Konuyu hemen söyleyeyim; Deniz Otobüslerinin özelleştirilmesi.Daha önce belediyeye ait olan İstanbul Deniz Otobüsleri, özelleştirme adı altında bir şirkete verildi.Ancak yapılanın özelleştirme olduğunu söylemek mümkün değil.Bunun adı olsa olsa iltizamdır, belki biraz daha hafif deyimle imtiyazdır, tekelleşmedir.Bilmeyenler için iltizam nedir, onu yazayım önce.İltizam Osmanlı dönemindeki bir uygulamaydı. “Devlete ait gelirin bir kesime bağlanması” demektir.Osmanlı’nın fetih dönemlerinde ele geçirilen araziler belli kişilere verilirdi. Bunların gelirleri “has” ve “tımar” adıyla sipahi, zaim, emin ve vezirlere “arpalık” adıyla sancak beyleri ve kale dizdar ve muhafızlarına, “tahsisat” adıyla vakıf kuruluşlarına ve “hass-ı hümayun” adıyla devlete verilirdi.İltizam sahiplerine mültezim denirdi. Mültezimler bu toprakların gelirlerini sahipleri için toplarlardı. Mültezimler giderek devletin bu topraklardan toplayacağı vergileri de toplamaya başladılar.Mültezimler, kira aldıkları öşür ve vergi gelirlerini toplamada o kadar ileri gittiler ki, devlet içinde devlet haline geldiler. İltizam usulünde kâr için herhangi bir sınır konmadığından mültezimler fakir halkı alabildiğine eziyorlardı. Nihayet İltizam usulünün fenalıkları görülmüş, 1694’te bu usule bazı sınırlamalar getirilmiştir ama büsbütün ortadan kaldırılmamıştır. İltizam usulünün tamamen ortadan kalkması ancak Tanzimat’la mümkün olabilmiştir. Bu tarihten sonra, devlet kendi vergisini yeniden bizzat toplamaya başlamıştır.Bu benzetmeyi neden yaptım?İstanbul Deniz Otobüsleri’nin yeni sahipleri tıpkı mültezimler gibi aldıkları bir yetkiyi, başka rakipleri olmadığı için alabildiğine sömürüyor.“Esnek fiyat uygulaması” adı altında kimsenin önceden bilmediği fahiş fiyat tarifeleri uygulanıyor.Bir buçuk saat içinde aynı bilet için üç ayrı fiyat istenebiliyor.Bilet iade ve iptal işlemlerinde canlarının istediği gibi davranabiliyor.“Parası olan beklemez” mantığı ile fazla fiyat ödeyeni sıranın başına geçirebiliyorlar.Sorulan hiçbir soruya cevap vermeyebiliyorlar.Peki, bunun için güç ve cesareti nereden alıyorlar?İşte püf noktası burada. İDO özelleştirilmedi, tıpkı iltizam gibi bir yetki aldı, tekelleşti.Rekabeti önleyen ise bizzat devletin uyguladığı politika.Çünkü İDO’yu alan şirket deniz otobüsü çalıştırma yetkisiyle birlikte iskeleleri de satın almış oldu.Yani; eğer bir başka şirket aynı yöntemle yolcu ve araç taşımacılığı yapmak istese, yanaşacak iskele bulamayacak.Özelleştirme, rekabet ortamı doğsun, böylelikle hem maliyet ve fiyatlar düşsün hem de kalite artsın diye yapılır. Ki bugüne kadar pek çok kişinin aksine özelleştirmeyi bunun için destekledik.Eğer özelleştirme yapılıyorsa sadece taşımacılık hakkı verilmeli ama iskeleler devlette kalmalıydı. Böylelikle bir başka şirketin de aynı iskeleden yararlanma hakkı olacaktı.Oysa iskeleler de şirkete verilerek, aynı işi başkasının yapması engellendi. Özelleştirmenin amacı belirli bir şirketin çıkarı için saptırıldı.Bir sektörde eğer tek başınıza kalırsanız ve devlet de buna olanak sağlarsa, artık halk sizin gözünüzde “sağılacak inek” durumundadır.Başka ne diyeyim ki?*****İDO ile ilgili şikâyetlerden bazılarıÖnceki hafta İDO ile ilgili “fiyat skandalını” yazdıktan sonra o kadar çok mesaj aldım ki anlatamam.Bunlardan bazılarını sizlerle de paylaşmak istiyorum.- Eskiden cezasız bilet iadesi mümkündü. Şimdi imkânsız. Üç bilet iadesi için 23 lira ceza kestiler.- İDO’ya “bilet fiyatlarınızı kim onaylıyor?” diye sordum. Cevap bile vermeden telefonu kapattılar.- Sözde hizmet adına adam soyuluyor. Kendimi aptal yerine koydurmamak için her hafta yorulsam da İzmit Körfezi’ni dolanıyorum.- 55 lira ödeyip normal bilet aldım. 80 lira ödeseymişim hemen geçermişim. 80 lira verenler için üç vapur bekledik bize sıra sonra geldi.- Motosikletlerle otomobillere aynı fiyat uygulanıyor. Oysa 4 motosiklet bir araba yerini anca tutuyor. Olur mu böyle haksızlık?- Gidiş dönüş bilet almak istedim. Eşimle gidip kızımla döneceğim. Kiminle gidiyorsam ancak onunla dönersem bilete kesebiliyorlarmış. Bu ne komiklik?- Gidiş için 81 dönüş için 84 lira isteniyor. Hizmet bedeliymiş.- Eskiden araç sürücüsü için ayrıca para alınmazdı. Şimdi alınıyor. Peki sürücü araçsız mı binecek gemiye?- İnternet sitesi çoğu kez “sistemdeki arıza” bahanesiyle çalışmıyor. İki saat sonra açıldığında “yeni fiyatla” karşılaşıyoruz.- Erken bilet daha ucuz dedikleri için erken bilet almaya çalıtım. 19 gün sonrası için bilet veremiyorlarmış. Ya tarife değişirseymiş. O zaman nerede kaldı erken bilet almanın kolaylığı?- Değişken veya esnek fiyat uygulaması aynı işi yapan başka şirket de varsa geçerlidir. Tek bir şirketin esnek-değişken fiyat uygulaması yasalara aykırıdır.- Eskihisar - Topçular hattındaki sefer sayıları 20 lira fazla ödeyen öne geçsin diye özellikle azaltıldı.*****Bakalım bizde ne olacak?Bir vatandaşın 7 - 8 polis tarafından öldüresiye dövülmesinin görüntüleri toplumda çok büyük tepki yarattı. Polisler hakkında soruşturma açıldı ama bugüne kadar benzer olaylarda pek fazla bir şey olmadığını bildiğimizden, şimdi de sonucu merakla bekliyoruz.Liberal Demokrat Parti Genel Başkanı Cem Toker bir not göndermiş dün. Amerika’daki benzer olayı hatırlatarak o da aynı soruyu soruyor.Bakın Cem Toker ne diyor; 1991 yılında ABD’nin Los Angeles kentinde polisler gözaltına alacakları Rodney King isimli vatandaşı yere yatırıp coplarla dövdüler. Dayak görüntüleri bir başka vatandaş tarafından tesadüfen videoya çekildi ve basına verildi.Rodney King devletten 3.8 milyon dolar tazminat kazandı.Dayakçı polisler ceza olarak bizdeki saçmalık gibi San Diego’ya sürülmediler. Federal mahkeme tarafından vatandaşın sivil haklarını ihlalden meslekten atıldılar ve 32’şer ay hapis cezasına çarptırıldılar.*****Dualar tutmadıFenerbahçe’nin önce düşmesi sonra da Avrupa kupalarından menedilmesi için duaya çıkanların, TV ekranlarında “şike de şike” diye çabalayanların istediği olmadı. Ne Fenerbahçe’ye ne de Türkiye’ye UEFA’dan bir ceza geldi.“UEFA Federasyon’un kararına uyar” demiştim bir TV tartışmasında Fenerbahçeli olmayanların saldırısına uğramıştım sosyal medyada. Bir şey bilmiyordum elbette, ama “aklın yolu bir, bir ülke federasyonunun kararına rağmen UEFA aksi karar alamaz” diye düşünmüştüm. Çünkü bu durumda o ülkeyi de toptan karşısına almış olacaklardı.Ancak şimdi başka bir ciddi sorunla karşı karşıyayız. Zaten Fenerbahçe’yi mahkum etmek için açılan şike davası ne olacak? Mahkeme “şike vardır” diyerek Aziz yıldırım’ı ağır hapse mahkum ederse UEFA kararını tekrar gözden geçirecek mi?Onu bilemem. Bana kalırsa bu iş Başbakan’da biter. İster misiniz mahkeme “ne yapalım?” diye sorsun.
