki satışı ve tüketimi yasaklanmış. Çözümü yasakta bulan zihniyete esenlikler diliyoruz.***Toplumun bir bölümüne, “acaba AKP’nin gizli bir ajandası mı var?” korkusu hâkimdi. Yaşananlara bakılırsa korku yersiz ve gizli bir ajanda yok. Çünkü her şey açık açık yapılıyor.***Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın araştırmasına göre, Türk halkı televizyon izliyor, kitap okumuyormuş. Belki de “bakan ama göremeyen” bir toplum oluşumuzun sebebi budur.***Bankacılık sektöründe “sorunlu kredi oranı” artmaya başlamış. Bu ülkede çekilen kredi eninde sonunda “çekilen çileye” dönüşüyor, Allah çektirmesin.***Türkçe’nin sadeleşme adı altında kısırlaştırıldığını belirten Başbakan, “İnkişaf (gelişim), müşahhas (somut) gibi kelimelerin içi dolmadı” demiş. Doğru, hele inkişaf ile demokrasi, müşahhasla da delil kelimesini kullanınca kulağa daha bir boş geliyor.***Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, “Kişi başına geliri 25 bin dolara yükseltmek istiyoruz” demiş. Bu mucize, günde 2.5 dolardan az parayla geçinen kişilerin başına gelse bari.***Bu hafta liderlerin gündeminde yine camiler vardı. Oysa halkın gerçek sorunlarına vakit ayırmak için “camiye siyaset sokmamak” misali “siyasete de camiyi sokmamak” gerek.***Dünya Bankası Türkiye Direktörü Martin Raiser, “Türkiye gibi başarılı ülkelere reçete yazan doktor değil, ancak danışman olabiliriz” demiş. Doktorlara uyguladığımız şiddet o kadar korkutucu ki, benzetmede bile doktor olmak isteyen yok!*****Aklını bozmuşPsikiyatr, cinselliğe takmış bir hastayı muayene ederken kendisine net teşhisi koyabilmek için çekmecesinden beyaz sayfaların üzerine gelişi güzel dağıtılmış ‘Mürekkep Damlaları’ndan oluşan bir test kitabı çıkartmış. “Sayfalardaki şekilleri görür görmez o an aklınıza gelen ilk şeyi bana söyleyeceksiniz” demiş. İlk resmi gösterir göstermez adam, “İri göğüslü çıplak kadınlar..” diye cevap vermiş. İkinci resme “Bir erkek ve bir kadın aşk yapıyorlar” diye atılmış, üçüncü resme “Çırılçıplak kadınlar belediye otobüsüne binmişler” deyince doktor kitabı kapatıp masasının üzerine bırakmış, “Ohooo, beyefendi ben böyle bir şey görmedim. Siz kafayı cinsellikle bozmuşsunuz” demiş şaşkınlığını gizleyemeyerek. “B.. Ben mi?” demiş adam sinirlenip ayağa kalkarak, “Sabahtan beri bana bir doktor muayenehanesinde bulunmaması gereken uygunsuz, iğrenç şeyleri gösterip dur, ondan sonra terbiye abidesi kesilip karşıma geç ve aşağıla.. Yok ya?”*****Erken hesapGittiğimiz restoranda garson servisi yaptı, yemeklerle birlikte hesabı getirdi ve başımızda beklemeye başladı. “Neden?” dedim şaşırarak, “Burada âdet böyle mi?” Garson, “Yok efendim” diye cevap verdi nazikçe, “Sadece mantar yemeğinin servisini yaptığımızda böyle.”

Devamını Oku

Suriye’de hangi halkı destekliyoruz?

