İleri demokrasi şimdi Meclis’i askıya alıyor

8 Ağustos 2012

Artık şunu çok iyi biliyoruz ki AKP’nin ve yandaşlarının “dayattığı” demokrasi kendine has bir demokrasi.Şunu diyor AKP ve lideri “Benim dediğime uyarsanız, beni desteklerseniz, bana karşı çıkmazsanız, bunun adı demokrasidir. Gerisi statükoculuktur, darbeciliktir.”Zaten bunu dayattıkları için adını da değiştirdiler ve kulaklarda daha hoş bir seda bıraksın diye “ileri demokrasi” diyorlar.Ama bu “ileri demokrasi” sürekli daha da ileri gidiyor ve TBMM’yi tamamen askıya almaya çalışıyor. Sayısal çoğunluğu nedeniyle zaten sadece AKP’nin taleplerini yerine getiren TBMM neredeyse “yok” sayılacak.Başbakan Erdoğan CHP’nin TBMM’yi olağanüstü toplama çağrısına çok şiddetli karşı çıktı. “Ne yapacağız?” orada diyor.Demokrasilerde meclis olmazsa olmazdır.Sorunlar orada açıkça konuşulur, çözüm önerileri bulunur, kararlar alınır.Sorunlar medya veya örgüt kalabalıkları önünde ayaküstü demeçler verilerek çözülmez.Ancak demokrasiyi ileri götürerek “ben ne dersem o” diye dayatanların bunu anlaması ve hatta daha doğrusu kabul etmesi mümkün değil ki. Bu zihniyet demokrasiyi sadece halktan oy almak görüyor, konu budur.Erdoğan, Meclis’in toplantıya çağırılmasına karşı çıkarak zihnindeki bir başka şeyi daha ifşa ediyor. “Ne yapacağız?” diye sorarken biliyor ki Meclis toplantısı zaman kaybı kendisi için.Meclis önüne çıkıp bilgi vermeyi, sorulara cevaplamayı kendine hakaret olarak görüyor. Nasıl olsa sayısal çoğunluğu var, bir karar alınacaksa zaten çoğunluğa vereceği talimatla onu alacak, o halde yaz ortasına Meclis’e gidip konuşmanın ne anlamı var?Bunları da geçelim, Başbakan’ın Meclis’in toplanmasına karşı çıkarken CHP’yi eleştirmek için söylediği sözler de çok vahim.“Meclis orada, gidersin ne yapacaksan yaparsın. Ama kiminle beraber olursun. Onu bilemem” diyor. Meclis’i demokrasinin kalesi olarak görmemenin vardığı sonuç işte bu. “Git konuş, bakalım ne olacak.”Başbakan “Kiminle beraber olursun” derken sanıyorum kastettiği BDP. Yani en kurnaz politik bel altı vuruşunu yapıyor.Bu arada MHP’nin de AKP’nin kuyruğuna takılıp “ileri demokrasi” kurbanı olmasının hazinliğini anlatmaya gerek yok herhalde.***** Obama söyledi zaten, İran’a kızmayalımİran Genelkurmay Başkanı’nın sözleri elbette diplomatik açıdan çok yakışıksız. Ama işte Türkiye’nin “stratejik derinliği”nin komşularımıza bunları söyletebildiğini oturup düşünmemiz gerek.Irak’tan her gün teröristler girip çıkıyor, askerlerimizi, polislerimizi şehit ediyor.Suriye uçağımızı düşürüyor.Irak Başbakanı Türkiye’yi düşman ilan ediyor, Dışişleri Bakanımızı tutuklamaktan söz ediyor.İran “sıra sizde” diyecek kadar ileri gidiyor.Biz gazabımızdan söz ediyoruz ha bire ama dinleyen yok.İran Genelkurmay Başkanı Suriye olaylarını Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin yönettiğini ileri sürüyor. Buna kızıyoruz, öfkeleniyoruz ama Obama da aynısını söylediğinde sesimiz çıkmıyor. Elinde sopa tutarak Başbakan Erdoğan’la konuşan Obama daha bir hafta önce Adana’daki gizli bir üssü ilan etmedi mi?Suriye muhalefetine lojistik desteğin buradan sağlandığını, plan ve operasyonların burada hazırlandığını açıklamadı mı? İran söyleyince niye şaşırıyoruz ki?*****Kameralı kafa trafiğiSahipsiz İstanbul’un olmayan trafik müdürlüğü, denetim adı altında sadece kameraları kullanıyor. Halkın parasıyla İstanbul’un her tarafı kameralarla donatıldı. Birileri de bu kameraların karşısında oturmuş sadece seyrediyorlar. Bir şey yapmalarına gerek de yok, çünkü o kameraların bağlı olduğu bilgisayarlar insanlardan daha akıllı olduğu için kuralları ihlal edenleri fotoğrafla saptayıp ceza yazıyor.Sonra bu makbuzlar vergi dairesine gönderiliyor. Eğer arabanızı satacak ya da fenni muayeneye gönderecekseniz bu cezalar sürpriz olarak karşınıza çıkıyor.Güya trafikten sorumlu olanlar da işlerini yapmış olmanın huzuru içinde evlerine gidip başlarını yastıklarına koydukları gibi uyuyorlar. Gündüz yetmiyormuş gibi... Ama her kötü işte olduğu gibi bunda da sorun çıkıyor. Bilgisiyar, başında duranlardan akıllı olmasına akıllı da, imtiyazdan haberi yok. Milletvekili, polis, bakanların ve yüksek bürokratların makam arabalarını gariban halktan ayıramıyor, onlara da ceza kesiyor. Aslında, makinelerden akılsız ama kurnaz olanlar buna bir tür çare bulmuş. Bilgisayara önemli bazı plakalar girilmiş, bunlar yakalanınca sistemden düşüyormuş ama “halktan korkan” kimi yöneticiler sık sık plaka değiştirince iş bozuluyormuş. Emniyet Genel Müdürlüğü şimdi bunu da gidermek için proje hazırlıyormuş.Biraz da trafik için proje hazırlasalar ya.*****MİT’e soruşturma açılsın CHP kıyameti koparıyor. Çünkü MİT’in kendilerini dinlediğini öğrenmişler.MİT CHP’yi dinliyor olabilir mi? Olabilir tabii.Ama hükümetin yerinde olsam MİT’e hemen soruşturma açarım. Eğer CHP’yi dinlediği saptanırsa da “halkın parasını boşuna harcadıkları” gerekçesiyle yöneticiler hakkında dava açar ve zimmet cezası çıkartırım.*****Mustafa Mutlu Marmaris ve Alaçatı’da Mustafa Mutlu son kitabı “Maratonda Sona Doğru”yu yarın Marmaris’te Marmaris Kitabevi’nde; cumartesi günü de Alaçatı Dost Kitabevi’nde imzalıyor.Her iki etkinlik de saat 20.00’de başlıyor. Tatilde olup yazmadığı için ben duyurayım istedim. *****Terörün reklamını yapmamak içinmiş Başbakan Erdoğan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin olağanüstü toplanmasının “terörün reklamı olacağını” ileri sürdü. Başbakan’a göre eğer böyle bir ortamda Meclis toplanırsa, terör çok güçlü olduğunu hissettirecekmiş. Meclis toplanmazsa terör güçsüz mü kalacak? Ya da güçlü olmadığını mı hissedecek?Son olayları gözlediğimizde Türkiye’nin yönetilmede aciz içinde olduğu görülüyor. Bir anda patlayan sorunlar iktidarın kimyasını bozdu. PKK terörünü örgüt lideriyle görüşmeler yaparak bitireceklerini sandılar. Yanıldılar.Suriye politikasını Esad’ın daha bir yıl öncesinden gitmesine endekslediler. Yanıldılar.Uçağımızın düşürülmesi üzerine “şiddet gösterisi” uygulamaya çalıştılar. Yanıldılar.Esad’ın kendi sorunları yüzünden Türkiye’yi zora sokamayacağını sandılar. Esad Kürt kartını öne sürüverdi. Yine yanıldılar.Üstüne, ABD ve Batı’nın Türkiye’ye müdahale izni vermemesi, işin tuzu biberi oldu.Belli ki Başbakan’ın Meclis’te söyleyebileceği bir şey yok. En iyisi kaçmak.*****Dış politikamızın temelini oluşturan “Stratejik Derinlik” tezinin uygulanmasında da gördük ki, bazen “teorinin pratiğe dökülmesi” ile “yemeğin masaya dökülmesi” arasında hiçbir fark yok. (Gani Yıldız)

