Anayasa Mahkemesi’nin Cumhurbaşkanı Gül’ün görev süresiyle ilgili aldığı kararın ne anlama geldiği artık daha da netleşti.Abdullah Gül’ün danışmanı Ahmet Sever’in açıklamaları bir gerçeği ortaya çıkardı.Tam tahmin ettiğim gibi “kısmi bozma” kararı tamamen Abdullah Gül’ün arzusu doğrultusunda olmuş.Daha önce de yazmıştım; normal olarak Meclis’in Cumhurbaşkanı’nın görev süresiyle ilgili çıkardığı yasanın tamamı Anayasa’ya aykırıydı.Ancak Anayasa Mahkemesi kararın sadece yarısını Anayasa’ya aykırı buldu ve kısmi iptal kararı verdi.Buna göre mevcut Cumhurbaşkanı’nın görev süresi 7 yıl. Ancak yasanın ikinci bölümündeki “Daha önce Cumhurbaşkanlığı yapanlar yeniden aday olamaz” maddesi iptal edildi.Yani yasa Abdullah Gül esas alınarak düzenlenmiş olduAnayasa Mahkemesi’nin bu kararı almasındaki temel etken bana göre yeni üye yapısını, anayasa değişiklikleri oylamasından sonra iktidarın değil Abdullah Gül’ün oluşturmasıdır.Yüce Mahkeme üyeleri kendilerini oraya getiren Cumhurbaşkanı’na şükranlarını bu yolla sunmuş oldular.Eğer Anayasa Mahkemesi yasanın tamamını iptal etseydi, ağustos ayı içinde yeni Cumhurbaşkanı’nı seçmek için sandık başına gidecektik.Bugünün koşullarında, Gül’e yeniden seçilme hakkı tanınmış olsa bile, Erdoğan’ın adaylığı karşısında Gül’ün adaylıktan feragat edeceği kesindi.Kısacası, yasanın tamamı iptal edilmiş olsaydı, önümüzdeki ay Erdoğan’ın Köşk’e çıkması neredeyse kesindi.Oysa şimdi durum değişti. Seçime iki yıl var ve Erdoğan’ın adaylığı bugünkü kadar kesin değil artık. Erdoğan’ın adaylığını ülke ve dünya şartları belirleyecektir.Peki, Gül, Erdoğan’a rağmen 2014’te adaylığını koyabilir mi?Mantıken bu pek mümkün görünmüyor.Ancak Cumhurbaşkanı’nın danışmanı Ahmet Sever’in sözleri, bu ihtimalin az da olsa 2014’te belirebileceğini gösteriyor.Anlaşılan, açıkça söylenmese ve hatta her fırsatta “olur mu canım öyle şey” türü açıklamalarla desteklense bile, iktidar ile Çankaya arasında bir soğukluk olduğu ve ciddi bir çatışmaya bile yol açması mümkündür.Çankaya ile iktidar arasında şimdilik “görünmeyen” çatışmanın nedenlerine önümüzdeki günlerde değinmeye çalışırım.Burada son nokta olarak şunu yazmak istiyorum. Gül 2014’te aday olup seçilebileceği gibi 2019’daki seçimlerde de aday olabilir.Anayasa Mahkemesi kararında “eski cumhurbaşkanlarının yeniden aday olabilmesine olanak sağlanıyor” ancak bir kısıtlama konulmuyor. 2014’e geldiğimizde sistem sil baştan olacaktır.Yani Gül aday olursa “ikinci kez seçilmek için” değil “ilk kez seçilmek için” aday olacaktır. *****Teşhis rezaleti Dörtyol’daki “teşhis rezaleti” büyük olasılıkla bir şekilde kapanacak. Hatta belki sorumlular hakkında göstermelik de olsa hafif cezalar da verilecek. Ancak bundan sonra hiçbir polis ya da herhangi bir kamu görevlisi, bir iktidar mensubu, ailesi veya yakınlarına karşı yasal ve hukuki olsa bile bir yaptırımda bulunmaya kalkamayacaktır.Bunu bilelim ve buraya nokta koyalım.Öte yandan, milletvekili çocuğu “yasal hakkı olan” teşhis uygulamasından yararlanırken, Hopa olayları protestosunda polislerin kalça kemiğini kırdıkları Dilşat Aktaş’ın bu “yasal hakkını” tam 425 gündür kullanamaması da ayrı bir rezalet.Kalabalık ve heyecanlı üstelik çatışmalı bir ortamda, hepsi aynı üniformayı giymiş kişileri bir gün sonra bile tanımak çok zordur. Kaldı ki bir yılı aşkın süre sonunda karşınıza sizi yaralayan bir polisi, yine üniformalı hâlde ve 10 kişinin arasından seçip tanımanız mümkün olabilir mi?Dilşat Aktaş’ın önüne, kendisine saldıran polisi tek başına koysanız bile teşhiste büyük güçlük çekecektir.Bu arada bir de çok merak ettiğim konuyu sorayım; Dörtyol’daki teşhis rezaletinde, milletvekili çocuğu, karşısına dizilen polislerle yüz yüze. Oysa bu tür teşhislerde arada aynalı camlı bölme olması gerekmiyor mu? Teşhis edenle teşhis edilen karşı karşıya konulur mu? *****Haber kanalının süresi neden kısıtlıdır? Her şeyde olduğu gibi haber kanallarında da enflasyon yaşıyoruz. O kadar çok haber kanalı var ki, izlemek bile zor.Ancak “haber kanalı” olan bu kanallar garip biçimde kendi kendilerini sınırlıyor. Hemen her gün ve hemen her haber kanalında sunucuların şu sözleri bıkmadan tekrarladıklarını duyuyorum: “Efendim çok önemli bir konu ama ne yazık ki zamanımız sınırlı.”İyi de bir haber kanalının zamanı neden sınırlıdır. Adı üstünde “haber kanalı” değil mi?Eğer konu çok önemliyse sunucu neden konuyu kapatır ve sanki arkasından çok önemli bir başka program gelecekmiş gibi izleyiciyi de tatmin etmez.“Reklamlar” diyen olabilir. Ne var bunda? Reklama gidersiniz, sonra konuya dönersiniz. Yok, eğer haber kanalları kendi planladıkları yayın akışını yapacaklarsa o zaman da “konu çok önemli ama zaman sınırlı” demesinler bari. *****Özel’in tavrı özel değilGenelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel gazilerle iftarda “Şehit haberlerinin geldiği ortamlarda tatil yapmam” demiş. Yani Genelkurmay Başkanı bu yıl tatile çıkmayacakmış.Bizim gazetede dâhil gazeteler bunu “hassasiyet” olarak değerlendirmiş.Yandaş medyadakiler ise bir karakol baskınında golf oynamayı sürdüren komutana atıfta bulunarak “İşte fark” gibi başlıklar bile kullanmışlar.Oysa Necdet Özel’in tavrında özel bir durum yok.Türkiye şu anda “ilan edilmemiş” bir savaşın içinde. Bir tarafta terörle mücadele, öte tarafta Suriye ile patlayabilecek bir sıcak temas olasılığı içinde yaşıyoruz.Böyle dönemlerde ilgili ve sorumlu makamlarda olanların tatil yapma gibi bir lüksü olamaz ki zaten.