İstanbul’un Çamlıca Tepesi’ne “Türkiye’nin en büyük camisi”nin yapılacak olması bildik tartışmaları yeniden alevlendirdi. Yıllarca Taksim’e cami konusunu tartışmıştık, şimdi de Çamlıca’yı tartışıyoruz.Çamlıca’ya, üstelik cemaatin gitmesinin çok zor olduğu bir bölgeye Türkiye’nin en büyük camisini inşa etmek akla ve mantığa ne kadar uygun?Ancak proje sahibine bakınca, bunun bir anlamı olduğu ortaya çıkıyor. Camiyi isteyen bizzat Başbakan Erdoğan. “Kalıcı bir eser” bırakmak istiyormuş, en güzel kalıcı eserin de cami olduğunu düşünmüş.Aslına bakarsanız “camiyi kalıcı eser” olarak kabul etmek bir Osmanlı padişahları geleneği.Osmanlı padişahları hem muhtemelen akıllarına başka bir şey gelmediği hem de halka şirin gözükmek için adlarına büyük camiler inşa ettirmişler.İmparatorluğun son zamanlarına doğru kalıcı eserler arasına saraylar, büyük kışlalar, hastaneler de eklenmiş.Her dönemin kendine özgü bir mimarisi de var. Örneğin Selçuklu dönemi camileri estetik olarak güzeldir.Camilerimizin en görkemli dönemi Mimar Sinan dönemidir. Bir dâhi mimar olan Mimar Sinan, Şehzade, Süleymaniye ve Selimiye camileri ile tarihe geçti.Ancak ne yazık ki Mimar Sinan’dan sonra cami mimarisinde ileri gidemedik. Daha sonraki büyük camiler hep Mimar Sinan’ınkilerin kopyası haline geldi.Türkiye Müslüman ülkeler içinde “camisi en fazla olan” ülke.Neredelse her mahallede, ihtiyacın çok üstünde cami var. Örneğin İstanbul’daki cami sayısı 3 binden fazla.Vatandaşın ihtiyacı varsa elbette cami yapılacaktır. Ancak benim asıl dikkatimi çeken, camilerin mimarisi.Sanki ne kadar büyük cami yapılırsa o kadar Müslüman oluyormuşuz gibi küçücük köylere bile devasa camiler yapılıyor.Büyük olması değil, mimarisinin kötü olması rahatsız edici. Hepsi birer Mimar Sinan taklidi bu camiler, bulundukları yerin görünümünü de bozuyor.Cami yapmak isteyenlere, örneğin İstanbul Boğazı’nda hemen her iskelenin yanında bulunan camilere bakmasını tavsiye ederim. Ya da Osmanlı döneminde padişahlar tarafından değil de, saray mensupları ya da varlıklı kişiler tarafından yaptırılan camileri görsünler.Şurasını unutmamak gerek; kubbe cami mimarisinin olmazsa olmazı değildir. Mimar Sinan aynı anda binlerce kişiyi aynı çatı altında bir araya getirebilmek için “kubbe”yi bulmuş ve uygulamıştır.Kubbe “büyük camilerin” içinde direkler olmadan geniş mekân açabilmek için bulunmuş bir yöntemdir.Oysa bizde sanki temel kuralmış gibi küçük camiler bile kubbesiz yapılmıyor.Türkiye’de camiler “cami yaptırma dernekleri” aracılığı ile genellikle halktan para toplanarak yapılıyor.Hükümet de cami yapılması konusunda çok hassas. Bölge halkının bir cami yaptırma derneği kurup cami yaptırmayacağını düşündüğü yerlere TOKİ aracılığı ile bir cami konduruyor. Ataşehir’deki devasa cami bunun tipik örneğidir. Aynı şekilde Çamlıca Yolu’na da yine TOKİ tarafından dev bir cami oturtuldu.Madem cami konusu bu kadar hassas, hükümet mimari konuda da yol gösterici olmalı ve hiç olmazsa yeni yapılan camilerin estetik güzelliklerine de karışmalıdır.Canı isteyen istediği yere, mimarisi çok kötü camiler yapmaya kalkamamalıdır.Bir konu da şu; yeni camilerde en az iki minare var ve nedense bu minareleri çok uzun, üstelik her birinde üçer şerefe var.Osmanlı mimarisinde minare ve şerefe sayılarının bir anlamı vardır. Bugünküler bunu bilmeden yapıyor...İkincisi, hoparlör icat edilmeden bu minarelere müzzenler her namaz vakti çıkarlardı. Hem de kaç şerefe varsa o kadar müezzin çıkardı. Şimdi ise sadece Ramazan ayında TV şovlarına katılan müezzinler minareye çıkıyor. Bu hak mıdır?*****Muhalefeti cami düşman gibi göstermek istiyorlarÇamlıca’ya yapılmak istenen camiyle ilgili tartışmalar sürerken “oyun içinde oyun” olacağından da kuşkulanıyorum.Şurası açık ki Çamlıca Tepesi’ne Türkiye’nin ve hatta belki dünyanın en büyük camisinin inşa edilmesine hiç gerek yok.Hem caminin işlevi açısından hem de binlerce yıllık İstanbul’un estetik görümümü açısından yersiz.Öte yandan zihni “dinsel temalarla” doldurulmuş milyonlarca kişinin, bu mantıkla hareket etmeyeceği de kesin.Dolayısıyla “Çamlıca’ya cami gereksiz” söylemlerinin “cami düşmanlığı yapıyorlar” propagandası ile karşılaşması büyük olasılıktır.Caminin temelinin atılışının ve inşaatının yükselmesi önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı, yerel ve belki de erken genel seçimlere denk geleceğini düşünürsek, muhalefetin özellikle CHP’nin bu açıdan köşeye sıkıştırılmak istenmesi kimseyi şaşırtmamalı.CHP’nin seçime doğru “cami düşmanlığı” türü bir kara propaganda ile karşılaşmamak için önlemini bugünden alması ve halka bu caminin nasıl bir iktidar oyunu olduğunu iyi anlatması gerekir.