28 Nisan 2012

Suriye konusu giderek büyüyor.İktidar aylardır “sabrımız taşıyor” havasında. Bu tür beyanların ardından sanki her an Suriye’ye asker sokacakmış hissine kapılıyoruz.Perşembe günü Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Suriye’deki gelişmeler ve iktidarın politikaları konusunda Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bilgi verdi.Hayli tartışmalı oturumda Dışişleri Bakanı “Suriye politikasının başka yerlerde kotarılmadığını, kararları Ankara’da aldıklarını” söyledi ve “Suriye halkının yanındayız” cümlesini tekrarladı.Davutoğlu Suriye’deki Esad rejiminin halkını öldürdüğünü, özgürlük ve demokrasi isteyenlerin üzerine ağır silahlarla ateş edildiğini, tankların sürüldüğünü, binlerce insanın katledildiğini söyledi.Bu bilgiler zaten ABD’nin ve bölgedeki ABD yanlısı Arap ülkelerinin medyasında sürekli yayınlanıyor.Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın ülkesini diktatör gibi yönettiği kuşkusuz. Ancak hiçbirimizin tam bilgi sahibi olmadığı ülkede yaşanan olaylar kuşku da yaratıyor.Örneğin iktidarın ağzından düşürmediği “Suriye halkının yanındayız” sözü ne anlama geliyor? Suriye’de hangi halkın yanındayız?Çünkü bilmediğimiz bazı şeyler var:- Suriye’de rejime karşı kimler ayaklandı?- Bunların toplam nüfusa oranı ne?- Muhalif olarak sunulanlar ne istiyorlar?- Muhaliflerin gerçekten demokrasi ve özgürlük istedikleri doğru mu?- Suriye’deki gelişmelerin etnik ve dinsel kökeni var mı?- Ülkede Esad’ı destekleyenler var mı?- Esad’ın destekçilerinin toplam nüfusa oranı nedir?- Esad yanlıları demokrasi ve özgürlük istemiyor mu?- Suriye’de hangi etnik gruplar Esad’ın arkasında?- Suriye Kürtleri neden Esad karşıtlığından vazgeçti?Şimdi hepimiz düşünelim; bu soruların cevaplarını biliyor muyuz?Yoksa iktidarın düne kadar sarmaş dolaş olduğu Suriye’ye bir anda düşman kesilmesinin başka bir nedeni mi var?Batı kaynaklı bir “Arap baharı” başlatıldı bir buçuk yıl önce.Batı’nın çıkarlarına aykırı davranan ülkelerdeki rejimler birer birer yıkıldı.Bize anlatılan şuydu; “Bu ülkelerin halkları artık diktatörlükten bıktı, demokrasi ve özgürlük istiyor.”Oysa Suudi Arabistan’da, Katar’da, Dubai’de, Kuveyt’te de demokrasi ve özgürlük yok.Batı’nın güdümündeki diğer ülkelerin demokrasi ve özgürlük konusuna el attığımız halde nedense bu ülkelerle ilgili kimsenin ağzından bir şey çıkmıyor. Hatta tam tersine, Başbakan Suudi Arabistan Kralı’na gidip Suriye’deki demokrasi ve özgürlük konusunu görüşüyor. Çelişkiye bakın.Suriye’nin, bölgedeki son “çıkıntı(!)” olan İran’a karşı bir atlama taşı olarak kullanıldığı yadsınamaz bir gerçek.Türkiye Suriye konusunda bu kadar aktif olurken, yarın sıra İran’a geldiğinde ne yapacak?İşte en büyük merak konusu bu.*****Afyon’da “kamu esenliği için” içki satışı ve tüketimi yasaklanmış. Çözümü yasakta bulan zihniyete esenlikler diliyoruz! (Gani Yıldız)*****Meyhanelere çağdaş düzenTürkiye’nin kimi özellikleri vardır. Örneğin bu ülkede içki içilir. Sadece Cumhuriyet döneminde değil, Osmanlı döneminde de içilirdi. Gerçi “hesapta” yasaktı ama, içilirdi. Üstelik kendi kültürünü de yaratmıştı.İçki içmenin bir adabı, kültürü vardır. Son yıllarda her şey bozulduğu gibi içki kültürü de bundan nasibini aldı.