Öncelikle bayramınız kutlu olsun.Dün bu köşede okuduğunuz bayram yazılarını aslında bugün okuyacaktınız.Dün arife günüydü, bayram bugün.Demek ki bayram kutlama yazısının bugün yayınlanması gerekirdi.Ancak yazar editörümüz Aytekin Hatipoğlu “Can bey” dedi “Yazınız duygularınızı yansıtıyor ama bana sorarsanız bayramda insanların içini karatmayın.”Çünkü yazımın başlığı “Bayram benim neyime” idi. Yaşadığımız olumsuzlukları sıralamış ve “Bu şartlarda yine de iyi bayramlar ama, bayram benim neyime demeden edemiyorum” demiştim.Aytekin Hatipoğlu uyarınca “Haklı” dedim kendi kendime. Onca olumsuzluk yaşasak da sonuçta bu bizim bayramımız, bizim kutsalımız, bizim sevgi ve hoşgörü günümüz, bir gerçeği ortaya dökmek için olsa bile kimsenin ağzının tadını kaçırmamalıyım.Bu nedenle bayram günü yazısını bir gün öncesine çektik.Bugün ise her şeyi unutalım ve bayram keyfimize bakalım.Bu hafta Yıldırım Tuna’dan elbette fıkralar geldi.Ama ben “bugün sadece bayramla ilgili fıkralar koymanın daha iyi olacağını” düşündüm.İnternet’te biraz gezinerek bayram fıkraları topladım.Bunların hepsi değişik zamanlarda değişik yerlerde yayınlanmış fıkralar.Çoğunu biliyorsunuzdur da.Ama bazı fıkralar vardır defalarca okusanız da yine gülersiniz, yine bir ders alırsınız, yine düşünürsünüz.İşte Şeker Bayramı’nın şeker gibi fıkralarından bir demet.Hepinize huzurlu, sağlıklı, neşeli bayramlar dilerim...Bayram namazıTemel’in annesi ölmüş. Cenaze namazında bir kenarda duruyormuş. Soranlara; “Pen cenaze namazı kılmasını pilmeyrum” diyormuş. Bir süre sonra kayinvalidesi ölmüş. Namazda Temel’i en ön sırada görenler “Hani sen çenaze namazı pilmezdun?” diye sorunca Temel cevaplamış; “Pu çenaze namazu tegil çi, payram namazu...”Tilki her zaman tilkidirTilki ormanda gezerken bir ağacın dalında asılı bir geyik budu görür. Açtır ancak yine de şüphelenir bu işten, kontrol etmeye başlar ve bu işte bir anormallik olduğu içine doğar. Geyik budu bir iple bombaya bağlıdır. Avcılar tuzak kurmuşlardır. Epeyce uzağa gider ve başını kollarının üzerine koyarak yatıp olup biteni merakla izlemeye başlar. Biraz sonra ağaçların arasından bir kurt gelir, budu görür ve yatan tilkiyi de tabii. Tilkiye sorar “Ne yapıyorsun dostum?” Tilki cevap verir “HiiiçÖ Yatıyorum” Kurt sorar “Burada bir but var. Neden yemedin?” Tilki sakince cevap verir; “Bugün orucum.” Kurt kendinden emin “Ben yiyeyim o zaman” der. Tilki “Tabii.. Buyur afiyet olsun” der. Kurt buta uzanır uzanmaz bir patlama, bir feryatÖ Ortalık toz duman.. Kurt yaralı hareketsiz 10 metre uzakta perişan halde yatarken yerinden doğrulan tilki hafiften budu yemeye başlar. Yarı baygın bir şekilde gözünün birini zorla açabilen kurt, “Şerefsiz hani oruçtun?” der. Tilki pişkin pişkin cevaplar kurdu: “İlahi kurt kardeş, Biraz önce top patladı duymadın mı?”Erzurumlulun intikamıErzurumlu harmanını kaldırmış, ekinini kurutuyormuş. Ancak öğleden sonra gökyüzü kararmaya başlamış.. Telaşlanan Erzurumlu başını yukarı kaldırıp başlamış duaya; “Allah’ım, ne olirsen ekinim gurumadan yağmurunu yağdırma!, Allah’ım, birkaç gün daha yağmurunu yağdırma, ne olirsen. Ekin kurudu kuruyacak lakin akşam üzeri, son yarım saatte bir yağmur, bir tufan. Tüm ekini telef olmuş zavallı Erzurumlunun. O hırs, kızgınlıkla evin tolunu tutmuş, ancak eve geldiğinde ne görsün; ahırda eşeğine de yıldırım çarpmamış mı? Bu olay Erzurumlunun içine öyle oturmuş, ama bir şey de yapamamış pek tabii ki. Ancak zaman geçmiş, Ramazan ayı gelmiş, çatmış. İntikam hırsıyla, ilk gün niyetlenmiş Erzurumlu. İftara tam yarım saat kala, bir sigara çıkartıp başlamış tüttürmeye. İlk nefesini şöyle bir güzelce çekmiş ve kafasını yukarı doğru kaldırmış ve üflemişÖ Üfff.. “Nasıl? İllet oliysen şimdi değil mi?” demiş ve devam etmiş. “Var ya, ölen eşeği de gurbana saymazsam şerefsizim.”Ben gelememRamazan günü Nasreddin Hoca’nın susuzluktan başı döner, dayanamaz çaktırmadan bir çeşmeye yanaşır tam suyu içerken bir köylü görür Hoca’yı. “Aman hoca günah değil mi bu yaptığın!” Hoca öfkeyle cevaplar; “Yıkıl karşımdan Ramazan gider bir daha gelir ama ben gidersem bir daha geri gelemem ne günahı?” Şarap parasıBektaşi bayram namazından sonra dua ediyormuş; “Allah’ım bana bir şarap parası ver.” Yanında namazını bitiren kişi de ellerini kaldırmış; “Rabbim bana iman ver” diye dua ediyor. Bektaşi’nin duasını duyunca öfkelenip “Allah’tan şarap istenir mi? İman istesene benim gibi” demiş. Bektaşi cevaplamış; “Ne yapalım efendi herkes kendinde olmayanı ister.” İtibarSoftanın biri Bektaşinin önüne geçti: “Ey Erenler; iyisin, hoşsun, ilim irfan sahibisin; bir de oruç tutup, namaz kılsan, bizim nazarımızda da itibarın olur o zaman” dedi. Bektaşi gülümseyerek; “Sizin nazarınızda itibar kazanmak için, Tanrı önündeki itibarımı zedeleyemem” dedi.Ses, deneme, sesTemel köyde imamlık yapıyomuş. İftar saati yaklaşmış. Bütün köylü de oturmuş iftar açmak ezanı bekliyomuş. Temel çıkmış minareye ezanı okumaya başlamış ve o anda iftara iki dakika daha olduğunu farkedip ezanı kesmiş. Ama köylü Temel’in sesini duyunca bismillah deyip oruçlarını açmış. Temel ne yapsın dersiniz. Mikrofonu almış yine eline; “Allahuekber Allahuekber ses deneme 1-2-3 ses deneme!”***** Cüppeli Ahmet’ten iki fıkra Cüppeli Ahmet Hoca hapiste ama yaptığı konuşmalar bir tv kanalında her hafta yayınlanıyor. Yaptığı esprilerle tanınan Cüppeli Ahmet çeşitli fıkralar da anlatıyor. İşte bu fıkralardan ikisi;Madem seversinBayramın yaklaştığı günlerden birinde, iftar sırasında, misafirlerden biri “Keşke Ramazan senede iki gelse...” der. Aynı sofrada misafir bulunan Bektaşi ise hemen şu cevabı verir; “Madem bu kadar seversiniz, Ramazan gider gitmez neden Bayram edersiniz.” Müslüman var mı?Cemaat, camide namazını kılmış, tesbihat yapıyormuş. Birden içeri elinde çifte su verilmiş Bursa işi bir kasap bıçağı bulunan bir adam girmiş ve gür sesiyle “Aranızda Müslüman var mı?” diye bağırmış. Cemaat, eli bıçaklı adamdan acayip korkmuş tabii. Ama içlerinden yaşlıca biri cesaretini toplamış, her şeyi göze almış artık ve elini kaldırmış; “Ben... Ben müslümanım.” Eli bıçaklı adam ihtiyarı dışarı götürmüş. Meğer Kurban kesmeye kalkmış. Ama hayvanı yüzmeyi becerememiş. Bunun için bilen birini arıyormuş. Yaşlı adamı bunun için getirmiş. Yaşlı adam biraz çalışmış ama “Ben yoruldum evladım, derisini yüzmeye başkası devam etsin” demiş. Kurban sahibi adam camiden içeri tekrar girmiş, kana bulanmış bıçağı yeniden gören cemaat iyice korkmuş tabi. Adam; “Aranızda başka Müslüman yok mu?” diye bağırmış. O anda herkes imama bakmış. İmamın da ödü kopuyor tabii. “Ne bakıyorsunuz bana ya” demiş ve eklemiş:“İki rekat namaz kıldırdık diye Müslüman mı olduk.”
