Sevgili okurlar; gündemin sürekli değişmesinden söz ediyoruz ne zamandır. Artık gündemimize bir de “savaş tehlikesi” eklendi. Gerçi böyle bir ihtimal çok değil ama,yarattığı psikolojik ortam ister istemez ülkede heyecana neden oluyor. Özellikle Suriye’ye sınırı olan illerde hava daha da gergin.Özel yetkili mahkemelerAncak bugün sizlerle Suriye üzerine değil, Özel Yetkili Mahkemeler’le ilgili sohbet etmek istiyorum. Erdoğan, özellikle kendi tarafındaki ağır eleştirilere hiç aldırmadan bu mahkemelerin kaldırılmasına karar verdi. Peki bunca eleştiriye rağmen Başbakan Erdoğan’ı bu karara iten etkenler neler?2005’te kabul edildiAyrıntısına geçmeden önce Özel Yetkili Mahkemelerin kuruluşuna bir bakalım. DGM’lerin kaldırılmasından sonra özellikle terör suçlarıyla baş etmekte güçlük çıktığını öne süren askerler 2002 seçiminde iktidar olan AKP hükümetini yeni bir yasal düzenleme için sıkıştırmaya başladı.Hiç istemiyorlardıTalebin askerden gelmesi iktidarı endişelendiriyordu. Ancak hukuken de böyle bir düzenleme gerekiyordu. İktidarın bütün isteksizliğine rağmen yasa Meclis’te görüşüldü ve sonunda yeni yasa 17 Aralık 2004’te Resmi Gazete’de yayımlandı ve 1 Haziran 2005’te ise yürürlüğe girdi.Katalog suçlarYeni düzenleme CMK’nın 250. maddesinde yer aldı. Buna göre özel yetkili mahkemeler, şu suçlara bakıyor: Organize biçimde uyuşturucu üretimi ve satışı, cebir ve tehdit içeren çıkar amaçlı organize suçlar, terör suçları, anayasal düzene karşı işlenen suçlar ve casusluk. Bunlara katalog suç dendi.Yasaların uygulanmasıAmaç şuydu; tutuklu sayısının azaltılması, delil toplamaya öncelik verilmesi, tutukluluk sürelerinin azaltılması. Yani bu mahkemeler ve maddeler, yargıya da ciddiyet getirmeyi amaçlıyordu. Ancak uygulama tam tersine oldu. Tutuklu sayısı arttı, suçludan delile gidildi ve tutukluluk süreleri uzadı.Darbe hazırlıkları27 Nisan iktidarın en korkulu gecesi olmuştu. “Ne yapalım” diye düşündü kurmaylar. “Öyle de ölürüz böyle de” denilerek tepki gösterilmesi kararlaştırıldı. Tepkiye tepki gelmeyince iktidar kanadı derin bir nefes aldı. Askerin sanıldığı kadar güçlü ve kararlı olmadığı ortadaydı.Seçim zaferiHemen ardından AKP 2007’de kendisini de şaşırtan bir seçim zaferi kazandı. Erdoğan artık çok rahatlamıştı. Belli ki o sıralarda “ne olduğu tam anlaşılamayan” Ergenekon olayının üzerine gidilmesi için talimatlar verdi. Savcılar çalışmalarını daha da yoğunlaştırdı. Bir şeyler olacaktı.AKP’ye kapatma davasıSeçim sarhoşluğu da yaşayan AKP’ye kısa bir süre sonra bir şok tokat geldi. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı “laikliğe karşı olduğu” gerekçesiyle AKP’nin kapatılması için dava açtı. Bu beklenmedik bir gelişmeydi. AKP’de nefesler tutuldu, sonuç 6 ay sonra alındı. Parti suçluydu ama kapatılmadı.Artık düğmeye basılıyorKapatma olayının da kazasız atlatılmasından sonra AKP kurmayları “Bunun bir daha başımıza gelmemesi için artık iktidar gücümüzü ortaya koymalıyız” kararını aldı. Bundan böyle “tehdit unsuru olan” her kurumun üzerine gidilecekti. Asker mutlaka devreden çıkarılmalıydı. Düğmeye basıldı.Davalar başlıyorGerisini biliyorsunuz. “Darbe yapılacaktı” gerekçesiyle gazeteciler, akademisyenler, yazarlar, üniversite rektörleri bazı emekli generaller art arda tutuklanmaya başlandı. Ardından çıta yükseltildi ve sıra muvazzaf generallere uzandı. İş sonunda bir Genelkurmay Başkanı’na kadar vardırıldı.Bütün kurumlar bittiBu davalar sürerken devletin bütün kurumlarında hâkimiyet de sağlandı. Anayasa Mahkemesi’nin yapısı değişti, HSYK tamamen iktidar kontrolüne sokuldu, Yargıtay ve Danıştay’da iktidar gücü sağlandı. Davalarla ise muhalif görünen her kurum ve kişi itibarsızlaştırıldı, etkisiz hale getirildi.Zaman akıp gidiyorAncak zaman akıp gidiyor, davalar bir türlü sonuna varmıyor. İlk başlarda operasyonlara destek veren geniş kitlelerde bile “uzun tutukluluklar” tepki yaratıyordu. Sorun mahkemelerin bir noktada sıkışıp kalmasıydı. Çünkü intikam amaçlı bu davalarda hukuku kılıfına uydurmak haliyle çok zordu.Hukuksuzluk diz boyuİktidar ve yandaşları davaları “demokrasinin zaferi” gibi sunsa da, bu davalar aslında çok zayıf. Suçlamalar yeterli delillere değil kanaatlere dayanıyor. “Bunlar darbe yapacaklardı” görüşüne “delil” koymak zorunluydu hukuken. Ancak deliller sadece gizlice dinlenen telefon kayıtlarıyla sınırlı.Nasıl karar verilecekÇalakalem açılan davalar uzadıkça uzuyor, mahkemeler tahliye veremiyorlar ama sorun şu ki kime ne ceza verileceğine de karar vermek zor. Nitekim Balyoz davasında neredeyse herkese aynı cezanın istenmesi bunun bir kanıtı. Mahkemeler “kararı verip kurtulmak” istiyorlar sanki. Ya sonrası?Namlunun terse dönmesiBütün bunların ötesinde MİT Müsteşarı’nın da tıpkı Genelkurmay Başkanı gibi “terörist olma şüphesiyle” ifadeye çağrılması, namlunun bir anda iktidara da dönebileceğinin işareti oldu. Başbakan bu gerçeğe öyle öfkelendi ki, Meclis tarihinin en hızlı kanununu çıkarmak zorunda kaldı. Ne fayda?İntikamcıdan intikamKimi yandaşlar, “darbecileri altettik, demokrasiyi getirdik” safsatasına inanabilir ama, iktidar gerçeğin farkında. Bu davalarla ilgili gerçekler eninde sonunda ortaya çıkacaktır. Ayrıca rollerin değişmesiyle özel mahkemeler bu kez bugünün intikamcılarından intikam almak amacıyla kullanılabilir.Yanlıştan dönmekİşte bu nedenle Erdoğan önlemini almak ve özel mahkemelerin açtığı hasarı, kendisine fazla zarar vermeden kapatmak istiyor. Artık “yeterli intikamın” alındığı düşünülüyor olabilir. Bir noktada işi bitirir, sonrasını zamana yayarsınız. Tutuklular özgürlüğe kavuşunca bir süre sonra her şeyi unuturlar.Dendiği gibi değilAncak bu noktada bir gariplik yaşıyoruz. Erdoğan özel yetkili mahkemeleri kaldırırken, cemaat kaynaklı bir kesim buna şiddetle karşı çıkıyor. İktidar kanadı ise “Mahkemeler kalksa bile bu davalar devam edecek, bir şey değişmeyecek” diyor. Oysa gerçek bu değil. Çok şey değişecektir.Tahliyeler olurBir mahkemenin yetkisini ortadan kaldırdığınızda “eskiden kalan davalar aynen devam eder” diyemezsiniz. Yasalar sanıkların lehine işletilir. O halde en azından pek çok tutuklu, tutuklanma gerekçeleri ortadan kalkacağı için salıverilecektir. İktidar da mahkemeler de büyük yükten kurtulacaklardır.Darbe paranoyasıO halde, cemaat ve bazı kesimler neden buna çok karşılar hatta iktidarla çatışmayı bile göze alıyolar? Çünkü varlık nedenleri “darbe paranoyasını” diri tutmaktan geçiyor. Darbeci denilenlerin serbest bırakılması bu kesimlerin elindeki silahı da alacaktır. Yapacak başka siyasetleri kalmayacaktır.Hepinize iyi haftalar dilerim...