Şimdi o kültürün yeniden canlandırılması için çalışmalar yapanlar var elbette.Bunlardan biri Mey İçki. Rakı’nın özelleştirilmesinden sonra ciddi bir atağa kalkan Mey İçki, özellikle rakı konusundaki kültürü canlandırmak için çok ciddi yatırımlar yapıyor.Hafta içinde grubun başyöneticisi değerli dostum Galip Yorgancıoğlu’nun bir yemek davetine katıldım. Bir grup gazetecinin de bulunduğu yemek “modern meyhane” olarak bir ilke imza atan Safi Meyhane’deydi. Yorgancıoğlu “Bu alandaki yeni atılımımızı anlatmak istiyorum” dedi. Yeni atılım rakı kültürünün beşiği olan meyhane kültürüne yeni bir bakış açısıyla yaklaşmak ve rakı kültürünü canlandırmak.Yorgancıoğlu iki projeleri olduğunu söyleyerek “Birincisi klasik meyhane konsepti, ikincisi ise modern meyhane” dedi.Meyhanelerin giderek niteliklerini yitirdiğini söyleyen Yorgancıoğlu “Eski meyhaneleri canlandırmak için mekân sahiplerine proje desteği sağlıyoruz. Klasik bir meyhanede olması gerekenleri, yiyecekten görsele kadar olan ayrıntıları anlatıyor, personeli eğitiyoruz” dedi.Modern meyhaneler ise, hem klasik meyhane konseptini koruyor hem de çağdaş çizgiler taşıyor. Örneğin modern meyhanede, “bir tek atıp gitmek isteyenler” için meyhane tarzı bar düşünülmüş. Ayrıca dekor, süs objeleri, mezelerin sunum dolabı da çağdaş olarak yeniden tasarlanmış. Yorgancıoğlu “Bu projenin önemli adımlarından biri de, yeni konsepte uyan meyhanelerin kapısına biri klasik diğeri moderni tanımlayan bir örnek M tabelası asılması. Müşteriler mekânın bu klasmana girdiğini anlayacak” dedi.Bu projenin ilk adımı olan Safi Meyhane’nin sahibine sordum. Çok memnun olduğunu, müşterilerin bir standart belirten işaretten hoşlandıklarını ve müşteri sayılarının arttığını söyledi.*****Pazar polise de tatil galibaHavaların düzelmesiyle, o soğuk ve kasvetli kış aylarının acısını çıkarmaya çalışan İstanbullular pazar günleri kendilerini sokağa atıyor. İstanbul trafiği pazar günleri normal günlerin de üzerinde bir sıkışıklık yaşıyor.Özellikle çevre yolları, Boğaz’ın iki yakası, Sirkeci sahil yolu adeta kilit.Yol ve kavşakların elverişsiz olmasına bir de bilindik sürücü hatalarını eklediğinizde trafik hiç içinden çıkılmaz duruma geliyor. Kısacası güzel bir pazar günü geçirmek isteyen milyonlarca insanın burnundan geliyor.Ve bunca sıkışık günde, ortada hiç trafik polisi göremiyorsunuz.Sanki pazar günleri hiç trafik yok ve trafik polisleri de yer yarılmış içine girmiş gibi. Ama tesadüfen, Başbakan ya da Cumhurbaşkanı İstanbul’daysa ortalık polis kaynıyor.*****Küme düşmede haksızlık varSporu, özellikle futbolu herkes kadar sever ve izlerim. Oyun kurallarını da yine o kadar bilirim. Ama bir okurumun uyarı mesajını okuyunca şaşırdım, işin içinden çıkamadım.Okurum diyor ki “Bu yıl ligi ilk 4’te bitiren takımlar şampiyonluk grubuna 5 ile 8. sırada bitiren takımlar da Avrupa Ligine gitmek için play-off maçları yapıyor. Oysa ligi son üç sırada bitiren takımlar bir alt lige düşürüldü.”Okuruma göre sorun burada, çünkü dünyada hiçbir ligde böyle bir uygulama yok. Bu sistem spor ruhuna olduğu kadar hukuka da aykırı.“Çünkü” diyor okurum “Spor yarışmalarının tümünde amaç şampiyonu yani birinciyi belirlemektir. Dünyada futbol veya başka müsabakalarda şampiyon yani birinci belirlenmeden küme düşen takım belirlenemez. Küme düşen takımın 34 maçla Şampiyon takımın 40 maçla belirlendiği lig olamaz.”Bu görüş bana da mantıksız gelmedi. Kısacası, eğer şampiyon, puan farkları kırpılarak ilk dört arasından belirleniyorsa o halde küme düşme de benzer bir uygulama yapılması gerekmez mi? Eşitlik de böyle sağlanmaz mı?

