Sevgili okurlar; geçen hafta nur topu gibi bir kürtajımız oldu. Başbakan’ın nüfusla ilgili uluslararası bir toplantıda lafı kürtaja getirmesi ülkede derin tartışma hatta çatışmalara neden oldu. Herkes bir anda “jinekolog” kesilirken, polisler de kadınları zevkle coplamaktan ve gazlamaktan geri kalmadı.Dindar TürkiyeTayyip Erdoğan’ın “dindar-kindar gençlik” söylemiyle yüreklere düşen “Türkiye bir din devletine mi gidiyor?” sorusu artık giderek resmiyet kazanıyor. Artık şurası bir gerçek ki iktidar zihniyeti Türkiye’yi hızla bir din devletine dönüştürme yolunda “çok ileri” adımları hiç çekinmeden, cesaretle atıyor.Kürtaja din vurgusuMedya üzerinden yapılan tartışmalarda kürtajla ilgili en önemli vurgu, başta İslam olmak üzere “din üzerinden” yapılıyor. Uzman olan olmayan birçok kişi kürtajı öncelikle dinsel - ahlâksal açıdan değerlendiriyor ve kitaba aykırı olduğunu, cinayet olarak algılanması gerektiğini söylüyor.Mahalle baskısıKürtaj tartışmasını din üzerinden sürdürenler en popülist yöntemi kullanarak “mahalle baskısı” olgusunu dile getiriyor. İnsanın özgür iradesi ile karar vermesi gereken bir konu dinsel kurallar anılarak anlatıldığında, cevap vermek isteyenler zorda kalıyor. “Laiklik” vurgusu alayla karşılanıyor.“Ne mahzuru var?”Kürtajı dinsel açıdan ele alanlar, karşı çıkanlara “Din yaşamın temeli değil mi, sizce ne mahzuru var?” diye sorarak geniş kitlelerde destek buluyor haliyle. Konu dine kayınca iktidar ve yandaşlarının güya sıkıca sarıldıkları, demokrasi, hukuk, insan hakları, özgürlükler bir anda ortadan kalkıyor.Evet, dinde varDini açıdan bakacak olursak, kürtajın din kurallarına uygun olduğunu söylemek zor. Sadece İslam’da da değil. Aynı Allah’a inanan kitaplı dinlerde olduğu gibi diğer dinlerde de açıkça kürtajdan söz edilmemesine rağmen insan yaşamını sonlandırma ile ilgili emredici pek çok kural var.Hukukun varlığıTemeline indiğimizde, binlerce yıl önce din kuralları aynı zamanda hem yaşam biçimi belirleyen hem de hukuku oluşturan ana kurallar manzumesi niteliğindeydi. Ancak ortak yaşamlar, giderek çok dinli, çok milletli, çok dilli hâle gelince din kurallarının belirleyici olma özelliği sorun olmaya başladı.Herkese ayrı kuralAynı toplumu paylaşan bireylerin, kendi inanç sistemlerine göre oluşturdukları kanun ve kurallar diğerinin inanç sistemine uymayınca ortaya çok ciddi sorun çıktı. İşte laiklik anlayışı buradan doğdu. Kuralların her inanç sahibini rahatsız etmeyecek biçimde ortak hale getirilmesine çalışıldı.Çağdaş hukukun doğuşuBu da evrensel ve çağdaş hukuku doğurdu. Özünde çeşitli inanç ve ahlak temellerine dayanan ama bunların dışında olan kurallar ve yasalar ile toplumlar ortak bir noktada buluştu. Böylelikle ortak yaşamlar herkese eşit kılındı. Özgürlük, insan hakları ve demokrasi kavramları değişmez hale geldi.Din bireyseldirLaik anlayışla birlikte devletler “dini” olma özelliklerini bir kenara bıraktılar. Laik devlet hiçbir dini temel almadığı gibi, farklı dini inanışlara da eşit mesafede durur, inanç sahiplerinin haklarını korur, bu insanların kendi yaşam biçimlerini seçmelerine ve yaşamalarına sonsuz olanak sağlar.Hukukta dinBu nedenle laik toplumun devleti hukuk kurallarını belirlerken, ülkenin tamamı aynı inanç sistemine bağlı olsa bile dini referans almaz, insanları özgür ve bağımsız bırakmayı tercih eder. Aksi takdirde devlet bir din devleti hâline gelir ki, din devletlerinin gelişmesi mümkün değildir.Dünyadaki örnekleriBugün dünyada kimi devletler “din devleti” olma özelliğini taşıyor. Ancak bu ülkelere baktığımızda, kültürel, sosyal, bilimsel gelişmelerde hayli geride kaldıklarını, toplumların toplam kalitesinin düşük olduğunu görüyoruz. Bu tür bazı ülkelerin çok modern görünümlü olmaları kimseyi kandırmamalıdır.Binalar yükselebilirElbette din devleti özelliği taşıyan bazı ülkelerin görünümleri çok parlaktır. Dev binalar, her şeyi bilgisayar ile yönetilen şirketler, kurumlar, otoyollar, unutulmasın ki, yeraltı zenginliklerinin getirdiği olağanüstü maddi kaynaklar sayesinde olabilmektedir. Önemli olan halkın toplam kalitesidir.Dubai örneğiÖrneğin ülkemizde, bu ayrımı yapamayan kimileri sıklıkla Dubai’yi işaret ederek “Bu ülkede herkes özgür, isteyen bikinisiyle, isteyen çarşafıyla geziyor, içen içiyor, içmeyen içmiyor” diyebilmekte, lüks yapıları ve sistemleri öne sürerek Türkiye’yi böyle görmek istediklerini söyleyebilmektedirler.Durum çok farklıOysa durum çok farklıdır. Dubai ve benzeri ülkelerde aşırı zenginliğin yarattığı bir lüks ve şatafat vardır, Dubaili olmayan herkes özgürdür, dilediğini yapar, ama Dubai halkı özellikle kadınlar, kalın duvarlarla çevrili lüks evlerinin çatılarından bu ihtişamı seyretmekten başka bir şey yapamaz.Ya bilim, sanatBunun da ötesinde, tipik din devletlerinde halkın bilim, sanat, kültür gibi konularla bağları da çok zayıftır. Bu ülkelerde gerçekten iyi yetişmiş yazarlara, sanatçılara, din dışı konularda düşünürlere felsefecilere de rastlayamazsınız. Kadın erkek eşitliği yoktur, seçme seçilme hakları da sadece hayaldir.Tekrar kürtajKonuyu çok dağıtmadan tekrar dönelim kürtaj tartışmalarına. Türkiye gibi laik bir ülkede kürtaj konusunu dinsel açıdan ele almak ve yeni kuralları buna göre düzenlemeye kalkmak olacak şey değil. Şu anda bu yönde işaretler var ve bu, Türkiye’nin bir “din devleti” çehresine bürünmesi tehlikesi taşır.Devlet belirleyemezBir ülkede herhangi bir konunun dini açıdan da irdelenmesi elbette mümkündür ama herkesin uymak zorunda olacağı bir kararı sadece din kuralına göre alamazsınız. Bu, laikliği yok etmek demektir ve zaten yapılmak istenen de popülist söylemlerle halkın kafasını karıştırarak bunu gerçekleştirmektir.Günaha karar vermekLaik bir devlette, siyasi otorite dini referans alarak halkına dayatmada bulunamaz. Kürtaj dinen günah olsa bile bu, kişileri ilgilendirir. Devletin görevi kişileri günah işlemekten alıkoymak değildir. Kişiler inançları ya da inandıkları din büyüklerinin nasihatleri doğrultusunda kendi kararlarını verebilir ancak.Diğer konularSevgili okurlar; bu hafta içinde yazacağım bazı konularla ilgili bilgi vermek de istiyorum. Örneğin muhalefet yapmadığı konusunda eleştirilen CHP’ye bazı hatırlatmalarım olacak. Uludere konusundaki çok önemli bir ayrıntının CHP kurmayları tarafından da neden görülmediğini sormak istiyorum.Leyla Zana olayıYine CHP’nin nedense yetersiz kaldığı bir konu da Leyla Zana’nın 10 yıla mahkum olması. CHP bu konuda hiçbir beyanda bulunmadı, oysa bu konu tutuklu milletvekillerini yakından ilgilendiriyor. Bunu da yazacağım. Yanı sıra, Teoman Koman’ın gözaltına alınmasındaki hukuksuzluğu da CHP görmüyor.Ya grev yasağıGeçen haftanın en çarpıcı gelişmelerinden biri de sivil havacılıkta grev hakkının kanunla yasaklanması. İktidar kâr ettiği söylenen THY’yi korumak için demokrasiyi ayaklar altına aldı. Daha da önemlisi, bugün THY ile başlayan grev yasağının başka iş kollarına atlamayacağını kim söyleyebilir...Hepinize iyi haftalar dilerim.