*****Bana biraz izinSevgili okurlar; bir yıla yakın süredir yazılarıma ara vermeden sizlerle birlikte olmaya çalışıyorum. Bu arada çeşitli TV kanallarında da yine birlikte oluyoruz.Takdir edersiniz ki bizlerin de biraz dinlenmeye, sakin bir ortamda günlük gerilimlerden, gündemin yakıcı ateşinden uzak kalmaya hakkımız var. Bir süre sizlerden ayrı kalmama herhalde izin verirsiniz.Sanıyorum 24 Temmuz haftasında tekrar birlikte olacağız. Sizden ricam bu süre içinde mesaj atmamanız. Çünkü mesajlarıma yazı yazdığım dönemdeki kadar titizlikle bakamayabilir ve tabii ki cevap da veremeyebilirimŞimdilik kalın sağlıcakla.*****Türkiye’de 81 bin cami varTürkiye dünyanın en çok camisine sahip ülkesi. Diğer Müslüman ülkelerdeki cami sayısı Türkiye’nin yarısı kadar bile değil. Türkiye’deki toplam cami sayısı 81 bin 984.Cami yapmak bizde bir tür “ne kadar çok Müslüman olduğunu gösterme” yarışı gibi. Öyle ki birçok Anadolu köyünde (özellikle Karadeniz’de) 200-300 haneli köylerde iki hatta üç cami bile var.Cami sayısında birinciliği İstanbul alıyor. En az cami ise Türkiye’nin en küçük ili Tunceli’de. Bu ildeki toplam cami sayısı 96. Konya üç büyük kenti geride bırakıp cami sayısında ikinci sıraya oturmuş. Nüfusa göre ise en çok cami Karaman’da. İstanbul’dan 55 kere küçük olan Karaman’da 475 cami var.En çok camisi olan ilk 15 il şöyle;1- İstanbul: 30872- Konya: 30253- Ankara: 27884- Samsun: 26125- Kastamonu: 25466- Antalya: 20607- Ordu: 19788- Trabzon: 19039- İzmir: 176710- Diyarbakır: 173511- Manisa: 164212- Balıkesir: 163813- Bursa: 162614- Şanlıurfa: 158115- Erzurum: 1499Bu arada bir not ekleyeyim; Türkiye’deki 81 bin camiye karşı 67 bin okul, 1220 hastane var. Doktor sayımız 77 bin, din görevlisi sayısı ise 90 bin.
CHP’de Kurultay yaklaşıyor. Genel Merkez sessiz ve derinden Kurultay’da Kılıçdaroğlu’nun kesin hâkimiyetini ilan etmeye hazırlanırken fazla varlık gösteremeyeceği anlaşılan ufak tefek muhalif hareketler de kendini göstermeye çalışıyor.Bu kurultay öncesi, CHP’de halen aktif siyaset yapan ama daha önemli görevlerde olmasında ülke yararı gördüğüm ve henüz yeni tanıdığım bir CHP’liden söz etmek istiyorum.Çünkü özgeçmişi ve bugüne kadar yaptıkları gerçekten müthiş.Tahsin Tarhan bir sanayici. Düzce’de bir fabrikası var. Otomobillerin yaylarını imal ediyor. Yurt dışına da önemli miktarda satış yapıyor.1964 yılında Gümüşhane’nin Şiran İlçesi’ne bağlı Başköy’de dokuz çocuklu fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş.Ailesi ile İstanbul’a göç etmişler. Maddi sıkıntılar nedeniyle ortaokuldan sonra eğitimi terk etmek zorunda kalmış ve bir oto tamirhanesinde çalışmaya başlamış.Ancak Tarhan içindeki okuma arzusunu hiç kenara bırakmamış ve açık öğretimde okuyarak liseyi sonra da üniversiteyi bitirmiş.Oto makas atölyesinde çalışırken öğrendiği işi 16 yaşında açtığı iş yeriyle kendi işi haline getirmiş. 6 yıl sonra oto makas toptantıcılığı işine soyunmuş, 2000 yılında ise Çelikyay’ı satın alarak sanayiciliğe adım atmış.İşinin başından hiç ayrılmayan Taran şirketini kısa sürede 30 ülkeye ihracat yapan bir marka haline getirmiş.“Geldiğim yeri hiç unutmadım” dedi Tahsin Tarhan: “Emekçilikten gelen bir sanayici olarak siyasette de olmak ve ülkeme hizmet etmek istedim.”Tarhan bu nedenle 2002’de SHP’nin Gebze Kurucu İlçe Başkanı olmuş, daha sonra da SHP Parti Meclisi’ne seçilmiş.Siyasete CHP’de devam eden Tarhan 2011’de Kocaeli’nden milletvekili adayı da olmuş ama seçilememiş.Tarhan şu anda CHP Genel Merkezi’nde Örgütlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Danışmanı olarak siyasi çalışmalarını sürdürüyor.Tarhan’ın sadece siyasi alanda çabası yok. “Ben tırnaklarımla kazıyarak bir iş, meslek sahibi oldum, yüksek okulu da okudum, yurt dışında işlerimi görecek kadar İngilizceyi de öğrendim. Bu nedenle halkımla sosyal dayanışma içinde olmayı ve benim gibi çabalayanlara yardım etmeyi de kendime görev edindim” diyor.Tarhan 1999-2002 yılları arasında 3 yıl süreyle Gebze Çayırova Spor Kulübü kurucu başkanlığı görevini yürütürken Çayırova’ya 5 bin kişilik tribünlü bir stadyum kazandırmış.Burada açtığı futbol okulunda 500 öğrencinin eğitim almasını sağlamış.Sadece spora değil, ilkokul çağındaki çocuklara da bir okul kazandırmış.2008 yılında kendi eğitimi sürecinde yaşadığı sıkıntıları ve zorlukları göz önünde bulundurarak Gebze Güzeltepe’de 18 sınıflık bir okul yaptırarak, Milli Eğitim’e bağışlamış. Kaç öğrenciye burs verdiğini artık kendisi bile hatırlamıyor. “Ama çok” diyor.Bununla da bitmiyor Tahsin Tarhan’ın kişisel çabaları.