Bugün, izniyle Yıldırım Tuna’dan biraz rol çalmak istiyorum. Suriye’nin uçağımızı düşürmesinden sonra iktidar “itidalli” yani “ılımlı” davranmayı tercih ediyor ve sadece esip gürlüyor.Daha önce Amerikalılar subaylarımızın başına çuval geçirmişti.Tık bile çıkmadı bizden.İsrail Mavi Mamara gemisini basıp 9 vatandaşımızı katletti. Bağırdık çağırdık, sonra oturduk.Rumlar Kıbrıs’ın güneyinde petrol aramaya başladı, “Orası münhasır bölgedir, biz de ararız” dedik. Bir araştırma gemisi yolladık, peşine de donanmayı taktığımızı söyledik. Gemimiz şimdi Urla’da iskeleye bağlı, donanma ise yerine çekildi.Rumlar petrol çıkardı, satıyor bile.Rumlar’a yardıma giden İsrail’e dünyayı dar edeceğimizi söyledik, “Doğu Akdeniz’de seyrüsefer hakkımızı” kullanacağımızı bildirdik. İsrail gemileri hala bölgede, bizim gemiler kenarda bekliyor.Libya’dan herkes pay koparmak için olmadık işler yaparken biz muhalefete bavul içinde para götürdük. Libya karşılığını otelimizi basarak ve Türk işadamlarını ülkeden çıkararak verdi, sustuk oturduk.Suriye uçağımızı düşürdü iktidar sadece gürültü çıkardı, gazabımızdan falan bahsettik, yandaşlar ise eleştirilere “Savaş mı istiyorsunuz?” gibi akla ziyan çıkışlar yaptı.Ama aynı yandaşlar şimdi umut pompalıyor “Göreceksiniz, yakında öyle bir cevap verilecek ki, parmağınızı ısıracaksınız.”Aklıma eski bir hikaye geldi.Bir tarihte, haydutlar kervanların baş belası olmuş. Kentin en büyük kervan sahibi haber salmış “Gözüpek adamlar arıyorum” diye.Demişler ki “Falan köyde bir yiğit vardır ki, kimse baş edemez.” Kervan sahibi haber etmiş, adamı bulmuşlar getirmişler. Adam da adam hani. 2 metre boy, dev gibi cüsse, müthiş pazular, pala bıyık da cabası.Anlaşmışlar, kervan yola düzülmüş.Yolun ortasında 40 haydut yolu kesmiş. Herkesin gözü kervanı koruyan yiğitte. Ama ondan ses yok.Haydutların şefi duymuş önceden bu yiğidin ününü de zaten onun için 40 kişiyle gelmiş.“Sen misin bu kervanın koruyucusu?” diye sormuş. Cevap alamayınca “Soyun şunu” diye emretmiş adamlarına. Gömleğini çıkarmışlar yiğidin, haydutların şefi geçmiş karşısına “Şimdi” demiş “Her adamım göğsüne bir çizik atacak, bundan böyle de sakın ola boyunu aşan işlere kalkışmayasın.”Sonra haydutlar çıkarmışlar kamalarını, birer birer çizik atmaya başlamışlar yiğide. Kan revan içinde kalmış göğsü.39 hayduttan sonra şef almış hançerini eline “Heyt be” demiş “Yiğide bak, sen ne mıymıntı bir şeymişsin”Tam çiziği atacakken yiğit birden gürlemiş “Sen bana mı mıymıntı dedin?” dedikten sonra sağlı sollu tokatlarla girişmiş haydutlara, sonra kapmış bir palayı doğramış hepsini birden.Kervandakiler şaşkın bakışlar içinde yiğidin etrafını sarmışlar, yaralarını temizlemişler, kervan güvenle yola düzülmüş tekrar ve sağ salim yerine varmış.Bir süre sonra kervan sahibi yeni bir kervanı yola çıkaracakmış ki yiğit dikilmiş karşısına “Geldim” demiş. Kervan sahibi “Yok” demiş, “Bu sefer olmaz, 15-20 adam kiraladım sana ihtiyacım yok.”Yiğit sinirlenmiş “O kadar adama ne ihtiyaç var” demiş “Ben tek başıma yetmedim mi?”Kervan sahibi “Öyle olmasına öyle ama” demiş “Ben her seferinde seni çizecek 39 haydut ve mıymıntı diyecek bir haydut başını nereden bulacağım?”Gani Yıldız’dan CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, “Komşularla ilişkilerde geldiğimiz yer sıfır politikadır” demiş. Olabilir! Hatta belki de, “Para yok, dert yok” misali, “Politikamız olmayınca sorun da olmaz” diye düşünülmüştür! ***İstanbul trafiğinin son kurbanı Başbakan olmuş; konvoy 15 dakikalık yolu 40 dakikada almış. Şimdi o meşhur şarkı daha bir anlamlı sanki: “Aynı yolda kalmışız biz!”***Ehliyetler değiştirilip AB standartlarına uygun hale getirilecekmiş. Zihniyet AB’ye uygun hale getirilmediği sürece ehliyetler değişse kaç yazar! ***Angajman değişikliği sadece Suriye’yi mi kapsıyor? Hiç sanmıyoruz! Uzun bir süredir TSK da birilerinin gözüne “hedef” olarak gözüküyor... ***Yunanistan’da ekonomi bakanı olmak, “elektrikli sandalyeye oturmak” gibiymiş. Aslında iyi fikir! Seçilmişlerin koltuklarında elektrik tesisatı olacak; o zaman kiminki “koltuk sevdası”, kiminki “ülke sevdası”, ortaya çıkacak!***Düşürülen uçağımız bir kez daha gösterdi ki, uluslararası krizlerde ezber cümlemiz, “Türkiye büyük bir devlettir” oluyor. Umarız bu “büyüklük” gerekli adımların atılmasını engellemez de işin içinden, “Büyüklük bizde kalsın” diyerek çıkmayız. *****Yıldırım Tuna’dan fıkralarBu hafta Yıldırım Tuna’dan yine çok hoş fıkralar geldi. Hepinize güzel pazarlar dilerim. Fenerbahçe Forması..Eve geldim karım “Bu gün Fenerbahçe formanı yıkadım” dedi. “Ne Fenerbahçe forması?” diye sorunca kadım cevapladı; “Sarı Lacivert olan.. Çalışma odanın duvarında çerçevenin içine asmışsın.. Haa, git o arkadaşın Alex kimse söyle ona öyle gömleklerini, fanilanı falan ispirtolu kalemlerle karalayıp durmasın..! Deli mi ne?..”Milli Piyango RüyalarıMilli piyango çekilişini gazeteden kontrol ederken karım “Bir çıksın hemen gidip yüzümü gerdireceğim, yağlarımı aldıracağım” dedi, bana da “Sen ne yapacaksın?” diye sordu. “Bizim emektar arabanın motorunu rektifiye ettireceğim” diye cevap verdim. “Aa?.. deli” dedi, “Eskisiyle uğraşıp durana kadar fıstık gibi yenisini alsana?..” Gözlüğümün üzerinden sinsice bakarak “Şaka yaptım şaka..” dedim “Doğrusu o tabii.. Hele bi çıksın yapılacak ilk şey o..”Saygısız KomşuYan komşum gecenin 02.30’unda gelip kapımın zilini çalmaz mı?.. Bu nasıl duyarsızlıktır arkadaş, bu nasıl saygısızlıktır?.. O saatte kapı zili çalınır mı?.. Allahtan uykum kaçmıştı da kendi kendime biraz bateri çalıyordum.. Balıkçılık SırrıBu sabah balık avlamaya gittim, tam yanına kamp kurduğum adamın en az tepeleme 10 sepet balık avlamış olduğunu gördüm, “Vay vay vay.. Bu ne arkadaş ya?” dedim şaşırarak, “Bu işin sırrı ne?” Adam “Oltamı sudan tam çıkarırken karımı düşünüyorum” dedi, “Onun hayali gözümde canlanıyor.” Tekrar sordum “Bu olay avı artırıyor mu?” Adam “Tam olarak değil” dedi, “Ama en az 2 haftadır eve gitmiyorum, buradayım, sürekli av mav buralarda oyalanıyoruz işte..!”Park Özürlü karımKarımın arabasıyla çarşıya gittik, artık dayanamayıp açtım ağzımı, “Park etmesini bilmiyorsun itiraf et!” dedim. “Nasıl yani?.. Çizgilerin arasındayım bak işte..!” dedi. “Evet hayatım biliyorum, ama ufak bir fark var.. Bunlar binanın cephesinin çizgileri, şu anda parapeti aştık, alt kata doğru lastiklerin üzerinde aşağı sallanarak duruyoruz..!”Avukatın Böylesi..Belediyelere karşı kazandığı yüksek “Şahsi Kaza Tazminat Davaları” ile milyoner olmuş avukatı ziyaret etmek istedim, telefonda randevu alırken adresini sordum, Metrodan ana istasyonda inince kendinizi yere atıp inlemeye başlayın” dedi, “Çok kısa bir süre sonra bizim bürodan biri sizi bulur ve bana getirir..!”