Okurlarımdan Mehmet Ali Örgen önce kendisi için diş sonra da eşi için göz muayenesi randevusu almak için geçirdiği macerayı esprili bir dille anlatmış. Her gün “sağlık alanında şöyle ileri gittik, hastalara ilgide şöyle başarılıyız” diyen Sağlık Bakanlığı yetkililerine ithaf etmek isterim.Buyrun birlikte okuyalım:Sayın Can Ataklı;Yakın bir zamanda hastaneden randevu alabildim.Zira yılbaşından beri uğraşıyordum.Öncelikle bu randevu sistemi dövülebilir.Bakırköy Lepra Hastanesi’ndeki diş hekimine gittim.Röntgen istedi.Bunun için bir daha randevu savaşına girdim.Aradan bir zaman geçti ve röntgeni çektirdim.Bakmak için randevu istemedi Allah’tan.“Bu beni aşar, daha büyük yerlere gitmelisin” dedi.Tekrar randevu aldım.Bir zaman daha geçti.Meğerse Türkiye diş sorunu yaşıyormuş.Bakırköy Diş Merkezi’nden de bu bizi aşar yanıtı aldım.Tekrar randevu aldım.Bir zaman daha geçti.Okmeydanı Diş Hastanesi’ne gittim.Tekrar röntgen istediler, CD şeklinde olana bakamıyorlarmış.75 kişiyi bekledikten sonra çektirdim.Cerrahi müdahale gerekirmiş.Hasan Bey diye sandalyesinde oturup ukalalık yapan bir zata göründükten sonra bir ay ileri bir tarihe randevu aldım.O da dövülebilir.Bu randevu işi mazoistçe bir duygu yarattı bende.Eşim için Bakırköy Şadi Konuk Hastanesi’nde göz için randevu aldım.Bir zaman geçti ve gün gelip çattı.Doktordan önce göz ölçümü yapılıyor.Yapan şahıs oldukça sinirli bir bayan.Yüzlerce kişinin yüzünü koyduğu aleti temizlemek gerektiğini söylediğimizde çok kızdı.Onu ilgilendirmiyormuş.Neyse bir şeyler bulup temizledik.Tişörtlü bir genç gelip bizim hanımla ilgilenmeye başladı.Biz doktor ararken kendisinin doktor olduğunu söyledi.Önlük alacak kadar kazanmamış henüz herhalde.Onun doktor olduğuna güvenip muayenemizi olduk.Eski yakın gözlüğünü kullanmayı daha uygun buldu eşim.Buradakiler de dövülebilir.Oto parktakiler, müracattakiler hepsi dövülebilir.Bir kere, herkese cahil ve fukara olarak bakılıyor.Saygı yok sevgi zaten olamaz.Lanet olsun diye kalkılıp işe gelinmiş.Alet edevat var, bina var ama insan yok.Herkes “Küçük Tayyip” olmuş.En çok dövülmeyi o hakediyor ama birileri birilerini dövüyorsa çok da boşuna değil hani.İşin dövme kısmı tabii ki abartı ama lütfen eskiden olduğu gibi halk şeklinde tebdili kıyafet edinmiş bir gazeteci buralara girerse neler olduğunu çok daha iyi yazar.Saygılarımla.*****İşte haftanın fıkralarıBu hafta Yıldırım Tuna’dan gelen yeni fıkralarla hepinize keyifli pazarlar dilerim:Telefona önlem..Temel, “Yahu Allah korusun, ‘Ya sevgilim bizim hatun evdeyken telefon ortalıktaysa ve beni ararsa’ ne yaparım?” korkusuyla tutuşan arkadaşına “Sana benden bir tavsiye” demiş “Ben sevgilimin adını cebime ‘DÜŞÜK PİL UYARISI’ diye kaydettim. Ben yokken ne zaman o arasa bizim hanım telefonu kapatır ve koşa koşa gidip şarja takar.”Yaşlı avcıİki genç muhabir efsanevi kaplan avcısını kalmakta olduğu huzurevinde ziyaret ederek röportaj yapmak istemişler. “Bir gün Hindistan ormanlarında Bengal kaplanı avlamak için elimde emektar tüfeğimle daracık bir patikada yürürken o dev hayvan birden önüme atladı ve ‘ROARRRR’ dedi” demiş. Bir müddet suskun kalmış ve bir süre sonra üzgün bir yüz ifadesiyle devam ederek, “Çocuklar, inanır mısınız altıma ettim” diye tekrar hüzünlenmiş. “Böyle bir tehlikeyle karşılaşan herkes tabii ki aynı şeyi yapardı efendim” demiş muhabirler nazikçe. “Hayır, hayır çocuklar anlamadınız” demiş yaşlı avcı, “Tam size biraz evvel ‘ROARRRR‘ diye hayvanın sesini çıkartmaya çalışırken oldu.. Şimdi!”Veda yemeğiYaşlı rahip emekli olunca politikacı onun adına şehirdeki bütün ileri gelen aileleri davet ederek büyük bir veda yemeği vermiş. Kendi davete gecikince sıkılan kalabalığı oyalamak için yaşlı rahip mecburen kürsüye çıkmış, “Bu şehre ilk geldiğimde burası berbat bir yerdi” diye söze başlamış, “Bana ilk günah çıkartmaya gelen şahıs hırsızlık yaptığını, polise yalan söyleyerek hapisten kurtulduğunu, ailesini ve iş yerini dolandırdığını, patronunun eşiyle aşk yaşadığını itiraf etmişti. Çalışma ve çabalarımız sonucunda burası hayır dolu bir şehre dönüştü..” Rahip konuşmasını bitirir bitirmez politikacı koşarak içeri girip kürsüye fırlamış, “Geciktiğim için özür dilerim” demiş telaşla, “Sevgili rahibimizin bu şehre ilk geldiği günü dün gibi hatırlarım.. Aranızda ona ilk günah çıkaran kişi olma onurunu ben taşıyorum.”TeklifKarımla 5 yıldızlı tatil köyünün havuz başında güneşlenirken canımız sigara çekti. Odamıza paketi almaya gittim. İçeride görevli orta yaşlı bir kadın yatakları topluyordu.. Sigara paketini dolaptan aldım. Mini bardan da iki adet soğuk bira kaptım. Tam odadan çıkarken otelin kurallarını bilmediğim için sordum “Havuz kenarında bu biraları içebilir miyiz?” diye. “Tabii neden olmasın?” dedi kadın yerden doğrulurken, “Ama biraz müsaade et yakışıklı, önce şuraları bir toparlayayım.”Bronz heykelAdamın biri bir mağazanın vitrininde ‘Bronz fare heykeli’ görmüş. Beğenip fiyatını sormuş. “20 lira” demiş tezgahtar, “Hikâyesini de öğrenmek isterseniz ayrıca 100 lira daha vereceksiniz..” Adam “Hikâyesini boş ver” demiş, 20 lirayı verip heykeli satın almış ve ayrılmış dükkândan. Elindeki bronz fare heykeliyle yürürken birden arkasında onu takip eden, her geçen saniye sayıları artan gerçek fareleri fark etmiş. Hızlı adımlarla sokaktan caddeye çıkınca farelerin sayıları binlere ulaşmış bile.. Korkuyla adımlarını daha da hızlandırınca fareler de çığlıklar atarak hızlanmışlar. Adam koşmaya başlayınca milyonlarca fare de koşarak çığlıklarla onu takip etmiş. Adam korkusundan bronz heykeli olanca gücüyle denize fırlatmış. Milyonlarca fare heykelin arkasından denize atlamış ve hepsi boğulmuş. Adam büyük bir heyecanla heykeli satın aldığı dükkâna geri dönmüş. “Evet..” demiş tezgahtar. “Hikâyesini de öğrenmeye geldiniz değil mi?” Adam “Hayır! Hayır!” diye cevap vermiş titreyerek, “Sizde bronz politikacı heykeli de var mı?”*****Gani Yıldız’danDemir coplar geliyormuş. Başbakan da durmadan, “Nükleer zararsız” diyor. Galiba bu gidişle göstericilere nükleer bombayla müdahale edecekler.***Gündemin değişim hızı baş döndürüyor: Başbakan, “Bu ülkede artık Kürt sorunu yoktur, kürtaj sorunu vardır.”***Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, “İhracat yüzümüzü ağarttı” demiş. Başımızı ağrıtan ithalatı da düşünmezsek harika durumdayız.***Küçük heyecanların değil, büyük projelerin peşinde bir Türkiye var: Taksim’e cami fikri gerilerde kaldı. Vizyonumuz genişledi; ufkumuz açıldı. Artık, “Çamlıca Tepesi’nde, İstanbul’un her yerinden görülecek bir cami”yi tartışıyoruz.***RTÜK üyelerinin “Evlilik dışı ilişkiyi meşrulaştırıyor” eleştirileri nedeniyle dizilerde beraber yaşayan çiftler senaryo değişiklikleriyle evlendiriliyormuş. Böylece, “Herkesin yaşam tarzı güvencemiz altındadır” sözünün “senaryodan ibaret olduğu” ortaya çıktı.***İsteyen vatandaş icra borcunu kredi kartıyla taksitlendirerek ödeyebilecekmiş. Pardon ama zaten icraların büyük çoğunluğu kredi kartı taksitleri yüzünden gelmiyor mu?