Örneğin tanıştıktan sonra gazeteye bir kitap gönderdi. Meğer Tarhan fotoğraf çekmeye de merak salmış. Gittiği pek çok ülkede ve tabii ki Türkiye’de çektiği fotoğrafları bir albümde toplamış, Doğan Kitap da basıp dağıtmış. “Günden Kalan İzler” ismini verdiği albümde Tarhan biraz da geçmişini hatırlayarak yoksulluğun fotoğraflarını toplamış. Ama inanın her fotoğraf o kadar anlamlı ve güzel ki anlatamam.Kitabın gelirini Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’na bağışlamış.Tahsin Tarhan’ı niçin böyle uzun uzun anlattım.Çünkü uzun zamandır CHP’de böyle özveriyle çalışan, kendini iyi yetiştirmiş, donanımlı, bilgili “yeni” bir isimle tanışmamıştım.Siyasete devam edip etmeyeceğini sordum “Bunu kendime bir görev biliyorum, eleştirmek kolay, taşın altına elimizi koymazsak nasıl kurtuluruz” dedi.Öyle sanıyorum ki kurultayda Parti Meclisi’ne girmek için mücadele edecek.CHP’liler sözümü ciddiye alırlar mı bilemem, ama ben Tahsin Tarhan’a kefil olurum. Böyle bir değeri CHP’nin de gözden kaçırmaması gerek.*****211 aydının bildirisiAkit Gazetesi’ne yakınlığıyla bilinen bir internet sitesi kısa süre önce Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu ile ilgili ırkçı, şoven bir karalama kampanyası başlattı. Bayramoğlu’nun Ermeni kökenli olduğu iddiasından yola çıkarak ve elbette Ermeni olmayı da aşağılayıcı bir olguymuş gibi göstererek, Yeni Şafak yazarına ağır hakaretlerde bulundu.Bu kadar nefret içeren ve gazetecilikle hiç ilgisi olmayan bu kampanyaya karşı tepki de sert oldu.Ali Bayramoğlu’nun fikirlerine katılan katılmayan pek çok gazeteci, yazar, akademisyen, aydın, yazı ya da söylemleriyle bu çirkin yayınını protesto etti.Geçen hafta açılan bir imza kampanyasına 211 kişi katıldı.İmza verenlerin isimlerini tek tek inceledim. Birkaç kişi hariç hepsinin temel özelliği AKP iktidarını şiddetle desteklemeleri.Şimdi şunu sormak istiyorum; “Ali Bayramoğlu’na yapılan haksızlık, aşağılık saldırı sadece bu kişilerin mi ortak tepkisine neden olmuştur?”Neden AKP politikalarını desteklemeyen ama ortak paydası demokrasi, hukuk, özgürlükler, ayırımcılığa ırkçılığa, nefret suçlarına karşı çıkmak olan kişilere de ulaşılmamış ve tepki alanı daha geniş tutulmamıştır.Açık söyleyeyim; eğer düzenleyiciler bu tür bir nefret suçuna yönelik protesto ve suç duyurusu metnini bana da haber vermiş olsalardı tereddütsüz imzalardım.Ancak ne yazık ki aydın, liberal adı altındaki AKP destekleyicileri o kadar ayrımcı ki, hepimizi ilgilendiren bir olayda bile “sadece kendilerinden olanları” tercih ediyor, bunun dışında kalanları ise sanki demokrasi, özgürlükler, hukuk düşmanı gibi göstermeye çalışıyorlar.*****Türkiye Gençlik Birliği’nden “ırgat” çıkarmasıÖğrenci duyarlılığında en ön saflarda yer alan Türkiye Gençlik Birliği ilginç bir “hayat dersi” çalışmasına hazırlanıyor.Okulların kapanması ve yaz tatilinin başlamasıyla “tembelliğe” sürüklemeyeceklerini söyleyen gençler “emeğin ne olduğunu” anlamak ve “yerinde görmek” için Anadolu’nun kuş uçmaz kervan geçmez köylerine giderek “ırgat” gibi çalışacaklar.Türkiye Gençlik Birliği üyeleri “Topraktan, köylüden öğrenmeye gidiyoruz. Bu sefer kitabımız kâğıttan değil topraktan, ağaçtan, kayısıdan. Sınıflarımız yok, alabildiğine uzanan gökyüzümüz var, güneşimiz var. Cayır cayır... Dersimiz yok işbaşımız var... Oturacağımız sıralar yok çıkacağımız ağaçlar, sallayacağımız dallar, patik yapacağımız kayısılarımız var... Akacak terimiz su gibi. Köylü sınıfının en alt tabakasını anlamaya çalışacağız. Topraksız köylüyü” diyor.Gençler günde 12-13 saat çalışan ve sadece 27 lira kazanan ırgatın hâlini biraz olsun anlamayı ve bundan sonraki eylem planlarını bu deneyimlerin ışığında yeniden gözden geçirmeyi düşündüklerini belirtiyorlar.
Sevgili okurlar; yazın en sıcak günlerini yaşıyoruz. Meclis kapandı, siyasetin bir bölümü tatile girdi. Pek çok kişi yıllık iznini kullanıyor. Ancak gündemimizin hararetinde hiç azalma yok. Terör zirveden hiç inmiyor, Suriye olayı sürekli tırmandırılıyor, ekonomide iyi sinyallere rağmen endişeler de artıyor.Bölgenin yalnızıArtık herkesin kabul ettiği bir gerçek şu ki, Dışişleri Bakanı’nın hayalciliği ve yanlış politikaları Türkiye’yi bölgenin en yalnız ülkesi durumuna düşürdü. Yalnızlığımızın ötesinde bölgedeki neredeyse herkesle hasım hatta düşman hâline geldik. Suriye ile ise neredeyse savaşacakhâldeyiz.Suriye gerginliğiSuriye’ye bir uçağımızı düşürmesine rağmen kılımızı kıpırdatamadık ama, şimdi tamamen iç politikaya yönelik “efelenme” gösterileri yapıyoruz. Sınıra asker yığmalar, füzeler yerleştirmeler, tank sevkiyatları, Suriye’yi tehdit amaçlı değil, Türkiye’de moralleri düzeltmeye yöneliktir.Gün geçmiyor kiMedyadaki haberlere bir bakın. Suriye helikopterleri sınırımıza yakın uçmuşlar, F-16’larımız