Örneğin 2010 eylülünde Anayasa referandumu yapılmıştı. Referanduma giden günlerde gündem çok yoğundu ve gazeteciler, yazarlar hatta akademisyenler bile tatil yapamamıştı. *****Şehit sayısına göre manşet Okurlarımdan Coşkun Telciler gündemle ilgili neredeyse her gün bir mesaj gönderir ve görüşlerini paylaşır. Dün de bir mesaj göndermiş. Diyor ki “Gazeteler şehit haberlerinde neden sayıya göre davranıyor? Her gün şehit haberi alıyoruz, ama bunlar bir iki ise gazetelerde çok küçük haber olarak okuyabiliyoruz.”Aslında uzun yıllardır yaşadığımız bir sorun bu. Yazı işlerinde atkif çalıştığım günlerden de hatırlıyorum, sanki bu konudaki haberleri şehit sayısına göre değerlendiriyoruz.Yani bir iki şehit varsa fazla önem vermiyoruz. Şehit sayısı 5’i geçtiğinde haber daha büyük yer alıyor. Bu aslında şehit haberlerini kanıksamaktan kaynaklanıyor. Eskilerin deyimiyle “vaka-i adiye” yani “sıradan olay” olarak algılıyoruz. Her gün olan, adeta rutin haline gelmiş olay gibi.Ne zamanki aynı anda 5’ten fazla şehit haberi geliyor, o zaman olay “rutin” olmaktan çıkıyor.*****Nedense ne zaman dış politikamızın temelini oluşturan “Stratejik Derinlik” tezini ve stratejimizin “derinliğini” duysak aklımıza “kendi mezarını kazmak” deyimi geliyor. (Gani Yıldız)
Sevgili okurlar, bu haftaki pazartesi sohbetimizde gündemde olan birkaç konuya değinmek istiyorum. Öncelikle “Özel Yetkili Mahkemeler (ÖYM) kaldırılmış olmasına rağmen” tutuklulukların hâlâ ve ısrarla devam ettirilmesi, 5 yıla yaklaşan davaların esas amacını ortaya koymuştur. Bu davalar adaleti sağlamak için değil, intikam almak, cezalandırmak içindir.Aslında başından beri böyle olduğu biliniyordu. Yıllardır anlatıyoruz, ama malum koro “yargıya müdahale etmeyin” sloganıyla, bu davaları sorgulayan herkesi darbeci, askerci ilan etmekten, her türlü yalan dolanla aşağılamaktan, karalanmaktan geri durmadı. Oysa geldiğimiz nokta ne kadar haklı olduğumuzu ortaya koydu.Kuvvetli şüpheHâkimler, aralarında milletvekillerinin de bulunduğu sanıklarla ilgili kararlarında “şiddetli suç şüphesi ve kaçma ihtimali” olduğunu ileri sürüyor. Bu sav geçerli ve mantıklı değil. Çünkü bu davalar zaten telefon konuşmalarına dayanıyor, bulunacak başka kanıt olmadığı gibi sanıkların kaçmasını gerektirecek bir durum da yok.Yargının tükenişiÖYM’ler kalkmış olmasına rağmen tutuklulukların sürmesi yargının tamamen tükenişinin de bir kanıtı. Yargı ne yazık ki bu davalarda iktidardan gelen talimatları uygular duruma düşmüştür. O mahkemelerin hâkimleri hayatları boyunca bu yaptıklarının hesabını veremeyecekleri gibi vicdanları da hep sızlayacaktır.Tek karar vericiÖyle anlaşılıyor ki bu davalarda bir tek karar verici var. Eğer o isterse tutukluluklar sona erecek. Aksi halde çok uzun yıllar sürecek. Çünkü görünen o ki, hâkimler bırakın hukuku, yeni çıkan kanunları bile uygulamıyor. Sadece kendi takdir haklarını kullandıkları asla inandırıcı değildir.Siyasetin acizliğiBu davalardaki uygulama Meclis’in de aciz durumuna düştüğünü ortaya koydu. Demokrasi ve hukukun olmazsa olmazı olarak bilinen yasama, yürütme ve yargı erkleri tamamen ortadan kalkmıştır. Meclis iradesi ciddiye alınmamıştır. Başta Meclis Başkanı olmak üzere tüm partiler bunun sorumluluğu altındadır. Bu onların da utancıdır.Muhalefet...Yargının Meclis iradesini hiçe sayarak yaptığı uygulama muhalefet partilerinin “ağır eleştirileri” ile geçiştirilemez. CHP ve MHP için artık eylem sırası gelmiştir. Ağır eleştiriler yasak savmaktan başka bir şey değildir. CHP ve MHP milletvekillerinin tamamı gerekirse Silivri önünde toplanıp üyelerini alıncaya kadar beklemelidirler bile.Suriye sorunuSuriye konusunda kafamız hâlâ karışık. İktidarın ve yandaşlarının olağanüstü beyin yıkama taktikleriyle sadece “eli kanlı Esad” portresi görebiliyoruz. Gerçek sadece bu mu? Esad’ın ülkesini bir diktatör gibi yönettiği kesin. Suriye’de demokrasi ve hukukun üstünlüğünün kurulması da gerekli. Ama bunu muhalefet denilen kesim mi başaracak?Türkiye’nin rolüHafta içinde iktidarın olayların bu noktaya geleceğini bildiğini çünkü bunun bir uluslararası plan olduğunu yazmıştım. Bu noktaya geleceğini bilmek başka, bundan sonrasını kontrol edebilmek başka. Gördüğüm kadarıyla iktidar durumun konrolünü elinden kaçırmak üzere. Artık tek şansımız Suriye’ye uluslararası bir müdahale.Ya olmazsaBaşta Davutoğlu olmak üzere iktidar Suriye’ye bir uluslararası müdahale için ellerinden geleni yapıyor. Çünkü böyle bir müdahale iktidarı bir anda düzlüğe çıkaracak ve haklı konuma getirecektir. Ancak görünen o ki, bölgedeki dengeler nedeniyle bu tür bir müdahale zor. Türkiye bölgede tek başına kalacağı gibi yıllar sürecek kanlı bir sürecin aktörü de olabilir.Suriye’de muhalefetBu arada muhalefet olarak anılan gruplara da bakmak gerek. Suriye’deki olaylar özgürlük ve demokrasi taleplerinin dışında artık giderek dini bir kimliğe bürünüyor. Muhalefet denilen grupların dinci terör örgütlerinin kontrolüne geçtiği, kurulacak bir düzenin demokrasi değil bir tür İslam diktatörlüğü olacağı artık açıkça görülüyor.Türkiye için tehditİktidar çevresinde kimileri dine dayalı rejimlerin kurulmasından hoşnut olabilir hatta bunu destekleyebilir. Ancak güney ve güneydoğumuzu sarmalayacak olan şeriatçı ve henüz devlet oluşturamamış bir yapı Türkiye Cumhuriyeti için büyük bir tehdit ve tehlike olacaktır. Türkiye’nin buna rıza göstermesi olabilecek en büyük felakettir. Bunu bilmemiz gerekir.Dünya umursamazGlobal güçler için bölgede kurulacak yapı sadece enerji kaynaklarının üretiminin ve iletiminin güvencesi açısından önemlidir. Belli ki muhalefet adı altındaki dinci gruplar global güçlere bu konuda bir engel çıkarmayacaktır. O halde sorun yoktur. Ama Türkiye’nin durumu farklıdır. Türkiye global güçler gibi bakamaz, bölgesel sorunlar bizi ilgilendirecektir.Kendi içinde çatışmaZaten global güçler bölgede parçalanmış, küçülmüş ve kendi içinde çatışmaya devam eden devletçiklerden yana. Üstten bakınca global güçler için bir tehdit ve tehlike yok. Onlar düzenlerini kurup adamlarını işbaşına getirdikten sonra çekip gideceklerdir. Bu devletçiklerle, onların sorunlarıyla baş başa kalacak olan ise Türkiye’dir.CHP kurultayıCHP kurultayı benim tatilde olduğum döneme denk geldi. Açıkçası zaten çok da merak etmiyordum. Detaylara girmeden bakarsak, bu kez kurultay’ın demokratik bir havada geçtiğini hatta çarşaf liste sayesinde herkesin kendini ifade etme şansı bulduğunu bile söyleyebiliriz. Ancak biraz detaya inince hiç de hoş olmayan kokular aldığımı söylemeliyim.