Hepimizi kahreden son PKK saldırısından sonra posta kutuma Dağlıca Yeşiltaş’ta görev yapan, adı ve rütbesi bende saklı bir subayın mesajı düştü.Tam çatışmanın ortasından yazıyordu. Dertliydi, üzüntülüydü, kahrolmuş hâldeydi.“Bu saldırının olacağı bekleniyordu” diyor çünkü. Orada bulunmalarının nedeni “bir karakol inşaatını tamamlamak.”Elbette “karakollar yenilenecek, daha güvenli hale getirilecek, ne var bunda?” diyebilirsiniz.Ama anladığım kadarıyla durum böyle değil. Siz en iyisi mesajı okuyun ve buralardan pek göremediğimiz gerçeklerden birini daha öğrenin:“Sevgili Can Ataklı,Bu yazıyı Dağlıca/Yeşiltaş saldırısının hemen arkasından yazma gereği duyuyorum. Saldırının olduğu sabah ben de Şemdinli İlçesi’nin Derecik Beldesi’ne bağlı Umurlu Köyü’ndeki hudut bölüğündeyim. Teröristler bizim bulunduğumuz bölgeye de havan ve Doçka uçaksavar ile taciz ateşi açtılar.Bu sabahki (19 Haziran 2012) saldırı Dağlıca tabur merkezi, Keri Tepe, Pey Tepe, Şehit Murat, Yeşiltaş tabur merkezi, Şehit Kâmil ve Şehit Çelik üs bölgelerine eş zamanlı yapıldı. Asıl hedef Yeşiltaş’ta bulunan Şehit Kâmil üs bölgesiymiş. Tüm yaralı ve şehitler oradan.(...) 12 Haziran 2012 tarihinde Umurlu Hudut Bölüğü’nün sorumluluk bölgesinde bulunan Kalmış Tepe’deki komando unsurlarına teröristler tarafından havan, roketatar ve hafif silahlarla saldırı yapıldı. Üç uzman çavuş yaralandı. Orada yaşananlar birer kahramanlık destanı idi. Ancak olayda şehit vermediğimiz için çok değerli Türk basınında gündeme bile gelmedi.Şimdi size bu yazıyı yazma gerekçemi açıklamak istiyorum. Umurlu’da bulunma sebebimiz hudut karakollarının inşaat faaliyetlerinin emniyetini almak. Buraya iki karakol yapılacakmış. Karakolların yapıldığı yerleri askeri mantık ve harekât açısından sayın generallerimiz dışında daha şimdiye kadar anlayan çıkmadı. Bizim resmi olmayan duyumlarımıza göre buraya gümrük kapısı açılacakmış.(...) Karakolun yapılacağı yerin üç yüz metre karşısında Türkiye - Irak sınırının zirve hattından geçiren Kalmış Tepe, Kalmış Tepe’nin 250 -300 metre karşısında da Irak’ın bir dağı var. Anlayacağınız karakolun yapılacağı yerden yükselen dağ blokları. Bölge tamamen kayalık ve sert ağaçlıktan oluşuyor. Görüş mesafesi yer yer 15-20 metreye kadar düşüyor. Anlayacağınız uzun süre teröristlerin yeni katılanlarına eğitim yaptıracakları canlı hedeflerin olduğu bir atış alanı konumunda.(...) Yapılacak karakolun kaçakçılığı önlemeye de terörle mücadeleye de bir gram katkısı yok.Şu anda askerler 45-50 derece sıcaklıkta kızgın güneşin altında önlerini zor gördükleri bir yerde karakol inşaatının emniyetini almak için yaşam mücadelesi veriyor. Birkaç gün sonra buranın da basılması an meselesi. 12 Haziran’da denediler, kahraman komandolar direndiler. Ancak biraz daha kalabalık gelirlerse ne kadar direnebilirler bilmiyorum.(...) Sizden ricam lütfen bu konuyu gündeme getirmenizdir. Bizler her gün ölmektense bir kere ölmeyi göze almış insanlarız. Mantığını anlamadığımız karakol inşaatının yapımında dolaylı da olsa katkıda bulunarak benden sonra olacakların vebalini taşımak istemiyorum.Kaleminiz keskin olsun. Allah’a emanet olun.*****Irak’ı neden sorumlu tutmuyoruz?CHP’nin eski milletvekillerinden Onur Öymen 8 yiğidimizin şehit olduğu saldırıdan sonra bir mesaj göndermiş. Öymen saldırıların Irak topraklarından yapıldığına dikkat çekerek bir kara harekâtı yapılmasını öneriyor.Öymen şunları söylüyor: “Dağlıca saldırısının sorumluları aranırken kimsenin aklına topraklarında PKK’yı barındıran Irak hükümetini suçlamak gelmiyor. Acaba neden?Oysa kendi anayasasına ve BM kararlarına göre Irak hükümetinin komşu ülkelere saldıran bütün terör örgütlerini tasfiye yükümlülüğü var.Irak hükümetine karşı güçlü bir girişim yapma zamanı gelmedi mi? Barzani ve Talabani’nin Türkiye’yi engelleme hakkı ve gücü var mı?Irak hükümeti yükümlülüklerini yerine getirmediğine göre Kuzey Irak’a kapsamlı, sonuç alıcı bir kara operasyonu için daha ne bekliyoruz? Hükümet Meclis’ten aldığı yetkiyi şimdi kullanmazsa ne zaman kullanacak? Tezkereye onay veren muhalefet acaba bu konuda ne düşünüyor?”Öymen’in mesajına eklemek istediğim bir nokta daha var. Suriye konusunda iktidar çok şahin. Bu ülke içindeki şiddet hareketlerine karşı “müdahalede bulunulmasını” istiyor.Ama iktidarın aklına nedense Irak’tan kaynaklanan şiddet hareketlerine müdahale etmek gelmiyor.*****Bu adam söylerKarayolları Genel Müdürü olan zat yol tamiratları nedeniyle İstanbul trafiğinde perişan olanlara “İstanbullular tatil yapsın” önerisi getirmiş.Neresinden tutulur bu lafın pek kestiremiyorum. Açıkçası önce inanamadım, “genel müdür olmuş biri herhalde iyi eğitim görmüş, akıllı fikirli biridir” diye düşünüyor insan.Peki o halde böyle bir öneriyi nasıl yapabiliyor?Sonra aklıma geldi, bu zatın başında bulunduğu Karayolları, kilometre tabelalarına yerleşim yeri olmayan Kocaeli ve Sakarya’yı yazan bilgiye sahip.Kocaeli ya da Sakarya adında bir “varış noktası” olmadığını bile bilmeyen bir kurumun başındakinden daha güzel bir cümle beklemek herhalde safdillik olur.Bu iktidarla birlikte galiba bir iş yapmak için liyakat, bilgi, beceri, eğitim pek aranmaz hale gelmiş.*****İlhan Selçuk anıtı açılıyorGeçen yıl bugün yitirdiğimiz Türk basının en önemli isimlerinden İlhan Selçuk’un anısına yapılan heykel bugün açılıyor.Evinin bulunduğu yere yakın olduğu için Akmerkez’in yanından Arnavutköy’e inen yolun kavşağına yerleştirilen heykelin açılışına CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da katılacak.Kars’ta yaptığı heykel Başbakan Erdoğan’ın talimatı ile yıkılan Mehmet Aksoy’un Beşiktaş Belediyesi için yaptığı “Cumhuriyet Aydınlanmasını Yaratanlar” heykelinde İlhan Selçuk’la birlikte Mustafa Kemal Atatürk, Aziz Nesin, Cevat Şakir Kabaağaçlı, Hasan Ali Yücel, İsmail Hakkı Tonguç, Mina Urgan, Muazzez İlmiye Çığ, Nâzım Hikmet, Tevfik Fikret, Turhan Selçuk, Uğur Mumcu gibi Cumhuriyet aydınlanmasını yaratan kimliklerin rölyefleri bulunuyor.Açılış bugün saat 17.00’de yapılacak.*****Karayolları Genel Müdürlüğü, trafiği rahatlatmak adına, imkânı olanların tatillerini İstanbul dışında geçirmelerini istemiş. KGM’nin unuttuğu nokta: Vatandaşın İstanbul dışına çıkması için önce arabasıyla trafiğin içinden çıkması gerek!