Çarşamba günü hâlen tutuklu olan orgeneral Bilgin Balanlı’dan gelen mektupta yer alan bir suç duyurusunu sizlerle paylaşmıştım.Halen “Matkap operasyonu” çerçevesinde 6 yıla mahkûm olan Orhan Aykut adlı kişinin Tekirdağ Cumhuriyet Savcılığı’na verdiği suç duyurusunun “yetkisizlik” kararı ile İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na gönderildiğini, ancak şu ana kadar üzerinde bir işlem yapılmadığını öğrendiğimi belirtmiştim.Suç duyurusunda adı geçen eski AKP milletvekili İhsan Arslan’dan konuyla ilgili bir açıklama aldım. Arslan suç duyurusunda kendisine yönelik isnat edilen bütün suçlamaların hayal mahsulü olduğunu belirtiyor.Açıklamayı aynen yayınlıyorum, ancak cevap mektubunda beni de ilgilendiren bazı noktalarla ilgili görüşlerimi de bir diğer yazıda sizlerle paylaşıyorum.İhsan Arslan’ın açıklama mektubu şöyle:Sayın Can Ataklı; Vatan Gazetesi’nin 30 Mayıs 2012 tarihli nüshasında, “İmzasız ihbar mektupları ile yüzlerce kişi tutuklanıyor ancak isimli ihbarlara itibar edilmiyor” başlığı ile yayımlanan yazınızda, Orhan Aykut isimli kişinin beyanları olduğundan bahisle şahsımla da ilgili bir kısım iddialara yer verilmiştir.Köşe yazınızda bahsettiğiniz kişiyle hiçbir yakınlığım bulunmamaktadır. Bahsi geçen kişinin ileri sürdüğü iddiaların tamamı hilaf-ı hakikattir. Anılan şahıs, benzer türden hayal mahsulü iddialarını bazı medya organları aracılığıyla daha önce de gündeme getirmiştir. Bu iddialar tarafımca yalanlandığı gibi, bu tür iftiralar nedeniyle İstanbul Asliye Hukuk Mahkemelerinde söz konusu şahsa karşı açtığım dava da halen devam etmektedir.Beni şaşırtan, anılan şahsın iddialarını, aslı olup olmadığına bakmaksızın aynen köşenize taşımakta beis görmezken, bunları benden ya da bir başka kaynaktan doğrulama gereği duymamış olmanızdır. Halbuki internet ortamında yapacağınız bir araştırmayla dahi, anılan şahsa karşı bana yönelik iftiraları nedeniyle dava açmış olduğumu pekala tespit edebilirdiniz. Dolayısıyla, mesnetsiz iddiaları tek taraflı olarak aktarmanızı, objektiflikle ve okurları doğru bilgilendirme ilkesiyle bağdaştıramadığımı da belirtmek durumundayım.Takdir edersiniz ki, mesnetsiz iddialar, kurgulanmış beyanlar ve hezeyanlar, sadece ifade veya benzeri yöntemlerle kâğıda döküldü diye gerçeğe dönüşmüş bir olgu gibi addedilemez.Benim hakkımda isteyen herkes dilediği araştırmayı yapabilir. Ancak gerçek dışı iddialarla düzmece tertipler peşinde koşmanın doğru olmadığı; bu tür tertiplere bilerek veya bilmeyerek alet olmanın dürüstlükle bağdaşmadığı da apaçık ortadadır.Şahsıma yönelik haksız suçlamalara ve iftiralara karşı bugüne kadar yasal haklarımı nasıl kullandıysam, bundan sonra da aynı şekilde kullanmaya devam edeceğim.Okurlarınızı doğru bilgilendirme duyarlılığınız çerçevesinde, Orhan Aykut’un iftiralarının tümünü reddettiğimi, söz konusu mesnetsiz iddiaları bu vesileyle bir kez daha yalanladığımı, -doğru bilgilenme hakkına sahip olduklarına inandığım- okurlarınızla köşeniz aracılığıyla paylaşmanızı rica ediyorum.*****Tekirdağ’daki suç duyurusu soru önergesi olduTekirdağ F tipi cezaevinde 6 yıla hükümlü olarak cezasını çekmekte olan Orhan Aykut’un Tekirdağ Cumhuriyet Savcılığı’na yaptığı suç duyurusundaki iddialar soru önergesine dönüştürüldü.CHP Milletvekili Umut Oran konuyla ilgili olarak Adalet Bakanı’na yönelik 5 soru sordu.İşte o soru önergesi:Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’naAşağıdaki sorularımın Adalet Bakanı Sayın Sadullah Ergin tarafından yazılı olarak yanıtlanması için gereğini arz ederim.1- Tekirdağ F Tipi Cezaevi’nde kalan 1969 Muş doğumlu hükümlü Orhan Aykut, hangi suçlar nedeniyle ne kadarlık ceza aldı?2- Hükümlü Orhan Aykut Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurarak suç duyurusunda bulundu mu, suç duyurusunun akıbeti ne oldu? Hakkında ne gibi işlemler yapıldı? Tekirdağ Başsavcılığı’nın yetkisizlik kararı vererek suç duyurusunu 12 Ekim 2010 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdiği bilgisi doğru mu? Doğruysa kararın tarihi nedir ve o tarihten bu yana İstanbul Başsavcılığı konu ile ilgili olarak hangi işlemleri yaptı, suç duyurusunun bugün itibariyle akıbeti nedir?3- Hükümlü Orhan Aykut suç duyurusunda, “Ergenekon silahları” olarak bilinen ve gömülü olarak bulunan silahları kimin gömdüğünü ve hatta henüz bulunmamış gömülü silahların yerini de bildiğini öne sürdü mü? Silahları gömdüğü öne sürülen emniyet mensupları hakkında bir idari inceleme-araştırma yapıldı mı?4- Partinize mensup eski bir milletvekilinin de ismi geçtiği için konuyu incelediniz mi, sözü edilen ancak ismi verilmeyen ABD’li senatörün kim olduğu hakkında araştırma yapıldı mı?5- Suç duyurusunda öne sürüldüğü şekliyle partinize mensup eski milletvekili tarafından firari Tuncay Güney için Mevlüt Çınar adına sahte pasaport hazırlandı mı? İçişleri Bakanlığı’ndan alacağınız kayıtlara göre Mevlüt Çınar’ın yurt dışına çıkış ve yurda giriş tarihleri nedir?Umut Oran İstanbul Milletvekili*****İstanbul, “Avrupa Taklit Ürün Başkenti”ymiş. İleri demokrasiyle yönetiliyormuş taklidi yapan bir ülkenin en büyük şehrine de ancak bu unvan yakışırdı! (Gani Yıldız)*****Suç duyurusunu neden sorayım?İhsan Arslan’ın yazıma gönderdiği cevabı okudunuz.Arslan, Orhan Aykut’un suç duyurusundaki iddiaların tamamının “hilaf-ı hakikat” olduğunu söylüyor. Kimin doğru söylediğini elbette ben bilemem, ama eğer İhsan Arslan hakkındaki iddiaların tamamının yalan olduğunu söylüyorsa, bunu aynen yayınlamak da görevimdir.Ancak elbette bir suç duyurusu hakkında, itham edilen kişinin hiçbir inceleme ve araştırma yapılmadan bizzat kendisinin ortaya çıkıp da “bunlar yalandır” demesi hukuken doğru değil. Savcılığın en azından bu suç duyurusunu incelemesi gerekirdi. Yapılmadığına göre demek ki savcılar İhsan Arslan hakkındaki iddiaların gerçek olmadığını biliyorlar. Acaba nereden?Bunun da ötesinde, zaten benim amacım “Bu iddialar doğrudur” demek değil. Hiç imza olmayan ihbar mektuplarını anında ciddiye alan ve yüzlerce kişiyi hapse yollamaktan çekinmeyen savcıların, isimli, imzalı bir suç duyurusuna neden hiç ilgi göstermediklerini anlamaktı.Bir nokta daha var: İhsan Arslan beni de suçlayarak “Yaptığımın gazetecilik olmadığını, en azından sormam gerektiğini” söylüyor.Bu söylem doğru değil. Çünkü gazeteci, aldığı bir duyumu doğrulatmak için sorar. Devletin resmi belgelerine geçmiş, savcılığa yapılmış bir suç duyurusunun “doğru mu?” diye sorulacak tarafı olamaz. Sadece savcıya “ne yaptınız?” diye sorulur.Ve son olarak Arslan, “Takdir edersiniz ki, mesnetsiz iddialar, kurgulanmış beyanlar ve hezeyanlar, sadece ifade veya benzeri yöntemlerle kâğıda döküldü diye gerçeğe dönüşmüş bir olgu gibi addedilemez” diyor. Keşke Arslan bir suç duyurusuna sessiz kalan ama imzasız ihbarlara dayanarak yüzlerce kişiyi hapse atanlara da bu cümleyi söyleyebilseydi zamanında.