Çarşaf liste dedikleriKurultayda Genel Başkan liste çıkarmadı, ama haklı olarak bir anahtar liste yaparak “Ben bunları tercih ederim” dedi. Hakkıdır. Ancak ardından önce alternatif gibi sunulan daha sonra neredeyse liste enflasyonuna neden olan yeni listeler kafa karıştırdı. Sayımlarda hile yapıldığı dedikodularının üzerine üstelik yargı kararıyla gidilmemesi ise büyük skandaldır.Polislerin teşhisiGeçen haftanın skandal olaylarından biri de Dörtyol Emniyeti’nde polislerle kavga eden bir AKP milletvekilinin oğlunun “Kendisiyle tartışan polisleri teşhis etmesi”ydi. Haber doğal olarak büyük tepki çekti. Tabii iktidarın ne yapacağını henüz bilmiyoruz. O milletvekili koruma altına girerse yandaş medya harekete geçer. Şu ana kadar yandaş medyada bu haber yoktu.Normal diyenlerNitekim bu skandalı hemen tersine çevirmeye çalışanlar da oldu. Yalakalığın sınırı yok. Örneğin “Polisin de teşhis için sıraya sokulması demokratik bir tavırdır” diyenler var. Ancak burada polisin teşhis için sıraya sokulması değil, bunun bir AKP milletvekilinin oğlu için yapılması eleştiriliyor. Uygulama her şikâyetçi için yapılmıyor. Skandal olan bu durumdur.İktidar şımarıklığıBütün bunlar iktidarın oy oranının her gün artmasının bir güç zehirlenmesi, iktidar şımarıklığı nedeniyle yaşanıyor. İktidar ve yandaşları artık Türkiye’nin tek sahibi olduklarına inanıyorlar ve kendilerine karşı gördükleri herkesi anında cezalandırma hatta yok etme yoluna gidiyorlar. Unutulan, siyasetin çok değişken olduğu ve bir gün her şeyin tersine dönebileceği.İstanbulluların çilesiSevgili okurlar, bu hafta son olarak 15 milyon İstanbullu’nun trafik çilesine değinmek istiyorum. Şurası bir gerçek ki İstanbul sahipsiz. Ne vali var, ne emniyet müdürü ne de trafik müdürü. Trafik konusunu bilimsel olarak ele alacak kadrolar olmadığı için İstanbul trafiği Allah’a emanet. Güya yetkililerin tek derdi iktidara şirin gözükmek. Vatandaş hiç dertleri değil.Kaçırılan büyük fırsatHafta içinde trafikle ilgili bazı gözlemlerimi yazacağım. Şunu söyleyeyim, yeteneksiz ve çapsız yöneticiler hiçbir önlem almadan köprüleri onarıma aldılar. Uyarılara kulak tıkadılar. Ancak bir ay sonra bir şeyler yapmayı akıllarına getirdiler. Buna da şükür tabii. “Varoş kültürü anlayışı” ile kenti yönetmeye kalkanlar iflas ettiler, ama arkalarında güçlü iktidar var.Hepinize iyi haftalar dilerim..
Bilmiyordum yeni öğrendim. Meğer çok uzun yıllardır uygulanıyormuş, ne zaman ki yılların ihracatçısıyla bir sohbette dinledim, öğrenmiş oldum.Matrak bir hikaye.1970’li yıllar. Türkiye henüz ihracatı pek bilmiyor, gerçi bilmiyor ama bir anda iyi öğrenmişti, hayalisini bile yapmıştı.İşte o yıllar. İhracatçımıza Irak’tan birileri geliyor. Diyorlar ki “Bize katır lazım.”İhracatçı şaşırıyor, her şey ihraç etmiş de katır ihraç etmemiş.“Ama iş iştir” diyor ve adamlarını salıyor hayvan pazarlarına. Katır nerede kaça satılır öğreniyor. Sonra bir toplantı daha yapıyorlar. İhracatçı “Valla katır bulmak çok zor oluyor, bulduklarımı 5 bin dolardan veririm” diyor. Iraklılar kabul ediyor.Ama gelin görün ki sıra toplanan katırları ihraç etmeye gelince sorun çıkıyor. Çünkü; meğer katır ihracatı için Genelkurmay’dan izin almak gerekiyormuş.Neden? Cevabı basit; Katır ulusal güvenlikle ilgili bir taşıma aracı.Kaçakçılar katır kullanıyor ya, fi tarihinde bir kanun çıkmış. Kaçakçılar kolay katır alamasın diye ihracat izni Genelkurmay’a bağlanmış. Genelkurmay alıcıya bakıyor, inceliyor sonra izin veriyor.İhracatçı “Şimdi onca iş arasında Genelkurmay’a gidip gelmeyi, dert anlatmayı gereksiz buldum, işi küçük çapta işler yapan birine devrettim” dedi.Sonra ne mi olmuş?Onu da öğrenmiş. Küçük çaptaki ihracatçı Genelkurmay’a gitmiş. Onlar incelemişler ama “Bu işi devlet yürütür” demişler. Konu dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’na aktarılmış. Onlar bilirkişi oluşturmuşlar ve katır başına 350 dolar fiyat belirlemişler.Iraklılar 5 bin dolara anlaştıkları katırları 350 dolardan alıp gitmişler.Sordum “bu kanun hala yürürlükte mi?” diye. Yürürlükteymiş. Çünkü bölgede o yıllardan bu yana değişen olmamış ki.Kaçakçılar yine katır kullanıyor, silahından uyuşturucusuna, çayından sigarasına her türlü kaçak mal yine katırlarla taşınıyor.Yanisi şu ki, katırlar hala bir ulusal güvenlik konusu.*****Polonya gezisiBülent Arınç’ın göreve geldiği sırada “Kurban olduğumunun Allah’ı verdikçe veriyor” diye övdüğü Danıştay Başkanı’nın başı dertte biliyorsunuz. Kimi kaçakçılık şüphelileriyle ilişkide olduğu saptanmıştı. Gerçi Başkan “Valla hergün çok ziyaretçi geliyor kimi nasıl ayırırım” diye savunmuştu kendini ama, bu millet bunu da yer mi bilemem.Gerçi Başbakan Başkan’a sahip çıktı “yıpratmak istiyorlar” dedi. O da bir gariplik ya neyse.Başkanla ilgili bir sürü iddia geliyor artık.Neymiş, Başkan henüz Başkan değilken, yine bir kaçakçılık şüphesi altında olan birileriyle Polonya’ya gitmiş. Masrafı bu kişiler çekmiş. Polonya’da çok hoş günler geceler geçirmişler. Bu kişiler Başkanla ilgili pekçok hatıra fotoğrafı çektirmişler. Başkan bu hatıra fotoğraflarının yayınlanmasından mı korkuyormuş ne?