PKK ne zaman kanlı bir eylem gerçekleştirse, yandaşlar, maskeli liberaller, Türkiye sevgisizleri koro halinde “Zamanlamaya dikkat” diye fetva verdikten sonra şunu söylerler; “Tam barışa doğru adım atılıyordu ki, yine bozdular.”Peki, kim bozar bu barış adımlarını?Karanlık güçler.Kimdir bu karanlık güçler?İşte orası belli değil. Sizin meşrebinize göre “karanlık güçlerin” tanımı da değişir.Artık bu yalanı, bu safsatayı bir kenara bırakmak gerekiyor.Bu yalan ve safsata neredeyse 20 yıldır ağızlara pelesenk olmuş halde.Neymiş, 1993’te de barış umudu doğmuş ama PKK 33 askerimizi şehit etmiş.Abdullah Gül “Barışa çok yakınız” demiş, karakol baskınlarında 50’ye yakın askerimiz şehit edilmiş.Tayyip Erdoğan Apo ile adamını görüştürdü polise saldırılar oldu.Sonuçta “zamanlamaya dikkat” sözü sadece bir bahanedir.Çünkü söylendiği gibi ortada “barışa atılan adım” falan yok.Sadece iktidar adına ekranlarda olur olmaz konuşanların talep ve temennileri var.Siz hiç bugüne kadar iktidardan somut bir söylem duydunuz mu?Kürt açılımı adını verdikleri operasyonun başından beri herhangi bir AKP’linin ağzından “anayasada şunları yapacağız, yasalarda şunları değiştireceğiz” türü bir vaade rastladınız mı?Hayır.Ama laf çok. Kuru kalabalıktan öte değil.İktidar böyle de muhalefet farklı mı?İşte Kılıçdaroğlu kalktı gitti Erdoğan’ı ziyaret etti.O da somut bir şey söylemedi. “Biz varız” dedi. Elbette o da bir şeydir ama bunca yıldan sonra hâlâ “Önce masaya oturalım sonra öneriler getiririz” demenin de hiçbir anlamı yok.İktidar da muhalefet de artık halkı kandırmayı, bahanelerle oyalamayı bir an önce bırakmalı.Terörle mücadele nasıl edilecekse öyle edilmeli, huzuru sağlayacak adımlar neyse atılmalı.İlle zamanlama deniyorsa “işte şimdi tam zamanı” bunu bilelim.*****Türkiye uluslararası hakkını kullanmalıTerör acımasızca saldırıyor.Her gün şehitler veriyoruz.Her gün nice genç insanımızı yitiriyoruz.Her gün evlere yüreklere ateş düşüyor.Türkiye ise çaresizlik içinde şaşkın bir acı çekiyor.Kürt sorununu çözmek farklı, terörle mücadele etmek farklı.Türkiye artık bu iki sorunu da mutlaka çözmek zorunda.Tehdidin geldiği yer belli, teröristler belli.O halde öncelikle terör batağı tam kurutulamasa bile etkili olamayacak hale getirilmeli.Bunun için de Türkiye artık uluslararası haklarını kullanmalı, bundan çekinmemeli.Eski milletvekillerinden Uluç Gürkan, milletvekilliği döneminde çok uğraş verdiği Güneydoğu ve terör konusunda önemli bir öneri getirdi.Gürkan Kuzey Irak’tan gelen PKK saldırıları karşısında Türkiye’nin, Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nde öngörülen “meşru müdafaa” hakkını kullanması gerektiğini belirtti. Gürkan 1999-2002 Ecevit hükümetleri döneminde Kuzey Irak’a bu amaçla girildiğini ve terörün bu sayede durdurulabildiğini kaydetti.Türkiye bu hakkını 1990’lı yıllarda kullanmış. 3 sınır ötesi harekât ile 30’u aşkın sıcak takip operasyonu gerçekleştirilmişti. Özellikle Bülent Ecevit hükümetleri döneminde Kuzey Irak’a işgal amacıyla değil, güvenlik amacıyla, olumsuz gelişmeleri önlemek amacıyla girilmiş ve 2000’li yıllara gelindiğinde terörün durdurulması sağlanmıştı.getiren Gürkan Iraklı yetkililerin “Türkiye Kuzey Irak’a müdahale ederse uluslararası hukuku ihlal etmiş olur” açıklamalarının gerçeği yansıtmadığını, BM Sözleşmesi 51. maddesine göre,BM’ye üye bir ülkeye karşı silahlı bir saldırı olduğunda o ülkenin meşru müdafaa hakkının doğduğunu belirterek “PKK terör eylemleri bu maddedeki silahlı saldırı kapsamına giriyor. Türkiye’nin tek yapacağı, bu madde uyarınca meşru müdafaa hakkı kullanıldığını BM Güvenlik Konseyi’ne bildirmektir” diyor.*****Ne bilirkişiymiş bu böyleOdatv davasında sadece bir tahliye oldu. Çok şükür Müyesser Yıldız kurtuldu esaretlikten.Ama diğer gazeteci arkadaşlarımız hâlâ içeride. Üstelik mahkeme yaz tatili yapsın diye taa eylül ayına atıldı bir dahaki duruşma.Neden gazeteciler hâlâ hapiste tutuluyor?Çünkü bilirkişi raporu gelmemiş.Kimdir bu bilirkişiler, neyi bilirler,neyi araştırırlar da günü saati belli bir duruşmaya bir türlü bildiklerini yetiştiremezler?Ya “şiddetli şüphe” konusuna ne demeli?Ortada bir kanıt yok, ama mahkeme üyelerinde “suç işlendiğine yönelik güçlü bir kanaat” oluşmuş.Delil yokmuş ama şüphemiz var ya, kalsın içerde keratalar mantığı.Bu iktidarın mantığı böyle işte.Kimini açlıkla terbiye ediyor, kimini susturuyor, kiminin burnunu sürtmek için yandaş yalakalara verdiği talimatlarla karalama, aşağılama kampanyaları açtırıyor, kimilerini de hapse atıp “oh olsun” duygusunu tatmin ediyor.Ya vicdan? Ya insaf?Ona ne gerek var ki.Ayrıca bizden olmayanlara karşı böyle duyguları neden taşıyalım ki?*****Kimse inanmıyorYüreğimize dün yine ateş düştü. 8 gencimizi daha yitirdik, yaralıların durumunu ise bilmiyoruz, “kurtuldu” diye seviniyoruz belki ama ya bundan sonraki hayatları?Genelkurmay Başkanı hemen olay yerine koşmuş. İyi, koşsun koşmasına da, daha önce orada olması gerektiğini bilmiyor mu acaba? Şimdi ne fayda?Bu arada ilginç bir durum daha var. Dün gün boyu sosyal medyada bir dedikodu gezindi. Buna göre şehit sayısının 8 değil çok daha fazla olduğu söyleniyordu. Güya hükümet şehit sayısına sansür koymuştu.Şehitlerin daha fazla olduğuna inanmıyorum. Ama insanların kendilerine doğru bilgi verilmediğine inanmaları çok daha vahim bir gelişmedir. Eğer halk devletinin açıkladığı “şehit sayısına” bile kuşku ile bakmaya başlamışsa, bu hiç de iyi bir gelişme değildir.*****İstifa etmek çözüm değil bir görevdirAdalet Bakanı Şanlıurfa Cezaevi’ndeki trajediden sonra medyanın karşısına geçip bin dereden su getirdi.Geçmiş dönemi anlattı, grafik sunumlar yaptı,tutukluluk sürelerini savundu.Elbette duyduğu üzüntüyü ve ihmalleri de söylemeden edemedi ama istifa da etmeyeceğini açıkladı.Bakan’a göre “istifa etmek” bir çözüm değil.Bir sürü gerekçe sayıp sonra karşınızdaki herkesi “kahvehane sakini” olarak kabul edip “bu durumda istifa etsem her şey düzelecek mi?” diye sorarsanız, o ahali “haklı valla” der.Ama devlet yönetiminde, siyasette kahve kültürü olmayacağına göre Adalet Bakanı’nın söylemi de kayda değer değildir.Çünkü elbette bir bakan istifa edince işler “şıp diye” düzelmez. Ama demokratik ülkelerde siyasi şahsiyetler işin gereğini yaparlar ve istifa ederler, bu bir görevdir.Siyasetçinin kendine bağlı birimlerdeki yanlışlardan, hatalardan ve suçlardan sorumluluk duyması gerekir. Siyasetçinin cezası da istifa etmek ve muhtemelen ilk seçimlerde sandıktan çıkamamaktır.Oysa bizde, nedendir bilinmez, kim daha başarısızsa o daha da yükseliyor.