Yarın bayram. Hepimizin mutlu, sevinçli, umutlu olması gerekiyor. Oysa bu bayram bildiğimiz bayramlar gibi değil.Acılar, korkular, endişeler, umutsuzluklar milyonları sarıp sarmaladı.Bir de üstüne yıllardır atılan kin ve nefret tohumları her gün daha da filiz veriyor, baş gösteriyor.TERÖR CAN ALIYOR: Terör her gün bir bazen birkaç fidanı daha koparıyor. Anaların, babalaların, eşlerin, kardeşlerin, sevgililerin, dostların arkadaşların yüreğine her gün ateş düşüyor. Sorunu çözmek durumunda olanlar ise “hadlerini bildirmekten” veya “son çırpınışlardan” o da olmadı “barışa vurulan darbelerden” söz ederek günü kurtarıyor. Bir milletvekilini bile kaçırma cesareti bulan teröristler ise devletle adeta alay ediyor.GAZETECİLER HAPİSTE: Yüzü aşkın gazeteci mesleklerini yaptıkları için hapishanelerde süründürülüyor. Dışarıdaki meslektaşlarının önemli bir bölümü ya sessiz kalıyor ya da “zaten onlar gazeteci değil ki” zırvalarını fikir diye sunup, beğenmedikleri yazıları ortaya saçarak bunları birer suç delili gibi göstermeye çalışıyor.AYDINLAR MAHPUS: Yüzlerce aydın, yazar, akademisyen, üniversite rektörü hiçbir kanıt olmadığı halde sırf bugünkü iktidar beğenmediği için yıllardır mahpus tutuluyor. Ne haklarında telefon konuşması dışında bir kanıt sunulabiliyor ne de yaptıkları savunmalar ciddiye alınıyor. Hepsi her gün karalanıyor, aşağılanıyor, itibarsızlaştırılıyor.ASKERLER REHİN: Uydurma belgelerle hapse atılan yüzlerce subay iki yıldır hapishanelerde rehin gibi tutuluyor. Mesleki kariyerleri, gelecekleri, aileleri, ruh dengeleri altüst ediliyor. Hepsi Türkiye’ye şanla şerefle hizmet etmiş yüzlerce subay “terörist, darbeci, hain, PKK işbirlikçisi” gibi saçma suçlamalarla savunma yapmaya zorlanıyor.YA BİNLERCE ÖĞRENCİ: 2 binin üzerinde öğrenci sırf parasız ve eşit eğitim istedikleri için sanki bir terör örgütünün militanıymış gibi suçlanarak hapishanelerde çürütülüyor. Gencecik insanların gelecekleri iktidarın “dindar yetiştiremedik bari burunlarını sürtelim” zihniyetinin kurbanı olarak haklarındaki acı kararı bekleyerek ömür tüketiyor.SAVAŞ BURNUMUZDA: Global güçlerin egemenlik siyasetlerinin peşine takılıp neredeyse tüm komşularımızla “düşman” hâle getirildik. Düne kadar “höt” dememizden bile çekinen Suriye- Irak gibi ülkeler şimdi bize kafa tutuyor. Savaş burnumuzun dibine geldi. Bir küçük kıvılcım bile ülkemizi ateş topuna çevirebilir. Kamuoyuna ise hiç bilgi verilmiyor.KİN TOHUMLARI: İktidar güya ayırımcılığa karşı olduğunu söylüyor ama etnik ve mezhepsel farklılıklar sürekli ve ısrarlı biçimde körükleniyor. Kimi bölgelerde inançlarından dolayı insanlar fişleniyor, evlerine işaretler konuyor. Kin ve nefret tohumları sinsice etrafa saçılıyor, insanlar korku ve endişe içinde düşmanlığa itiliyor.İŞLERİNDEN OLANLAR: Hakkını ararken iktidarla ters düşen işinden oluyor. “Açlıkla terbiye” zihniyeti neredeyse iş hayatının bir parçası oldu. Sadece THY’den sırf yöneticilerin şahsi hırsları nedeniyle atılan 305 kişinin perişan edilmesi bile yürekleri yeterince sızlatmıyor mu? Görüşleri nedeniyle işsiz kalan gazetecileri saymıyorum bile.ALAY EDİLİYOR: Ülkeyi yönetenler başları her sıkıştığında milyonlarla alay edercesine açıklamalar yapıyor. Kimi trafik çözümü için herkesi tatile gitmeye çağırırken, kimi ölümlere neden olan biber gazının aslında zararsız bitki özlü bir nesne olduğunu söylüyor. “Üç Mehmet şehit oldu diye” cümleler kuranlar, sözleri kayıtlarda olduğu halde “Ben böyle söylemedim” diyebiliyor.EEE O HALDE: Bütün bunların yaşandığı bir ülkede “İyi bayramlar” temennisi laftan öte bir anlam taşır mı? Aslında yaşadıklarımıza bakınca hepimizin “Bayram benim neyime?” demesi gerekmiyor mu? Evet, hepimize iyi bayramlar da, bayram bizim neyimize? *****Kısa tatilli bayram belki eski havayı canlandırır Vallahi ne yalan söyleyeyim, bayram tatilinin kısa olmasına çok seviniyorum. Bayramın ilk günü tatil gününe denk geliyor.Yanisi şu ki, 8-10 günlük tatillerdeki gibi herkes bir taraflara kaçamayacak.Sadist bir duygu gibi gelebilir ama “oh olsun” diyorum içimden.Gerçi yine yüz binlerce kişi işini uydurup tatilini uzattı tabii de, bu yıl büyük bir kitle “mecburen” bulunduğu yerde kaldı.İşin iyi tarafı şu; bayramları tatil olarak algıladığımızdan, bayramın bizlere kattığı o manevi değerleri unutmuştuk. Ne aileler bir araya geliyordu, ne büyüklerin gönlü yeterince alınabiliyordu.Kısa tatil, kimbilir, belki içimizdeki bu duyguyu yeniden yeşertir.*****Bu ne ya? Başlık biraz amiyane oldu. Özür dilerim ama başka söz bulamadım.CHP yönetimi “kafayı yedi galiba.” Bu da amiyane oldu ama başka tanım bulan varsa beri gelsin.Kendilerine “yeni” diyen CHP’nin “yeni” yönetimi “dinci” kesime bir iftar verdi. Neymiş, “CHP’nin dinle arasında bir sorun yokmuş” da bunu göstermek istemişler.CHP’nin yeni yönetimine şunu söylemek isterim.CHP kitlesi bu ülkenin insanıdır. Tamamına yakını Müslümandır. Dini vecibelerini, ibadetlerini en az CHP’ye oy vermeyen herkes kadar yerine getirir. Herhangi bir CHP’linin dinle hiçbir sorunu yoktur. CHP’nin “seçmen kazanacağını zannederek” AKP gibi davranması, dini gösteriler yapması saçmalıktan öte bir şey değildir.AKP ile CHP’nin elbette farkı vardır. Ama bu fark inançlar konusunda değildir. Her CHP’li en az bir AKP’li kadar inançlıdır.Fark, Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılıktadır.CHP’lilerin tamamı laiktir, ama her inanca saygılıdır, kendi inancına ise ölümü pahasına sahip çıkar. Tahammül edemediği, Atatürk ilke ve devrimlerinin yıpratılması, ülkemizin yeniden Orta Çağ karanlığına çekilmesi, bilimsellikten uzaklaşılmasıdır.“Yeni” CHP’nin yöneticileri “dindar” göründüklerinde AKP’den oy alacaklarını zannediyorlarsa fena halde yanılıyorlar. “Dindar” oldukları için AKP’yi tercih edenler aslı varken neden başkasına gitsinler ki?Sadece yandaş gazetecileri bir iftar sofrasında toplayıp masanın başına din adamlarını oturtarak bundan “olumlu manzara” çıkarmayı düşünmek zavallılıktır. Nitekim iftarın özel konuklarından Ali Bulaç’ın “Bu manzara Erbakan’ın Başbakanlık Konutu’ndaki iftarını andırıyor, sonra başına neler geldiğini unutmayın” esprisi herhalde bunun en güzel kanıtıdır.CHP “yeni Türkiye’de!” ancak dindar görünerek oy toplama hevesinden vazgeçmeli, Atatürk’ün çizdiği, çağdaş, laik, aydınlık yola dönmelidir. Atatürk’ün çizdiği o ışıklı yolda inançların baş köşede olduğu gerçeğini de bilmelidir.*****Binlerce teşekkür Her ne kadar “bayram benim neyime” diyorsam da bayramlar benim için de çok özel ve önemli günler. İçimiz kan ağlasa da birlik ve sevgiyi sağlayan bayramların nimetlerinden yararlanmalıyız.Bu vesile ile telefon, SMS, e-posta ve kart göndererek bayramı kutlayan bütün okurlarıma dostlarıma, arkadaşlarıma teşekkür etmek istiyorum.Bu arada, bu bayram çok çikolata geldi. Hepsini birden yiyemeyeceğime göre mahallemdeki çocuklar yaşadı demektir.Hepinize binlerce teşekkürler.Bütün olumsuzluklara rağmen yine de iyi bayramlar.
