Sayın Başbakan, CHP bütün kötülüklerin anası değildir!

6 Eylül 2012

Sayın Başbakan; dün partililerinize çok uzun bir konuşma yaptınız. Televizyonlar sayesinde bizler de sizi canlı olarak izleme şansı bulduk. Bir saati aşan konuşmanız gerçekten çok önemli mesajlarla doluydu.Örneğin anladığım kadarıyla bazı BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırmaya kararlısınız. Hatta bunun için talimat verdiğinizi de belirttiniz, tabii talimat kime verildi o pek anlaşılamadı ama herkesin ortak kanaati talimatın yargıya verildiği yönünde.Yargının bağımsız olduğunu düşününce “talimat” sözü biraz göze battı.Sayın Başbakan; konuşmanızın çok önemli bir bölümünde her zaman olduğu gibi yine CHP’yi eleştirdiniz. Öyle bir CHP tablosu çiziyorsunuz ki Türkiye’de ne sorun yaşanıyorsa hepsi CHP’nin eseri, sanki bütün kötülüklerin anası CHP.Siz Türkiye’yi yönetmek, sorunlarını çözmek, halkı mutlu etmek istiyorsunuz da, CHP engelliyor.Doğaldır, siz böyle konuşunca vatandaşın bir bölümü buna inanıyor. Vatandaş “Öyle olmasa koca Başbakan neden hep CHP’den söz etsin, demek ki CHP çıkarıyor bütün sorunları” diye düşünüyor.Oysa sayın Başbakan, elinizi biraz vicdanınıza koyun. Partiniz 10 yıldır iktidarda, mecliste müthiş bir çoğunluğunuz var, parti içi demokrasiniz sağlam olduğu için bütün milletvekilleriniz siz ne emrederseniz onu yapıyor, bir kişinin bile aklına soru sormak, eleştirmek gelmiyor, kimse hiçbir şeyi merak etmiyor, sadece size uyuyor.Örneğin PKK terörünü bitirmek için elinizi tutan ne? Meclis’e bir öneri getiriyorsunuz da CHP kabul etmiyor mu?Kürt sorunu konusunda da güçlüsünüz. BDP milletvekilleri bile sorunu ancak sizin çözeceğinize inandığı halde siz ısrarla CHP’yi suçluyorsunuz.Ama şunu da düşünmeniz gerek, Kürt açılımını siz başlattınız, içine bir şey koymadınız, Habur’a çadır mahkemelerini gönderen de sizsiniz, örtülü af çıkarıp PKK’lı bazı militanları serbest bırakan da sizsiniz. Bunlarda CHP’nin dahli var mı? Yok.Oslo’da PKK liderleriyle sizin temsilciniz görüştü, sizin iktidarınızda bu sır açığa çıktı.Terörü, Kürt sorununu geçelim.Bazıları “Kürt sorunu çözülmeden hiçbir şey hallomaz” falan diyor, ancak bütün sorunlarımız da buna bağlı değil ki.Örneğin Suriye konusundaki politikaları siz saptadınız, hiçbir eleştiriyi dinlemediniz, geldiğimiz nokta belli, peki CHP sizin politikalarınızı eleştirmekten başka ne yaptı?Bunu da geçelim, ÖSYM diye bir merkez var, hata üzerine hata yapıyor, siz bu sorunu görmezden geliyorsunuz.Öğretmenler atanamamaktan yakınıyordu, şimdi biraz atama yapıyorsunuz bu kez aileler parçalanıyor, çözüm sizde ama çözmüyorsunuz.Kaçakçılık almış başını gidiyor, çaycılar devletin valisine “kaçak mı yerli mi istersiniz?” diye ulu orta soruyor, kaçakçılığın önüne geçemiyorsunuz.4+4+4 diye bir sistem yaratıyorsunuz, hiçbir eleştiriye kulak asmadan yolunuzda yürüyorsunuz, bu eleştirilince de sorunu sanki yine CHP çıkarmış gibi davranıyorsunuz.Dış borç olağanüstü artmış, borçlandırmayla sanal olarak zenginleştirdiğiniz vatandaş borcunu ödeyemez hâle gelmiş, bu da mı CHP’nin suçu?İki büyük metropolün yerel yönetimi 18 yıldır sizde, ama trafik sorunu katlanarak kâbus haline geldi, CHP’yi suçlayınca sorunu çözmüş mü oluyorsunuz?Örnekler çoğaltılır sayın Başbakan.Unutmayın, ülkeyi siz çok güçlü bir parlamento desteği ile ve devletin tüm birimleri ile yönetiyorsunuz.Ergenekon, Balyoz, pankart açma, yumurta atma gibi sudan bahanelerle insanları zindanlara atarken, CHP’ye “gelin taşın altına siz de elinizi koyun” diye çağrıda bulunmadan dilediğiniz gibi davranıyorsunuz.Gazetecileri, aydınları, sanatçıları, askerleri “terörist” diye suçlarken de CHP’ye sormuyorsunuz.Sayın Başbakan; anladığım kadarıyla sorunlarla boğuşmanın verdiği stresle ve sorunların çözümünü halka anlatamakta çektiğiniz güçlük nedeniyle hedef tahtasına CHP’yi koyarak işin kolayına kaçıyorsunuz.CHP’yi önemsemiyorsunuz, ama önemsiyormuş gibi yapıyorsunuz.Bence bırakın artık bu CHP takıntısını.Asıl siz ne yapacağınızı, nasıl yapacağınızı anlatın.Millet kendini yönetenden şikâyet değil, sonuç bekliyor.*****Kazanan tarihe geçer Çamlıca’ya cami projesi için süre doldu. 92 kişi dosya almış bunlardan 62’si başvurmuş. Şimdi sıra jüride. 10 gün bu projeleri inceleyecek ve birinciyi seçecek, sahibine de 300 bin lira ödül verecek.Birinci kim olursa olsun, şimdiden tarihe geçecek bir dünya rekoru kırdığı kesin. Sadece bir ay içinde “Türkiye’nin gururu” olacak “dünyanın en büyük camisinin” projesini hazırlamak, planlarını çizmek, maketini yapmak ve fizibilitesini çıkarmak dünya rekoru olmaz da ne olur?Büyüklerimiz “acele işe şeytan karışır” demişler. İnşallah ortaya sonra bir daha düzeltemeyeceğimiz bir şey çıkmaz.*****Rockefeller gazetesi Rivayet odur ki ABD’nin en büyük zengini Rockefeller yaşlılığı sırasında yatağından kalkamazken, ülkede ve dünyada yaşanan kötü olayları görüp üzülmesin diye kendisine “pembe bir gazete” hazırlanırmış. Bu gazetede hiç üzücü haber yer almazmış, yaşlı zengin de her gün mutlu olurmuş.Başbakan’ın talimatıyla bazı gazeteler de bu “pembe gazete” gibi hazırlanmaya başlandı.Salı gününün bazı gazeteleri ama özellikle Sabah Gazetesi bunun tipik örneği idi. 10 askerimiz yine şehit edilmişti. Sabah’ın manşeti şöyleydi; “Cellat saatte iki can alıyor.” Gazetenin cellat dediği Esad. Birinci sayfada 10 şehit hiç yok. Başbakan kızıyor çünkü, teröre destek olarak görüyor bu şehit haberlerini. Şehit olmalarını önleyemiyoruz bari şehit olduklarını duyurmayalım.10 şehit haberi 21. sayfanın eteğinde. Başlığı “Kalleş plan boşa çıkarıldı.” Yanındaki başlık ise “20 PKK’lı öldürüldü.”Kaç kişinin şehit edildiği ise hiç yok, sadece şehit isimleri var, oturup siz sayacaksınız.Neymiş, terör yokmuş, olsa bile biz ona prim vermezmişiz.*****Halkı bu kadar aptal yerine koymayın CHP’li milletvekilleri Antakya’daki Apaydın kampına sokulmadı. Başbakan “kimseye şov yaptırmam” diyor. Kendi milletvekillerini gönderdi kampa. Onlar da Meclis İnsan Hakları Komisyonu sıfatıyla kampı ziyaret etti.Yapılan açıklamalarsa yürekler acısıydı. Bir halk bu kadar mı aptal yerine konur? Diyor ki AKP’li milletvekili “Burada askeri eğitim falan hak getire, 40 derece sıcaklık var, mantar tabancası patlasa duyulur.”Sonra da ekliyor “Zaten burada kalanların çoğunluğu kadınlar ve çocuklar.”Sonra koşuyor TV kanallarına, çırpınarak anlatıyor ki bu kampta iddia edilen hiçbir şey gerçek değil. Nedir bu telaş ve savunma?Madem durum böyleydi, en başta ziyaret neden engellendi?Aradan bir hafta geçtikten sonra gidip “Valla burada asker de yok eğitim de, bazı askerlerin gidip savaşıp sonra döndükleri de yalan” demek gözleri görmeyen, kulakları duymayan, dokunduklarını hissetmeyenlerin hoşuna gidebilir ama halkın çoğunluğunu tatmin edemez.Yapılan çok ayıptır.*****Günün Sözü Okullar açılmak üzere fakat kaos devam ediyor. Tarihe geçmiş, “Mektepler olmasa Maarif’i ne güzel yönetirdim” sözünü bugüne uyarlarsak ve “Milli Eğitim Bakanlığı olmasa okullar ne güzel yönetilirdi” dersek abartılı olmaz herhâlde!(Gani Yıldız)

Devamını Oku

Kuran dersini seçmeyenler nasıl itham ettirtilmeyecek?