Devamını Oku

Ahmet Türk aday olunca hapisten çıkmış

25 Nisan 2012

Son yıllarda gazeteciliğin öldüğünü söylüyorum çeşitli konuşmalarımda. Örnek verirken de “İktidarın yarattığı korku ortamı nedeniyle gazeteciler reflekslerini kaybetti. Eskisi gibi sormak, sorgulamak, fikri takip kalmadı” diyorum.İnternet ortamı bilgiye ulaşmayı olağanüstü kolaylaştırdı ama, bir tür tembellik de yarattı. Copy-paste denilen kopyala yapıştır sistemi neredeyse hepimizin ruhuna işledi.Bilgiye ilk ulaşan yazıyor, gerisi sadece onu referans alıyor, başkasını araştırmıyor artık.Belli ki “yeni Türkiye’nin!” gazetecilerinin bu alışkanlığına ben de uymuşum.Bunu önceki gece her hafta sürekli olarak katıldığım Kanaltürk’teki Merkez Siyaset programında fark ettim.Tarık Toros’un sunduğu programa konuk olarak katılan eski bakan Fikri Sağlar’ın anlattığı olay bir anlamda benim de suratıma tokat gibi patladı.Melih Altınok’un da katıldığı programda 23 Nisan resepsiyonunu konuşuyorduk. Konu CHP’nin resepsiyona katılmamasına gelince ben de “Tahminim CHP böyle anlamlı bir günde tutuklu milletvekilleri olmasına karşı duyarlılık göstermek istedi” dedim.Fikri Sağlar bunun mümkün olabileceğini söyledikten sonra milletvekili adaylıklarına YSK’nın karar verdiğini belirterek seçilmiş kişilerin henüz mahkûm olmadıklarını ve serbest bırakılması gerektiğini belirterek çok ilginç bir örnek verdi.Sağlar “Herkes önceki genel seçimde seçildiği sırada tutuklu olan Sebahat Tuncel’in serbest bırakılmasını örnek gösteriyor, oysa çok daha çarpıcı başka bir örnek var” dedikten sona anlattı:“1987 yılında SHP’nin Genel Sekreteriydim. Parti Meclisi Ahmet Türk’ü Mardin’den aday gösterme kararı aldı. Ancak Türk o sırada Diyarbakır Cezaevi’nde tutuklu olarak yargılanıyordu. Yüksek Seçim Kurulu Ahmet Türk’ün aday olmasına mani bir durum olmadığını bildirince, kendisini aday yaptık.”Sağlar “Biz aday listelerini Yüksek Seçim Kurulu’na teslim ettik, Ahmet Türk ertesi sabah tahliye edildi. Şimdi daha demokratik olduğumuz, normalleştiğimiz söyleniyor. O tarihte hâlâ askeri hâkimiyet vardı, sıkıyönetim sürüyordu. Mahkeme bırakın seçilmiş olmayı aday olmayı bile tahliye için yeterli görmüştü” dedi.Bu bilgiyi ilk kez duyuyordum. Şu ana kadar başka bir gazetede de okuduğumu hatırlamıyorum, yazan olmuşsa özür dilerim ama öyleyse bile belli ki hiç dikkat çekmemiş.Sağlar’a yayında “O halde sizi eleştiriyorum şimdi” dedikten sonra devam ettim “Bu çok önemli bir bilgi, aynı zamanda tutuklu milletvekilleri için önemli bir örnek, siz bunu neden CHP yöneticilerine söylemediniz ya da onların neden haberi yok, o dönem SHP’de olan sadece siz değildiniz ki, başkası neden hatırlamadı bile?”Sağlar’ın cevabı daha da çarpıcıydı. “Söylemez olur muyum, ama söylediğim isimler CHP’den tasfiye edildiler. Diğerlerinin niye hatırına gelmedi onu bilemem.”Bundan 25 yıl önce tutuklu bir kişi aday olunca serbest bırakılıyor, bugün ise seçilmişler adeta esir tutuluyor.Sonra “Bu ileri demokrasi değil ileri giden demokrasi” diyorum, bazıları alınıyor, bozuluyor.*****Ramazan sabitlenemez, Kutlu Doğum Haftası sabitlenirİlk defa yazmıyorum, birkaç yıldır yazıp dikkat çekmeye çalışıyorum, ama malum koro hep tepki gösteriyor.Kutlu Doğum Haftası’nı kutluyoruz. Anlamı şu: Diyanet 1989’da peygamberimiz Hazreti Muhammed’in doğum gününü miladi takvime göre sabitledi ve bu kutlu günün bulunduğu haftayı Kutlu Doğum Haftası olarak ilan etti. Hz. Muhammed’in doğum günü miladi takvime uyarlanınca nisanın üçüncü haftasına denk geliyor.