Durumu ilk önce Habertürk’te Deniz Baykal’la sohbet sırasında duydum.Baykal Suriye konusundaki görüşlerini anlatırken “Antakya’da olanlara bakın, Özgür Suriye Ordusu adına terör estiriliyor, böyle şey olur mu?” demişti.Bölgeden pek çok “garip” haber geliyor son zamanlarda.Özellikle Antakya’da kent içinde gezinen ‘kılıksız,’ üzerlerinde silah da olduğu anlaşılan bazı grupların hoyrat davranışlarının halkın tepkisine yol açtığı anlatılıyor.Bu konularda bilgiler almak üzere Hatay ilinin çeşitli yerlerinde tanıdıklarımı telefonla aradım.“Neler oluyor oralarda?” diye sordum.Dinlediklerim hiç de iç açıcı değil.Belli ki Antakya ve çevresi “patlamaya hazır bomba” hâline gelmiş.Antakyalı bir dostum “huzurumuz kalmadı” diye başladı söze. Sonra devam etti:“Bir kere ticaret öldü. 1 yıl önce Suriyeli turist akınına uğramıştık. Vize kalktığı için çoluk çocuk geliyorlar, otelleri dolduruyorlar, hayli de alışveriş yapıyorlardı. Yerli turistler ise tamamen bitti. Şimdi yine Suriyeli bir kalabalık var ama hiçbiri turist değil, üstelik kenti haraca kesiyorlar.”Şaşırdım tabii: “Nasıl haraca kesiyorlar?”Örneğin bir yere topluca gidip yemek yiyorlarmış, çıkarken ya para ödemiyorlarmış ya da örneğin hesabın onda birini masaya bırakıp kalkıyorlarmış.“Peki” dedim, “Biz böyle bir şey yapmaya kalksak ya olay çıkar ya polis çağırırlar.”Dostum güldü “İlk başlarda lokantacılar itiraz edecek oldular, ama adamlar hem kalabalık hem korkutucu. Dediğim gibi üzerlerinde silah olduğu da anlaşılıyor. Polis çağıranlar ise bir sonuç alamadı.”İyi de polis gelince neden sonuç alınamasın?Çünkü, Antakya’da polis de uyarılmış “Aman” denmiş “Bir olay çıkmasına izin vermeyin, durum çok hassas, bir süre idare edin.”Bir başka Antakyalı dostum “Geçenlerde hastanedeydim” dedi, “adamlar öyle bir terör estirdiler ki muayene bile olmadan hastaneden kaçtım.”Bir ambulans yanaşıyormuş hastanenin önüne, etrafında o kabalalık ve kılıksız tipler. Herkes sıra beklerken getirilen kişi en öne geçiyormuş. Bir ara itiraz edenler olmuş “Sabahtan beri bekliyoruz” demişler. Ama hastane yetkilileri “Emir böyle, Suriye’den yaralılar getiriliyor, hemen kayda girmesi için öne alıyoruz” karşılığını veriyormuş.Hükümet sözcüsü Bülent Arınç Suriye’den gelen mülteci sayısının 59 bin küsur olduğunu söyledi en son.Buna karşı Antakyalılar “Onlar kamplarda kalanlar. Bir de şehirlere yayılanlar var, o kadar çok ev kiralayan oldu ki, sokaklarda sanki bizden fazlaymış gibi görünüyorlar” diyorlar.Tabii bu kadar kalabalık olunca olaysız gün de geçmiyormuş. Mülteci sıfatıyla Antakya’yı dolduran Suriyeliler kendi aralarında olduğu gibi Antakyalılarla da sık sık kavga ediyorlarmış. *****Kaçırılma olayının tek kaybedeni CHP oldu Türkiye tuhaf bir ülke hâline geldi.Siyaset yetersiz, AKP tek başına her şeye hâkim.Kamuoyu genelde duyarsız, beyni anormal yayınlarla muhallebiye çevrildi.Medya şaşkın.Akademik çevreler YÖK baskısı altında sessiz. İş dünyası sadece kazanacağı paraya göre yön çiziyor.Sanatçısı korkutulmuş, politik espri yapmayı göze alamıyor.Tüm bunların arasında bir milletvekili kaçırılıyor.Ve tuhaftır, Türkiye’de bir milletvekilinin kaçırılabilmiş olmasından, terör örgütünün “paralel devlet” gibi davranmasından değil de, milletvekilinin kimliğinden, partisinden söz ediliyor.Sonuçta devletin içinde bulunduğu aciz görünmüyor, ana muhalefet partisi okka altına gidiyor.Hiç kuşkusuz bu kaçırılma olayının tek kaybedeni oldu, o da CHP.Olayla ilgili yorumları hayretle okuyorum. PKK kaybetmiş. Sivil direniş kazanmış.Hepsi palavra. PKK neden kaybetsin? Üç beş 30 yaş altı genç ülkenin göbeğinde milletvekilini kaçırdı, iki gün tuttu, aynı yerde serbest bıraktı. Daha büyük güç gösterisi olabilir mi?Üstelik tam da CHP’nin “Meclis’te olağanüstü görüşme” istediği güne denk getirdiler. Meclis açıldı, yeterli sayı bulunamadı, kapandı, ardından da milletvekili serbest bırakıldı.CHP, Başbakan’ın dediği üzere, “terörün hizmetinde”ymiş gibi gösterilmiş oldu.Tuzak tuttu. Şimdi kimse “devlet nerede, diğer kaçırılanlara ne oldu?” diye sormuyor. Varsa yoksa CHP. Haksızlık bu. *****Milletvekili kaçıranlar neden Türkçe konuşuyor? Hüseyin Aygün’ü kaçıranlar kendileriyle Kürtçe (Zazaca) konuşan milletvekiline Türkçe cevap vermişler. Çünkü Kürtçe bilmiyorlarmış.Peki bu nasıl oluyor?Bir taraftan “ana dilde eğitim” isteyeceksiniz ama o dili bilmeyeceksiniz.“Asimilasyon politikası nedeniyle dillerini öğrenemediler ki” bahanesi burada geçersizdir. O teröristler henüz 20’li yaşlardalar. Dağlarda, Kürt kimliğini savunan yüzlerce kişiyle birlikte yaşıyorlar.Kürtçeyi öğrenmeleri mümkün değil.Ama anlıyoruz ki dağlarda yaşayanlar da Kürtçe öğrenmek yerine aralarında Türkçe konuşuyorlar.Bunda bir çelişki yok mu?*****Antakya’da asıl sorun giderek artan düşmanlıkAntakya’ya ortaokul yıllarımdan beri giderim. En büyük teyzem ve eniştem Antakya’nın en tanınmış doktorlarıydı.Bu nedenle Antakya’da taa çocukluğumdan beri süren dostluklarım vardır.Antakya çok ilginç bir kent. Etnik ve dini çeşitliliği şaşırtıcıdır.Ama müthiş de bir dengesi vardır. Herkes birbirini bilir, tanır. Yüzyıllara dayanan husumetler de vardır ama bunlar hiç çatışmaya dönüşmez.Ama şimdi eski Antakyalılar endişeli. Çünkü Suriye olayları ile birlikte uygulanan yanlış politikalar sonucu kentte ağır bir “husumet havası” da doğmaya başlamış.Antakya’da ciddi bir Alevi nüfus var. Ayrıca Arap kökenliler de hayli kalabalık.Suriye’den “kaçtıkları” söylenen mültecilerin Antakya halkını potansiyel düşman olarak gördükleri belirtiliyor. Kavgalarda bu durumun ortaya çıktığı ve karşılığında da Antakya halkında bir tür nefret oluştuğu söyleniyor.Kentte mülteci kamplarına ve kent içinde dolanan ‘kılıksız’ Suriyelilere karşı öfke damarının da giderek kabardığı anlatılıyor.Bu kişilerin çıkardığı olayların, mülteci kamplarında polislerin askerlerin saldırıya uğramasının, kimi Suriyelilerin Antakyalılara “yakında buralar bizim olacak” türü sataşmalarının Antakyalıların sabrını taşırmaya başladığı söyleniyor.Nitekim mülteci kamplarını istemeyen, Suriyelilerin Antakya sokaklarında dolaşmasına karşı çıkanların sayısının arttığı, bir süre sonra güçlü protestoların başlayacağı ileri sürülüyor.Durumdan mutlaka ilin yöneticilerinin de haberi vardır, belli ki önlemlerin daha artırılması gerekiyor.Sonra “bunda da geç kaldık” diye dövünmeyelim.