Devamını Oku

ABD “darbe yapılmamasının” intikamını almış

7 Ağustos 2012

Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün Ergenekon davasında verdiği ifade aslında karanlıkta kalan birçok sorunun da cevabını veriyor.HÜKÜMETE BASKI: Anlaşıldığı kadarıyla Orta doğu’da çıkarlarının zedelenmesi ihtimaline karşı ABD ordudan AKP hükümetine baskı yapılmasını istemiş. Hükümete baskı nedir?ZOR VE TEHDİT: Hükümeti zorlarsınız, tehdit edersiniz, baktınız olmuyor, yönetime el koymanın yollarını ararsınız. Ancak 2004’te ordu böyle bir şeye yanaşmamış. Milli bir tutum almış.İNTİKAM: Arkasından “intikam harekâtı” gelmiş. O günden itibaren “tehdit” olarak görülen ne kadar komutan varsa içeri atıldı. Hâlâ hapisteler. Özkök ise “demokrasi kahramanı” ilan edildi.ÖZKÖK HARİÇ: Sonuçta Özkök hariç tutularak neredeyse bütün komutanlardan “tezkere için hükümete baskı yapmamalarının” hesabı sorulmuş oldu. Oyun aslında bu kadar açık ve net.TEZKERE NEDENİ: O günleri hatırlayalım. ABD Irak operasyonunu Türkiye üzerinden yapmak istiyordu. Çünkü zaten müttefiki olan Kürtlerin bölgesinden geçecek, arkasını sağlam tutacak, lojistik desteğini ise bir NATO ülkesinden yapacaktı.MALİYETİ UCUZ: Böylece operasyonun maliyeti de çok düşecekti. Dönemin iktidarı ABD’nin her istediğini yapmaya hazırdı. Başbakan ve partinin yasaklı olduğu için seçilemeyen başkanı ABD’nin taleplerini karşılayacak tezkerenin Meclis’ten geçmesi için büyük çaba harcıyordu.GAZ ODALARI: Adeta “gaz odaları” kurulmuştu. AKP’li milletvekilleri 6-7’li gruplar halinde buraya sokuluyor ve tezkerenin Türkiye’ye ne kadar büyük yarar getireceği anlatılıyordu. Buna rağmen bazı AKP’liler endişeli ve huzursuzdu.ABD’NİN KUŞKUSU: Aslında tezkerenin geçeceğinden herkes emindi. Ancak ABD “her sözünü dinlemesine” rağmen AKP iktidarından kuşkuluydu. İslamcı bir partinin güvenilir olup olmayacağını tam bilmiyorlardı.GARANTİ İSTEDİLER: Bu nedenle askerin de devreye girmesini ve işi “garantiye” almasını istiyordu. O günlerde asker de AKP iktidarından kuşkuluydu. Tezkereyi istiyorlardı belki ama riskleri de görüyorlardı. En önemlisi, ciddi asker kaybımız olabilirdi.KESİN İNANÇ: Ordu tezkerenin geçeceğine inanıyordu. O halde sorumluluk yüklenmenin âlemi yoktu. En azından bir başarısızlık hâlinde “Biz siyasi otoritenin kararına uyduk” denilebilecekti. Tezkere nasıl olsa geçeceği için, sessiz kalınmasına karar verildi. BEKLENEN OLMADI: Ama öyle olmadı. Oylamaya 533 milletvekili katıldı, 250 ret, 264 kabul, 19 çekimser oyu kullanıldı. Anayasa’nın 96. Maddesine göre bu tür tezkerelerin kabulü için 276 oy gerekiyordu. Tezkere “kabul edilmemiş” sayıldı.HER ŞEY BİTTİ: İşte o an ABD’de şafak attı. Bütün hazırlıklar, planlar lojistik destekler çöpe atıldı. Mardin’de kurulan yerleşim birimi söküldü. İskenderun’a inecek mühimmat ve silahlar büyük masraflarla Körfez’e kaydırıldı.AKP’YE GÜVEN: İktidar çok üzgündü. ABD bunu görüyordu. AKP iktidarı gelecek için ciddi bir müttefik olacağının kanıtlamıştı. Aksama askerdeydi. Asker baskı yapsa tezkere mutlaka geçerdi.ASKERDEN KUŞKU: Artık ABD iktidara daha çok güvenmeye, askerden ise kuşkulanmaya başlamıştı. Düğmeye basıldı. Hem ABD’yi zora sokan Türk subayları hizaya sokulacak hem de tehdit olabilecek bütün unsurlar temizlenecekti.ÜNLÜ DAVALAR: İşte Ergenekon ve Balyoz operasyonları böyle başladı. Erdoğan’ın Beyaz Saray ziyaretinde bu operasyonun konuşulduğu bizzat yandaş kalemler tarafından o tarihte yazıldı.AKIL TUTULMASI: Bütün bunlar kamuoyunun gözü önünde yaşanmasına rağmen hâlâ bir darbeden söz edilmesine, Türk subaylarının itilip kakılmasına, aydınların gazetecilerin akademisyenlerin düzmece belgelerle hapishanelerde çürütülmesine, aşağılanmasına ülkenin yarısının destek vermesi akıl tutulması değildir de nedir?*****Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’ın, “Terörle mücadele çok iyi gidiyor” açıklaması tepki çekmiş. Sayın Bakan’a kızmayalım; unutmayalım ki kendisi “Savunma Bakanı” ve işler kötü de gitse “savunmak” zorunda! ***** Timsah gözyaşları Başbakan, generallerin tutuklu yargılanmasını doğru bulmadığını ilk kez söyledi. Sonra daha da ileri gidip İlker Başbuğ’un durumuna çok üzüldüğü belirtti. Diğer generalleri bilemem ama İlker Başbuğ yakında çıkabilir. Mesaj alınmıştır herhalde. Ancak Erdoğan’ın Başbuğ ile ilgili sözleri bana “timsah gözyaşları” deyimini hatırlattı. Savcılar sanki Başbakan’dan habersiz Başbuğ’u tutuklamışlar gibi.Timsahlar aç kaldıklarında kendi yavrularını bile yerler. Sonra bir kenara çekilen timsahın gözünde yaş birikir. İşte bu nedenle haksız bir uygulamaya neden olduktan sonra üzülüyormuş gibi yapanlar için bu deyim kullanılagelmiş yüzyıllardır. Gerçeği şudur; timsahlar dinlenmeye çekildiğinde, iri gözlerinin yanında bir sıvı belirir. Bu göz kenarlarına birikmiş pisliklerin temizlenmesi içindir. Ama uzaktan bakıldığında timsah ağlıyor gibi görünür. *****Özkök’ün yalanlaması Analiz yazımı 2004 notlarına ve doğal olarak Hilmi Özkök’ün “ABD bizden hükümete baskı yapmamızı istedi” sözlerine dayanarak yazdım.Ancak Özkök bu ifadesinden sonra Radikal’den Murat Yetkin’e açıklama yaparak “Ben öyle bir söz söylemedim. Gazeteciler yanlış anlamış” dedi. Bunu yazmak gerektiğine inanıyorum. Ancak mahkemede söylenenlerle sonra söylenenleri birlikte size sunmak istiyorum. Kararı siz verin:Tutanaklara göre hâkim Sami Haşıloğlu’nun “Siz 1 Mart tezkeresi öncesinde tavrınızın nötr olduğunu söylediniz. Siyasilerin kararı olduğunu söylediniz. Basında hükümete baskı yapmanızın istendiği yazıldı” şeklindeki sorusuna şu cevabı veriyor:“Bunlar doğrudur. Dönemin ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz benim baskı yapmamı istemiştir. Ben baskı yapmadım. Ben düşüncelerimi arz ettim. ‘Tezkere geçsin - geçmesin diye’ baskı yaparak siyasi kararı etkileme yoluna gitmedim.” Özkök Murat Yetkin’e ise şunu söylüyor:“Ben mahkemede Wolfowitz’in bana hükümete baskı yapın dediğini söylemedim. Wolfowitz’in 1 Mart tezkeresinin Meclis’ten geçmemesinin ardından verdiği bir demeçte, Türk ordusunun iyi liderlik gösteremediği eleştirisinden söz ettim. Bu durum tutanaktan ortaya çıkar; herhalde iş yoğunluğu birbiriyle nöbetleşe haber yazıp sonra birleştiren muhabirler o şekilde aktarmıştır diye düşünüyorum. Sanki ben ABD yetkilileri ile böyle bir diyaloğa girmişim

