Meclis Başkanı Cemil Çiçek medya kuruluşlarının Ankara temsilcileri ile bir toplantı yaparak 11 maddelik bir “Teröre karşı ulusal mutabakat” çağrısı yayınladı.11 maddenin hepsi de bildik. Yeni bir şey yok. “İyi niyet” girişiminden öte bir şey değil.Zaten başkasını da beklemiyorum. Çünkü iktidar bu konuda ne yapacağını bilmiyor, konu sahipsiz, böyle olunca da çok üst makamlarda oturan ama yaptırım güçleri olmayan siyasetçiler halkı oyalamaktan başka çare bulamıyor.“Çözüm çözüm” diye bağıranlar, çözüm için tek öneri bile getirmediğinden, vatandaş da üst makam sahiplerini dinleyip onları çalışıyor çaba harcıyor sanıyor.Oysa her şey kandırmaca gibi.Örneğin Cemil Çiçek hepsi binlerce kez söylenmiş önerilerini sıralarken yine “yeni anayasadan” söz ediyor.Dilimizde tüy, kalemimizde mürekkep bitti ama yine sorayım:“Yeni anayasada ne yazacaksınız?”Temcit pilavı gibi sürekli “demokratik bir anayasa” söyleminin içi nasıl doldurulacak?Ne yazılırsa bu anayasa daha demokratik, daha özgürlükçü ve daha hukuka uygun olacak?Var mı bunu bilen?PKK sözcülerine ve yandaşlara bakarsanız “özerk bölge” ile “Kürtçenin temel eğitimde kullanılması” eğer anayasaya girerse demokrasi yolunda çok büyük adım atmış olacağız.Buna “tamam” diyelim.Peki bu konuda iktidar partisinin görüşünü biliyor muyuz?Eğer iktidar partisi daha demokratik bir anayasadan söz ederken, demokratik özerkliğin verilmesi gerektiğine inanıyorsa bunu niye söylemiyor?Bugüne kadar hiçbir iktidar yetkilisinden “özerk bölgeyi kabul ediyoruz” açıklaması duymadık.Ya da temel eğitimin Kürtçe de yapılabilmesi konusunda iktidarın net bir tavrına tanık olan var mı? Yok.Çünkü AKP bu konuda tek söz söylemedi bugüne kadar.Ama kimsenin karşı çıkamayacağı beylik “her partinin uzlaşması gerek” sözü dillerden hiç düşmüyor.Elbette bu kadar önemli konularda bir anayasa yazılacaksa, bütün partilerin uzlaşması gerekir. Siz hiç olmazsa kendi tavrınızı, kendi görüşünüzü açıklayın, ne istediğinizi söyleyin.Ortaya bir konu, bir fikir atılmazsa kim, nerede uzlaşacak?Ama oyun belli.Önce muhalefete söyletmek istiyorlar. Muhalefet “biz demokratik özerkliğe ve Kürtçenin temel eğitimde kullanılmasına varız” diyecek ki, iktidar da fikrini söyleyecek.İktidar böyle de kendisini konunun muhatabı olarak kabul eden BDP farklı mı? Değil.Onlar da en azından bir anayasa değişikliği teklifi bile hazırlamıyor, ne istediğini tam olarak söylemiyor.Herkes kolay yola sapıyor; “Analar ağlamasın, bu savaş bitsin, halk barış istiyor.”Hepsi kutsal sözler, ama anlamsız.Siz bir tavır koymazsanız bir arpa boyu yol bile alamazsınız. *****YÖK Haliç Üniversitesi’ne denetçi gönderdi Mütevelli Heyeti usulsüz oluştuğu ve istifalar nedeniyle çalışamaz durumda olduğu için sıkıntılı günler geçiren Haliç Üniversitesi YÖK tarafından mercek altına alındı. YÖK dün Haliç Üniversitesi’ne gönderdiği denetçilerle bir inceleme yaparak “yasal olarak nasıl bir yaptırım uygulanabileceğini” saptayacak.Konu ayrıca Cumhurbaşkanlığı’na da sunuldu. Köşk de gerek görürse kendi açısından inceleme yapacak.Haliç Üniversitesi’nin yaşadığı sıkıntı, üniversitenin kurucusu Bizim Lösemililer Vakfı Başkanı Prof. Dr. Gündüz Gedikoğlu’nun yolsuzlukla suçlanması ve yerine Prof. Dr. Sinan Artan’ın seçilmesiyle başlamıştı.Mütevelli Heyeti Başkanlığı’na seçilen öğretim üyesi Artan, daha önce hakkında ileri sürülen bazı iddialar nedeniyle YÖK tarafından açığa alınmıştı.Böylelikle üniversitede öğretim üyesi olarak görev yapması mümkün olmayan bir kişinin Mütevelli Heyeti’ne başkan olması çok ilginç bir fiili durum yaratmıştı.YÖK ilk kez karşılaştığı bu durumu yasal olarak çözememişti ama üniversitenin hizmetleri ve işleyişi durma noktasına gelmişti.Bunun üzerine YÖK 9 Ağustos’ta “Haliç Üniversitesi’nin öğrenci kabul etme hakkını” durdurmuş ama bir kereliğe mahsus olmak üzere kararı uygulamaya koymamıştı.Üniversite şu anda öğrenci kabul ediyor ama Nezvat Ayaz, Metin Aşık ve Filiz Saraç’ın istifa etmeleri nedeniyle Mütevelli Heyeti “yok” hükmünde. Bu nedenle de üniversitenin yeni öğretim yılına hazırlanmak üzere ihtiyaç duyduğu harcamalar yapılamadığı gibi üniversite çalışanları da maaşlarını düzenli alamıyor.Üniversitenin kurucusu Bizim Lösemili Çocuklar Vakfı’nın en kısa sürede yeniden bir seçim yaparak yeni Mütevelli Heyeti’ni oluşturacağı belirtiliyor.Bu arada üniversitenin kurucusu Prof. Dr Gündüz Gedikoğlu’ndan da bir mektup aldım. Gedikoğlu hiçbir şekilde yolsuzluk nedeniyle görevinden alınmadığını, ancak girdiği seçimlerde kazanamadığını belirterek “hakkımda açılmış ne bir soruşturma ne de dava var” dedi.Gedikoğlu Bizim Lösemili Çocuklar Vakfı’nın başkanlığını ise sürdürdüğünü kaydetti.Bu arada daha önceki yazılarım üzerine Haliç Üniversitesi Mütevelli Heyeti ve Yürütme Kurulu adına bazı gazetelere verilen yarım safya ilan da dikkat çekti.Üniversite çalışanları ilan bedellerinin hangi fasıldan ödendiğini merak ettiklerini belirterek “Yok hükmündeki bir heyet 4 gazeteye ilan vermek için para bulurken çalışanların maaşlarının ödenememesi çok ilginç” yorumunda bulundular. *****Artık askerin bayramı da yok İki gün sonra 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı kutlayacağız. Geçen yıl kutlayamamıştık. Yastaydık.Bu yıl kutlanacak ama artık 30 Ağustos askerin bayramı değil. Askerden bayram da alındı. Çünkü Anayasa’ya göre “Başkomutan” unvanını da taşıyan Cumhurbaşkanı, asker adına bayramı kutlayacak. Davetiyeler basılıp dağıtılmış.Demokrasi ne güzel şey değil mi?Asker belki bayram olarak sadece Harp Okulları’nın mezuniyetini kutlar.Hani şu sembolik yoklamanın yapıldığı ve “Mustafa Kemal” dendiğinde bütün öğrencilerin “içimizde” diye haykırdığı tören.Yine de çok sevinmesinler, bu yıl o da kaldırılır. Ne gerek var Atatürk için “içimizde” diye haykırmaya?Bunlar statükocu dönemlerin âdeti... Artık değiştik, ileri demokrasiye geçtik.*****Suriye kamplarındaki rezalet ortaya çıktıkça yandaşlar saldırıyor Ne zamandır Antakya’daki durumu yazıyorum. Sonunda gazetelerimiz ve televizyonlarımız bölgeye gittiler de durumun vahameti iyice ortaya çıktı.Ama yapılan her haberi “hükümeti yıkmak” olarak algılayan ve canhıraş biçimde savunmaya geçen yandaşlar “kamplar rezaletini” de çarpıttı.Neymiş, bu haberler “içimizdeki Esadçıların uydurmasıymış.”Çünkü Hatay’da “Allahım verdikçe veriyor” türü bir vali var belli ki ve bu vali de “bölgemizde tek bir şikâyet bile olmamıştır” diye açıklama yapmış.Şikâyet olmasına var da, demek ki kayda geçirilmiyor.Yarın öbür gün bunun hesabını nasıl verecekler acaba?***** Yunanistan’da bir gazete “Nutuk eki” vermiş. Onlar Ata’yı hayatlarına “ekleme” derdindeyken biz her yerden “çıkarma” telaşındayız. (Gani Yıldız)