Önceki hafta Ankara’da Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde bilimsel bir toplantı yapıldı. Bu toplantıda bir suç takibinde dijital verilerin elde edilmesi, kanıt olarak kullanılması ve bunun yöntemleri incelendi.Konuklardan biri Amerikan mahkemelerine adli bilişim uzmanı olarak hizmet veren Joshua Marpet‘tı. Bu uzman son olarak Odatv davasına esas olan ve başta Soner Yalçın, birçok gazetecinin tutuklanmasına neden olan bir belgeyi incelemiş ve bu belgenin e-posta ile gönderilen bir virüslü mesaj olduğunu kanıtlamıştı.Toplantıya katılamadığım için, kendisinden rica ettiğim bir akademisyen Marpet‘la kısa bir söyleşi yaptı. Konuşmayı size aynen aktarıyorum;SORU: ABD’de ne tür dijital veriler geçerli delil olarak kullanılabilir?CEVAP: Yasalarımızda “doğru yöntemlerle” elde edilmemiş bir veri geçerli delil olarak kullanılamaz.SORU: Peki, sayısal (dijital) bir veri ne zaman delil olarak geçerli kabul edilmez?CEVAP: Herhangi bir dijital veri delil olma potansiyeli taşır. Ancak, bazı dijital veriler suçun ispatı için kullanılamaz. Eğer delili toplayan kişi, delilin sanığa ait olduğunu ya da sanık ile ilişkisini kesin ve tam bir biçimde ispatlayamazsa o dijital delil geçerli olamaz. Delili toplayan uzman, kaynağını açık ve net bir şekilde belgelendirmek zorundadır. Aksi takdirde yargıyı yanıltma tehlikesi belirir. Örneğin: Diyelim ki polis, bir sabit disk elde etti ve bunun geçerli bir kopyasını çıkardı. Sonra da diski kaybetti. Elde edilen kopya geçerli olabilir. Ancak, bu kopyanın gerçek disk ile ilgisi artık kalmamıştır. Bu kopya artık delil olarak kullanılamaz. Başka bir örnek vereyim: Diyelim ki bir disk, DVD ya da hafıza çubuğu yasalara uygun bir şekilde elde edildi, kopyalandı, etiketlendi, mühürlendi ve emanete alındı. İçinde de suç unsurları bulundu. Ancak bu dijital verinin üretildiği bilgisayar ile ilgili herhangi bir geçerli ve tam bilgi mevcut değil. Eğer dijital verinin üretildiği bilgisayarı ve o bilgisayarın kullanıcısını tam ve doğru olarak belirleyemiyorsak bu diski geçerli bir delil olarak kullanamayız.SORU: Siz Odatv davasında suç unsuru olarak elde edilen diski analiz ettiniz. Bulgularınızı kısaca anlatabilir misiniz?CEVAP: Bu diskin Microsoft ürünleri ile çalışan bir bilgisayardan elde edildiğini söyleyebilirim. Bu bilgisayarda standart Microsoft ofis ve e-posta programlarının mevcut olduğunu da gözleyebiliyorum. Diskte birçok dosya vardı. İncelemelerim sırasında ilginç bir şey buldum: Bu diskte bilgisayarın kullanıcısına gelen iki e-posta vardı. Bu e-postaların içinde virüslü iki adet dosya bulunuyordu. Bu dosyalar kaydı belli olmayan sahte bir adresten gönderilmiş. Kullanıcı bu dosyaları açınca sahte adresteki kötü niyetli kişi bilgisayarı eline geçirerek uzaktan bu bilgisayara virüslü dosyalar göndermiş. Ben araştırmalarınm sırasında diskin üst verilerinde tüm bu dijital sahteciliği gözledim ve bilimsel olarak ispatladım. Bu dosyaların o bilgisayarda üretilmediğini açıklıkla tespit edebildim. Bana, daha sonra, sahte adresten gönderilen bu dosyaların suç unsuru içerdiği ve kullanıcının tutuklandığı bilgisi geldi.*****O araç durdurulabilirdiKayseri’nin Pınarbaşı ilçesindeki iki kişinin can verdiği, pek çok kişinin yaralandığı bombalı eylemin üzerinden zaman geçmesine rağmen siyasi alandaki çekişmesi sürüyor.Başbakan Erdoğan, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun “O araç neden durdurulmadı?” sözlerine cevap verirken “Güvenlik kuvvetleri o aracı imha edebilirdi, ama içinden ya kaçakçı çıksaydı” dedi. Erdoğan bu durumda yine masum vatandaşların öldürüldüğünün söyleneceğini iddia etti.Ama durum böyle değil ki.Trafik kontrolü sırasında bir jandarmaya çarpıp kaçan araç ille imha edilerek durdurulmaz. Bunun için polis ya da jandarma olmaya gerek yok.Aracın içindeki korkmuş biri de olabilir, kaçakçı da, sarhoş da, terörist de...Jandarma ve poliste telsizler var. Haber verilir, güvenlik birimlerinin olduğu ilk yerde yola barikat konur ve araç durdurulur.Yola barikat kurulduğunda araç ne yapacak? Ya duracak, ya barikata çarpacak, ya tarlaya sürecek, eğer teröristse orada patlatacak.En azından riski daha sınırlı olurdu.*****Başbakan’ın “uyarısına” rağmen 28 Şubat’ta gözaltı dalgaları devam ediyor. 28 Şubat 1000 yıl sürmedi ama anlaşılan gözaltıları sürecek. (Gani Yıldız)*****Kıyam’a kıymayınTRT’nin tarihi bir kesiti konu alan ilginç bir dizisi var. Türkan Şoray’ın da rol aldığı Kıyam dizisi, tarihimizde “Lale Devri” diye bilinen ve Patrona Halil İsyanı ile sona eren dönemi anlatıyor. Dizi belgesel iddiasında olmasa da bu dönemle ilgili anlatılan yanlış bilgileri de düzeltiyor.Dizi için İzmit’te Türkiye’nin en büyük platosu kuruldu. İyi bir senaryo, iyi oyuncu kadrosu ve iyi çekimleriyle hayli de ilgi görüyor.Reyting açısından bakıldığında da TRT dizileri arasında ilk sırayı alıyor.Dizi bu pazartesi 13. bölümüyle sezon finali yapacak. Ancak duyduğuma göre TRT bazı çevrelerden aldığı tepkilerden etkilenerek dizinin devamı konusunda kararsızmış. Dizi ya yayından kaldırılacakmış ya da bütçesinin daraltılması istenecekmiş.Bence bu çok yanlış olur. Tarih bilgisi açısından da doğru yapılan bir işi talihsiz birkaç eleştiri nedeniyle rafa kaldırmak TRT’nin itibarını da zedeler.*****Git git, Kocaeli’ni bulamıyorsunDaha önce de yazmıştım ama aynı yanlış devam ediyor. Karayolları TEM otoyolundaki tabelaları ile sürücülere “olmayan bir yerleşim yerine” kaç kilometre kaldığını bildiriyor.Tabelada kocaman “Kocaeli” yazıyor. Gidiyorsunuz gidiyorsunuz, ama Kocaeli’ne bir türlü varamıyorsunuz. Çünkü “Kocaeli” adında bir yerleşim yeri yok. Kastedilen yer İzmit. Ama Karayolları ısrarla İzmit’i yok sayıyor, Kocaeli diyor.Kocaeli, merkezi İzmit olan bir ilin adı.Karayolları aynı şekilde Adapazarı yerine Sakarya diye yazıyor tabelalarında. Sakarya diye bir yerleşim yeri de yok. Sakarya ilin adı, merkezi ise Adapazarı. Tabeladaki Sakarya‘dan kasıt Adapazarı.Adana Mersin otoyolundan geçmedim uzun süredir. Tahminim orada da Mersin yerine İçel yazıyordur. Çünkü mantık o.Aynı şekilde Hatay diye de bir yer yok. Hatay ili var ve merkezi Antakya.