havalanmış. Neden? Suriye helikopterleri sınırımızı mı ihlal etmişler. Hayır. Ama Genelkurmay da üzerine düşeni yaparak bir tür “hamaset” gösterileriyle halkın sevgisini kazanmaya çalışıyor. O kadar.Uğurlanan şehitlerHafta içinde, vurulan uçağımızın şehit olan pilotları için tören düzenlendi. Devlet erkânı yine sıra sıra dizilmişti. Genelkurmay Başkanı yine ağlar gibiydi. Şehitlerimizi uğurladık sonsuza ama şüphelerimiz yine içimizde kaldı. Şehitlerimiz suyun 1300 metre altından mı çıkarıldı gerçekten, bu kesin mi?Sanki her şeyi söylemiyorlarVurulan uçağımızla ilgili o kadar şüpheli durum var ki saymak bile zor. Ama iktidar da Genelkurmay danasıl olsa hiçbir açıklama yapmayacaktır asla. Sonunda Türk halkı yine Wall Street Journal’ın vereceği haberi beklemek zorunda! Acaba uçağımız nasıl düşürüldü, pilotlarımız nasıl şehit oldu, öğreniriz inşallah.Esad’ın röportajıGeçen haftanın en flaş olayı kuşkusuz Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer’in Suriye’ye giderek Beşar Esad’la görüşmesi oldu. Gerçi bu görüşmeye başka gazetelerden 3 gazeteci daha katılacaktı ama, hükümetin müdahalesi üzerine bu isimler Şam’a gitmekten son anda vazgeçtiler.Gazetecilik ayıbıBöyle bir olay yanılmıyorsam Türkiye’de ilk kez başımıza geldi. “Biz gazeteciyiz, kimseden emir almayız, şeytanla bile görüşürüz” iddiasıyla babalanan gazeteciler, hükümetin sert tavrı üzerine bu eski sözlerini yalayıp yuttular ve oturdular oturdukları yerde. Tek ilkeli gazete ise Cumhuriyet oldu.İşe bakın kiAncak çok doğal olarak Cumhuriyet’in röportajı çok ses getirdi ve etkili oldu. Kendi gazetecilerini Esad’a hükümet talimatıyla göndermeyen yayın organları Cumhuriyet’in haberini doya doya kullanırken, röportajı yapan Utku Çakırözer’i de ekranlarında ağırlamaktan başka çare bulamadılar.Yalanlama - saldırıEsad’ın Çakırözer’e anlattıkları çok ilginç. Ancak hükümet kanadı hemen yalanlama yaptı. Yandaşlar da ilk şoku atlattıktan sonra Esad’a ve bu röportajın yapılmasına yaylım ateşi açtılar. Ancak ne fayda? Röportaj yapıldı, Türk halkı bir de Suriye tarafını dinleme şansı bulmuş oldu.Yanıltılıyor muyduk?Suriye olayları ilk başladığında hükümetin aldığı tavır hep garip gelmişti bana. Bu nedenle “Suriye’de olanları tam olarak biliyor muyuz” konusu üzerine birkaç yazı da yazmıştım. Esad röportajı bu konudaki haklılığımı gösterdi. Türk halkı Suriye’deki gelişmeleri tam olarak bilmiyor.Uçağın düşürülmesiÖncelikle uçağımızın düşürülmesi konusunda kuşkulu açıklamalar yapıldı. Hükümet sadece uçağın vurulduğu yer üzerinde durdu ve bütün söylemini buna göre geliştirdi. Bize göre Suriye askeri uçağımızı uluslararası hava sahasında vurmuştu. Sanki konu bundan ibaretmiş gibi hep bunu savundular.Dünya öyle demiyorOysa Suriye uçağımızı kendi hava sahası içinde vurduğunu söylüyor. Resmen olmasa da Amerikan ve Rus askeri yetkililer de bunu doğruluyor. Amerikan gazeteleri bunu yazıyor. Amerikan yetkilileri gazeteyi yalanlamak yerine Pentagon’daki sızdırmaları kınıyor. Ne kadar garip değil mi?Yarısı doğru olsaBeşar Esad’ın sözleri Türkiye tarafından yalanlandı yalanlanmasına da, şunu söylemek gerek, Esad’ın söylediklerinin yarısı doğru olsa bile durum faciadır. Esad’ın kendine güvenli tavrı Türkiye’nin bölgede ne kadar gerilediğini ve itibarını kaybettiğini gösteriyor. Hükümeti kızdıran bu olmalı.Erdoğan eleştirisiEsad’ın sözlerini yalanlamak kolay yoldur. Ama söyledikleri hep akılda kalacaktır. Örneğin Esad Erdoğan’ın bölgede Amerika adına çalıştığını, mezhepçiik yaptığını, Müslümanlar arasında ayırımcılıkta bulunduğunu öne sürüyor. Bunlar çok önemli iddialardır, dikkate almak gerekir.Doğru mu değil mi?Elimizi vicdanımıza koyarak düşünelim. Esad “Erdoğan Hamas’la Hizbullah arasında ayırım yapıyor. Suriye halkı için ağlıyor, Körfez ülkelerinde öldürülenlere ağlamıyor” diyor. Bu tür eleştiriler Türkiye’de de yapılmıyor mu? Türkiye, Müslüman coğrafyasında bu durumda değil mi?Davutoğlu’nun sözleriBir küçük noktayı belirtmek istiyorum. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Esad’ın “Türkiye bizimle bağlantıyı kestiği için olaydan sonra arayacak muhatap bulamadık, bütün telefonlar kapalıydı” sözlerini yalanlarken “Elinde büyükelçinin telefonu var, neden aramamış” diye soruyor.Herkese sersem muamelesiGaliba Davutoğlu herkesi sersem yerine koymaya çalışıyor. Düz mantıkla “arardı” diyebiliyor. Oysa Esad’ın söylediği, Türkiye’nin hiç açık kapı bırakmadan düşmanlık yapmaya başlaması. Bu da dış politikamızın ne kadar basiretsiz ve sadece kurnazlığa dayalı olduğunun bir göstergesi.Geldiğimiz noktaSuriye konusunda en son şu saptamayı yapmak istiyorum; Bu ülkede ilk olaylar başladığında Türkiye bir ağabey tavrıyla Esad’ı uyarmaya çalışıyordu belki de. Ama yanlış politikalar sonunda ağabeylik vasfını kaybedip düşman konumuna düştük. Üstün durumdaydık Suriye ile eşitlenmiş olduk.