Sevgili okurlar; geçen haftayı, daha da önemlisi bayram günlerini yine terörün vicdansız, ahlâksız saldırılarıyla geçirdik. Yine yüreğimiz dağlandı yine acı dolu ailelere yenileri eklendi. Yetkililerimiz ise yine bildik “hamasi” sözleri söyleyerek güya yüreklerimize su serptiler. O fotoğraf Gaziantep’te 4’ü çocuk 9 vatandaşımızın ölümüne neden olan alçak saldırıdan sonra devletin bütün ileri gelenleri cenaze törenine katıldı.Gazeteler ise cenazeye katılanların fotoğrafını kocaman yayınlayarak “Teröre karşı tek vücut hâlindeyiz” başlıklarını attı. Tam bir kandırmaca Medya ne yapsın. Ülke yönetimi terör konusunda kontrolü elden kaçırınca hiç olmazsa halka moral vermeye çalışıyor. Oysa o fotoğraf teröre karşı ortak hareketin değil; tam tersine, bir aczin fotoğrafıydı. Çaresizlik içinde olan yetkililerimizin yapabildiği tek şey de o. Yan yana dizilmişler Cumhurbaşkanı, Meclis Başkanı, Başbakan, ana muhalefet lideri, bakanlar ve yüksek rütbeli generallerin yan yana dizilmesi teröre karşı ortak tavır olmuyor. Aksine, terörün bir ülkeyi ne hale getirdiğinin resmi çizilmiş oluyor. Kimse bir şey yapamayınca sadece dua edilebiliyor.Meclis’te yoklar ama“Teröre prim vermemek” bahanesiyle Meclis’in toplanmasına karşı çıkan iktidarın, cenaze törenlerinde muhalefetle yan yana gelmesi herhalde “terörün arzuladığı” görüntüyü vermek açısından çok daha önemli. Terör örgütüne asıl moral veren o cenaze törenleridir.Terörle mücadele yok Her terör olayından sonra Cumhurbaşkanı’ndan başlayarak tüm devlet yetkilileri “terörle etkin mücadeleden” söz ediyor. Teröre karşı herkesin ortak tavır alması ve bunun kararlılıkla yapılması gerektiği dile getiriliyor. Oysa Türkiye’de terörle mücadele edilmiyor ki. Savunma hâlindeler Türkiye’deki durum teröre karşı savunmadan öte bir şey değildir. Silahlı Kuvvetler, emniyet teşkilatı günün her saati saldırıya uğruyor. Bu birimler mücadele adı altında aslında sadece kendilerini korumaya çalışıyorlar. Bunda da büyük başarı gösteremedikleri çok ortada. PKK’nın cüreti Bir ülkede eğer teröristler hemen her gün bir eylem yapabiliyorsa, o ülkede ciddi güvenlik zafiyeti vardır. Güvenlik zafiyeti de iktidarın bu konuda kararlı ve etkili olmamasından kaynaklanır. İktidar terörle mücadele konusunda çok zayıf çünkü çok yönlü faktörler var. Sorunlar karışıyor Teröre doğru teşhis koyamayan iktidar, PKK’dan kaynaklanan terör eylemleriyle, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Kürt kökenli halkın sorun ve taleplerini birbirine karıştırıyor. Bu durumda ne terörle mücadele edilebiliyor ne de halkın sorunlarına bir çare bulunabiliyor. Sahibi değiliz Geçen haftaki sohbetimizde de belirtmiştim. Kürt sorununun sahibi Türkiye değil. Türkiye bu konuda global güçlerin isteklerini yerine getirmeye çalışıyor. Onlar bölgenin tamamında ne olacağına tam karar veremediği için sorunun sadece terör boyutuyla uğraşıyoruz. PKK sürekli güçleniyor Türkiye sorunun sahibi değil ama, görünen o ki iktidar da bunun tam farkında değil. Bu nedenle çaresizlik içinde sadece “blöf” yaparak ve savunmada kalarak kamuoyunu etkilemeye çalışıyor. PKK ise durumun farkında olarak her geçen gün daha da güçleniyor.Güvenlikçi politikalarGüya demokrasiyi getirdiği bahanesiyle iktidara sonsuz destek veren, AKP’li olmayan ama Türkiye sevgisizi bir kesim şimdi şaşkın. Ama kafaları karışık bu kesim her şeye rağmen PKK’yı desteklemekten çekinmiyor ve hükümeti güvenlikçi politikalar izlemekle suçluyor.Keşke güvenlikçi olsaOysa başta da belirttiğim gibi iktidar güvenlikçi politika da uygulayamıyor, sadece savunma yapıyor. “Asker güçlenir” korkusuyla “olağanüstü hâl” ilan etmekten bile kaçınıyor. Gerçi askerin böyle bir önlem isteyip istemediği de ayrı bir konu.Suriye kışkırtmasıSon olayların ardında Suriye’nin olma ihtimali elbette vardır. Ancak ısrarla Suriye’yi hedef göstermek provokasyondur, bu ülke ile sıcak bir çatışmaya girmemize neden olabilir. Suriye ile yaşanacak bir sıcak temasın açabileceği hasarı tamir etmek çok güç olabilir.Tampon bölge felakettirDışişleri Bakanı’nın söylemlerinden anlaşıldığı kadarıyla Amerika şimdilik Suriye’ye bir müdahalede bulunmak istemiyor ama Türkiye’nin bir tampon bölge kurmasını destekliyor. Ancak bu tampon bölge Suriye’ye direkt müdahale anlamına gelir ve çatışma kaçınılmaz olur.Bedelini kim öder?Kimse kendini kandırmaya kalkmasın. Suriye ordusu sanıldığı gibi güçsüz bir ordu değil. “Bir gireriz 24 saatte Şam’dan çıkarız” söylemi gururumuzu okşayabilir ama gerçeği yansıtmaz. Bir çatışma hâlinde vereceğimiz kayıpların bedelini kim nasıl ödeyecektir?Türkiye’ye doluşan teröristlerSuriyeliler için sınırlarda kurulan mülteci kamplarının ciddi tehlike yarattığını defalarca yazdım. Özellikle Antakya’da gergin bir havanın oluştuğunu belirttim. Gazetem Vatan olayın takipçisi oldu ve Antakya’daki manzarayı gözler önüne serdi, tehlikeye dikkat çekti.Hepsi birer katilBaşta Antakya olmak üzere Suriye’ye komşu kentlerimizi dolduran bu militanların hepsi birer profesyonel katil. Gözlerini kırpmadan adam kesiyorlar. Bu katiller sürüsüne kucak açmak “derin stratejinin” bir ürünü müdür? Türkiye Suriye sorununu teröristlerle mi çözecek?İzmir’de ne işleri var?Yalanlanmayan haberlere göre Suriyeliler için İzmir’de bir mülteci kampı hazırlanıyor. Kim olduklarını bile bilemediğimiz mülteci adı altındaki kişilerin Türkiye’nin batısına yerleştirilmelerinin mantığını çözmek çok güç. Ülkemizi kendi elimizle terörist cenneti yapmaktır bu.El Kaide örneğiDevletler bazen düşmanlarını altetmek için yasa dışı örgütlerle işbirliği yaparlar. Ancak sonuç hep hüsrandır. Amerika Sovyetler’i çökertebilmek için El Kaide’yi kurup desteklemişti, ama sonrasında El Kaide Amerika’nın en etkili düşmanı haline geldi.Bizde de olacaktırSuriye’de Esad’ı indirmek için eli kanlı katil çetelerine göz yuman Türkiye’nin başına da farklı bir şey gelmesi mümkün müdür? Bugün ülkemize pasaportsuz ve kimliksiz girebilen bu teröristlerin yarın Türkiye’de de eylem yapmayacaklarının garantisi yoktur.Haliç ÜniversitesiSevgili okurlar, bu hafta bir konuda daha bilgi vermek istiyorum. Geçen hafta Haliç Üniversitesi ile ilgili yazdığım yazılar belli ki yerini buldu. Mütevelli Heyeti Başkanı heyecanlanıp sinirlenirken, üniversitenin öğretim üyesi ve çalışan kadrosundan büyük destek aldım.Gündüz Gedikoğlu olayıAyrıntılarını yarın yazacağım, ama küçük bir düzeltme yapmak istiyorum. Üniversite’nin kurucusu Prof. Dr. Gündüz Gedikoğlu, Mütevelli heyeti Başkanlığı’ndan yolsuzluk yaptığı gerekçesiyle değil, seçilemediği için ayrılmış. Ancak bu seçimde de bir kumpas olduğu kesin.Amaç üniversiteyi kurtarmakHaliç Üniversitesi Türkiye’deki gerçek Vakıf Üniversitelerinden. Arkasında dev gibi bir Bizim Lösemili Çocuklar Vakfı var. Ancak yeni yönetim üniversiteyi bitirme noktasına getirdi. Benim de amacım 14 yıllık bu üniversitenin içinde bulunduğu sıkıntılı günleri kazasız belasız atlatabilmesine katkıda bulunmaktır.Hepinize iyi haftalar dilerim..