Bu yazımdaki bilgiler yeni değil. 2008 yılından bu yana medyada yer alan haberlerin bir özeti niteliğinde. Ancak buradaki bilgiler ve uygulamalar çok şaşırtıcı. Topluca bir kere daha bakmak yararlı olabilir.Balyoz davası sanklarından Orgeneral Bilgin Balanlı’dan bir mektup aldım. Bu mektup belli ki sadece bana yazılmış değil. Balanlı benim gibi birçok gazeteci ve yazalara bu mektubun bir örneğini göndermiş.Nitekim bazı yazarlar köşelerinde bu mektuptan söz ettiler.Balanlı mektubunda sahteliği defalarca bilimsel olarak kanıtlanmış bir takım dijital deliller nedeniyle hapiste “rehin” tutulduklarını “bırakın yargı işlesin, hukuka müdahale etmeyelim” kandırmacasıyla bir hesaplaşma yapıldığını belirtiyor.Orgeneral Balanlı’nın mektubunu da tıpkı başka tutuklu generallerden gelen benzer mektuplar gibi içim burkularak okudum.Ancak Balanlı’nın mektubunda çok ilginç bir bilgi var. Bu bilginin üzerine gittiğimde çok çarpıcı ve korkutucu bazı gerçeklerle karşılaştım.Balanlı mektubunda Orhan Aykut isimli bir kişiden söz ediyor. Aykut ünlü “Matkap” operasyonu sırasında tutuklanan ve 6 yıl hapse mahkzm edilen, cezasını Tekirdağ F Tipi cezaevinde çeken bir mahkzm.Bu kişiyle ilgili bilgileri diğer yazıda bulacaksınız.Orhan Aykut’un özelliği şu; Cezaevinde tehdit edildiğini ve can güvenliğinin olmadığını belirten Orhan Aykut 13 Aralık 2010’da Tekirdağ Cumhuriyet Savcılığı’na başvurarak bir suç duyurusunda bulunuyor.Aykut’un suç duyurusu çok çarpıcı.Savcılık metni tek cümleden oluştuğu ve anlaşılmasının zorluğu nedeniyle maddeleştiriyorum.Aykut’un iddiaları şöyle;1- Ergenekon silahları olarak bilinen ve gömülü olarak bulunan silahları kimin gömdüğünü biliyorum.2- Aynı kişiler henüz bulunmamış silah ve mühimmat da gömdüler, bunların yerini biliyorum.3- Diyarbakır milletvekili İhsan Arslan askeri rütbeli kişiler hakkında bilgiler topluyor, Ankara’daki 22 katlı binasının 5’inci katında bu belgeler üzerinde ilaveler yaptırıyor ve bazı sahte belgeler oluşturuyor.4- Eski Van savcısı Ferhat Sarıkaya İhsan Arslan’a sahte belge hazırlama ve bilgi toplama işinde yardım ediyor.5- Amerikalı bir senatör ve ordudan ayrılma uzun saçlı bir subay Balyoz davasına neden olan belgeleri bir çuval içinde getirerek İstanbul 4. Levent’teki bir otelde benim de bulunduğum sırada İhsan Arslan’a teslim etti.6- Çuval içindeki belgeleri İhsan Arslan bizzat kendi aracı ile Ankara’ya götürdü, söz konusu 22 katlı binanın 5’inci katında bu belgelere eklemeler yapıldı, ayrıca sahte belgeler oluşturuldu.7- Zir vadisinde bulunan silahları Ankara Emniyeti İstihbaratındaki polisler gömdü. Bu silahlar hükümete bir başkaldırı olması halinde kullanılacaktı. Ancak Yarbay Mustafa Dönmez ile İhsan Arslan arasında bir anlaşmazlık çıkınca silahlar Dönmez ile irtibatlandırıldı ve Dönmez tutuklandı.8- İhsan Arslan Tuncay Güney’e Mevlüt Çınar adına sahte pasaport hazırladı. Güney bu pasaportla Türkiye’ye giriş yaptı. Kendisine 300.000 dolar para verilerek Ergenekon hakkında açıklamalar yapması dikte ettirildi. Güney’in ifadesi yine Ankara’daki Arslan’ın ofisinde kayda alındı.Orhan Aykut’un bu suç duyurusu Tekirdağ Cumhuriyet Savcılığı tarafından incelendi, savcılık 12 Ekim 2010’da yetkisizlik kararı verdi ve dilekçeyi ilgili gördüğü İstanbul Cumhuriyet Savcılığına gönderdi.Aradan tam bir buçuk yıl geçmesine rağmen İstanbul Cumhuriyet Savcılığı hiç bir işlem yapmıyor.Oysa yüzlerce kişi üzerinde isim, imza olmayan ihbar mektuplarıyla, e-posta mesajlarıyla tutuklandı. Bu işte bir gariplik yok mu?*****Orhan Aykut çok ilginç bir kişilikBilgin Balanlı’nın mektubunda sözünü ettiği “suç duyurusu yapan” Orhan Aykut çok şaşırtıcı bir kimlik olarak karşımıza çıkıyor.1969 Muş doğumlu Aykut, ticaretle geçinen ama her nasılsa her dönem iktidar ve güç sahipleriyle içli dışlı olmuş bir isim.Aykut 7 Ocak 2008’de ünlü “Matkap operasyonu” çerçevesinde gözaltına alınıyor ve daha sonra tutuklanıyor. Aykut’un suçu organize suç örgütü oluşturmak, Jitem adını kullanarak çeşitli kişi ve kurumları tehdit etmek, şantajla ve şiddet kullanarak para sızdırmak.Aykut “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım’ın sağ kolu olarak bilinen Zakir Selvi ile İstanbul’da yakalanıyor.Orhan Aykut’un adı kamuoyunda Güneydoğu’lu 14 milletvekiline PKK’nın suikast yapacağını ihbar etmesiyle duyuldu. Aykut AKP milletvekili İhsan Arslan’a giderek suikasti haber veriyor, Arslan bu ihbarı Başbakan Erdoğan’a iletiyor, Erdoğan da bununla ilgili çok kapsamlı bir çalışma istiyor.Bu nedenle o sırada Ankara İstihbarat Daire Başkanı olan Ramazan Akyürek, İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, milletvekili İhsan Arslan, bazı askeri kişiler Orhan Aykut’la bir dizi toplantı yapıyorlar.Devletin istihbarat örgütleriyle bu kadar içli dışlı olan Orhan Aykut bir süre sonra her nasılsa “çete üyesi olmakla” suçlanıyor ve 6 yıl hapse mahkum ediliyor.Orhan Aykut savunmasında tuzağa düşürüldüğünü söylüyor ve İhsan Arslan’ı suçluyor. Aykut İhsan Arslan’ın kendisinden AKP’nin mafyasının başına geçmesini, Tuncay Özkan’ı vurmasını, AKP’ye karşı çıkanların susturulmasını istediğini ileri sürüyor.Kısacası Bilgin Balanlı’nın “Suç duyurusu neden işleme konulmuyor?” diye sorduğu Orhan Aykut, özünde “karanlık” bir isim.Aykut şu anda iktidarı ve iktidara yakın kişileri suçluyor ama, geçmişine bakıldığında AKP, devletin önemli birimleri ve AKP’ye çok yakın isimlerle işbirliği içinde olduğu görülüyor.Aykut’un elbette “kenara atılmış olma” duygusuyla bir tür “intikam” peşinde olduğu söylenebilir, ama bu yaptığı suç duyurusunda söylediklerinin gerçek olmadığı anlamına gelmez.Savcılar, isimsiz imzasız ihbar mektuplarına gösterdikleri ilginin onda birini bu suç duyurusuna gösterseler, belki de çok farklı bir çeteleşmeyle yüz yüze gelebiliriz.*****İşte adresimHenüz acemiyim ya, “twitterde ben de varım” diyorum ama adresimi yazmıyorum. İşte twitter adresim: can_atakli_“Bu alt çizgiler neden var, neden direkt canatakli değil” derseniz, şöyle; çünkü daha önce can ataklı diye başlayan 5 isim alınmış. Bana bu kalmış. En çok takipçisi olan biri kendini kapattı. Bakalım diğerleri kendiliklerinden çekilecek mi?*****GÜNÜN SÖZÜBu ülkede gündemi takip etmek, Mehmet Ali Erbil’in “Değiştir” yarışmasını izlemek gibi: Birisi şarkıya başlıyor, saniyeler sonra “değiştir” komutu geliyor, şarkı yarıda kalıyor, yenisi başlıyor. Bir süre sonra ortada ne şarkı kalıyor ne de yarışma; iş komediye dönüyor. (Gani Yıldız)*****Demek ki Uludere cinayet değilmişBaşbakan dün yine şaşırttı. Daha önce “cinayet” dediği Uludere olayının aslında zaman zaman rastladığımız bir tür “dost ateşi hatası” olduğunu açıkladı.“Her kürtaj bir Uludere’dir” söyleminden bir günde “hata olmuş”a geldik.Peki şimdi ne olacak?“Bu bir hunhar katliamdır, iktidar işin sonuna kadar gidecek” söylemleri nereye saklanacak?Biliyorsunuz iktidar ve yandaşları konunun yargıya intikal ettiğini ve gerçeğin ortaya çıkacağını söylüyorlardı.Bu durumda açılan soruşturmanın da bir anlamı kalmadı. Başbakan olayın bir “hata” olduğunu açıklıyorsa, hatayı kimin yaptığı da belli demektir.5.5 ay sonra geldiğimiz nokta budur.Geçmiş olsun.