Özel Yetkili MahkemelerGeçen haftaki sohbetimizde Özel Yetkili Mahkemeler henüz kaldırılmamıştı ama olasılıkları sizlerle paylaşmıştım. Aynı görüşlerimi bugün de taşıyorum. Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra devam eden yargılamalar bundan mutlaka etkilenecektir. Yakında tahliyeler kaçınılmazdır.Başka bir tehlikeAncak şunu da görmek gerek. Özel Yetkili Mahkemeler şeklen kalktı. Belli ki bu mahkemeler iktidar içinde yer alan bir güç odağının elinden alındı, ama hükümetin tam denetimine sokuldu. Bu nedenle önümüzdeki dönemde beklenmedik başka tür davalarla karşılaşmamız da kaçınılmaz olabilir.Hüseyin Çelik’in çıkışıGeçen haftanın flaş sözlerinden biri de Hüseyin Çelik’in “1995’te odama bomba konmuştu, bunu koyan o dönemin Van Valisi’ydi” açıklaması oldu. Çelik’in mantığını anlamak zor. Neden bu kadar beklemiş. Bunun sırrı yakında ortaya çıkar. O nedenle bir üstteki paragrafı tekrar okuyun derim.Hepinize iyi haftalar dilerim.
Birkaç yıl önce İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde haftada bir derse gidiyordum, öğretmen olarak. İstanbul Erkek Lisesi’nden dönem arkadaşım Yunus Söylet rektörlüğe atandıktan sonra bıraktım. Arkadaşım ama fikirlerimiz çok farklı, o Erdoğan’a çok yakın. Ayrıca seçilme yöntemi de pek hoşuma gitmemişti. Üniversite çaresizlik içinde bırakılmıştı, ya Söylet seçilecekti ya Söylet. Yeni YÖK’le birlikte biliyorsunuz bütün üniversiteler aynı durumu yaşadı. Üniversiteler üniversite olmaktan çıktı artık.İki yıldır Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde, üniversitede verdiğim dersleri veriyorum. Bu yıl mezun olan öğrencilerimden birinden geçenlerde bir mesaj aldım.Genç ve yetenekli öğrencim Metin (Ah soyadını da hatırlasam, yazmamış, nasıl aklımda tutayım) güncel bir konuyla ilgili yazısını da eklemiş mesaja.Benim hoşuma gitti. Umarım medyamız yeni bir yazar kazanır.Bu nedenle sizinle de paylaşmak istedim:“Bugün sizin köşenizi okumak için Vatan Gazetesi’nin internet sitesine girdiğimde Sonar’ın anketini gördüm.Bir de Facebook’ta bir haber okumuştum ‘Domates haram’ haberi.Mısır’da radikal İslamcı bir grup, domatesin Hıristiyan olduğunu ve yenmesinin haram olduğunu duyurmuş.Şimdi ankete bakın:SORU: Bu pazar genel seçim yapılsa hangi partiye oy verirsiniz?AKP: Yüzde 50,42SORU: Türkiyenin en önemli sorunu nedir?- Terör olayları: Yüzde 67,10- Ekonomik sorunlar: Yüzde 17,23- İşsizlik: Yüzde 8,67 Bu üçünün toplamı: Yüzde 93AKP bu 3 sorunu da 10 yıldır çözemediğine göre.Bir ses geliyor. Ama ekonomi, o zaman 1 soru ve 1 cevap daha...SORU: 3 yıl öncesine göre ailenizin ekonomik durumu nasıl?‘Daha iyi’ diyen kişiler sadece yüzde 17,20. O zaman neden AKP yüzde 50.42?Bütün kara propagandalara rağmen:SORU: En güvendiğiniz kurum nedir?TSK: Yüzde 76,4(Halbuki eski Genelkurmay Başkanı da dâhil pek çok asker güya terörist.)Bir de koca ülkede AKP demeyen diğer yüzde 49,58’i de düşünün.‘Demokrasi azaldı’ diyenler sadece yüzde 13,6’ymış?Bu ankette tutarsızlık yok mu sizce?Eğer cevaplar hakikaten böyleyse, bundan böyle bu ülkenin yüzde kaçı domates yemez?”*****İşte haftanın fıkralarıBu hafta da Yıldırım Tuna’dan gelen fıkralarla keyifli dakikalar dilerim.Hadi ya?Delikanlı ölmüş, cennetin kapısına girmiş, kontrolle teker teker içeri alırlarken araya yanlış biri sızmasın diye görevli melek sıradakilerin ne iş yaptığını, kazancını soruyormuş. İlk baştaki adam “Aktörüm, dizilerde oynuyorum, kazancım 1.000.000 TL” demiş girmiş içeri. 2. Sıradaki kadın “Avukatım, yıllık kazancım 150.000 TL” demiş o da girmiş içeri, sıra bizim delikanlıya gelmiş “Senelik kazancım 12.000 TL efendim” demiş utanıp kekeleyerek, “Hadi ya?” demiş melek “Hangi okulda ve ne öğretmeniydiniz?..”Hayat kurtarmakÜniversitenin tarih bölümünde okuyan öğrenci ders veren profesöre “Neden bu saçmalıkları öğretiyorsunuz ki bize?..” diye sormuş,“Hayat kurtarmak için evladım!” diye cevap vermiş profesör. Öğrenci “Tarih öğrenerek nasıl hayat kurtarabilirim efendim?” diye sorunca “Bir düşün bakalım” demiş, Maazallah bu kafayla sana tıp tahsili yaptırsalardı kim bilir kaç kişiyi telef ederdin?..”Yaylan git buradanAdam “Karımı aldattım, günah çıkartmak istiyorum” diye kilisenin kapısına dayanmış, kapıyı aralayan papaz “Anlat yavrum Tanrı bağışlayıcıdır” diyerek almış içeri. “Geçtiğimiz ay bir arkadaşımın evine gittim, hava yağmurluydu, gece eve dönemeyince orada kaldım, arkadaşımın kız kardeşiyle beraber oldum” demiş adam. “Evladım dua et Tanrı affedecektir” diye