*****Sıcak günlerin ferahlatan fıkralarıSıcaklar çekilecek gibi değil. Ama hayat devam ediyor ve hem havanın hem de genel ortamın aşırı hararetine biraz gülümsemek iyi gelir. Yıldırım Tuna bu hafta yine bir dolu fıkra göndermiş. Seçin beğenin;Boya şunuZengin adam kapısına “Ağbi ne olur bir dilim ekmek” diye gelen işçiye emek vermeden para kazanmaya alışmaması için “Al şu yağlıboyayı ve fırçayı, git garajdaki hortumu boydan boya yeşile boya, sana 50 lira vereceğim..” demiş, akşama doğru işçi üstü başı elleri kolları yemyeşil, yağlı boyalı gelmiş,“Hallettim ağbi, istediğin gibi yemyeşil oldu, hem de 2 kat sürdüm” demiş nefes nefese, “Yalnız o Ford değil Ferrari bilesin..!”Karım öldürürKatili evinde kıstıran özel harekat timinin komutanı eline diyafonu alıp “Teslim ol.. Ellerin başının üzerinde dışarı çık, yoksa bir dakika sonra biz içeri girip seni almak zorunda kalacağız” diye anons yapmış, “Sakın..!” diye gelmiş cevap, “Ayakkabılarınızı paspasa silmeden girerseniz Allah canımı alsın karım anında hepimizi öldürür..!”Cennet cehennemAlanya’ya epey Alman vatandaşı yerleşmiş. O kadar ki kendi kiliseleri, mezarlıkları bile var. Rahipleriyle tanıştım “Burada yaşayanlar kiliseye pek gelmiyorlar” dedi “O kadar güzel bir yerde yaşıyorlar ki ‘Cennet vaadimiz’ ‘Nasılsa biz cennette yaşıyoruz’ diye onları etkilemiyor.. Yazın da buraları o kadar sıcak ki Cehennem onları gram korkutmuyor..!”GazozEvimde düzenlediğim Yılbaşı partisinde geç saatlerde sekreterimin yanına oturdum, fularımı düzeltirken “Gazoz içer misin?” diye sordum, birden “Hayır..!” diye cevap verdi titreyerek. “Ne o?” dedim, “Gazoz sevmez misin, yoksa bana mı güvenmiyorsun?” Sekreterim “Yoo” dedi “Gazoza bayılırım..!”Beter haberDoktor, “Size kötü ve ondan sonra da berbat bir haberim var” diye hastasını telefonla aramış, “Kötü haberim şu ki test sonuçlarınız geldi ve 24 saat ömrünüzün kaldığı bildirildi..!” Nee?” demiş adam, “P.. Peki bundan daha berbat bir haber ne olabilir ki?” Doktor “Kardeşim” diye cevap vermiş sinirlenerek, “Bu haberi vermek için dünden beri seni fellik fellik arayıp duruyoruz.. Nerdesin?..”*****Gani Yıldız’danSuriye’de ortalık iyice karıştı, dolayısıyla kafamız da. İşe, “Noluyo burda?!” diye bağırarak başlamıştık, sanki şimdi, “Burda noluyo ya?” şeklinde mırıldanıyoruz.***Başbakan, içerisinde içki satılan üniversiteleri uyarmış, “Öğrenci oraya gelip de kafayı mı bulacak?” demiş. Belki de... Mezuniyet sonrasını düşünen öğrenciye de hak vermeli: “İş bulamayacağım, bari kafayı bulayım!”***Üniversite harçları kaldırılıyormuş. Eee parasız eğitim isteyen öğrenciler içeri atılmamış mıydı? Peki şimdi ne olacak? Bu sefer “hapissiz eğitim” isteyen öğrenciler eylem yapacak, arkadaşları dışarı çıkacak, onlar bu isteklerinden dolayı içeri girecek.***Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım müjdeyi vermiş, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’ndeki çalışmalar 30 Ağustos’ta bitecekmiş. Eh, demek İstanbullu bu yıl “zaferi” hiç olmadığı kadar coşkulu kutlayacak!***İstanbul’un trafik sorunu ancak “by-pass” yöntemiyle çözülebilirmiş. Anlaşıldı; o zamana kadar vatandaş by-pass olmaya devam edecek!***Bir süre önce “Tanrı Parçacığı”nı bulduğunu iddia eden CERN Laboratuvarları’na hodri meydan; sıkıysa Türkiye’de “demokrasi kırıntısı” bulun!*****Ne isterlerler?Kitapevinde bir magazinin kapağında iri puntolarla “20 milyon genç Türk kızı en çok neyi arzu ediyor” yazıyordu, hemen raftan aldım ve sayfalarını heyecanla çevirmeye başladım, karım sinirlenip “Ne yaptığını zannediyorsun?” dedi, “Yok bir şey..” dedim, “Adımı doğru yazmışlar mı diye bakıyordum da!..”
Başbakan Erdoğan 10 yıllık iktidar dönemlerini anlatırken en övündüğü konuların başında duble yollar gelir. Başbakan kimbilir kaç kere “şu kadar duble yol yaptık, 79 yılda yapılandan fazla” diye anlatmıştır.Şimdi Sezar’ın hakkını Sezar’a verelim.Evet bu iktidar döneminde gerçekten çok fazla duble yol yapıldı.Ama aslında yapıldı demek bana göre yanlış.Çünkü gördüğüm kadarıyla gerçek duble yolların yapımına yeni başlanmış durumda.Peki 10 yıldır yapılanları nereye koyacağız?Hiçbir yere. O yollar yoktu zaten.Şimdi konuyu açayım.Araba kullanmayı severim. Bu nedenle bir haftayı bulan tatillerimde uçak yerine kendi arabamla gitmeyi tercih ederim.Bu yıl da yaklaşık 15 gün boyunca kendi arabamla hayli uzun mesafe yaptım.İstanbul, Bandırma, Balıkesir, İzmir, Aydın, Muğla, Fethiye, Burdur, Afyon, Kütahya, Bilecik, Sakarya, Kocaeli ve İzmit illerini katettim.Her yer güya “duble yol” ama aslında öyle değil.Şöyle: İktidar duble yollara başladığında neredeyse Türkiye’nin bütün yolları şantiye alanına dönmüştü.Doğrudur, bir dönem saatler süren yolculuklarımız neredeyse yarı yarıya kısalmıştı.Buna karşı duble yollarla ilgili pek çok pis koku saçan dedikodular da yapılıyordu.Örneğin bu yolların yandaşlara verilmesi için bir yöntem bulunmuştu. Uzun yol yapımı için nitelikli müteahhit karnesi gerekiyor. Oysa bunlar içinde pek yandaş yok. Formül şöyle bulunmuştu; 30 kilometrelik yol yapımı için düşük nitelikli müteahhit karnesi kullanılabiliyor. Yandaşlar bulundukları bölgelerde bir araya gelip müteahhit firmaları kurarak 30’ar kilometrelik yol yapımlarını üstleniyorlardı.Ancak hem bilgi ve beceri hem de makine parkı yetersiz olduğundan bu yollar çok düşük kalitede inşa edildi. Hemen hepsi daha yapıldıkları ilk yıl tekrar bakıma alınmak zorunda kalındı.Şimdi gözlediğim kadarıyla küçük yandaş şirketler gittikçe palazlandı, yol yapmayı da öğrendiler, sermayeleri ve karne nitelikleri de arttı. İşte bu nedenle bütün yollarda hummalı bir çalışma var.10 yılda yapılan duble yolların hepsi sökülüyor ve yerlerine adam gibi duble yollar yapılıyor.Tabii bu durum trafiği de olumsuz etkiliyor. 20 kilometre temiz duble yolda gidiyorsunuz, sonra 15 kilometre tek şeride düşüyorsunuz.Başbakan duble yollarla çok övünüyor ama, tavsiyem yapılan bütün yollarla ilgili raporlar istemesidir. Çünkü sanıyorum o zaman daha önce yapılan büyük soygunun da fotoğrafını görecektir.İktidar “iş bitirici” mantıkla sorun yaratan her konuya anında atlıyor, açıkçası o an için sorun bir parça çözülmüş de oluyor, ama aradan biraz zaman geçince bu “iş bitirici” mantığın aslında ne büyük bir zarara yol açtığını görüyorsunuz.Her şey sil baştan ve adam gibi yapılıyor da, geçmişteki ağır maddi kayıpları da birinin üstlenmesi gerekmiyor mu?