Devamını Oku

PKK saldırmaktan bizimkiler haddini bildirmekten bıkmıyor

6 Ağustos 2012

Geçen hafta sizlerle paylaştığım “okurdan mesaj” daha mürekkebi kurumadan gerçekleşti.Ne diyordu okurum, “Medya terör saldırılarına karşı neden çok duyarsız. Her gün şehit veriyoruz. Ama bir iki şehit olduğunda medyada çok küçük yer alıyor. Haberin manşetlere çıkması için ille en az 7-8 kişinin şehit olması mı gerekiyor?”İşte pazar sabahı yine bir terör saldırısıyla sarsıldık, bu kez 8 şehit verince tüm medyanın manşetine çıktı. Oysa sadece bir gün önce iki şehidimiz vardı ve bu haber neredeyse gözden kaybolup gitmişti.Nedenlerini kendimce anlatmıştım, tekrara gerek yok. Ama belli ki duyarlı milyonlarca insanımız bundan rahatsız oluyor.Medyanın terör haberlerini “şehit sayısına göre” değerlendirmesinin ötesinde çok daha vahim bir durum var.Son saldırıdan sonra devletin önde gelenlerinin açıklamalarına bir bakın.30 yıllık tekrardan başka ne var?Yine terörle bir yere varılmayacağını, sabrımızın taşmak üzere olduğunu, Türkiye’nin herkese haddini bildirecek kadar güçlü olduğunu anlatan demeçler dinledik, okuduk.Yine gerekirse hesabını soracağımızı, operasyonların devam ettiğini, bunların arkasındaki güçlerin de bilindiğini belirtti devlet büyüklerimiz.Buna karşı Şemdinli’de son 15 gündür neler olduğunu hâlâ öğrenemiyoruz, boşaltılan köylerdeki yurttaşlarımızın akıbetini bilmiyoruz, operasyonlarda kayıp verip vermediğimizi, mecburen terör örgütünün dezenformasyonuna bakarak anlamaya çalışıyoruz.Kısacası PKK terör örgütü saldırmaktan, askerlerimizi şehit etmekten, kanlı planını aralıksız sergilemekten hiç bıkmıyor, bizimkiler de hamasi demeçler verip “hadlerini bildirecek olmamızı söylemekten” asla bıkmıyor.Büyüklerimiz her saldırıyı “dış güçlere” bağlamaktan da bıkmadılar.Koca Meclis Başkanı teröre destek veren bazı ülkelerle aynı ittifak içinde olduğumuzu söyleyebiliyor.Başbakan bir “düşman” ülkeden söz ediyor.Oturdukları makamlara bakınca ciddiye almamız gerekir. İyi de aynı ittifakta bulunduğumuz hangi ülkeler teröre destek veriyor, hangi ülkeyle düşmanız?Elbette bunları tahmin ediyoruz da, gerçeği en açık şekilde öğrenmek hakkımız olduğu gibi “neden hâlâ teröre destek verdiklerini bildiğimiz ülkelerle aynı ittifak içinde olduğumuzu” sorgulamak da hakkımız.Evet, kastedilen düşmanın “Suriye” olduğunu anlamamak için ahmak olmak gerekir de, ittifak içinde olduğumuz ülkeler hangileridir?Halk bunu öğrenmek istiyor.İttifak içinde olduğumuz ülkelerin tamamına yakını NATO ülkesi. Onlardan biri mi?Yoksa Başbakanımız’la telefon görüşmesi yaparken elinde beyzbol sopasıyla poz veren adamın ülkesi mi?O sopa bize mi gösterilmişti yoksa Suriye’ye mi?Kafamız çok karıştı da... ***** Demokrasi ve özgürlük savaşı mı, din savaşı mı? Suriye’den gelen görüntüleri izliyorsunuz değil mi? Muhalif denilen gurupların tek sloganı var “Allahuekber.”Adam elinde makineli tüfek ateş ediyor bir yandan da “Allahuekber” diye bağırıyor.Biri sırtındaki roketatarın tetiğine basıyor ardından bir “Allahuekber” sesi yükseliyor.Bir grup ellerinde tüfeklerle kameralara poz verip havaya ateş ediyorlar ve “Allahuekber” diye bağırıyorlar. Bu manzaralara bakınca Suriye’de muhaliflerin söylendiği gibi “demokrasi ve özgürlükler” için Esad’a isyan ettiğini kabullenmek biraz zor geliyor.İktidar bütün geleceğini Esad’ın devrilmesine bağlamış durumda. Başbakan önceki gece yine Esad’a ömür biçti ve “sonu yakında geliyor” dedi.Esad yıkılıp yerine demokrasi ve özgürlüklerle uzaktan yakından ilgisi olmayan gruplar gelecekse, Türkiye’nin yakın gelecekteki işi daha da zordur.***** Her şehit haberinden sonra, “Devlet gerekeni yapacaktır” deniliyor. Yapılıyor da; şehidimizin cenazesine devletin zirvesi katılıyor. (Gani Yıldız) ***** “Eşlerimiz tahliye edilse istifa edeceklerdi” Cumartesi günü daha önceki bir yazımı hatırlatarak “Balyoz’daki tutuklu generallere emekli olmaları hâlinde serbest bırakılacakları söylenmişti” iddiasını dile getirmiştim.Bu yazım üzerine komutan eşlerinden bir mesaj aldım. Cem Gürdeniz’in eşi Rengin Gürdeniz imzasıyla gönderilen açıklamada “Eşlerimize böyle teklif ve de duyum gelmedi, gelseydi bile eşlerimiz bunca komplolardan sonra nasıl güvenip serbest kalacaklarına inanabilirlerdi. O kadar güven zafiyeti var ki” diyor.Gürdeniz eşlerinin tahliye olması hâlinde hiç düşünmeden istifa edeceklerini de ekliyor.Yeni komuta kademesinin kendilerini yalnız bıraktığını da kaydeden Gürdeniz “Necdet Özel randevu taleplerimize cevap bile vermedi, diğer kuvvet komutanları ise ondan daha sessiz kaldı. Bir yıl sonra Deniz Kuvvetleri Komutanı ilk defa bizleri arayarak eşlerimizin emekliliğini bildirdi. O kadar cok mağduriyet yaşadık ki artık kalbimiz nasırlaştı ve bu son olay çok da tesir etmedi” diyor.Gürdeniz tek dualarının eşlerinin özgürlüklerine kavuşması olduğunu belirterek mesajını şöyle tamamlıyor; “Genelkurmay emekliliklerle ilgili duyurusunda eşlerimize hizmetlerinden dolayı teşekkür ederek yeni dönemlerinde aileleri ile birlikte esenlikler dileriz mesajı vermiş. Ne kadar ironik değil mi?” ***** Men dakka duka Başbakan Erdoğan şubat ayında (vay canına o tarihte de Esad’ın gideceğini söylüyormuş, aradan neredeyse 6 ay geçti) Esad’a seslenirken “Gittiğin yol yol değildir. Bu yol çıkmaz sokaktır. Esad’a kendi anlayacağı şekilde sesleniyorum; ya Beşşar, men dakka dukka. Ey Beşşar, eden bulur” demişti.Geçen 6 aya yakın zamanda Suriye’deki muhalif gruplara Türkiye’nin destek sağladığı, Türkiye’de konuşlandırılan militanların Suriye’ye girip eylem yaptıkları iddiaları ortalığı sarmıştı.Sonunda bizzat ABD Başkanı Obama Adana’da bir üs kurulduğunu, Suriyeli muhalif militanların burada eğitildiğini, silah, mühimmat, para ve gıda yardımı yapıldığını resmen açıkladı.Açıkçası Suriye’deki muhaliflerin eylemlerinin Türkiye üzerinden desteklendiği artık sır değil.Şimdi, PKK’nın son saldırıları nedeniyle Suriye’yi sorumlu tutuyoruz. PKK’ya silah ve lojistik destek verildiğini söylüyoruz.Bunlar doğru mudur? Büyük ihtimalle doğrudur.Sonuçta Suriye muz cumhuriyeti olmadığı gibi Esad da sıradan çöl bedevisi değil. Halk diliyle onun da eli armut toplamıyor.Bugün yarın Esad çıkıp da “Ya Tayyip bey, men daka dukka, sen bana bunu yaparsan ben de bunu yaparım” derse?Üstelik biz PKK’ya Suriye’nin destek verdiğini söylüyoruz ama sınırlarımız içinde bir tek Suriyeli bile yakalayamıyoruz. Buna karşı Suriye yönetimi elinde muhaliflerin Halep saldırısını yöneten bir Türk generali olduğunu ileri sürüyor.Derin stratejinin bizi getirdiği noktaya bakar mısınız?

