Başbakan durup dururken bir kürtaj tartışması başlattı.Yetmedi, gidip bir de Uludere’ye bağladı.Kürtajın cinayet olduğu özellikle vurgulandı.Ama asıl tartışma dine kaydırıldı.Bu bir tuzak. Çünkü en aklı başında kişiler bile ekranlarda “ama dinimizde böyle” diye işi başka tarafa çekenlere karşı savunma yapmak durumunda bırakıldı.Sonuçta öyle bir hava yaratıldı ki, sanki laik düşünceye sahip, cumhuriyetçi Atatürkçü kesimler, sırf dini nedenlerle kürtajcı, dinine bağlı olanlar ise kürtaja karşı gibi sunuldu.Bir ülkeyi her konuda ikiye bölme tuzaklarından biri bu.Konuyu dini açıdan ele alıp bir tür beyin yıkama ve propaganda yapmak isteyenler bir de “sulandırma” formülü buldular ki müthiş.Kürtaj konusunu “tecavüz” örneği vererek tartıştılar ve “kadın tecavüze uğrayıp hamile kalsa bile bu çocuğu doğurmalı, çünkü dinimize göre rahme düşen cenin yaşayan varlıktır, tecavüz nedeniyle bile olsa aldırmak cinayettir” dediler.Örnek olarak da Bosna’da Sırp katillerin, Irak’ta Amerikan askerlerinin tecavüz ederek hamile bıraktıkları kadınları örnek gösterdiler.Şu saptamayı yapmamız gerek.Türkiye’de kürtaj yasası 1983 yılında çıkarıldı.O yasa çiftlerin istemedikleri çocuklara karşı alabilecekleri önlemleri içeriyordu.AKP iktidarı 2005 yılında yasayı revize etti, evlilik dışı hamilelikler de kapsama alındı.Tecavüz, anne veya bebeğin ölümcül tehlikeyle karşı karşıya kalmaları zaten kapsam dışı. Onlar “zorunlu” durumlar ki, konu kürtajla değil tıbbi kararlarla ilgili.Gelelim, milletin ağzına sakız edilen “tecavüz” konusuna.Birincisi Türkiye’de Bosna veya Irak’taki ya da savaş yaşanan ülkelerdeki gibi “düşman askerin tecavüzü” sonucu hamile kalan çocuk yok. Bunu bilelim.Bizde “tecavüz suçu” çok geniş kapsamlıdır.Cezaevleri “tecavüz suçundan” yatanlarla dolu. Ama bu, halkın “sapık” olduğu anlamına gelmemeli.Yani bizdeki tecavüz suçluları, ıssız sokakta kadınları çeviren ve orada ırzına geçen suçlular değil.18 yaşından küçük kızlarla cinsel ilişkiye girmek “tecavüz suçu” kabul ediliyor.Anadolu’da çok yaygın olan “kız kaçırma” olaylarının failleri de “tecavüz” suçundan yargılanıyor.Demek ki bizdeki tecavüz suçluları “Batı’da görülen” cinsten değil.Ve en önemlisi, bizdeki tecavüz suçlarının çoğunluğu “aile içi” denilen “ensest” suçlarıdır. Yani bir kerelik cinsel ilişki sonucu değil, tekrarlanan ilişkiler sonucu kalınan hamileliklerdir.Ne yazık ki bu tür durumlarla karşılaşan küçücük kızlar genellikle ya töre cinayetine kurban giderler ya da tamamen dışlanıp başka hayatlara sürüklenirler.Bu açıdan bakınca kürtaj konusunu din sosuyla harmanlayıp, tecavüzle kafa karıştırarak asıl nedeninden ve amacından uzaklaştırmak, işi sulandırmaktır.*****Vicdansızlığın bu kadarına da pesTürk Hava Yolları’nda oynanan oyunu ve hem “intikam” hem de “yandaşa yer açma” amaçlı işten atma operasyonunu daha önce yazmıştım.“İnsanları açlıkla terbiye etmeye” kalkan bir zihniyetin demokrasilerde yeri olmaz. “Yeni Türkiye” artık öyle bir Türkiye ne yazık ki.Ancak THY’nin başına çöreklendirilen yönetimin “kindar” tavrı öyle bir vicdansızlığa da yol açmış ki, insanı insan olmaktan utandırıyor.Bazı gazetelerde yayınlandı ama “nefret” bir uygulama olduğu için tekrar yazmak istiyorum.THY’nin telefon mesajlarıyla işten çıkardığı hosteslerden üçü bundan habersiz uzun uçuşlara çıkıyorlar.Biri New York’a, biri Los Angeles’a biri de Singapur’a uçuyor.İnip de telefonlarını açtıklarında “İşinize son verilmiştir” mesajı ile karşılaşıyorlar.Sonra?İşte sonrası çok önemli.THY’nin “apronda deve kesen” zihniyetinin “acımasız- vicdansız” kararı ile karşılaşıyorlar. “Bu kişiler işten atılmışlardır, bu nedenle görevleri bitmiştir, dönüş için uçağa alınmasınlar.”Los Angeles’tasınız, işinize son verilmiş, “ekiple birlikte geri dönemezsin” deniliyor.Bu nasıl bir ahlâktır, nasıl vicdandır?Bunları geçelim, kendi iş yasalarımıza uyar mı?“Türkiye’nin dünya çapındaki yıldızı” işte bu “çaptaki” ve “vicdandaki” adamlar tarafından yönetiliyor.Peki o hostesler nasıl geri döndü?İkisi için pilotlar araya girmiş de “pas bilet” verilmiş, yolcu gibi uçağa binip dönmüşler.Birine ise bu hak da tanınmamış, diğer personel aralarında para toplayıp bilet almışlar.THY’de basın işlerine bakan zat ise açıklama yapmış. “Bizim haberimiz yok” demiş. Sonra eklemiş “Ama zaten o kişiler yolcu olarak geri dönmüşler. Sorun yok.”Yahu hiç mi utanma olmaz.*****Oldu olacak liseler tümden kalksınİktidarın daha “dindar-kindar” nesil yetiştirmek için yarattığı 4+4+4 sistemine geçilmesinden sonraki bir yazımda “Asıl amaç imam hatiplerin sayısını artırmak. Önümüzdeki 10-15 yılda imam hatiplerle liselerin sayısı eşitlenebilir” diye yazmıştım.Galiba yanılmışım, çünkü iktidar 10-15 yıl beklemeye tahammül edemeyecek gibi.Çok daha kısa sürede bu sayı eşitlendikten sonra, anlaşılan giderek imam hatiplerin sayısı öne geçecek.Bütün illerde adeta seferberlik var, birçok normal okul imam hatibe dönüştürülüyor.Herhalde imam açığı olduğu için değil; lise eğitimi imam hatipleştiriliyor.Peki dönüştürme neye göre yapılıyor? Gerekçesi ne? Vatandaş bir anda imam hatiplere mi yöneldi? Çocuklar “Biz lise değil imam hatip istiyoruz” mu diyor?Hiçbiri değil. İktidar Türkiye’yi dönüştürüyor.Hepsi bu.Bari bu kadar zahmet çekeceklerine kaldırsınlar liseleri, “herkes imam hatipte okuyacak” desinler. Bilelim biz de...*****Grevi yasakladınız, lokavt da yasak mı?Aslında sorum Sayın Cumhurbaşkanı’na.Bir milletvekilinin THY yönetiminin ricası üzerine eklettiği maddeyle “sivil havacılıkta grevi yasaklayan” kanun jet hızıyla geçti.Sayın Cumhurbaşkanı da havayollarında grev yapılmasını doğru bulmamış olacak ki, önüne gelen yasayı aynı hızla onayladı ve yürürlüğe soktu.Ama acaba Sayın Cumhurbaşkanı’nın aklına bir günlük pasif eylem yapan 305 THY çalışanının işten atılacağı geldi mi?Bu kişilerin “açlıkla terbiye edilmesine” vicdanı razı oldu mu?Örneğin “madem grevi yasaklıyoruz, o zaman lokavt gibi uygulanan işten çıkarmalar da durdurulsun” diye düşündü mü?“Yeni Türkiye” sadece biat edenlerin yaşayabilecekleri bir ülke demek ki.Hakkınızı arıyorsanız, bunun için itiraz ediyor, sorup sorguluyorsanız yaşama şansınız yoktur.*****GÜNÜN SÖZÜBaşbakan her fırsatta, “Bu yola kefenimizle çıktık” diyor. Bu yolda yalnız değilsiniz Sayın Başbakan! Örneğin hakkını arayan işçi, memur, öğrenci ya da yazı yazan gazeteci de yola öyle çıkıyor! (Gani Yıldız)