Haziran ayının başında önce Iğdır’dan sonra Erzurum’un Oltu’sundan Urfa’dan, Gümüşhane’den gelen “gökte parlak bir cisim dolaşıp kayboldu” haberleri heyecan yaratmıştı.Anlatılan, tipik “UFO” görüntüsüydü. Acaba uzaylılar ziyaret için bu kez Doğu Anadolu bölgesini mi tercih etmişti?UFO’lara inanalar (ki inanmamak için bir neden yok, şu koca evrende gerçekten yalnız başımıza mıyız) hemen harekete geçtiler, görüntü analizleri yapılmaya başlandı.Aradan birkaç gün geçti ki, İsrail’den bir açıklama geldi. Bu açıklamada gökyüzünde beliren parlak ışığın UFO değil bir Rus füzesi olduğu belirtiliyordu.Nitekim çok kısa bir süre sonra Rusya’dan beklenen açıklama geldi; “Özür dileriz, sizin UFO sandığınız ışıklı görüntü bizim Topol ICBM tipi bir füzemizdi. Bir atış tatbikatı yaptık, Kazakistan üzerinde olacaktı ama bir füze yanlışlıkla yoldan çıktı, bir sorun olmadan indirildi.”Herkes rahatladı.UFO heyecanı duyanların hevesi de kursaklarında kaldı.Buraya kadar normal değil mi?Evet, normal, ama kafama takılan bir nokta var.ABD’nin Malatya Kürecik’te kurduğu bir “füze kalkanı” var değil mi?Ve kalkan, Doğu’dan atılacak bir füzeyi anında saptayarak önlem alacak.Kalkan kurulurken hayli gürültü kopmuştu; İran’a karşı kurulduğu, NATO ülkelerini koruma bahanesiyle aslında İsrail’i koruyacağı ileri sürülüyordu.Buna karşı Başbakan Erdoğan “süper ülke olarak bazı yükümlülüklerimiz ve sorumluluklarımız” olduğunu belirterek bu füze kalkanının kurulmasına izin verdiğini söylemişti. Başbakan “denetimi bizde olacak, hem bilgiyi biz alacağız hem de karşı füzelerin kontrolü elimizin altında olacak” demişti.Oysa bir süre sonra bu füze kalkanının bilgileri bizimle asla paylaşmayacağı, ayrıca karşı füze kontrolünün de Akdeniz’deki ABD gemilerinde olacağı, bizzat ABD tarafından açıklanmıştı.Sorma, sorgulama yöntemi çoktan unutulduğu için birkaç kişi dışında kimse Başbakan’a “Bu nasıl iş?” diye soramamıştı.İşin ilginç tarafı Başbakan “Bu koruma kalkanı asla İsrail’i korumak için kurulmadı, İsrail’e yönelik bir füze saldırısında devreye girmeyecek” de demişti. ABD bunu da yalanlamış ve “kalkan İsrail’i de koruyacak” demişti.Mecburen yalayıp yutmuş ve susmuştuk.Şimdi merakım şu; bizim UFO zannettiğimiz Rus füzesini bu füze kalkanı gördü mü, görmedi mi?Muhtemelen görmüştür, ama doğal olarak bizim haberimiz olmadı. Çünkü Kürecik’teki füze kalkanlarıyla hiçbir ilgimiz yok, sadece topraklarımızı kullandırıyoruz.Bu kalkanın İsrail’i koruduğu da bir gerçek. Çünkü ilk açıklamaya bakın, nereden geldi? İsrail’den. Demek ki kalkan durumu saptadı, bilgiyi paylaştı ve İsrail’e yönelik bir tehdit olmadığını görüp bildirdi.Ama lütfedip Türkiye’ye bilgi vermediler. “Sizin UFO sandığınız aslında Rus füzesi” demediler. Bu nedenle hiçbir iktidar yetkilisi bu konuda bir açıklama yapmadı. Yapılan açıklamaların da üzerine yattı.*****Bu ne kin bu ne öfke böyleHürriyet’ten Vahap Munyar THY Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Topçu’yu konuşturmuş, işten atılma konusu üzerine.Yazıyı okurken insanın tüyleri ürperiyor.Bu kini, bu vicdansızlığı anlamak mümkün değil.Hamdi Topçu diyor ki “İzinsiz eylem yapanları uyardım, bunun cezasız kalmayacağını söyledim, çalışmaları engelleyenleri kamerayla saptadık.”Yani Yönetim Kurulu Başkanı Bey meğer çalışanları uyarmış, “atarım ha” demiş buna rağmen bir günlük eylem sürmüş.Eh koskoca THY Yönetim Kurulu Başkanı, onun lafının üzerine laf mı söylenir, o da atmış 305 kişiyi. Tazminatsız, ihbarsız.“Aç kalın da görün gününüzü, anlayın iktidardaki bir adamın sözünü dinlememeyi” demiş.Tabii sadece Hamdi Topçu değil, bütün THY Yönetim Kurulu oy birliği ile “atalım bunları” demiş.Yani vicdan sorunu bireysel değil, kolektif.Bu arada THY Yönetim Kurulu kimlerden oluşuyor acaba? Geçmişleri, bu sektör hakkındaki bilgi ve becerileri nelerdir?Örneğin Başkan Hamdi Topçu THY’ye gelmeden önce ne iş yapıyordu? Mali müşavir miydi? Küçük bir şirketteyken dev gibi bir havayolu şirketini yönetecek bilgi ve beceriye sahip olduğunu kim keşfetti. Bu kişi yönetime geldikten sonra THY’nin mali müşavirlik işleri, istifa ettiği şirkete mi verildi?Bunlar da merak konusu elbette.*****Üst üste yatan mahkûmlarŞanlıurfa Cezaevi’nde 13 kişinin ölümüyle sonuçlanan trajik olay, cezaevi kapasitesinin yetersizliğinden kaynaklanıyormuş. 6 kişilik koğuşlara 18 kişi koyunca elbette orası kalınmaz hale gelir. O sıkışıklık ve kalabalıkta tartışma çıkmaması da mümkün değildir.Üstelik bir kavganın yangınla sonuçlanması ve belli ki cezaevi yönetiminin beceriksizliği nedeniyle 13 insanımız daha hayatından oldu.Cezaevlerinin durumunu ancak bildiğimiz kişiler içeri girdiğinde ya da bu tür trajik olaylar sonucunda öğrenebiliyoruz.Bunun yanı sıra adalet sistemimizdeki garabeti de böylelikle görüyoruz.Silivri’de henüz hiçbir mahkûmiyet almamış gazeteciler, aydınlar, akademisyenler, askerler hücrelere atılıp koridorda bile birbiriyle karşılaştırılmazken, bakın Şanlıurfa’da 6 kişilik yerde 18 kişiyi bir arada yatırıyorlarmış.Başka cezaevlerinde üst üste yatırılarak eziyet çektirilirken, Silivri ve benzeri yerlerde tecrit ederek eziyet çektiriliyor. İkisi de yanlış olduğuna göre Adalet Bakanlığı suçlu demektir.*****THY’de grev yasaklatan işçi simsarı milletvekili meğer hayvansevermişMetin Külünk adını artık biliyorsunuzdur. THY’de grev yasaklatan AKP Rize Milletvekili. 305 kişinin işten atılmasına sebep olup sonra kendi internet sitesinde THY’ye hostes bulmak için işçi simsarlığına başlayan ve CV toplayan adam.Meğer bu kişi müthiş bir hayvansevermiş. Yaptıklarını yazınca hayvanseverlerden bir tepki yağdı ki sormayın. Efendim bu adam hayvan dostuymuş, hayvansever derneklerinin yanındaymış, onlar için canını dişine takıp çalışıyormuş, falan filan.Ne güzel de, yani Külünk Bey hayvanları seviyor diye THY’de yaptıklarını yok mu sayacağız?Bu kişi hayvanları seviyor olabilir ve bu nedenle takdir de ederiz ama biraz da insanları sevmesini dilemek hakkımız.Ayrıca hayvanlara bu kadar merhametle yaklaşıp bir vicdan abidesi gibi olabilen birisinin insanların işlerinden atılmasından mutluluk duyması ve kendisine yakın kişileri atılanların yerine aldırmak için kolları sıvaması da ne yaman çelişki.Bu arada, Külünk’ün topladığı CV’leri THY’ye gönderip gödermediğini, bunlardan kaçının işe alındığını ve AKP’li milletvekilinin bunlardan bir komisyon alıp almadığını da henüz öğrenemedik.*****LYS bitti, her zaman olduğu gibi “yanlış soru” tartışmaları başladı. Bir öneri: Bundan sonra sorulardan birisi de, “Bu sınavdaki soruların hangileri yanlıştır?” olsun. Böylece yanlış sorular da işe yarasın. (Gani Yıldız)