Devamını Oku

Gül’ü engelleyen AKP, şimdi nifak diyen de AKP

5 Ağustos 2012

Sevgili okurlar; geçen haftaya damgasını vuran gelişmelerden biri Cumhurbaşkanlığı Basın Başdanışmanı Ahmet Sever’in açıklamalarıydı. Sever, Cumhurbaşkanı’nın görev süresi ile ilgili yasaya ve bazı AKP’lilerin söylemlerine üzüldüğünü söyleyip 2014’te adaylığını koyabileceğini ima etti. Sonra da kıyamet koptu.AKP cephesi Gül’ün bu duygular içinde olduğunun açıkça belirtilmesi üzerine garip bir paniğe kapıldı. Dört bir koldan “Gül ile Erdoğan arasında hiçbir sorun olmadığı ve olamayacağı” anlatılmaya başlandı. Daha da ileri gidenler bunun AKP’ye nifak sokma çabaları olduğunu ama kimsenin bir sonuç alamayacağını yazıp söylediler.Sever’in kimliğiAhmet Sever’i tanımam. Yıllar önce bir gece Cezayir Sokağı’nda karşılaşmıştık. Medeni bir görünümü vardı. O sırada Dışişleri Bakanı olan Abdullah Gül’ün danışmanıydı. AKP politikalarını değil ama Gül’ü büyük bir hararetle savunuyordu. Sonraki yıllarda iktidar gücünü kullanmaktan hoşlandığını gözledim.Şimdi ne olduğunu hatırlamıyorum, 5 yıl kadar önce Ahmet Sever’le ilgili bir yazı yazmıştım. O dönem Genel Yayın Müdürü olan arkadaşımızı arayıp “Bunlar yazılmasın” demişti. Kısa süreli bir sıkıntı yaşamıştım. Sever “arkadaş”tı bu nedenle “bulaşılmayacak”tı. Dönem gereği dert etmedim, bir daha da Sever’den hiç söz etmedim.Sever’in konumuSever’in görevi kendi fikir ve görüşlerini değil, Cumhurbaşkanlığı makamının söylenmesini istediklerini medyaya iletmek. Son açıklamaları Çankaya’nın açıklamaları değil, ama Sever, konumu gereği Gül’den izin ve onay almadan asla bunları söyleyemez. Yalanlama yokKimi AKP sözcüleri ve yandaşlar panik hâlinde “Gül - Erdoğan sorunu yok; Gül, Erdoğan aday olursa asla adaylığı düşünmez. Kimse bundan ekmek çıkartmaya kalkmasın, bu nifak sokmaktır” diye konuşup yazdılar hafta boyunca ama Köşk’ten ne yalanlama, ne düzeltme ne de “Bunlar Sever’in kişisel fikirleridir” açıklaması geldi.Şimdi Sever’in açıklamalarını bırakalım; 23 Şubat’a gidelim. O gün Çankaya bir anayasa değişikliğini onayladı. Buna göre Gül’ün görev süresi 7 yıl olarak belirlenmişti. Ancak maddenin ikinci bölümü Gül’e bir daha aday olma yolunu tamamen kapatıyordu. Nifaksa bu ne?AKP’liler ve yandaşlar Gül’ün yeniden aday olabileceği söylemini “nifak” olarak niteliyor. Oysa aynı AKP şubat ayında “her ihtimale karşı” Gül’ün adaylığını önlemekte hiçbir sakınca görmemişti. Gül zaten Erdoğan’a karşı aday olmayacağına göre bu önlem neden alınmıştı? 90 yaşındaki Demirel ya da Sezer aday olmasın diye mi?Gül’den CHP’ye ricaDaha kabul edildiği an Gül’ün yasayı “buruk” karşıladığı biliniyordu. Ancak tamamen kendisine yönelik bu operasyona karşı açık tavır almadı. Buna karşı Ankara kulislerinde Gül’ün “yasayı Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) götürmesi için CHP’den ricacı olduğu” söylentileri yayıldı. CHP bir süre nazlandı ama mahkemeye başvurdu.Gül’ün hâkimiyeti12 Eylül 2010’daki Anayasa referandumunda tüm yargı iktidarın kontrolüne girmişti. AYM üyelerinin belirlenmesinde ise hâkimiyet Cumhurbaşkanı’ndaydı. Gül AYM’nin yeni üyelerini titizlikle seçti. Bu yeni üyeler kritik bir durumda Gül’ün sözünden çıkmayacak nitelikte isimlerdi.Anayasa’ya aykırıAslında Meclis’te AKP’nin dayatmasıyla çıkan yasa Anayasa’ya aykırıydı. CHP’nin başvurusunda beklenti, yasanın tümden iptaliydi. Ancak belli ki devreye Cumhurbaşkanı girdi ve “kısmi” iptal istedi. Mahkeme buna uydu, 7 yıl hükmü korundu ama Gül’e aday olma yolu açıldı.AKP’liler kızdıŞimdi “nifak” tartışmaları arasında pek hatırlanmıyor ama AYM’nin kararı AKP’de öfkeye neden olmuş, AYM’nin yanlış karar aldığı ileri sürülmüştü. Belli ki Gül’ün adaylık ihtimali bile AKP’lilere kâbus gibi geliyordu. Sonra tartışmalar kesiliverdi.En başa dönelimAKP’liler ve yandaşları Gül’le Erdoğan arasında bir çatışma olamayacağını söylerken 2007 yılını örnek gösterip “O zaman Erdoğan jest yaparak Çankaya’ya Gül’ü göndermişti. Gül bu jestin altında kalamaz, Erdoğan’ın aday olması halinde (ki bu kesin) Gül’ün aday olmasını kimse beklemesin” diyorlar. Acaba gerçekten öyle mi?Erdoğan zorunluydu2007 ile bugün çok farklı. O tarihlerde iktidar hâlâ muktedir olmadığını düşünüyor, bir askeri müdahaleden de şiddetle korkuyordu. Bu koşullarda Erdoğan Çankaya’ya çıkmayı içinden geçirse bile buna cesaret edemiyordu. Erdoğan’ın niyeti eşinin başı türbanlı olmayan bir AKP’liyi Çankaya’ya göndermekti. Dayatan ise Gül ve Arınç’tı.367 engeliSonuçta Gül AKP adayı olarak açıklandı, ancak 367 engeli nedeniyle seçilemedi, Anayasa gereği seçime gidildi. AKP yüzde 47 ile yine tek başına iktidara geldi. Yeni Meclis’in ilk işi Cumhurbaşkanı’nı halkın seçmesini öngören Anayasa değişikliği referandumu henüz yapılmadığı için Cumhurbaşkanı’nın seçmek oldu.Tayyip Erdoğan seçim zaferi kazanarak önemli bir virajı dönmüştü ama sistemi tam ele geçirmeden Çankaya’ya eşi türbanlı birini çıkarmayı pek istemiyordu. O nedenle Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ü aday göstermek istedi. Bunun için dönemin askerlerinin de onayını aldı. Ancak son anda Gül-Arınç ikilisi adeta kazan kaldırdı.Gül aday oluyorÇaresiz kalan Erdoğan Abdullah Gül’ü aday ilan etti. Yine bir 367 krizi yaşanabilirdi ama MHP Meclis’e girerek Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesini sağladı. Yani iddia edildiği gibi Gül’ün Cumhurbaşkanı olması Erdoğan’ın jesti değil, çaresizliğidir. Nitekim bu tarihten sonra ikili arasına -doğrulanmasa da- bir soğukluğun girdiği çok konuşuldu.İki yıllık süreŞimdi önümüzde iki yıl var. Bugünden bakınca Gül’ün Erdoğan’a rağmen aday olacağını ben de pek sanmıyorum. Ancak iki yılın neler göstereceğini de bilmiyoruz. Türkiye’nin başı pek çok konuda dertte. Bu sorunların Erdoğan’ı ve iktidarı ne kadar yıpratacağı şimdilik belirsiz. Gün gelir, Gül de Erdoğan da aday bile olamazlar.Şemdinli olaylarıSevgili okurlar, kamuoyu Suriye’ye dikkat kesilmişken geçen hafta Şemdinli ve çevresi doğru ve tam tatmin edici bilgi alamadığımız çatışmalara sahne oldu. 10 gün boyunca bölgeye kimse sokulmadı. Gazeteciler Halep’e girdi, Şemdinli’ye giremedi. İddia, PKK’nın Şemdinli’yi Halep’e benzetmeye çalışmasıydı. Sorun hâlâ bitmedi.PKK’nın oyunuPKK’nın Güneydoğu’da bir yerleşim merkezini işgal ederek korkunç bir plan hazırlığında olduğu bir süredir söyleniyordu. Suriye olayları tozu dumana katarken bu planın devreye sokulmak istendiği anlaşılıyor. Bir kentin teröristler tarafından işgal edilmesi Türkiye’nin başını, önünü alamayacağı kadar büyük bir sıkıntıya sokar.Evlerden ateşPKK’nın korkunç planı şu: Bir kent işgal edilecek, teröristler evlere dağılacak, güvenlik güçlerine bu evlerden ateş açılacak. Güvenlik kuvvetleri de doğal olarak çatışmaya girecek. O evlere operasyonlar düzenlenecek ve bu sırada sivil halk hatta çocuklar ve yaşlılar bile ölecek. Böylece “Türkiye, kendi halkını öldürüyor” durumuna düşecek. Güvenlik güçleri umarız bu planı bozacaktır.Hepinize iyi haftalar dilerim.