İlk başlarda pek dikkat çekmeyen bu uygulama ileriki yıllarda “Kutlu Doğum Haftası 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’na özellikle denk getirildi” eleştirilerine neden oldu.Hatta bu haftanın Fethullah Gülen’in doğum gününe denk getirildiği bile söylendi.Hepsini bir kenara bırakıyorum. Cumhuriyet ilan edildikten sonra takvimde de değişiklik yapılmıştı ama dini günler bakımından kameri takvime uyuldu. Ramazan ya da Şeker Bayramı, Kurban Bayramı, bütün kandillerde olduğu gibi.Birkaç kez asla dini açıdan değil ama dinin de emri olan “zamana göre yaşamı kolaylaştırma” ilkesinden hareketle Ramazan’ın miladi takvime göre sabitlenebileceğini iyi niyetle yazmıştım. Kıyamet kopmuştu. Dini günlerde hicri takvim kullanılmasının esas olduğu, İslam’ı sulandırmaya kimsenin kalkamayacağı, dini bilmeyenlerin ahkâm kesmemesi gerektiğini söylemişlerdi. Ama nedense Kutlu Doğum Haftası’nın miladi takvime uyarlanmasına kimse karşı çıkmıyor.Sahi neden?*****Anıtkabir’i ziyaret edenlerin sayısı Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinden kaldırılmış. Belki de “internette kara propaganda“ suçlamasıyla karşı karşıya kalmak istememişlerdir! (Gani Yıldız)*****Bulduğunuz her boşluk sizin yolunuz değildirTrafikle ilgili yazılarımda sürücü hatalarının da ele alınması gerektiğini belirtmiştim.Özellikle İstanbul trafiğini arapsaçına çeviren etmenlerin başında sürücü hataları ve hatta sürücülerin saygısızlığı geliyor. Örneğin sıkışık trafikte ilerliyorsunuz. Sağda otobüs durağı var ve otobüsler trafiği engellemesin diye cep denilen boşluk yapılmış.Saygısız sürücü o cebe giriyor, sadece 4-5 araba geçtikten sonra tekrar sola kırıp şeride girmeye çalışıyor. O sırada diğerleri durmak zorunda kaldığından daha fazla birikme oluyor.Yine üç şerit akıyor, sağda bir çıkış var. 25 metre öncesinden sağa dönecekler için yol yavaş yavaş genişliyor ki sağa dönecek dönsün, devam edecek etsin. Yine o kurnaz saygısızlar, sanki sağa dönecekmiş gibi bu boşluğu kullanıyor, tam kavşakta tekrar sola girmeye çalışıyor. Başkaları da aynı yolu izleyince hem kavuşma noktası huni gibi şişiyor, hem de sağa dönecekler dönemiyor.Trafik davranışı demokrasinin hazmedilmesiyle direkt ilgili. Herkes demokrasiye inandığını söylüyor ama demokrasinin en basit uygulama alanında pek çok kişi sınıfta kalıyor.*****Farkında mıyız, Irak’la da savaşabilirizHepimiz 28 Şubat dalgasına kaptırdık kendimizi. Ama dünya 28 Şubat’la dönmüyor. İşe bakın, “gıkını çıkaramaz” sandığımız Irak da bize kafa tutmaya başladı. “Türkiye düşmanca yaklaşıyor” dedi Irak Başbakanı Maliki. Üstelik bunu, karşılıklı 2 milyon insanın öldüğü akılsızca bir savaş yaşadıkları İran’a giderken söyledi.Açıkta bunu söylediğine göre Ahmedinejat’la görüşürken neler söylemiştir.“Sıfır sorun dış politikadan” geldiğimiz noktaya bakın.Suriye ile savaşabiliriz, Irak’la kapışabiliriz, bunun sonunda Güneydoğu her an patlayabilir, Ermenistan’da Türkiye aleyhtarlığı doruğa çıktı, Rusya hiç de hoş bakmıyor, Yunanistan’la yeni bir Kardak krizinin eşiğinden döndük, Bulgaristan’la bir şey var mı şu anda belli değil.Kamuoyu başka işlerle oyalanıyor ama bunların farkında olmak zorundayız. Kimi savaş çığırtkanları hâlâ “Suriye’ye ne zaman gireceğiz” diye sorup duruyor, girersin girmesine de, diğerlerini ne yapacaksın?