Türkiye’de ilk defa bir milletvekili kaçırıldı. Yeterince farkında mıyız bilemiyorum. Çünkü gazetelerdeki yorumları okuyorum, televizyon ekranlarında konuşanları dinliyorum, internetteki bloglara, okur yorumlarına bakıyorum, herkes ayrı bir komplo teorisi üretiyor.Tek tek sıralayacak hâlim yok, meraklı okurlar zaten neler konuşulduğu biliyor.Özellikle yandaşların nasıl bocaladığını, iktidara toz kondurmamak için neler yaptıklarını da görüyor.Bu olayda çok kafa patlatmaya “ne oluyor, PKK ne yapmaya çalışıyor?” sorularını sormaya hiç gerek yok.Olan, bütün açıklığı ile kamuoyunun önündedir.Hangi partiden olursa olsun, bir milletvekili kaçırılmıştır.Bu bir terör örgütünün millletvekili bile kaçıracak kadar gözünü karartabilmesini hangi bahane açıklayabilir?Terör örgütü göz göre göre “her yeri kontrol altında olan” bir ülkede milletvekili kaçırabilmiştir.Önümüzdeki tek konu budur.Üstelik bunu “gözaltına alma” olarak tarif edebilmekte “gerekli idari ve hukuku işlemlerin bitmesinden sonra milletvekilinin serbest bırakılacağını” açıklayabilmektedir.Nitekim terör örgütü söylediğini yapmıştır ama devlet otoritesi derin bir zafiyete uğratılmıştır.“Paralel devlet” otoritesi şimdilik ağır basmıştır. Bizim feryat etmemizin, terörü lanetlememizin, “haddini bildiririz” diye efelenmemizin bir anlamı yoktur artık.İktidar, askeriyle, polisiyle, idari birimleriyle, istihbaratıyla sınıfta kalmıştır.Elbette terörün gözünü kararttığında yapamayacağı bir şey yoktur.Ama şunu da unutmayalım ki, terör ancak iktidarlar zafiyet gösterdiğinde gözünü karartacak kadar ileri gidebilir.Olayın pratikteki sonucu şudur: Terör örgütü, açıkça meydan okuduğu Türkiye Cumhuriyeti’nde artık hiç kimsenin güven altında olmadığını ilan etmiştir.Aygün kaçırılır ve serbest bırakılır. Önemli olan kaçırabilmiş olmaktır.Bugün bir milletvekili güpegündüz kaçırılabiliyorsa, yarın bir başkasının hayatına da son verilebilir demektir. Korumalarla gezmenin, havadan karadan sürekli operasyon yapmanın bunları önleyemeyeceği gösterilmiştir.Aygün’ün kaçırılmasıyla birlikte artık bölge milletvekillerinin seçim alanlarında özgürce gezebilmeleri, halkla karşı karşıya gelmeleri, fikirlerini korkmadan söyleyebilmeleri terör tehdidiyle karşı karşıyadır.Kaçırılanın bir CHP milletvekili olması, diğer milletvekillerinin tehdit altında olmadığını göstermez.Bu da siyasetin “terör vesayeti” altında olacağı anlamına gelir ki, işte demokrasimiz için en büyük tehdit ve tehlike budur. *****Bir soru sordum, cevaplar hep aynıydıTwitter’da geziniyordum. Aklıma geldi, “Hüseyin Çelik’in sözleri AKP oylarını nasıl etkiler?” diye bir soru attım ortaya.Yarım saat içinde inanılmaz sayıda cevap geldi.Şimdi sıkı durun, birer satırlık cevap atanların neredeyse tamamı “Bu sözlerden sonra AKP’nin oyları artar” diyordu. Arada birkaç AKP’li ise “Bunu Kılıçdaroğlu için de sorsana” türü kaçamaklara sapmıştı.Onu niye sorayım, anket yapan kuruluşlara göre zaten Kılıçdaroğlu konuştukça CHP oyları erimiyor mu? Ki Kılıçdaroğlu da “Mehmetler şehit oluyor diye Meclis toplanmaz” türü bir söz söylesin, onu da sorarım.Burada önemli olan kamuoyunun bir bölümünün bakış açısıdır. Bu bir algıdır. Geçmişte aklı başında insanların “yanlış” bulduğu söylemlerin AKP’ye hep yeni kitle kazandırdığı gerçeğinin bir yansımasıdır.Tabii Çelik’in sözlerinin AKP’ye oy kazandırmayacağını, tam tersine, oy kaybettireceğini düşündüğümü söylemeliyim.Bu tür söylemler, bir kitle partisinin tabanında belki ilk anda etki yapmamış gibi görünse de, duyguları da rencide ettiği için pek çok kişide hasar bırakacaktır.Hüseyin Çelik çıktığı bir TV kanalında “yüksek demagoji” sanatını çok iyi kullanmasına rağmen sanıyorum kendi kitlesinden bile tepki aldı.Çelik’in iktidarın içine düştüğü acze bahane olarak “CHP iktidarda olsa ne yapabilirdi?” diye sormasının kendini kurtaramayacağını hatırlatmak isterim. *****Yürekleri yetmedi Haber kanalları ne işe yarar? 24 saat boyunca haber verir. Günün önemli olaylarını anında izleyicisine duyurur.Haber kanalının yayın akışını günün olayları belirler.Elbette her kanal “rutin” bir güne göre yayın akış planı yapar, ama gelişmeler bu akışı bozar. Doğası budur.Dünün en önemli olayı CHP’nin Meclis’i toplantıya çağırması, AKP ve MHP’nin buna karşı çıkması ve Meclis’in “aç/kapa” yöntemiyle dağılmasıydı.Günün haberi de CHP’nin grup toplantısı yapması ve Genel Başkan’ın konuşmasıydı.Haber kanallarının neredeyse tamamı Kılıçdaroğlu kürsüye çıkarken canlı yayına geçti, ama hiçbiri konuşmanın tamamını yayınlamadı. Neden? Yayın akışlarında çok daha önemli başka programlar mı vardı? Vatandaş Kılıçdaroğlu yerine başka bir programın hasreti içinde miydi?Belli ki Başbakan’ın çok şiddetli tepki gösterdiği CHP’nin Genel Başkanı’nın konuşmasının tamamını yayınlamaya yürekleri yetmemişti.Meclis’in normal çalışması sırasında grup toplantılarının tamamının yayınlanmamasının bahanesi olabilir.Ama günlerdir konuşulan bir günün teğet geçilmesi haber kanalları için en hafif deyimiyle ayıptır. ***** Çok eleştirilen dış politikamızın hiç mi hayırlı tarafı olmadı? Oldu! “Aba altından sopa göstermek” deyiminin alternatifini kazandık: “Masa altından beyzbol sopası göstermek” (Gani Yıldız)*****Aygün “kolay” hedefti Yandaş kesimler Hüseyin Aygün’ün kaçırılması ile CHP-PKK arasında bir bağ kurmaya çalışıyorlar. Kaçırılmasını danışıklı dövüş gibi göstermeye kalkanlar bile var.Olacaktır. Akıllar tutulunca böyle olur.Merak edilen, “neden Aygün’ün seçildiği”. Ben bunun arkasında “çok derin manalar” aramıyorum. PKK’nın dolaylı yollardan mesaj verme niyeti olduğunu sanmıyorum ki ayrıca zaten bunu hiç yapmıyor. Direkt eyleme giriyor. Sonucuna da katlanıyor.Aygün’ün seçilmesinde “çok kolay hedef” olması belirleyici olmuştur bana göre.Çünkü Aygün dışındaki bölge milletvekilleri hangi partiden olursa olsun, çok daha tedbirli davranıyor.AKP’li Mehmet Metiner TV ekranlarından “koruma almadan yola çıkmadığını, kendi seçim bölgesinde bile serbestçe gezmediğini” anlatıyordu. Diğer milletvekilleri de farklı değil. Aygün ise tüm zamanını bölgede geçiren, yanına koruma almadan dağ tepe gezen bir milletvekili. Önünü kesmek, onu alıp götürmek çok zor değil.PKK için önemli olan bir milletvekilinin kaçırılması. Devletin zafiyetinin ortaya çıkarılması. Bu başarıldı.Aygün serbest kalır, daha tedbirli davranmaya başlar. Peki AKP’lisinden BDP’lisine bölgenin diğer Kürt kökenli milletvekilleri bundan sonra rahat uyku uyuyabilecekler mi? İşte terörün amacı budur.