Tüm Türkiye PKK saldırıları, Suriye’nin uçağımızı düşürmesi gibi olaylarla ilgilenirken hükümet sessiz sedasız 1000 ‘mele’nin atamasını yapıverdi.On binlerce öğretmen atanmak için beklerken Diyanet üzerinden yapılan atamalarla bu yılın mele açığının bir bölümü karşılanmış oldu.Meleler, diğer adıyla ‘molla’lar halka daha iyi bir din eğitimi vermek üzere görev yapacak.Elbette halkın din eğitimi ihtiyacı varsa, bazı yöntemler kullanılacaktır. Ancak 5 bin 800 adayın katıldığı sınavlardan sonraki açıklamalar “mele açılımının” aslında neyi amaçladığını da gözler önüne seriyor.Meğer meleler tam 90 yıldır bunu bekliyormuş. 90 yıl dediğiniz, bir eksiği ile Cumhuriyet’in ilanı. Başka bir deyişle “çağdaş Türkiye’nin temellerinin atıldığı” gün. Meleler hükümetin “mele açılımını” iade-i itibar olarak gördüklerini belirtmişler.Ataması yapılan mele İsmail Akgüç “Güneş göründü inşallah. Devlet medreseleri de kanuni zemine oturtup, gerekirse öğrencilerine burs da vermelidir” diyor. Yani bundan sonraki aşama medreselerin açılması olacak.Bir başka mele, Mehmet Fatih Akgül ise “Geç bile kalındığını” belirtiyor. Muharrem Şerif Ulutaş adlı mele de “Rabbim bu hükümeti başımızdan eksik etmesin” diyerek sevincini gösteriyor.Bütün bunlar “milli eğitimin” etkisini azaltmayı ve dine dayalı eğitimin ön plana çıkmasını amaçlıyor.Medreseler Cumhuriyet ilkeleri doğrultusunda kaldırılmış ve tüm ülkede “tevhid-i tedrisat” yani eğitimde birlik başlamıştı. Cumhuriyetle birlikte eğitim pozitif bilimler ışığında yapılarak tüm halkın bilimsel değerler üzerinden eğitim alması sağlanmıştı.Medreseler ise tamamen din eğitimi veren, öğrencilerini pozitif bilimlerden uzak tutan ve bu bilimleri reddeden bir anlayışa sahiptir.Kimileri medreselerde fizik, matematik, kimya gibi derslerin de verildiğini savunabilir. Osmanlı döneminde bu medreselerden yetişen daha sonra pozitif bilimlerde başarıya ulaşmış isimler de sayılabilir.Ancak fark şudur: Medreselerde verilen fen dersleri, bilimsel temele göre değil “Kuran’da bu konu nerede yer alıyor?” sorusuna cevap aramayı esas alır.Medreselerde fen konusunda saptanmış bir bilimsel verinin Kuran’da olup olmadığı aranır, kimilerine kanıt bulunur, ancak bilimsel çalışmaların kaynağını oluşturan “sorgulama” yapılmaz. Böyle olunca da bilim, bilim olarak değil, dinde yer aldığı biçimde öğretilir. Bunun sonucunda bilim ve teknikte ilerleme sağlayacak araştırmalara, deneylere ve incelemelere izin verilmez.Bir bilimsel kanıt Kuran’da bulunamazsa reddedilir.Oysa Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in temel ilkesi eğitimde araştırmaya, sormaya ve sorgulamaya yönelik bilimsel eğitim esas alınmıştı. Din eğitimi veren ve kurdukları düzenle aynı zamanda ülke yönetiminde de söz sahibi olan medreseler bu devrimlere hep karşı çıktılar ve yıkmak için ellerinden geleni yaptılar.Görünen o ki Cumhuriyet’in kuruluşundan 89 yıl sonra bu amaçlarına ulaşmakta çok önemli bir engeli daha geçtiler. Ki zaten saklamıyorlar ve açıkça “90 yıldır bunu bekliyorduk” diyebiliyorlar.*****Rekabet Kurumu İDO konusunu incelemek zorundaİstanbul Deniz Otobüsleri hakkında “güya özelleştirilmesinden” sonra artan şikâyetleri dile getirmeye başladığımızdan beri şirket müthiş bir “halkla ilişkiler atağına” geçti. İDO yöneticileri hemen her gün bir gazetede şikâyetleri “ciddiye” aldıklarını, “gerekenin” yapılacağını söylüyor. Olumlu bir adım ama madem bazı iyileştirmeler yapılabiliyormuş, bizler üzerine gidene kadar neden hiç kıllarını bile kıpırdatmadılar?Ancak özelleştirme adı altında tekelleşme olduğunu görmek durumundayız. Rekabet Kurumu’nun mutlaka harekete geçmesi ve İDO özelleştirmesini yeniden mercek altına alması kamu çıkarı için gereklidir. İhale koşulları mutlaka incelenmeli, “özelleştirmenin iskeleleri de kapsaması” yeniden düşünülmelidir. Çünkü bir şirkete başkasının asla yapamayacağı “iskelelere sahip olma” hakkı verdiğiniz an, rekabeti ortadan kaldırmışsınız demektir.Kamu çıkarı için sormak istediğim birkaç şey daha var:- 2003 yılında, İDO henüz belediyeye aitken, taşıma fiyatlarının ucuz olmasını sağlamak için bu gemilerde kullanılan mazottaki ÖTV sıfırlanmıştı. Özelleşen İDO bu haktan hâlâ yararlanıyor mu? Eğer yararlanıyorsa, nasıl istediği gibi fiyat ayarlaması yapabiliyor?- Tarifelerde örneğin Yenikapı- Bandırma seferinin süresi 1 saat 45 dakika. Oysa seferler mutlaka 2 saati aşıyor, 2.5 saati bile buluyor. Şirket yakıt tasarrufu için gemilerin tam yol gitmesine izin vermiyor. Oysa reklamlarında “bir saat 45 dakikada Bandırma’dasınız” sloganı kullanılıyor. Bu, halkı kandırmaktır.*****Can Bey,Fişleme tam gaz devam ediyor. Üç gün evvel bir arkadaşımızı aile hekimi arıyor, “hamileymişsiniz bize gelin” diyor. Arkadaşımız “hayır, benim özel doktorum var” cevabını veriyor. Aile hekimi inat ediyor, “gelmek zorundasınız” diyor. Arkadaşım gelmeyeceğini söyleyip telefonu kapatınca arkadaşımın babasını arıyor, “kızınız hamile ama gelmiyor, kendisiyle konuşun” diyor. Rezalete bakar mısınız? Arkadaşımız 40 yaşında ve evli. Sonumuz hayrolsun. (A. B.)*****Bir pilotun sorularıSuriye’nin uçağımızı düşürmesiyle ilgili “ayrıntılı” ve “gerçek” bilgilere henüz ulaşamadık. Ne uçağın enkazı bulunabildi ne de pilotlarımızın akıbeti hakkında bir bilgi var. Umudum ve hissiyatım pilotlarımızın uçaktan atladığı yolunda. Kimin elinde ya da nerede olabileceklerini ise kestirmek zor. Ancak Suriye pazarlık için elinde tutuyor olabilir.Önceki gün, Hava Kuvvetleri’ndeki 26 yıllık hizmetinden sonra sivil havacılıkta yine pilot olarak çalışan bir okurumdan mesaj aldım. Adı bende saklı olan bu eski uçuş subayı zihninde kuşku yaratan soruları sıralamış. Sizlerle de paylaşmak istiyorum:1- Bu uçağın test uçuşu yaptığını Davutoğlu beyan etti. Hava radar testleri ve kalibreleri Hava Kuvvetleri’ndeki Av uçakları, Av Bombardıman Uçakları veya Kalibre uçakları tarafından yapılır. Keşif uçağının test yaptığını ne gördüm ne de işittim.2- Bu uçağın sürati 360-420 Knot arasında olması gerekir 13 Nm‘de vurulduysa 8 Nm. kadar uçmuş olması gerekir bu da 45 ila 60 saniye demektir. Bu süre içinde pilotların paraşütle atlamaları gerekmektedir.3- 13 Nm’de vurulan bir pilot kaçacağı yerde neden Suriye’ye doğru uçmuştur.4- Ben ordudayken 13 Nm. menzili olan bir uçaksavar yoktu, bu böyle olunca bu uçağın füze ile düşürüldüğü düşünülmelidir.5- Hava Kuvvetleri’nde her uçak göreve bir yazılı programla gönderilir. Bu program nerededir?6- Suriye ortak bir kaza inceleme kurulu kuralım diyor, neden kabul edilmiyor?