Devamını Oku

Paşalar kendiliklerinden emekli olsalardı çoktan çıkmış olurlardı

4 Ağustos 2012

Yüksek Askeri Şura kararları açıklandı. Tutuklu generallerin ikisi hariç hepsi emekli edildi.Zaten asker konunun kangren haline geldiğini ve artık kolun kesip atılması gerektiğini bildirmişti bir süre önce.Mevcut askerler, arkadaşlarını korumak yerine kesip atmayı tercih ettiler.Herhalde ordumuzun artık temizlendiğine inanıyorlardır.Bundan sonra özellikle dış tehditlere karşı daha moralli, daha güçlü ve daha kararlı biçimde gitme şansı bulacaklardır.Gerçi önce şu Şemdinli olayını bir halletmeleri gerekiyor ama, o kadarı da olur artık.Dikkatli okurlar hatırlayacaklardır, bir süre önce Ankara’da yapılan gizli pazarlığı yazmıştım.Balyoz davasının tamamen çöktüğünü ancak tutuklu komutanların serbest bırakılıp eski görevlerine dönmeleri halinde sorun çıkabileceğini bu nedenle kendilerinden “emekliliklerini istemeleri” önerilmişti.İktidar hapisten çıktıktan sonra hiçbir şey yapmasalar bile bu komutanların eski makamlarında oturmalarını içine sindiremeyecekti.Komutanlara gizlice haber gönderildi. “Emeklili olun, bir süre sonra tahliye olursunuz” denildi.Ancak komutanlar böyle bir uygulamayı kabul edemeyeceklerini söylediler. Hiçbiri emekliliği kabul etmedi.Tabii doğal olarak hiçbiri tahliye edilmedi.Zaman geçti, ağustos geldi. Yüksek Askeri Şura toplandı.En önemli sorun hapiste olan bu nedenle orduda tıkanıklık yaratan komutanların durumuydu.Genelkurmay iktidarla anlaştı, “kangren olan kolup kesilip atılmasına” karar verildi.Böylelikle tutuklu komutanların ikisi hariç hepsi emekliye sevkedildi.Bu Şura’da tutuklanması istenen ancak sağlık sorunları nedeniyle GATA’da tedavi gören Nusdet Taşdeler de tıpkı geçen yıl Bilgin Balanlı’ya uygulanan yöntemle Yüksek Askeri Şura Üyesi yapıldı.Bu da şu demektir; eğer Bilgin Balanlı ve Nusdet Taşdeler “Bu durumda biz de emekliliğimizi istiyoruz” demezlerse hapisten çıkamayacaklar. Çünkü hapisten çıkması halinde bundan sonra yapılacak ilk Yüksek Askeri Şura toplantısında Başbakan’ın karşısında oturacaklar. Vicdan azabı gibi.Başbakan’ın buna tahammül etmesi mümkün mü? Değil.O halde bu iki komutan da emekli olmadan tahliye beklemek bir hayaldir.Belli ki hapisteyken emekli edilen komutanların, emekli edilmeyen bu iki komutan üzerinde “manevi baskı” kurmaları amaçlanıyor. “Demedi” demeyin. *****İşte haftanın fıkralarıBu hafta da Yıldırım Tuna’dan gelen fıkralarla keyifli dakikalar dilerim. GazeteOğlumla gelinimi ziyarete gittim ve bir müddet onlarda misafir kaldım.. Geçen gece “Çocuklar, gazeteniz var mı?” diye sordum, “21. Yüzyıl’da yaşıyoruz baba” dedi oğlum, “Gazeteye para verilir mi?.. Benim iPod’umu alabilirsin.” O sivrisinek kafasına neyin inip de geberdiğini asla anlamamıştır.. Hihihihi..Pislik adam- Dün gece ilk defa tanışıp çıktığım herif tam bir pislikti.. Karşılıklı yemek yerken midem kalktı, dayanamayıp birden adamın parmaklarını kırdım..- Aa?.. Nasıl kırabildin ki?..- Dayanamayıp adamın burnuna masadaki şarap şişesiyle vurdum..!TutabilirmişBadanacılar evin içini bitirip dışarıları boyamaya başladılar, karım kapıları kapatıp içerileri temizlemeye başladı, tam yerleri sabunlayıp işini bitirdi ki kapının zili çaldı, işçilerden biri ayakkabıları toz içerisinde “Abla tuvalete girebilir miyim?” diye kapıda bitti. “Aman dur” dedi karım telaşla, “Dur, dur, dur, gidip gazete getireyim de yerlere sereyim.” İşçi “Boş ver abla” dedi “Tuvalete yetişene kadar tutabilirim..!”ÜçüzGenç kızlıklarından beri arkadaş iki sarışın uzun seneler sonra ilk defa karşılaşmışlar, birincisi “Biliyor musun, ben üçüz doğurdum“ demiş, “12000 de bir kere olabilen bir şey bu.” Diğer sarışın “ Aa?.. Deliler” demiş şaşkınlığını gizleyemeyerek, “Kızım pes.. Ne zaman vakit bulup da yemek yediniz, uyudunuz, çalıştınız?.. Ay çok yorucu bir şey..! “Vay şabalakKadın kocasının evin hizmetçisi ile birlikteliğinden şüphelenip bu olayı ortaya çıkartabilmek için müthiş bir plan yapmış. Cuma gecesi hizmetçiyi zorla izine göndererek kızın odasına geçmiş, kapıyı kapatmış, ışıkları söndürmüş ve kızın yatağına girmiş. Gece yarısına doğru ayak sesleri duymuş çekmiş yorganı üzerine, kapı açılmış, bir gölge içeri girmiş, soyunup yatağına süzülmüş.. Ateşli uzun uzun öpüşmelerden sonra evin hanımı yatakta doğrulup “Şaşırdın değil mi şabalak?” diye bağırarak birden açmış ışığı dudaklarını silip sutyenini düzeltirken. “Evet” demiş şoför, “Ha.. Hanımefendi, gerçekten şaşırdım..!”Yeni yöntemBir insana bir balık verin onu bir günlüğüne doyurmuş olursunuz.. Şayet ona balık avlamasını öğretirseniz ömür boyu aç kalmamasını sağlamış olursunuz.. Ama ona muhtardan kağıt çıkartıp maaş bağlar, cep telefonu, iftar çadırından bedava yemek, evine erzak, sobasına kömür, cebine yeşil kart verirseniz bütün bir yaşamı boyunca partimize oy vermesini temin edersiniz..! Her haftaAdam köpeğini gezdirirken, hayvan bir an elinden kurtulup evin birinin bahçesine girmiş, oradaki kadını ‘Hart’ diye ısırmış.. Kadın ağlayarak koşmuş içeri köpeğin sahibi ile ‘hesaplaşması’ için kocasını göndermiş bahçeye. Olaydan zaten son derece üzülmüş adam karşısına dikilen dev gibi kocayı görünce utanma ile korkma duygusu arasında gidip gelmiş “B..Bu işi mümkünse para ile çözelim.. 100 liraya ne dersiniz?” demiş sıkılarak. Kocası bir an düşünmüş “Tamam” demiş elini arka cebine atıp cüzdanını çıkartırken “Talebiniz makul ama önümüzdeki hafta içinde de o sevimli yaratığı bir kere daha getirip ısırtacaksınız..!”*****Gani Yıldız’dan Dışişleri’nin komşularla sıfır sorun politikasını eleştirenlere katılmıyoruz, sistem çok iyi çalışıyor: Dünyayı büyük bir mahalle olarak kabul edersek, Yeni Zelanda, Avustralya gibi “uzak” komşularla sıfır sorun yaşıyoruz.***Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, 9 yılda sadece 2 kesimin (müsteşar ve milletvekili) maaşının “eridiğini” belirtmiş. Bu açıklama, maaşı her ay “buharlaşan“ emeklinin kanını “dondurmuş” olmalı!***Sonu tek sayılı plakaların farklı, çiftlilerin farklı gün trafiğe çıkmalarını öngören çözüm İstanbul için hep düşünüldü. Peki hâlâ çözüm mü? Sanmıyoruz. O zaman çözüm? Başı “34” olanların trafiğe çıkmaması... ***Bazı içme suları ölüm saçıyor. “Sudan sebeplerden ölümün ülkesi”nden başka ne beklenirdi ki?!***Afet riski altındaki 7 milyon bina dinamitle yıkılacakmış. Konuyla ilgili açıklama yapan Yıkım Müteahhitleri Derneği Başkanı Mehmet Ali Bulut, “Yıkım sektörü Türkiye’de gelişmedi, çok amatör kaldı” demiş. Eee “yıkım operasyonları”nı depremlere bıraktığımız için doğal olarak gelişmemiştir!***Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 2010-2011 döneminde 300 binden fazla kişi İstanbul’dan göç etmiş. Büyük usta Orhan Veli’nin dizesini duruma uyarlarsak: İstanbul’dan kaçıyorum, gözlerim açıldı.