Aslında tartışmayı Başbakan Erdoğan alevlendirdi.Emekli General, HEPAR Genel Başkanı Osman Pamukoğlu’nun “Hakkâri elden gitti” sözlerine çok sert tepki verdi.Başbakan “Türkiye’nin her yerinin kontrol altında” olduğunu söyledikten sonra Pamukoğlu’nu “seviyesizlikle” suçladı “General olsan ne olur” dedi hızını alamadı “Sen kimsin, çapın ne?” diye sordu.Pamukoğlu’nun sözlerini “bir askere bu yakışmadı” diye eleştiren de oldu, ona katılan da.Elbette teknik olarak Türkiye her karış toprağında egemendir, kontrol edemediği bir çakıl taşı kadar bile yer yoktur ama pratikte bazı bölgelerde özgür yaşamanın da ötesinde buralara gitmenin bile çok zor olduğunu biliyoruz.Pazar günü bir okur mektubu yayınlamıştım. Okurum “Van’dan Hakkâri’ye sade vatandaş gibi koruma almadan gitmeye cesaret edebilir misiniz?” diye soruyordu.Cevabı ben de vereyim: “Kimse gidemez, kimse buna cesaret edemez.” Fiili durum budur.Şimdi bu tartışmaları bir kenara bırakalım ve “fiili durumla” ilgili çok çarpıcı bir örneğe geçelim.İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Özince diyor ki “Bizde mangal gibi yürek var.”Özince bu sözleri bölgemizde yaşanan terör ve savaş dolayısıyla söylüyor. İş Bankası’nın Kurtuluş Savaşı yıllarını anlatarak “Şimdiki riskler bize vız gelir. Bizde mangal gibi yürek var. Bizim yüreğimiz pır pır Selanik değil” diye süslüyor sözlerini.Hemen ardından da İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali “Hakkâri Yüksekova’da bir şube açacaklarını” açıklıyor.İşte “mangal gibi yürek” tanımı bu şube için söyleniyor bir anlamda.Hakkâri’nin Yüksekova ilçesine bir banka şubesi açmak için insanda “mangal gibi yürek” olması gerekiyor.Oysa Yüksekova Türkiye Cumhuriyeti topraklarında. Devletimiz orada da herşeye hâkim durumda. Ama gelin görün ki, bir banka şubesi açmak bile riskli.Ve Türkiye’nin en büyük bankasının genel müdürü o ilçeye bir şube açmayı övünerek, ne kadar kararlı ve cesaretli olduklarını belirterek açıklıyor.Elbette İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı da Genel Müdürü de Başbakan’ı yalanlamak için yapmıyor bunu.Hatta belki o sırada yurt dışında oldukları için (Batum’daydılar) Başbakan’ın bu sert sözlerini duymadılar bile.Ama bu, şunu gösteriyor; “Türkiye’de herkes Güneydoğu bölgesinin tamamen kontrol altında olduğuna inanmıyor. En azından kaygılar giderilemediği gibi güvenliğin daha da çözümsüz hâle geldiğini biliyor, görüyor.” O nedenle de bir bankanın Genel Müdürü refleksle “Biz oraya gidebiliyoruz” sözünü bir tür ayrıcalık gibi sunabiliyor.Bu sözlerde hiçbir politik anlam yok. Ama bilinçaltına iyice yerleşmiş bir kanaat var. Başbakan Erdoğan “Biz her yere hâkimiz” diyerek sesini yükseltebilir, ama zihinlere yerleşmiş bu acı gerçeği değiştiremez. ***** Zekiler İmam Hatip’e Can Bey: 10 Ağustos 2012 tarihinde Kuşadası’ nda merkezden yayın yapılan bir camide vaizin Kur’an, hadis, İslâm dini hakkındaki oldukça doyurucu sohbetini dinledim. Kuşadası müftüsü olduğunu zannettiğim zatın tüylerimi diken diken eden ve ister istemez “Allah Allah bu da ne demek oluyor ?” diye kendi kendime söylendiğim bir duyurusu ve ısrarlı isteği vardı. Duyuru ve istek aynen şöyle idi.“Muhterem cemaat biliyorsunuz imam hatip olullarının orta kısımları açıldı. Şimdi sizlere düşen görev zeki çocuklarınızı bu okullara göndermeniz ve o okulları doldurmanızdır.”Yani sadece zeki çocuklar imam hatibe, aptallar diğer okullara.Bilmem böylesi bir propaganda yasal mıdır? Ve bunun giderek diğer şehirlerdeki camilere de yayıldığını biliyor musunuz?Bilginiz olsun diye yazdım. Saygılarımla (R. A.)Not: Yaşım 66 daha önceki iktidarları bir çok konuda çok eleştirdik, ancak böylesine ilk defa şahit oldum. ***** İstanbul’a yağan yaz yağmuru ile yine yüzlerce otomobil yollarda kalmış. Bir öneri: Kar için nasıl zincir zorunlu ise yağmur için de şişme bot zorunluluğu getirilsin. (Gani Yıldız) *****Tuncay Özkan için İzmir’de doğum günü kutlaması Ergenekon Davası nedeniyle hakkındaki suçlamayı ve elde edildiği söylenen kanıtları bile öğrenmeden yaklaşık 4 yıldır Silivri Hapishanesi’nde tutulan Tuncay Özkan bugün 46’ıncı yaşını kutluyor.Kendisi hapishane koşullarında nasıl bir doğum günü geçirir bunu takdirlerinize bırakıyorum ama dostları Özkan için bugün İzmir’de sembolik bir tören düzenliyor.Tuncay Özkan’a Özgürlük Girişimi konuyla ilgili bana da şu bildiriyi göndermiş:“Özgürlüğün Doğumuna Davetlisiniz: Tuncay Özkan, Silivri zindanlarındaki esaretinin 4. yılında (46 ay-203 hafta), hücre dedikleri; aslında yavaş yavaş öldürülmeye çalışıldığı mezarında, aşkla bağlı olduğu sevdikleri ve sevenlerinden ayrı 46. yaşına girecek. Çok sevdiği İzmir’de, İzmirli dostları ile birlikte 14 Ağustos 2012 Salı günü (bugün) saat 16.00- 21.00 arası, yalnız bırakılarak ölüme terk edildiği hücresinde unutulmadığını göstermek için Alsancak Kıbrıs Şehitleri caddesinde doğum gününü kutlayacağız. Doğum gününde, ‘’Tuncay Özkan’a ÖZGÜRLÜK’’ demek isteyen tüm dostlarını bekliyoruz. YER: Kıbrıs Şehitleri Cad.Türkan Saylan Kültür Merkezi Önü Alsancak- İzmir. *****Başbakan “Meclis de benim” diyor TBMM bugün olağanüstü toplanacak. Ama Ankaralı gazetecilerin “aç/kapa” dediği yöntemle hiçbir şey yapmadan dağılacak.Çünkü iktidar partisi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin olağanüstü toplanmasının teröre prim vereceğine inanıyor.Bu nedenle milletin tek ortak görüşme, bilgi alışverişi yapma müessesesini fiilen devre dışı bırakıyor.Başbakan’ın “PKK terör eylemi yaptı diye tatilde olan Meclis’i toplamak terörün ekmeğine yağ sürer” sözleri kulağa ilk başta mantıklı ve doğru gelebilir. Ancak çok dikkat çekici bir noktayı sizlerle paylaşmak istiyorum.Başbakan’ın kullandığı üsluba bakınca o gerekçenin pek gerçekçi olmadığını görüyoruz. Demokrasiyi kendine göre uygulayan Başbakan “Meclis de benim” diyor aslında.Çünkü; Başbakan Meclis’i toplantıya çağıran Kemal Kılıçdaroğlu’na ağır sözler sarfederken aynen şunu söyledi; “Meclis’i toplayacaksın da ne olacak. Söyleyecek bir şeyin varsa, işte Başbakan burada gel söyle.”Bu, demokrasiyi sulandırmaktır.Elbette bir muhalefet lideri gerek duyduğunda bizzat Başbakan’a da gidebilir. Ama burada konu muhalefet liderinin Başbakan’a ne söyleyeceği değil, Başbakan’ın TBMM aracılığı ile halka ne söyleyeceğidir.Gerek artan terör olayları gerekse Suriye’deki gelişmeler halkın kuşkularını artırıyor.Çünkü bilgi akışında bir aksaklık var ve halk ne olup bittiğini tam anlayamıyor. En iyi anlatılacağı yer ise TBMM’dir.Anladığım kadarıyla “Bu Meclis nasıl olsa benim emrimde değil mi? O halde Meclis de benim” diye düşünen Erdoğan, Meclis’in toplanmasını kendi karizmasına çizik atılması olarak görüyor ve bundan kaçınıyor.İleri demokrasiye “geçtik” demekle “geçilmiyor” işte.