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun Başbakan Erdoğan’dan randevu istemesini yararsız bulmuştum. Görüşme yapılacağı gün de bunu sizlerle paylaşmıştım.Görüşmeden sonra yapılan açıklamalar da açıkçası beni hiç tatmin etmemişti.Nedeni şuydu; AKP önemli ülke sorunları konusunda bugüne kadar hiç “net açıklama” yapmadı.Örneğin Kürt açılımını başlattığında içini doldurmamıştı. Aradan onca yıl geçtiği halde hâlâ da doldurmadı.AKP adına konuşan bazı isimlerden ya da AKP’li olmadıkları halde iktidarı kendi çıkarları için destekleyenlerden somuta benzer öneriler duyduk ama bunların hiçbiri AKP’nin resmi ağızları tarafından açıkça dile getirilmedi.Aynı şekilde güya yeni anayasa konusunda da iktidarın çok net bir tavrı yok.Hep “yuvarlak” açıklamalar yapılıyor.Daha çok demokrasi, özgürlüklerin genişletilmesi, hukukun üstünlüğü gibi kavramlar söyleniyor ama bunların yeni anayasada nasıl yer alacağı asla söylenmiyor.“Meclis çalışıyor hatta yazımı bile başladı” diye karşı çıkanlar olabilir. Bunun bir önemi yok, çünkü yazıldığı söylenen maddeler üzerinde zaten fazla bir tartışma yok, ayrıca bu maddeler kritik de değil.İlk üç madde ne olacak örneğin? Ya da vatandaşlığı tanımlayan madde? Özerklik konusu anayasaya girecek mi? Bunları bilen var mı? Yok. Laf var sadece, o da yandaşlardan, maskelilerden.Bunları gözleyince CHP’nin kendini ortaya atmasının yanlış olduğunu düşünmüştüm.Kritik konularda hiçbir şey söylemeyen, ama sanki çok şey yapıyormuş gibi davranan iktidara ana muhalefetin payandalığı gibi görmüştüm bu girişimi.Şimdi, yanılıp yanılmadığımı tam bilemiyorum ama, ilk kez CHP’nin bir atağının iktidarı sıkıştırdığını söylemek gerekiyor galiba.Kürt açılımının zamanındaki hamisi Beşir Atalay, liderler toplantısının hemen ardından “PKK’nın silah bırakması ihtimalinden” söz etti, ana dilde eğitimle ilgili bazı kararlar alınacağını söyledi. Bu konulardaki ayrıntılı açıklamayı ise Başbakan’ın “önümüzdeki” günlerde yapacağını bildirdi.Başbakan bu açıklamaları ne zaman yapacak? Belki bugünkü grup toplantısında olabilir.Güngör Mengi pazar günkü yazısında “Beşir Atalay’ın açıklaması, AKP iktidarının CHP yardımına ihtiyacı olmadığını anlatmak istemiyordur umarız” diyor haklı olarak.Çünkü Atalay’ın zamanlaması önemli. Bu açıklamanın hemen zirveden sonra yapılması zihinlerde “iktidar CHP’ye rol kaptırmak istemiyor” yorumuna yol açabilir.Ancak ben böyle düşünmüyorum. İktidar CHP’nin bu atağı ile ilk kez “hiçbir şey açıklamadan ve uygulamadan siyaset yapma” kurnazlığının daha fazla sürdürülemeyeceğini anlamış olabilir. Bu nedenle artık somut bir adım atma ihtiyacında olabilir.Burada CHP’nin duruşu çok önemli olacaktır. CHP Başbakan’ın açıklamalarından sonra hatasız politika uygulamak zorundadır.Çünkü Başbakan aslında yapmak istemediği ve “gerçekleşmesi çok zor” bazı yöntemler açıklayabilir, ortalığın toz duman olmasından sonra da medyadaki üstünlüğünü kullanarak “CHP’nin yine takoz koyduğu” söylemiyle üste çıkabilir.Kısacası, olmayacak vaatleri zaten yerine getiremeyeceği gibi bundan da CHP’yi sorumlu tutabilir.CHP’nin çok uyanık olması ve tuzağa düşmemesi gerekir.*****Başbakan geçecek, yayalar geçemezYer İzmir. Tarih 09 Haziran.Saat 15.15.Bornova, Özkanlar’da caddenin karşısına geçmek için üst geçide yönelenler polis tarafından durduruluyor.“Geçmek yasak” deniyor.Vatandaş soruyor “Neden?” diye.Polisler cevaplıyor: “Az sonra başbakan geçecek, güvenlik nedeniyle üst geçit kapatıldı.”Vatandaş yine soruyor “Peki karşıya nasıl geçeceğiz.”Polisler “Orasını bilemeyiz, nasıl geçerseniz geçin ya da bekleyin önce Başbakan geçsin.”İyi mi?Sanki üst geçitte birileri bekleyecek ve Başbakan geçerken bir şey yapacak?Ayrıca ille bir şey yapacak biri üst geçide neden çıksın, çevrede yola hâkim yüksek binalar da var.Kimbilir belki de kasıtlı yapıyorlardır bunu.Başbakan’ın geçişinde vatandaşa çile çektirip tepki yaratmak isteyenler de olabilir, tek taraflı bakmayayım.Tabii bir de İzmir faktörünü unutmamak gerek.Malum İzmir’den AKP’ye pek oy çıkmıyor ya, kimileri belki de böyle bir cezalandırma yöntemi uyguluyorlardır.*****Mehter takımıyla Shopping FestTam 21 gün 21 gece sürecek “İstanbul Shopping Fest” karnaval gibi bir açılışla başladı. Tüketim çılgınlığının “yükselen değer” olduğu günümüzde bu “fest” hepimize hayırlı olsun.Firmalar 21 gün içinde 8 milyar liralık alışveriş yapılmasını bekliyorlarmış. Hayırlısıyla. Söyleyecek sözüm yok.Ama tesadüfen açılış için düzenlenen korteji izledim ve bu bana çok komik geldi.İstiklal Caddesi’nde Odakule’nin önünden başladı karnaval yürüyüşü. En önde bir mehter takımı. “Ceddin deden” çalıyor.Arkasında “İstanbul Shopping Fest” yazan uzun pankartın ucundan tutan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Beyoğlu Belediye Başkanı Misbah Demircan, bazı AKPliler geliyor.Onların arkasında da rengârenk giysiler içinde yürüyen bir kalabalık. Ellerde pankartlar, şirketlerin reklamı.Öndeki “Mehter” ile arkadaki “her taraftan araklama” görüntüler tam bir tezat.“Yeni Türkiye” zihniyeti olabilir mi acaba? Kimlik deyince Osmanlı’yı anlamak, bunu petrol zengini Arap ülkelerinin şatafatı ile birleştirip, değişim diye yutturmak.Tabii İngilizce olarak.*****1.5 saatte üç kere değişen tarifeDeniz Otobüsleri ile ilgili özelleştirme yapılmasından sonra sürekli şikâyetler alıyorum. Bunların bazılarını sizlerle de paylaşmıştım.Ramazan Eren isimli okurum çok ilginç bir şikâyette bulunmuş. Şikâyetini şirkete de iletmiş. Bakalım ne sonuç çıkacak.Bu okurumun mesajını sizlerle de paylaşmak istedim;Sayın yetkili bugün (09 Haziran 2012) saat 8.50’den beri Pendik-Yalova hattından 14.00 seferine 1 otomobil 3 yolcu biletli almaya çalışıyorum. Saat 09.08’de yolculardan birinin doğum tarihini bilemediğim için online süre aşımı ile sistemden düşürüldüm.Daha sonra sisteme tekrar bağlandığımda 84 TL olan ücret 96 TL olmuştu. Buna rağmen işleme devam ederek bilet almaya çalışmama rağmen bu kez araç plakası girişi kutu hizalarının kaçıklığı nedeni ile (kabul edilmeyen plaka nedeni ile) bilet alamadım.Telefon ile almaya çalıştığımda (saat 10.30sularında) bilet ücreti 102 TL olmuştu. Buna rağmen yine araç plakası ve yolcu doğum tarihi belirsizliği yüzünden bilet alamadım. Saat 14.00 Pendik-Yalova seferine yetişerek gişeden bilet almaya çalışacağımı bildiriyorum. Bakalım ücret ne olacak?Bu koşullarda devletimizce yapılan özelleştirmenin nerelere geldiği konusunu tüm basın ve çevremle tartışmaya ve bu sonuçlardan tüm vatandaşlarımın haberdar olması borcunu yerine getirmeye çalışacağımdan sizleri de bilgilendirmek istedim. Saygılarımla Ramazan Enver Eren - İdo Üye Numarası: 436025015