Devamını Oku

Paşa’nın Ergenekon misyonu bitti

3 Ağustos 2012

Ergenekon davası 5. yılında. Sanıkların büyük çoğunluğu 4 yılı aşkın süredir cezaevinde çile çekiyor. Haklarında somut bir kanıt yok. Yapılmış hatta teşebbüs edilmiş darbe de yok.Düşünen olmuş mu? Elbette olmuş. Ayrıca bugün bile zihninden “Ah şu yönetimi bir ele geçirsek” diye geçiren vardır. Muhtemelen yarın da olacaktır.İlk günden beri anlatmaya çalıştığım şuydu: “İktidar muktedir olabilmek için önündeki bütün engelleri kaldırmak, tehdit olarak gördüğü her faktörü yok etmek istiyordu. Asker iktidar için birinci tehdit unsuruydu. Yargı, bürokrasi ve devlet çarkı dışında olan üniversiteler ve medya da iktidarın nihai amacını engelleyebilecek faktörler olarak görülüyordu. İşe en güçlüden başlandı. Askerin komünizmle mücadele döneminden kalma siyasette etkin olma durumu, darbe iddialarına dayanan davalarla, karalama, aşağılama ve itibarsızlaştırma operasyonlarıyla yok edildi. Yargı ve bürokrasi iktidar gücünün kullanılmasıyla tamamen kontrol altına alındı, üniversitelerle medya ise tamamen etkisizleştirildi ve bağlanmış hale getirildi.”Amaç sağlandı, Türkiye iktidarın arzuladığı şekilde yoğruldu. Artık yolun sonuna gelindi. Şimdi bu davaların da bitirilmesi gerekiyor.Son noktayı büyük olasılıkla eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e koydurtuyorlar.Özkök bütün iddiaların tam ortasındaki isim. Ancak Ergenekon davasında nedense en son dinlenen tanık oldu.Eğer Özkök davanın ilk başında tanık olarak dinlense belki bugünlere bile gelinmeyecek ve dava ya düşecek ya da hızlı mahkûmiyetlerle bitecekti.Bu açıdan bakınca Hilmi Özkök’ün önemli bir misyon yüklendiğini anlıyoruz.Ergenekon’un asker sanıklarının inancına göre, iktidar Hilmi Özkök’ün kendilerine verdiği bilgi ve belgelere güvenerek bu operasyona kalkışmıştır. Özkök tamamına sahip olduğu kimi kozmik bilgi ve belgeleri sızdırmış ve operasyonun başlamasını sağlamıştır.Sanık askerlere göre Özkök, olayın başlangıcında yaptığı garip açıklamalarla halkın kafasının da karışmasına neden olmuş, iktidarın Türk Silahlı Kuvvetleri’ni etkisiz hâle getirmek için yürüdüğü yolun açılmasına katkı yapmıştır.Medya Özkök’ün ifadelerini “kendi meşrebine” göre değerlendiriyor. Artık fark etmez. Misyon tamamlandı çünkü.Özkök’ün ifadelerinden sonra dava tümden düşebileceği gibi ağır hapis cezaları da çıkabilir. Çünkü Paşa son görevini yaparken yine tam açık konuşmadı, yoruma açık ifadeler kullandı.Mahkeme bunları istediği gibi yorumlayabilir. “Darbe vardır” diyebileceği gibi “darbeyle ilgili yeterli kanıt bulunmamıştır” kararına da varabilir.Tahminim, mahkemenin Özkök’ün ifadesini “yandaş medyadaki” gibi yorumlayacağı ve sanıklara “darbeye teşebbüsten” cezalar vererek davayı kapatacağıdır.*****Sayın Turizm Bakanı bunu nasıl yaparsınız?AKP iktidarı ile Türkiye’de bir ilk daha yaşandı. Turizm Bakanlığı tamamen “ahlakçı” zihniyetten yola çıkarak bir turizm şirketini sorgusuz sualsiz kapattı.33 yıllık bir turizmcinin ve yanında çalışanların iş hayatına son verdi.Olay şu: Cem Polatoğlu 33 yıldır turizm sektöründe. Daha önce Prontotur’u yönetiyordu şimdi de Baracuda turizmin sahibi. Daha çok kültür ve egzotik turlar düzenliyor. Vietnam, Kamboçya, Transilvanya, Phuket gibi yerlere tur paketleri hazırlıyor.Polatoğlu’nun yazı geçmişi de var. Bir dönem Cumhuriyet’te turizm yazıları yazdığı gibi kendisine ait internet sitesinde de yazılar yazıyor.Hükümetin kürtajı yasaklamaya çalışması üzerine kendi ifadesiyle “ironik” bir yazı kaleme alıyor. Yasaklamalarla bir yere varılamayacağını, yasaklanan şeyin “korsan”laşacağını belirtiyor ve örneğin kumarhanelerin yasaklanmasından sonra turizm şirketlerinin kumarhane olan yerlere turlar düzenlediklerini ve milyonlarca kişinin bu yolla kumarhanelere gittiğini anlatıyor ve sözü kürtaja getirerek “Bu yasakla birlikte Kuzey Kıbrıs, Kırım, Bosna ve diğer yakın komşularımıza Kürtaj ve sezaryen turları artacak gibi görünüyor. Araştırmalara göre Kırım’da anlaşmalı olduğumuz bir hastanede işlemler yapılmak kaydı ile 3 gece 4 gün turumuz “kürtaj dahil” 299 euro olarak satışa sunulabilir” diyor.Bu yazı kimi gazetelerde yayınlanıyor. Bakanlık da ifade ve savunma bile almaya gerek görmeden Baracuda şirketinin lisansını iptal ediyor.Peki bu kadar sert kararın arkasında acaba ne var? Polatoğlu, “Tahminime göre TÜRSAB Başkanı ile olan sürtüşmemiz etkili oldu” dedi. Polatoğlu iki dönem TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy’a karşı aday olmuş. Ulusoy bundan çok rahatsızmış. Yazısını da şikâyet ederek “Ahlaki değerlerimizi ayaklar altına aldığını ayrıca Türkiye’nin imajını bozduğunu” ileri sürmüş.Turizm Bakanlığı da Baracuda şirketinin lisansını “ahlaka aykırı davranmak” suçlamasıyla sorgusuz sualsiz iptal etmiş.İnanılır gibi değil. Burası bir hukuk devleti mi yoksa muz cumhuriyeti mi? Hele bu hukuksuz kararı adında “kültür” geçen bir bakanlık alıyorsa, varın düşünün Türkiye’nin ne hâle geldiğini.*****Irak Başbakanı “Gazabımızı” bilmiyor galibaDışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu uçağımızın düşmesinden sonra esmiş gürlemiş ve “Kimse Türkiye’ye test etmeye kalkmasın, dostluğumuz iyidir ama düşmanlığımızın gazabından da korkun” anlamında tehditler savurmuştu.Anlaşılan Irak Başbakanı Maliki Türkiye’nin düşmanlık karşısındaki gazabından habersiz. Davutoğlu’nun izin almadan Kerkük’e gittiğini söyleyen Maliki “Bu bizim egemenlik haklarımıza saldırıdır. Davutoğlu’nu tutuklama hakkımız var” deyiverdi.Elbette Irak yönetimi Davutoğlu’nu tutuklamaya kalkışmaz bile, ama kendisini bölgenin lideri gören ülkenin karizması da böyle çizilir işte.Davutoğlu’nun “stratejik derinlik” dediği kavram her gün su alıyor, haberi var mı?*****Feci bir başlıkHükümeti eleştirmeye başladığı için artık işlevini giderek yitiren Taraf Gazetesi’nde önceki gün sürmanşette “feci” bir başlık vardı. Aynen şöyleydi: “Müslümanlar Ay’a karşı.”“Ay” denilen Sedat Selim Ay. İstanbul Terörle Mücadeleden sorumlu Emniyet Müdürü Yardımcısı. Bu kişi geçmişte yaptığı işkencelerle anılıyor. Taraf günlerdir bu kişinin İstanbul’a atanmasını eleştiriyor. İşkence yaptığı mahkeme kararlarıyla sabit birinin bu göreve getirilmesi elbette çok yanlış.Gazete günlerdir sürdürdüğü yayınlara destek olması amacıyla ilahiyatçılardan, Mazlum-Der’den, Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı’ndan ve bazı İslamcı isimlerden demeçler almış. “Müslümanlar” diye kastedilenler bunlar.Türkiye yüzde 99’u Müslüman olan bir ülke.Sürekli ayrımcılıktan, ötekileştirmekten yakınan bir gazetenin bu gerçeği bilmemesi mümkün mü? O halde bir konuda tepki gösterenleri “Müslümanlar” diye ayırmak ne anlama geliyor?Eğer başka kasıt yoksa, bunun adı cahilliktir. Ya da AKP hükümetine “Bakın sizinkiler bile karşı” diyebilmek için günlerdir sürdürülen bir haberin şehvetine kapılmaktır.