28 Şubat operasyonunda dün 5’inci dalga da yaşandı.Bu açıkçası sürpriz bir gelişme. Çünkü Başbakan Erdoğan operasyonun dalga dalga sürmesinin milleti bunaltacağını söylemişti.Bunun üzerine operasyonlar uzunca bir süre durdu.AKP’ye yakın kişilerden aldığım iki “tahmin” vardı.Birincisi; Erdoğan savcılara “Artık asker üzerine gitmeyin, şimdiki komuta konseyi ile aramız iyi, daha fazla yıpratmanın alemi yok, mevcut tutuklularla işi halledin” dedi.İkincisi; Erdoğan savcılara “İşin içinde basın ve sermaye çevreleri de olacak, bunu dalgalara bölüp uzatmayın, dersinize iyi çalışın, kim var kim yok iyi ayarlayın ve bir kerede işi bitirin” dedi.İkisi de “muhtemel” nitelikte bana göre.Tabii işin bir de basın ve sermaye çevreleri ayağı var ki, orası galiba biraz karıştı.Aralarında AKP’lilerin de olduğu çeşitli kaynaklardan aldığım duyumlara göre Amerika ve Avrupa Birliği hükümeti “medya ayağı” konusunda uyarmış. Bazı ünlü ve etkili gazetecilerin darbe teşebbüsü suçlamasıyla tutuklanmalarının inandırıcı olmayacağı belirtilmiş. Hatta “Gazetecileri hapse atarsanız sizi koruyamayız, Avrupa ve Amerika’daki demokratik çevrelerin tepkisini engelleyemeyiz” demişler.Bu da büyük olasılıktır. AKP hükümeti her konuda destek aldığı Amerika ve Avrupa Birliği’nden bu konuda destek alamayabilir. AKP durup dururken zor duruma düşmek istemez.Bunun da ötesinde yine bazı yandaş kalemlerin de “Basına bir şey olmayacak. Özellikle adı geçen patronlarla anlaşma sağlandı, onlara dokunulmayacak, ama tutuklanacak birkaç general daha var” dediklerini de söylemeliyim.Gelelim dünkü “5’inci dalga” operasyonuna.İfade için çağrılan isimler arasında 28 Şubat dönemi tam başlarken emekli olan Jandarma Genel Komutanı emekli Orgeneral Teoman Koman da var.Bu yazının yazıldığı saatlere kadar gelen bilgilere göre Koman’ın kuvvet komutanı olduğu dönemle birlikte, daha önce korgeneral rütbesiyle yürüttüğü MİT Müsteşarlığı döneminin de sorgulanacağı belirtiliyordu.Koman’ın MİT Müsteşarı olduğu dönemde terörle mücadele konusunda en üst noktaya çıkılmıştı. Jitem’in, Hizbullah’ın kurulması, kimi faili meçhul cinayetler ve Olağanüstü Hal şartları bu dönemin en bilinen olaylarıydı.Ancak hatırlayalım ki, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve eski MİT Müsteşarı ve Yardımcısı’nın savcılığa ifade için çağrılmaları kıyameti koparmıştı. Başbakan Erdoğan MİT Müsteşarı hakkında bırakın dava açılmasını ifadeye çağrılması için bile kendisinden izin alınması gerektiğini açıklamıştı.Açık yasa hükmüne rağmen Erdoğan 7 saatlik bir operasyonla mevcut yasayı daha da katı hale getirerek Hakan Fidan’ı yargının elinden almıştı.Bu yasaya göre MİT yöneticilerinin yanısıra Başbakan’ın özel görev verdiği tüm kişiler “Başbakan izni olmadan” bir soruşturmaya konu olamıyorlar.Teoman Koman da eski MİT Müsteşarı. Bu durumda yasadan yararlanması gerekiyor.28 Şubat operasyonunu sürdüren savcıların bu nedenle Teoman Koman için Başbakan’dan izin istemeleri gerekiyor.Şu ana kadar aksi yönde bir açıklama yapılmadığına göre, savcıların bu izni istediklerini ve Başbakan’ın da izni verdiğini varsayabiliriz.Yine de savcılar bu konuda bir açıklama yapmalılar.Ancak, eğer izin alınmadıysa, ortaya cok ciddi bir hukuk skandalı çıkmış olacaktır.*****Twitter’i siz istemiştinizGeçen hafta, nihayet twitter hesabı açtığımı duyurmuştum sizlere.Aslında hergün yazı yazan birinin bunun üstüne bir de twitterde 140 vuruşluk cümlelerle fikir beyan etmesini pek anlamlı bulmuyorum. Bunu belirtmiştim.Ancak pekçok okur “Televizyonlara çıkıyorsun ama haberimiz olmuyor” diye sitem ediyordu.Çıkacağım televizyon programlarının çoğunu kendi köşemde yazamıyorum çünkü o programlara çıkacağımı yazılarımı yazdığım saatte ben bile bilmiyorum. Televizyonlar genellikle günlük olaylara göre konuk davet ettiklerinden çoğu davet günü gününe yapılıyor. Bunun üzerine twitterin özellikle bu işte çok yararlı olacağını düşündüm. Zaten okurlar da “bari bir twitter hesabı aç da çıkacağın programları oradan anında duyur” diyorlardı.Twittere girmeye karar verdiğimde adıma açılmış birkaç tane daha hesap olduğunu gördüm. Bunlar benim değildi ama bana pek zarar da vermiyorlardı. Üzerinde durmadım. Gerçeği açılınca diğerleri kapanır diye düşündüm. Nitekim galiba ikisi kendini kapattı.Şimdi sorun şu. Hergün takipçi sayısı artıyor. Ama henüz binli rakamlardayım. Oysa benim olmayan ve şimdi kendini kapatan hesapta bile 8 bin küsur takipçi vardı.Nerede bunlar şimdi?Okurlara sitem sırası şimdi bende. Siz istediniz twitter hesabı atırmamı, o halde izlemeye başlayın artık.Şu andaki takipçilerden de ricam şu ki, kendi ağlarında bunu duyursunlar ki ben de daha çok kişiye ulaşabileyim. Şimdiden teşekkürler...*****Kürtaj Uludere muhabbetiBaşbakan Erdoğan’ın kürtaj konusundaki son açılımı ve bunu Uludere olayı ile benzeştirmesi üzerine bazı okurlarımdan ilginç e-postalar aldım. Bunlardan birkaçını sizlerle paylaşmak istiyorum;Sayın başbakanın açıklamasını formüle edersek:ULUDERE = KÜRT - AJ***Sayın başbakanın açıklamasına göre ULUDERE’NİN ANLAMI: TOPLU KÜRTAJ***Bundan 15 sene sonra farklı bir anlayış iktidara gelip Uludere olayı hakkında soruşturma açıp Tayyip Erdoğan’ı tutuklatıp 3 senede yüzüne iddianame okunmaz ise; Soruyorum, Sayın Başbakan buna da ileri demokrasi, yargıyı bekleyin diyecek mi?Silivri’deki gibi...***Basbakan “Her kürtaj bir Uludere’dir diyorum” demiş. Devlete kendi eliyle iktidar tarafından kürtaj yaptırılmış meğersem. Peki devlete kürtaj serbest mi? İktidar şu an kürtajla meşgul, ustalıkta ilk tecrübe de Uludere’ymiş meğer..***‘’O emri hangi hayvan verdi diyenler nekrofillerdir’’ diyen başbakan koskoca bir çam daha devirmiş oldu. Sayın Başbakan, sevgili başbakan; ‘’Nekrofil’’ diye bir sözcük yoktur Türkçe’mizde. O ‘’Nekrofili’’dir, yani fransızcadaki ‘’necrophilie’’ dir.*****Şimdi de tasmalı gazeteciler çıktıBaşbakan İstanbul’da partisinin İl Kongresi’ne katıldı. Her siyasi partiyi kıskandıracak (Hele CHP’nin 10 bin kişilik kapalı salonun bile üçte birini ancak doldurabildiğini düşünürseniz) bir gövde gösterisine sahne olan Arena Stadı’ndaki konuşmasında Erdoğan coştukça coştu.Ancak Erdoğan coşunca öyle şeyler söylüyor ki, şaşkınlıktan küçük dilinizi yutacak gibi oluyorsunuz.Örneğin pazar günü “tasmalı gazetecilerden” söz etti. “Daha düne kadar üniformalılar yazdıklarınızdan dolayı azarlıyorlardı. Onların o tasmalarınızı biz çıkardık. Şimdi ise boyunlarına uluslararası tasmaları taktılar” dedi.Tasma biliyorksunuz köpeğe takılır.Başbakan ülkenin en etkili ve yetkili kişisi. O halde genel konuşmamalı, ne söylemek istiyorsa aynen söylemelidir.O tasmalı köpekler kimlerdir? Uluslararası tasmalar şimdi hangi köpeklerin boynuna takılmıştır?Başbakan “Arif olan anlar” diyemez. Eğer medyada köpeklik yapanlar varsa tek tek açıklamalıdır.*****Düz mantık: Kürtaj cinayetse ve her kürtaj bir Uludere ise o zaman Uludere bir cinayettir. Uludere’yi örtbas etmek, cinayeti örtbas etmektir. (Gani Yıldız)