Sevgili okurlar; Türkiye’de işler artık iyi gitmiyor. İktidar pek çok konuda denetimi elden kaçırıyor. Ülkemizin çevresinde gelişen kanlı olaylar artık Türkiye’yi daha derinden etkiliyor. Sözde değişim sloganlarıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin felsefesinden kaymış bir Türkiye’nin bu sorunlarla başa çıkması giderek daha da olanaksız hale geliyor.Çok kısa bir özetTürkiye’nin 10 yılda geldiği noktayı saptamak için çok kısa bir özet yapmak istiyorum. Bu özetten sonra geldiğimiz noktayı, dünyanın egemen güçlerinin bize biçtiği rolü ve iktidarın bu rolden hareket ederek Türkiye’yi nereye götürebileceğini irdelemek istiyorum. Bunun nasıl tehlikeli ve sonu olmayan bir yol olduğunu da göstermeyi umuyorum.Eksen kaymasıAKP 2002 yılında halkın beceriksiz, yeteneksiz, çapsız; yolsuzluk ve usulsüzlüklere bulaşmış, kendi içinde kavgalı siyasetçilerden bıkması sonucu bir umut olarak iktidara geldi. “Din temelli” siyasi bir akımın “gömlek değiştirdiğini” iddia eden temsilcilerinin önderliğindeki bu parti usta bir manevra ile Türkiye’nin eksenini kaydırmaya başladı.Değişim söylemiLaik demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi ile açık/kapalı kavga hâlindeki bu ekip önceliği, mevcut sistemin nimetlerinden yararlanan, duyarlılığı fazla olmayan, ekonomiyi tek belirleyici olarak kabul eden kesimlerin desteğini almaya verdi. Avrupa Birliği hedef seçilirken, değişim ve demokrasi iktidarın temel sloganı olarak belirlendi.Devletin ele geçirilmesiAncak, zihniyeti nedeniyle hâkim devlet anlayışının kendisini dışlayacağından ve hatta ilk fırsatta düşüreceğinden endişe eden iktidar, çok planlı biçimde devletin tüm kurum ve kuruluşlarını ele geçirmek için kolları sıvadı. İlk beş yıl devlet ustaca ele geçirilirken, iktidarla aynı düşünmeyen çevrelerin hoşnut kalacağı pek çok yenilik ve reforma imza atıldı.Kaygılı destekBu yenilik ve reformlar, özünde kimsenin karşı çıkamayacağı, özellikle Türkiye’nin son 30 yılı göz önüne alındığında zaten hemen herkesin düzelme beklediği alanlardaydı. Askerin siyaset üzerindeki baskısının kalkması, yasalardaki özgürlükleri kısıtlayan unsurların ayıklanması, devletin şeffaflaşması konusunda hiç kimsenin itirazı ya da kuşkusu yoktu.Büyük taarruzToplumun bir bölümü kulağa çok hoş gelen bu değişim söylemleriyle giderek etkisiz ve tepkisiz hâle getirilirken, iktidarın asıl hedefi olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin içini boşaltma harekâtı sessiz ve derinden sürdürüldü. Eğitim sistemi değiştirildi, imam hatiplerin önü açıldığı gibi dini eğitime yönelik temel değişimlere hız verildi.Kurumların bitirilmesiİktidar öncelikle devlet bürokrasisini, liyakata hiç uymadan “benden olsun da” mantığı ile altüst etti. Ardından YÖK ve üniversiteler geldi. Medya bizzat satın alınarak yandaşlaştırıldı. 30 yılda yaşanan olumsuzlukların yarattığı ivme ile sıra ordunun pasifleştirilmesine geldi. En sonunda da yargının tamamı bir anayasa operasyonu ile hükümete teslim edildi.Etnik ve dini ayırımİktidarın bu yürüyüşünde en tehlikeli manevra ise etnik ve dini kimlikler üzerindeki oyunlarda kendisini gösterdi. Kürt halkının huzuru gerçek bir irade ile kolayca sağlanabilecekken, içi boş açılımla terör sorunu Kürt sorununa dönüştürüldü, mezhep ve inanç farklılıkları “güya demokrasi” adına körüklendi ve düşmanlıkların ortaya çıkmasına neden olundu.Eski Türkiye değilİktidar ve yandaşlarının övünçle söylediği bir “Yeni Türkiye” kavramı var. Bu yeni Türkiye daha iyi, daha demokrat, daha özgür bir Türkiye değil. Yeni Türkiye, tam tersine, baskının giderek arttığı, demokrasi ve hukukun rafa kaldırıldığı, tek parti diktasının tesis edilmeye çalışıldığı, laik cumhuriyetten Arap ülkesine dönen Türkiye’dir artık.Dünyanın durumuBu kısa özetten sonra şimdi gelelim Türkiye’nin ve dünyanın bugünkü durumuna. Dünya bölgemizde ne istiyor, bize ne görev biçiyor, biz bunu nasıl algılıyoruz ve iktidarın bu yeni durumdan çıkarmaya çalıştığı vazife ne? Zaten işin püf noktası da bu. Türkiye bu eşiği atlayamazsa 90 yıllık tüm kazanımlarına veda edecektir. Bu tehlikeyi herkesin görmesi gerekir.Enerji bölgesiCoğrafyamız dünyanın en çetrefilli, en karışık bölgesi. Ancak enerji kaynaklarının da merkezi olması egemen güçlerin ellerini hep bu bölgede tutmasına neden oluyor. Egemen güçler için belirleyici iki unsur vardır. Bölgedeki enerji kaynaklarının sorunsuz olarak üretilebilir ve iletilebilir olması. Diğer belirleyici unsur da İsrail devletinin güvenliği ve huzurudur.Halklar pay istiyorGlobal güçler çok uzun yıllar enerji kaynaklarını Müslüman ülkelerdeki diktatörlerin işbirliği sayesinde hoyratça kullandılar. Ancak komünizmin çökmesi, dünya dengelerinin yeniden oluşması, ticaretin yön değiştirmesi ve bilgi toplumuna geçilmesiyle bu yapının daha fazla süremeyeceği gerçeği ortaya çıktı. Halklar daha fazla pay istiyordu.Terör egemenliğiYeni dünya dengeleri Orta Doğu halklarını huzursuz edince, demokrasi ve hukuk kavramı olmayan bu ülkelerde daha radikal ve teröre dayalı siyasetler öne çıkmaya başladı. Terör yapısının global sistemi sıkıntıya sokması ve enerji kanallarını tehlikeye atması Batı’yı yeni bir tercihe zorladı. İslam dünyasına artık demokrasi ihraç edilmesinin zamanı gelmişti. Arap Baharıİşte global güçlerin “Arap Baharı” adını verdiği yeni paylaşım ve denetim sistemi böyle başladı. Bölgedeki halkların tam olarak ne olduğunu bile bilmediği “demokrasi, özgürlükler” ileri sürülerek ülkelerde hâkim otoritelere karşı ayaklanmalar başlatıldı, diktatörler birbiri ardına devrildi. Tunus, Mısır, Libya, Yemen yönetimleri düştü. Suriye, İran sırada.Türkiye’nin konumuŞu anda yaşanan olayları zaten biliyoruz. Burada önemli olan Türkiye’nin konumudur. AKP iktidarı şu ana kadar global güçlerin bu planlarının uygulanması konusunda elinden geleni yaptı. Söylenen her şeyi yerine getirdi. Ancak doğal olarak bu iktidarın da durumdan yararlanma ve istediği gibi bir Türkiye’yi kurma hayali var. İşte iktidar şimdi bunu yapmaya çalışıyor.Ne oldu demokrasi?Global güçler bölgeye “demokrasi ve özgürlük getirmek için” müdahale ettiler. Oysa henüz ortada ne demokrasi ne özgürlükler var. Bu, global güçler için bir anlam ifade etmez. Rejimler ne olursa olsun, tek hedef, işbirliği yapacak yönetimler bulmaktır. Şu anda bulunmuştur. Onca çatışma arasında petrol akışının kesildiğini hiç duydunuz mu?Ya Türkiye?Ama Türkiye için durum çok farklı. Bölgeye demokrasi ve özgürlükler gelmediği gibi “Bahar’dan” etkilenen bütün İslam ülkelerinde daha radikal dinci akımlar yükseliyor. Halkın iradesini ortaya koyabileceği demokratik ortamlar yerine şeriata ya da bir mezhebe dayanan siyasetler ülke yönetimlerini ele geçiriyor. Türkiye şeriatçı bir hilalle kuşatılıyor.İktidarın yol haritasıİşte Türkiye için dönüm noktası burası. İktidar bölgemizdeki yeni yapının sihrine kapılarak içindeki İslamcı zihniyetin fışkırmasını engelleyemiyor. Sorunu Türkiye’nin güvenliği, huzuru, demokrasi ve özgürlükler açısından değil, dini inançlar hatta mezhepsel kaygılarla ele alıyor ve buna göre siyaset belirlemeye çalışıyor. Suriye’deki hatanın nedeni budur.Hızlı dönüş gerekliİktidar dış sorunların az olduğu bir dönemde Türkiye’yi dönüştürme planında çok ileri adımlar attı. Ancak artık durum farklı. Türkiye yitirdiği değerleri tekrar kazanmak, Atatürk’ün kurduğu laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti felsefesine tekrar dönmek zorundadır. Aksi takdirde, bölgemizdeki savaşın bizi de yutması kaçınılmaz olacaktır. Herkes bunu iyi bilmelidir.Hepinize iyi haftalar dilerim