Devamını Oku

Sahipsiz İstanbul’da trafiği çözmek zor değil

1 Ağustos 2012

Uzunca bir zaman önce, 90’lı yılların sonundaydı. Almanya’da Tübingen’de yaşayan ve Türklere Alman devletiyle hukuki sorunlarda yardımcı olan Tahsin Ersoy ziyarete gelmişti.Yanında 4 Alman profesör vardı. Bu kişiler çeşitli Alman üniversitelerinde görev yapan şehircilik ve trafik uzmanlarıydı.Almanya’da trafik konusu ayrı bir bilim dalı.Alman uzmanlar İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin davetlisiydi. İstanbul trafiğini incelemek ve önerilerde bulunmak için gelmişlerdi.Tahsin Ersoy ve 4 Alman profesörle bir kahvaltı ettik. Uzmanların ortak görüşü şuydu: “İstanbul’da trafik hiçbir bilimsel temele dayanmıyor.”Ama uzmanların asıl dehşetli tespiti şuydu: “Birkaç öneride bulunduk, ama karşımızdakiler o kadar farklı ve bilim dışı düşünüyorlar ki, bizim burada bir şey yapmamız mümkün değil.”Aradan 10-12 yıl geçti. Değişen bir şey yok.Sahipsiz İstanbul’un sözde yöneticileri yine bilim, akıl ve mantık dışı uygulamalarla kent trafiğini rahatlatacaklarına keşmekeşin daha da artmasına neden oluyorlar.İstanbul’da trafiği içinden çıkılmaz hâle getiren üç faktör var.Birincisi ana yollardaki giriş ve çıkışların huniyi andırması.4 şerit gelen bir yolun daraltma önlemi alınmadan üç şeride hatta iki şeride inmesi hâlinde trafiğin sıkışmaması mümkün mü?Bunun giderilmesi için yolun çok önceden “terbiye edilmesi” gerekiyor.Yani; bir yol hiç daralmadan ve genişlemeden aynı sayıda şeritle akıtılmalı.Böyle olduğunda yol yavaş aksa bile hiç durmaz.Ama siz örneğin birinci çevre yolunu 4 şeritten akıtır, yan katılımları da iki şerit halinde sokup sonra fermuar yöntemiyle daraltmaya çalışırsanız, elbette Boğaz Köprüsü’ne kadar trafik dura kalka yürür.Geçenler bilir, eğer kendinizi Boğaziçi Köprüsü’nün girişine kadar atabilirseniz ondan sonra hiç durmadan devam edersiniz, ta ki tekrar bir huniye gelene kadar.Demek ki, yine örneğin birinci çevre yolunun “terbiyesi” Göztepe’den ya da tersten bakarsak Haliç’ten başlamak zorunda.Buralarını havaalanı gibi geniş tutar ve bütün araçları salarsanız, Çamlıca ya da Mecidiyeköy’de sıkışıklık kaçınılmazdır.İkinci faktör, ışıklı kavşakların kontrol edilmemesi.O da şu: Kırmızıda bekliyorsunuz, sağdan gelen trafik için yeşil yanıyor. Ama yol tıkalı. Size yeşil yandığında sağa giden trafik çözülmemiş henüz. Siz yeşil boyunca geçemiyor, bekliyorsunuz; sonra size tekrar kırmızı yanıyor yine yerinizden kıpırdayamıyorsunuzEğer İstanbul’un bir trafik müdürü olsa, MOBESE kameralarından hangi kavşakların sıkıştığını görür ve oraya anında mobil ekipler gönderir.Üçüncü faktör emniyet şeritlerinin korunamaması. Ek şerit gibi kullanılan emniyet şeritlerinden geçen araçlar kavşaklarda ya da daralma yerlerinde ekstra sıkışıklık yaratıyor.Tabii vatandaşın da sözde uyanıklığı var, bu şeridi kullanarak çabuk gideceğini sanıyor, oysa kendi sıkıştığı gibi bütün trafiği de altüst ediyor. Bir devlet, hayati önem taşıyan emniyet şeritlerini bile koruyamıyorsa ve o şeridi özellikle devlet görevlileri kendi imtiyaz alanları olarak görüyorsa trafik sorununun çözülmesi mümkün değildir. Çünkü bu bir mantık, bir zihniyet sorunudur ve ülke daha baştan kaybetmiş demektir.*****Kirli-temiz damacana tartışması açıldı, iyi oldu.İstanbullu suyu “kana kana” içiyordu. Artık uyandı; “kanmadan” içiyor! (Gani Yıldız)*****Allah aşkına “kaynakçıları” önleyin Bütün önlemlerin dışında İstanbul Trafik Müdürlüğü sadece şu “kaynakçılarla” baş etse, hem trafiği rahatlatır hem de milyonlarca araç kullananın hayır duasını alır.Kaynakçılar şunlar: Daralan bir şeride dışarıdan yanaşarak bir şerit daha ekleyen ve tabii arkayı felç edip uç noktada içeri girmeye çalışanlar.O kadar büyük tepki çekiyor ki bu uyanıklar. Ama ne yazık ki kimsenin elinden bir şey gelmiyor. Kimileri yol vermemeye çalışıyor, hatta kafa kafaya vuruşmayı bile göze alıyor ama nafile. Ne yapacaksınız inip dövecek hâliniz yok ya.Ama insanı asıl deli eden, bu işin trafik polislerinin gözü önünde yapılması. Zaman zaman bazı yerlerde engel olduklarını görüyorum ama caydırıcı hiçbir şey yapılmadığı için “şehir magandaları” daima galip çıkıyor.*****Gül’ün 28 puan gerilemesinin nedeni Dünkü yazımda Konsensus araştırma şirketinin yaptığı Cumhurbaşkanlığı anketinden söz etmiş ve “Martta yapılan ankette yüzde 48,8 oy alan Gül’ün 3 ay sonra nasıl olup da yüzde 20,8 çıktığını” sormuştum.Konsensus’un Başkanı Murat Sarı aradı bunun üzerine.Özetle şunu söyledi “İlk araştırmamız Abdullah Gül’ün yeniden aday olamayacağını öngeren anayasa değişikliğinden önce yapılmıştı. Bu nedenle herkes Gül’ün aday olma ihtimali olduğunu düşünüyordu. İkinci araştırma ise Anayasa Mahkemesi’nin Gül’e adaylık yolunu açmasından önce yapıldı. O gün itibarıyla Gül aday olamayacağı için oran düştü. Buna rağmen Gül’e yüzde 20 oy çıktı.” *****Ortada hiç trafik polisi yok İstanbul’da kaç trafik polisinin çalıştığını bilmiyorum. İlgili internet sitelerinde de çalışan sayısını bulamadım.Ama şurası bir gerçek ki, İstanbul’daki trafik polisi sayısı yeterli değil.Bunun da ötesinde, vatandaş özellikle sıkışık saatlerde trafik polisi görmeye hasret.Eğer ortalıkta çok sayıda trafik polisi görülüyorsa herkes anlıyor ki ya Cumhurbaşkanı ya da Başbakan geçecek o bölgeden.Yine aynı konuda şikâyetimi dile getirdiğim yazılarımın birinden sonra arayan bir Trafik Müdürü “Can Bey, her kavşağa bir polis koyamayız ki” demişti.Peki polis nerede ve ne zaman ortaya çıkıyor?Trafiğin sıkışık olmadığı saatlerde, kurulan tuzaklarda.Ya da yine trafiği hiç engellemeyen yerlerde park etmiş araçları çekmek için.Bir de kazalarda tabii.Elbette bu satırlarımdan “ortalıkta tek trafik polisi yok” anlamı çıkmasın, görevlerini canla başla yapan, yağmurda, çamurda, karda, kışta, 40 derece sıcakta yine de çalışan polislerimiz sakın alınmasın.Konu onların fedakârlıkları değil, yaptıkları işin yararlı olup olmadığıdır.Elbette fedakârlıkları görmezden gelemeyiz, ama sistem başından yanlış olunca onların çabaları da bir sonuç vermiyor. *****İstanbul trafiği özellikle mi çözülmüyor? Boğaziçi ve Haliç Köprüsü’ndeki onarım nedeniyle tam bir kâbus olan İstanbul trafiğinde deliye dönen pek çok kişinin zihninde hep aynı soru var; “Acaba bu keşmekeş bilerek mi yaratılıyor?”İstanbul’a öyle bir sıkıntı yaşatırsın ki, herkes bunalır, bıkar ve “Boğaz’a üçüncü hatta dördüncü köprüyü de yapın” demeye başlar.Böylelikle Boğaz köprülerinin kenti daha da yaşanmaz hâle getireceğini söyleyenlerin gücü azaltılır, sorunsuz biçimde yeni köprülerin güzergâhları belirlenir ve tabii yeni rant alanları yaratılmış olur.Kötü bir düşünce ama, bilin ki bu fikir giderek yaygınlaşıyor.