Başbakan Erdoğan’ın konuşmasıyla Türkiye’nin Suriye politikası artık netleşti.Kontrollü bir sakinlik içinde caydırıcı bir söylemimiz olacak.Suriye üzerinden gelen her türlü “yaklaşmaya” karşı ateş açılacak. Yeni angajman buymuş. Oysa bizim söylediğimizi onlar çoktan yaptı. Haberimiz mi yok nedir?Bunun ötesinde Suriye’de Esad rejiminin gitmesi, muhalefetin iş başına gelmesi için elimizden gelen her şey yapılacak.Bunlar normal.Ancak artık sıra kamuoyunun her konuda aydınlatılmasına gelmiş olmalı.Birkaç kez yazdım; pek çok konuda olduğu gibi iktidarın yine net bir tavrı ve açıklaması olmadı.Hükümet öncelikle şunu söylemeli: “Suriye ile alıp veremediğimiz nedir?”Esad rejiminin halkına zulmettiği, ülkedeki karışıklıklar nedeniyle pek çok kişinin öldüğü bir gerçek.Ancak dünyada bu durumu yaşayan tek ülke Suriye değil.Biraz zorlarsak Türkiye bile bu kategoride sayılabilir.Yani Türkiye’nin kendi boğuştuğu sorunu bir kenara bırakıp Suriye’ye “insan hakları kaygısıyla” adeta düşman olduğunu söylemek çok gerçekçi değil.Batı’nın “Arap Baharı” adını taktığı dalga başlamadan önce de Suriye’de insan hakları ihlalleri oluyor, muhalefet baskı altında tutuluyor, zaman zaman da insanlar öldürülüyordu.Ama o tarihlerde Başbakan Erdoğan ile Suriye Devlet Başkanı arasında büyük dostluk ve kardeşlik vardı. Karşılıklı ziyaretler hatta birlikte tatiller yapılıyor, ortak bakanlar kurulu toplantıları önerileri bile tartışılıyordu.Türkiye’nin tavrı “Arap Baharı” numarasından sonra değişti.İkincisi, Suriye’deki muhaliflere nasıl baktığımız da pek bilinmiyor...Suriye’de muhalif denilen kesimler kimler, halk tarafından ne kadar destekleniyorlar?Başbakan’ın ve Dışişleri Bakanı’nın ifadelerine bakarsak, sanki Suriye’de bütün halk ayaklanmış ama ceberrut Esad bir avuç askeriyle ve silahıyla halkının tepesine biniyor.Oysa Batılı kaynaklar bile durumun böyle olmadığını artık kabul ediyor. Suriye’de muhalefetin ağırlıklı olduğu hiçbir yer yok. Ayrıca sayılarının toplam nüfusun çok azını kapsadığı da biliniyor.O halde Türkiye, bir yandan askeri güç kullanma söylemini sertleştirir diğer yandan “Suriye halkının dostuyuz” mesajları verirken “dost olan Suriye halkının” hangisi olduğunu da belirtmek durumundadır.*****Yüz yıllık hasretimiz bitiyormuşBaşbakan Erdoğan’ın salı konuşmasında geçen bir cümle dikkatimi çekti. Erdoğan “kim olduklarını söylemeden” bazı hedefleri suçlarken şöyle dedi: “Türkiye’nin kardeşleriyle kucaklanmasından, Türkiye’nin yüz yıllık hasreti sona erdirmesinden rahatsızlık duyanlar var. Bunların terörü desteklediklerini, kukla yönetimleri kışkırttıklarını çok iyi biliyoruz. Büyüyen, güçlenen, etkinliği artan bir Türkiye bu ülke için bir risk değil bir fırsattır. Güçlü bir Türkiye’den rahatsızlık duyanlar da karşılarında nasıl bir devlet olduğunu iyi anlasınlar ve adımlarını ona göre atsınlar.”İlk okunduğunda güzel bir cümle. Anlamlı da.Ancak merak ettiğim şu “yüz yıllık hasret” nedir?Ne olmuştu yüz yıl önce?Yüz yıl önce Orta Doğu’da Arapların ihanetine uğramıştık.Birinci Dünya Savaşı’nın egemenleri Osmanlı İmparatorluğu’nu paylaşmaya başladığı sırada, Batılı emperyalist güçlerle işbirliği yapan Araplar, kendi özgürlüklerini hiç düşünmeden Osmanlı’yı arkasından vurmaktan çekinmemişti.Sonra Türkiye, Kurtuluş Savaşı’nı verdi ve Cumhuriyet ilan edildi.Osmanlı’ya ihanet eden Araplar bir millet, bir devlet olamadan, kabileler halinde yaşarken Türkiye Atatürk’ün önderliğinde çağdaş bir devletin temellerini atmıştı.Osmanlı’ya ihanet eden Araplar ise emperyalist ülkelerin cetvelle çizdikleri sınırları kabul ederek yine kabile anlayışıyla yönetecekleri devletlerini kurabildiler ancak.“Yüz yıllık hasretten” kastedilen bu mu acaba?Ve son cümle. Erdoğan “Bu milletin tarihi Cumhuriyet’le başlamamıştır” dedi. Cümle doğru. Ama her fırsatta cumhuriyetin sanki çok da önemli olmadığını vurgulamaktaki amaç ne olabilir?*****İDO derhal geri alınmalıGünlerdir İstanbul Deniz Otobüsleri ile ilgili şikâyetler yayınlanıyor. Ben de çok yazdım, ama medyanın diğer organlarında da benzer yayınlar yapılıyor.İDO yöneticileri dünkü Vatan’da kendilerini savunmuşlar.Meğer hiçbir art niyetleri yokmuş fazla para kazanmak gibi dertleri olmamış, amaçları daha kaliteli hizmetmiş.Adam sayıyor “Business Class yaptık, isteyene istediği yemeği veriyoruz.”İyi güzel de bunların şikâyetlerle ne ilgisi var. Parasını veren istediği hizmeti alır. Önemli olan herkese yapılan ortak hizmetin kaliteli olmasıdır. İnsanları sağılacak inek gibi görmemektir.Esnek tarifeden vazgeçmiş İDO’cular. Ama hafta sonları daha pahalıymış.Neden çünkü talep fazlaymış. Eee vahşi kapitalizmin kuralı bu ya; talep fazlaysa fiyat da artar. İDO yöneticisi bey Karayolları Genel Müdürü düzeyinde olduğunu kanıtlamak için “hafta içi biniverin“ diyor. Türkiye’nin zekâsı mı arttı ne?Tabii medyanın tutumu da bazen garipleşiyor. Lokantalar senenin bir günü, sadece yılbaşı gecesi biraz fazla para alıyor diye yeri göğü inletiriz de, vapurcunun “hafta sonlarında aşırı zam yapmasını” normal karşılarız.*****Türkiye olarak IMF’e 5 milyar dolar yardım yapacakmışız. Madem bu kadar paramız var, bir süre önce neden bizim İMF’ye (İnleyen Memurlar Fonu) vermedik? (Gani Yıldız)*****Arap Baharı numarası en çok İsrail’in işine yaradıBatı ülkelerinin “Arap Baharı” adını taktıkları dalga Kuzey Afrika’dan başlayıp Suriye sınırımıza kadar dayanırken, çok çarpıcı bir gerçeği gözden kaçırıyoruz gibi geliyor bana.Bir yılı aşkın süredir devam eden “bahar” havası girdiği ülkelerde hiçbir işe yaramadı ama İsrail giderek rahatlıyor ve bölgenin en büyük gücü oluyor.Müslüman coğrafyada İsrail’in başını ağrıtan ülkeler İran, Irak, Libya, Mısır, Lübnan, Ürdün ve Suriye.Türkiye, Davos’a kadar İsrail’in en güvendiği dostlarından biriydi. Şimdilik dostluk kalmadı pek ama, yine de bölgedeki en iyi işbirliği yaptığı ülkeyiz.Suudi Arabistan’ın ve körfez ülkelerinin İsrail’le hiçbir sorunu yok; tam tersine, açıkta yürümese bile çok yakın ilişkiler içindeler. Çünkü ortak paydaları Amerika.Şimdi bu “Arap Baharı” numarasıyla İsrail’e sorun yaratan bütün Müslüman ülkelerin yönetimleri devrildi. Yerine demokrasi ve hukuk geleceği söylendi ama, bundan eser bile yok.Irak Amerika tarafından halledilmişti.Sonuçta İsrail’in başına dert olabilecek iki Müslüman ülke kaldı, İran ve Suriye.Suriye de Türkiye marifetiyle iyice köşeye sıkıştırılıyor.Herhalde şu anda dünyada İsrail kadar mutlu ülke yoktur.İsrail için bu durum hayaldi, gerçek oldu.