Sevgili okurlar; biraz amiyane giriş olacak ama, ne yazık ki “gündem manyağı” haline geldik. Hiçbir konu birkaç günden fazla gündemde kalamıyor, birini bitirmeden çok farklı bir başkasına dalıveriyoruz. Uludere, kürtaj derken geçen hafta özel yetkili mahkemeler gündemin tepesine oturdu.Başbakan’ın öfkesiHafta ortasında Başbakan bir TV programında MİT Müsteşarı’nın şüpheli olarak sorguya çağrılmasını tekrar gündeme getirdi ve özel yetkili mahkemelere yönelik çok ağır ithamlarda bulundu. Başbakan’a göre bu mahkemeler artık çizmeyi aşıyor, devlet içinde devlet oldular.Amaç terörle mücadeleÖzel yetkili mahkemeler kanunu 2005 yılında bugünkü iktidar tarafından çıkarılmıştı. Amaç terör suçlarında mahkemelerin yetersiz kalmasının önüne geçmek ve bu tür suçlarda çok hızlı hareket ederek terörle mücadelede etkin bir sonuca gitmekti. Ancak iktidarın asıl amacı sonra ortaya çıktı.Kıyım mahkemeleriTeröre karşı etkin hukuksal önlem olarak görülen özel yetkili mahkemeler kısa sürede güya darbeleri önlemek için büyük davalar açtılar ve önemli aydınları, gazetecileri, akademisyenleri, siyasetçileri ve askerleri tutuklamaya başladılar. Kıyımı andıran bu davalar iktidarca hararetle desteklendi.Hedef değişinceAncak bu yılın başında özel yetkili savcılar ilk kez “planlanan” hedefler dışında bir hedefe; MİT’e yöneldi. İşte o anda işin rengi değişti ve Başbakan’ın talimatıyla zaten MİT’in sorgulanmasını sınırlayan yasa daha da ağırlaştırılarak jet hızıyla geçirildi ve aynı hızla Çankaya’dan onay aldı.İç çatışma sinyaliMİT krizinin yaşandığı günlerde siyasi çevrelerdeki hâkim görüş iktidar içinde bir çatışma yaşandığı yolundaydı. Özel yetkili mahkemelerin özellikle bir cemaatin denetimi ve baskısı altında olduğu iddiaları gittikçe yayılıyordu. Erdoğan’ın ise bu gidişe bir nokta koymaya çalıştığı belirtiliyordu.Erdoğan’a karşı mı?Peki bu hareket Erdoğan’a mı karşıydı? Bana göre Erdoğan’a karşı değildi ama Erdoğan sonrasının önlemi şimdiden alınmaya çalışılıyordu. Erdoğan’ın Köşk’e çıkmasından sonra parti içinde kimin egemen olacağını dosta düşmana göstermek isteyen erken başlamış bir güç gösterisiydi.Başbakan’ın sağlığıTabii eş zamanlı olarak Erdoğan’ın geçirdiği ameliyat, bununla ilgili tatmin edici açıklamalar yapılmayışı ve kamuoyunda yayılan söylentiler de bu erken başlayan güç gösterisinin nedenleri arasında bana göre. Ancak sonuçta Erdoğan duruma hâkim oldu, ortalığı sakinleştirdi.Uzayan davalarYine aynı dönemde, özel yetkili mahkemelerin açtığı davalarda bir türlü sonuca gidilememesi, uzun tutuklulukların kamuoyu vicdanını yaralamaya başlaması, kamuyonda bu mahkemelerin adil yargılama yöntemlerine pek uymadıkları görüşünün yaygınlaşması iktidarı telaşlandırdı.Davalara şaibe düştüSorun şuydu; güya darbe yapılacağı için başlatılan operasyonlar ilk başta destek görmüştü ama toplanan delillerin yetersizliği, mahkemelerin yanlı tutumu, çürütülen iddialar, davalara “intikam mı alınıyor” gölgesinin düşmesine neden oldu. 5 yıla varan tutukluluklar da ciddi sorun yaratıyordu.Kararlar açıklanamıyorSansasyonla açılan davalarda karar verilememesi şu soruları doğurdu; “Dört beş yıl içeride tutulan birine ne ceza verilecek? Bu ceza tutukluluk süresini karşılayacak mı? Rastgele verilecek ağır cezalar günün birinde başa dert olur mu?” Artık davalara destek olan Avrupa da bu soruları soruyordu.Yeni düzenleme çalışmasıİktidar bunun üzerine formül bulma arayışına girdi. Özel yetkili mahkemelerle ilgili kanunda bazı usul değişikliklerinin yapılması ve muhtemelen önemli tahliyelere giderek en azından davaların üzerindeki gölgenin kaldırılması amaçlandı. Nasıl olsa, istenen gerçekleşmiş, intikam bir şekilde alınmıştı.Kırılma noktasıİktidar bu çalışmayı sessiz ve derinden götürüyordu ki, Wall Street Journal’ın Uludere olayı ile ilgili haberi ortalığı karıştırdı. Bu olay iktidar içinde güç savaşı verenlerin elini güçlendirmişti ve düğmeye basıldı. İktidara o güne kadar kayıtsız destek veren bir kesim çok sert bir muhalefete girişti.Önce Uludere sonra...Başbakan’ın Uludere olayını iyi yönetememesi ve o sırada yine kendi başlattığı kürtaj tartışmasıyla Uludere’yi birleştirmesi iç çatışmanın taraflarını daha da ateşledi. Kürtaj ve Uludere kamuoyunda iktidara yönelik bir şüphe yaratmıştı; bu, en iyi fırsattı, iç çatışma daha da alevlendirildi.Özel yetkili mahkemelerBirkaç gün kürtaj ve Uludere üzerinden Erdoğan’a yüklenen bu kesim, konuyu bir anda özel yetkili savcılıklarla ilgili yapılmak istenen yeni düzenlemeye taşıdı. Onlara göre bu yasanın değiştirilmesi Türkiye’yi yeniden darbe günlerine taşıyacak yanlış bir adımdı. Türkiye darbelerden henüz kurtulmamıştı.Darbe paranoyasıAKP’de Erdoğan sonrası senaryolar için şimdiden hazırlık yapan bu kesimin can damarı darbe paranoyasını sürekli diri tutmak. Bu nedenle özel yetkili mahkemeler yasasında değişiklik yapılmasını istemiyorlar çünkü en hâkim oldukları odak burası. İşte söylenmek istenmeyen konu budur.Erdoğan’ın hamlesiErdoğan’ın MİT olayını bahane ederek özel yetkili mahkemelere ağır eleştiri getirmesi bu açıdan iyi okunmalı. Anladığım şu ki Erdoğan ve kurmayları iç çatışma yaratmak isteyen bir kesimin niyetini fark etmiş durumda ve buna karşı önlem almaya çalışıyor. “Gel beni al” cümlesi bu açıdan çok önemli.Yeni oyun kuruyorErdoğan’ın bu çıkışı bugüne kadar izlediği siyasetin çok dışında. İlk kez mesaj muhalefete ya da karşıtlara değil, tamamen kendini destekleyen kesime verilmiş oldu. Yine anladığım şu ki Erdoğan bir kesimin yargı üzerinden güç gösterisi yaptığını biliyor, kendi yeni oyununu kuruyor.Tasfiyeye gidebilirMİT olayı patladığında İstanbul Emniyeti’nde çok ciddi bir tasfiye operasyonu yapıldı. Sonra sular duruldu. Şimdi yeniden gürüldemeye başlayan suların, bu kez yargıda da önemli bir tasfiyeye yol açması şaşırtıcı olmaz. İç çatışmaya cesaret edenler beklemedikleri bir sonuçla karşılaşabilir.Karşı atak ihtimaliTabii olayın bir de “karşı atak yapılması ihtimalini” de göz ardı edemeyiz. İç savaşı göze alma cesareti gösterenlerin cengâverleri son birkaç gündür “kahramanca” yazılar yazarak Başbakan’a meydan okuyor. Bunun planlı bir operasyon olup olmadığını ancak önümüzdeki günlerde anlayabileceğiz.Silah geri döner mi?Bir nokta daha var. Çok tartışılan bazı davalar yasa dışı telefon dinleme, ortam izleme, videoya çekme, devletin gizli bilgilerini elde etme ve tüm bunları “sızdırma!” yöntemi ile iktidarın elini güçlendirdi. Bu yasa dışılığa ne yazık ki iktidar prim verdi. Peki bu silahın şimdi geri dönme tehlikesi var mı?Yeni sızdırmalar?Yasa dışı işler yapmasına göz yumulanlar, kendilerini garantiye almak için, bu görevi verenler hakkında da aynı dinleme, izleme yöntemlerini kullanmış olabilirler. O halde kendilerini artık tehdit ve tehlike altında görenlerin “sızdırma operasyonunu” bu kez sahiplerine karşı kullanmaları kaçınılmaz olabilir.Başkanlık tartışmalarıSevgili okurlar; bu hafta kısaca başkanlık tartışmalarına da değinmek istiyorum. Tam tahmin ettiğim ve daha önce de yazdığım gibi iktidar “başkanlık sistemi” konusunda çok ısrarcı değil. Erdoğan kalıcı bir sistem yerine sadece kendisini ilgilendiren bir düzenleme yapmaktan yana gibi görülüyor.Partili cumhurbaşkanıİşte “partili cumhurbaşkanı” sözü bana göre bunun hazırlığı. AKP Meclis’te çok güçlü olduğu sürece Erdoğan cumhurbaşkanı olarak ülkeyi rahatlıkla yönetebilir. Mevcut yetkiler kendisine bu gücü veriyor zaten. O halde asıl amaç başkanlık sistemi değil, mevcut sistemi biraz daha güçlendirmektir.Hepinize iyi haftalar dilerim..