*****Yeniden yapılan duble yollara örneklerTatil boyunca neredeyse 2 bin kilometre yol yaptım. Bazı gözlemlerimi aktarmak istiyorum.Balıkesir Bandırma arasında yıllardır bir türlü bitemeyen duble yol var. Bu yıl da tam bitmemiş. Ama asıl kötüsü, iki yıl önce yapılan bölümlerin neredeyse tamamı bakımda.Susurluk Balıkesir arası iki yıl önce bitmek üzereydi, şimdi yeniden yapılmış.Balıkesir Akhisar arasında yol defalarca tek şeride düşüyor.Manisa İzmir arası bitmiş gibi, yol gerçekten kaymak gibi olmuş.Aydın Muğla arasında kaç kere tek şeride düştüğümüzü hatırlamıyorum bile.Muğla’dan Gökova’ya inen yolun önemli bölümü yeniden yapılıyordu. Oysa bu yol geçen yıl da yapılmıştı. Tatil biterken onarım da bitmişti.Marmaris girişi bir felaket. Geçen yıl müthiş bir çalışma vardı. Binlerce ağacın kesilmesine neden olan duble yol bitmek üzereydi. Kışın bitmiş. Ama aşırı yağmurlar nedeniyle istinat duvarları çökmüş, bu nedenle yol yeniden yapılıyor. Üstelik turizm mevsiminin tam ortasında.İnsanın aklına “Bu Karayolları’nın hiç mühendisi yok mu” demek geliyor. Bölgenin kış aylarında ne şiddetle yağmur aldığı biliniyor, yok mudur bunun hesabı ki bir yağmurla koca yol çökmüş gitmiş.Tabii bir de, “Marmaris yoluna onca masraf yapılıp ağaçlar kesilirken neden birkaç tünel açılmadı” sorusu geliyor akla. Tünel teknolojisi çok gelişti. Çetibeli’den sonra yapılacak iki tünel binlerce ağacı ve doğayı kurtarırdı.Gökova Dalaman-Fethiye arasında da eski duble yollar sökülüyor, yenisi yapılıyor.Fethiye Burdur yolu hesapta duble gibi ama, eski usul asfalt kaplandığı için aşırı sıcaklarda eriyor, bu nedenle sık sık mıcır dökülüyor. Sonuçta yolun sonuna geldiğinizde arabanız yara bere içinde kalıyor.Burdur Afyon yolunda da sayısız kere tek şeride düşüyorsunuz. Ama yapılan yeni yol gerçekten adam gibi.Afyon Kütahya arası da benzer durumda. Bozüyük Adapazarı yolu ise gerçekten olağanüstü. Paraya kıyıp baştan adam gibi yapmışlar. O yolun eski hâlini bilen bilir, azap yolu gibiydi.Sonuçta, iyi şeyler oluyor da, şu “iş bitiricilik” nedeniyle çarçur edilen milyarların da hesabını sorabilsek.*****Köprü çilesi devam ediyor. Bir yakadan diğerine geçmek birkaç saati bulabiliyor. Diyanet’ten cevap bekliyoruz: “Köprüyü kullananlar seferi sayılır mı?”*****Vaktin bolsa TTNet’e abone olmayı deneEvinize kablosuz internet bağlatmak için TTNet’e başvurdunuz mu?Ben o hatayı yaptım. Reklamların cazibesine kapılıp “kamu alanlarında da yararlanırım” diye düşünerek TTNet’ten bir paket satın almak istedim.İnternet üzerinden başvuruyu yaptım. Bir gün sonra aradılar, “çarşamba ya da perşembe günü bağlantınız yapılacak evde kimse var mı?” diye sordular.“Bekleyeceğiz” dedim. Çarşamba günü bir kurye modem cihazını getirdi. “Herhalde ertesi gün de bağlanır” diye düşünerek perşembe evde bekledim.Gelen giden olmadı. TTNet’i aradım. Tam 1 saat 45 dakika çeşitli numaraları tuşlayarak karşıma bir müşteri temsilcisi çıkmasını bekledim. Olmadı. “Müşteri temsilcimize bağlıyoruz” anonsundan sonra 20’şer dakikalık beklemelerden bir sonuç alamadım.Cuma sabahı mucizevi biçimde 10’uncu dakikada karşıma biri çıktı. “Biz bağlamıyoruz, ya kendiniz bağlayın ya birini çağırın” dedi.Uğraştım, beceremedim. Bilgisayarla doğmadık ki. Çaresiz birini çağırdık. Benim bilgisayarım küçük ve CD sürücüsü olmadığı için o da yapamadı.Şimdi çaresiz bekliyorum. Bilgisayardan anlayan bir teknik ekip bulursam kablosuz internete kavuşacağım.Türkiye’nin en kıymetli şirketini sadece bir yıllık kârına alan yabancıların reklamlarda anlattıkları hizmetlerin hiçbirini yerine getirmeyerek Türk halkını aşağıladıkları hissine kapıldım nedense.
Özel Yetkili Mahkemeler kaldırıldı. Bu mahkemelerin baktığı bazı davalardaki tutuklular yeni durum nedeniyle tahliye edildi. İktidar durumu fırsat bilip, kimsenin aklına gelmeyen bir anda, eski katillerin serbest bırakılmasını sağlayan yasayı da Meclis’ten geçiriverdi.Bu arada onlar da tahliye oldu.Sadece hiçbir tahliye talebinin kabul edilmediği Ergenekon, Balyoz ve 28 Şubat davaları kaldı.Kutlamak lazım ki, iktidar sözünü tutuyor. Ne demişlerdi “Özel Yetkili Mahkemeler kalkacak ama Ergenekon ve Balyoz’dan girenler dışarı çıkamayacak.”Hukuku bir kenara koyup adına da demokrasi denilmesine inanan milyonlar varken bu iktidar bundan sonra da istediğini hapse atar, istediğini istediği kadar içeride tutar.İktidar bir gün insafa gelirse, önce milletvekili seçilmiş olanlardan başlayarak tahliyeler gerçekleşir. Hiç olmazsa insanlar bilmedikleri suçlardan yıllarca içerde yatmaktan kurtulur.Bu arada hepimizin unuttuğu bir soruşturma daha var. Nisan ayından bu yana pek çok generalin tutuklandığı 28 Şubat soruşturması ne âlemde hiç bilmiyoruz.Oysa büyük gürültülerle başlamışlardı soruşturmaya.Dönemin en önemli ismi Çevik Bir tutuklanmış, sonra yine çok bildik isim olan Erol Özkasnak da tutuklamadan nasibini almıştı.Derken Başbakan Erdoğan duruma müdahale etti ve “Böyle dalga dalga operasyon olmaz” dedi.Savcılar “şıp” diye kestiler soruşturmayı. Aradan bir süre geçti, YÖK’le ilgili tutuklamalar da yapıldı.Ondan sonrası derin bir sessizlik.Oysa yandaş medya neredeyse zil takıp oynayacaktı. Medya ve iş dünyasında da büyük bir operasyon yapılacaktı.Her şeyi bilen özel gazeteciler çarşaf gibi listeler yayınlıyorlardı.Kimler tutuklanacak, kimlerin ifadesi alınacak, bir bir anlatılıyordu.Bunların hiçbiri gerçekleşmedi. Özel yetkili gazeteciler faka mı bastı yoksa araya başka şeyler girdi de “Şimdilik bunların burnu sürtülecek” mi dendi?28 Şubat’la ilgili henüz dava açılmadı. Bir iddianame yazılmadı.Belli ki iddianamede ne yazılacağını bilemiyorlar. Her şey ortada. Kararlar devletin en tepesinden başlayarak alınmış ve uygulanmış. Teknik olarak kimse suçlu değil.Vicdanlarda suçlananlar olabilir, ama hukuk somut kanıta dayanır.Bu olaydaki somut kanıt ise devletin tamamı. En tepeden aşağıya tüm yetkili ve görevliler. Başbakan ve bakanlar da dâhil.Peki onca kişi şimdi neden içeride yatıyor?