Sizlerin de dikkatini çekti mi bilemiyorum, ama Suriye ile uçak krizi çıktığı günden beri Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel pek görünmüyor.Üst üste yapılan ve çok uzun süren güvenlik zirvelerine Genelkurmay İkinci Başkanı ile bazen kuvvet komutanları bazen de diğer yetkili generaller gidiyor.Başbakan’ın bilgilendirme toplantılarında, Cumhurbaşkanı’na verilen brifinglerde de Bakanlar Kurulu’ndaki açıklamalarda Orgeneral Özel’i göremedik.Dün başka bir nedenle beni telefonla arayan Genelkurmay Basın Halkla İlişkiler Başkanı Tuğgeneral Baki Kavun’a “Hazır siz aramışken bir şey sormak istiyorum” dedim ve hemen ekledim, “Sayın Genelkurmay Başkanı nerede?”Baki Kavun bir an susunca “Suriye krizi başladığından bu yana kendisini pek göremiyoruz. Bunda birkaç gün önce Sayın Genelkurmay Başkanı’nın Irak’a operasyon konusunda Amerika’nın ikna edilmesi gerektiği söylemesinin bir etkisi var mı?” dedim.Tuğgeneral “Sorunuzu not aldım, komutana arz ettikten sonra eğer bir cevap olursa sizi tekrar ararım” dedi.45 dakika kadar sonra Baki Kavun bu kez sekreter aracılığı ile değil, direkt arayarak “Sorunuza yanıt vermek istiyorum” dedi ve devam etti:“Sayın Genelkurmay Başkanı, Sayın Başbakan’ı yurt dışı seyahatten döndüğü an kendisini bilgilendirmiştir. Sayın Genelkurmay Başkanımız o andan itibaren karargâhta süreci en yakından takip etmekte ve ilgili birimlere emir ve talimatlarını vermektedir.”Nokta.Bu sizce normal bir durum mu?Bana göre değil. Bu kadar önemli bir süreçten geçerken ülkenin Genelkurmay Başkanı’nın “gelişmeleri karargâhtan izliyor, emir ve talimatlar veriyor” gerekçesiyle ortada görünmemesinin mantıklı bir yanıtı yoktur.Genelkurmay Başkanı bana göre son yılların en önemli açıklamasını yaptı. Ancak bu açıklama gerçek yankısını bulamadı.Necdet Özel BBP Genel Başkanı ile konuşmasında Irak’a yönelik bir operasyondan söz ederken “Kandil’e saldırının bir devlet kararı gerektirdiğini, ABD’nin buna rıza göstermesinin de şart olduğunu ve kamuoyunun da ağır kayıplara hazırlıklı olması gerektiğini” belirtti.İki madde Silahlı Kuvvetleri direkt ilgilendiriyor. Ancak “Amerika’yı ikna” tamamen hükümetin tasarrufunda olan bir konu.Anladığım kadarıyla Silahlı Kuvvetler terörü bitirmek için kapsamlı bir operasyon düşünüyor, fakat önümüze Amerika engeli çıkıyor.Bu hep bilinen bir gerçek. Ancak Türkiye’de ilk kez bu kadar önemli bir konu devletin en tepesindeki bir kişi tarafından dillendirilmiş oldu.Hükümetin bundan şiddetle rahatsız olmaması mümkün değil.O nedenle Başbakan’ın Genelkurmay Başkanı ile arasına bir mesafe koyduğu görüşüne varmak, bunu tahmin etmek hiç de yanlış değildir.Bu görüşten “Ordu rahatsızlığı” gibi bir anlam çıkarılması da yanlıştır. Suriye’ye yönelik askeri bir operasyonun askerin gücünü artıracağından endişe edenlerin telaşlanmasına da gerek yok.Olay sadece Genelkurmay Başkanı ile ilgilidir ve Başbakan duruma el koymuş görünmektedir. Askerin için için kaynaması, hükümete karşı öfke duyulduğu ve bir karşı çıkış olacağı yoktur.Ordumuz tamamen hükümetin yanında ve emrindedir.*****Anlaşılan uluslararası krizlerdeki klişemiz olan, “Kimse gücümüzü test etmeye kalkmasın!” cümlesinin devamı, “Çünkü testi geçememekten korkuyoruz”muş. (Gani Yıldız)*****Oysa test ettilerDışişleri Bakanı Davutoğlu’nun çok kullandığı bir cümleyi dün Başbakan da kullandı. “Kimse Türkiye’nin gücünü test etmeye kalkmasın” dedi.Oysa Suriye test etti. Hiçbir uyarıda bulunmadan bir askeri uçağımızı düşürdü. Bu test değil de nedir?Aynı şekilde Amerikalılar da gücümüzü test etti. Önce bir gemimizi (Muavenet) vurdu, sonra askerimizin başına çuval geçirdi.İsrail de test etti. 9 vatandaşımızı acımasızca öldürdü.İç politikada “Gücümüzü test etmesinler, gazabımızdan kaçamazlar” demek kolaydır ve sıradan vatandaşların duygularını da çok okşar.Ama dış politika böyle yürümüyor işte.Test ediyorlar. Karizmamızı çiziyorlar. Sonra yürüyüp gidiyorlar. Biz hâlâ “gazabımızdan” söz ediyoruz.Durun bakalım, bugünkü gazetelerde ne inciler döktürülecek. Ona göre yarın devam ederim.*****İDO ihalesi iptal edilsinGeçen hafta yazdığım “Bunun adı özelleştirme değil iltizam” yazısına siz okurlardan büyük destek geldi. Zaten şikâyetler bini aşmıştı, o yazıyla birlikte tepki daha da büyüdü anlaşılan.Bu arada “iltizam” benzetmesinin fikir babası sevgili gazeteci arkadaşım Meriç Köyatası idi. Önceki hafta bir günlüğüne Göcek’e gitmiştik, Turmepa’nın yeni bir etkinliğini yerinde görmek için. Henüz yazamadım, cumartesi yazarım. İşte o gün birlikte olduğumuz Meriç Köyatası ile İDO konusunu konuşurken “Bu tekelleşme bile değil, düpedüz iltizam” demişti.Yazıdan sonra Meriç bir mesaj attı. İltizamla ilgili başka ayrıntılar da veriyor.Ancak sonunda getirdiği bir öneri önemli. Diyor ki “Esasında iyi bir tüketici derneği, iyi bir avukatla Rekabet Kurumu’na başvurarak bu ihaleyi iptal ettirebilir. Siyasi güç açısından iptal ettiremezse bile, hâkim durumu kötüye kullanma adına çok ağır ceza yazabilir. Ya da ihaleyi kısmen iptal edip iskelelerin ayrı ihale edilmesi şartını getirebilir.”İDO’nun hâkim güç olmasındaki en büyük etken, iskelelerin de sahibi konumunda olması. İskeleler bir şirketin hâkimiyetinde olunca başka hiç kimse benzer bir taşımacılık yapamıyor. Sonuçta rekabet de olmuyor. O zaman sorarız tabii: “Eee nerde kaldı özelleştirme?”*****‘Kıskaca alınma’ açıklamasını Genelkurmay yapmamışDün “Kıskaca alınan 400 PKK’lıdan haber yok” başlıklı yazımda “Ne oldu bu PKK’lılara?” diye sormuştum. Bu arada hemen iki yanlışımı da düzelteyim. 400 değil 300 olacaktı bu sayı. Bir de 6 şehit yazmışım, 8 şehit verdik oysa. Tamamen benim dikkatsizliğim, tüm okurlardan özür dilerim.Henüz öğle olmamıştı ki Genelkurmay’dan aradılar. Basın Halkla İlişkiler Başkanı Tuğgeneral Baki Kavun’un görüşeceğini söylediler.Baki Kavun olağanüstü nezaket cümleleri ile “Can Bey, Genelkurmay’ın 300 PKK’lının çembere alındığına ilişkin bir açıklaması olmadı” dedi.Ben de “Bütün gazetelerde bu haber vardı” dedim. Baki Kavun “Evet, biz de medyada gördük, ama açıklama bizden yapılmamıştı” cevabını verdi.Peki Genelkurmay, yapmadığı bir açıklama gazetelerde yayınlanmasına rağmen neden yalanlamadı? Herhalde “bu tür haberlerin zararı yok, tam tersine kamuoyuna moral veriyor” diye düşünmüşlerdir. (Baki Kavun böyle bir şey söylemedi, benim yorumum.)Telefondan sonra hafızamı zorladım. Son saldırıda olduğu gibi bundan önceki pek çok saldırıdan sonra medyada bu tür haberler hep yayınlandı. Demek ki askerden gelen açıklamalar değil, gazete ve televizyon yöneticilerinin “herhalde böyle oluyordur” diyerek yayınladıları haberlerdi.Belki aynı başlıkla yayınlanmış 15 haber bulabiliriz son 10 yılda, ama hiçbirinde kıskaçta kalan PKK’lılar olmadı.O halde bir eksiğimiz daha var. Haber takibi de yapmıyoruz. Bir kere yaptık, onda da gerçek ortaya çıktı.