Sevgili okurlar; geçen haftayı yine başımızı döndüren bir gündemle geçirdik. Dünyada gündemi bu kadar hızlı değişen ve heyecanlı bir başka ülke var mı, bilemiyorum; kamuoyu ise neredeyse her gün değişen gündemlere çok alıştı, adeta hepimiz şerbetlendik. Yaz sıcak geçecek Başbakan bir gündem makinesi gibi. Kürtajı bitirdi, “partili cumhurbaşkanı” formülünü ortaya attı; Çamlıca’ya cami ile başladı, Fethullah Gülen’i Türkiye’ye davet etmekle devam etti. Üstüne de Anayasa Mahkemesi’nin 7 yıl kararı geldi. Belli ki yaz her açıdan çok sıcak geçecek. Hava da değişiyor En dikkat çekici nokta ise, AKP ve yandaşları çevresinde yaşanmaya başlanan hava değişikliği. İktidarı her koşulda desteklemeyi görev bilen çevrelerde “garip” bir huzursuzluk var. “Masum” şikâyetlerle başlayan eleştiriler giderek hükümete muhalefete dönüşüyor. Muhalifler bile şaşkın Yandaş bilinen çevrelerde başlayan eleştirilerin dozu öyle bir artıyor ki, bugüne kadar muhalefet eden ve bu nedenle yandaşların her türlü saldırısına uğrayanlar bile şaşkın. Yandaşların bazıları muhaliflerin bile cesaret edemeyeceği kadar sert eleştiriler yöneltiyor iktidara. Cemaat iktidar savaşı Kimsenin gizleyemediği çok açık bir cemaat-iktidar çatışması var artık. Sonuçta bir çatırdamaya yol açabilir mi? Bunu söylemek için henüz erken. Sonuçta iktidar ile cemaat arasında dine dayalı bir dayanışma var ki ciddi bir kapışmayı önleyecek önemli bir faktördür. Çıkar hedefleri Buna karşı, iktidarın çimentosu olan dini dayanışma, hedeflenen çıkarların zedelenmesi halinde bir anda ortadan kalkabilir. Şu sıralar ağır eleştirilerde bulunan kimi yandaşlar bu faktörü adeta yok sayıyor. Yatıştırma çabalarını sürdüren yaşlılar bu konuda ne kadar başarılı olur, bilinmez. Peki, ne oluyor? İktidarla cemaatin kapışması ilk anda akla ve mantığa aykırı geliyor. Ama kavga olduğunu da kimse saklayamıyor. Peki, ne oluyor? İktidar cemaat kavgası bölünmeye yol açarsa dine dayalı iktidar hedefine varmak da güçleşir. Taraflar bunu bilmiyor mu? Yoksa başka bir şey mi var? Global sistem Türkiye dâhil dünyanın pek çok ülkesi için kendi başkentinden yönetilme dönemi bitiyor. Bir lideri veya merkezi olmayan global dünya sistemi, sizin hakkınızda kararlar verip rahatlıkla uygulamaya sokabiliyor.Büyük sermayenin her şeye hâkim olduğu dünyamız yeniden şekilleniyor. Sınırlar kalkıyor, bölgesel sorunlar körüklenerek toplumlar ayrıştırılıyor ve yalnızlığa itiliyor, böylelikle ülkeleri dışarıdan yönetmek daha kolaylaşıyor. Bunu fark edemeyenler kendilerini güçlü sanıyor ama yanılıyorlar. Şeriatçı Türkiye Bilmemiz gereken şu: Global güçler için Türkiye’nin şeriatçı olması da faşist ya da demokrasiye çok bağlı olması önemli değildir. Önemli olan yönetimlerin istenileni yapıp yapmadıklarıdır. Söz dinlendiği sürece sorun çıkmaz. Ya iktidarlar söz dinlemiyorsa? Erdoğan’ın durumu Türkiye’nin bölgesinde ve dünya çapında önem kazandığı, ekonomisinin de güçlendiği kesin. Ancak başarı sadece hükümete ait değil, verdiği sözleri tuttuğu için Türkiye’nin önü açıldı, Erdoğan iktidarına dışarıdan büyük destek geldi. Cemaatin payı Şimdi dönelim yine iktidar cemaat kapışmasına. İktidarın başarısında cemaatin payı inkâr edilemez. Başta emniyet ve yargı olmak üzere cemaatçi yapılanma sayesinde iktidar “rahatsız edici” unsurları pasifize etmekte hiç zorlanmadı. Ancak dış desteklerini de görmezden gelemeyiz. Rahatsız edenler Rahatsız edici unsurlar derken kastettiğim başta silahlı kuvvetlerin bir kısmı ile muhalefet, emperyalizm ve global kapitalizm karşıtı kesimler, laikliğe ve Atatürk ilkelerine sadık bekçilik yapanlardır. Bertaraf edilmeleri sadece iktidarın değil global güçlerin de işine geliyor. Bunu bilelim.Yoksa yapamazdı İktidar eğer dış güç desteği olmasa Ergenekon, Balyoz gibi operasyonlara girişemezdi. Unutmayalım ki ordumuz bir NATO ordusu ve bu tür davalarla zayıflatılması NATO’nun da aleyhine. Ancak NATO’dan ve sivil uzantısı AB’den operasyonlara hiçbir tepki gelmedi. Onlar da istedi Çünkü orduya yönelik operasyon sadece iktidarın değil global güçlerin de işine geliyordu. İktidar ordunun laik yapısından rahatsızlık duyarken NATO, Amerika, Avrupa ve temsil ettikleri global güçler Soğuk Savaş sonrası Türk ordusunun “sorun olmasından” tedirginlik duydular. Komünizm bitti ama Türk Ordusu 1990’a kadar yurt savunması için değil komünizmle mücadele için örgütlenmişti. Zaten Türkiye’nin 1990’a kadar “dış düşman” tehdidi yoktu. SSCB vardı ve zaten çıkacak bir savaşta NATO bütün gücüyle devreye girecekti. Komünizm çökertildikten sonra durum değişti.NATO global gücün askeri kanadı haline gelirken, Türkiye’deki kimi subayların “Biz kimin ordusuyuz?” sorusunu nihayet sormaya başlamaları tedirginlik yarattı. Düğmeye basıldı ve “kıpırdayanlara” karşı operasyon başladı. Bundan NATO da çok kârlıydı, Türkiye’nin yeni iktidarı da. Cemaatin yeri Cemaatin rolü burada ortaya çıktı. Türk halkı ordusunu sever ve ona güvenir. Global güçlerin çıkarı için ordusunun yıpratılmasına izin vermez. O halde halkın hiç olmazsa yarısını operasyonlara sempati ile bakar hale getirmek gerekiyordu. Bu başarıldı. Demokrasi masalı Eğitime önem veren, biat etmiş olsa da akıllı, bilgili ve hatta entelektüel isimler yetiştiren cemaat sonunda sahaya çıktı. 28 Şubat’ta yapılan yanlışlar kullanılarak inançla fikir, demokrasi potasında birlikte eritildi; kafalar karıştırıldı ve ordu zihinlerde “İslam’a karşı” gibi sunuldu. Halkın yarısı buna inandı. Global işbirliği Halk sahte demokrasi masallarıyla, darbe paranoyaları ile oyalanırken bir yandan Türkiye’nin varı yoğu satıldı, diğer yandan global güçlerin tüm istekleri yerine getirildi, sıcak para ile yaratılan sanal zenginlikle kitlelerin gözü boyandı. İşin bonusu ise iktidarın giderek güçlenmesiydi. İktidar şişiyor İktidarın bu kadar güçlenmesi aynı zamanda bir tür “zehirlenmeye” de yol açıyor. Hem başına buyruk oluyor hem de global güçleri tedirgin etmeye başlıyor. Cemaate yakın bir akademisyen bunu “iktidar şişti diyorlar” diye açıkladı hafta başında bana. Bu çok ilginç ve önemli bir saptama bana göre. Sahte muhalefet Şimdi iktidara yönelik ağır bir eleştiri kampanyası başladı. Kimi yandaşlar Erdoğan’ın giderek sertleştiğini, despot bir yönetim uyguladığını, demokrasi ve hukuktan saptığını söylüyor. Bunlar doğru ama yeni değil; değişen, dış güçlerin artık rahatsız olmaya başlamalarıdır. Bu kavga sürerPeki, Erdoğan durumun farkında değil mi? Bence farkında ve durup dururken Gülen’e “Gel artık hasret bitsin” çağrısının nedeni kendisine yönelik operasyonun bitirilmesini sağlamak. Erdoğan tehlikenin dışarıdan geldiğini biliyor ve çok geç olmadan önlemini almak istiyor. Gülen gelmiyorBuna karşı Gülen gelmeyeceğini açıkladı. Çünkü Erdoğan’ın sözlerini “Ya sus otur oturduğun yerde ya da kavga edeceksen gel buraya, isminle cisminle” olarak tercüme ediyor. Gülen’in gelmeyi reddetmesi önümüzdeki daha şiddetli bir çatışmanın habercisidir. Göreceğiz.Hepinize iyi haftalar dilerim.