5 Eylül 2012

Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer herkesin yüreğini ferahlatan(!) açıklamalar yapıyor. 4+4+4 sistemiyle dindar gençlik yetiştirilmesinin ilk adımını atmaya hazırlanan Milli Eğitim Bakanı “Kuran-ı Kerim dersinin seçmeli ders olduğunu” belirterek “İsteyen seçmeyebilir” diyor.Bir televizyonda 4+4+4 sistemini ve yeni öğretim yılını değerlendiren Bakan Dinçer’in en ilginç sözlerinden biri “Kuran dersini seçmeyenlerin itham edilmemesi için elimizden geleni yapacağız” cümlesiydi.Nasıl olacak bu?Milli Eğitim Bakanı nasıl bir önlem alacak da, çevresi çocuğunu Kuran dersine sokmayan aileyi rahatsız edemeyecek acaba?Elbette Bakan’ın bu sözleri gerçekçi ve mantıklı değil.Ama her konuda bir bahane üreten ve haklı çıkabilen Milli Eğitim Bakanı lafını ediyor ve ekrandan ayrılıyor.Dinleyenlerin herhalde içleri çok rahat etmiştir ve “Ben çocuğumu Kuran dersine göndereceğim ama, göndermeyenler asla rahatsız edilmeyecek, bir ithamla karşılaşmayacak, yaşasın demokrasi ve özgürlük” diyorlardır.Aslında tabii ki asla öyle olmayacak.Ankara, İstanbul gibi büyük kentlerin zengin semtlerindeki zengin okullarında belki birkaç aile buna cesaret edebilir.Ama ne İstanbul’un ne Ankara’nın ne da başka bir kentin herhangi bir devlet okulunda okuyan çocukların ailelerinin böyle bir karar alabilmesi asla mümkün olamaz.Kimse “Yoksa sen Müslüman değil misin, Kuran’a inanmıyor musun, yoksa sen Ermeni misin, Yahudi misin?” saldırılarıyla karşı karşıya kalmaya cesaret edemez.Çünkü herkes bilir ki Türkiye’de din söz konusu edildiğinde ne demokrasi, ne özgürlükler, ne ayrımcılığa karşı duruş yerinde kalabilir; anında buhar olup uçar.Milli Eğitim Bakanı bunu bilmez mi? Bilir tabii ama “Kuran dersini seçmeyenleri itham ettirtmeyiz” demekten çekinmez. Nasıl olsa karşısında inanmaya hazır büyük bir kitle var.Bakan’ın aynı programda söylediği bir konu daha var. Diyor ki “İlk seviyelerde çocukların abdest almalarını başlarını bağlamalarını istemeyebileceğiz. Ama buna rağmen çocuklar abdest almak başlarını bağlamak istiyorsa (niye yaptın) demeyeceğiz. Din bir şeyi öngörüyorsa ona teslim olacağız.”İşte milli ve laik eğitimin ortadan kalktığının resmi açıklamasıdır bu.Türkiye’de artık sadece “dindar” gençlik yetiştirilecektir.*****Bu ayıpları yapıp sonra gece uyuyabiliyorlar Ergenekon davasını biliyorsunuz, ortalıkta hiçbir şey yok ama insanlar yıllardır zindanlarda süründürülüyor. Amaç intikam tabii ki. Yıllardır hukukun, aklın, mantığın olmadığını görüyoruz.Buna zaman zaman vicdan eksikliği de ekleniyor.İşte dün yaşadığımız bir vicdansızlık örneği yine herkesin yüreğini sızlatır cinsten.Mahkemede savunma yaparken 23 yaşındaki oğlunun bir trafik kazasında öldüğünü öğrenen eski yarbay Mustafa Dönmez cenazeye katılması için “izinli” sayıldı. Ama acılı babanın burnundan getirdiler. Cenazeye yetiştiremediler.Çünkü yarbay belki kaçar diye aşırı güvenlik önlemi alındı, ama bu kez de zaman kaybedildi.PKK teröristlerinin her gün onlarca şehit verdirmesinin hesabını soramayan askerimiz, kaçmayacağı belli bir eski subayı, oğlunun cenazesine yetiştiremedi.Şehit ailelerine haber verme maharetleri pek yüksek olan o komutanların yüreği acaba intikam amacıyla zindanda tutulan bir eski yarbaya reva gördükleri muamele nedeniyle rahat mıdır? Gece huzurla uyuyabiliyorlar mıdır?Cevap veriyorum: Vicdanları da rahattır, gece uyuyorlardır da.*****Bunlar eskiden de böyleydi Üzerinden biraz zaman geçti, birkaç gazetede yazıldı, sonra bitti.Bir AKP’li milletvekili “bütün okulları imam hatip yapma şansı yakaladık” diyerek artık çocukların dindar, tarihini bilen, milletini seven, inancıyla barışık biçimde yetişeceğini açıklamıştı.Muğla Milletvekili Ali Boğa bunları söylemişti ama kendi torununu imanlı biri olarak yetiştirmek yerine Hıristiyan Fransız kültürüne emanet etmişti.Medyada buna çok şaşıranlar olmuştu. “Nasıl olur da dindar bir milletvekili kendi torununu dindar yetiştirmek yerine Fransız okuluna gönderirdi?”Sanıyorum bunu yazan kimi meslektaşlarımız mesleğe yeni başlamış olanlar. Şaşılacak bir şey yok, eskiden beri bu böyleydi.Din ticareti yapan siyasetçilerin çocukları, torunları eskiden de imam hatibe gitmezdi ki. O siyasetçiler her yerde imam hatip propagandası yaparlar ama kendi çocuklarını oraya göndermezlerdi.Onların çocukları özel okullara, kolejlere giderdi, biraz daha palazlananlar ise çocuklarını yurt dışına gönderirdi.Çünkü imam hatipler fakirler içindir. Fakir çocuklar imam hatibe gidecekler, zenginleşmiş din tacirlerinin oy altyapısını sağlayacaklar.Bu dün de böyleydi, bugün de böyle.*****400 kilometre yalanlansa ne olur? Selahattin Demirtaş’ın “Şırnak Cizre arasındaki 400 kilometreyi PKK kontrol ediyor” açıklaması Başbakan’ı çok öfkelendirdi.Ancak Başbakan bu densiz söze düzgün cevap vermek yerine alaycı bir ifadeyle yalanlama yoluna saptı.Ne fark eder? Önemli olan bu durumun gerçek olmasından çok böyle bir sözün söylenebilmesidir.BDP’liler doğru ya da değil, büyük cesaretle devleti yok sayan ifadeler kullanacak cesareti taşıyorlar.Eğer bir ülkede bu cesareti taşıyanlar kamuoyunun önünde bu açıklamaları yapabiliyorlarsa, devlet gerçekten çok büyük bir zayıflık içinde demektir.Ancak madalyonun bir de öteki yüzüne bakmak gerekir.Bu sözler aynı zamanda çok ağır bir tahriktir.Devleti güç gösterisine davet etme eylemidir.Devlet yarın 100 bin kişilik güçle o bölgeye iner, kimseye nefes bile aldırmaz. Güvenlik güçlerinin terörle mücadele etmek yerine sadece savunmada kalması PKK tarafından bir zafiyet olarak algılanabilir.Ancak unutmamak gerekir ki, bu kadar tahrikten sonra ortalığı bir sis bulutu kaplar ve bu sis dağıldığında ortaya çıkan manzara hepimizi dehşet içinde bırakabilir.Bazı uluslararası kaygılar nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti’nin elinin kolunun hep bağlı kalacağını sananlar bana göre aldanıyorlar.Tüm dünyada sabrı taşan devlet günün birinde öyle bir şey yapar ki, tüm uluslararası anlaşmalara, hukuka ve hatta insan haklarına aykırı olsa bile herkes kafasını çevirir başka tarafa bakar.Olan yine masumlara olur.

Devamını Oku

BDP’liler tutuklanmak, PKK çok şiddetli müdahale istiyor!