Geçen hafta bir okurumdan gelen hastaneden ranvevu alamama öyküsünü sizlerl paylaşmıştım. Diş için randevu almaya çalışan okurum başından geçenleri ironik bir dille anlatmıştı.Bu yazıdan sonra Sağlık Bakanlığı’ndan aradılar. Ranvevu konusunda hassas olduklarını bu nedenle okurumdan gelen mesajı tahkik etmek istediklerini söylediler.Bu ilgilerinden ötürü teşekkür ettim.Ancak hafta içinde gelen başka mesajlarda da randevu konusunun gerçekten bir soruna dönüştüğünü farkettim.Anladığım kadarıyla sistemden kaynaklanan bir sıkıntı nedeniyle randevular bir tür çileye dönüşüyor. Bugün de sizlerle iki okurumdan gelen mesajı paylaşmak istiyorum. Umarım Sağlık Bakanlığı’nın ilgisini çekecektir.BİRİNCİ MESAJ: Saygıdeğer Can bey; 19 yıllık hekimim. Sağlık bakanlığı bir süre önce Erzurum merkezli bir randevu sistemini hizmete açtı. Artık hastaneler kendi randevularını veremiyorlar. Merkezi hastane randevu sistemi (MHRS) mevcut. Randevu sisteminde 2 ay sonrasına dek randevular açık. Dolayısıyla yoğunluk yaşanan branşlarda randevular dolduğu için gerçekten randevu alınamıyor.Sistem hekime 5 dakika aralıklarla randevu vermekte. Dolayısıyla hekim tarafında da durum çok sıkıntılı. Verilen sürede hastayı dinleyip, muayene edip göndermezseniz kapıda yığılmalar, homurdanmalar sonrasında da sağlık bakanlığının kurduğu hasta hakları birimine ya da direkt hatla Sağlık Bakanlığı’na şikayet edilmek söz konusu olabiliyor.Hekim her şikayet için savunma vermek zorunda. Hastaların sürekli sözlü bazen fiili tacizleri de cabası. İki aylık randevu açıldığı için birinci derece akraba ölümü veya kendi ciddi hastalığınız dışında mazeret izni kullanamıyoruz. Örneğin çocuğunuz hasta olsa, eşinizin, anne veya babanızın ciddi bir hastalığı olsa izin alamıyorsunuz. Bütün bunların karşılığında da komik sayılabilecek ücretlerden söz etmek bile istemiyorum.Dolayısıyla sağlık personeli son derece motivasyonsuz, kırgın, bazen kızgın, isteksiz bir durumda çalışmaktadır.Ayrıca sistem sorunu vatandaş için değil, bizim için de geçerli. Kısa bir süre önce ben de kendi çalıştığım hastaneden annem için randevu alamadım. Randevusunu iptal eden birisi yerine annemi muayene ettirebildim.İKİNCİ MESAJ: Sayın Ataklı Osmangazi Üniversitesine göz için randevu almıştım ancak 2 ay sonraya verilebildi. Gittiğimizde herkes isyan içindeydi, doktorlar ise çaresizdi. Yeni performans sistemine göre her 5 dakikaya bir muayene. Tabii ki muyene 5 dakikada olamadığı için randevular 3 saate yakın sarkmış, doktorlar insanlara laf anlatmakta zorluk çekiyorlar, izin alıp gelenler ise sinirli, sürekli doktorlar ile hastalar arasında bir tartışma vardı, yani işin kısası, sağlıkta durum rezalet. Eskişehir’in en iyi işleyen kurumunu bile rezil ettiler.*****Buyrun bu haftanın fıkralarınaBir hafta çabuk gelip geçti, Yıldırım Tuna’nın fıkralarıyla yine birlikteyiz. Hava dışarıda çok sıcak, bir yerlere gitmediyseniz hala önce biraz keyiflenin o zaman..Doktor kontrolüTemel suratı bembeyaz kahveye gelmiş, “Hayrola?” diye sormuş arkadaşları, “Ne oldu?” Temel “Sormayın” demiş , “Doktoruma rutin kontrola gittim, her şey normal giderken doktor işaret parmağıyla en nazik yerimi kontrol etti.” Arkadaşları “Ee?” demişler, “Normal bir şey bu?.” Temel sinirlenerek “Ne normali be!” demiş, “Bir daha hayatta o dişçiye adımımı atmam..!”Polis sınavıPolis olmak isteyen delikanlıyı mülakata almışlar, “Al şu biber gazını karşına çıkan bütün insanların suratına sık, bir de kedi bul onun gözüne püskürt” demişler. “Neden kedi?” diye sormuş delikanlı. “Tamam aslanım” demiş yetkili amir mutlu bir şekilde, “İşte hep böyle olmalısın.. İşe alındın..!”Depresyondaki adam..Adam “Depresyondayım kurtarın beni doktor” diye psikiyatrdan randevu almış. “Çok çirkinim diye kimse yanıma yaklaşmıyor, herkes korkup benden kaçıyor, ölmek istiyorum, bana yardım edebilir misiniz?” diye sormuş. “Aa.. Tabii ki” diye cevap vermiş doktor, “Şu divana gidip uzanın, bu saçma sapan olumsuz duygulara neden kapılıyorsunuz bana anlatın bakalım. Yalnız lütfen yüzükoyun uzanın suratınızı görmeyeyim, ne de olsa tırsıyor insan!”Beşamelli ördekAdam koşarcasına eve gelip acele bir iş yemeğine katılması gerektiğini söyleyip duşa girince kadınsı sezgileri ile şüphelenen karısı o duştayken adamın ceplerini karıştırmış ve “Aşkım seni bu akşam bekliyorum, sana beşamelli ördek hazırladım” notunu bulmuş. Tabii ki müthiş bozulmuş, ama açık vermeden en seksi kıyafetlerini giymiş, balık ağı çoraplar, harika bir makyaj, iç gıcıklayıcı parfüm ve en davetkar haliyle uzanmış divana...Duştan çıkan adam hayretler içinde karısının yanına gitmiş, uzun zamandır unuttukları duyguları birlikte tatmışlar, daha sonra iki kere daha bu mutluluğu yinelemişler, yorgunluktan yerlerde sürünen adam yalanı ortaya çıkmasın diye mecburen “Geç kaldım” diyerek evden çıkmış, bitkin bir halde sevgilisinin evine gitmiş, yemeğin bitmesiyle de masada sızmış, kalmış. Bu sefer sevgilisi çok üzgün, anlam veremediği bir şüpheyle adamın ceplerini karıştırırken kendi yazdığı notu altına bir cümle eklenmiş bir şekilde bulmuş... “Size ördeğinizi yolluyorum ama ‘Beşamelsiz’..!”PastaAdam hızlı adımlarla pastaneye girip vitrine bakmış, “Ne pastalarınız var? Şunlar ne?” diye sormuş. “Şu elmalı, şu da Ali’nin pastası efendim” diye cevap vermiş pastacı. “Ali’nin pastası mı? Ne var içinde?” diye sormuş adam.“O da aynı elmalı efendim” cevabını alınca tekrar sormuş; “Adı neden Ali’nin pastası o zaman?.” Pastacı cevaplamış; “Ali bey tuvalete gitti, sinek falan konmasın diye buraya koyduk, siz birden sordunuz diye şey ettim efendim..!”Hadi, bir an önce tatile..Bu gece arka bahçemde zifiri karanlıkta siyahlar giymiş, kar maskeli el fenerli birini gördüm, “Ne yapıyorsun orada kardeş?” diye seslendim, “Siz yazlığa gitmediniz mi?” diye sordu, “Hayır” dedim, “Yarın akşam gidiyoruz.” Adam çitin üzerinden atlayıp hızla uzaklaşırken “Tamam” dedi “İyi tatiller, tadını çıkartın.” Ben de “Merak etme..” dedim gülümseyerek.. Yahu bu dünyada hala ne kadar nazik ve iyi insanlar var...*****Gani Yıldız’danSüleyman Demirel, darbelerin ve iddiaların soruşturulmasıyla ilgili olarak, “Yarın da bugünkü yanlışları bir başkası araştırır” demiş. Güzel de, işi hesaplaşma olarak görmeyip araştırmanın yanına geliştirmeyi de katsak ve demokrasinin güçlenmesi için “AR-GE” mantığıyla çalışsak daha iyi olmaz mı?***İyi haber: ABD’li araştırmacılar “Yeme artık” diyen gen bulmuş. Kötü haber: Bazı siyasilerimizde o gen bulunamamış.***Başlatılan projeyle İstanbul trafiği “akıllanıp rahatlayacak”mış. İstanbullu trafik çilesi çekmekten aklını kaybettiği için bu uygulama başarılı olsa bile aklını geri kazanıp rahatlaması çok zaman alır.***Tam, “Vatandaşın karnı doyacak, enflasyon tek haneye indi” dedik, sucukta at, pidede domuz eti, yoğurtta jelatin çıktı...***Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın hazırladığı “Yapı Denetimi Yasa Taslağı”nda, birçok binaya ibadet yeri zorunluluğu getiriliyormuş. Neden acaba? “Allah’ım bu binalar depremde yıkılmasın” diye dua etmek için mi?***Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, “Türkiye fiilen yarı başkanlık sistemine geçti” demiş. AKP’nin milleti başkanlık sistemine ikna etmek için ne söyleyeceği muhtemel söz: “Allah bir işi yarım bırakanı sevmez!”