Devamını Oku

Genelkurmay Başkanı hangi bilgileri vermiş?

24 Nisan 2012

Gazeteciler 23 Nisan resepsiyonu nedeniyle Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’e “Uludere olayını” sormuşlar.Özel de “İstediği bilgileri Özel Yetkili Savcıların yetkisi çerçevesinde verdik onlara. Bilgileri savcılığa verdik. Savcılığın uygun göreceği şekilde onları da verdik Komisyona” diye cevaplamış.Demek ki ne isteniyorsa verilmiş.Demek ki gizli bir şey yok.Demek ki her şey bildirilmiş.Tamam da, sorun ne o zaman?Neden Uludere olayı ile ilgili kamuoyu hâlâ tatmin edilmiş değil?Bu olay başından beri garip.Her şey ortada ama hiç kimse hiçbir şey bilmiyor.Örneğin tam 3 buçuk aydır çok basit sorular soruyorum.Genelkurmay Başkanı “her şeyi verdik” derken bu soruların cevabını içeren bir şey verdi mi acaba?Soruları tekrarlayayım.1- Uludere’de geçiş yapanların arasında PKK liderleri de olduğu istihbaratı kimden geldi?2- Bu istihbarat nerede değerlendirildi?3- İstihbarat gereği vur emri kim tarafından verildi?Sorular bu kadar basit.Burada gizlilikle ilgili bir şey de yok. Çünkü her şey kamuoyunun gözü önünde yaşandı.Eğer Genelkurmay Başkanı’nın dediği gibi “istenen her şey verildiyse” neden hâlâ olay çözülmüyor?Bu kadar açık yapılan bir operasyonla savcılığın ne işi olabilir? Neyi soruşturacak, neyi açığa çıkarak?Koca Genelkurmay’ın içine düştüğü durum gerçekten yürekler acısı.İstihbarat kimden diyorsunuz, “milli kaynak” diyorlar.İstihbaratı kimin değerlendirdiğini soruyorsunuz, cevap yok.Vur emrinin nereden verildiğini merak ediyorsunuz, o konuda ser verip sır vermiyorlar.Ama “savcıya her şeyi verdik” diyorlar.Peki verdiğiniz ne?O savcılar madem bu bilgileri aldılar neden hâlâ oyalama içinde?Haydi diyelim ki savcılık hukuk çerçevesinde belli bir prosedürle çalışmak zorunda, o nedenle işler biraz ağır ilerliyor, peki aynı bilgiler madem Meclis Komisyonu’na da verildi, onlar neden hâlâ “hiçbir şey bilmediklerini” söylüyor.Yazık değil mi bu ülkeye?Etrafımız ateş çemberi.Suriye’ye girdik gireceğiz, Irak’la da düşman hâle geldik. Güneydoğu zaten kaynayan kazan.Nasıl güveneceğiz biz bu askerimize?*****Türbanlı 23 Nisan’la daha demokratik olmadıkCumhuriyet kolay kurulmadı.Bitmiş bir imparatorluğun küllerinden yepyeni bir devlet doğdu.Bu devlet bundan 90 yıl önce, dünya konjonktürü neyi gerektiriyorsa öyle kuruldu.Sınırları belirlendi, bir ulus oluşturuldu, demokrasiye açılacak bir kapıdan geçilerek Türkiye Cumhuriyeti oluşturuldu.Cumhuriyetin kuruluşu bir devrimdi.Her devrimde olduğu gibi temel kurallar yeniden belirlendi, dev bir imparatorluğu batma noktasına getiren bütün kurum ve kuruluşlar yerle bir edildi, yeni Cumhuriyeti daha ilk günden hançerlemeye çalışanların da gözünün yaşına bakılmadı.İlk 15 yıl çok hızlı bir kalkınma ve devrimleri yerine oturtma çabası içinde geçti.Ardından, 6 yıl süren ve 60 milyon insanın ölümüne neden olan İkinci Dünya Savaşı yaşandı. Savaş biter bitmez, 1923’teki kuruluş felsefesinde belirtilen demokratik hedefin ilk aşaması olan çok partili rejime geçildi.Sonraki yıllarda hepsi de “NATO-Amerika-Batı” zorlamasıyla “Türkiye’yi dizayn etme amaçlı” darbelere rağmen demokrasi gelişti.Demokrasi çabaları hep din eksenli devlet özlemi çekenlerin, 1923 felsefesine ve devrimlerine nefret duyanların hançerlemeleriyle engellenmeye çalışıldı.Sonunda bu zihniyet yine demokrasinin erdemi sayesinde iktidarı ele geçirdi. Ayakta kalabilmek için inanmadığı demokrasiye tutunmuş gibi görünüyor.İktidarın gücüyle şimdi 1923 felsefesinden ve devrimlerden hesap soruyor.23 Nisan resepsiyonuna türbanlıların da gelmesini “demokrasinin zaferi”gibi sunuyor.Bu doğru değil. Bu iktidar bundan 10 yıl önce de bu resepsiyona türbanlı olarak gelebilirdi. Gelmedi. “Şartlar” bahanesinin arkasına sığındı, hep mağduriyet yaratmaya çabaladı.Bugün ise “şartlar değişti” diyor. Nedir değişen? Hiçbir şey.10 yıl önce Başbakan eşiyle birlikte gelseydi bu resepsiyona yine hiçbir şey olmazdı.Kimse kendini kandırmasın.*****Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda Başbakan olan küçüğümüze göre kabinenin en başarılıları Dışişleri ve Enerji bakanlarıymış. Çocuk aklı işte, dış politikada bol sorunu ve benzine gelen bol zammı iyi şeyler sanıyor! (Gani Yıldız)*****Komutanlar da eşleriyle gelmeliydiTürkiye Büyük Millet Meclisi’nde yapılan 23 Nisan resepsiyonuna asker de tam kadroyla katıldı.Ama nedense askerler eşlerini getirmemişti.Nedense Cumhurbaşkanı da tek başına katıldı bu resepsiyona. Neden?Askerlerin resepsiyona eşleriyle birlikte gelmeleri gerekirdi.Tavır olarak demiyorum, nezaket gereği.Çünkü davetiyeler “eşli” olarak hazırlanmıştı.“Eşli” davetlere eşler de katılır.Katılmamak nezaketsizliktir en azından.Ama bütün komutanların eşlerini evde bırakmaları toplu nezaketsizliktir ki, bu da bir tür devlete başkaldırı olarak tanımlanabilir.Bugün değil belki, ama yarın komutanlarının eşlerini yanlarında getirmemesi “hükümeti yıkmak için ortak eylem” olarak adlandırılabilir ve “darbe teşebbüsüne” bile sokulabilir.Gülmeyin ve olmaz demeyin.Ayrıca her gün biraz daha demokratikleşen ordumuzun komutanlarının “yeni Türkiye!” manzarasına katkı sağlamaları da gerekirdi.Herhalde askeri üniformalı komutanlar ve eşleriyle, milletvekilleri ve türban üniformalı eşlerinin birlikte çektirecekleri fotoğraf da “ileri demokrasimizin” tarihine altın harflerle geçerdi.Yazık, askerimiz bu tarihi fırsatı kaçırdı.