3 Eylül 2012

Artık aklın ve mantığın bittiği noktadayız. Ya da iktidar çok büyük bir oyunla karşı karşıya. Çünkü bunun başka açıklaması yok.Son bir ayda yaşadıklarımızı arka arkaya sıraladığımızda ortaya tek bir gerçek çıkıyor: Türkiye’nin sabrının taşması ve öfkeyle tamiri çok güç olabilecek bir önleme başvurması isteniyor.BDP’liler PKK’lı teröristlerle kucaklaştığında bunun bir bedeli olacağını bilmiyorlar mı?“Şırnak’tan Cizre’ye olan 400 kilometre PKK’nın kontrolünde, inanmayan gelsin baksın” söyleminin tüm Türkiye’de büyük infial yaratacağı hesaplanmıyor mu?PKK çok sık aralıklarla 8-10 şehit birden verdirmesinin başına iş açacağını tahmin etmiyor mu? Bir milletvekilinin kaçırılmasının yaratacağı sorun hiç düşünülmüyor mu?Hepsi biliniyor.Hepsi hesaplı.Ama bu, çok pahalı bir hesap olacaktır.Hem Türkiye için hem de sözde Kürt halkının huzuru ve mutluluğu için savaştığını söyleyen teröristler ve yandaşları için.Önümüzdeki günlerin olası gelişmelerini tahmin etmek zor değil.Başbakan çok öfkeli. Çünkü çok sıkıştı.İçi boş açılımın hiçbir yarar sağlamayacağını ilk günden beri biliyordu.Amacı Kürt kimliğinin değil “İslam” kimliğinin daha öne çıkmasıydı. Bölge halkını bu politika ile etkilemeye çalıştı. Bir anlamda başarılı da oldu ama milliyetçi Kürtlerin bu oyunu bozabilecek güçleri olduğunu sanıyorum tam olarak hesaplamadı.Sonuçta milliyetçi Kürtler “son kozlarını” ortaya koymaya, bir tür “intihar komandosu” rolü oynamaya karar verdiler artık.Başbakan’ın söyleminden anlıyoruz ki, BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlığı yakın bir gelecekte kalkacaktır. Şartlar oluşmuştur. Parti kapatma yerine milletvekili dokunulmazlıkları kaldırılacak ve BDP’li milletvekilleri tıpkı 1994’teki gibi muhtemelen Meclis’te yaka paça yakalanıp tutuklanacaklardır.Ki sanıyorum zaten BDP’nin istediği de bu.Ardından PKK protesto eylemlerini artıracak, Şemdinli’de oynanmak istenen oyun bölgenin başka yerlerinde sergilenmek istenecektir.Çaresiz kalan Tayyip Erdoğan daha da şahinleşecek ve belki olağanüstü hâl ya da sıkıyönetim ilan ederek terörle mücadeleyi en sert düzeye çıkaracaktır.Tablo ister istemez Suriye’yi andıracağı için milliyetçi Kürtler “uluslararası müdahale” talebinde bulunacaklardır.Yanlış politikalar Türkiye’yi sonunda bu noktaya getirdi.*****Ege’nin özgür ortamında üç huzurlu gün Bu hafta sonunu İzmir’de geçirdik. Önce Aliağa Belediyesi’nin 22 yıldır yapılan şenliklerine katıldım. Orhan Bursalı ve Enver Aysever’le katıldığımız Anayasa ve Basın Özgürlüğü panelinde konuştuk.Atilla Sertel’in yönettiği panelin sonunda küçük bir tatsızlık yaşadık.CHP’ye yönelik eleştirilerimi hazmedemeyen bir İzmir milletvekili toplantıdan ayrılıp yerine bir tetikçi gönderdi. O tetikçi eleştirilere cevap vermek yerine benim bilimsel yazılar yazmadığımı, Enver Aysever’in sosyalist olmasına rağmen yüksek maaş aldığını iddia etmeye kalktı.Neyse ki demokrasi ve hukuka yürekten bağlı Aliağa halkı bu tetikçi provokatörü sadece alkışlarla protesto etti.CHP Genel Merkezi bu hazımsız milletvekilinin ve tetikçisinin neler yaptığını merak ederse onlara anlatırım, burada yazıp okurlarımın da canını sıkmak istemem.Sonraki durağımız İzmir Fuarı’ydı. Dün akşam Fuar’da Mustafa Mutlu ile birlikte “Özgür mikrofon” toplantısında İzmirlilerle sohbet ettik.Hemen söyleyeyim, İzmir Fuarı bu yıl müthiş olmuş. Bir kere çok özenli çalışmışlar, etkinlikler ve eğlence çok fazla. İzmir halkı akın akın Fuar’a koşuyor. 10 günde 2 milyon ziyaretçinin gelmesi bekleniyor.Ege’de olmak beni çok mutlu ediyor.Kimileri “Tabii orada konuşmak çok kolay, herkes sizden, Kütahya’ya, Adıyaman’a, Batman’a da gitsenize” diye güya takılıyor.Hiç de öyle değil. Oralara da gittim, konuştum.Sözünü ettiğim şey farklı. Ege’de olağanüstü bir özgürlük ve hoşgörü var.İnsanlar sokaklarda rahat. Herkesin yüzü gülüyor. Kimse kimseye karışmıyor.Bir kenara oturup seyrettiğimde hep şunu düşünüyorum; “Bu manzaradan bazıları neden rahatsız olur. Türkiye’nin her tarafı böyle olsa kime ne zararı var. Hiçbir zararı olmadığı gibi güzel bir hayat aslında bu. İnsanların üzerine baskı kurup dayatmalarla nasıl yaşayacaklarını, nasıl davranacaklarını, nasıl giyineceklerini söylemek çok mu güzel.”Ege’ye her geldiğimde bu duyguları yaşıyorum.*****Çıktık açık alınla 10 yılda her savaştan Tayfun Hopalı “Yarın 10’uncu yılımızı kutluyoruz” dediğinde ağzımdan “vay canına” sözleri çıkıverdi.10 yıl. Dile kolay. Bunun 6 yılında ben de varım.Gururla, mutlulukla.Vatan ne büyük zorlukla kuruldu. O tarihlerde medyadan uzakta kalmak zorunda bırakılmıştım.25 yıl omuz omuza çalıştığım, Türkiye’de pek çok tabuyu yıkan, mucizelere imza atan arkadaşlarımı uzaktan, sevgiyle ama biraz da kıskançlıkla izliyordum.İlk günlerde çok umutlu değildim, medya kabuk değiştirmiş, büyük sermaye egemen olmuş, bağımsız gazetecilik yapmak çok zorlaşmıştı.Ama o güne kadar harikalar yaratan ekip için bunların önemi yoktu. Başladılar ve başardılar. 2006’nın sonlarında, hiç beklemediğim bir anda eski dostlarım kapılarını tekrar açtılar bana. O günden beri sanki mesleğe ilk başladığım günlerin heyecanı ve sevgisiyle Vatan ailesine kendimce katkıda bulunmaya çabalıyorum.Vatan bugün başladığı gündeki gibi serbest gazetecilerin bağımsız gazetesi gibi görünmeyebilir.Türkiye ekonomisine, sanat hayatına ve sosyal gelişmelerine pek çok olumlu imza atmış Demirören Ailesi’nin önderliğinde yürüyor yolunda.Ama inanın bizler için değişen bir şey yok. Bizler yine aynı özgürlük ve bağımsızlık ruhu içinde heyecanı katre yitirmeden 10 yılda verilen savaşın onurlu yolunda yürüyoruz.Bunun böyle süreceğini dost düşman herkesin bilmesi gerektiğini de hatırlatmak istiyorum.*****O fotoğraf İki gündür medyada ve özellikle sosyal medyada Hürriyet’in Genel Yayın Müdürü Enis Berberoğlu’nun Şemdinli sırtlarında çektirdiği fotoğraf konuşuluyor.Siyasi olarak çok kötü fotoğraf tabii.PKK bölgeyi kontrol altında tuttuğunu söylerken ve Başbakan bununla alay ederken, Amiral gemisi niteliğindeki gazetenin Başbakan’a payanda olmak için bu tür bir mizansene alet olması mesleğimiz adına hoş değil.Ancak “kendinden söz ettirme” açısından dâhice bir mizansen bu. Yıllarca bu fotoğraf zihinlerde kalacaktır, orası da ayrı.Hepsinin dışına küçük bir eleştirim var. Enis Berberoğlu fotoğraflarda üzerinde “GAP İstanbul” yazan bir tişörtle görünüyor.GAP bölge halkı için “Güneydoğu Anadolu Projesi” anlamına geliyor ki sanıyorum Berberoğlu bunu düşünmüş.Ancak tişörtteki GAP dünyanın en ünlü giyim markalarından biri.Bir genel yayın müdürünün adeta göğsüne reklam almış gibi bu kadar unutulmayacak bir mizansende kalıcı görüntü bırakmasını kendisine yakıştıramadım.GAP bu reklamı Hürriyet’e 10 sayfa reklam verse yapamazdı.

Devamını Oku

Türkiye seferberlik ilanına doğru mu gidiyor?