Son yıllarda “askeri vesayet bitti belki ama şimdi sivil vesayet gündemde” eleştirileri yapılıyor.İktidar ve yandaşları bu söyleme çok öfkeleniyor ve saldırıya geçiyor.Her saldırı “sivil vesayeti kanıtlayan” yeni bir belge gibi tarihe kaydediliyor.Ülkede bir sivil diktatörlük olmadığını söyleyenlere çok kısa süre önce yaşadığımız sadece bir olayı analiz ederek cevap vermek istiyorum.1- Türk Hava Yolları’nda çalışan uçucu personel hem ücretlerinin azlığı hem de çalışma koşullarının her gün daha da ağırlaştırılması karşısında dönemi gelen toplu sözleşme görüşmelerinde sendikalarından daha aktif çaba harcanmasını istiyor.2- THY yönetimi 1991’den bu yana grev yapılmayan kurumdaki huzursuzluğun arttığını görerek önlem almaya yöneliyor. İlk olarak sendika ile anlaşmazlık yaratılıyor.3- Görüşmeler sürerken THY yönetimi Metin Külünk adındaki bir AKP’li milletvekilinden “Sivil havacılıkta grev yasağı getirilmesi için bir yasa teklifi vermesini” istiyor.4- Metin Külünk ricayı emir kabul ederek o sırada Meclis’te görüşülen “Korsan taksiciliğin önlenmesi” ile ilgili yasaya bir madde eklenmesi için önerge veriyor. Bu madde sivil havacılıkta grev yasağı getiriyor.5- THY çalışanları ve sendika bu durumu öğrenince doğal olarak şiddetli tepki gösteriyor ve grev yasağı hazırlığını protesto ediyor.6- Buna rağmen önerge geri çekilmediği gibi bunun bir AKP politikası olduğu belirtiliyor.7- THY çalışanları kararı protesto etmek için hukuka ve mevzuata uygun biçimde, pek çok ülkede görüldüğü gibi 24 saat süreceğini açıkladıkları pasif bir eylem yapıyor.8- THY yönetimi buna çok öfkeleniyor ve hızlı bir işten çıkarma operasyonuna başlıyor. İşten çıkarmalar SMS’lerle çalışanlara duyuruluyor. Sonuçta 305 kişi işten atılıyor.9- O sırada da Meclis madde üzerinde tartışmaya bile gerek görmeden sivil havacılıkta grevi yasaklayan kanunu kabul ediyor.10- Kanun imza için Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e gönderiliyor.11- Abdullah Gül adeta noter gibi davranarak -birkaç istisna dışında- alışılmadık biçimde yasayı jet hızıyla imzalıyor ve yürürlüğe sokuyor.12- Çalışma Bakanı, güya üzülmüş gibi yaparak THY yönetiminden atılan kişileri işe almasını istiyor.13- THY yönetimi düşünecekmiş gibi yapıp bir gün bekliyor, ama atılanları geri almayacağını açıklıyor.14- Grev yasağı getiren maddeyi öneren Metin Külünk adlı miletvekili internet sitesinde “işe alma bürosu” kurarak CV (özgeçmiş) toplamaya başlıyor.15- Bu CV’ler THY yönetimine gönderiliyor, iddiaya göre THY yönetimi attığı kişilerin yerine bu CV’lerden adam toplamaya başlıyor.İşte işin özeti bu.Böyle bir şey hiçbir demokratik ülkede yaşanmaz. Bunun adı demokrasi değildir, bal gibi sivil diktatörlüktür.Ancak diktörlüklerde çalışanların haklarını vermek yerine onlara köle muamelesi yapmak geçerlidir.*****Açlıkla terbiye etmeye kalkmak vicdansızlıktırSivil havacılık için çıkarılan ama şu anda sadece THY’yi ilgilendiren grev yasağının amacı ne?Bunu THY’nin ricasını emir kabul eden ve önerge veren Metin Külünk adlı AKP milletvekilinden öğreniyoruz.Bu kişiye göre AKP iktidarı emeğin ve çalışanın yanındaymış, grev gibi işçinin kutsal hakkını bırakın kaldırmayı, sınırlamayı bile düşünmezlermiş ama THY Türkiye’nin yüz akı olarak dünya semalarında dolaşıyormuş, çok kârlı bir şirketmiş ve gönülleri bu şirketin parasını işçinin hakkı olarak dağıtmalarına elvermezmiş, bu nedenle grev yasağı en doğru yolmuş.AKP’ye göre grevler nedeniyle bugüne kadar birçok şirket batmış, bundan sonra “yumruk sallayan sendikacı” dönemi de bitmiş.İşte iktidarın mantığı bu. Halkın yarısı bu görüşlere destek veriyor. Kamuoyu araştırmalarına göre vermeye de devam edecek.Tamam, grev yasağı geldi, ama olan dünyanın her demokratik ülkesinde olduğu gibi hakkını aramak için eylem yapanlara oldu.THY yönetimi bırakın uluslararası sözleşmeleri, hiçbir vicdani rahatsızlık da duymadan, hâkim gücünü kullanarak 305 çalışanını kapı önüne koydu.Demek ki grev yasağı getirilirken lokavt tamamen serbest bırakılmış.Ve 305 THY çalışanı sırf haklarını aradıkları için, egolarının esiri olan THY yönetiminin gazabına uğradı.Onlar şimdi “açlıkla terbiye” ediliyor.THY yöneticileri ve THY’yi grev tehdidinden kurtaran iktidar, ellerini ovuşturarak “Kiminle uğraştığınızı gördünüz mü, haydi gidin şimdi kendinize iş bulun” diyordur.THY YÖNETİMİNE NOT: Uygulanan vicdansız işten çıkarmalara medyadan tek tük eleştiriler geliyor. Biliyorum egonuz sıkıntıya giriyordur. Üzülmeyin, biraz daha avanta kartı dağıtın, bu avanta kartların haklarını genişletin, o sesleri biraz daha kısarsınız.*****Konser için gelen Madonna Boğaz’ı görmüş ve Marmara’nın yapay göl olup olmadığını sormuş. Değil Sayın Madonna, kanalizasyon suyuyla, beyaz mayolu(!) çocuklarıyla, çöpleriyle yüzde yüz Türk denizi... (Gani Yıldız)*****Sıkıyorsa...Başbakan Erdoğan MİT Müsteşarı’nı “şüpheli” sıfatıyla ifadeye çağıran savcıları çok ağır dille suçlayarak “Emri alanı niye çağırıyorsunuz, emri ben verdim, beni çağırsanıza” dedi.Bunun tam Türkçesi şudur; “Sıkıyorsa beni çağırsana.”Bu tartışma önümüzdeki günlerde çok daha büyüyecek. Çünkü konu sanıyorum ki, Başbakan’ın sadece bir bürokratını korumak amacıyla öfkelenmesinden çok daha önemli ve derin.İktidar içinde şimdilik görünmeyen ama en azından dedikodu olarak konuşulan bir çatışmanın ilk işaretleri. Önümüzdeki günlerde, çok garip çatışma ve tasfiye operasyonları asla şaşırtıcı olmayacaktır.Biraz daha beklemekte yarar var.*****O kuleye İdris-i Bitlisi adını versenizeAkşam Gazetesi manşet yapmış; “Piyer Loti’ye Bitlis ayarı” diye.Konu şu; Vahit Kiler adındaki bir kişi Eyüp’ün tepesinde “Piyer Loti” olarak bilinen tepeye “İdris-i Bitlisi” adının verilmesini önermiş bunun için belediyeye başvurmuş.Çünkü bu tepenin adı 1934’e kadar Osmanlı siyasetinde adı çok bilinen İdris-i Bitlisi‘nin adını taşıyormuş, Cumhuriyet döneminde buraya bir Fransız‘ın adı verilmiş, kendisi Bitlisliymiş, kanına dokunuyormuş, tekrar eski adının verilmesini istiyormuş.Ekonomi servisine “kimdir bu Vahit Kiler?” diye sordum. “Bilmiyor musun, süpermarketçiydi, müteahhit oldu, Levent’teki Sapphire kulesinin sahibi” dediler.İşe bakın, adam Bitlisli, Piyer Loti yabancı olduğu için Eyüp’teki tepeye adının verilmesi kanına dokunuyor, ama yaptığı kulenin adı Sapphire.Nedir Sapphire?Bildiğimiz safir. Mavi renkli süs taşı. Ama İngilizcesi.Türkiye’nin en yüksek binasını dikmekle övüneceksiniz, ama oraya bir Türkçe ad koymaya bile tenezzül etmeyeceksiniz, sonra Piyer Loti’nin adının Osmanlı dönemindeki bir kişinin adıyla değiştirilmesini isteyeceksiniz.Şimdi Vahit Kiler’e sormak lazım değil mi?Bir Bitlisli olarak acaba neden o bilmem kaç katlı binanın adını Bitlisi koymadınız da, Sapphire gibi o binanın hemen yanınbaşında oturanların telaffuz bile edemediği İngilizce bir isim koydunuz?