-Kampa gitmeden önce ne tip malzemeler almalıyım?..- Önce çadır tabii.. Çadırı kaç kişi birlikte kurabilecekse içine o kadar insan alıyor demektir. Bu insanların tamamı çadır kurma konusunda en az 4 yıllık üniversite tahsiline yakın bir çalışma yapmalıdırlar. Bu çadırlar sadece geceleri hava kararması gibi beklenmedik durumlara karşı dayanıklıdır. Yanınıza alacağınız diğer malzemeler arasında “Örümcekler için balta” ve bir motelde kalabilmeniz için “Kredi kartı” sayılabilir..-Nerede Kamp Kurabilirim?..Ülkemizde bir sürü Milli Park bulunmaktadır. Dikkat edeceğiniz tek nokta çadırınıza hangi irilikteki hayvanların girmesini istiyorsanız, kampın etrafında o büyüklükteki göz aralığında kafes telle çevrili olmasına dikkat etmeniz gerekir. -Ne yiyecek almalıyım?..Ne bulursanız alın.. O yiyecekleri sadece siz değil, çadırınıza girecek ve etrafta cirit atan tüm hayvanat ve haşaratla birlikte paylaşacaksınız. Ayılar yiyecek torbanızı tekmelerlerse sinirlenmeyin, bu yediklerinizi beğenmediği için yaptığı bir ayılık değil, içindeki karıncaları def etmek için uyguladığı doğal bir harekettir. Kömürün içinde pişirdiğiniz patatesler belli bir saatten fazla orada kalırlarsa mükemmel birer savunma silahı haline gelirler. Ateş için odun toplayın, kibriti çakın.. Kibriti çakın.. Kibriti çakın.. Neyse kibrit almak için kasabaya gidince artık lokantanın birinde bir şeyler atıştırıverin.-Ne giymeliyim?Çubuklu pijamayla kamp yapamazsınız.. Uzun kollu kazak akan burnunuzun temiz kalmasını sağlamak için yararlıdır. Arkasına basılmış, altı bir karış çamurlu ayakkabılar, simsiyah yanmış alüminyum çaydanlık, nemli atlet ve don, mutsuz sakallı ve çapaklı bir surat, bir kampçının klasik aksesuarlarıdır.-Hangi Hayvanlarla Karşılaşabilirim?..Korkmanız gereken hayvanlar genellikle “Gırrr” ve “Tıss” sesi çıkartırlar.. Elinizi çadırın altından çıkartıp hayvanın kuyruğunu yakalayıp içeri doğru çekin.. Çadırın içindeki hava berbat olduğu için orman havasına alışmış hayvan asla içeri girmek istemez ve direnir.. Siz bu arada onun kuyruğunu el feneriyle inceleme fırsatını ele geçirirsiniz. Tüylü kuyruk tilki, kurt, pars, kuyruk kolayca içeri girer ve elinizde kalırsa bu ziyaretçinizin bir engerek, piton, kobra olduğu anlamına gelir. -Çoban Yıldızını Nasıl Seyredebilirim?Ayy, yeter be.. Manyak mısın?.. Mis gibi evinde otur bir maç, dizi falan seyret.. Şu çadırın içinin karmaşasına bak.. Öğğrrkk.. Tatile para harcamayacağız diye şu çektiğimiz vallahi tam bir rezillik.. Nurgüller bayramda Ayvalık’a gittiler, biz bu Allahın dağına geldik.. Kafayı yedin gece yarısı şu sıcakta yanımda kürkle oturup hırıl hırıl homurdanıyorsun.. S.. Sen kürk de mi getirmiştin?.. Ayyyyyyyyy..! (Yıldırım Tuna) *****Gani Yıldız’danSuriye sınırına, terörist sızmaların önüne geçmek için “istihbarat kalkanı” kurulacakmış. Geç ama yerinde bir uygulama. Zira bugüne kadarki girişlerde bir tek “kılıç kalkan” eksikti!***İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yeni projesi “kalabalık duraklara boş metrobüs göndermek”miş. Biraz garip değil mi? Zira bir golcünün gol atma ya da polisin suçluları yakalama gibi projelere sahip olmasına benziyor da!***Soru: Stratejik ortaklık nedir? Cevap: Büyük bir devletin, çıkarları doğrultusunda hazırladığı “stratejileri” uygula(t)mak için kendisi kadar büyük olmayan devletlerle kurduğu “ortaklık” türüdür. ***Ne yazık ki bugünlerde “kentsel dönüşüm”den, terörün şehirleri “korku merkezlerine dönüştürmesini” anlıyoruz.***Cep telefonuyla konuşmada Avrupa birincisiymişiz. Demek bu yüzden dinlemede de birinciyiz..***Enerji Bakanı Taner Yıldız, “BDP adından ‘barış’ı çıkarsın” demiş. Valla parti isimlerini irdelemeye kalkarsak ortada çok az parti şimdiki isimleriyle kalabilir!***Bayramda bomboş olan İstanbul, trafik sorununa çözümü sundu: Yeni bir bayram icat edilecek ve bu bayramın tatili 365 gün olacak...***Önce soruların sızdırıldığı iddiası, ardından puanların yanlış hesaplandığı iddiası KPSS adaylarını çileden çıkarmış. Anlaşılan bu yıl kamu personeli seçiminde tek kriter “sabır” olacak. *****İyi, kötü, çirkinİyi: Karınız hamileKötü: Üçüz doğuracakÇirkin: Siz 5 yıl önce kısırlaştırma ameliyatı geçirmiştiniz..***İyi: Karınız sizinle hiç konuşmuyorKötü: Boşanmak istiyorÇirkin: O bir boşanma avukatı***İyi: Oğlunuz delikanlı olduKötü: Yan evdeki komşuya asılıyorÇirkin: Siz de öyle..***İyi: Oğlunuz salonda arkadaşları ile ders çalışıyorKötü: Salonda sakladığınız porno filmler varÇirkin: Başrolde siz oynuyorsunuz***İyi: Kocanız modadan anlıyorKötü: O bir kadın modacısıÇirkin: Sizden çok daha alımlı ve hoş***İyi: Oğlunuz okulda arkadaşları tarafından çok seviliyorKötü: Efemine hareketleri varÇirkin: Okulun ‘Mayıs Kraliçesi’ seçilmiş (Yıldırım Tuna) *****Yıldırım Tuna bu hafta bizlerleGeçen hafta bayramın ilk gününe denk gelmişti biliyorsunuz. Yıldırım Tuna fıkraları yerine birkaç bayram fıkrası koymuştum. Hafta içinde baktım ki bir çok okur “Bu hafta da atlamazsın herhalde” diye sitemlerini iletmiş. Olur mu hiç öyle şey. Buyrun Yıldırım Tuna’dan gelen son fıkralarla keyifli pazarlar;Kontak lensİlk boks maçımda hemen köşemden fırladım, birkaç bel hareketinden sonra sağlı sollu giriştim ve bir sert aparkatla karşımdakini anında yere yapıştırdım.. Bir kelebek gibi ayak parmaklarımın ucunda sekerek köşeme döndüğümde antrenörüm “Kontak lenslerini çıkarttın değil mi?” diye sordu. “Evet? Neden?” dedim, “Elinde ‘1. Raunt’ yazan levhayı ringin dört bir yanındakilere gösteren o harika ponpon kızı yere indirdin salak..!”SaklamazKarım yaşını hiç gizlemez, soranlara hep benden 2 yaş küçük olduğunu söyler.. Sadece benim yaşımı söylerken küçültüp acayip sallıyor..!Bıktım ama- Bıktım senden.. Her yere beni arkamdan ittire kaktıra götürmenden bıktım artık..- Hayatım tekerlekli sandalyedesin.. Ne yapabilirim ki?..