Devamını Oku

Sahipsiz İstanbul köprü çilesiyle büyük bir fırsatı kaçırıyor

31 Temmuz 2012

İstanbul’un hâli perişan. Biri Boğaz’da biri Haliç’te iki köprünün bakıma alınması zaten “beter” olan trafiği korkunç bir çileye dönüştürdü.Bütün bunlar ne yazık ki İstanbul’un bir sahibi olmadığı için yaşanıyor.Eğer İstanbul’un başında bir vali, bir emniyet müdürü, bir trafik müdürü ve bir belediye başkanı olsaydı ve o makamları işgal edenler akılla, bilimle çalışsaydı 15 milyon İstanbullu’nun çilesi bu kadar büyük olmazdı.Hiçbir ön hazırlık yapılmadan yol inşaatlarına girişildi.Vatandaşa ne alternatif yol gösterildi, ne yollarda bir düzenleme yapıldı.Sadece şeritler kapatıldı, halk kendi hâline bırakıldı.Ama trafik bir bilimdir.Trafiği yönetmek de bir bilimdir.O halde bu işi yapanların da bilimsel çalışmaları gerekir.Oysa bizde, hâlâ babadan kalma usullerle çalışılıyor.Alınacak çok basit önlemlerle trafik çilesinin en az üçte bir oranında hafifletilebileceğini rahatlıkla söyleyebilirim. Onu yarın yazacağım.Ama bugün yöneticilerin işbilmezliği yüzünden kaçırılan büyük fırsatı anlatmak istiyorum.Güya İstanbul’u yönetenler, o kadar hazırlıksızdı ki köprülerde şeritler kapatıldığı an İstanbul cehenneme döndü.Ne yapacağını bilemeyen sözde yöneticiler çaresizlik içinde kıvranırken, gerekli olmayan geçici bir çare bile Başbakan’ın talimatıyla bulundu.Başbakan “İstanbul halkı çok çile çekiyor, bu nedenle onarımlar bitene kadar Boğaz köprüleri bedava” dedi.Kimileri bunu çok parlak bir fikir olarak gördü. Oysa yanlış.Köprüleri değil vapurları ücretsiz yapmak gerekirdi.Çünkü köprülerdeki sıkışıklık gişelerden kaynaklanmıyor. Geçişlerin bedava olması hiçbir sorunu halletmediği gibi kimi avantacıları da köprülere yöneltiyor.Yıllardır söyleriz, “İstanbul ulaşımda denizi kullanmıyor” diye.Köprü onarımları tarihi bir fırsattı. Boğaz’ın en az 10 noktasından karşılıklı ve sürekli vapur-motor seferleri konabilirdi.Bunun için hemen küçük iskele düzenleri kurulabilir, varış-kalkış noktalarına da merkezlere gidecek otobüsler konabilirdi.Eskiden İstinye ve Kabataş’ta arabalı vapurlar vardı. Geçici bir önlem olarak yine uygun yerlerden arabalı vapur seferleri de başlatılabilirdi.Köprülerin onarımı 3 ay sürüyor. Eğer ilk günden bu önlemler alınmış olsa muhtemelen onarımdan sonra da bu hatlardan çoğu yine kullanılabilirdi. 3 ayda aracını almadan karşıdan karşıya geçmekte zorlanmadığını gören halk onarım sonrasında da bu hatları tercih edebilirdi.Son günlerde bazı noktalarda, o da halkın talebi üzerine bazı ek seferler konulduğunu duyuyorum.Bu iyi bir şey olsa bile çok geç kalındı. Halkta alışkanlık olarak yerleşmesi için süre çok daraldı. Köprüler normale girdiği an o hatlar yine kullanılmaz duruma gelecek.*****Ülke olarak âdeta iki “pozisyon”da yaşıyoruz. Trafikte “durma noktasında”yız, terörde “sözün bittiği yerde”yiz. (Gani Yıldız) *****Uzun tutuklulukların sürmesi Meclis’in hatasıdır Eski CHP milletvekillerinden Onur Öymen, çeşitli konulardaki fikirlerini mesajlar yoluyla bildirmeye devam ediyor.Öymen 3. Yargı Paketi’ne ve Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılmasına rağmen bazı önemli davalarda hâlâ tutuklulukların sürmesini Meclis’in yasayı çıkarırken hata yapmasına bağlıyor.Öymen’in bu konudaki mesajı şöyle:3. Yargı Paketi çerçevesinde adi suçlardan yargılanan bazılarının tahliye edilip siyasi suçluların tahliye edilmemesi eleştiriliyor. Bazı siyasetçiler bunun için mahkemeleri suçlayıcı beyanlarda bulunuyorlar. Bu durumun nedeni Meclisten çıkartılan yasanın mahkemelere geniş takdir hakkı tanımasıdır. Başbakan’ın görevlendirdiği istihbarat mensuplarının yargılanmasını izne bağlayan yasa değişikliğinde yargıya takdir hakkı bırakılmış mıydı? Çeşitli alanlardaki pek çok yasa metninde de yargıya geniş takdir hakkı bırakılmamıştır.Bu gibi sorunlar eğer Mecliste çoğunluğun iradesi varsa çözülebilir. 3. Yargı Paketinde Meclisin açık iradesi ortaya konulmadığı için bazı farklı uygulamalar ve üzüntü verici durumlar ortaya çıktı. Acaba muhalefet böyle durumlarda Meclis’teki gücünü daha etkili biçimde ortaya koyamaz mıydı? Elindeki kozları, örneğin Anayasa Hazırlık Komisyonu’nundan çekilme kartını kullanamaz mıydı? Aynı şekilde, dönem başındaki yemin krizinde tutuklu milletvekillerinin tahliyesiyle ilgili mutabakat belgesi daha açık biçimde kaleme alınıp farklı yorumlara yol açacak bir metnin ortaya çıkması önlenemez miydi? Özellikle iktidarın siyasi hedeflerinin ve tercihlerinin belli olduğu dönemlerde muhalefetin çeşitli yönlere çekilebilecek metinlere karşı daha duyarlı olması gerekiyor. Unutulmamalıdır ki, şerlerin en kötüsü ehveni şerdir. ***** Gel de anketlere güven Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Ahmet Sever’in, Gül’ün yeniden adaylığı konusundaki sözlerinin yankıları sürerken ortaya ibret verici bir durum da çıktı.Sever Cumhurbaşkanlığı ile ilgili bazı anketlerin çok şaşırtıcı olduğunu belirtiyor. Bir ankette Gül’ün adının hiç geçmemesinin akıl ve mantık dışı olduğunu söylüyor. Bir ankette açık ara birinci çıkan Gül’ün bir süre sonra yapılan yeni ankette 20 puan birden gerilemesinin garip olduğunu ileri sürüyor. Haklı. Örneğin Konsensus şirketi martta bir gazete için kamuoyu araştırması yapıyor. “Cumhurbaşkanı kim olmalı?” sorusuna yüzde 48,8 Gül, yüzde 16,9 Erdoğan yanıtı veriliyor.Aynı şirket 3 ay sonra bir daha yapıyor aynı araştırmayı ve aynı soruyu soruyor. Bu kez Erdoğan 41,8 Gül 20,8 çıkıyor. Peki marttan temmuza kadar Gül’ü çok aşağıya çekecek, Erdoğan’ı da yukarı fırlatacak ne oldu?Şimdi gelin de araştırma şirketlerinin verilerine güvenin bakalım.Seçimlerden önce “Bu anketlerle halk yönlendiriliyor, seçimlerde de hile yapılıp bu sonuçlar alınıyor” dediğimizde bizi “yenilen pehlivan güreşe doymaz” diye tefe almaya kalkıyorlar.“Gül olayı” araştırma şirketlerinin ciddiyetinin ve açıkladıkları sonuçlardaki deformasyonun sorgulanması gerektiğini gösteriyor bize. *****Camiyi kim bombaladı? Gazete ve televizyonlarda Suriye’de neredeyse tamamen yıkılan bir camiyi görmüşsünüzdür herhalde.Hatta koca caminin bombalarla çöktüğü anı bile izledik.Ancak bilgi kirliliği burada da kendini gösterdi. Bazı kaynaklar muhalif militanların, caminin şerefelerine yerleşen Esad’çı sniper’ları (keskin nişancı) etkisiz hale getirmek için camiyi “mecburen” bombaladığını söylerken, bazı kaynaklar ise camiyi Esad’ın uçaklarının bombaladıklarını, askerlerin postallarıyla camiye girerek Kuran’ı Kerim’leri yaktıklarını bildirdiler.Hepimizin neredeyse canlı olarak izlediği olayda bile “doğru bilgi sıkıntısı” çekiyorsak, Suriye’de olup bitenlerin doğruluğu hakkında varın siz düşünün artık.

Devamını Oku