Devamını Oku

Bunun adı dalga dalga intikamdır

23 Nisan 2012

Başbakan’ın “yumruklarımızı sıktık, dişlerimizi sıktık, sabrettik” diye tanımladığı 28 Şubat süreci ile ilgili tutuklamaların başlamasından bu yana iki hafta geçti.Bu süre içinde hiçbir şey yazmadım.Katılmak durumunda olduğum birkaç TV programında ise konuyu genel hatlarıyla ele almaya çalıştım.Çünkü benim 15 yıldır “ahlâki ve siyasi” açıdan ele aldığım “daha çok kazanmak, daha güçlü olmak” için vicdansızca operasyonlar yapılan bir sürecin, şimdi iktidar zehirlenmesine uğrayan bir kesimin intikam hırsıyla saçma sapan bir hale getirilmesini içime sindirmem mümkün değil.Bunun adı intikamdır.Üstelik dalga dalga yapılarak, bir anlamda tüm kompleksleri de tatmin etmeye yönelik bir intikamdır.Kanıtı da bizzat “bu intikam değildir” açıklamalarıdır.Başbakan, “Beni hapse 28 Şubat attı” derken bir çeşit intikam duygusu taşıdığını göstermiş olmuyor mu?“Cadı avına dönüşmesin”miş. Ama “kimin ne yaptığı da ortaya çıkmalı” imiş.Kim kimi kandırıyor? Bal gibi intikam işte.Bari herkes biraz dürüst olsa da “Ben intikam alıyorum, var mı ötesi?” diyebilse. Bu açıdan bakınca Mümtazer Türköne hiç olmazsa içinden geçeni açıkça söyleyecek cesareti göstermiş, eleştirmek değil kutlamak gerek.28 Şubat dönemi güya yargıya teslim edilmiş.Peki yargı ne yapıyor?Adeta kanırtır gibi haftalık “ev arama, gözaltına alma, sorgulama ve tutuklama” operasyonlarını gerçekleştiriyor.Neden “haftalık” operasyon?Eğer gerçekten 28 Şubat’ta suç işlenmişse, bu bilinmiyor mu?Ergenekon için belki bahane vardı. Denilebilir ki “Efendim bir gecekonduda el bombaları bulundu. Biz bunu önce kriminal bir olay zannettik, ama soruşturdukça içinden darbe çıktı, bu nedenle dalga dalga yürütüldü.”Peki 28 Şubat aynı mı?Tesadüfen yakalanan bir şüpheli üzerinden mi götürülüyor soruşturma?Hayır. Bağıra bağıra geldi. Önceden haber alma yetenekleri olan gazeteciler aylardır “28 Şubat başlayacak, şunlar tutuklanacak, şunlar sanık yapılacak” diye yazıyorlardı zaten.Kozmik odadan, Gölcük’teki döşeme altından çıkan belgelerle her şeyin gün gibi açığa çıktığı anlatılıyordu.O halde yargı soruşturmayı neden parça parça götürüyor? Zaten her şey biliniyorsa soruşturma başlar, aynı gün kim şüpheliyse sorgulanır, tutuklanacak varsa tutuklanırdı.Hayır öyle yapılmıyor, sanki her sorgudan sonra yeni kanıt bulunmuş gibi bir başka dalgaya geçiliyor.Belli ki asıl amaç yüzleşmek, suçlulardan hesap sormak değil, “İşte şimdi güç bende, okudum canına” demektir.Tam bir trajikomedi.İyi de “Türk milleti adına karar veren” yargı bu ayıbın altından bir gün nasıl kalkacağını da düşünüyor mu?*****Askerler birbirlerini satıyor mu?İkinci dalgası da biten ve bugün yarın üçüncüsü beklenen 28 Şubat soruşturmasında yine eskisi gibi savcılıkta verilen ifadelerin sızdırılmasına devam ediliyor.Bu sızdırmalardan da “komutanların hep başkasını işaret ettikleri” haberleri çıkıyor. Bunlara göre her komutan hakkındaki suçlamalar için “bir üstündekini” suçlamış.Basit mantıkla bakıldığında “komutanlar birbirlerini satıyor” anlamı çıkıyor, ki zaten yapılmak istenen de bu galiba.Peki bu doğru mu?Komutanlar kendilerini kurtarmak için bir üsttekini suçlamayı mı seçiyor?Yoksa bir gerçeği mi dile getiriyorlar?Çünkü şurası çok açık bir gerçek ki,28 Şubat dönemindeki uygulamalar ahlâki ve vicdani değildir ama, hukuksuz da değildir.Her şey kayıt altına alınmış, uygulamalar devletin bütün ilgili birimlerinden yazılı emirlerle geçirilmiştir.Bu emirlerin uygulanması için yapılan ahlâk dışı baskılar ise “örgütlü suç veya darbe” kapsamına alınamaz.Ahlâk dışı baskılar dönemin tanıklarının kişisel görüşlerine, siyasi eğilimlerine ve o dönemde kendilerince uğradıkları haksızlıkların etkisiyle dile getiriliyor ve hukuken bir değeri yoktur.*****Herkesin suçlusu kendine göreKimse kendisini kandırmasın, 28 Şubat soruşturması “dalga dalga” yapılıyor ama şimdilik tutuklanan generaller, subaylar hiç önemli değil.Çevik Bir’miş, Erol Özkasnak’mış, kimsenin umrunda bile değil.Onlar sadece bir Genelkurmay Başkanı’nın daha tutuklanmasını şehvetle karşılayacaklar için birer adım. O kadar.Bir kesimin asıl heves ve heyecanla beklediği şey, askerlerin dışında kalan tutuklanacaklar.İsimleri aylardır gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında çığlıklarla duyurulan gazeteciler hapse atılacak mı?Kimi gazete patronları tutuklanmaktan nasiplerini alacaklar mı?İş dünyasının önde gelen isimleri arasında da sabahın köründe evi basılacak, don gömlek ne varsa didik didik aranacak sonra da ite kaka emniyete götürülüp mahkemece tutuklanacak olanlar var mı?Bir eski Cumhurbaşkanı’nı da tutuklayarak “Ne kadar demokrat olduğumuzu” cümle âleme bir kere daha gösterecek miyiz?Merak edilen bu.Gerçi bunların hepsinin olacağını iştahla söyleyenler de var, daha doğrusu böyle olacağını bildiklerini açıklamaktan da çekinmiyorlar zaten.Ancak bu şehvet ve ihtirasla konuşanların bir bölümünün kafası karışık.Geçen 15 yıl içinde herkes bir tarafa dağıldı, bir kısmı eskiden düşman oldukları kişilerle sağlam dostluklar kurdular, karşılıklı çıkar ilişkileri yeniden oluştu.Bu nedenle “intikamcı” kesim “tutuklanacaklar” listesi konusunda farklı düşünüyor.Kim kiminle ilişkideyse “O olmasın ama, süreç de durmasın” ahkâmları kesiyor.Oysa her şeyin Başbakan’da biteceğini biliyorlar. Onun “Cadı avı olmasın ama gerçekler de ortaya çıksın” sözünün gideceği yerin farkındalar. İçten içe buna çok da seviniyorlar.Yaptıkları şu; yarın öbür gün yüz yüze geldiklerinde “Sizin için çok çaba harcadım ama, elimden bu kadarı geldi” diyecekler.*****Meclis Başkanı Cemil Çiçek, “Yeni anayasa ile Cumhuriyet’i taçlandıracağız” demiş. Nasıl yani, yoksa “krallık oluşumuzu” anayasa maddesi haline mi getiriyoruz? (Gani Yıldız)*****Yargı sanki fanus içindeBir dönemin soruşturması yapılıyor, yargının elinde 100 sayfalık belge bilgi varsa, dışarıda aynı konuyla ilgili konuşulanlar bunun on katı.Şehvetli konuşmacılar ekranlardan soruşturmanın nasıl gideceğini ballandırarak anlatıyor. Kimlerin tutuklanacağı, kişilerin onurları ayaklar altına alınarak, aşağılamalar yapılarak listeleniyor.Bitmez bir iştahla “gün bugündür, canınıza okuduk” haykırışları milletin kulaklarında patlıyor.Yargı ise sanki fanus içinde, sessiz.Böyle bir şey olabilir mi?Kimseye “Kardeşim bizim ne yapacağımızı, kimi tutuklayacağımızı, kimleri ifadesini alıp serbest bırakacağımızı, kime hiç dokunmayacağımızı nereden biliyorsunuz” demiyor, diyemiyor.Bu gidiş beni çok kuşkulandırıyor.