0ğlum, Atatürk bu ülkenin ışığıdır, onun ilke ve devrimlerinden sakın ayrılma.Oğlum namuslu ol, sakın namussuzların parlak laflarına kanma.Oğlum erdemli ol, aç da kalsan, yoksulluk da çeksen kendinden taviz verme.Oğlum ne olursa olsun yalan söyleme, bir kere ile bir şey olmaz diye düşünme sakın.Oğlum paylaşmayı bil, yoksa hayatın zevkini çıkaramazsın.Oğlum ahlaklı ol, ahlakını kaybetmekle ölmek arasında fark olmaz.Oğlum vicdanlı ol, başını yastığına rahat koy, huzurlu uyu.Oğlum çalışmadan kazanmayı düşünme, unutma ki emek vererek kazandığın her kuruş çok bereketlidir.Oğlum kimse hakkında dedikodu yapma, dedikodu seni sevgisiz yapar.Oğlum başkasını kıskanma, kıskanarak başkası gibi olamazsın kendinden kaybedersin.Oğlum kimse hakkında kötü söz söyleme kötü düşünme, onlara bir şey olmaz kötülükler sana yönelir.Oğlum öfkelenme, keskin sirke küpüne zarar verir.Oğlum akıllı ol, akılsız kararlar seni uçuruma götürür.Oğlum mantıklı ol, mantıksız attığın adımlarla mutluluğu asla yakalayamazsın.Oğlum seni sevenleri asla ihmal etme, iki elin kanda olsa yine ara sor.Ve babam dedi ki:Oğlum herkese çok güvenme, sonra üzülme.Oğlum yalancılarla, ahlaksızlarla, vicdansızlarla, namuzsuzlarla birlikte olma, sana bulaştırmalarına izin verme.Ve babam hep der ki:Oğlum dikkatli konuş dikkatli yaz.Oğlum dikkatli arkaba kullan.Oğlum sigara içme.Oğlum bağırma, sağır değilim.Oğlum üşütme.Oğlum biraz zayıfla.Oğlum her şeyi söyleme.Oğlum söylediklerimi unutma.Sevgili babacığım, iyi ki varsın!Babalar günün kutlu olsun!Tüm babaların Babalar Günü kutlu olsun.*****Gani Yıldız’dan“Direksiyon başında uyku” can almaya devam ediyor. Trafiğin bir bilinç işi olduğu konusunda “uyuyanlar”ın ülkesinde bu tip kazalar normaldir.***“Milletvekili cezaevinde olur mu?!” deyip kızanlara cevap verelim: Bal gibi olur. Madem milletvekili demek, “milletin temsilcisi” demek, o zaman onlar da fikirleri yüzünden baskı görenleri, özgürlükleri kısıtlananları temsil etmek için cezaevindeler.***Afet riski altındaki alanların yıkılıp yeniden yapılmasını öngören kentsel dönüşüm projeleri “rant projeleri”ne dönüşebilirmiş. Yok canım! Koskoca kentleri dönüştürenler için bu projeler olsa olsa birer noktadır. Tabii köşe dönüm noktası.***Başbakan’la basın özgürlüğü konusunda tartışma yaşayan yazar Paul Auster, bir üniversitemizin hazırladığı toplantıya görüntülü konuşmayla katılmayıp ifade özgürlüğünü “banttan” anlatmış. Alışkın olduğumuz bir durum. Zira uzun zamandır ifade özgürlüğünün “canlısına” tanık olmadık, “banttan” idare ediyoruz.***Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Sami Selçuk, “Demokrasimiz nefes darlığı çekiyor. Yokuşa geldiği zaman durmak zorunda kalıyor” demiş. O da durduğu yerde dursaydı, kim kendisine o kadar “ilerlemesini” söyledi ki?!***Cezaevlerindeki üniversiteli sayısı 700’ü geçmiş. Desenize, “İki üniversiteli gençlerimizin sayısı” hızla artıyor!*****Hasta: İntihara meyilliyim Doktor: O zaman para peşinYıldırım Tuna’dan bu hafta gelen fıkralardan birini başlıkta okudunuz. Gerisini okumak için şimdi devam edebilirsiniz. Keyifli pazarlar...Kaç dolar ederAfrika seyahatinde rehber, adamı ilkel yaşam sürdüren yamyamların köyüne götürmüş. Adam, hayatında ilk defa orada kiloyla ‘kadın göğsü’ satıldığını görmüş. Zenci kadın göğüslerinin kilosu 200 dolar, beyaz ırk kadınlarının göğüslerinin kilosu ise 300 dolara satılmaktaymış. Sırf gırgır olsun diye satıcı zenciye karısını gösterip, “Bu tiplerin göğüslerinin kilosu ne kadar eder?” diye sormuş. Zenci adamın karısına bakıp, “En az 1000 dolar eder“ demiş cevaben. “Nee?” demiş adam şaşırarak, “Neden bu kadar fazla?”demiş. Zenci satıcı, “Eeee, bir kilo göğüs toplayabilmek için seninki gibilerinden en az 10 tane yakalamak gerek.”GünlüklerKADININ GÜNLÜĞÜ: Bu gece kocam çok garip davranıyor. Akşam güzel bir restoranda buluşmak üzere sözleşmiştik. Bütün gün arkadaşlarımla alışveriş yapıp geç kaldım diye mi böyle acaba? Bu konuda bana hiçbir şey söylemedi. Konuşmuyoruz. “Sessiz bir yere gidip konuşalım” dedim kabul etti ama yine de benimle konuşmadı. “Ne var?” diye sordum “Yok bir şey” dedi. “Seni üzecek ne yaptım?” dedim. “Bir şey yapmadın” diye cevap verdi. Eve dönerken “Onu sevdiğimi” söyledim hafifçe gülümsedi ve arabayı kullanmaya devam etti. Neden “Ben de seni seviyorum” demedi anlayamıyorum. Eve geldiğimizde onu tamamen kaybettiğimi hissettim. Aklı başka bir yerdeydi. Sessizce TV seyretti. Ben de yatağıma gittim. 15 dakika sonra o da geldi. Kendini kaybetmiş bir vaziyetteydi. Uyudum. Ne yapacağımı bilemiyorum. Bu hayat çekilmez artık.VE KOCASININ GÜNLÜĞÜ: Yahu şu yediğimiz 4 gol de yenecek gol mü? Yahu insanın aklı almıyor ya. Delirmemek vallahi işten değil!PeşinDoktoruma “ intihara meyilliyim “ dedim, “Kardeşim, o halde tedavi ücretini peşin ödeyin “ dedi.Sihirli arabaBabası 18 yaşını doldurunca kızına bir araba almış. Doğum gününde arabanın anahtarını kızına uzatırken, “Bu sihirli bir arabadır” demiş. “Sihirli mi? Nasıl?” diye heyecanlanmış kız. “Evet bir tanem” demiş babası, “Eve bir ceza makbuzu geldiğinde bu araba anında ortadan kayboluverir.”MerakGeleceği öğrenmek için falcıya gittim. Işıklı kristal topuna bakar bakmaz suratı bembeyaz oldu. Birden sandalyesinden kalkarak kaçmaya başladı. Kaptım o cam topu fırlattım ense köküne. Çenesi önde yüzükoyun merdivenlerden aşağı kaydı gitti. Sıvıştım oradan. Acaba o ışıklı topta ne gördü? Meraktan çatlayacağım.Yaş meselesiDoktor, muayene ettiği kadına “Ensenizde bir ağrınız olduğunu söylüyorsunuz. Bitmeyen bir baş dönmeniz var ve sürekli mideniz bulanıyor. Tamam mı? Bunların hepsini not ettim. Bir de şuraya kaç yaşında olduğunuzu yazmam gerek” demiş. “N.. Neden?” demiş kadın, “Önümüzdeki ay 40’ıma giriyorum işte?” Doktor, “Hadi ya?” demiş şaşırarak, “Mmmm, demek biraz hafıza kaybınız da mevcut.”DertliDoktor, çok mutsuzum. Hiç arkadaş edinemiyorum. Yo-yo oynuyorum, o bile bana geri gelmiyor. Anlayın artık.