2 Eylül 2012

Sevgili okurlar; geçtiğimiz haftayı, terör olayları açısından daha öncekilere oranla biraz daha sakin ve acısız geçirdik. Ancak bu kez de Suriye ile ilgili gelişmelerin giderek daha da can sıkıcı hâl almaya başladığına tanık oluyoruz.Antakya’daki durumAntakya ve çevresinde mülteci adı altında bazı kişilerin yarattığı gerginliği yanılmıyorsam medyada ilk kez ben dile getirdim. Sonunda çeşitli medya organları da bölgeye giderek her geçen gün vahimleşen durumu yerinde saptadılar.Girilemeyen kampBunun üstüne bir de CHP’li milletvekillerinin askerlerin barındığı bir kampa alınmaması eklenince kamuoyunun gözleri bir anda bu bölgeye çevrildi. Şu sıralar yandaş medya her şeyin yalan olduğunu söylemek için yırtınırcasına yayın yapıyor.Yanlış politikalarTürkiye, Suriye krizi başladığı ilk günden beri yanlış bir politika izliyor. Bütün stratejisini “Esad’ın gitmesine” odaklayan iktidar, bunun bir türlü gerçekleşmemesi üzerine neredeyse panik halinde bu hatayı örtbas etmeye çabalıyor. Ama çok geç.Yalnızlığa itiliyoruzTürkiye Orta Doğu’da kazandığı puanların önemli bir bölümünü yanlış Suriye politikası ile kaybetti. İlk günden beri Suriye’ye uluslararası bir müdahale isteyen Türkiye, bu konuda adeta tek başına kaldı. Şimdi iktidar kara kara geleceği düşünüyor.NATO desteği yokTürkiye ısrarla bölgeye NATO aracılığı ile müdahale edilmesini istiyor. Oysa NATO buna yanaşmadığı gibi tampon bölgeye de karşı. Çünkü biliyor ki, bölgeye yapılacak askeri müdahale “mini Üçüncü Dünya Savaşı’nın” tetikleyicisi olacaktır.Rusya - Çin faktörüRusya’nın çok uzun süredir Suriye ile yakın ilişkisi var. Rusya, Suriye topraklarında teknolojisi yüksek silahlar ve asker tutuyor. Çin ise tavrını açıkça Suriye’de Beşşar Esad rejiminden yana koydu ve BM’de de buna göre tavır alıyor.İran da Esad’laBu iki büyük süper gücün yanı sıra yine komşumuz olan İran’ın tavrı da Esad’dan yana. Durum böyle olunca NATO’nun eli kolu bağlanıyor. NATO mecburen “kimyasal silah” faktörünü öne çıkarak bu konuda uyarıda bulunuyor.Kimyasal silah olmazNATO açıklamalarına bakın; eğer “Suriye kimyasal silah kullanırsa” müdahale kaçınılmaz olurmuş. Birincisi Suriye’de kimyasal silah olup olmadığı belli değil; ikincisi, eğer varsa Esad bunu kullanacak kadar aklını herhalde yitirmemiştir.Müdahale yokBu durumda, ne NATO’nun ne de başka bir gücün Suriye’ye “yakın dönemde” müdahale etmesi mümkün. Türkiye tezlerinde ne kadar haklı olursa olsun NATO’yu da Birleşmiş Milletler’i de ikna etmesi asla mümkün olmayacaktır.Sığınmacı sayılarıSuriye konusunda yalnız kalan Türkiye’yi yakın gelecekte daha büyük bir sorun bekliyor. Hükümet Suriye’den kaçıp gelenlerin sayısının 80 bine ulaştığını açıkladı. Bu rakamın hızla büyümesi ve kısa sürede 100 binin üzerine çıkması muhtemeldir.Türkiye sıkıntıdadırSığınmacı sayısının bu kadar yükselmesi Türkiye’nin başını iki açıdan çok sıkıştıracaktır. Birincisi bu insanların güvenliği, ihtiyaçlarının karşılanması giderek zorlaşmaktadır ikincisi ise her geçen gün sıcak çatışma olasılığı artmaktadır.Suriye cesaretleniyorTürkiye’nin müdahale konusunda yalnız kalması, dünya medyasının Türkiye’deki gelişmeleri yansıtış biçimi Suriye yönetimine de cesaret veriyor. Artık hemen her gün bir Suriye yetkilisi Türkiye’yi suçlamaktan ve Türkiye’ye hakaret etmekten geri kalmıyor.Sıcak takip konusuPKK terörü konusunda hep gündeme gelen “sıcak takip” konusu şu ana kadar Suriye’nin de bu hakkı taşıdığı açısından ele alınmadı. Suriye yönetimi her an rahatlıkla “sıcak takip” adı altında kamplara yönelik operasyon yapabilir.Tankları dizse bileSuriye’den sığınanların kampları sınıra çok yakın bölgelerde. Şöyle düşünün, Suriye tankları bu kampların karşısında gözle görülür biçimde konuşlansa. Hiçbir şey yapmadan dursalar bile sizin güvenlik ve huzuru sağlamanız mümkün olabilir mi?Tek başına müdahaleŞu anda olası görünmese de, Türkiye ile Suriye’nin bir sıcak çatışma ortamı yaşamaları bir gün kaçınılmaz olabilir. İşte asıl o gün yalnız olacağız. Dünya ülkeleri geniş çaplı bir savaşı göze alamayacakları için bizi yalnız bırakacaklardır.Seferberlik hazırlıkları mı?İşte bu koşullar içinde birinci elden bana gelen bir bilgiyi çok manidar buldum. Birkaç yıl önce kendi isteği ile yüzbaşı rütbesiyle ordudan ayrılan bir arkadaşım Genelkurmay Başkanlığı’ndan kendisine “sefer görev emri” geldiğini bildirdi.Bilgi verilmiyor48 yaşındaki eski yüzbaşı bu sefer görev emrini alınca Genelkurmay’ı arayıp “nedenini” sormuş. Kendisine “Bu konuda soru soramayacağı, belirtilen tarihte ve yerde 12 günlük eğitime katılmak zorunda olduğu” hatırlatılmış.Rutin değilArkadaşım görev sefer emirlerinin olabileceğini ama, ordudan ayrılmış kişilerin rutin biçimde böyle bir çağrıyı hiç almadıklarını hatırlatarak “Bir hazırlık yapıldığı kesin, umarım sadece önlem amaçlıdır” ifadesini kullandı. Ben de umarım.Birkaç konu dahaSevgili okurlar; geçen hafta en büyük bayramlarımızdan 30 Ağustos’u kutladık. Geçen yıl verdiğimiz şehitler nedeniyle Büyük Zafer’i kutlayamamıştık. Bu yıl da Cumhurbaşkanı’nın sağlığı nedeniyle Çankaya resepsiyonu kazaya uğradı.Çelenk rezaletiZafer Bayramı’nın normal törenleri yapıldı, resepsiyon gerçekleşmedi ama Atatürk anıtlarına çelenk koyma yasağı büyük tepki çekti. Doğal olarak vatandaşların önemli bölümü bu yasağın Atatürk ve devrimlerini unutturmayı amaçladığını düşünüyor.Çirkin görüntülerAtatürk anıtlarına çelenk koymak isteyen bazı parti ve sivil toplum kuruluşlarını önlemek için anıtların çevresinin polisle sarılması, gelmek isteyenlerin itilip kakılması çok çirkin manzaralar oluşturdu. Bu saçmalığın bitmesi gerek.400 kilometre tartışmasıGeçen haftanın medyada çok tartışılmayan ama çok önemli olan bir konusu da BDP’li Selahattin Demirtaş’ın “Güneydoğu’da 400 kilometrelik yol PKK’nın kontrolünde, inanmayan gelsin baksın” açıklamasıydı. İşte açılımda geldiğimiz nokta.Başbakan yalanladıGerçi Başbakan “Ne yani 700 kişiyle mi oraları tutuyorlamış” diyerek konuyu hafife aldı ama, bir ülkede bu tür bir açıklama yapılmasının bile ne kadar vahim olduğunun herhalde kendisi de farkındadır. Ama söylenenin yanlış olduğunu da kanıtlamalı.Kendisi gitmesinBaşbakan’ın CHP’li Adnan Keskin’le yaptığı konuşmadan öğredik ki, yakın bir zamanda anılan bölgeye gidecekmiş. Bence kendisi gitmesin. Örneğin İçişleri Bakanı’nı göndersin. Fazla koruma almadan o 400 kilometreyi karadan katetsin.O zaman inanalımEğer İçişleri Bakanı ya da bir başka bakan yanına yüzlerce koruma almadan o yoldan gidebilirse, PKK propagandası boşa çıkacaktır. Bilmiyorum bunu yapacak cesareti bulacak bir bakan çıkacak mıdır? Umarım çıkar.Hepinize iyi haftalar dilerim..