Örneğin Çevik Bir “delilleri karartmasın, ayrıca kaçmaya kalkmasın” diye aylardır hapiste tutuluyor.Eşi ise kanser hastalığı ile baş etmeye çalışıyor.12 yıl önce görevi bırakmış bir kişi hangi delilleri nasıl karartacak ya da eşi canıyla uğraşırken nereye kaçacak?28 Şubat soruşturmasının doğru ve adil olduğunu kabul eden aklı başında, hukuka saygılı, demokrasiye inanan bir kişi var mıdır acaba? Ya da intikam amacıyla yapılmadığını vicdanen söyleyebilecek bir kişi çıkar mı?Hukuk ve adalet bu dönemde çok ağır hasar görüyor.Bunun bedelini bir gün elbette ödeyeceğiz ama, o kadar ağır olacak ki, altından kalkabilecek miyiz, orası tartışmalı.***** Meclis savcılara delil yaratmaya çalışıyor 28 Şubat’la ilgili soruşturma derin bir sessizliğe gömüldü ama, Meclis kurduğu Araştırma Komisyonu ile 28 Şubat’ı araştırıyor.Öncelikle bu bir suçtur. Anayasal bir suçtur. Devam eden bir hukuki soruşturma ile ilgili Meclis kürsüsünden bile konuşma yapılamaz.Oysa Meclis Komisyonu harıl harıl “tanık” sorguluyor. Bu sorgulamalar medyaya da veriliyor.Öyle sanıyorum ki, savcılar 28 Şubat sanıklarıyla ilgili somut kanıt bulamıyorlar.Meclis burada devreye sokuluyor ve savcılara somut kanıt üretmeye çalışıyorlar.Anlamadığım, bu komisyonda muhalefet partilerinin temsilcilerinin de olması. Hangi hakla ve hukukla orada oturup McCarthy dönemini andıran sorgulamalara katılıyorlar?Hukuk açısından Türkiye’nin çivisi çıktı.Artık kimse geleceğinden emin olamaz. Bugün yarın kimin kapısının çalınacağını, kimin tutuklanacağını ve içeride unutulacağını kimse bilmiyor.Meclis’i hukuku bu kadar çiğneyen bir ülkede herkes Allah’a emanettir. *****Şakır şakır su satılıyor İstanbul’da damacana ile su dağıtan 41 firmanın suyunun pis olduğu ortaya çıktı.Büyük skandal değil mi?Hayır “varoş kültürüyle” yönetilen Türkiye’de bu skandal değil.Suların pis olduğu açıklandı ama kimin suyunun pis olduğu henüz bilinmiyor. Pis olanlar dâhil bütün firmalar şakır şakır su satıyor.Halka pis su satmak ahlaksızlık, dolandırıcılık.Peki hangi suyun pis olduğunun bir an önce açıklanması hayati önemde değil mi? *****Anladık, helikopter kazara düşmüş (!)Dağlıca’da helikopter düşmesi sonucu 5 askerimizin şehit olmasından sonra yapılan “kaza” açıklaması doğal olarak pek çok kişiyi tatmin etmedi.Bugüne kadar kritik konularda sürekli çelişkili açıklamalar yapılması ister istemez bu duyguyu yarattı.Hele uçağımızın düşürülüp düşürülmediğini bile saptayamayan ya da bildiği halde açıklayamayan, Uludere’de yaşananları gizlemek için çırpınan bir Genelkurmay’a sahip olmamız kuşkuları katmerleştiriyor.Şimdi zihinlerde bir başka kuşku oluşturacak eylemler içinde Genelkurmay.Bu kez de açıklama üstüne açıklama yapıyor, olayın bir kaza olduğunu anlatmak için her yolu deniyor.Alışılmadık biçimde helikopteri kullanan binbaşıyı ekranlara çıkarıp “Vallahi kazaydı” açıklaması bile yaptırdılar.Tamam tamam, inandık, helikopterimiz kazara düştü (!) *****Allahım hakikaten verdikçe vermişİktidarın yüksek yargıyı da tamamen kontrol altına almasından sonra yeni Danıştay Başkanı’nın açıklandığında Bülent Arınç sevincini saklayamamış “Allahım verdikçe veriyor” demişti.Anlamıştık ki yeni gelen Danıştay Başkanı iktidarın paralelinde.Yeni başkan hemen hakkını verdi biliyorsunuz bu güvenin ve “artık Danıştay’dan iptal kararları çıkmayacak, Türkiye’nin önünü tıkamayacağız” diye açıklama bile yaptı.Yani hukuk falan hak getire.Ama bir de baktık ki bu çok güvenilir kişi “uygunsuz işler yapan kişilerin” izlenmesi sırasında dinlemeye takılmış. (Etme bulma dünyası gibi.) Danıştay’dan dava geçirmeye çalışanlarla görüşmeler yapıyormuş Başkan.Tabii yalanladı. İyi de, yalanlama da çok tuhaf. Çünkü diyor ki Danıştay Başkanı “Her gün çok ziyaretçi geliyor, kimin kim olduğunu nereden bileyim?”Danıştay yol geçen hanı mı ki geleni gideni belli değil. Ayrıca Türkiye’nin en üst mahkemelerinin birinin başkanı ziyaretçilerini bu kadar özensiz kabul etmesi doğru olabilir mi?Başkanın özrü kabahatinden büyük. ***** Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nde bir şeridin daha kapatılmasıyla “ek çile” başlıyormuş. Yetkililere hemen kızmayalım; bu sıcakta ve Ramazan’da vatandaşın sabrını zorlayıp ona “ek sevap” kazandırmak istiyorlar... (Gani Yıldız)
Suriye’nin Türkiye sınırındaki bazı kapılarının “muhaliflerin eline geçmesi” ilk anda büyük sevinç yaratmıştı yandaş çevrelerde.Her gün daha da batağa saplanan dış politikadaki zafiyetimizi örtbas etmeye çalışanlar için adeta bir “kurtarıcı” olmuştu bu yeni durum.Ama sevinç çok kısa sürdü. Sınır kapılarını ele geçiren muhalifler “Kürt” çıkmasın mı? Üstelik “muhalif” oldukları da hayli kuşkulu.Daha da açıkçası “muhalif” zannedilenler aslında bizzat Esad’ın teşviki ile o bölgeleri ele geçirdiler.Bu, yandaş çevre için tam bir hayal kırıklığı oldu.Tabii görmedikleri şu. Suriye’nin geldiği son nokta yandaşlar için sürpriz olabilir ama, iktidar için de mi sürpriz? Yoksa bugüne kadar hazırlanan bu muydu? Son durum büyük planın bir parçası mı?Dün konuştuğum eski bir bakan “İlk günden beri asıl plan buydu. Türkiye hızla bölünmeye gidiyor, bunun için de çevresi sarılıyor” dedi.