Adalar’dan Bostancı’ya doğru motorla geliyorum. Karşımda muhteşem bir manzara.En solda Kadıköy’e yakın bir bölge olmalı, 4 tane sopa gibi kule çıkmışlar. Taş Yapı’mıymış ne? Bir anıt gibi yükseliyor.Sağa doğru kayıyor gözlerim, gökdelenler fışkırmış. Taaa Ataşehir’deki dev bloklar bütün haşmetiyle Marmara Denizi’ne bakıyor.Maltepe’ye doğru Türk- Osmanlı mimarisinin şaheserlerinden 4 minareli 12 şerefeli bembayaz bir cami “Sinan da kimmiş? Cami mimari ancak bu kadar güzel olabilir” dercesine gökyüzüne yükseliyor.Ama o ne?Arada yeşillik bir alan.Burası Yakacık değil mi?Hani şu 20 yıl öncesine kadar sanki çok lazımmış gibi tamamı ormanlık olan alan.İçinde bir dönem Türkiye’nin belalısı veremle savaşmak için yapılmış sanatoryum olan.İnanılır gibi değil.Koca tepeyi kunduz gibi kemirip binalar inşa etmişler, yetinmeyip üzerine 30’ar katlı 3 tane güzelim apartman dikmişler ama sanatoryumun etrafındaki ağaçları unutmuşlar.Yazık değil mi o alana?Boşu boşuna duran ağaçlar yerine 6-7 gökdelen daha dikilmez mi oraya?Bir kere insanların ev ihtiyacı var.İkincisi Adalar’dan bakınca İstanbul’un silüeti bozuluyor.O muhteşem binalar arasında çürük diş gibi sırıtan yeşil alan insanın asabını bozuyor, dengesini alt üst ediyor.İstanbulumuzun çok şükür üstelik doktor ünvanlı mimar bir Büyükşehir Belediye Başkanı var.TOKİ’nin aklına gelen her boş alana bina diken büyük Türk büyüğü eski başkanı şimdiki Bayındırlık Bakanı ile el ele verip İstanbul’u mimari açıdan dünya şahaseri haline getiren Başkanımızdan dileğimiz bu çürük dişi bir an önce ortadan kaldırmasıdır.Yakacık’ın hemen yanındaki tepeye ne güzel onlarca blok yapılmış, Çin Seddini andırır bir tarihi eser gibi duruyor. Yazıktır. O çirkin yeşilliği hemen ortadan kaldırın, İstanbul bir eser daha kazansın.El oraya değmişken, bir ricam da Dragos’la ilgili.Orada oturanların İstanbul sevgisi olmadığından, hala birer ikişer katlı evlerini koruyorlar. Üstelik bahçelerinde de hiçbir işe yaramayan ağaçlar falan var.Aman Başkanım bir imar tadilatı yapsanız da Dragos da bu çirkin görüntüden kurtulsa.İstanbul’a mimari katkılarınızın sürmesini bekler saygılarımı sunarım. *****Haftanın fıkralarıBu hafta da Yıldırım Tuna’dan gelen fıkralarla başbaşa bırakmak istiyorum sizleri. Belli belli- Allah gani gani rahmet eylesin, rahmetli çok sinirli biriydi.. Her an bir olay, her dakika bir kavga..- Belli, belli.. Baksana mezar taşına “NE BAKIYORSUN ULAN!” yazdırmış..Nasıl yani?Karımla münakaşa ederken bana “Defol, hemen bu evi terk et!” diye bağırdı. Oradan gitmek için kapıya doğru yürüdüm, tam çıkarken “İnşallah acılar içinde öldüğünü görürüm” dedi. “Nasıl yani?” dedim sevinip geriye dönerek, “Yani şimdi de kalmamı mı istiyorsun?..”O kadar mı?- Senin bir erkekle yemeğe çıkmayalı ne kadar oldu?..- Bu ne kadar banal, ne kadar sevimsiz ve özel hayatı didikleyen iğrenç bir soru..!- Hadi ya?.. O kadar çok oldu demek?..EhliyetOtomobilimin yıkanma sırasını beklerken bir araba bulunduğumuz avlunun duvarını yıkarak içeri girdi, aksı kırılıp toz duman arasında yeri kazıyarak durdu. Hayli yaşlı sürücüsünü zar zor dışarı çıkartıp sandalyenin birine oturttuk, adamı yakından görünce, “Aman Tanrım, araba kullanmak için çok yaşlısınız.. Ehliyetiniz var mı?” dedim. “Benim artık ehliyet bulundurma zorunluluğum yokmuş” dedi nefes nefese ve devam etti, “Bu gün doktor beni muayene ettikten sonra ehliyetim olup olmadığını sordu, bende ‘Var’ diyip gösterince, onu alıp makasla parça parça kesip çöpe attı, ‘Amca artık buna ihtiyacın yok ‘ dedi, teşekkür ettim, ve arabama atlayıp buraya geldim işte..!”SekreterYeni işe başlayan sarışın sekreter telefon cırıl cırıl çaldığı halde ilgilenmeyince patron sinirlenip masasından kalkmış “Açsana şunu” demiş bağırarak, “Off, tamam, tamam” demiş sekreter “Aptalca ama neyse.. Yahu her 10 telefonun 9’u size geliyor kendiniz açsanıza..!”Olimpiyat- Efendim, olimpiyatlara gönderilen sporcu seçimlerinde bir hata olduğunu kabul buyurunuz..- Nerden bu fikre sahip oldunuz ki?..- Cirit atan sporcumuzun aleti fırlatırken uzun atlama rekoru kırmasına ne dersiniz?.. Çekiç atma yarışmasına mahallenizdeki hırdavatçıyı götürmek ne demek?.. Katılmayıverelim o branşa.. Minderden kaçan güreşçimizi rakibi biraz daha hızlı takip etse güreşçimizin 100 metre yarışındaki dereceyi egale etmesi işten bile değildi.. Onu o branşta kullanmalıydınız.. Ya yüzme?.. Olimpiyatlara 6. kez katılan sporcu gönderilir mi?.. Adam hayli yaşlı.. ‘Su kaçar’ diye işitme cihazını takamadığı için start komutunu duyamadı orada öylece bekleyip durdu.. Olmuyor ama.. *****Halep arşın meselesiSayın Ataklı; Başbakan Erdoğan ile Pamukoğlu arasında ki Hakkâri Polemiğine çözüm çok basit olan bir denemedir. Her şeyin devlet kontrolünde olduğunu idda eden kişi kim ise yarın ailesini de yanına alarak sivil bir araba ile hiçbir yol emniyeti koruma almaksızın sade bir vatandaş gibi Van’dan Hakkâri’ye korkusuzca gidebiliyorsa haklıdır. Yok bu denemeyi sağlığı açısından riskli buluyorsa o zaman yapacağı tek şey istifa etmektir. Siyasi etik bunu gerektirir. Hodri Meydan. Kavgaya gürültüye gerek yok. Halep Arşın meselesi. (E.Ş)***** Gani Yıldız’dan Üniversiteye giriş sistemi değişiyormuş. “Eğitim sistemi yap-boz tahtasına döndü” diyeceğiz, olmayacak. Zira bu kadar “yapıp bozmaya” o tahta da dayanmaz!***Siyasileri televizyonda rahat izleyebilmek için ayarlarla oynamalı: Bağırarak konuştukları için ses ayarı eksiye, yakışıksız kelimeler kullandıkları için seviye ayarı artıya getirilmeli. ***Karşılıksız çeklerin sayısı hızla artıyormuş. Bu çeklerin, ekonomiyi yönetenler için bir karşılığı var aslında: İşler iyi gitmiyor...***Okula başlama yaşının düşürülmesiyle beraber bazı ebeveynler çocuklarını okula göndermek istemiyor. Onlara tavsiyemiz; çocuğunuzu okula gönderin. Bu çarpık sisteme ne kadar erken dahil olursa o kadar çabuk bağışıklık kazanır! ***Enflasyon yaz uykusundaymış. Bu kışa, “yazdan kalma günlerin sayısının çok olması için” şimdiden duaya başlayalım!