Anayasa değişiklikleri için yapılan referandumda bir madde “grev hakkının önündeki engellerin kaldırılması” idi. İktidar “evet deyin grev önündeki tüm engeller kalksın” derken yandaş yalaka takımı “yetmeeeez” çığlıkları ile demokrasi ve hukuka indirilen darbelere alkış tutuyordu.Sonuçta kazandılar ve anayasa değişiklikleri kabul edildi.Yargı tamamen hükümete bağlandı.Yüksek yargı iktidarın tam denetimine geçirildi.Darbelerden hesap sorulması adı altında bir komedi filmi sahneye kondu.Artacağı söylenen özgürlükler bizzat halk oyuyla daha da sınırlandı.Verilen sözlerin neredeyse hiçbiri tutulmadığı gibi tam aksi yönde kararlar alındı.Önceki hafta bir AKP milletvekili durup dururken “korsan taksiler ile ilgili bir yasaya” Türk Hava Yolları’nda grev yasağı maddesinin eklenmesini istedi.THY çalışanları haklı olarak isyan ettiler, yasaları ve mevzuatı çiğnemeden bir tür pasif direniş yaptılar.Ancak hiçbir eleştiriye ve karşı çıkışa tahammülü olmayan iktidar telefon mesajlarıyla 300’ün üzerinde THY çalışanın işine son verdi. İktidar da aynı saatlerde “THY’de grev yasağını” Meclis’ten geçiriverdi.Oysa THY’de 1991’den beri hiç grev olmamıştı.Aslına bakarsanız yaşı 35’lerde olan nesil için “grev” hiçbir şey ifade etmiyor. Hatta bu nesil grevin kelime anlamını bile bilmiyor.Çünkü onların yaşadığı dönemde neredeyse hiçbir yerde grev yapılmadı.12 Eylül askeri rejiminin sermaye kesimine en büyük hediyesi budur. Sendikalar kapatıldı, sendikal faaliyetler askıya alındı, işçi sınıfından söz etmek, direniş, iş yavaşlatma ve en demokratik hak olan grev adeta yasaklandı.Buna kalkışanlar dövüldü, coplandı, gaz ve su bombalarına maruz bırakıldı, tutuklandı, hapislerde süründürüldü.THY’de grev yasağının gerekçesi ne? THY çok kâr etmeye başlamış, işçiler hak arayarak bu kârı düşürmemeliymiş. Ayrıca THY Türkiye’nin dünyadaki yüzüymüş, zarara uğramamalıymış. Turizmimiz de zarar görmemeliymiş.Hak arama, eleştirme, sorgulama kültürü tamamen öldürülen kamuoyu bu gerekçelere inanıyor ve sahiplenip destekliyor.Hükümet yetkilileri de “Bizim için öncelik halkın huzur ve rahatıdır” deyince kamuoyu iyice kendinden geçip hakkını arayanları sopayla dövmeye bile kalkıyor.THY’de grev yasağının kanunla kabul edilmesi Türkiye’de grev hakkının tamamen ortadan kaldırıldığının da bir göstergesidir. Bundan sonra hangi sektörde bir grev ihtimali doğarsa aynı mantıkla ya kanun çıkacaktır ya da zaten işçiler greve cesaret bile edemeyecektir.Nitekim pek çok sektörde grev yasağı var. Vatan Çalışma Hayatı yazarı Ersin Umdu geçenlerde grev yasağı olan sektörleri yazmıştı. Grev yasağı olan sektörler, olmayanlardan daha fazla.Halk zaten grevin ne olduğunu bile bilmiyor. Grev artık bir nostalji olmaktan öte değildir.*****THY’nin avantacı gazetecileriTürk Hava Yolları çalışanları haklarını aramaya kalktılar, şiddetli bir tepki ile karşılaştılar. Önce sektöre grev yasağı geldi, ardından birçok kişi işinden atıldı.Herhalde dikkatinizi çekmiştir, özellikle yandaş kesimdeki pek çok yazar THY olayında çalışanların değil şirketin yanında yer aldı.Kimileri daha kurnaz davranarak THY çalışanlarından hiç söz etmeden, başka konular üzerinden THY güzellemeleri yazdılar.THY nasıl bir dünya devi olmuş, herkes parmak ısırıyormuş, şirketin başındaki kişiler nasıl da nitelikliymişler, nasıl da gecelerini gündüzlerine katıyorlarmış.Döktürdüler de döktürdüler.Hepsi bir kart uğruna bunların.THY bunlara birer kart veriyor. Gazeteciler bu kartlarla ayrı kapıdan giriyorlar havaalanlarına, biniş işlemleri hızla yapılıyor, kimileri bir üst sınıfa aktarılıyor, bagaj fazlalıklarına aldırış edilmiyor, izzet ikram görüyorlar.İşte bu kartlarla THY yönetimine bağlanan gazeteciler de övgüden başka bir şey yazamıyorlar.Hep merak ederdim, gazetecilere bu kartlar nasıl verilir diye.Elite Card denilen bu kartlar THY ile çok uçan ve genellikle Business veya First Class uçan yolculara veriliyor.Bu gazetecilerin hangileri acaba “çok uçtukları ve mil kazandıkları için” bu kartları almaya hak kazanıyor.30 küsur yıllık gazeteciyim. Neredeyse her hafta bir yere uçuyorum, ama bu kartları almaya hak kazanacak mile erişemiyorum bir türlü. Birkaç yıllık yandaş gazeteciler ise bakıyorum ellerindeki kartlarla THY yönetimi tarafından pamuklar içinde ağırlanıyor.Demek ki böyle olunca, bol yağlı ballı yazılar yazmak da görev kabul ediliyor.*****Acaba davalar mı bitiyor?Yandaşlar hararetle “Özel Yetkili Savcılarla” ilgili değişiklik hazırlıklarını tartışıyor.Bu savcılıkların kaldırılması halinde Ergenekon ve Balyoz davaları ile KCK davasında geniş tahliyeler olurmuş. Ayrıca telefon dinlemelerinin yayınlanmasına getirilecek cezalar nedeniyle darbecilerin foyaları ortaya çıkarılamayacakmış, falan.Panik hali gibi.Bu sahte bir panik olmasın.Yoksa bu bahane ile davalar hızla bitirilip herkese ceza mı yağdırılacak ve ondan sonra da bu savcılıklar mı kaldırılacak?Çünkü özellikle yandaş medyadaki fısıltılara göre iktidar “Bu kadarı yeter, yoksa özel yetkili savcılar yarın başımıza bela olur” diyerek bu önlemi alıyormuş.Bunun da ötesinde iktidara yakın pek çok kişi hakkında güya bazı ses kayıtları ve bantlar varmış, yarın öbürgün bunlar ortaya çıkarsa şimdiden yayınlanmasının önüne geçilmek isteniyormuş.Ağızlar torba değil ki büzesin, bunlar konuşuluyor işte.*****Benim hükümetime yakışıyorKöyün ağası son derece namusluymuş. Çeşme başında arkadaşlarıyla iki çift laf eden kızların bile namusunu sorgularmış. Ama gelin görün ki kendi karısının gözü hep dışarıdaymış. Köyün yaşlılarından biri bir gün dayanamamış “Yahu” deyivermiş “Herkese laf ediyorsun da kendi karını hiç görmüyorsun, en çok fingirdeyen o.” Ağa hiç istifini bozmamış “Biliyorum, ama yakışıyor haspaya” cevabını vermiş pişkin pişkin.Bizim yandaşların tavrı da bu.Geçenlerde Uludere olayı ile ilgili “Tezkere hükümete sınır dışı operasyonları için yetki veriyor. Tezkere maddelerine göre silahlı kuvvetler izin almadan operasyon yapamaz” diye yazmıştım.Bu yandaş takımı cevap verdi: “Evet öyle ama, hükümet askere yetki verdi. Onlar gerektiğinde kullanıyor.”İşte tam “Yakışıyor haspaya” tavrı.Hükümet neden kendi yetkisini askere devretmiş, bu biiir.Madem operasyonu askerin yaptığı biliniyor, neden hâlâ “sorumlular bulunacak” nutukları atılıyor, bu ikiiii.Daha önce Olağanüstü Hal döneminde kullanılan yetkilerin hesabı neden bugün soruluyor, bu üüüüç.Kim bilir belki bugünün hesabını da 10 yıl sonra iktidara gelenler sorar.NOT: CHP Genel Bakanı Kılıçdaroğlu 29 Mayıs’taki Grup toplantısında tezkere maddelerini okumuş. Ben “CHP neden bu konuya eğilmez?” diye sormuştum. Eğilmiş ama sonuç alamamış.*****Başı, attığı tweetlerle derde giren Fazıl Say’ı eleştirenler, “Tweet atmanın da bir sınırı olmalı” diyor. Doğru, hele “hapse atılmanın bir sınırı olmayan” ülkemizde iki kere düşünmeli! (Gani Yıldız)