Üzerinden biraz zaman geçti ama araya giren terör olayları nedeniyle yazamadığım bir konuya dönmek istiyorum. Kadıköy’den Kartal’a giden metro Başbakan tarafından hizmete açıldı.Hayırlı olsun. İyi bir hizmettir. Kimse karşı çıkamaz.Ama bu metroyu tanıtırken “Cumhuriyet tarihinin en büyük metro yatırımı” derseniz olmaz. Bu yanlıştır, ayıptır.Medya da artık hükümetten ne gelirse aynen kullanma alışkanlığına kaptırdığı için kendisini, başlıklarda bu cümle vardı.Duyan da zannedecek ki Türkiye 20’inci metrosunu yapıyor, bu da en büyükleri.Oysa açılmış topu topu iki metromuz var. Ankara’da kısmen çalışan bazı illerde ise yapımları devam eden bir iki metro yatırımı daha var.Ayrıca büyük yatırım derken “parası büyük” anlamında mı denir? İzmir metrosu Kadıköy metrosunun üçte birine mal oluyor, ona ne demeli?Tabii “Cumhuriyet tarihinin en büyük metro yatırımı” söyleminin ardındaki asıl amaç Başbakan’ın konuşmasında ortaya çıktı.Başbakan metroyu överken dedi ki; “(...) Biliyorsunuz 10. Yıl Marşı’nda geçer, demir ağlarla ördük falan. Neyi ördün, hiçbir şey örmüş değilsin. Ortada duranlar belliydi. Demir ağlarla Türkiye’yi asıl biz örüyoruz.”Başbakan’ın bu sözlerine gerçekten çok üzüldüm.Cumhuriyet değerlerini bu kadar aşağılaması mı yoksa doğruyu söylememesi mi?İkisi de.10. Yıl Marşı’nda geçen “demir ağlarla ördük bu yurdu” sözü, gerçeğin yansımasıdır. Başbakan bir danışmanına talimat verse o da kendilerine bağlı Türkiye Devlet Demir Yolları internet sitesine girse ilk 10 yılda kaç kilometre demiryolu yapıldığını görür. İlk on yılda genç Türkiye Cumhuriyeti 2000 kilometrenin üzerinde demiryolu yaptı. 1950’ye gelindiğinde yeni yapılan hatların uzunluğu 3578 kilometre olmuştu. Eğer araya savaş girmese çok daha fazlası olacaktı.Ancak 1950’de Demokrat Parti iktidara gelince ABD’nin “kamyon satmak” için bastırması sonucu ulaşım ağını demiryolundan karayoluna taşıdı. Ondan sonra demiryolları yatırımları durdu. Türkiye sadece 30 kilometre daha demiryolu yaptı.ANAP iktidarında ise Özal, Demirel’in başlattığı hızlı tren projesini “komünist işi” diyerek yarıda bıraktı.AKP iktidarı döneminde ise yeni demiryolu neredeyse hiç yapılmadı. Sadece Ankara - Eskişehir ve Ankara - Konya hatları hızlı trene uygun hâle getirildi.İstanbul - Ankara hızlı tren hattının yapımı ise devam ediyor.İktidarlar elbette hizmetleriyle övünecektir. Ama bunu yaparken geçmişi kötülemek, hele hele doğruları söylememek olmaz.*****YÖK’ten Haliç Üniversitesi’ne “bir kerelik şans”Haliç Üniversitesi’nin Mütevelli Heyeti Başkanı’nın makamını usulsüz işgal etitği için üniversitenin tehlikeye girdiğini anlattığım yazı üniversite çevrelerinde büyük yankı yapmış.Konunun önümüzdeki hafta YÖK’te tekrar ele alınacağını ve durumun Cumhurbaşkanı Gül’ün bilgisine de sunulduğu belirtildi. YÖK direkt karar alamasa bile Cumhurbaşkanı’nın müdahale yetkisi var.Bu arada yazımda Haliç Üniversite’ne öğrenci alımının durdurulduğunu belirtmiştim. Küçük bir maddi hata var, düzelteyim.YÖK 9 Ağustos toplantısında Haliç Üniversitesi’nin durumunu görüştü ve sorun çözülene kadar öğrenci alımını durdurma kararı aldı.Ancak bu karar uygulamaya sokulmadı üniversiteye “bir şans daha vermek” için öğrenci alımına izin verildi. Şu an kayıtlar sürüyor ve doluluk oranı yüzde 77.Son bir not daha vereyim: Haliç Üniversitesi Mütevveli Heyeti ve ne olduğu anlaşılamayan “Yürütme Kurulu Başkanlığı” imzasıyla dünkü Hürriyet Gazetesi’nde bir ilan yayınlandı. İlanda adımdan söz edilmemekle birlikte üniversiteyi karalamak, atılan bazı kişilerin servis ettiği bilgileri yazmakla suçlanıyorum. İlanda hakkımda dava açılacağı da belirtiliyor.Ben yazılarımı oturduğum yerden yazmadığım için çekindiğim hiçbir şey yok. Dava açmaları daha iyi, hiç olmazsa kamuoyu bütün gerçeği öğrenme şansı bulur, ulaşamayacağım belgeler de ortaya çıkar.Tabii Hürriyet’in bu ilanı hiç denetlemeden alması da mesleğimiz adına düşündürücü.*****Metroları AKP başlatmadıBaşbakan her konuda olduğu gibi yine kendi dönemlerine kadar geçen 79 yıllık Cumhuriyet tarihini kötüleyerek “Neyi ördün?” diye sorarken tek hatlı metroyu örnek gösterip “İşte biz yurdu demir ağlarla örüyoruz” diyor.Ancak herhalde unutmadığı ama söylemediği bir gerçek var.Ankara metrosunun temelini CHP’li Murat Karayalçın 1992 yılında yılında atmıştı.İstanbul metrosu inşaatı ise yine aynı yıl CHP’li Nurettin Sözen tarafından başlatılmıştı. Her iki kentte de 1994’ten itibaren birbirinin devamı olan Refah, Fazilet ve AKP’li isimler belediye başkanı oldular ve doğal olarak bu yatırımları devam ettirdiler.Normal olan bu tür hizmetleri uzun yıllar önce düşünen, hayata geçiren ve sürdüren herkese teşekkür etmektir. Kendinden öncekini kötülemek ve yok saymak, hatırlama sorunu olanların oylarını toplamaya yarar belki ama siyasi kayıtlara “ayıp” olarak geçer.*****AB’ye kamuoyu desteği çökmedi, zaten yoktu kiSon yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’de kamuoyunun AB’ye olan desteği yüzde 17’ye düşmüş. Uzmanlar bunu “AB’ye destek çöktü” diye tanımlıyor.Çünkü daha önceki araştırmalarda bu destek yüzde 70’lerin üzerindeydi.Bana göre ne o günkü ne de bugünkü araştırma tam gerçeği yansıtıyor.Çünkü iki sonuç da psikolojik.AKP iktidarı ilk yıllarında hem “kendine karşı olduğunu bildiği” kesimlere hem de Batılı ülkelere “şirin gözükmek” için “sahte” bir Avrupa Birliği hedefi koymuştu kendine.Defalarca yazdım. Bu hedef Avrupa Birliği’ne girmek için değil, zaman kazanmak içindi.Çabuk unutuyoruz, hatırlatayım. AKP iktidarının ilk yıllarında AB’ye girmek için görüşme tarihleri almaya çalışıyorduk. Her biri birer yıl arayla yapılan görüşmelerde nihayet “bölüm başlıklarının açılması” aşamasına 4. yılda gelmiştik.AKP’nin tabanı AB hakkında bir şey bilmiyordu ama “büyükleri” öyle söylediği için AB’yi dillerine dolamışlardı.O sayede AB’ye destek oranı yüksek çıkıyordu.İşte tam bu sırada AB’nin “Üniversitelerde türbanın engellenmesi kararı doğrudur” açıklaması geldi.O gün itibarıyla AB hevesi bitmişti iktidarın.Çünkü amaç, “laikliğe aykırı tutum ve davranışları AB’nin kuralları gibi göstermekti” bu oyun tutmadı.Sonra içe dönüldü, bu tutum ve davranışların bir kısmı yasalarla bir kısmı da fiili durum yaratılarak halledildi. AB hayali bitti. AKP tabanı da aslına döndü. Olay budur.Yüzde 17 oranı ise AB’ye karşı çıkıldığını değil umutların azaldığını gösterir.*****GÜNÜN SORUSUSoru: Siyasilerin terör konusunda hiç mi ortak söylemi yok?Cevap: Var. Tek bir ağızdan, “Anlaşamıyoruz!” diye haykırıyorlar. (Gani Yıldız)