Devamını Oku

Sorunumuz demokrasi değil ahlak ve vicdan

22 Nisan 2012

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsunSevgili okurlar; bugün yine çok önemli bir günü kutluyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin ve demokrasisinin ilk adımı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi 92 yıl önce Mustafa Kemal’in önderliğinde bir avuç vatansever tarafından atılmıştı.Diktatör(!) AtatürkNe yazık ki bugün bir kısım Türkiye sevgisizi Cumhuriyet’in ilanını ve devrimleri karalamak için Atatürk’e açıkça dil uzatmaktan çekinmiyor, Atatürk’ü “diktatör” olarak tanımlamayı “demokratlık” gereği gibi sunmaya çalışıyor. Çok yazık.Ne diktatörü?Oysa farkında olsalar da söylemiyorlar; O Atatürk 620 yıllık bir imparatorluğun küllerinden yepyeni bir devlet yaratıp, padişahın kulu olan milyonları devletin sahibi birer vatandaş haline getirmiş ve bugün vardığımız demokrasinin temelini atmıştı.Diktatör olsaydıAtatürk ve bir avuç vatanseverin kurduğu yeni Türkiye Cumhuriyeti, eğer bir diktatörlük olsaydı, araya giren ve 60 milyon insanın ölümüne yol açan İkinci Dünya Savaşı dâhil 23 yıl içinde çok partili hayata geçebilir miydi? Bunlar diktatörlük görmemiş.1900’ün ilk yarısıBirinci Dünya Savaşı imparatorlukların bitirildiği büyük savaştır. Avrupa’daki hemen bütün imparatorluklar ve krallıklar yıkılmış yerlerini üniter nitelikli ve ulusa dayalı devletler almıştı. Türkiye Cumhuriyeti de bu anlayışla kurulmuştu.Misak-ı MilliAtatürk bu büyük savaşın sonunda dünyada kurulan yeni dengeleri elbette biliyordu. Ancak Sevr ile sadece iç Anadolu’ya sıkıştırılmış Türkiye’yi kabullenmenin mümkün olmadığı da ortadaydı. Misak-ı Milli sınırları böyle çizildi.Kurtuluş SavaşıYeni devletin Osmanlı’nın eski sınırlarına asla kavuşamayacağı elbette çok açıktı. Ama en azından Anadolu’nun tamamı ve İstanbul mutlaka kurtarılmalıydı. Kurtuluş Savaşı işte bu anlayışın sonucudur. Emperyalizme ders verilmiştir.Avrupa’ya bir bakalımAynı dönemde Avrupa’da sınırlar bu kez kesin hatlarla yeniden belirlenmişti. Ancak kıtanın emperyal güçleri yerine yükselen değer faşizm olmuştu. İtalya, Portekiz, İspanya ve Almanya birer birer faşizmin egemenliğine girdi. Demokrasi yoktu.Aynı dönem TürkiyeTürkiye ise Atatürk’ün önderliğinde faşizme uzak durdu. Atatürk sınıf tahakkümüne dayanan komünizmi benimsemediği gibi şiddetli bir disiplini öngören faşizme de hiç prim vermedi. Onun hayalinde çok partili bir demokrasi vardı.O kadar kolay değilAncak padişahın kulluğuna alışmış, üstelik dini hassasiyetleri ağır basan bir toplumu bir anda demokrasiye geçirmenin güçlüğü de ortadadır. Atatürk bu nedenle öncelikle yeni devletin kurumsal temellerini atmaya çalıştı. Laikliği çok önemsedi.Türkiye laik olmalıydıDemokrasinin temel dayanağı laikliktir. Aksi takdirde demokrasinin yaşatılması, özgürlüklerin içe sindirilmesi, çağa ayak uydurulması ve uygarlık yolunda büyük adımlar atılması mümkün değildir. İşte Atatürk’e bu nedenle saldırıyorlar.Avrupa faşizmiAvrupa’nın yarıdan fazlasının faşizme yönelmesi, elbette Türkiye’deki demokrasinin hızlı gelişmesine de engel olmuştur. Özellikle Alman faşizmi, kapitalizmin beşiği Amerika’da bile sempati toplarken Türkiye’nin işi kolay olur muydu?Demokrasi için savaşBuna rağmen Türkiye büyük badirelerden geçerek devletini kurumsal hale getirebildiği gibi demokrasisini de kurmayı başardı. Elbette ilk başlarda çok ideal olmasa da verilen mücadeleleri kimse yadsıyamaz. Türkiye 1950’lere alnının akıyla geldi.Demokrasiden hiç sapılmadıGeçmişe dönüp baktığımızda, kimi darbeleri bahane ederek demokrasi yolunda büyük acılar çektiğimizi ve büyük bedeller ödediğimizi söylemek gerek. Ancak gerçek olan şudur ki, her şeye rağmen hiçbir zaman demokrasiden vazgeçmek düşünülmedi.Bugünkü demokrasiTürkiye’nin gençlerinin ve önemli bir AKP’li kesimin sandığı gibi demokrasi konusunda önemli adımlar şu son 10 yılda atılmadı. Olan sadece Avrupa Birliği uyum yasalarının kabul edilmesi, bunun adeta beyin yıkar gibi propagandasının yapılmasıdır.Yalan söylüyorlarMedyada hâkim olan sesler son 10 yılda demokrasi yolunda büyük adımlar atıldığını söylüyor. Dayanakları ise her gün bir generalin tutuklanması. Oysa askerlerin tutuklanabilmesi demokrasinin değil, iktidarın güçlü olduğunun göstergesidir.40 yıl öncesiBazen 40 yıl önceki demokrasimizin daha mı iyi olduğunu düşünmeden edemiyorum. NATO’nun ordumuza biçtiği “Komünizmle mücadele” görevine rağmen müthiş bir demokrasi savaşı verilebiliyordu. Bugünkü rahatlığımızı o günlere borçluyuz.Bugün mücadele yokO geçen yıllar içinde pek çok kişi eziyet çekti, ağır beller ödedi, ama demokrasi hiç gerilemedi. Bugün ise demokrasi nutukları atanlar aslında iktidara payanda olmaktan başka bir şey yapmıyor. Demokrasiyi sulandırıyor, yozlaştırıyor, ayağa düşürüyor.Yeni demokrasi tarifiBugünkü çığırtkanların demokrasi tarifi çok basit; dindarsan, türbana destek veriyorsan; hiç sormuyor, iktidarı eleştirmiyor, karşı çıkmıyor, hep baş eğiyorsan, muhalefeti suçluyor, bir parça da Kürt hakları diyorsan demokratsın. Yoksa...Tek bir soruBugün demokrasi nutukları atanlara tek sorum var: “Madem demokraside büyük adımlar atıldı, neden demokrasinin kalesi olan Meclis’in üyeleri tek kişi tarafından belirleniyor?” Mantıklı bir açıklama getirin ben de sizin gibi demokrat olayım.Demokrasi hep gelişirAçıkça söylüyorum ki, Türkiye’nin demokrasi sorunu yoktur. Demokrasi bir süreçtir ve her gün gelişir. Diyalektiğin gerektirdiği de budur. Önemli olan insanların demokrasiyi benimsemesi, özümsemesidir. Böyle oldukça korkulacak bir şey olamaz.Sorunumuz ahlâkTürkiye’nin asıl sorunu ahlâkidir. Demokrasiye inanmayanların, demokrasiyi bir araç, bir oyuncak gibi kullananların samimiyetsiz ve ahlâksız davranışları kafaları karıştırdığı gibi demokrasinin gelişmesini de kısmen engeller. Bu oyun bozulmalıdır.Aydın ihanetiDemokrasilerde asıl güç halktır ama gücün ivmesini o ülkenin aydınları yaratır. Türkiye’de şu anda itici güç olması gereken aydınlar bunu yerine getirmiyor. Daha da ötesi, büyük bir çoğunluğu tam bir ihanet içinde. Ama ne yazık ki sesleri çok çıkıyor.Geçmişin acılarıAydınları bu ihanete ve ahlâksızlığa götüren faktörlerin temelinde geçmişte yaşanmış acı olaylar var elbette. Ama bu acılar, Türkiye’nin giderek daha totaliter hale gelmesine seyirci kalmak, hatta buna destek vermek için bahane edilemez.Bir gün uyanacaklarÜzülerek yazıyorum ki, ihanet içindeki aydınlar elbette bir gün uyanacaklar. Ama o gün ne hayallerindeki demokrasi kalmış olacak ne de alıştıkları yaşam biçimi. O zaman seslerini çıkarmak isteseler de nefesleri yetmeyecek. İşte bu, büyük acı olacak.Hepinize iyi haftalar dilerim.

Devamını Oku