cevap vermiş Papaz. Adam “Bir günahım daha var efendim” deyince “Anlat yavrum, Tanrı hoşgörülüdür” demiş yine papaz. “Geçen hafta baldızımı ziyaret ettim, hava birden yağmaya başladı, gece mecburen orada kaldım, ve maalesef şeytana uydum efendim..” Papaz yine “Üzülme oğlum, sen duanı et..” Adam bir daha söze girmiş; “Dün gece de sekreterimin evine gittim, bir yağmur, bir yağmur, bir yere kımıldayamadık tabii, mecburen onunla beraber olduk..” Papaz ana kapıyı açıp gökyüzüne bakmış, simsiyah bulutları görünce “Hadi hemen yaylan bakalım buradan hadi... Hadi” demiş sinirlenerek “Hava patlamak üzere, hemen toz ol kafana bir şey indirmeyeyim.. Sapık..!”Lekesiz delikanlıMahallede kavga edip etrafı birbirine katan delikanlı yakalanıp suçüstü mahkemesine çıkarılmış, tam ceza alacakken “Ben suçsuzum efendim, geçmişimde tek bir leke bulamazsınız” diye savunma yapmış. “Öyle mi?” diye yumuşamış hâkim, “Böyle temiz biri olduğunuza dair geçerli bir şahidiniz var mı?” Delikanlı köşede oturan semt karakolunun komiserini işaret edip “Tabii, orada oturan komiser bey buna tanıktır” diye cevap vermiş. Komiser ayağa fırlamış “Yalan efendim“ demiş, “Bu adamı hayatımda ilk defa görüyorum.” Delikanlı “Gördünüz mü efendim” diye araya girmiş “15 yıldır bu mahallede oturuyorum, komiserim beni bir kere bile görmemiş... Yeterli kanıt değil mi sizce?..”Zayıflama hapıPolis aşırı süratle giden arabayı durdurunca adam ceza yememek için “Acil bir durum var efendim, kayınvalidem hücreleri süratle eritip acayip zayıflatan haplardan bir avuç içmiş, onu hastaneye yetiştirmeye çalışıyorum” demiş. Arka koltuğa bakıp kimseyi göremeyen polis “Hani?” diye sormuş, “Orda kimse yok?”demiş. Hızla geriye dönüp bakıp yüzünü ekşiten adam ağlamaklı bir sesle cvaplamış, “Yahu çok geç kalmışız be..!”*****“Vur emrini kim verdi?” sorusu Genelkurmay’ı kızdırmışGeçen hafta gazetelerde ilginç bir haber vardı. Genelkurmay iki savcı için şikâyette bulunmuş. Şikâyet edilen savcılardan biri Uludere olayını soruşturmakla görevli.Genelkurmay “hem de iki senelik savcı” dediği savcıyı “Uludere’de vur emrini kim verdi?” diye sorduğu için şikâyet ediyor.İki senelik savcı olması bu soruyu sormak için yetersiz olduğu anlamına gelmez ki!Ayrıca zaten bu soruyu bütün millet soruyor da kimse cevap vermiyor.Herhalde ben bu köşede aynı soruyu 10 kez yazarak sormuştum. Şimdi umudum biliyorsunuz aynı soruyu bir Amerikan gazetesinin sormasında ya da cevabını yayınlamasında.Burada garip olan başka nokta da şu; Genelkurmay tamamen askeri bir operasyonun sivil savcılar tarafından soruşturulmasına hiç sesini çıkarmıyor. Hatta “demokratik hukuk devletine bağlılığını” göstermek açısından bir fırsat olarak da görüyor.Ama iş sorulara cevap vermeye gelince hem vermiyor hem de şikâyetçi oluyor.Oysa iş çok basit; “Vur emrini kim verdi?” sorusuna zaten kayıtlarda olan cevabı vereceksiniz.
Bir süredir “özelleştirme adı altında tekelleştirilen” İDO ile ilgili şikâyetleri yazıyorum.İDO ise medya organlarını birer birer gezip “geri adım atıklarını” belirterek adeta “aman” diliyor.Belli ki, Rekabet Kurumu’nun duruma el koymasından ciddi endişe ediyorlar.Aksaklıkları gidermek, bazı şikâyetlerin önüne geçmek ya da medyayı propaganda bombardımanına tutmak çare olmayabilir.Çünkü iskeleler şirketin malı olduğu sürece bu sektörde rekabet şansı yoktur. O nedenle Rekabet Kurumu mutlaka duruma müdahale etmek zorundadır.Hep şikâyetleri dinliyordum, bir de kendim bakayım istedim.Yenikapı - Bandırma feribotu için bilet almaya kalktım.İnanılır gibi değil, sanki İDO’nun internet sitesi bilet satmak için değil de satmamak için programlanmış.İlk şikâyet de zaten bu konuda gelmişti. Bir okurum internet üzerinden bilet almaya kalkmış, ama bir buçuk saat içinde üç ayrı fiyatla karşılaşmıştı. Sonunda mecburen en pahalı olanı almıştı.Hemen söyleyeyim İDO’nun online bilet satışı yapan sitesi çok karmaşık üstelik çok bilgi istedikleri için işlemler uzun sürüyor.Sonuçta alt tarafı bir bilet alıyorsunuz. Bu kadar detaya ne gerek var.Neyse, ayrıntıları geçtim, sonunda biletin satın alma aşaması olan kredi kartı numarası verme bölümüne geldim.Bilgileri eksiksiz doldurdum, ama o da ne! Ekranda “kartınızın son kullanma tarihi geçmiştir” yazıyor. Karta bakıyorum 2016’ya kadar geçerli.Belki yanlış yazdım deyip bir daha yazdım. Yine aynı uyarı. Üçüncüde de aynı uyarı gelince kartı değiştirdim.Bu kez ekrandaki yazı şöyle oldu: “Bankanızla ilgili bir problem var.”İkinci deneme, yine aynı.