Devamını Oku

Kaçakçılık iyidir, PKK yaparsa kötüdür

1 Eylül 2012

Televizyon açık, haberleri izliyorum. 30 Ağustos kutlama(ma)ları haberleriyle dolu ekranlar.Birçok yerde halk törenlere gitmemiş bile. Muhtemelen Cumhurbaşkanlığı’nın sağlık sorunu nedeniyle bütün törenlerin iptal edildiğini sanıyorlardı.Bir süre önce başlatılan “Atatürk anıtlarına çelenk koymama yasağı” nedeniyle özellikle kadınlar her yerde tepkilerini dile getiriyorlar.Derken ekrana simasi çok yakın bir isim çıkıyor.Yer Osmaniye. 30 Ağustos törenleri. İsim Celalettin Cerrah.Eski İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nden tanıdığımız Celalettin Cerrah. Şimdi o bir vali.Yanında Garnizon Komutanı Kurmay Albay Ersin Kaya ve Belediye Başkanı Kadir Kaya oturuyor.Törenler bitmiş, vali ve diğerleri halkla sohbet ediyorlar.Derken oturdukları kahvehanenin sahibi geliyor, “Ne içersiniz?” diye soruyor. Vali ve beraberindekiler “Çay” deyince yeni bir soru geliyor “Yerli mi olsun, yoksa kaçak çay mı içersiniz?”Vali bir an duruyor, mekanın sahibi üsteliyor “Çok güzel kaçak çaylarımız var, ben onu tavsiye ederim.”Vatandaş devletin mülki amirlerine alenen “Kaçak çay sattığını” itiraf ediyor.Vali Bey ne yapıyor?Başlıyor konuşmaya; “Kaçak çayı PKK getiriyor. Siz eğer kaçak çay içerseniz PKK’ya yardım etmiş olursunuz. PKK Türk askerini, Türk polisini, Türk vatandaşını öldürsün istiyorsanız kaçak çay ve sigara için, kaçak benzin kullanın. Böyle Türk vatandaşı olur mu? PKK kahrolsun diyorsunuz ama kaçak sigara ve çay içerek PKK’ya destek oluyorsunuz.”İyi mi?Buradan ne anlıyoruz?Şunu; “Bu ülkede kaçakçılık adeta yasaldır. Halkın bir bölümü fakir olduğu için çaresiz kaçakçılık yapmaktadır. Devletimiz de buna izin verir. Tek şartla, eğer kaçakçılık PKK eliyle yapılıyorsa ayıptır, günahtır, bunları almak hainliktir.”Oysa devletin valisinin asıl görevi kaçak malın kime yarayıp kime yaramadığını saptamak ve ilan etmek değil, kaçakçılığı önlemektir.Ama o bölgelerde iş o kadar laçkalaşmış ki, bir kahvehane sahibi hiç çekinmeden devletin valisine askerine “kaçak çay tavsiyesinde” bulunup üstelik bunu bir ikram nezaketi olarak sunabiliyor.Belli ki o bölgede kaçakçılıkla ilgili hiçbir şey yapılmıyor, herşeye göz yumuluyor.Ama aynı devlet görevlileri bu kaçakçılığın büyük oranda PKK tarafından yapıldığını ve kazanılan yasadış paranın da PKK’lı teröristlere silah, mühimmat olarak gittiğini biliyorlar.Kaçakçılığı önleme zahmetine hiç katlanmamak, ama kaçak çay içenleri “Vay sen PKK’ya mı hizmet ediyorsun” diye azarlamak da “ileri demokrasi” sahibi “Yeni Türkiye’nin” enfes projesi olsa gerek.*****İşte haftanın fıkralarıYıldırım Tuna’dan bu haftanın fıkralarıArtık yazın sıcak günlerini yavaş yavaş geride bırakıyoruz. Ama bu pazar da heryer açık güneşli ve sıcak. Haydi fıkraları okuyun da ondan sonra pazarınızı bir güzel gezerek geçirin;Para yokSekreterimi arşiv odasında muhasebedeki delikanlı ile uygunsuz bir şekilde yakaladım. Kan beynime sıçradı, “Sen.. Sen bunun için mi para alıyorsun?” dedim kıza müthiş sinirlenerek, “Olur mu efendim, isterseniz arkadaşa sorun” dedi eteğinin fermuarını çekerken, “Vallahi kendisinden beş kuruş bile almıyorum..!”Kaç yaşındasın?Yeni evli çift, balaylarında İngiltere’de tarihi ortaçağ şatosunun mezarlık bölümünü gezerken guruptan sessizce ayrılmışlar ve mezarlardan birinin üzerinde fantezilerini gerçekleştirmişler. Genç kadın ertesi gün o maceradan kaynaklanan müthiş bel ağrısı ile doktora gitmek zorunda kalmış, doktor onu soyup muayene ettikten sonra “Kaç yaşınızdasınız?” diye sormuş. “22..? Neden?..” demiş kız merakla “Hayret” diye cevap vermiş doktor, “Poponuzun üzerinde mosmor bir şekilde ‘Doğumu: 1755’ baskısı var da..!”BasketbolOtele giriş yapan hayli uzun boylu adama resepsiyon görevlisi “Hoş geldiniz.. Yoksa basketbol mü oynuyorsunuz?” diye sormuş,“Ne alakası var?.. Bu aptal soru ile hep karşılaşıyorum” demiş adam sinirlenerek “Ya siz?” diye eklemiş, “Bu duruma gelmek için o halde siz de mini golf uzmanı falan olmalısınız!..”Gülmekten yattım-Dün gece ilk defa çıktınız değil mi?.. Durum nasıl?..-Akşam yemeğinden sonra beni şehri tam tepeden gören ıssız bir yere götürdü, bir ara elini sutyenimin içine sokunca yerlere yattım gülmekten.. O da bozuldu tabii..-Aa?.. Neden?..- Hayatım, paramı ayakkabımın içine saklamıştım, dakikalarca arayıp durup bulamayınca güldüm işte..!Ölü sayısı2 kişilik bir Cessna uçağının Karadeniz’de bir köy mezarlığına düşmesi endişe yarattı.. Köyün muhtarı Temel bey şimdiye kadar 1826 cesede ulaşıldığını, kazı devam ettikçe bu sayının maalesef sürekli arttığını ifade etti..Tercih nedeniİnsanlar ‘Uçağın en arka koltuklarını’ iki nedenle tercih ederler..Ya yeni insanlarla tanışmak onları rahatsız eder, ya da müthiş ishaldirler..Keçiİnternette her türlü sapıklık var.. Aileler tedirgin olmakta haklılar.. Örneğin “Keçilerden hoşlanan erkekler” yazın hemen bir pencere açılıp “Beğendiğiniz keçi tipini giriniz” diye bir şey çıkıyor karşınıza.. Rezalet yani..*****İlk görüşte aşk’a inanır mısınız? Yoksa önünüzden birkaç kez kere daha mı geçmem gerekiyor?..*****Gani Yıldız’danÜniversitelerde okutulan İnkılap Tarihi dersleri kaldırılacakmış. Sanırız yakın bir gelecekte eğitim sistemimizde inkılapla ilgili bir tek şey olmayacak. Gerçi belki biraz merhamet edip “Tarih Olan İnkılaplar” dersi koyarlar!***Bir süre önce “AKP muhalefetle çok iyi anlaşıyor” cümlesini duyunca dünyanın sonunun geldiğini düşünüp panikledik. Sonra onların Suriyeli muhalifler olduğunu öğrenince rahat bir nefes aldık.***Ne fiziki şartlar ne müfredat hazır. Sistem çökmüş durumda. “Okullar açılmadan sınıfta kalmayı başaran” Milli Eğitim Bakanlığı’nı kutlarız!***Parasız eğitim istedikleri için cezaevinde kalan öğrenciler, “Harçlar kalktıysa biz niye yattık?!” diye isyan etmiş. Moralinizi bozmayın gençler, gücünüzü fark edin. “Yattığınız yerden” harçları kaldırdınız!***Milletvekili dokunulmazlığı tartışmaları tekrar başladı. Diyelim ki dokunulmazlıklar kürsüyle sınırlandırıldı. Merak ettiğimiz konu; kendini koruyacağını düşünüp gittiği yere kürsü götüren vekillerin olup olmayacağı.***Yunan hükümeti özel uçağını satıyormuş. Bundan daha iyi, “Ekonomik krizler, havalananların ayaklarını yere bastırır” örneği olabilir mi?***Ay’a ayak basan ilk Amerikalı ölmüş. Ya ayak basacak olan ilk Türk? O daha doğmamıştır!