Son günlerde AKP’li olmadıkları, AKP’nin zihniyeti ile uzaktan yakından ilişkileri bulunmadığı halde yıllardır canhıraş biçimde iktidarı destekleyen bazı çevrelerde bir telaş gözlüyorum.Hükümete ateş püskürüyorlar.Hatta kimileri işi hakarete kadar vardırıyor.Başbakan’ın demokrat olmadığını söyleyenler, hukuku ayaklar altına aldığını iddia edenler ekranları ve gazete sayfalarını doldurmaya başladı.Ancak tedbiri de elden bırakmıyorlar. Diyorlar ki “Biz Başbakan’ı demorasi konusunda attığı adamlar nedeniyle destekledik. Darbeler dönemini bitirdiği, darbecileri içeri attığı için alkışladık. Ama şimdi öyle işler yapıyor ki, anlamak mümkün değil.”Yani kurnazlar ya, Başbakan üzerlerine gelirse “biz aslında yine destek veriyoruz da, bir parça eleştirelim dedik” diyecekler.Tayyip Erdoğan’ın, bunu kendi deyimiyle “yiyeceğini” sanmıyorum.İşin aslına bakarsanız bu sözde aydın maskeli faşistlere yıllardır bu gerçeği söylüyoruz.Ama tınmadılar bile.Dedik ki “Kanmayın demokrasi söylemlerine, darbelere karşı olma tavırlarına. Bunlar sizi kullanıyor, işleri bitince kâğıt peçete gibi bir kenara atılacaksınız.” Cevap olarak bize “Haydi oradan darbeciler, postal yalayıcılar, statükocular” diye saldırdılar.Şimdi bakıyorum, benim cesaret edemediğim ya da terbiyeme sığmayan ölçüde ağır şekilde eleştiriyorlar.Bu kendine aydın süsü veren maskeli faşistlerin anlamadığı şu idi:İktidar zihniyetinin entelektüel birikime sahip kadroları yoktu. Dinsel temelden geldikleri için de çekingen davranıyor, her şeye rağmen mevcut sistemin gücünden korkarak görüşlerini açık açık söyleyemiyorlardı.Bunlar ise iktidar zihniyeti için bulunmaz Hint kumaşı gibiydi.Çoğu zaten Türkiye’ye hınçlı bu kesimin önüne “demokrasi, insan hakları, hukuk” gibi havuçlar attılar. Hepsi birer tavşan gibi atladılar havuçlara. 8-9 yıl özgürlüklerinin tadını çıkardılar.Darbe ihtimali olmadığını bildiklerinden askere vurdular; yetmedi, Cumhuriyet dönemine saldırdılar, o iş halledilince Atatürk karalandı, aşağılandı, ülkenin gerçek demokratları, aydınları bunların ağızlarında, kalemlerinde ağır hakaretlere uğradı.İktidar zihniyetinin arayıp da bulamadığı bir nimetti bu.Ancak yıllar geçtikçe, iktidar zihniyeti maddi manevi güçlendi. Dar da olsa entelektüel bir kesim yaratıldı. Medya sahiplik olarak ele geçirildi.O zaman dedik ki “bakın zamanınız geliyor, hepinizi buruşturup atacaklar.”Atıyorlardı da zaten. Kendisini aydın, demokrat gören ve iktidarın payandalığını yapmaya soyunanların bazıları kendilerini gerçekten özgür zannedip de ufak tefek eleştiriler yapmaya başlayınca şimşekleri üzerlerine çektiler.Bir baktık ki bunların bazıları ortadan kayboluyor.Ya dostları? Seslerini bile çıkarmadılar. Sarı Öküz’ü verir gibi arkadaşlarının harcanmasına göz yumdular. Bugün durum gerçekten çok vahim hale geldi. İktidar giderek daha otoriter oldu, asker vesayetinin yerini sivil vesayet almaya başladı, tek adamlık cazip kılındı.Şimdi ağlaşıyor bu maskeli faşistler.Ağlayın ağlamasına ama çok da ses çıkarmayın. Şakası yok bu iktidarın. Bunlar iyi günleriniz.Yine “demedi” demeyin.*****Ne konuşacaklar?CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bugün Başbakan‘la görüşecek.De, ne görüşecek?Erdoğan’ın “küçültücü” ifadelerine katlanarak “Kürt sorununu çözecek 10 maddem var” demenin bir anlamı olduğunu hiç sanmıyorum.O maddelerin hepsi gerçekten sorunu çözecek nitelikte olsa bile Başbakan’ın bunları ciddiye almayacağı, görüşmenin “havanda su dövme”den öte gidemeyeceği başından belli.Belki de Kılıçdaroğlu “Biz elimizden geleni yaptık, ama Başbakan ayrı dünyada, bari bunu kayda geçirelim” demek istiyordur.Elbette kimi kalemler güya demokrasi adına “Bakın uzlaşma adımları atılıyor” diyerek sanki Kılıçdaroğlu’nu övüyormuş gibi yapacaklardır. Erdoğan da nazeket gösteriyormuş gibi davranabilir.Sonuç alınabilir mi?Asla.Çünkü amaçlar ve hedefler farklı. AKP’nin asıl amaç ve hedefi sorunu çözmek değil, bölgedeki parti hâkimiyetini BDP’nin önüne geçirebilmek. AKP’nin oyu bölgede yüzde 60’lara vardığı an göreceksiniz; ne Kürt sorunu kalacaktır ne çözüm çabaları.CHP’nin insani, hukuki ve demokratik açılardan konuyu çözmek istemesi ise yine göreceksiniz, kendi partisinin tabanında rahatsızlık yaratacak ve oy kaçıracaktır.Bilemiyorum artık, acaba yeni CHP söyleminin görevi bu olabilir mi?*****Koman’ın durumuBir üst mahkeme itirazı kabul etti ve Teoman Koman da hapse girdi... Daha ilk gün merak edip sormuştum, “Teoman Koman eski MİT Müsteşarı, bu nedenle savcılar Başbakan’dan izin aldı mı?“ diye.Bir cevap gelmedi. Zaten gelmesini de beklemiyordum. Ama muhalefet partilerinden birinin soracağını sanmıştım. Çünkü en azından AKP’yi kendi çıkardığı yasaya uymaya zorlayabilirlerdi.Bugünkü muhalefetin hâline bakınca elbette beklentim çok safça görünüyor, biliyorum.Bu arada KCK savcılarının MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la bir önceki MİT Müsteşarı ve yardımcısı için başlattıkları soruşturma ne oldu acaba? Güya Başbakan’a “izin vermesi“ için yazı yazılmıştı. Bu yazı gitti mi gerçekten ve hâlâ Başbakanlık’ta bekliyor mu?*****Leyla Zana’nın durumu eşitlik ilkesine aykırıYaklaşık 10 yıl hapis yattıktan sonra tekrar milletvekili seçilen Leyla Zana için yeniden hapis yolu göründü. Üstelik yine 10 yıl.Leyla Zana terör örgütüne yardım ve yataklık yapmaktan yargılandı. Karar önceki hafta açıklandı.Leyla Zana milletvekili olduğu için dokunulmazlığı var ve henüz hapse girmeyecek.Karar Yargıtay tarafından onaylandıktan sonra milletvekilliği otomatik olarak düşecek ve Zana’ya hapishaneye gitmek düşecek.Ancak Zana’nın durumu tutuklu milletvekilleri için “Anayasa’nın eşitlik ilkesi” açısından bir örnek olabilir. CHP, MHP ve BDP Zana’nın durumunu örnek göstererek tutuklu milletvekillerinin serbest bırakılmasını talep edebilirler, bu nedenle üç partinin hukukçuları konuyu incelemelidir.Zana da terör suçundan yargılandı, tutuklu milletvekilleri de aynı nedenle yargılanıyor.Zana, mahkeme tutuklama kararı vermediği için milletvekili seçildikten sonra Meclis’e girmişti. Diğer 8 kişi ise seçildikleri halde mahkemeler serbest bırakmadığı için bir yıldır milletvekili olamıyor.Yani daha işin başında eşitsizlik var.Zana ile ilgili karar Yargıtay’da hızlandırılarak çabucak onaylanabilir. Ama 7-8 yıl bekleyebilir de ve hatta Zana bir dahaki seçimlerden sonra bile yine Meclis’e girebilir.Tutuklu milletvekilleri ise hâkimlerin insafını bekliyor hâlâ.*****Fazıl Say yazdığı tweet yüzünden hapse girebilirmiş. İleri demokrasiyi ve basılmamış kitabın toplatılmasını hatırlayıp hâline şükretsin; başı yazmadığı tweet yüzünden de derde girebilirdi... (Gani Yıldız)