Terörle mücadelede ipin ucu kaçtı.İktidar bu mücadeleyi yönetemiyor. Adeta esiri oldu.İşte bu yüzden “Sabrımız taşıyor, terör akıttığı kanda boğulacak” diyerek efeleniyor sonra da “aman itidal, böyle bir günde hepimizin teröre kararlı biçimde karşı çıkmamız gerek” nutukları atarak halkı yatıştırmaya çalışıyor.Dün de yazdım; ne zaman bir terörist saldırı olsa MİT ya da bazı istihbarat birimleri kaynaklı “Biz uyarmıştık” açıklaması geliyor.Oysa uyarmak değil önlemek önemli.Ama belli ki bunu yapacak ne gücümüz var ne de koordinasyonumuz.Gaziantep olayında da yine yaşadı; patlama gerçekleşti, 4’ü çocuk 9 vatandaşımız hayatını kaybetti, 60’ın üzerinde vatandaşımız yaralandı, istihbarat birimleri saldırıyı kimin yaptığını açıklayıverdi.Meğer bu saldırı da bilindiği gibi kimlerin yaptığı da biliniyormuş.Gazeteler faillerin kim olduğunu ayrıntılı biçimde yayınladı.İyi de madem bu kadar biliniyor ve izleniyordu, neden engel olunamadı.Çok bilmiş iktidar yandaşları terörün istediği zaman istediği yerde bir saldırı gerçekleştirme lüksü olduğunu söyleyerek bu istihbarat ve koordinasyon zaafını örtbas etmeye çalışıyorlar.Şimdi olaya bambaşka bir pencereden bakalım:Terör bütün dünya ülkeleri için büyük tehdit.Peki şu anda dünyanın hangi ülkelerinde art arda kanlı terör eylemleri yapılabiliyor.En başta Suriye. Zaten burada iç savaş var, terör kaçınılmaz.Sonra Irak. Bu ülkede de hemen her gün bombalar patlıyor, insanlar ölüyor. Bu ülkede de bir tür iç savaş yaşanıyor.Peki başka? Afganistan. Şu anda bu ülkelerin dışında hiçbir ülkede terör eylemi yaşanmıyor.Yaşananlar da tek tük.Hele Batı ülkelerinin hiçbirinde terör yok.11 Eylül’den bu yana Amerika’da hiç terör eylemi olmadı.Nedeni basit; 11 Eylül’de Amerika bir kazaya uğradı. Ama o günden bu yana teröre nefes aldırmadılar. Her şeyi önceden öğrenip önlemlerini aldılar.İngiltere’de, İspanya’da, Fransa’da kanlı terör eylemleri oldu. İstihbarat ve güvenlik birimleri koordinasyonu sayesinde bu ülkelerde bir daha terör eylemi yapılamadı.Londra Olimpiyatları’nda terör korkusu kâbus gibiydi. Ama İngiliz istihbaratı sıradan bir kavgaya bile izin vermedi.Dönüp bakalım Türkiye’ye, terörsüz gün yok.Biz de istihbarat yapıyoruz. Hatta görülüyor ki bilgi de alıyoruz.Önleyemiyoruz. Bomba patladıktan sonra da matah bir şeymiş gibi “Bunu gerçekleştirenler şunlardır” demeyi biliyoruz.O halde diğer dünya ülkeleriyle farkımızı ortaya koymalıyız.*****Biraz samimi olunBazı haber kanallarının Gaziantep’teki alçak saldırıyı olay gecesi, bazı gazetelerin de ertesi gün küçük görmeleri eleştiri konusu olmuştu.Haberi çok küçük gören gazeteler arasında Hürriyet, Habertürk ve Sabah vardı.Habertürk’ün Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı dün köşesinde haberin neden küçük görüldüğünü yazdı.Altaylı olay sırasında bayram tatili yaptığını ama diğer yönetici arkadaşlarıyla konuyu tartıştıklarını, “terörün amacına ulaşmasını, silahlı propaganda yapmasını kısıtlamak için” haberi küçük gördüklerini belirtti.Altaylı aynı uygulamayı Hürriyet ve Sabah’ın da yaptığını kaydederek “Türk basınının iki büyük gazetesi terörün amacına ulaşmasında en büyük engel olacak gibi görünüyor” dedi.Buraya kadar güzel.Ama Fatih Altaylı’nın yazısının çıktığı günün Habertürk’ünde birinci sayfanın yarısı Gaziantep olayına ayrılmıştı. Şu sıralar geçici olarak yönettiği Habertürk televizyonu ise gün boyu Gaziantep saldırısını yayınladı.Altaylı’nın yine övgüyle söz ettiği Hürriyet ve Sabah gazetelerinin birinci sayfalarının yarıdan fazlası Gaziantep olayı ile ilgiliydi.Ne anladık biz bu işten?Demek ki samimi olmak gerek.Eleştiriler karşısında “ulvi” bir bahane üretirken, yazınızın tam aksi bir birinci sayfa yapmayacaksınız.Kısacası “Kusura bakmayın tatildeydik, farkına varamadık” diyeceksiniz ya da o yazıyı hiç yazmayacaksınız.*****Türkiye terörist cenneti mi oluyor? Suriye’deki karışıklıklar nedeniyle ülkemize doğru kaçanlara kucak açtık. Onlara sınır boylarında kamplar kurduk. İnsani bir girişimdi bu ve doğruydu.Ancak geçen günler içinde kampların işlevleri tartışılmalı bir hâl aldı. Bu kamplarda kalanların bir bölümünün Suriye’ye gidip gelerek terör eylemlerine katıldıkları ortaya çıktı. Dahası, zaten Türkiye bu kamplar üzerinden Suriye’deki muhaliflere destek sağlıyordu.Ama sorun bununla sınırlı değil.Şu anda bu kamplarda kalanların kimlik bilgilerinin olmadığı belirtiliyor.Türkiye’ye girenlerin ne pasaportu ne de hüviyet cüzdanları var.Ötesi, Antakya, Kilis, Gaziantep, Kahramanmaraş sokaklarında gezen Afgan, Libyalı, Çeçen militanlar herkes tarafından görülüyor.Bunların üzerlerinde silah olduğu da fark ediliyor.Suriyeli mültecileri anladık da Afganlar, Libyalılar ve Çeçenler bölgede ne arıyor?Hepsi “radikal dinci” olan bu militanların, zihniyetleri gereği düşman gibi gördükleri bazı Türklere yönelik terör eylemleri yapıp yapmayacağının bir garantisi var mı? *****Bir üniversite adım adım yok ediliyorHaliç Üniversitesi, patronu olmayan gerçek anlamdaki birkaç vakıf üniversitesinden biri. Bizim Lösemili Çocuklar Vakfı Başkanı Prof. Gündüz Gedikoğlu’nun kurduğu Haliç Üniversitesi şimdi zor günler yaşıyor.Üniversite ya devlete devredilecek ya da bir süre sonra satılmak zorunda bırakılacak.Nedenine gelince; üniversitenin kurucusu Gündüz Gedikoğlu bir süre önce 6 milyon liralık bir yolsuzlukla suçlanarak üniversitenin başından uzaklaştırıldı. Bir süre Nevzat Ayaz’ın başkanlığındaki Mütevelli Heyeti daha sonra Prof. Dr. Sinan Artan’ı bu göreve seçti.Sorun burada başladı. Çünkü Prof. Dr. Artan daha önce aynı üniversitenin öğretim üyelerinden biriydi ve bir yolsuzluk soruşturması geçirmişti.Davalar sonunda Artan’ın suçu sabit görüldü. Bunun üzerine YÖK kanunu gereği Artan’ın herhangi bir üniversitede öğretim üyeliği yapmasına yasak geldi.Artan kendi üniversitesi dâhil herhangi bir üniversitede öğretim üyeliği yapamazken, Haliç Üniversitesi’nin Mütevelli Heyeti’ne başkan oldu.Bu, YÖK tarihinde ilk kez görünen bir olaydı. O nedenle YÖK direkt müdahale edemedi ancak 9 Ağustos’ta bir karar alarak üniversiteye öğrenci kaydını durdurdu.Üniversite öğretim kadrosu ve çalışanları da birkaç aydır maaşlarını almakta zorluk çektiklerini belirterek “Üniversitemiz bir kişinin hırsı nedeniyle adım adım yok ediliyor, Mütevelli Heyeti üyeleri Prof. Artan’ın hukuki durumunu bilmiyor bu nedenle bir önlem almadılar, ama yönetim bu kişiyle devam ederse üniversitemizin sonu gelecek” diyerek kaygılarını dile getiriyorlar.YÖK’ün konuyu bir daha görüşerek bir karara varması bekleniyor.***** “Siyasiler teröre karşı birlikte duruş sergilemiyor” demek büyük haksızlık; cenaze törenlerinde yan yana duruyorlar ya! (Gani Yıldız)