Üçüncü bir kart denedim, bu kez “şu an geçici teknik bir nedenle hizmet veremiyoruz” yazısı çıktı. Üsteledim, üçüncü denemede bileti alabildim.Anladığım şu; İDO internet üzerinden erken bilet almaktan caydırmaya çalışıyor. Kartınız işlemediğinden bileti alamadığınız için bir süre sonra (bir gün, iki gün) sonra tekrar deniyorsunuz, bileti alıyorsunuz belki ama bu kez fiyat daha pahalı oluyor. Ben interneti hiç kapatmadan sürekli deneyince başardım belki de.*****CHP’den Rekabet Kurumu’na İDO şikâyetiİDO’nun rekabetsiz bir ortamda keyfi uygulamalarına karşı artan şikâyetler nihayet siyasetçileri de harekete geçirdi.CHP Bursa Milletvekili Turhan Tayan İDO’yu “hâkim durumunu kötüye kullandığı” gerekçesiyle Rekabet Kurumu’na resmen şikâyet etti.Tayan şikâyet mektubunda şöyle dedi: “İDO, Marmara Denizi’ne kıyısı olan il ve ilçelere deniz yolu ile ulaşımı sağlayan ve sektördeki pazar payı neredeyse yüzde 100 olan ve Rekabet Hukuku açısından özel tekel konumunda olan bir teşebbüs haline gelmiştir. Belediye bünyesindeyken fiyat tarifeleri ve uygulamaları sürekli değişmez, kamu yararı ve tüketici yararı göz önünde bulunurdu. Bugün fiyat tarifesi sık sık değişmekte, her gün yeni bir uygulama ile hâkim durumu kötüye kullanmaktadır”Tayan Rekabet Kurumu’na yaptığı başvuruda İDO’nun gişe ve internet üzerinden alınan bilet uygulamasının kasıtlı olarak yavaşlatıldığına ve vatandaşların daha pahalı olan ekspres bilete yönlendirildiğine değinerek, hizmet bedeli adı altında alınan ekstra ücretlerin yolcuların sert tepkisine neden olduğunu söyledi.Şikâyet mektubunda vatandaşın tepkisini çeken konulara da değinen Tayan şunları kaydetti: “Eskiden otomobil için bilet alınırken, şoföre ayrı bilet istenmezdi. Özelleştirmeden sonra otomobil ile şoförüne ayrı bilet uygulaması getirilmiştir. ‘Nasıl olsa ben tekim’ anlayışıyla yolculara yani tüketicilere uygun olmayan saatlere sefer konulmaktadır. Hiçbir yerde uygulaması bulunmayan cam kenarına daha fazla fiyat uygulaması ile tüketicilere hâkim durumlarını kötüye kullanmaktadır.”*****Kaş yaparken göz çıkarmakİDO yoğun eleştirilere maruz kalınca, işbilir yöneticiler hemen bir kampanya düzenlemişler ve yolcu bilet fiyatlarında indirime gitmişler.Ama bu sefer de başka bir sorun çıkmış ortaya.Okurlarımdan Erol T. Bandırma hattı için 11 Haziran’da 24 Temmuz gidiş 16 Ağustos dönüş için yolcu bileti almış. 94 lira tutmuş.Daha sonra bir arkadaşı kendi biletini 70 liraya aldığını söylemiş. Okurum buna öfkelenerek İDO’yu aramış, uzun bir uğraştan sonra nihayet karşısına bir yetkili çıkmış.Demiş ki “Biz kampanya başlattık, bu nedenle fiyatlar ucuzladı. Hatta eğer bugün alırsanız bilet fiyatı 64 lira.”Okurum “İyi de, ben erken aldım. Eğer kampanya yapıyorsanız bizim de yararlanmamız gerek” demiş.İDO yetkilisi ise böyle bir şey olamayacağını belirttikten sonra “isterseniz şikâyet edin” diyerek telefonu kapatmış. İyi mi?*****Göcek’e öyle bir iş için gittim kiBugünden yazayım, önümüzdeki hafta tatile çıkmayı planlıyorum. Yani yazımı görmediğiniz an “Amanın ne oluyor” demeyin, tatilde olacağım.Tabii Genel Yayın Müdürüm İsmail Yuvacan “olmaaaaaz” demezse. Henüz izni almadım, sadece planlıyorum.Ama önceki hafta bir günlüğüne Göcek’teydim. Göcek biliyorsunuz Türkiye’nin en gözde tatil yerlerinden biri.Göcek’te olduğumu öğrenenler hafif “kıskanç” bir tavırla “ooo keyfin yerinde, bakıyorum Göcekler falan” diye takıldılar.Evet Göcek’teydim ama, bir de ne için gittiğimi sorsalar ya.Gerçi soranlara “Buradayım, b...an bir iş için geldim” dedim espriyle.Şaka bir yana, bir günlük hoş bir gezi oldu Göcek’e. İyi bir iş için aslında. Biraz kokuluydu ama, sonuçta iyi bir iş.Daha önceki yazılarımdan da hatırlarsınız, deniz temizliği için Tezcan Yaramancı’nın yönetiminde başarılı işlere imza atan Deniztemiz Derneği’ne aktif destek veriyorum. En azından derneğin dergisinin yazı danışma kurulundayım.Deniztemiz derneği bu yıl Göcek koylarında bağlı olan 1500’ün üzerinde özel tekneye “sintine boşaltma” hizmeti veriyor.Küçük koylarda bağlı teknelerin en büyük sorunu dolan sintinelerini, yani “atık sularını” boşaltmada yaşadıkları zorluktur. Çünkü teknenin açık denize çıkması gerekir.Deniztemiz Derneği Sanko Enerji ile işbirliği yaparak bir boşaltma teknesi yaptırmış. Bu tekneler koylarda bağlı yatların talebi üzerine yanlarına gidiyor ve sintinelerini özel tanka boşaltıyor. 7- 8 yattan toplanan sintineler daha sonra açık denize götürülüp dökülüyor.İşte o Göcek gününde, yanımızda Sanko Enerji’nin yetkilileri, Deniztemiz Derneği Başkanı, bir grup gazeteci, motorlara binip sintine teknesinin çalışmasını hemen yanından izledik.Teknelerin atık suları nasıl boşaltılıyor, görerek öğrendik.Sonra biraz denize de girip güneşlendik, bu kadarını da çok görmeyin artık.