Sevgili okurlar; geçtiğimiz haftayı Uludere tartışmaları ile geçirdik. Bu tartışmaların daha da süreceği görülüyor. Çünkü iktidar bu konuda belli ki kendini çok sıkışmış hissediyor. Bu olayı bir kırılma noktası olarak görüyor ve doğruları söylemekten kaçınıyor. Bunun yerine “olay yargıda” demekle yetiniyor,Hangi yargı buUludere konusunda savcılığın bir soruşturma açtığını ve şimdilik bölgedeki askeri ve sivil kişilerin ifadelerini aldığını biliyoruz. Ancak bir savcılığın harekete geçmesi için bir şikayet veya suç duyurusunda bulunulması gerekiyor. Şikayetçi kim, suç duyurusunu kim yaptı, bilen kimse var mı acaba?Kürtaj- UludereUludere’deki inanılmaz olayı tartışırken ve bir sonuç alamazken, Başbakan’ın bir anda kürtaj tartışması açması ve hatta bunu Uludere ile benzeştirmesi herkesi çok şaşırttı. Sanıyorum Başbakan bir yandan kürtajı bir dinsel öge olarak önümüze koyarken Uludere olayını da biraz sulandırmak istiyor.Türkiye’de kürtaj konusu çok tartışılan bir konu değil. Ama Başbakan bir anda konuyu gündeme soktu. Şimdi medya üzerinden müthiş bir kürtaj savaşı başladı. İşin kötüsü, yanlış bir çıkışa verilen cevaplar toplumda sanki ortalıkta kürtaj savunucuları varmış gibi yine çarpıtılmış bir algı yaratıyor.Böyle bir tartışma yoktuOysa Türkiye’nin bir kürtaj sorunu yok. Her şey yasalarla belirlenmiş durumda. Yasadışı olanın önüne geçmek o kadar kolay değil ama çeşitli nedenlerle çocuklarının olmasını istemeyenler yasal çerçeve içinde verilmiş izinlerden yararlanıyor. Toplumun da bu konuda fazla hassasiyeti yok.Başbakan henüz kürtajla dini bağlantı kurmuş olmasa da herkes biliyor ki, son zamanlarda giderek artan “toplum yaşamını İslam kurallarına göre düzenleme arzusu” bu çıkışta temel faktör. Tartışmalar giderek din eksenine de kayacak ve ne yazık ki bir “bölünme” de burada yaratılacaktır.Üstüne vajina söylemiBu nedenle konu ile ilgili daha fazla bir şey söylemek istemiyorum. Ancak tartışmaya bir CHP’li kadın milletvekilinin “vajinaya karışma” diyerek katılması ortamı gerdi. Bu söz çok tepki çekti ama konuştuğum birçok kişi de “Kötü söz ama, bu mantıkla başka türlü de bununla başedilmez ki” dediler.Dönelim Uludere’yeBaşbakan’ın Uludere-kürtaj benzeştirmesi parantezini kapatıp tekrar konuya dönelim. AKP iktidarı olduğu kadar onra destek veren yandaş kesimler de olayın bir kırılma noktası olduğunun farkında. Bu nedenle bir yandan olayı güya lanetlerken öte yandan iktidara toz kondurmamaya çabalıyor.Ekranlarda en küçük eleştiride bulunanlara bile sinirli biçimde saldıran yandaşlar “Bu olayı lanetliyoruz, ama hükümetimiz sonuna kadar gidecektir, zaten konu yargıya intikal ettirdi. yargı kararını belkeleyim, herşeyl açığa çıkacak” savunmasını yapıyor. Peki gerçek bu kadar basit mi dir?Yargı ne istiyor?Son 4-5 yıldır ne zaman “konu yargıda” sözünü işitsem ürküyorum. Çünkü “konu yargıda” şifresi, aslında “karışmayın, biz gerekli hesaplaşmaları yapıyoruz, bunun için de yargıyı kullanıyoruz, fazla kurcalarsanız sizin de başınız derde girer” anlamına geliyor. Aksini söyleyebilir misiniz?Şimdi en merak ettiğim konuya geliyorum. Uludere olayı hakkında soruşturma açan savcılar kimlerden hangi belgeleri istiyorlar? Örneğin Genelkurmay’dan operasyonla ilgili resmi bilgi istendi mi? İstendiyse bu bilgiler savcılığa gönderildi m? Gönderilmediyse acaba neden?Gizlisi saklısı yok kiUludere olayı gizli bir operasyon değil. En önemlisi her şey kayıt altında. İstihbaratın gelişi, bunun değerlendirilmesi, bu değerlendirmeden sonra yapılan diğer çalışmalar, operasyon için karar alınması ve bunun uygulanması tek tek yazılı. Saat saat hem de. Altında ıslak imzaları da var.Zaten bunun aksini düşünmek bile abes. Bomba yüklü savaş uçakları birkaç “sorti” yapıp üslerine geri dönüyorlarsa bunun kayıtlı olmaması mümkün olabilir mi? O halde soruşturma yapan savcılara sadece bu kayıtların teslim edilmesi bile o gece ne olup bittiğinin öğrenilmesine yeter de artar bile.İktidarın endişesiBuna karşı iktidar bu konuda çok endişeli görünüyor. Her şeyin kayıt altında olmasına rağmen nedense “iş yargıya intika ettirildi” ve süreç uzatılıyor. O halde asıl amaç eğer varsa operasyondaki bir hatayı ortaya çıkarmak değil tam tersine bunun sorumlularını olabildiğince gizlemek, unutturmak.Bu ülkenin bir Savunma Bakanı olduğunu millet Uludere olayından ancak 5 ay sonra öğrendi. Savunma bakanı olan zat “Uludere konusunda açıklama yapmadık, çünkü olay yargıya intikal etti, onu bekliyoruz” dedi cumartesi günü. Herkesi aptal yerine koymak bu iktidarla o kadar kolaylaştı ki.Siz bilmiyor musunuz?Ezberden adını bile hatırlayamadığım Savunma Bakanı daha o gece neler olup bittiğini öğrenmişti. O zaman bu bakana sormak isterim “Belgeler elinizde olduğuna göre bu operasyonda bir suç işlendiğine inanıyor olmalısınız. Konu mahkemeye gitse bile bunu açıklamaktan sizi alıkoyan nedir?”Olay gününden beri kuşkulandığım bir nokta var; Acaba Uludere operasyonu için askerler siyasi otoriteden de izin ve emir mi aldılar? Ölenlerin terörist değil kaçakçı çıkması üzerine siyasi otorite zarar görmesin diye askerler ağızlarını açmaktan mı çekiniyorlar? Bu sorular herkesin kafasında var.İçişleri Bakanının durumuSon zamanların en konuşulan bakanlarından biri de İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin. Yandaşların bile tepki gösterdiği Şahin’in kimi açıklamaları çok şaşırtıcı. Ancak bakanın bu sözleri kendi başına söylediğine de inanamıyorum. Şahin sanki Başbakan’ın söylemek istediklerini dillendiriyor.Bakan Şahin’le Başbakan Erdoğan’ın aynı konulara yaklaşımında çok büyük farklılıklar yok. Ayrıca partideki en yakınlarının bile tepkisine rağmen Başbakan’ın İçişleri Bakanı’na sahip çıkması, toz kondurmaması ve aleyhte konuşanları azarlaması bu konudaki algıları daha da pekiştiriyor.Başbakan’ın son birkaç ayda AKP’nin önde gelen bazı isimleriyle “ters düşen” tavırları çeşitli çevrelerde “AKP içinde bir iç kavga mı çıkıyor?” sorularına neden oluyor. Bana göre bu iç çatışma var aslında ama ortaya çıkması şimdilik pek mümkün değil. Çünkü Erdoğan “aşırı” güçlü şu an.Cumhurbaşkanlığı değiştirebilirBuna karşı, Anayasa Mahkemesi’nin Gül’ün görev süresi ile ilgili yasa hakkında vereceği kararın eli kulağında sayılır. Anayasa Mahkemesi kararının AKP içinde var olan ama şimdilik görünmeyen iç çatışmayı bir anda su yüzüne çıkarabileceği olasılığı çok büyüktür. Yakında göreceğiz.Anayasa Mahkemes i CHP’den gelen iptal istemini tümden reddedebilir. O zaman sorun şimdilik donacaktır. Ancak Anayasa Mahkemesi bunun dışında iki farklı karar daha verebilir. Biri CHP’nin başvurusunu yerinde bulmasıdır. İkincisi ise “kısmi bir iptale” gitmesidir, ki beklenen de budur.Anayasa Mahkemesi Gül’ün görev süresinin 7 yıl olduğuna karar verebilir ama, ikinci bölümdeki “daha önce Cumhurbaşkanlığı yapanlar yeniden aday olamaz” maddesini iptal edebilir. Bu durumda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e yeniden üstelik iki kez 5 yıl için aday olma yolu açılabilir.Gül ya “adayım” derseAnayasa Mahkemesi yasayı tümden ya da kısmen iptal ederse Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “Ben de adayım” demesi halinde neler olabileceğini şu anda hesaplamak zordur. Ama kimse de “O iş halledilir, Erdoğan istemezse Gül aday olamaz” demesin. Olup olmayacağını dengeler kararlaştırır.Bu konu daha çok tartışılacakSevgili okurlar; şu anda bir spekülasyon yapmak yanlış olabilir. Ancak siyasette hiçbir şeye “olmaz” diyemeyiz. Hele Gül’ün içte ve dışta adeta “seçim kampanyası yapar gibi” davranması herhalde dikkatlerden kaçmıyordur. Önümüzdeki günlerdeki gelişmelere göre bu konuyu daha çok konuşacağız.Hepinize iyi haftalar dilerim...