Sizi bilmem ama ben her terör olayından sonra “nereden geldiği belli olmayan” şu ünlü “MİT uyarmıştı” zırvasından çok sıkıldım.Anlaşıldığı kadarıyla Başbakan’ın bir gece operasyonu ile tam koruma altına aldığı MİT aslında her şeyi biliyor.Biliyor bilmesine de, ne fayda?Adamlar yine geliyorlar, bombalı araçlarını bir yere bırakıyorlar ya da uzaktan kumandalı mayın döşüyorlar veya bir karakola saldırıyorlar.Sonuç; şehitler, acılar, dramlar.İlgili ve yetkililerden ise hep aynı açıklama “Terör akıttığı kanda boğulacaktır, bunlar terörün son çırpınışları.”En bayıldığım laf da “Sabrımızı test etmesinler.”Etsinler be kardeşim, ama bir kere de şu sabrının taştığını görelim artık değil mi?Eğer MİT veya bir başka istihbarat örgütü bu saldırıları biliyor ve haber veriyorsa neden önlem alınmıyor?MİT örneğin bir bombalı araç olduğunu kime, nasıl bildiriyor; o bilgiyi alan ne yapıyor?Ayrıca MİT’in bildirmesine bile gerek yok.Medyadaki “özel yetkili gazeteciler” zaten bu saldırıların olacağını hatta yer ve tarih vererek bugüne kadar az mı yazdı?Başbakan bile “beklediğimiz olaylar” diyor ya.Hepsi biliniyor ama bir türlü engellenmiyor.İş tam bir zırvaya dönüştü.Ağzı olan ya “sükûnet” tavsiye ediyor ya “sağduyu” çağrısı yapıyor.“Aman tahrik olmayın, bunlar kaos yaratmak için, barışı bozmak isteyenlerin oyunu.”İyi güzel de barışı bozan bizzat “gelin barışalım” dediğiniz teröristler değil mi?Her olayın arkasında “karanlık güçler” arayanlar bu gerçeği neden bilmezden gelip hâlâ teröristlerle masaya oturmayı öneriyor, anlamak mümkün değil.Şunu kabul etmeliyiz ki, ülkemizin bir bölümünü artık kontrol edemiyoruz.Kimse bahane üretmesin, insanları karalamaya kalkmasın.AKP Milletvekili Şamil Tayyar bir televizyonun canlı yayınında itiraf etti ki, istihbarat birimleri kendisini “bazı yerlere gitmemesi” konusunda uyarmış.Bu mu her tarafına sahip olduğumuz ülke?Siz kendi milletvekilinizin bile ülkenizdeki bazı yerlere gitmesini istemeyeceksiniz sonra da “Hakkâri elimizden gitti” diyenleri seviyesizlikle suçlayacaksınız.Üstelik Şamil Tayyar’a “gitme” denilen yer Hakkâri değil, Gaziantep.Bari bomba patlayınca “aaa, ilk kez oluyor” diye şaşırmış gibi yapmayın.Buna şaşıranlar “bazı yerlere gitmeyin” der mi hiç?***** Halkın inancı kalmadı Önce Hakkâri’deki mayınlı tuzak, ardından Gaziantep’teki korkunç saldırı ve en sonunda elim bir trafik kazasında 9 asker bir korucumuzun şehit olması bayramı bayram olmaktan çıkardı.Ağız tadıyla bir bayram yapamadığımız gibi devletin kurumlarına olan inacımız da adeta yerle bir oldu.Dün sosyal medyayı takip ederken çok ilginç bir durum gözlemledim.Şırnak Uludere’de yaşanan bu feci trafik kazasının kaza olduğuna neredeyse kimse inanmamıştı.“Acaba?” sorusu zihinlerde sörf yapar gibi geziniyordu.Daha önce de düşen bir helikopterle ilgili benzer bir zihin bulanıklığı yaşanmıştı.Peki vatandaşın kafası neden karışık, neden her zaman olabilecek kazalara bile şüphe ile yaklaşıyor.Çünkü devletin bazı kurumları benzer olaylarda ya yanlış ve eksik bilgiler verdiler ya da öyle bir olay yokmuş gibi davrandılar.Henüz Suriye’de düşen uçağımızla bile ilgili net bilgimiz yok.Suriye sınırında yaşananları neredeyse hiç bilmiyoruz.Dünyanın bütün ülkelerinin medyası Suriye’deki terörist faaliyetlere katkımızı anlatıyor, bizde tık yok.Uludere faciasının arkasındaki sır “her şey kayıtlarda olmasına” rağmen hâlâ çözülemedi.Genelkurmay tarihinin en kötü günlerini yaşıyor.Kimse Genelkurmay’a inanmıyor, güven eksikliği hissediyor.Ülkeyi bu hâle getirenlerin içi biraz sızlıyor mudur acaba?*****Toplum huzuruna her gün biri hançer sokuyor Yozgat Müftü Yardımcısı’nın söylediği “Düğünde karısı kızı danseden adam deyyustur” sözleri hâlâ zihnimizde yankılanıyor.Herkes tepki göstermiş güya.Tepkiyle olmaz ki, o adama ne yapıldı, önemli olan bu.Ama iklim artık böyle bir iklim.Siyasi iktidarın zihniyeti doğrultusunda, herkes kendine bir görev çıkarıyor.Bakın İstanbul Ataşehir’deki bir caminin imamı bayram vaazında ne demiş;“Ramazan’da siz oruçluyken bakıyorsun, sokakta nispet yaparcasına adam sigara içiyor, yemek yiyor. İki kişi ellerini tutacak, sigaranın yanık tarafını bunların ağzına sokacaksın. Yemek yiyenlerin de ensesine bir şaplak vuracaksın. Plajlara bakın hepsi çırılçıplak, cehennem kadınlarla dolacak. Darbe yapacaklardı, Müslümanlara zulüm edeceklerdi, şimdi zibidilerin hepsi içerde. Hani askeriye peygamber ocağıydı, peygamber ocağı hiç Müslüman öldürür mü? Neyse ki şimdi düzeldi çok şükür.”Demokrasi, insan hakları, hukuk, özgürlükler falan hepsi bu iklimin yerleştirilmesi için ustaca kullanıldı, kimi aymaz ve ahmak eski komünistler, liberaller, milliyetçiler bu oyunun figüranları olarak sahne aldılar; sonuç, işte bu çağ dışı zihniyetin “günlük hayatımızın bir parçası” hâline gelmesidir.Tehlikeye işaret edenleri aşağıladılar, karaladılar, hapislere doldurdular. Şimdi kına yakmanın günüdür artık.*****De ki bombayı Suriye patlattı, dön bir kendine sor bakalım Gaziantep’teki patlamayı bu kez PKK üstlenmemiş.Bundan önce de gördük bunu.Kamuoyunda büyük infial yaratan olaylardan sonra PKK bir süre sessizliğe giriyor hatta eylemi inkâr ediyor. Aradan zaman geçince baklayı ağızlarından çıkarıyorlar.Bu kez de böyle olabilir.Bu bombayı Suriyeli ajanlar da patlatmış olabilir ya da bir başka ülkenin de parmağı olabilir.Ama ne fark eder? O vahşi saldırıda hayatını kaybeden çocuklarımız geri gelecek mi?Ayrıca deyin ki bu işin arkasında Suriye var.O zaman ülkemizi yönetenlerin dönüp kendilerine bir bakması gerekmiyor mu?Bangır bangır bağırıyoruz, “Suriye’de muhalefete destek veriyoruz” diye.Bu da yetmiyor Türkiye’de kurulan üslerden her gün Suriye’ye girip eylem yapıldığını da dünya âlem biliyor.O da yetmiyor, Türkiye’nin CIA, MI6 ve Mossad’tan aldığı istihbaratı Suriye’de muhalefete verdiği de açıklanıyor.Sonra şaşırmış gibi yapıp “Bu işin arkasında Suriye var” diyoruz. Adamların eli armut toplamayacak herhalde. ***** Bombalar patlıyor; olup biteni ancak “alt yazı” olarak görüyoruz. Tamam, terörün propagandasını yapmamak için çaba harcanıyor ama korkarız alttan geçen de “Türkiye’nin alın yazısı” olmak üzere! (Gani Yıldız)
Gün geçmiyor ki Başbakan medyadan yakınmasın. Çoğu kez hiç ayırım yapmadan bütün medyaya bindiriyor. Başbakan’a göre neredeyse bütün kötülüklerin anası medya.Oysa medya, tarihinde hiç olmadığı kadar iktidarın yanında. Yapılan her şey destekleniyor, başta Başbakan olmak üzere, hükümet üyeleri, AKP milletvekilleri, belediye başkanları, AKP’nin bürokratları sürekli övülüyor.Öyle ki “Siz beni nasıl kızdırırsınız, sizi açlıkla terbiye edeyim de görün” diyebilecek kadar ileri giden bir Genel Müdür için aynı gün birkaç gazetede birden parlatma yazıları çıkabiliyor.Patronlar Başbakan’ın “at” dediklerini hemen atıyor, savcılar Başbakan’ı üzen kim varsa hemen soruşturma başlatıyor, hâkimler tereddütsüz tutukluyor.Buna rağmen Başbakan medyadan hiç memnun değil.Her gün bir bahane bulup medyaya yükleniyor.