Devamını Oku

Dışişleri Bakanı doğru söylüyor

31 Ağustos 2012

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu önceki gece BM Genel Kurulu’nda konuştu. Hayli uzun olan konuşmasını çok hızlı biçimde okuyan Davutoğlu mülteci sorununa dikkat çekerek olayın insani boyutunu anlattı. Esad rejiminin halkına uyguladığı şiddet ve baskıya karşı tüm dünyanın ayağa kalkması gerektiğini ısrarla ve defalarca belirtti.Davutoğlu’nu ekranda izlerken üzüldüm. Çünkü konuşma sırasında kendisini dinleyenlerin yüz ifadelerine de baktım.Davutoğlu sanki duvara konuşuyor gibiydi. Zaten kendisi de “Bu toplantıdan olumlu bir sonuç alınamayacağını biliyorum, yine hiçbir şey yapılmayacak” dedi.Ve sonuç da tam Davutoğlu’nun beklediği gibi oldu. Temsilciler Davutoğlu’nu ilgisiz biçimde dinlediler ve tabii olumlu hiçbir karar da almadılar.Bunda Rusya ve Çin’in Güvenlik Konseyi’nde aldıkları tavrın önemi büyük. İki daimi üyenin alınacak kararları veto edeceği biliniyor. Sonuçta da diğer ülkelerin yapacağı fazla bir şey kalmıyor.Buna bir de Özgür Suriye Ordusu adı altında çatışan grupların son zamanlarda dünya kamuoyunu dehşete düşüren manzaralar yaratmasını eklemeliyiz.Bir süre önce yürekten “Suriye’ye müdahale edilmeli” diyen bazı ülkelerin yeni durum karşısında paralize oldukları bir gerçek. Davutoğlu önceki gece yaptığı konuşmada çok haklıydı. Doğruları söylüyordu. Ama ne fayda...Demek ki Türkiye’nin de politikasını yeniden gözden geçirmesi gerekiyor.Türkiye bir yılı aşkın süredir bütün stratejisini Esad’ın gitmesine göre planladı.Hatırlayın, geçen yıl bu günlerde hem Başbakan hem Dışişleri Bakanı “Esad çok kısa süre sonra gidecek” diye açıkça konuşuyordu.Oysa Esad gitmedi. Tam tersine, gücünü artırdı. Bu süre içinde önceleri biraz daha düzenli gibi görünen muhalif gruplar kimi radikal örgütlerin kontrolüne geçti.Sayıları giderek artan Suriyeli sığınmacıların yarattığı olaylar da kamuoyunda tepki çekmeye başladı. Suriye’ye sınırı olan bölgelerde terörist oldukları izlenimi veren bazı kişilerin uluorta gezinmeye başlaması tepkiyi artırdı.Hükümeti zor durumdan kurtarmak için yandaş medyanın başlattığı “Bölgede her şey güllük gülistanlık, söylentileri Esad’çı medya El Muhaberat’ın talimatıyla çıkarıyor” haberleri dar bir çerçevede taraftar bulsa da toplumdaki öfkeyi artırıyor.Ne yazık ki Davutoğlu’nun çizdiği politika, BM’de dile getirdiği insani söylemle birbirini tutmuyor. Türkiye’nin yanlıştan dönmesi ve Suriye politikasını yeniden düzenlemesi en acil işidir. *****Dışişleri Bakanı doğru söylemiyor CHP Milletvekili Hurşit Güneş‘in ziyaret etmek istediği Hatay’daki kampların arasında Apaydın kampı da vardı ve o kampa izin verilmedi. Çünkü kampta aralarında generallerin de bulunduğu Suriyeli asker kişiler vardı ve sorun da oydu. Bu kampta kalan asker kişilerin hem eğitim gördüğü hem de zaman zaman Suriye’ye geçerek eylemlere katıldıkları ileri sürülüyordu.Bir milletvekilinin kendi ülkesindeki bir mülteci kampına girememesi elbette skandaldı, hükümet de zora girdi, çünkü bunun izahı zordu.Ama Davutoğlu bir gün sonra “yasal formülü” buldu. 1941 yılında çıkarılan ve 1995’te yönetmelikle yeniden düzenlenen bir kanuna dayanarak bu iznin verilemeyeceğini açıkladı.Halbuki o yasa Bakan’ın açıkladığı biçimde değil. 1941’de çıkarılan yasa II. Dünya Savaşı sırasında savaşan tarafların askeri güçlerinin takibinden kurtulmak için Türkiye’ye sığınan askerlerin hangi statüde olacaklarını uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak düzenliyor. Yasa, çok sayıda Alman ve/veya İngiliz askeri hakkında uygulanmış. Orta Anadolu kentlerinde kamplar oluşturulmuş.“Tarafsız” bir ülke olarak sığınılan devletinin “muharip” ülkelere karşı insani yükümlülükleri ve askerlerinin sığındığı ülkelerde tabi olacakları kurallar böyle düzenleniyor. 1995’te bir Yönetmelikle bu durum yine o tarihteki koşullar nedeniyle güncellenmiş. Yönetmeliğin uygulanabilmesi için öncelikle sığınanların “muharip” sıfatını taşımaları, bunun uluslararası camia (BM) tarafından tanınıyor olması gerekiyor. Suriye’den gelen “aktivistler” Suriye ordusundan kaçan kişiler olsa bile hukuken “muharip” statüsünde değil. Onların statüsü “sığınmacı/mülteci” olup varsa derhal silahtan arındırılıp, siyasi faaliyetten men edilmeleri gerekiyor.NOT: Bu bilgileri ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Raşit Kaya’dan aldım.***** Zafer Bayramı’nda coşku azdı. İnsanlar evlerine bayrak asmadı, törenlere katılmadı, Anıtkabir’e gitmedi. Esas şimdi birileri için 30 Ağustos tam anlamıyla “Zafer Bayramı” oldu. (Gani Yıldız) *****Kadınlar daha cesur İktidar yarattığı iklimle sesi çıkan birçok kişiyi susturmayı ya da etkisiz hale getirmeyi başardı. Devlet, iktidarın zihniyetinde hızla dönüşürken Atatürk, Cumhuriyet ve değerleri konusunda kadınların daha atak ve cesur olduğu görülüyor.Artık Atatürk anıtlarına önemli günlerde bir çelenk koymanın bile yasaklandığı günümüzde, en sert tepki kadınlardan geliyor.Kadınların tepkisi karşısında şaşırıp kalan, ne diyeceğini bilemeyen mülki amirlere ve generallere uzaktan bakıp gülümsüyorum. Mülki amirler büyük olasılıkla tepkiye şaşırıyor ama aldırmıyor, buna karşı generallerin içine düştüğü yürekler acısı durum çok üzücü.***** Selçuk’u yuhalatmayacaktın hocam Uzun zamandır Fenerbahçe Stadı’na gitmemiştim. Geçen yıl lige gölge düşüren fesat davası nedeniyle açıkçası TV’den bile maç izlemek içimden gelmemişti. İstanbul Erkek Lisesi’nden sınıf arkadaşım Bülent Gürbüz’ün 1907 tribününde yeri var, “Spartak Moskova maçına gelsene” deyince gittim.O güzelim stadı, vefakâr taraftarın heyecanını çok özlemişim. Maçtan önce yemek yerken Başkan Aziz Yıldırım’la karşılaştık, kucaklaşıp hasret giderdik.Sonra maç. Erken gelen gol. Bir anda moralleri sıfır olan futbolcular. Direkten dönen, kaleciye çarpan, rakibe değen ama Allah’ın hikmeti bir türlü çizgiyi geçemeyen toplar.Sonuç malum. Geçen yıl fesatla elimizden alınan Şampiyonlar Ligi bu yıl da kazara kaçtı gitti. Fenerbahçe Moskova’yı 10 maçtan 9’unda yener. Ama olmadı işte.Maçtan sonra yorumlara baktım. Herkes Aykut Kocaman’ı suçluyor. Hocanın hatası var mıydı? Vardı tabii. Ama dünya yıldızları bile bir maçta son derece kötü olabiliyor. Bu maçta da sıra Aykut Hoca’daydı belki.Aykut Kocaman eleştirisini spor yorumcularına bırakmak isterim, ama bir eleştirim var ki yazmalıyım:Hocam; Selçuk’u yuhalatmayacaktın.Selçuk Fenerbahçe’nin en iyilerinden. Ama o maçta çok kötüydü. Morali bozuldu erken golle. Sonra panikledi. Her pası hatalı oldu. Seyirci tepki göstermeye başladı. Hocam, sen de sahalardan geldin, bu psikolojiyi bilirsin. Selçuk çok zordaydı. En iyisi devre arasında değiştirmekti. Yapmadın. İkinci yarıya da aldın. 10 dakika sonra değiştirdin, Selçuk sahadan çıkarken ömür boyu unutamayacağı bir protesto ile karşılaştı. Yazık değil mi bu yetenekli oyuncuya?Devre arasında alsaydın, hiç olmazsa sadece maçı kaybettiğimize üzülecekti. Şimdi Selçuk’un psikolojisini nasıl tamir edeceksin?Bir de ara sıra gülümse be hocam.