Başbakan Erdoğan’ın bir anda Fethullah Gülen’i Türkiye’ye davet etmesi siyasette dengeleri değiştirecek niteliktedir.Gülen’in bu çağrıya uyup uymayacağı belli değil. Cemaate yakın bazı isimler her ne kadar Başbakan’ın çağrısının “çok güzel” ve “çok olumlu” olduğunu söyleseler bile bu, Gülen’in dönmek için harekete geçeceği anlamına gelmez.Ancak o aşamaya gelmeden bazı sorulara cevap bulmak durumundayız.1- Fethullah Gülen neden Amerika’ya gitmişti?Çünkü bundan 14 yıl önce Gülen hakkında “Suç amaçlı örgüt kurmak, silahlı terörist eylemler hazırlamak” türü bir suçlama yapılmıştı. O sırada Amerika’ya tedavi için giden Gülen bir daha dönmedi.2- Gülen neden hiç Türkiye’ye gelmedi?Çünkü davası devam ediyordu, gelmesi halinde gözaltına alınması, sorgulanması ve hatta tutuklanması ihtimali vardı.3- Şu anda Gülen’le ilgili bir dava var mı?Hayır yok. Hakkındaki dava çoktan düştü.4- Buna rağmen Gülen neden gelmiyor?İşte orası muamma. Gülen’in Türkiye’ye gelmemesi için hiçbir neden yok.Ancak özellikle cemaat çevreleri “bir hassasiyetten” söz ediyorlar.Gülen’in Türkiye’ye gelmesinin “bazı çevrelerde” huzursuzluk yaratacağını ileri sürüyorlar.Garip olan şu ki bu iddiaları söyleyenler, iddialarını hiçbir şekilde temellendiremiyor. Kim “huzursuz” olur, “hassasiyet” nedir, bir türlü açıklanmıyor.Buna mantıklı sayılabilmeye en yakın cevabı geçen akşam Kanaltürk’te katıldığım programda Ali Bulaç verdi. Bulaç Gülen hareketinin “global” bir yapı kazandığını ve bu büyük operasyonu dünyanın da merkezi sayılan Amerika’dan yönetmenin daha elverişli olabileceğini söyledi.Bu bir görüş tabii ama yine de Gülen’in “ziyaret amaçlı” olsa bile Türkiye’ye hiç gelmemesini açıklamaz.O halde ortada “bilmediğimiz” bir sorun mu var?Başbakan Erdoğan’ın, tam da cemaate yakın isimlerin muhalefet olarak nitelenebilecek biçimde hükümeti eleştirdiği bir sırada çıkıp da “hasret bitsin artık” demesi ister istemez kafaları karıştırıyor.Erdoğan gerçekten Gülen’in dönmesini mi istiyor yoksa gelme ihtimaline karşı bir önlem mi alıyor.Cevabı verilmeyen sorulara bakınca Erdoğan’ın aslında Gülen’in gelmesini değil tam tersine, gelmemesi istediğini tahmin ediyorum.Gülen’in de bunu “tuzak” olarak algılayabileceğini ve belki de başlattığı “geri dönme” planını bir süreliğine daha askıya alacağını düşünüyorum.Çünkü, cemaatle iktidar arasında ciddi bir çatışma olduğu kesin. Her ne kadar resmi söylemlerde inkâr ediliyorsa da, biraz sohbet ettiğinizde bu çatışmanın aslında giderek daha da keskinleşeceğini anlıyorsunuz.Gülen’in bu çatışmayı dışarda kalarak ve uzaktan izlemeyi tercih etmesi doğaldır.*****Abdullah Gül kazandıAçık söyleyeyim, ben daha çok Anayasa Mahkemesi’nin Gül’ün görev süresi ile ilgili yasayı tümüyle iptal edeceğini tahmin etmiştim.Gerçi çeşitli yazılarımda ve televizyon konuşmalarımda bu konunun Anayasa Mahkemesi’ni bile aştığını, kararın “güçler dengesine göre” verileceğini de belirtmiştim.Görünen o ki Abdullah Gül’ün gücü daha ağır bastı.Eğer yasa tümden iptal edilseydi, üç ay içinde seçime gidecek ve ilk kez bir cumhurbaşkanı seçecektik.Şimdi seçim iki yıl sonraya kaldı.Bu karar Abdullah Gül’ün zaferidir.Çünkü AKP’nin 2014’te “Abdullah Gül’ü ekarte etme” planı suya düşmüştür.Nitekim AKP’li Nurettin Canikli’nin muhtemelen “boş bulunup” da söylediği “Hem görev sürnesi 7 yıl hem de aday olabiliyor, böyle şey olur mu?” sözleri bunun kanıtı gibidir.Eğer bu yıl bir seçim olsaydı Gül, Tayyip Erdoğan’a karşı aday olmayabilirdi, hatta büyük olasılıkla buna cesaret de edemezdi.Oysa önümüzdeki iki yıl içinde neler olacağını bilmiyoruz.İki yıl sonra Gül aday olabilir de olmayabilir de.Aynı şekilde iki yıl sonrasında Erdoğan’ın da aday olup olmayacağı kesin değildir artık.*****‘Babamı istiyorum’Yarın Babalar Günü. Kimi babasını kaybettiği kimi babasından çok uzakta olduğu için bu günü anlamına uygun yaşayamayacak, ama mutlaka hissedecek.Bir de babaları hapiste olanlar var. Hele aralarında “suçunun ne olduğunu bile bilmeden” yıllardır hapiste tutulan babalar var.İşte onları unutmayanlar yarın “Babamı istiyorum” sloganı altında “Babalar Günü”nü kutlayacaklar!Silivri ve Hasdal gönüllülerinin öncülüğündeki “kutlama!”ya CHP İstanbul örgütü, Gazeteciler Sendikası, Vardiya Bizde Platformu, Türkiye Gençlik Birliği, İşçi Partisi, Balbay’a özgürlük girişimi ve Tuncay Özkan gönüllüleri destek veriyor.Kutlamalar (!) saat 17.00’de Galatasaray Lisesi önünde başlayacak. Yapılacak konuşmalardan sonra Taksim’e doğru kısa bir yürüyüş yapılacak.*****Özel Yetkili Mahkemeleri getirenler, mahkemelerin yapısıyla ilgili eleştirilere kulak tıkamış, “yaptık, oldu” demişti. Şimdi getirenler de şikâyetçi ve mahkemelerin kaldırılması bile tartışılıyor. Eleştirenler de haklı şekilde, “yaptınız, olmadı” diyor... (Gani Yıldız) *****Gül 17 yıl Çankaya’da oturabilirŞimdi hukukçulara sormak istiyorum.Anayasa Mahkemesi kararına göre 2014’te yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Gül aday olabilecek.Diyelim ki Gül 2014’te aday oldu ve kazandı, peki 2019’da yapılacak seçimlerde tekrar aday olabilir mi?Bu soruya hukuçular ilk duyduklarında “Hayır olamaz!” diyor.Ben de “Neden?” diye soruyorum. Diyorlar ki “Gül 7 yıl Cumhurbaşkanlığı yaptı, 2014’te seçilirse bu iki olacak ve hakkı bitecek.”“Tamam ama bir de şu açıdan düşünün” diyorum.Abdullah Gül Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 7 yıllığına bir kereye mahsus olmak üzere seçildi.Ancak bu seçimden önce yapılan anayasa değişikliği ile cumhurbaşkanlığı seçiminin halk tarafından beş yılda bir yapılmasına karar verildi. Yeni yasaya göre bir kişi ancak iki kere cumhurbaşkanı olabiliyor.Yeni anayasa maddesi Gül’ün görev süresi bittikten sonra geçerlilik kazanacak. Bu durumda Cumhurbaşkanlığı seçimi “sıfırdan” başlamış olacak.Gül eski sisteme göre cumhurbaşkanı olmuştu. Sistem sıfırlandığında neden diğer adaylar gibi onun da iki kere seçilme hakkı olmasın? Bunu neden yazıyorum; önümüzde iki yıl var. Henüz cumhurbaşkanı seçim kanunu ve cumhurbaşkanının görev yetkileri ile ilgili anayasa ve yasa değişiklikleri yapılmadı.İki yıl sonra tekrar herhangi bir hukuksal sorun yaşamamak için bu iki yıl içinde cumhurbaşkanlığı ile ilgili tüm hukuki düzenleme yapılmalıdır.