İşin garibi çoğu kez kimi kastettiği bile anlaşılmıyor. Çünkü ağzını “medya” diye açıyor “medya” diye kapatıyor.Bunun doğru düzgün medyası var, yandaşı var, çıkarcısı var, ajanı var.Artık kim üstüne alınırsa.Ayrıca zaten Başbakan hedef gösterirse gereği de hemen yerine getiriliyor.Başbakan medyaya son yüklenmesini cuma günü Kadıköy Metrosu’nun açılışında yaptı.Ama bu kez öyle bir şey yaptı ki, bütün medya ama özellikle yandaşlar ne yapacaklarını bilemez hale geldi.Başbakan aynen şunu söyledi: “...net ve açık söylüyorum, televizyon kanallarına, onların avukatlarını, onların meddahlarını çıkaran medyaya karşı tavrım vardır. Bundan sonra da olacaktır. Herkes net olacak. Kimden yana olduğunu söyleyecek. Sen PKK terör örgütünden yana mısın yoksa milletten yana mısın?”Yandı mı şimdi medya ve yandaşlar.Herkes elini vicdanına koysun.Televizyonlarda boy gösterenlerden teröre, PKK’ya, İmralı’daki kişiye karşı çıkan, bunu eleştiren kaç kişi var?Bir elin parmakları kadar bile yok.Buna karşı her gün PKK’yı üstü kapalı haklı gören, dağdakinin hakkını şehitlerden daha fazla arayan, çözüm adı altında ülkenin bölünmesinin daha iyi olacağını söyleyen kaç kişi var?Yüzlerce.Üstelik bunların tamamı aynı zamanda AKP yandaşı.Liberaliyle, dincisiyle, milliyetçisiyle Kürt sorununu sürekli kaşıyan, teröre prim veren, asıl muhatabın İmralı’dakinin olmasını söyleyenlerin tamamı aynı zamanda AKP destekçisi.Her gece Kürt sorununu irdelemek adı altında Türkiye’nin bütün değerlerini yerden yere vuran televizyon kanallarının ve güya objektiflik iddiasında olan gazetelerin ne yapacağı merakla bekliyorum.*****Türkiye Batı’nın Kürt ve Ermeni taleplerini 90 yıl ertelediDün yazdığım pazartesi sohbetinde Kürt sorununu “sahibi biz olmadığımız” için çözemediğimizi tarihi bir perspektiften bakarak sizlerle paylaşmaya çalışmıştım.Yazının yayınlanmasından sonra sabah saatlerinde İlhan Kesici aradı. “Çok ciddi ve önemli bir noktayı ele almışsın ki zaten başlık her şeyi ifade ediyor” dedi.Kesici “Yazına katkıda bulunmak için birkaç noktayı hatırlatmak isterim” dedi.Sonra devam etti: “Bu işin temelinde 1918 yılının 8 Ocak gününde dönemin ABD Başkanı Thomas Woodrow Wilson’ın prensipleri yatar.”Wilson Kesici’nin belirttiği tarihte Kongre’de bir konuşma yapmış ve I. Dünya Savaşı sonunda nasıl bir dünya hedeflediklerini anlatmıştı.14 maddeden oluşan presiplerde Türkiye’den de söz ediliyordu. Bizimle ilgili maddede şöyle diyordu; “12) Bugünkü Osmanlı Devleti’ndeki Türk kesimlerine güvenli bir egemenlik tanınmalı, Osmanlı yönetimindeki öbür uluslara da her türlü kuşkudan uzak yaşam güvenliğiyle özerk gelişmeleri için tam bir özgürlük sağlanmalıdır. Ayrıca Çanakkale Boğazı uluslararası güvencelerle gemilerin özgürce geçişine ve uluslararası ticarete sürekli açık tutulmalıdır.”Wilson prensiplerinde hedeflenen şuydu; “Türkiye’ye Orta Anadolu bırakılacak, doğuda bir Ermeni devleti kurulacak. Kürtlere ise özerk bölge verilecektir.”Hatırlanacağı gibi daha sonra Sevr antlaşması ile Türkiye’ye sadece İç Anadolu’nun olduğu bölge bırakılmıştı. Ancak dünya tarihinde ilk kez bir ülke, barış anlaşması ile çizilen sınırlar içinde kalmak yerine bir Kurtuluş Savaşı başlatarak kendi sınırlarını kendi çizmeyi başarmıştı.Emperyalist güçler Kurtuluş Savaşı sonrası ortaya çıkan fiili durumu kabullenmek zorunda kaldılar, ancak Lozan’da Musul ve Kerkük sorununu çıkmaza soktular. Çünkü buralar geleceğin enerji kaynaklarını barındırıyordu. Genç Cumhuriyet o tarihte artık takadı da pek kalmadığı için Musul Kerkük sorununu “buzdolabına” koydu.Ancak Atatürk ve Cumhuriyet’in ilk yöneticileri bölgenin önemini biliyor ve fırsat kolluyordu.İşte 1924 yılında başlatılan Kürt isyanı aslında emperyalist güçlerin, Türkiye’ye Musul ve Kerkük üzerinde hak iddia etmesi hâlinde neler yapabileceklerini hatırlatmalarıydı.İlhan Kesici ile o günlerin tarihi üzerinde biraz sohbet ettik. Kesici “Atatürk’ün büyük hayali Hatay’ı da Misakı Milli içine almaktı. 1936-37’lerde başlatılan isyanların temelinde de yatan budur. Ama başarılı olamadılar, Atatürk öldükten bir yıl sonra Hatay kendiliğinden Türkiye’ye katıldı” dedi.Kesici bir hatırlatmada daha bulundu; “Türkiye’nin kararlı tutumu sonucu Kürt konusu da Ermeni konusu da Batılılar tarafından bir kenara bırakılmıştı. Ama ne zaman Türkiye Kıbrıs’a çıktı, 1976’da Asala, 1978’de de PKK kuruldu. Batı ertelenen iki konuyu tekrar ısıtıp önümüze koydu.”Geldik bugüne. Global egemenler bölgede haritaları genel savaşsız, iç karışıklıklarla yeniden değiştirmeye soyundu. Bunun içinde elbette bir Kürt devleti ya da özerk bölgesi var. Ama harita tam oluşmadığı için bunun için henüz erken. Vakti gelince bize de söyleyecekler. O tarihe kadar elimizden gelen bir şey olmayacaktır.NOT: Wilson prensiplerinden sadece Birleşmiş Milletler’in kurulması hayata geçirilebildi. Diğerleri başarısız oldu. Ama sonunda II. Dünya Savaşı çıktı ve paylaşım öyle yapıldı. Şimdi sıra yenisinde. Bu kez muhtemelen savaşsız.*****Ya Şehr-i Ramazan ve ElvedaRamazan bitti. Bugün bayramın da son günü.Ramazan ayı boyunca hemen her ilde camilere asılan mahyalarda çok sık gördüğümüz bir cümle vardı;“Hoşgeldin Ya Şehr-i Ramazan”Şimdi herkese sormak istiyorum.Bu mahyada geçen “Şehr-i Ramazan” ne demektir?Kaçımız biliyoruz bunun anlamını?Çoğumuz bilmiyoruz. Çünkü bayramda birçok kişiye sordum, üstelik hepsi oruç tutan insanlardı, ama ilaç için biri bile bunun ne anlama geldiğini söyleyemedi.Şehr Arapçada “ay” demek.Şehr-i Ramazan ise “Ramazan ayı” anlamına geliyor.Eleştirmek için falan yazmadım bu yazıyı, gerçekten sık kullandığımız birçok kelimenin anlamını aslında bilmiyoruz. İşin tuhafı merak da etmiyoruz.Ramazan’ın son günlerinde yine birçok caminin mahyasında “Elveda Ramazan” yazısı vardı.Bu da yanlış kullanım, çünkü “elveda” sözcüğü “Bir daha kavuşulamayacağı düşünülen bir şeyden ayrılırken” kullanılır.“Elveda” diyorsanız artık ayrıldığınız bir daha gelmeyecektir.Gelecek yıl mahyalar hazırlanırken dikkat etmeli.Mahyalarda “Hoşgeldin Ramazan” veya “Özlemle yine bekliyoruz Ramazan” yazmanın sakıncası olabilir mi?*****Büyüklerimiz arka arkaya “güvenlik zirveleri” yapıyor. Bu süreçte keşke bir kere de “güvenliğin zirve yaptığını” görsek! (Gani Yıldız)