Suriye politikamızın bazı yanlışlar içerdiğini ilk günden beri yazmaya ve söylemeye çalışıyorum.Hata şuydu; iktidar, Kuzey Afrika’dan başlayıp sonunda Suriye’ye kadar dayanan ve Batılı ülkelerin “Arap Baharı” adını verdiği sürecin çok kısa sürede Esad’ın da başını yiyeceğini hesaplıyordu.Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali, Mısır’da Hüsnü Mübarek, Libya’da Muammer Kaddafi nasıl gittiyse Beşar Esad’ın da fazla direnemeyeceği sanılıyordu.Başta Amerika olmak üzere Batı, Suriye konusunda Türkiye’ye destek verdi. Cumhurbaşkanı’ndan başlayıp, Başbakan, Dışişleri Bakanı ve bazı AKP sözcüleri hiç fren yapmadan Suriye Devlet Başkanı aleyhine konuşmaya başladılar.Sabrımızın taştığı, Suriye’ye gerekenin yapılacağı, halka zulmetmenin bedelinin ödetileceği çok yüksek sesle defalarca dile getirildi.Ancak tahmin edilmeyen, Esad’ın direnci oldu.Tüm dünyanın baskısına rağmen Esad ayakta kalabiliyordu. Elbette Rusya, Çin ve İran’ın Suriye’ye açık destekleri de Esad’ın direnme gücünü artırıyordu.Esad ayakta kaldıkça iktidarın sinirleri daha da gerildi.Çünkü esip gürlüyorduk ama aslında yapacağımız bir şey de yoktu.Bunun üzerine Batı ve Arap destekli başka bir plan uygulanmaya koyuldu.Artık Amerikan gazetelerinin bile yazdığı gibi Suriyeli muhaliflere Türkiye üzerinden silah, mühimmat yardımı yapılmaya başlandı.Hatta daha da ileri gidildiği, Esad’a karşı düzenlenen kimi terör saldırılarının Türkiye’de konuşlandırılan Suriyeli militanlar tarafından yapıldığı bile ileri sürüldü.O kadar esip gürledik ama sonunda Suriye daha baskın çıktı ve bir uçağımızı düşürdü.Şimdi kimileri bir “misilleme” istiyor.Ancak şu soru da akla takılıyor; “aslında Suriye mi bize misilleme yaptı?”Bu yabana atılmayacak bir soru. Eğer Suriye, bu ülkeye yönelik hasmane tutumumuza karşı bir misilleme yaptıysa, bizim yapacağımız bir misillemeye karşı onların yeni bir misilleme hakkı doğacaktır.Devletler arasında “misilleme yapma üstünlüğü” olamaz. Bir harekete karşı misilleme yaparsınız, sonra oturup konuşursunuz. Artık karşı tarafın tekrar misilleme yapması olmaz. Yaparsa, o artık savaştır.Türkiye’nin Suriye ile savaşması için hiçbir neden yok oysa...Bu durumda iktidarın pasif duruşunu zaman kazanma olarak görmeyi sürdürüyorum.Belli ki uluslararası tepkinin büyümesini ve Esad’ın dayanamayıp gitmesini bekliyorlar.Türkiye’yi rahatlatacak tek şey Esad’ın gitmesidir.Zaten Esad gittikten sonra Suriye kimsenin umurunda olmaz. Ne özgürlükler, ne haklar ne de demokrasi artık bu ülkeye “dayatılan” bir unsur olur.Tunus’ta, Mısır’da, Libya’da liderler devrildi; ne oldu? Demokrasi ve özgürlük mü geldi?*****THY çalışanları bugün Meclis’teİktidarın “grev haklarını kaldırmak” için çıkardığı kanuna karşı bir günlük pasif eylem yaptıkları için vicdansızca ve SMS’le işlerinden atılan THY çalışanları bugün Ankara’ya gelerek Meclis’te Çalışma Bakanı Faruk Çelik’i ziyaret edecek.THY çalışanları “Amacımız 305 arkadaşımızın tümünün uğradığı haksızlığı dile getirerek işe iadelerini talep etmektedir. Hepimizin ayrı hikâyeleri olsa da ortak olan, yasa dışı hiçbir şey yapmadığımız ve bir suç işlemediğimizdir. Bu nedenle başımız dik, alnımız açık olarak somut talebimizi dile getireceğiz. Haksız sebeplerle işten atıldık, işe iademizi istiyoruz” diyecekler.THY çalışanları Yönetim Kurulu’nun maaşları açıklayarak kendilerini hedef haline getirdiğini de belirttiler.*****O oturma düzeni muhalefetin içine sindi mi?Başbakan’ın muhalefet liderlerine bilgi vermesini dünkü yazımda da ele almış ve “Bu olumludur, ama görüşmelerin Başbakanlık’ta yapılması doğru değil” demiştim.Çünkü muhalefet liderlerinin tek tek Başbakanlık konutuna gitmesi ortaya “çağırdım geldiler” manzarası çıkarıyordu.Ancak daha sonra fotoğraflara bakınca bunun da ötesinde bir durum olduğunu gördüm.Fotoğrafları gözünüzde canlandırın ya da bulursanız bir bakın.Başbakan masanın başında oturuyor. Solunda Dışişleri Bakanı ve bir orgeneral. Sağında ise bir muhalefet lideri.Sanki Başbakan maiyetiyle toplantı yapıyor.Bu tür toplantılar nezaket gereği yuvarlak bir masada yapılır oysa. Ya da Başbakan’la muhalefet liderinin eşit konumda olacağı bir oturma düzeninde olur.Bugün fotoğrafa tekrar baktıklarında o görüntü Kılıçdaroğlu, Bahçeli, Kışanak ve Demirtaş’ın içine sinmiş midir?*****Kıskaca alınan 400 PKK’lıdan haber yokPKK’nın 6 askerimizin şehit olduğu son saldırısından sonra yapılan açıklamalarda Silahlı Kuvvetler’in bölgede geniş operasyonlar yaptığı ve 400 teröristin “kıskaca” alındığı bildirilmişti.Aradan neredeyse bir hafta geçti. Kıskaca alınan teröristlerden henüz bir haber yok.Kaçtılar mı, gizlendiler mi, yoksa kıskaca alma falan yok da kamuoyunun öfkesini dindirmek için mi böyle açıklamalar yapılıyor.Gerçi “kıskaca alma” açıklamaları ilk kez yapılmıyor. Her saldırıdan sonra bu tür bildiriler yayınlanır.Galiba biz medya olarak “ne oldu?” diye sormadığımız için açıklamaları yapanlar da daha sonra seslerini çıkarmıyorlar.*****Temmuz başından itibaren satılacak yeni ekmekler düşük gramajlarına rağmen “doygunluk hissi” verecekmiş. Vatandaşa ekmekle de olsa “doymayı” çok gördük; gramaj fazlayken en azından “doyuyordu”, şimdi o da yok, sadece “hissi” var! (Gani Yıldız)*****Kaybettiğimiz toprakları alıyoruz...Liberal Demokat Parti Genel Başkanı Cem Toker bir not gönderince ben de hatırladım. Dışişleri Bakanı bir ara kendini “Neo Osmanlıcılığa” pek kaptırmıştı. Ama görünen o ki eski Osmanlı topraklarında yaşayanlar durumun farkında değil.Gelin Toker’in notunu birlikte okuyalım: “İktidar partisinin bir sene içinde 180 derece değişen agresif Suriye politikası ile tırmanan ve daha da tırmanacak gerginliğin açıklaması, bence ocak ayında Davutoğlu’nun partisinin Kayseri il örgütünde “1911-1923 yılları arasında nereleri kaybetmişsek 2011-2023 yılları arasında o kaybettiğimiz topraklardaki kardeşlerimizle buluşacağız” sözlerinde gizlidir.Ve koskoca ülkede Davutoğlu’na “bu hedefe nasıl erişeceksin anlat da millet de öğrensin” diye soran bir Allah kulu çıkmamıştır.”