Uludere olayında çok çarpıcı bir ayrıntıyı, aslında konunun özünü, bugüne kadar gözardı ettiğimizi fark ettim. Ne yazık ki bu çok önemli nokta muhalefet partileri tarafından da gözden kaçırılmış durumda.HEP SORUYORUZ: Böyle olunca da hükümet konuyu istediği kadar çarpıtabiliyor, uzatabiliyor ve kulağını tersten göstererek halkın doğru bilgi alma hakkını önlüyor. Uludere trajedisinin yaşandığı günden beri istihbaratın nereden geldiğini, nasıl değerlendirildiğini ve vur emrinin kim tarafından verildiğini soruyoruz.AMERİKAN GAZETESİ: Gerçi sadece birinci madde ile ilgili Wall Street Journal Gazetesi’nin haberine kadar bu soruların hiçbirine cevap verilmemişti. Amerikan gazetesi sayesinde istihbaratın Genelkurmay’a bağlı insansız uçaklardan alındığını öğrenmiş olduk.Tabii o da eksik bilgi. Çünkü heron’lar sadece sınırdaki toplu insan geçişini kaydedebilyor.İSTİHBARAT KİMDEN? Bunların terörist olup olmadığı bilgisini “güvenilir biçimde” aktaran istihbarat kaynağı hâlâ meçhul. Heron görüntülerine bakarak kalabalık içinde terörist olup olmadığını anlamak zordur. ancak eğer bir kaynak “onlar terörist” diye bilgi veriyorsa buna güvenebilirsiniz.YARGI KANDIRMACASI: Uludere olayı ile ilgili halkı yanıltan en önemli söylem ise “konunun yargıya intikal ettiğinin” açıklanması. Defalarca sordum; “Yargı neyi çözecek?” diye. Ortada bilinmeyen bir şey yok ki. Savcıya neden intikal ettiriliyor? Savunma Bakanı Genelkurmay’dan o günün kriptolarını istediği an zaten neyin nasıl yapıldığı ortaya çıkıyor. Uludere operasyonu “gizli” bir operasyon değil. Her şey kayıt altında. Olayı savcılığa intikal ettirmek, işi uzatmaktan başka bir şey değildir.KİM İSTEDİ? Savcılık kimin suç duyurusu üzerine harekete geçti? Bu bile bilinmiyor. Şimdi öğreniyoruz ki olayda ölenlere “otopsi yapılmasına” karar verilmiş. Herhalde ölenlerin nasıl öldüğü saptanacak. Bilirkişi buna bakacak. Yani iş uzadığı kadar uzayacak. Bu arada AKP ve yandaşları olayın üzerine kül atacak. Gün gelecek herkes unutmuş olacağı için savcılığın olayı kapattığını bile öğrenemeyeceğiz.KONUŞULMAYAN: Şimdi gelelim Uludere olayında bugüne kadar dillendirilmeyen bir gerçeğe. Uludere operasyonu “Sınır ötesi operasyonlar için Meclis’ten geçen tezkere” sayesinde yapıldı. O tezkere 17 Ekim 2007’de kabul edilmişti. Sonra her yıl uzatıldı. En son 17 Ekim 2001’de uzatma kararı verildi. Bu karara AKP ile birlikte CHP ve MHP de olumlu oy verdi.İŞTE TEZKERE: Bu tezkere hükümete terörle mücadele kapsamında gerektiğinde Türk Silahlı Kuvvetleri‘ni kullanarak Irak topraklarında operasyon izin veriyor. O tezkerede aynen şu yazıyor; Türkiye’ye yönelik olarak devam eden terörist saldırılar ve tehdide karşı, terörizmle mücadelenin bir parçası olarak uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli tedbirleri almak üzere, hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükümetçe belirlenecek şekilde, TSK unsurlarının, Irak’ın kuzeyinden ülkemize yönelik terör tehdidinin ve saldırılarının bertaraf edilmesi amacıyla sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere, Irak’ın PKK teröristlerinin yuvalandıkları kuzey bölgesi ile mücavir alanlara gönderilmesi ve görevlendirilmesi için TBMM’nin 17 Ekim 2007 tarihli ve 903 sayılı kararıyla Hükümete verilen ve son olarak 12 Ekim 2010 tarihli ve 975 sayılı kararıyla bir yıl uzatılan izin süresinin 17 Ekim 2011 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasını Anayasanın 92. maddesi uyarınca arz ederim.’’İZİN VE TALİMAT: Çok açıkça görülüyor ki, Silahlı Kuvvetler hükümetten izin ve talimat almadan bir sınır ötesi operasyon yapamaz. Hatta öyle ki, Silahlı Kuvvetler yapacakları operasyonunun yerini, zamanını ve kapsamını da hükümete bildirmek ve izin almak zorunda. O halde Uludere olayında da silahlı kuvvetlerin hükümetten izin almış olması gerekiyor. Şimdi sormak gerek; Silahlı Kuvvetler Uludere’de sivillere yönelik bombalama operasyonu başlamadan önce hükümetten izin aldı mı?ERDOĞAN BİLMİYOR: Başbakan’ın “Benim haberim yoktu” sözüne göre en azından Başbakanlık’tan izin alınmamış. Ancak tezkere “hükümetten” dediğine göre, izin bir başka yetkiliden de alınmış olabilir. Eğer bu izin alındıysa, neyi tartışıyoruz? Yok eğer izin alınmadan operasyon yapıldıysa bu, Genelkurmay Başkanı’nın görev ve yetki suçu işlediği anlamına gelir ki, hakkında derhal işlem yapılması gerekir. Oysa yine görüyoruz ki hükümet ne izin konusunu ağzına alıyor ne de Genelkurmay Başkanı hakkında bir işlem yapıyor.MUHALEFET SESSİZ: Bu konuda şaşırtıcı bir durum da muhalefetin aymazlığıdır. Ne CHP ne MHP arkasında kendi oyları da olan “sınır ötesi operasyonlara izin veren tezkerenin” maddelerini öne sürüyor. Bu akıllarına mı gelmiyor yoksa işin parçası gibi mi görüyorlar kendilerini, onu bilemem.*****Bugün halsizlik, baş dönmesi, çarpıntı gibi şikâyetleriniz olursa paniklemeyin. Sebebi bellidir; liderlerin grup konuşmalarıyla yükselen ülke tansiyonundan sizinki de nasibini almıştır. (Gani Yıldız)*****Danıştay Başkanı böyle söylerseGeçen hafta gazete sütunları arasında kaybolduğunu gördüğüm bir haber vardı. Hiç tepki çekmedi. Hiçbir medya organında üzerinde durulmadı. Atladığım yazılar varsa benim hatamdır.Danıştay Başkanı Hüseyin Karakullukçu TOBB ETÜ Üniversitesi’nde öğrencilerle bir sohbet toplantısı yapıyor. Öğrencilerin “telefon dinlemeleri” ile ilgili bir sorusuna Karakullukçu insanın küçük dilini yutturacak cinsten cevaplar veriyor.Diyor ki “Benim de telefonlarım dinleniyor. Ama ben çok rahatım, çünkü herkesin telefonları dinleniyor.”Sonra da devam ediyor: “Artık kapının önüne bir araç getiriyorlar, yatak odanıza kadar dinleniyor. Hepimiz rahatsızız bundan. Yasal değil, hukuki değil, geçerliliği de yok...”Önce “acaba yanlış mı okudum?” diye düşündüm. Bir daha okudum. Hayır aynen bunlar yazılıydı. Haberi yapan arkadaşlara sordum, onlar da “Başkan tam da bunları söyledi” dediler.Bugün telefonların dinlendiğinden hepimiz şüpheliyiz. Sokaktaki ayakkabı boyacısı bile “Abi telefonla konuşmuyorum ne olur ne olmaz” diyebiliyor. Bunların hiçbirinin kıymet-i harbisi yok denebilir. Ama bu sözleri söyleyen en yüksek yargı organlarından birinin başkanıysa durum değişir.Çünkü onun bulunduğu makam, çoğu yasa dışı olduğu bilinen bu telefon dinlemelerinin olağan karşılanabileceği bir makam değildir.