Devamını Oku

Cemil Bey, Cemil Bey Meclis aşağılanıyor, gıkınız çıkmıyor

29 Ağustos 2012

Sayın Meclis Başkanım; oturduğunuz yüce makam size çok önemli bir siyasi sorumluluk yüklüyor. Meclis Başkanı olmanız sadece Meclis çalışmalarını düzenlemekten, milletvekillerinin hal ve gidişlerini organize etmekten, bahçeye çiçek dikmekten, personeli yönetmekten ibaret değil.Sizin çok önemli ve kutsal bir sorumluluğunuz daha var.O da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) itibarını her ne pahasına olursa olsun korumak. Bu yüzden partinizin genel başkanı ile bile ters düşebilir, partinizden eleştiriler de alabilirsiniz.Elbette bunları siz de biliyorsunuz; ama bu sorumluluğu nedense taşımıyorsunuz.Sayın Çiçek; Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde kurulan bir mülteci kampına başında bulunduğunuz TBMM’nin üyeleri giremediler. Karşılarında Vali’yi buldular ve o da “yassah hemşerim” dedi.Ardından mensubu olduğunuz siyasi partinin kurduğu hükümetin iki önemli bakanı “Bu kampta Suriye’den kaçan askeri kişilerin olduğunu” belirtiyorlar ve ekliyorlar; “Bunların kimliklerinin tespit edilmesi hâlinde hem kendilerinin hem ailelerinin zarar görmesi ihtimali var.”Yani iki bakan diyor ki, “Eğer oraya TBMM üyeleri girerse, bu üyeler kampta saklananların isimlerini açıklayabilirler.” Kısacası, Türkiye’nin en yüce kurumunun üyelerinin “ajan olma” ihtimali üzerine bu kadar sert önlemler alındığı ifade ediliyor.Sayın Çiçek bu yakıştırmayı içinize sindirebiliyor musunuz?Bunların dışında, bağlı olduğunuz siyasi partinin kurduğu hükümetin üyelerinin söylediklerinden anladığımız kadarıyla bu kamp sadece vahşet ve zulümden kaçan masum insanların sığındığı bir yer değil, bir tür askeri üs.Ne zamandan beri parlamentonun onayı alınmadan Türkiye topraklarında yabancı askerleri konuşlandırıyoruz?Anayasamıza göre yabancı bir askeri kuvvetin ülkemiz topraklarında barınmalarını sağlamak ancak TBMM’nin onayıyla mümkündür.Böyle bir tezkerenin bırakın kabul edilmesini dile getirildiğini bile hatırlamıyoruz.Ama öyle anlaşılıyor ki, adamlar ülkemizde bal gibi bir üs kurmuşlar. Hükümetimiz ise bunun için tezkereye gerek duymamış. Bu gerçeği, bazı milletvekilleri o kampa girmek istemeseydi belki de hiç öğrenemeyecektik.Hükümet üyeleri “Neden ısrarla bu kamp?” diye soruyor. Böylece anlıyoruz ki, eğer milletvekilleri başka kampları ziyaret etmek isteseler girebileceklerdi.Ancak sayın Başkanım; tahmin ediyorum Meclis Başkanlığı gibi yüce bir makamın itibarını koruyamadığınızı siz de biliyorsunuz ve Türkiye’nin en önemli sorunu için önerdiğiniz maddelerin altına Meclis Başkanı değil “sade vatandaş Cemil Çiçek” imzanızı atıyorsunuz.Gerçi belki benim bu eleştirilerim sizi etkileyemeyecek. Çünkü siz tutuklu olan üyelerinizi de zindandan çıkaramıyorsunuz.Bense kalkıp Suriye kaçkını generallerin üs gibi kullandığı kampa giremeyen milletvekilleri nedeniyle Meclis’in sarsılan itibarını soruyorum.*****“Allah verdikçe veriyor” türü valinin önü artık çok açıkSözü hayatımıza Bülent Arınç soktu biliyorsunuz. Danıştay Başkanı’nın seçilmesinden sonra o kadar sevinmişti ki “Allah verdikçe veriyor” demişti. Sevinmesinin nedeni artık o yüce mahkemenin başında da kendilerinden bir ismin olmasıydı.O yol bir açıldı mı “Allah verdikçe veriyor” türü isimler de çoğalır.Bunlardan biri de Hatay Valisi. Çıktı halkın karşısına, Hatay’da yaşananların hepsini yalanladı. O kadarla kalmadı, bunları yazanları, söyleyenleri “kaos çıkarmak” isteyenler olarak niteledi.Onca röportaj, fotoğraf, halkın tepkileri bir anda silindi atıldı, Vali Bey’in gayretleriyle geriye “Esad’çı medya, Türkiye’yi karıştırmak isteyen ve hükümeti yıkmak isteyen kötü niyetliler” kaldı.“Allah verdikçe veriyor” tarzının ortak tavrıdır bu. Ne diyeyim, sonumuz hayırlı olsun.Ama bir noktayı söylemeden edemeyeceğim.Valimiz kendini öyle bir kaptırmış ki iddiaları, güya tek tek cevap verip çürütürken, dünyadaki herhangi birisinin gördüğünde “Bu adam El Kaidecidir” teşhisi koyacağı tipleri savunmak için “Sığınmacı dediğimiz insanlar sinekkaydı tıraş olan insanlar değildir. Zor şartlarda yaşayan, geleceği belirsiz, kafası karışık, kılığına kıyafetine sakalına dikkat etmeyen insandır” buyurmuş.Erkek olan herkes bir dönem saçına sakalına dikkat etmeden birkaç ay geçirmiştir genellikle. Ama hiçbirimiz bir ay “sinekkaydı” tıraş olmadığımızda “tipik El Kaideci” görüntüsüne bürünmedik.Vali Bey şaka gibi. *****30 Ağustos’u halk kutlayacakBüyük Zaferi geçen yıl “şehitler” nedeniyle kutlayamamıştık. Bu yıl da Gül’ün rahatsızlığı nedeniyle kutlanamıyor.Ancak bütün illerde STK’lar önderliğinde Büyük Zafer sokaklarda kutlanacak.“Bayrağını al gel” sloganıyla düzenlenen mitinglerde parti ya da siyasetin, bayrağı, amblemi ya da sembolü olmayacak, siyasi sloganlar atılmayacak. Böylelikle iktidar tarafından giderek “ilgi düşüklüğü” ortamı yaratılan milli bayramlarımızın kutlanması ayrı bir anlam kazanıyor.İstanbul’daki 30 Ağustos Zafer Bayramı mitingi Ümraniye’de. *****“Bu hastalığı Allah düşmanımın başına vermesin” Cumhurbaşkanı Abdullah Gül kulağından rahatsız. Bu nedenle Kırgızistan gezisi yarıda kalmıştı, şimdi de 30 Ağustos Zafer Bayramı resepsiyonu iptal edildi.Bu yıl ilk kez Zafer Bayramı “Başkomutan” sıfatı nedeniyle Cumhurbaşkanlığı’nda verilecek “eşli” resepsiyonla kutlanacaktı. Cumhurbaşkanı’nın sağlık durumu elbette çok önemlidir ama bu gerekçe ile kutlamaların iptal edilmesi de ayrı bir yanlıştır.En azından resepsiyon bu yıl da Genelkurmay veya Meclis Başkanı tarafından yapılabilirdi. Sonuçta Meclis Başkanı Cumhurbaşkanı Vekilidir ve Cumhurbaşkanı’nın bulunmadığı hâllerde bu unvanı da taşır, yani Başkomutan o olur.Ki Cumhurbaşkanı hastanede yattığı süre içinde fiili Cumhurbaşkanı Meclis Başkanı’dır.Cumhurbaşkanı Gül’ün kulak rahatsızlığı için “Ménière Sendromu” iddiası var.Önceki akşam kardeşim Cem Ataklı ile birlikteydik. Söz bu konuya geldi, kardeşim “Eğer Cumhurbaşkanı gerçekten Ménière Sendromu ise Allah düşmanımın başına vermesin derim” dedi.Ben de “Neden, nasıl bir hastalık ki bu?” diye sordum.Anlattı: Bu hastalık kulaktaki sıvı dengesinin bozulması nedeniyle ortaya çıkarmış. Çok şiddetli bir baş dönmesi ve mide bulantısı hissi verirmiş.Kardeşim, “Düşünsene, başını hafifçe kıpırdattığın anda müthiş bir baş dönmesi ve mide bulantısı oluyor. Üstelik o sırada yatmanın ya da gözlerini kapatmanın da bir faydası yok, tam bir işkence” dedi.Ayrıca baş dönmesi ve mide bulantısı dengeyi de bozduğu için, kişinin ayakta durabilmesi de mümkün olmazmış. Cumhurbaşkanı için gerçekten çok üzüldüm. Tez elden sağlığına kavuşmasını dilerim.