Bugünün gençliği Yuki’yi tanımaz. Nereden tanıyacak ki? Yayından kalkalı 30 yılı geçti. Oysa biz Orhan Boran ve Yuki ile büyümüştük.Türkiye’nin ilk stand-up sanatçısı, gazeteci, yazar Orhan Boran’ı 84 yaşındayken kaybettik.Orhan Boran’ın bizim yaş gurubu için önemi çok büyüktü.“Radyo günlerinde” en heyecanla beklediğimiz isimdi Orhan Boran.Eşsiz İstanbul Türkçesiyle, esprileri, fıkraları, sohbetleri ve yarışma programlarındaki müthiş sunuculuğu ile hepimizin sevgilisiydi.Hiç taklit yapmadan, dilini bozmadan, sesini alçaltıp yükseltmeden o kadar güzel fıkra anlatır ve sohbet ederdi ki, hepimiz radyo başına kilitlenirdik.Ya o Yuki. Hiç bilmeyenlerin hayal etmesi için bir örnek vereyim. Alem FM’de Nihat’la Sivrisinek programı var. İşte Yuki o sivrisinek gibi konuşan hayali bir kahramandı. Tavşan mıydı, yoksa ona mı benzerdi bilmiyorum. Bir garip hayvandı ama herkesin sevgilisiydi.Orhan Boran, Yuki gibi yarattığı “kayınbirader” tiplemesiyle de harika fıkralar anlatırdı. Fıkralara “Bizim kayınbirader geldi” diye başlar anlatırdı.Kendisiyle dalga geçmesini de çok iyi bilirdi. Hiç unutmam bir gün Orhan Boran’la Yuki programında anlattığı bir olay o tarihte hem hepimizi çok şaşırtmış, sonra çok güldürmüş ve Orhan Boran’a bir kez daha hayran bırakmıştı.Şöyle anlatmıştı Orhan Boran. “Bizim kayınbirader telefon etti, ‘acele gel’ dedi. Birine bir şey oldu zannedip sokağa fırladım, az ötede bir taksi parketmişti, hemen kapısını açtım. Şoför umursamaz bir tavırla ‘çalışmıyorum’ dedi. Nedenini sordum ‘Abi şimdi Orhan Boran’la Yuki başlayacak, oturup onu rahat rahat dinleyeceğim’ demez mi. Çok keyiflendim, ama şeytan dürttü, ‘Ama ben sana iki kat para vereceğim’ dedim. Şoför motoru çalıştırdı ve ‘Kim takar Orhan Boran’ı, atla abi’ dedi.”Orhan Boran bir kalite abidesiydi. Türkçesini hiç bozmadı. Belden aşağı fıkraları en utangaç insanları bile hiç rahatsız etmeyecek biçimde anlatmayı bildi. Kimseyle alay etmedi, aşağılamadı, esprileri hep üst düzeyde oldu.O dönem gazinoların da revaçta olduğu dönemdi. Orhan Boran gazinolarda sahne alır, ses sanatçılarının program aralarında 6-7 dakikalık şovlar yapardı. Elinde hep bir beyaz mendil tutardı. Nedenini sorduklarında “Sahneye ne zaman çıksam heyecanlanırım, ellerimi nereye koyacağımı bilemem, bu nedenle o beyaz mendil benim kurtarıcım olur” derdi.Türkiye çok önemli bir gazeteci, yazar ve sanatçısını yitirdi.Orhan Boranlar kolay gelmiyor.Işıklar içinde yatsın. Yerinin cennet olduğuna eminim.*****Haftanın fıkralarıYıldırım Tuna’dan gelen fıkralarla keyifli pazarlar dilerimOto tamiriSağlık Bakanı akıl hastanesini gezerken “Burası neresi?..” diye sormuş. “Otomobile kafayı takmış olan delilerin koğuşu” diye cevap vermiş Başhekim. “İyi de kimse yok?” Başhekim “Hepsi yataklarının altında efendim” demiş “Tabii şu an mesai saati... Kimi şanzıman indiriyor, yaza da giriyoruz artık, bildiğiniz balata, diferansiyel bakımları falan işte..!”İneceğimAdam metroda karşısında oturan kızı adeta gözleriyle soymuş. Durağa yaklaşıldığında kız ayağa kalkıp adamın kulağına “Beni giydirebilmeniz mümkün mü?” demiş dişlerini sıkarak, “Bu durakta inmem lazım da..!”Damat da kızmışKadın psikiyatra gitmiş “Çok endişeliyim doktor” demiş, “Bu gün kızımı komşunun oğlu ile gördüm, ikisi de çırılçıplak soyunmuşlar, birbirlerinin vücutlarına bakıp kıkırdıyorlardı..” Doktor “Bunda endişelenecek bir şey yok” demiş gülümseyerek, “Çok normal bir şey bu” Kadın “Valla ben yine de endişeliyim” demiş “Damadım da sinirlendi zaten..!”Evlere servisHamburgerci Maliye müfettişlerinin denetimine alınmış, “Neden benim peşimdesiniz anlayamıyorum” diye bağırmaya başlamış dükkanın sahibi, “Aynen köpek gibi çalışıyorum, aileden herkes burada didinip durur, senede sadece 3 gün kapalı kalır burası, sizler de gelmiş gösterdiğim kazanca takmışsınız” Müfettiş “Kazancınızı araştırmıyoruz” diye cevap vermiş “Bu yıl 6 kere eşinizle Kıbrıs’a gitmişsiniz ve harcamalarınızı masraf yazmışsınız.” Adam gülerek “Aaa, o mu?” demiş “Size söylemeyi unuttum, biz evlere de servis yapıyoruz..!”Uyandırılır tabiiEşinin çapkınlıklarından usanan kadın kocasıyla birlikte uyurlarken adamı dürtüp “Kalk, kalk!” diye uyandırmış. “Ne var?..” demiş adam gözlerini ovuşturarak. “Tuvalete gitmem lazım..” Adam “E git?.. Yahu bunun için insan uyandırılır mı?” deyince “Uyandırılır..” diye cevap vermiş kadın dişlerini sıkarak, “Mümkünse ben dönene kadar yataktaki yerimi tutabilir misin?..”Nasıl anladı?Bütün bir gece barda içip kızlarla dans ettim, sabahın ilk ışıklarıyla arabamla evime dönerken polis durdurdu, beni arabanın dışına çıkartıp plakama baktıktan sonra telsizle merkeze “Çarli, Viski, Tango” diye anons geçti. Plakama bakıp dün gece ne halt ettiğimi ‘şak diye’ nasıl anladı akıl, sır erer gibi değil yani...Sallama o kadarBarda yanında oturduğum kız bana doğru sinirli bir şekilde dönüp “Siz beni takip mi ediyorsunuz?.. Bu sabah da sizi gördüğüme eminim” dedi. “Saçmalamayın hanımefendi” dedim kızararak. “Valla bilmem, erkek arkadaşım birazdan burada olacak, karışmam” dedi. “İşte şimdi salladınız” dedim, “Bu sabah 06.30 da TK 201 ile havaalanında onu öperek yolcu ettiğinizi görmediğimi mi zannediyorsunuz?..”*****Gani Yıldız’danCHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, “Bu beceriksiz hükümet, CHP için büyük bir şanstır” demiş. Son üç seçime bakılırsa siyasette şansın yeri pek yok gibi!***Uluslararası Af Örgütü’nün 2012 Raporu’na göre, ifade özgürlüğünde sınıfta kalmışız. Galiba “sınıfı geçmek için” esas bu alanda “müfredat değişikliğine” ve “kesintisiz eğitime” ihtiyaç var.***İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin video paylaşım sitesi “İBB Tube” yayına başlamış. Neler göstereceklerini merak ediyoruz. Ancak tahminler var: Bozulan metrobüsü iten yolcu videosu, yağmur sonrası arabasından botla kurtarılan vatandaş videosu, 3 saat boyunca trafikte kalıp direksiyonu yiyen sürücü videosu.***İçişleri Bakanı, “Uludere’de vur emrini asker vermiş. Öyle gözüküyor” demiş. Her fırsatta Genelkurmay ile uyumlu çalışmadan ve iş bölümünden bahsedenlerin neyi kastettiği belli oldu: “Sevaplar sivillerin, günahlar askerlerin”***Başbakan, Pakistan Meclisi’nde demokrasi dersi vermiş. Ne diyelim, biz “dersimizi aldık”, sıra Pakistan’da!