“İktidar da şaşkın” diyecek oldum “sakın yanılma” dedi ve sürdürdü “Dış politikada hatalar yapılmış olabilir, ama bu iktidar aptal değil, Amerika’nın daha doğrusu global güçlerin güdümünde, kendisinden istenenleri hiç çekinmeden ve taviz vermeden yerine getiriyor.”Türkiye son yıllarda “değişim” adı altında hızla dönüştürülüyor.Söylemler Batı’yı gösteriyor ama Türkiye giderek İslamlaşıyor, muhafazakârlaşıyor ve Arap toplumlarına yanaşıyor.Batı’nın Orta Doğu’ya bakışı şöyle; Petrolün üretim ve iletimine karışmayacak, kendi içinde sürekli çatışacak küçük devletler oluşturulmalı.Global güçlerin bu coğrafyadaki katıksız destekçileri Suudi Arabistan başta olmak üzere petrol zengini Körfez ülkeleri.Arap Baharı adı verilen garabet de bölgeye demokrasi ve özgürlük getirmek için değil, bu destekçi ülkeleri rahatlatmak için icat edildi.Demokrasi ve özürlük vaadiyle içi karıştırılan ülkeler hızla bölünecek ve bölgede çok sayıda küçük, güçsüz devletler oluşacak.Operasyonun ilk adımı Irak’tı. Bu ülke 2004’teki işgalden sonra fiilen üçe bölündü. Şu anda her kesim kendi devletini kurmadıysa şartlar tam oluşmadığı için.Kaddafi’nin Libya’sı devlet olmaktan çıkarıldı, her aşiret kendi egemenlik bölgesinde hüküm sürüyor.Suriye’de ise Esad rejimi artık son dönemini yaşıyor, ülkenin üçe bölünmesi kaçınılmaz görünüyor.Bu plandaki tek arıza İran. Suriye kalesinin düşürülmesi, sıranın İran’a gelmesi açısından çok önemli.İran’ın Irak ve Suriye kadar kolay karıştırılamayacağını sananlar bana göre yanılıyor. İran’daki etnik yapıların çok uzun süredir tahrik edildiği, olası bir iç savaşa hazırlandığı çok da bilinmiyor değil. Hatta İran’ın Azeri bölgesinde Türkiye’nin bile istihbarat faaliyetleri yürüttüğünü belirtmem yanlış olmaz.Yani İran sanıldığının aksine küçük bir olayla altüst edilebilir, yeter ki çevre koşulları sağlansın.Aynı güçlerin Türkiye’ye biçtiği rol ise bölgede “batı yararına” ağabeylik.AKP iktidarı da yeni paylaşım planını biliyor ve kendi lehine kullanmaya çalışıyor.Bölgede artık milli devletler olamayacağını gören Erdoğan iktidarı, İslam dininin birleştirici unsur olabileceğini öngörerek bölgede hâkim olmayı planlıyor.İktidarın Kürt olayına da Suriye’ye de bakışı böyle. Demokrasi, özgürlükler, haklar, kimlik kimsenin pek umurunda değil. İktidar İslam şemsiyesinin her şeyin üstesinden geleceğine inanıyor.Ki zaten PKK’nın tasfiyesi de bu nedenle isteniyor. PKK’nın olmadığı Kürt bölgesindeki siyasi tercihlerin “katı bir şeriatçılık” olacağından da kimse şüphe etmesin.Sorun şu, Türkiye’nin bu hevesine karşı global güçler ne yapacak?“Rusya?” diyorsunuz değil mi? Rusya’nın da global oyun içinde olmadığını kim söyleyebilir peki?*****Dünyanın en büyük camisi için proje bir ayda yapılır mı?Başbakan Erdoğan “İstanbul’a kalıcı bir eser” istedi. Bunun da ancak dev bir cami olacağını söyledi. Yerini de belirtti. Yapılacak o halde. Başbakan istedi, kim karşı çıkacak ki? Aynen de öyle oluyor.Sonra ortaya bir anda hiç kimsenin bilmediği bir dernek çıkıverdi. “Camiyi biz yapacağız” dedi. Dünyanın en büyük camii için proje yarışması açtıklarını, birincinin ödülünün 300 bin lira olacağını da açıkladı.Şimdi sıkı durun; dünyanın en büyük, en görkemli camii için proje hazırlayacak olanlar, planlarını 1 Eylül’e kadar seçici kurula verecekler.Bu seçici kurul da 6 gün içinde karar verip birinciyi 7 Eylül’de açıklayacak.Bir mimar dostuma “Bu kadar kısa sürede böyle bir proje hazırlanabilir mi?” diye sordum.“Mümkün değil” dedi ve ekledi “Sadece maketini yapmak bile aylar sürer.”Mimar dostum “Bu kadar büyük bir inşaat için aylar süren fizibilite gerekir. İnşaat alanının topoğrafyasının çıkarılması, deprem riskinin saptanması, çevre bağlantılarının oluşturulması için bile bir ay yetmez” dedikten sonra devam etti: “Kullanılacak teknolojinin, inşaat malzemelerinin titizlikle seçilmesini bir kenara bırakıyorum, madem tarihe bir eser bırakma iddiasındasınız, o zaman ortaya çıkacak caminin mimari olarak da teknolojik olarak da estetik olarak da çağın çok ötesinde olması gerekir ki, sadece bu tür bir hayalin kâğıda geçirilmesi bile bir ayda mümkün olmaz.”Söylediklerine şaşırmadım elbette ama yine de sordum “Peki projelerin teslimi için 1 ay 10 gün var, kim buna hazırlanabilir ki?”Dostum gülerek cevapladı “Kimse hazırlanamaz, ama eğer birileri zaten aylar öncesinden çalışmaya başlamışsa, ihaleyi alırlar olur biter.”Bakalım bu “becerikli” mimar kim olacak?*****Bodrumlular, Mustafa Mutlu aranızda Tatile giderken yanıma aldığım kitaplardan biri Mustafa Mutlu’nun son kitabı “Maratonda Sona Doğru” idi. Nasıl keyifle okuduğumu anlatamam. Mutlu çok akıllı bir üslupla eski yazılarını bugünle kıyaslayarak çıkmış okurunun karşısına. Bu üslup, gazeteci yazar kitapları arasında bir ilk.Yıllar önce yazılmış bazı yazıların güncelliğini koruduğunu görüyorsunuz kitabı okurken. Üzerinde tarih olmasa bugün yazılmış diyebilirsiniz.Buna karşı bazı yazılarda ise öngörünün gerçekleşmediğini fark ediyorsunuz. Ancak Mustafa Mutlu hiçbir komplekse kapılmadan “burada yanılmışım” diyebiliyor. Yürekli bir tavır.Ama en güzeli, daha önce yazılmış yazılar üzerinden bugünün tahlilinin tekrar yapılması ki, zaten kitabı okutturan da o.Mustafa Mutlu bugün Bodrum’da kitaplarını imzalayacak.Bodrum çok sıcak, herkes gündüz saatlerinde kendisini serin bir yere attığından imza günü aslında “imza gecesi” şeklinde gerçekleşecek.Mustafa Mutlu saat 21.00’den itibaren Barlar Sokağı Azmakbaşı Mevkii’ndeki İstiklal Kitabevi’nde. Şu anda Bodrum’da olan okurlarını bekliyor.*****Türkiye’nin dünya matematik sıralamasında sonlarda olduğunu öğrenen ünlü matematikçi John Nash, “İyi matematik bilmeyen toplumda adalet olmaz” demiş. Doğru; en basitinden, hükümlünün kaç yıl yatacağını yanlış hesaplarsınız! (Gani Yıldız)