Devamını Oku

Terör örgütü piyasaya ‘kaçak’ diye “sahte sigara” sürüyor

28 Ağustos 2012

Başta Güneydoğu olmak üzere Türkiye’nin birçok yerinde bilindik bazı sigaralar, bayi fiyatının çok altında fiyatlarla satılıyor.Marlboro, Camel, Winston gibi sigaralar 2-2.5 liradan müşteriye ulaştırılıyor.Herkes bu sigaraların ülkeye kaçak yollardan girdiğini sanıyor.Oysa sigaraların tamamına yakını kaçak değil sahte.Bu sahte sigaralar Kuzey Irak Kürt bölgesinde üretiliyor, yurda kaçak yollardan sokuluyor ve piyasaya sürülüyor.Kuzey Irak Kürt yönetiminin önde gelenlerinin sahip olduğu fabrikalardan çıkan sahte sigaralar PKK’nın kontrolünde satışa sunuluyor.Kısacası Türkiye’de satılan her sahte sigara paketi terör örgütüne müthiş paralar kazandırıyor.Aslına bakarsanız bu sigara sahteciliği yeni değil.2000 yılından önce başlamıştı.O zamanki söylentilere göre Barzani ailesinden bazı kişiler Erbil ve Dohuk kentinde iki sigara fabrikası kurmuşlardı. Ancak Kürt bölgesinde faaliyet gösteren bu fabrikalar Mersin Serbest Bölgesi üzerinden çalışıyordu. Şirketler burada görünüyordu.Sigara fabrikasının ürettiği sahte sigaralar için gerekli olan malzemeler ve ham madde Mersin Serbest Bölgesi üzerinden Kuzey Irak’a gidiyordu.2004 yılında bir yabancı sigara firması, gümrüğe ihbarda bulunarak Kuzey Irak’a gönderilmek üzere Mersin Serbest Bölgesi’ne getirilen konteynerlere baskın yaptırmıştı. Bu baskında ünlü sigara firmalarının ambalajı olan basılı kâğıtlar, alüminyum folyolar, bandroller bulunmuştu.Yakalanan bu mallar önce bir tutanakla zaptedilmiş ancak daha sonra yapılan itiraz üzerine sahiplerine iade edilmişti. Çünkü alıcı olarak Kuzey Irak gösteriliyordu ve transit geçiş ülkesi olduğu için Türkiye’nin bu mallara el koyması mevzuat gereği mümkün değildi.Ancak o sayede Kuzey Irak’ta sahte sigara üretildiği gerçeği ortaya çıkmıştı.Aradan yıllar geçti, bu sahtecilik ve ticarette hiçbir gerileme olmadı. Tam tersine, Kuzey Irak’taki fabrikalar sahte marka üretiminde sayı bile artırdılar.Örneğin Türkiye’de çok içilen Samsun 212 ve Tekel 2000 sigaralarının sahteleri de burada üretiliyor ve Türkiye’de pazarlanıyor.Peki devlet bu durumun farkında değil mi?Farkında tabii. Ancak kimse engel olmadığı gibi bir girişimde de bulunmuyor.Bir taraftan terörle mücadele ve sözde Kürt sorununu çözme çabaları sürdürülürken, Kuzey Irak Türkiye için bir ticari cennet oldu. Bu bölgedeki neredeyse tüm yatırımların arkasında Türk firmaları var.Fırından üniversiteye, konuttan petrol rafinerisine kadar her işi Türkler yapıyor.Gidenlerin anlattığına göre Erbil ve diğer Kürt bölgesi kentlerinde gıda, dayanıklı tüketim malları, beyaz eşya ticaretinde Türkler çok önde.İnşaat işleri de Türklerde.Durum böyle olunca Barzani ailesinin kontrolünde olduğu ileri sürülen sahte sigara üretimi ile ilgili hiçbir şey yapılmıyor. Çünkü yasa dışı ticaretin engellenmesi hâlinde bu bölgede iş yapan Türk firmalarının başının derde gireceği düşünülüyor.Aslına bakarsanız, özellikle Kuzey Irak tarafında çok hareketli bir ekonomi var. Devlet düzeni olmadığı için kayıt dışı ekonomi de çok güçlü.Yüz binlerce kişi kayıtlarda işsiz ve yoksul gibi görünmesine rağmen, bu yasa dışı pazardan payını alıyor. Yasa dışı ticaretin diğer kolu Türkiye üzerinden çalışıyor ve ülkemizde de yüz binlerce kişi kayıt dışı ekonomiden ciddi paralar kazanıyor.Ancak aynı şekilde Türkiye sınırları içinde yaşayanlar da kayıtlarda işsiz ve çok yoksul görülüyor. Resmi rakamlara bakınca “nasıl yaşıyor bu insanlar” diye üzüldüğümüz pek çok kişi aslında Türkiye ortalamasıyla kıyaslandığında “zengin” bile sayılabilir.*****Cenaze marşı yanlışıKültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay tuhaf bir tartışma başlattı biliyorsunuz. Bir şehit askerimizin cenaze töreninden sonra yapılan askeri törende bandonun cenaze marşı çalmasına sinirlendi ve “Susturun bu bandoyu, halk tekbir getirecek” dedi.Ardından özellikle yandaşlar Cumhuriyet dönemine saldırma fırsatını kaçırmadılar ve “Bu Cumhuriyet döneminin dayatmasıdır, çağdaşlık adına bir Hristiyan’ın müziğini cenazelerimizde çalıyorlar” diye açıklamalarda bulundular.Ertuğrul Günay da bu tarıtşmalara destek vermek için “Benim cenazemde Itri’nin eseri çalınsın” dedi.Tabi pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da hem çarpıtma, hem yanlış bilgi verme metoduyla karşı karşıyayız.Yandaşlar sanki bütün cenazelerde cenaze marşı zorla çalınıyormuş gibi bir hava yayıyor.Oysa cenaze marşı sadece devlet protokolünden ölen biri olduğunda ya da askeri kişi cenazelerinde, dini tören tamamen bitip tabut top arabasına ya da cenaze arabasına konulduktan sonra 20-30 metre süren yürüyüş sırasında çalınır.*****Ölünce haber oluyorlar Sağlık alanında gözle görünür iyileştirmeler yapıldı yapılmasına ama koordinasyonsuzluk yüzünden çok sayıda hasta büyük sıkıntılar çekiyor.Ne yazık ki bu hataların hesabını ancak birilerini kaybettiğimizde sormak geliyor aklımıza.İşte 7 yaşındaki kalp hastası Alime Cengiz 3 yıl sonra verilen ameliyat gününü bekleyemedi ve aramızdan ayrıldı.Alime Cengiz ne yazık ki öldüğü için gazete manşetlerine çıktı.Oysa binlece hasta bırakın ameliyatı, basit testler, röntgen ya da MR’lar için aylarca sıra bekliyor.Örneğin Çapa’da kolonoskopi yapılması gereken hastalara ancak 1 Ocak’tan sonraya gün verilebiliyor. Kolonoskopi bağırsak kanseri şüphesi üzerine başvurulan bir yöntem ve bağırsak kanseri inanılmaz hızla gelişip yayılıyor. Bugünden ancak 1 Ocak’a gün alabilen bir şüpheli o güne kadar hayata veda ederse hesabını kim verecek.Tabii bir de şunu anlamıyorum; lafa gelince bütün özel hastaneler de hizmete açıldı denirken, bu tür acil işlemler neden buralarda yapılamıyor? *****Bağdat Caddesi’nin durumu Bağdat Caddesi’nde oturan ve bu caddeyi sık kullanan bir aileyiz. Son zamanlarda Büyükşehir Belediyesi asfaltlama yapıyor. Doğru bir uygulama. Ancak ara sokaklar sanırım Kadıköy Belediyesi’ne ait olduğundan asfaltlamadan nasibini alamıyor. Herhalde Kadıköy Belediyesi’nin de umurunda değil. Arabalarla bu sokaklara giriş ya da çıkış yaparken sıkıntı yaşanıyor. Büyükşehir ile Kadıköy Belediyesi’nin uyumlu çalışmadığı kesin. Koordineli çalışılması çok mu zordur? Diğer bir konu da Bağdat Caddesi’nde bir kaldırım standardının olmaması. En az 10 çeşit kaldırım taşı örneği sayabilirim. Bu caddede çok yürüdüğüm için biliyorum. İstanbul’un göz bebeği olan bu caddeye bu kaldırımlar yakışmıyor. Çok mu önemli diye düşünülebilir. Eğer direklere ve E- 5 teki büyük duvarlara çiçek ekiliyorsa bu kaldırım taşları da önemsenebilir. Yine Bağdat Caddesi’ndeki topraklı kısımlar felaket. Oysa Büyükşehir’de en iyi çalışan kurumlardan biri Park ve Bahçeler Müdürlüğü. Çoğu yer çiçekler ve yeşilliklerle donatılmış durumda. Her sabah benimle birlikte onlarca insanın yürüdüğü Fenerbahçe Parkı da bakımsız. Güzelim parka yeterince ilgi gösterilmiyor. Hangi belediyenin ilgi alanında bilmiyorum. Siz yazınca belki ilgilenen olabilir. (Mehmet B. Özdemir) ***** Yeni eğitim sistemine okul ve sınıf sayısı yetmiyormuş. Eee, altyapısı hazır olmadan “en az 3 çocuk” denilirse bir sınıfta “en az 70 çocuk” olur! (Gani Yıldız)

Devamını Oku