Sevgili okurlar; haftanın son iş günü beklenmedik bir olayla karşılaştık. Malatya’dan kalkan bir askeri uçağımız Suriye’ye yakın bir bölgede düşürüldü. O andan itibaren bütün gündem maddeleri geri plana düştü. Bir anda “Türkiye savaşa mı girecek?” sorusu uyandı zihinlerde.Derin sessizlikUçağımızın radarda kaybolduğunu, alışılmadık biçimde Genelkurmay duyurdu ama ne olduğunu anlayamadık. O sırada Başbakan Brezilya’dan dönmek üzere havadaydı ve büyük ihtimalle dönmesi beklendi. Nitekim Suriye’nin uçağımızı düşürdüğünü Başbakan açıkladı.Bir savaş olmazOrtada pek çok soru var. Ama öncelikle şunu söylemek istiyorum, Suriye ile bir sıcak çatışma olasılık dışı. Çünkü iktidarın “askerin ön plana geçebileceği” hiçbir adım atması mümkün değildir. Savaş durumunda asker hem sempati toplar hem inisiyatif alır, ki iktidar buna razı gelmez.Endişe dile getiriliyorNitekim iktidara yakın bazı kişiler olayı TV ekranlarında irdelerken “Bir savaş hâlinin militarist görüntü yaratacağını” ileri sürüp “Son yılların tüm kazanımları kaybedilebilir” diyerek endişelerini belirtiyorlar. Açıkça söyleyemedikleri ise şu: “Ordu güçlenirse başımız derde girer.”Irak’la da aynıSuriye bir kenara, PKK saldırılarına karşı da yeterli önlemler alınamamasının altında yatan gerçek de bu bana göre. Dikkat ediyorsanız iktidar terörle mücadelede askeri hep geri planda tutmaya çalışıyor. Oysa etkili bir sınır ötesi operasyon yapılmasının önünde hiçbir engel yok.Irak’a girebilirizOysa eğer gerçekten PKK’nın silah bırakması ve ardından siyasi çözüm olması isteniyorsa, Türkiye’nin Irak topraklarında geniş bir operasyon yapması ve kendine yönelik tüm tehdit ve tehlikeleri bertaraf etmesi gerekir. Aksi halde her gün şehitler vermemiz kaçınılmazdır.Savaş için değilIrak’a girmek savaş anlamına gelmez. Türk ordusu 100 bin kişilik güçle Irak’a girer ve teröristlerin barındığı kampları ele geçirir. Güçlü bir harekâtta ciddi bir direnme ile karşılaşılması mümkün değildir. Kamplar temizlenir, teröristler yakalanır, silah ve mühimmat etkisiz hale getirilir.Sivil halk korkusuTürkiye’nin bu tür bir operasyon yapamamasının temel nedeni bölgede sivil halk olmasıdır. Türkiye yanlışlıkla sivil halk zarar görmesin diye hep çekingen davrandı. Oysa ciddi bir operasyonla sivil halka hiçbir zarar vermeden bölgeyi ele geçirmek mümkündür.Sorun askerin güçlenmesiAncak bu tür bir operasyonla terör ortamının kontrol altına alınması ordunun da güçlenmesine ve kamuoyunda büyük sempati kazanmasına neden olacaktır. Sanki iktidar bunu göze almaktan çekiniyor. Güçlenen ve itibarı yükselen askerin eskiye dönme hevesi taşıyacağını düşünüyor.Dönelim Suriye’yeSuriye olayında iktidarın “itidalli” gibi görünen tutumunu da bu kapsamda görüyorum. İktidar askerin kamuoyunda psikolojik etki yaratacak hiçbir “rutin” eylemine bile izin vermedi. Ne jetler havalandı, ne asker alarma geçirildi, ne donanma Doğu Akdeniz’e açıldı. Sessizlik var.Bunlar savaş değilYukarıda saydığım rutin eylemler bir savaş hazırlığı ya da “fevri davranış” anlamına gelmez. Bunlar reflekstir. Türkiye refleks göstermeye bile yanaşmadı. Bu tür reflekslere hiçbir ülke karşı çıkmaz. Tam tersine “kararlılık” ancak böyle gösterilir. Siyaset bundan sonra gelir.Süper devlet olmakKonunun bir başka noktasına gelelim. Özellikle Dışişleri Bakanı her fırsatta Türkiye’nin bölgedeki bir süper güç olduğunu söylüyor. “Bize düşmanlık yapanlar bunun sonucunu da bilirler” diyor. İktidar Türkiye’nin Orta Doğu’nun tartışmasız lideri olduğunu ileri sürüyor. Bu doğru mu?Gerçek değilSöylemler böyle ama, yaşadıklarımız bunun aksini gösteriyor. Suriye bütün tehditlerimize rağmen geri adım atmıyor, İsrail’e o kadar estik, gürledik değişen bir şey yok, Mısır bizi ciddiye almıyor, Irak Başbakanı Türkiye’yi “düşman” ilan edecek kadar ileri gidebiliyor. Bu nasıl süperlik?Mantıksız noktalarBir başka konuya gelelim. Uçağımızın düşürülmesinde çok karanlık noktalar var. Komşu ülkeler arasında özellikle askeri uçuşlarında bilerek bilmeyerek sınır ihlallerinin çok sık yaşandığı bir dünya gerçeği. Suriye’nin hiçbir uyarıda bulunmadan tek ihlalde uçağımızı düşürmesi çok mantıksız.Kobay mı olduk?Uçağımızın uyarısız olarak düşürüldüğü bölgede, Suriye’ye destek olmak üzere gelen Rusların füze sistemlerinin olduğu belirtiliyor. Uçağımızı Suriye mi yoksa Rus füze sistemi mi vurdu, bu bilinmiyor. Ama Türk uçağının bir kobay gibi kullanıldığı iddiaları hem ürkütücü, hem aşağılayıcı.Sistemi denetlemek mi?Malatya’dan kalkan uçağımızın, yeni kurulan Rus füze sisteminin gerçekten iyi işleyip işlemediğini saptamak için bölgeye çok yaklaştığı ve tepkileri kaydetmek istediği tezi bir spekülasyon olabilir ama tamamen de göz ardı edilemez. NATO’nun karşılaştığı yeni sorunu test etmek istemesi mümkündür.Rusya’dan gözdağıBu spekülasyonun doğru olması hâlinde Rusya Türkiye üzerinden NATO’ya gözdağı vermiş olur. Rusya’nın taraf olması halinde NATO’nun ister kendi gücüyle ister Türkiye’yi kullanarak bir savaşı göze alması mümkün değildir. Türkiye’nin “itidalinin” temelinde de bu olabilir.Gül daha sertDikkat çekici bir diğer nokta ise Cumhurbaşkanı Gül’ün söyleminin iktidara kıyasla “daha sert” olması. Örneğin “hesabı sorulur” diyor, “gereken mutlaka yapılacaktır” hatırlatması yapıyor. Sanki Cumhurbaşkanı hükümete rağmen kamuoyunda puan toplamayı amaçlıyor.Muhalefete bilgiBaşbakan’ın krizle ilgili Meclis’te grubu bulunan partilerin liderlerine bilgi vermesi elbette olumlu ve gereklidir. Ancak iktidarın önceki tavırlarına bakarak tavrının bir zaman kazanma ve oyalama taktiği olduğunu da düşünebiliriz. Bu görüşmeler kamuoyunu etkilemek içindir.Yer seçimi ilginçNitekim Başbakan liderleri ziyaret edip bilgi vermedi, makamına çağırdı. Böylelikle “Başbakan büyük devlet adamı” görüntüsü verildi. Muhalefet neden “Bilgi verecekseniz bize buyurun” demedi de Başbakanlık konutuna gitti. Muhalefet de psikolojik etkiden çekiniyor belli ki.Davutoğlu’nun konuşmasıDışişleri Bakanı Davutoğlu kamuoyuna açıklamasını TRT aracılığı ile yaptı. Gözlük altından gülümsemesi, vücut dili bana çok samimi ve inandırıcı gelmedi. Bakan uçağımızın sınır ihlali yaptığını da söyleyerek bir anlamda “Bizim de kabahatimiz var, çok sert tepkiye gerek yok” mesajı veriyordu.Haber kanalları yayındaTRT’nin Davutoğlu röportajında yanılmıyorsam Türkiye’de bir ilk gerçekleşti. 14 haber kanalı TRT’nin yayınını aynı anda kendi izleyicilerine ulaştırdı. Sadece Habertürk hükümetin bir başka bakanını ağırlıyordu ekranlarında. Egemen Bağış şovu bir tür rol çalma gibiydi.Gülümseten gafSevgili okurlar, sohbetimizin son notunu Davutoğlu’nun yaptığı gafla bitirelim. Dışişleri Bakanı Suriye’yi kastederken “Öyle bir zulüm var ki Türkiye’de” dedi ve hemen düzeltti, “Suriye’de” diye. Dil sürçmesi tabii de, iktidarın hukuk ve demokrasi tanımazlığını bilince ister istemez güldüm.Hepinize iyi haftalar dilerim.