Sevgili okurlar; bugün bayramın ikinci günü. Bayramınızı bir kere daha kutlamak isterim. Bu haftaki sohbetimizde sizlere bir türlü çözemediğimiz Kürt sorunu ile ilgili görüşlerimi aktarcağım. Hemen söylemeliyim ki, Kürt sorununun kısa vadede çöülmesini kimse beklemesin. Çünkü, “bu sorunu çözmeden başka hiçbir sorunu çözemeyiz” söylemine rağmen bir sonuca ulaşmak bizim elimizde değil. Sorunun sahibi Türkiye değil. Kürt sorunu enerji kaynaklarının bulunduğu bölgede çıkarları olan global güçlerin arzularına göre sonuçlanacaktır. Şu ana kadar global güçler net bir karara varmış değil. Demek ki daha zaman var.Sorun aslında yeniHerkes bir gerçeği unutuyor. 20 yıl öncesine kadar bulunduğumuz coğrafya çok farklıydı. Dünya batı kapitalist sistemi ile SSCB arasında yaşanan dehşet dengesinin etkisindeydi. Güç dengeleri ona göre kurulmuştu. Türkiye o sıralarda bütün komşularıyla sorun yaşamasa da sıkıntılıydı. Ancak bir dış güvenlik sorunu da yaşamıyordu.Komşuların durumu1990’a kadarki haritaya bakalım. Doğuda ve kuzeydoğuda İran ve SSCB. Güneyimizde Suriye ve Irak. Trakya’da Bulgaristan, Yunanistan ve Ege’de yine Yunanistan. Üstelik Yunanistan, adalarıyla batı ve güneybatımızı kaplıyor. Bulgaristan Sovyetler’in parçası, Suriye ve Irak ise hiçbir paktta olmamasına rağmen SSCB’ye yakın.1979’a kadar Şah’ın yönettiği İran’ı o tarihten itibaren İslam Devrimi yönetmeye başladı. Türkiye bir NATO ülkesi olarak bütün komşularıyla mesafeli. Çünkü çevremizde geçmişten kalan sorunlar olan Yunanistan hariç tüm komşular ya Sovyetler’in parçası ya ona yakın ya da İran gibi her şeyden bağımsız kendine münhasır bir ülke durumunda.Etnik kimliklerKarşılıklı dehşet dengesi çerçevesinde bütün bu ülkelerde yaşayan etnik kimliklerin kendilerini ifade etmeleri, demokratik hak ve özgürlüklerini talep etmeleri çok zordu. Türkiye’deki Kürtler sesini çıkaramazken, SSCB’deki Çeçenler de, İran’daki Azeriler de, Yunanistan’daki Türkler de seslerini fazla yükseltemiyordu.Türkiye’deki KürtlerTürkiye’de Kürtlerin “devletle sorun yaşamaya başlamaları” 1800’lü yıllara kadar gider. Kürtler o tarihlere kadar Osmanlı tebaası olarak kentleşmeden, dağlarda ve aşiret düzeni içinde yaşıyordu. Osmanlı’nın giderek zayıflamasıyla Kürtler de “etnik bir kimlik” olarak değil, bölgede feodal hâkimiyetlerini sürdürmek için devletle uğraşmaya başladılar.Osmanlı’nın son döneminde doğudaki aşiretlerin başkaldırıları şiddetle çözülmek istendi ama daha sonraları ağalara bir tür imtiyaz verilerek devletin bir parçası gibi yaşamaları sağlandı. Osmanlı Kürt aşiretlerini örgütledi, üniforma ve silah vererek bölgede hâkimiyetlerini tanıdı, onlardan da devlete sorun çıkarmamalarını istendi.Cumhuriyet dönemiAtatürk’ün başlattığı Kurtuluş Savaşı’nda elbette Kürtler de yer aldı. Ancak feodal ağalar Cumhuriyet’ten de aynı Osmanlı’daki gibi bazı imtiyazlar isteyince sorun çıktı. Genç Cumhuriyet’in geleceğinden endişeli olan Batılı güçler, devrik Osmanlı hanedanıyla da işbirliği yaparak Kürtleri yeni devlete karşı kışkırttı. Ancak başarılı olamadı.Kürtlerin hanedan ve Batılı güçlerin desteği ile giriştikleri isyan hareketleri yeni devletin biraz da aşırı güç kullanmasıyla bastırıldı. Ancak burada dikkatlerden kaçan bir gerçeği de görmeliyiz. Devlet isyanları bastırdı ama, sonunda tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi feodal ağalarla bir tür anlaşma yaptı. Onlara “devlet işlerine karışmamak kaydıyla” imtiyaz verdi.1938’den sonra Güneydoğu’daki feodal ağalar eğitim, vergi ve yargı konularında devletin otoritesini kabul ettiler, ancak toplumsal yaşamda eski düzenin sürmesini sağladılar. Yeni Cumhuriyet bölgede kendi kurallarını koyduktan sonra gerisine karışmadı. Memurlarını, öğretmenlerini, imamlarını gönderdi, feodal düzeni değiştirmeyi sonraya bıraktı.Yatırımlar etkilendiDurum böyle olunca, bölgeye yapılan yatırımlar diğer bölgelerin gerisinde kaldı. Devlet buraya sadece kendi gönderdiği memurlarını güven altına alacak asgari yatırım yaptı. Bölge bir tür “sürgün” yeri gibi algılanmaya başlandı. Feodal ağalar devletle iyi geçinerek zenginleşti, çocuklarını iyi okullara gönderdi, kendi halkını ise ezdi.Feodal yapı çatlıyorAncak II. Dünya Savaşı’ndan sonraki koşulların bu bölgeleri de etkilememesi mümkün değildi. Bir yandan zenginleşen Kürt ağalarının ikinci nesilleri büyük kentlere daha elverişli koşullar için akın ederken diğer yandan ağaların ezdiği yoksul halk da büyük kentlere göçe başladı. 1950’lerde büyük kentlerde doğulu nüfus birikiyordu.1961 Anayasası1960 askeri müdahalesinden sonra hazırlanan özgürlükçü anayasa Türkiye’de taşları yerinden oynattı. Güneydoğu’daki feodal düzenin toplumu hep yoksul tutarak ayakta kalabildiği, halkın ezildiği, devletin de buna çanak tuttuğu görüşleri tartışılmaya başlandı. Üstüne bir de CHP’nin “ortanın solundayız” açıklaması ve feodal düzene savaş açması geldi. İşte Kürt kimliğinin ortaya çıkması da bu döneme denk gelir. Başta anlattığım“iki kutuplu dünya dengesi” nedeniyle soruna dönüşmesi engellenebiliyordu. Ama yöneticilerin faşist ya da darbeci olmalarından değil, içinde bulunduğumuz NATO’nun politikaları bağlamında.Komünizm çökerken1980’lerde Sovyet sisteminin çökeceği sinyalleri geliyordu. Sovyet etkisindeki bölgelerde etnik ve dini kimlikler ortaya çıkarken, Türkiye’de de Kürt kimliğinin belirginleşmeye başladığını görüyorduk. 70’lerin sonunda kurulan PKK, 1984’te Eruh baskınıyla resmen ortaya çıktı. Artık Türkiye’nin bir Kürt Sorunu vardı.Globalizmin egemenliği1990’larda SSCB tarihe karışırken, 1970’lerden gelen global dünya anlayışı egemenliğini ilan etti. Batı toplumlarında gelişmişliğin sürdürülmesi, egemenliğin yayılması için enerji en büyük ihtiyaçtı. Enerji kaynakları ise dağılan SSCB ile Orta Doğu’yu da barındıran büyük İslam coğrafyasındaydı.Yeni dünya sistemini kurarken sınır tanımayan egemenlerin bu coğrafya ile ilgili tek hedefleri vardır. Enerji kaynaklarının üretilebilir ve iletilebilir olmasını sağlamak. Bunun için de bölgede yeni bir düzen kurmaları, yerli işbirlikleri bulmaları gerekir. Egemenler için bölge içi çekişmelerin, ülkeleri yönetecek kişi ya da rejimlerin hiçbir önemi yoktur. Yeter ki kendileri güvende olsun.BOP ve sonrasıİşte 2000’lerde inşasına başlanan Büyük Orta Doğu Projesi (BOP) bunun bir ürünüdür. Ancak başarılı olamadı ve ikinci plana geçildi. Ona da “Arap Baharı” adını verdiler. Böylelikle W. Bush döneminin Dışişleri Bakanı Rice’ın ağzından çıkan “22 ülkenin haritası değişecek” söylemi gerçekleştirilmeye başlandı. Irak, Libya parçalandı, Suriye parçalanma aşamasına getirildi.Şurası kesin ki, üç yıl sonra Orta Doğu ve çevresinin haritası bugünkü gibi olmayacak. Birçok yeni devletle karşılaşacağız. Ancak henüz sona gelinmedi. Sonun ne olacağını İran’a yapılacaklar belirleyecek. Dört ülkeye yayılmış Kürtlerle ilgili Türkiye’nin tek başına karar vermesi mümkün değil. Egemenler sınırları çizmeden Türkiye hiçbir şey yapamaz.Nafile çabalamalarBu açıdan bakınca Türkiye’nin Kürt sorununu çözüm çabaları boşuna nefes tüketmek gibi. Örneğin “Kürtlere özerk bölge” söylemi fantaziden ibarettir. Egemen güçler bölge haritasını hazırlarken Türkiye’nin tek başına özerk bölgeyi kabul etmesine asla izin verilmez. Zaten egemenler Türkiye’den özerk bölge değil Kürtlerin sorunsuz hâle getirilmesini istiyor.Sahibi değilizSonuç olarak Kürt sorununun sahibi Türkiye değildir. Geçmişte de bu böyleydi, şimdi de böyle. Türkiye’nin global güçlere rağmen yapabileceği tek şey, Kürt halkına gerçekleri anlatmak, terörü aşırı güç kullanmadan ve ölümlere neden olmadan bitirmek, bölge halkının ekonomik ve sosyal güvenliğini, huzurunu, rahatını sağlayacak önlemleri hızla almaktır.Hepinize iyi haftalar dilerim.