Bu kuşkum yeni değil. Daha önce de dile getirmiştim.Suriye’de neler olup bittiğini tam olarak bilmiyoruz.Orada gazetecimiz yok. Gidenlerin de bir kısmının “sanki Suriye’de yaşananları çarpıtmaları için” gönderildikleri izlenimi doğmuştu bende.Çünkü bazı gazeteciler “vahşeti” çok güzel anlatıyorlardı da, nedense tek fotoğrafını bile çekmemişlerdi.15-20 yıl önce olsa anlarım. O zamanlar elimizde koca fotoğraf makineleri vardı. Gözle görünüyordu, saklaması pek mümkün değildi, şimdi fotoğraf çekmek çok kolaylaştı. Üstelik banyo ettirme derdi olmadığı gibi cep telefonlarıyla anında gönderebiliyorsunuz.Batı medyası ve bizdeki iktidar yanlısı medya hemen her gün Suriye’den yeni bir katliam haberi yayınlıyor.Oysa bizim hemen inandığımız bu katliam haberleri için Suriye yönetimi “bizimle ilgisi yok; bunu yapanlar ülkemizi yıkmak isteyenlerin ajanları” diye açıklamalar yapıyorlar. Gariptir, bu tür açıklamalar bizde pek yayınlanmıyor.Örneğin Hule’de 50 çocuğun öldürüldüğü katliamı yapan Esad’ın askerlerinin ayaklarında postal yerine spor ayakkabıları olduğu söyleniyor. Esad askerleri neden postal yerine spor ayakkabı giysin ki? Kim bilir belki üniforma bulmak kolaydır da postal bulmak zordur.Elbette eğer bazı katliamları muhalif gruplar yapıyorsa bu Suriye yönetiminin masum olduğunu göstermez.Esad rejiminin ülkesinde baskı politikaları uyguladığı, muhaliflere pek göz açtırmadığı bilinen bir gerçek.Ancak bölge coğrafyasındaki birçok ülkenin durumu aynı.Buna rağmen çoğu ayakta dururken sanki sadece “seçilen” bazı ülkeler ve liderleri ülkede karışıklık yaratılarak gönderilmek isteniyor.Örneğin Libya ve Kaddafi’nin durumunu henüz unutmadık.Kaddafi dünya gözüyle bakıldığında bir “deli” gibi görünüyordu. Ama ülkesinde kendisine karşı olan herkesi öldüren bir cani değildi.Batılı güçler önce ülkede iç karışıklık çıkardılar, sonra jetleriyle, gemileriyle ülkeyi abluka altına aldılar. Kaddafi’yi bulup bir grup azgının önüne atıp linç ettirdiler.Herhalde petrol yataklarına el konunca vicdanlar bir parça rahat ettirilmiştir.Şimdi benzer oyun sanki Suriye’de oynanıyor.Bütün bunların ötesinde Suriye olaylarında Türkiye’nin rolü olup olmadığı da bir muamma. Suriye sınırımızda pek çok kamp var, Esad’tan kaçanlar burada kalıyor.Ancak pek yazılmayan söylentiler de dolaşıyor. Bu kamplardaki bazı silahlı unsurların Suriye’ye gittiği,çeşitli eylemler yapıldıktan sonra döndüğü iddiaları acaba doğru olabilir mi?Son olarak İngiliz Independent gazetesi Suriyeli muhaliflere Türkiye üzerinden silah yardımı yapıldığını yazdı. Türkiye üzerinden yapılan bu yardımın iktidar tarafından bilinmemesi mümkün mü?Bir taraftan muhaliflere yardım edecek ve kan akmasına göz yumacaksınız öte taraftan Esad’a esip gürleyeceksiniz, bu siyaset bir gün başımıza iş açar.Suriye’deki olaylara daha serinkanlı bakmak durumundayız.*****Nail Keçili’nin feryadıTürkiye’nin reklam sektöründeki en önemli isimlerden biri hiç kuşkusuz Nail Keçili’dir.28 Şubat döneminden sonraki ekonominin çalkantılı olduğu, bankalara bol bol el konulduğu dönemde başı hayli derde giren ve bu nedenle neredeyse varını yoğunu kaybeden Nail Keçili son dönemlerde toparlanmaya başladı.Nail Keçili’den 5 Haziran’da kaleme aldığı bir mektup geldi.Etibank ve Egebank davaları nedeniyle tutuklanan, 1.5 yıl da hapis yatan Nail Keçili’nin tüm mal varlığına ve parasına TMSF tarafından el konulmuştu.Ancak Keçili açılan davaların hepsinden birer birer beraat etti.Şimdi bu beraat kararları Yargıtay tarafından da onaylanmış. Yani Nail Keçili artık tamamen özgür bir vatandaş. Şimdi haksız olarak elinden alınan malların ve paraların peşinde.Keçili’nin feryadı medya konusunda. Çünkü Keçili tutuklanıp cezaevine atıldığı dönemde medyada hakkında yayınlananlardan dolayı çok kırgın ve hatta öfkeli.Mektubunda aynen şunu söylüyor:Ey medyanın çok değerli mensupları, çoğunuz beni ve şirketlerimi hırsız, uğursuz, dolandırıcı, hortumcu olarak yazdınız ve bahsettiniz. Bakın evvelki gün ne oldu biliyor musunuz?Nail Keçili ve Cenajans, Ankara’dan Yargıtay’dan da beraatleri onanarak; şereflerini, şanlarını, itibarlarını aslan gibi geri aldılar. Şimdi adil şekilde tutuklandığım zaman manşet yaptığınız haberleri ve fotoğrafları hatırlayarak, Yargıtay tarafından onanan beraatimi ve bunu bana yapan insanların sorgulanmalarını sağlayacak mısınız?Meslektaşlarınız için idealistler için, içeride yatan insanlar için sayfalarınızı açıp özgürlüğe konuşmalarını sağlamaya çalışıyorsunuz. Bu kuruluş 1970 ile 2000 yılları arası Türk medyasını en çok destekleyen grup olarak her yıl sizlerden ödül alırdı. Duvarlarımız altın vergi levhaları ile dolu. Şimdi görüntülerinizde, sütunlarınızda bu kuruluşa yani Cenajans grubuna Yargıtay tasdikli aklandığının haberini kullanarak yer verecek misiniz?Ben sizden rica ediyorum, istirham ediyorum. Kullanın bu haberi. Kayıpların geri gelmesinin çok zor olduğunu biliyorum. Ama şerefsizlerin verdikleri zararın ülke için, insanlar için, dürüstler için ne denli kötülüklerle dolu olduğu bilinmesi lazım.Devletin verdiği yetkiler kişisel, sadist zevkler için kullanıldığında devlet bundan hesap sormazsa vay halimize!..*****O milletvekili THY’den komisyon da alacak mı?Sivil havacılıkta grev yasağı getirten AKP’li milletvekili Metin Külünk adlı kişi, aynı zamanda bir iş bulma simsarı biliyorsunuz.Kendi internet sitesinde isteklilerden CV yani özgeçmiş topluyor.Açıkça yazmıyor ama buraya başvuranların çoğu “uçuş görevlisi” olmak için özgeçmişlerini bırakıyorlar.Birine iş bulmak için simsarlık yapmak günümüzde geçerli mesleklerden biri.İş bulan kişi, iş bulduğu kişinin bir aylık maaşını komisyon olarak alıyor.Bazı iş bulma şirketleri bunun yarısını iş buldukları kişiden yarısını da işe alan şirketten alıyor.Anlaşmaya göre bazen bütün komisyonu şirket ödüyor.İnternet sitesinin renkleri ve amblemi THY’ninkini andıran Metin Külünk adlı milletvekili-işçi simsarı acaba THY’ye gönderdiği özgeçmiş sahiplerinden işe alınan olursa bunlardan komisyon alacak mı? Ne kadar alacak?THY toplam 305 kişiyi işten attı. Hostes maaşları ortalama 3 bin lira. 100 kişi Metin Külünk adlı milletvekili işçi simsarının gönderdiği kişilerden seçilse komisyonu ne kadar tutar bir hesap edin.*****RTÜK’ün “izlediği” Behzat Ç. dizisine “alkol içilen sahneler” yüzünden ceza kesilmiş. “Böylesi ancak dizilerde olur” diyeceğiz, komik olacak. Zira gerçek hayatta alkol içen de cezalandırılır hale geldi! (Gani Yıldız)