Sosyal medya dün gün boyu Carrefour’da yaşanan bir olayla çalkalandı.Olay şu; Fransız büyük bakkal şirketi Carrefour Kızılay’la bir anlaşma imzaladı. Buna göre Carrefour çeşitli büyüklüklerde Ramazan Paketi hazırlayacak ve bunları halka satışa sunacak. Vatandaş Carrefour’dan aldığı bu yardım paketlerini Kızılay’a verecek.Sonuçta büyük Fransız bakkal halkın yardım duygularını istismar ederek satış artırmayı amaçlıyor. Bir tür pazarlama tekniği yani.Ancak Carrefour önünde kurulan Kızılay çadırında gönüllü çalışan bir kadının “türbanlı” olması büyük Fransız bakkalın Fransız müdürünün ilgisini çekiyor ve “Bu kadın türbanlı, çalışmasına izin veremeyiz” diyor.Görevliler türbanlı kadını uyarıyorlar, çevredeki vatandaşlar duruma hassasiyet gösteriyor, sonra da kıyamet kopuyor.Dün gün boyu Carrefour’a tepki mesajları yağdı. Birçok kişi bu Fransız bakkalın protesto edilmesini ve buradan alışveriş yapılmamasını istedi.Dün itibarıyla bu tepki etkili olabilir, ama ben fazla süreceğini hiç sanmıyorum. Her şey eskisi gibi devam eder. Carrefour yarın öbür gün bir başka satış geliştirme tekniği bulur, hatta biraz bedava mal falan dağıtır, duyarlı halkım da yine koşar buraya.Lafı uzatmayayım, kimbilir kaç kere yazdığım ama nedense hiç kimsenin tepki göstermediği yazılarımın gerçekliği dünkü olayla kanıtlandı.Yazdığım şuydu; “Türbanı sömürenler ve bundan rant sağlayanlar neden alışveriş merkezlerinde türbanlı çalıştırılmamasını hiç protesto etmiyor?”Evet yine yazıyorum; “Türkiye’nin en çok bilinen en büyük alışveriş merkezlerinde türbanlı personel çalıştırmak yasak.”Yasak ‘kararı’ alışveriş merkezlerinin yönetimleri tarafından alındı ve hiç taviz verilmeden uygulanıyor. Elbette yazılı bir kural değil ama uygulama böyle.İnanmayan Ankara’daki Pandora’ya, Angora’ya ve diğerlerine, İstanbul’da Kanyon’a, Akmerkez’e, İstinyePark’a ve benzerlerine gidip bizzat kontrol etsin.Hiçbirinde, hiçbir mağazada türbanlı personel çalıştırılmıyor.Gerekçesi şuymuş; “Alışverişe gelenler türbanlı personel görünce içeri girmekten vazgeçiyormuş.”İkinci gerekçe ise “türbanlı personel görüntüyü bozuyor.”Defalarca çağrıda bulundum, dedim ki “Ey türban istismarcıları, neden AVM’lerde türbanlı çalıştırma yasağına hiç ses etmiyorsunuz?”Tek cevap bile gelmedi.Oysa bu AVM’lerin çoğunun sahipleri AKP’li. Birçok AKP’li önde gelen ismin bu AVM’lerde dükkânları, mağazaları var.Bu AKP’lilerin eşleri, çocukları, akrabaları bu AVM’lerden çıkmıyor, bütün alışverişlerini buradan yapıyor.Ama sıra türbanlı çalıştırmaya gelince hepsi katı biçimde yasaktan yana.Yine defalarca çağrıda bulundum. Hükümetin en aktif bakanlarından AKP’nin en ateşli savunucularından Egemen Bağış’ın eşinin bazı AVM’lerde lüks bir markaya ait mağazaları var.Dedim ki hep “Sayın Bağış, iktidarın önemli bir bakanı olarak gösterin iradenizi, eşiniz AVM’lerdeki türbanlı çalıştırma yasağını kırsın, kendi mağazasında türbanlı bir kişiye iş versin.”Haydi sayın Bağış, yapın bir kahramanlık, eşinizin dükkânında bir türbanlı çalışsın. *****Yanmamışlarmış Kendinden olmayan herkese karşı kin ve nefret saçmakla ünlü bir gazete dün “19 yıllık yalan” başlığı ile Sivas katliamını aklamaya çalışan bir haber yayınladı.Habere göre meğer Sivas’ta kimse yanmamışmış.Gazete bunu otopsi fotoğraflarına dayanarak söylüyor.Katliamdan sonra morga kaldırılan naaşların hiçbirinde yanık izi yokmuş, hatta bazılarında kurşun yarası bile varmış.Birileri hem art niyetli hem de Türkçe özürlü olunca böyle oluyor tabii.Sivas’ta katledilen aydınların direkt alevle temas etmedikleri, üst katlara kaçtıkları ancak yoğun dumandan boğularak öldükleri ilk günden beri biliniyor.Yangında ölmek ille de alevler içinde kalarak kömür olmak demek değildir.Ayrıca Sivas’ta vahşiler içeride onlaca insan bulunduğunu ve kaçacak yerlerinin de olmadığını bilerek ilk katı tutuşturdular. Çıkan yangının söndürülmemesi için itfaiye de engellendi. Demek ki insanlar yangına teslim edildiler. Kömürleşmeleri ya da dumandan boğularak ölmeleri durumu değiştirmez.11 Eylül’de onlarca kişi paniğe kapılıp kendilerini camdan aşağı atmıştı. Bu gazetenin mantığına göre bu ölenler için “El Kaideci teröristlerin uçağı Dünya Ticaret Merkezi’ne çarptığı için değil camdan düştükleri için öldüler” demek gerekir herhalde.Bir de üzücü olan; dün sosyal medyada kendini bilmez birçok kişinin “Gerçeği öğrendik, şimdi ne diyeceksiniz” türü aptalca mesajlar atmalarıydı. ******Çöpe atılan çam fideleri Değerli Can Bey; adım Turan Güney. Amasya merkeze bağlı Boğazköy’de yaşamaktayım. Hayvancıklıkla geçimimi sağlıyorum. Bize erozyon yerlerini otlak sahası olarak gösteriyorlar. O da yetmezmiş gibi gönderilen çam fidanlarını erozyon yerlerine dikmeyip imha ediyorlar. Ve ben ihbar ettim diye orman işletmesi tarafından boş alanda hayvanları otlatırken ceza yazdılar. Önce Amasya’da halletmeye uğraştım imza topladım gerekli yerlere başvurdum. Bir sonuç alamadım. Hem hayvancılığımızı hem de Türkiye’nin yeşillenmesini engelliyorlar. En sonunda bu sesiz çığlığımı duyurmanız için size yazıyorum. Yüklediğim resimlerde de açıkça belli ne olup bittiği.” NOT: Fotoğraflar bende. Dikilmeyip çöpe atılan çam fidelerinin hâli yürek sızlatıyor. TEMA’ya da duyurmak isterim. ***** Uludere ve Suriye cevapları hâlâ yokTatilden döndüm, yine sormak istiyorum. Çünkü cevapları hâlâ verilmiş değil.Birincisi, Uludere olayı yine karanlıkta.İstihbarat kimden geldi?Değerlendirmeyi kim yaptı?Vur emrini kim verdi?Bunların hepsi ilk andan beri biliniyor. Ama iktidar da ordu da tek kelime bile bir cevap vermiyor?Nereye kadar?İkinci konu Suriye açıklarında “düşen/düşürülen” uçağımızla ilgili sır perdesinin hâlâ aralanmaması.Uçak düştü mü düşürüldü mü?Suriye’de muhaliflere askeri ve maddi yardım yapılıyor mu?Türkiye’de üslenen bazı Suriyeli muhalifler sınırı geçip eylem yaptıktan sonra tekrar geri dönüyor mu?İzlediğimiz politikaların sonucunda bölgede PKK daha da güçlendi mi?Bu soruların cevapları Amerikan basını tarafından veriliyor ama bizde fazla yer bulmuyor.Zaten derin bir sessizlik var.Ama Esad aleyhtarı yayınlara aynen devam ediliyor.Suriye konusunda aykırı sorular soranlara ise neredeyse “hain” damgası yapıştırılacak.Olsun, ileri demokrasimiz var ya, o bize yeter.*****Ülkemize gelen Suriyeli mülteciler kampta isyan çıkarıp polisleri rehin almış. Artık şimdi, “Suriye ile sıfır sorun” yerine, “Suriye ile sırf sorun” desek ayıp olmaz herhâlde! (Gani Yıldız)