Bundan 15 gün öncesinin “en hararetli” tartışması kürtajdı.Başbakan beklenmedik bir anda “Kürtaj cinayettir. Bunu tekrar gözden geçireceğiz” açıklaması yapınca yer yerinden oynamıştı.Rivayettir ki Dışişleri Bakanı’nın eşi, açıklamadan bir gün önce uçakta birlikte olduğu Başbakan’a bir buçuk saate yakın “kürtajın ne kadar kötü bir şey olduğunu” anlatmış. Başbakan ondan mı etkilendi yoksa zaten bu konuda kararlıydı da konuyu açtı bilemem artık.Ancak görülen o ki kürtaj tartışmaları başladığı gibi bitti.İlgili bakan hanımefendi “çok güzel bir noktaya geldiğimizi” söyledi.Güzel nokta kürtajla ilgili bir yasaklama olmayacağı. Bunun yerine bazı düzenlemeler yapılacakmış. Örneğin kürtaj daha denetimli olacakmış, ancak devlet hastaneleri yapabilecekmiş falan.Sonuçta değişen bir şey yok yani.Peki iktidar temsilcileri ve yandaşları durup dururken neden günaha girdiler ki?Hatırlayın kürtaj tartışmaları önce kadın sağlığı, bireysel özgürlükler gibi kavramlarla başladı ama ekranlara dizilen kimi yandaşlar işi “dini açıdan” tartışıp “kürtajın bir cinayet olduğunu” söylediler “en büyük günah” ifadelerini kullandılar.Öyle ki Diyanet’ten bir fetva bile istendi, Diyanet de tam olarak “cinayet” demese bile karşı bir görüş belirtti, gayrı resmi olarak.Eee ne olacak şimdi?İktidar adına ahkam kesip “kürtaj günahtır” diyenler, hükümetin “kürtajın yasaklanmıyor” açıklamasından sonra dut yemiş bülbüle döndüler.Şimdi bir daha soralım; Kürtaj günah mı değil mi?Elbette laik bir ülkede hiçbir kanun “dini referanslarla” yazılamaz.Demek ki hükümet de bu hassasiyeti gözönüne alarak kürtaj işinden vazgeçti.Ama yandaşların durumu farklı. Onlar şimdi günaha ortak olmanın utancıyla kürtaj konusunu hiç açmıyorlar.Vay günahkarlar vay. Çok müslümansınız ama söylediğiniz lafın peşini bırakmayacak kadar cesaretiniz de yok.***** Gani Yıldız’danÖlüm cezasının kaldırıldığını biliyoruz. Ancak Şanlıurfa’daki üzücü olay gösterdi ki, cezaevlerinin fiziksel koşulları insanı “ölüme mahkzm eden” cinsten...***Emniyet Genel Müdürlüğü’nün aldığı yeni copların “açılıp kapanırkenki sesi ve görüntüsü” caydırıcıymış. Sırf bu yüzden alındılarsa paraya yazık olmuş. Zira eskilerinin kafatasında çıkardığı ses ve yarattığı kanlı görüntü de fena değildi!***Okullara dağıtılan sütün bozuk olduğunu tespit eden gıda kontrol laboratuvarı “yetersizlik” gerekçesiyle kapatılmış. Acaba hangi alanda “yetersiz” kalmış, mesela “yandaşlık”ta olabilir mi?***Milletvekillerinin özlük haklarıyla sosyal hakları “mezara kadar” devam edecekmiş. Anlaşıldı; bu ülkede vekillik nimetleri “Pazar’a kadar değil, mezara kadar” olacak. Bari vekillerimiz vatandaşla pazara kadar gitsin; geçim sıkıntısının da “mezara kadar” olduğunu görsün!***Soru: İstanbul’daki trafik keşmekeşinin hiç mi hayırlı tarafı olmadı? Cevap: Oldu, vatandaş arabasıyla trafikte kalıp gideceği yere varamadığı için park sorunu yaşamıyor!***Günün Sorusu: Gıdanın helâlini almak isteyenlerin acaba yüzde kaçı bunu helâl parayla gerçekleştiriyor?***** Haftanın fıkralarıYıldırım Tuna’nın fıkralarıyla keyifli pazarlar dilerim;İnanılmazAdam bara girer girmez kapının karşısındaki duvarda yürümeğe başlamış, devam edip tavanda da başı aşağıda ters bir şekilde yürümüş, yan duvarda yürüyüp zemine ulaşmış ve yerine oturup “Bir duble viski” demiş. “Olur şey değil” diye ayağa fırlamış müşterinin biri. “Çok haklısınız” demiş barmen, “Bence de inanılmaz... Bu herif her gece cin tonik içerdi..!”Tüketici HaklarıKonfeksiyon mağazasında çalışırken insanların aylarca giyip içine ettikleri giysileri iade edip yenisini aldıklarını gördüm. Bir gün işe geldiğimde rengi atmış, kumaşı sünmüş blazer ceketi diğer iadelerin arasında görünce “Yuh artık..!” dedim artık dayanamayarak , “Utanmadan şunu da getirmişler arkadaş?.. Bunu nerde giydin ulan?.. Amelelik mi yaptın bu sırtındayken?” Mağaza müdürümüzün kaşları sertçe kalktı, “Bırak onu” dedi dişlerini sıkarak, “Ceketimi hemen yerine koy..!”Şayet ölsemKarımla sohbet ederken “Ben ölünce ne yaparsın?” diye sordum, biraz düşündü, “Yalnız yaşayamam ki” dedi, “Kendimden hayli genç benim gibi dul bir kadınla aynı evi paylaşırdım.. Sen?” diye o sordu. “Şayet ben önce ölürsem sen ne yapardın?” Ben de “Bilmem?..” dedim, “Sanırım aynen senin yaptığını..!”G String3 çocuklu kadın alışveriş merkezinde dolaşırken bir iç çamaşırı dükkanına girmiş, incecik bir G String’i seçip bel lastiğinden tutarak germiş, “Ne dersiniz çocuklar?.. Babanız buna bayılacak” demiş. “I Ih..!” demiş 6 yaşındaki en büyük oğlu, “Babam bunu hayatta giymez..!”Hissetmek- Doktor kendimi av köpeği gibi hissediyorum - Şu divana uzanın terapiye başlayalım - Ciddi misiniz?.. Divanınıza çıkmama izin veriyor musunuz?.. Çiftçiye DenetimMaliye müfettişi bir çiftliği denetlemeye gelmiş, denetimden rahatsız olan çiftçi “Tamam ama şu çitin arkasına geçmeyin” diye uyarmış müfettişi. “Nasıl?” diye sinirlenmiş Müfettiş, “Bak..!” demiş dişlerini sıkarak, “Bu kapı gibi yazı her yeri, her şeyi denetleyebileceğime dair Bakanlık müsaadesi.. Anladın mı?” Canı sıkkın, nazikçe başını sallayan çiftçi işine döndükten yarım saat sonra çitin arkasında, önde üstü başı paramparça “İMDAATT!” diye bağıran Müfettiş, tam arkasında çiftçinin dev gibi ödüllü boğası koşmaktalar.. Çiftçi onlara şöyle bir bakmış “Belgeni göstersene ona..!” diye bağırmış, “Bakanlıktan aldığın, demin burnuma soktuğun kapı gibi o belgeni..!” Açıkhava KonseriMüzik grubunun Açıkhava konserinde konser alanı ilk dakikalarda boşalmış, alanda sadece bir adam kalmış, hayli ilerleyen saatler sonrası yorulan grup müziği kesmiş, solist utana sıkıla “Efendim görüyorsunuz ki sadece sizin için çalıyoruz” demiş, “Siz giderseniz biz de bırakacağız artık. Adam “Sorun değil” demiş “Ben zaten sandalyeleri toplamak için buradayım.. Siz ne zaman bırakırsanız olur yani, sorun değil..!” İyilik, sevgi ve dürüstlük..Yalnız pazarlamacı ıssız kasabadaki küçük lokantaya gitmiş, garson “Ne istediğini” sorunca “Tavuk ve biraz da iyilik, sevgi ve dürüstlük” diye romantik bir cevap vermiş, biraz sonra bir tabak içinde ısmarladığı tavuk gelmiş, “Teşekkür ederim” demiş pazarlamacı, “Ama hani sevgi?.. Nerde?.. Nerde iyilik, dürüstlük?..” Garson biraz mahcup ve hayli ciddi bir şekilde adamın kulağına eğilerek yanağını okşamış, “Tamam” demiş “Tavuk bozuk aslanım, sakın yeme..!”Acele etme anneKarısı hamileyken savaşa giden adam, uzun savaşın bitiminde birliğiyle kasabasına dönmüş, karısı henüz babasını görmemiş oğlunu alıp onu karşılamak için tren istasyonuna gitmiş, tren boşalmış, önden ilk fırlayan kocasını gören kadın ona sarılmış, uzun uzun öpüşürlerken “Anne..!” diye eteğini çekmiş oğlan, “Acele etme, ilk gördüğünü kapman doğru mu?.. Bu şişko bi şey.. Baksana arkada daha neler var!”