Önceki akşam Habertürk’te eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’la birlikteydik. Baykal kaset skandalıyla istifa ettikten sonra ilk kez bu kadar kapsamlı ve uzun programda gazetecilerin sorularını yanıtladı.Kendi deyimi ile “içi çok dolmuştu” ve söylemek istedikleri vardı.Aslında izleyicilerin büyük bölümü Baykal’dan CHP ile ilgili bazı eleştiriler dinlemek istiyordu kuşkusuz, çünkü gelen mesajlardan öyle anlaşılıyordu.Ancak bu kadar çetin koşulların yaşandığı günümüzde, adeta ateş çemberi içindeyken, Baykal üzerinden CHP’yi konuşmak bana olduğu gibi sanıyorum diğer gazeteci arkadaşlarımıza da pek etik gelmemiş olacak ki, o konuya çok girmedik.Baykal da başta terör ve Suriye olayları olmak üzere birçok konudaki görüşlerini açıklama fırsatı buldu.Baykal’ı fikirlerini açıklamakta eskiye oranla biraz daha tutuk görsem de, saptamaları çok doğru ve dolgundu.CHP’yi sadece yeni anayasa çalışmalarında iktidara farkında olmadan destek vermek ve AKP’nin kendi zihniyetine göre çıkarmak istediği anayasaya meşruluk kazandırmakla eleştirdi.Gündüz saatlerinde bir tweet atarak “Bu gece Habertürk’te Baykal’la olacağız, sorularınızı bekliyorum” demiştim. Nitekim izleyenlerden pek çok soru geldi.Sırası gelmişken yazayım, Twitter izleyicilerim istikrarlı biçimde artıyor, daha da artması gerek. Ama bunu yazdığımda kimi azgın yandaşlar “Can Ataklı izleyici dileniyor” türü terbiyesiz haberler yapıyorlar. Oysa bu dilencilik değil. Anlık medyayı kullanma talebi. O an olan bir olayla ilgili yorumumu veya o gün çıkacağım bir TV programını duyurmaya çalışıyorum. Bu benim hakkım olduğu gibi beni okumayı sevenlerin de hakkı. Sadece haber veriyorum, benim de bir Twitter hesabım olduğunu. Neyse...Baykal’a sorular genellikle CHP hakkındaydı. Ama dikkat çeken bir soru vardı ki, o pek çok izleyicide belli ki aynı merakı uyandırmış.Soru şuydu: Erdoğan CHP’nin tutuklu milletvekillerini işaret ederek “Başkasını bulamadılar mı?” demişti. Ancak Erdoğan’ın bunu söylerken unuttuğu bir şey vardı. Kendisi de 2002 seçimlerinde partisinin başında “yasaklı bir siyasetçi” olarak oturuyordu ve seçilme hakkı yoktu.Yani AKP de zamanında kendine “bula bula bir yasaklıyı” bulmuştu.Erdoğan ancak CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın çabasıyla yasaklı olmaktan kurtulmuş ve daha sonra adeta “icat edilen” bir ara seçimle Meclis’e girip Başbakan olmuştu.İzleyici şunu soruyordu Baykal’a “Erdoğan’ı yasaklı olmaktan kurtardınız, şimdi mutlu musunuz?”Bu soruyu Baykal’a gecenin final sorusu olarak sordum. Müthiş bir cevap verdi.“Evet çok mutluyum” dedi. Sonra ekledi “Çünkü bir demokraside, hiç kimse ömür boyu siyasetten yasaklanamaz. Üstelik bu kişinin başında olduğu bir parti seçimi kazanmış, tek başına iktidara gelmiş ve Meclis’in üçte ikisini almış. Siz nasıl olur da ‘hayır sen yasaklısın, otur oturduğun yerde’ diyebilirsiniz. Nitekim hiçbir pazarlık yapmadan bu yasağın kaldırılmasın için çabaladım. Demokratik olanı gerçekleştirdik, içim çok rahat.”Baykal daha sonra “Asıl Erdoğan’ın şimdiki tavrı yanlıştır, demokrasiyle ilgisi yoktur. Kamuoyunun da kendisinin de bu gerçeği artık görmesi gerekir” dedi.Baykal’la bu konuda aynı düşünüyorum. Bence bu tutum Erdoğan’a verilmiş en güzel demokrasi dersidir. *****Bir mahkûmun feryadıCezaevlerinde hiç hoş olmayan pek çok şey yaşanıyor. Bunların çoğunu bilmiyoruz bile; bazıları ise bize kadar gelebiliyor.Gerçi haksız yere içerde tutulan onca arkadaşımız için her gün yazıyoruz, bir sonuç alamıyoruz ama bugün tamamen farklı nedenlerle yatan bir mahkûmla ilgili birkaç satır yazmak istiyorum.Mehmet Adem Şeyhanlıoğlu adlı iş adamı 2009 yılında cinayete teşebbüs suçundan tutuklanmış. Yargılanıp mahkûm edilmiş. Suçun niteliği ve iyi hâli gözönünde bulundurularak açık cezaevine nakli uygun görülmüş. Ancak tutuklu olduğu sırada kaldığı Silivri Cezaevi’nin ikinci müdürü ile girdiği bir sürtüşme nedeniyle hücre cezası almış. O sırada buna itiraz hakkı olduğunu bilmediği için de cezayı çekmiş.Sorun burada. Şeyhanlıoğlu hak kazandığı halde bu hücre cezası nedeniyle açık cezaevine nakledilmiyor. Bakanlığa defalarca mektup yazmış ama yine sonuç alamamış. Bir kere de ben duyurayım istedim. *****Halep’e gitmek kolay, Güneydoğu’ya olmaz Suriye’de iç savaş sürüyor. Kimin kimi nerede vuracağı, bombalayacağı bilinmiyor.Buna rağmen birçok Türk (tabii yabancılar da var) gazeteci o dehşet ortamında okurlarına haber yetiştirmek için canlarını tehlikeye atıyorlar.Halep’teki korkunç çatışmaların ortasına kadar gidebilen aynı gazeteciler ne yazık ki Türkiye sınırları içindeki birçok yere gidemiyorlar.Çünkü yasak var.Şemdinli ve çevresinde 20’inci gününe giren çatışmalar yaşanıyor. Ama sağlıklı haber alamıyoruz. Orada ne oluyor, bilmiyoruz. Çünkü bölgeye giriş yasak. Asker 7 bölgeyi giriş çıkışa kapattı.Şemdinli’ye göstermelik birkaç gazeteci sokuldu ama onlar da olayları halkın tanıklığı ile ve eksik bilgilerle duyurabildiler.Bir taraftan “Türkiye’nin her yerine hâkimiz” diyeceksiniz öte tarafta ne olup bittiğini halka anlatmak isteyen gazetecilere yasak koyacaksınız. Peki fısıltı gazetesinin etkisini nasıl azaltacaksınız?***** İspanya’da, hükümete zor soru soran gazeteciye televizyonda yer yokmuş. Orada durum yine iyi; bizde soru sorana yer yok! (Gani Yıldız)*****Bu uçağa ne oldu? Suriye’nin düşürdüğü/düşürmediği uçağımızla ilgili sır perdesi hâlâ yerinde duruyor. Birkaç gün önce Sabah Gazetesi “Bomba haber” anonsu yaptı. Bir gün sonra tüm dengeleri değiştirecek bir haber yayınlayacağını duyurdu.Ancak ertesi gün gazeteyi alanlar “bomba haberden” satır bulamadı.Bir gün sonra Taraf Gazetesi “Sabah’ın yayınlayamadığı haber” diyerek “Uçağımızın Suriye hava sahası içinde düşürüldüğü saptandı, asker hükümete yanlış bilgi verdi” haberini manşetine taşıdı.Sabah’tan tek ses çıkmadı. İlk kez bir gazete kendi anonsunu hiçbir açıklama yapmadan yalamış yutmuş oldu. Belli ki baskı büyük yerden gelmişti.Sabah’ın yayınlamadığı haber Taraf’ın yayınladığı haber miydi, orası da meçhul hâlâ ama dün Genelkurmay’dan bir açıklama geldi.Aynen şöyle deniliyordu açıklamada:1- 10 Ağustos 2012 tarihli “TARAF” gazetesinde, Genelkurmay Başkanlığı’nın Hükümete yanlış bilgi verdiği yönünde bir haber yer almıştır.2- Genelkurmay Başkanlığı her konuda Hükümetimizi ve kamuoyunu doğru ve zamanında bilgilendirmektedir.3- Haber, tamamen spekülatif mahiyet taşımaktadır.İyi güzel de, uçağa ne oldu kardeşim?