Son birkaç gündür terör örgütü PKK’nın lideri Abdullah Öcalan’ın İmralı’da olup olmadığı tartışılıyor.Fitili ateşleyen MHP Genel Başkanı Bahçeli oldu. Bahçeli kimsenin aklında yokken “Apo canisi İmralı’da mı değil mi?” diye sordu.Normal bir ülkede eğer bir muhalefet lideri bu tür bir iddiayı ortaya atarsa hükümet hemen harekete geçer.Yapması gereken açıklama şudur; “Bir muhalefet liderinin böyle bir kuşkuya düşmesi üzücüdür. Ancak bilgi nereden gelmiş olursa olsun böyle bir şeyin olamayacağını bilmesi gerekir. Buna rağmen biz bu muhalefet liderinin sorusunu hemen yanıtlıyoruz.”Ardından İmralı’dan o gün çekildiği anlaşılan (örneğin Öcalan elinde o günün herhangi bir gazetesini tutarken çekilmiş) bir fotoğrafı servise koyardı.Oysa hükümet ne yaptı? Başbakan çıktı Bahçeli ile dalga geçer gibi “Çok mu meraklı, gitsin görsün o zaman” dedi.Başbakan’ın bu tavrı bile “güvenilirlilik” düzeyine gölge düşürmüştür.Ancak olay bununla kalmadı. Aydınlık Gazetesi 4 gün boyunca “teaser” denilen “meraklandırıcı” spotlarla “Apo nerede?” diye sordu.Sonunda haberini yayınladı; Öcalan zaman zaman Bursa’daki MİT Bölge Müdürlüğü’ne götürülüyor ve burada bazı kişilerle görüştürülüyor.”Bir gün sonra ise Öcalan’ın lüks bir yatta bazı Amerikalılarla görüştüğü haberi yayınlandı.Elbette bu haberler Adalet Bakanlığı tarafından yalanlandı. Daha sonra Bursa Valiliği de bir yalanlama yayınladı.Açık söylemek gerekirse, Öcalan’ın İmralı’da olduğu konusunda bir kuşku yok.Bu nedenle bugün yarın İmralı’dan bir fotoğraf servisi de yapılabilir.Aslında iddia Öcalan’ın salıverildiği şeklinde değil, ara sıra dışarı çıkarılıp bazı görüşmeler yapmasının sağlandığı şeklinde.KCK davasının iddianamesine bakıldığında bu ihtimalin hiç de olasılık dışı olmadığı ileri sürülebilir.Çünkü bu iddianamenin 27 sayfasında Öcalan’ın yaptığı bir konuşmadan bazı bölümler verilmiş. Şöyle diyor terör lideri; “Çok önemli garantiler verilirse ben buradan gidip arkadaşlarla tartışırım, duruma el koyarım. Gidip arkadaşlarla devlet şunu şunu söylüyor, bu konuları gidip kendileriyle tartışırım ona göre çözüm yönünde adım atılır.”Yani örgüt lideri, Başbakan’ın görevlendirdiği kişilerin bir oraya bir İmralı’ya gitmesi yerine kendisinin dışarı çıkarılmasını ve örgütün diğer liderleriyle yüz yüze görüşmek istediğini belirtiyor.Hükümet bu talebi yerine getirmiş olabilir.Yani Öcalan elbette serbest bırakılamaz ama bu tür görüşmeler yapması için ara sıra dışarı çıkarılabilir.Bütün bunların üstüne Sabah Gazetesi’nde yayınlanan bir haber de kuşkuları artırıyor.Habere göre Öcalan devlete bir mektup yazarak avukatları ile görüşmek istemediğini, çünkü avukatların sözlerini çarpıttıklarını, bu nedenle Oslo sürecine katılanlarla görüşmesinin daha iyi olacağını söylüyor.Bu görüşmeleri sürdürenler de “daha pratik” olacağı için hem İmralı’daki hem yurt dışındaki liderleri bir araya getirip ortak toplantı yapmış olabilirler.Bu elbette doğal değildir. Ortaya çıkması büyük skandaldır. Tedirginlik bundan galiba. *****Söz aile hekimlerinin Geçen hafta bir okurumdan gelen mesajı yayınlamıştım. Okurum bağlı olduğu aile hekiminden gelen “hamileliğinizin takibi için bize gelmelisiniz” telefonuna “Benim kendi doktorum var” cevabını verdiğini anlatıyordu.Aile hekimi ise bunun üzerine okurumun babasını arayarak“Kızınız hamile ama bize gelmiyor, kendisiyle konuşun” demişti.Okuruma ve tabii ki çok sayıda kişiye göre bu bir tür fişlemedir.Yazım üzerine arayan bazı aile hekimleri bu durumun kendilerini de çok zor durumda bıraktığını belirttiler.Anlattıkları şu: Yasa gereği herkesin bir aile hekimi var. Sağlık kayıtları burada tutuluyor. Hamile bir kadın doğum aşamasına kadar olduğu gibi gerekli aşıların yapılması için doğan çocuklar da 5 yaşına kadar izleniyor. Burada sorumluluk aile hekiminde. Bize kayıtlı olan vatandaşlardan birinin hamile olduğu bizim kayıtlarımıza geçtiği an bu aynı zamanda Sağlık Bakanlığı’nın da kaydı oluyor. Bu durumda doğum ve çocuğun 5 yıllık takibi başlıyor. Eğer kadın bizden habersiz kürtaj yaparsa aile hekiminin başı derde giriyor. Takip edilmeyen hamileler nedeniyle soruşturmaya uğradığımız gibi maaşlarımızdan kesinti hatta meslekten men cezaları bile gelebiliyor. Okurunuz kendi açısından haklı görünebilir ama bizim durumumuzu da düşünün.*****Cevap yok ama maaş varMeclis’te gece yarısı torba kanunla yapılan düzenlemeye göre terör olaylarında hayatını kaybeden sivillere de maaş bağlanmasına karar verildi.Buna göre terör mağduru sivillerin ailelerine 740 lira aylık bağlanacak.Yasanın çıkarılmasında Uludere olayının etken olduğu belirtiliyor. Uludere’de bombalanarak öldürülenlerin ailelerine tazminat verildikten sonra şimdi de maaş bağlanmış oluyor.Devletin bu tür mağduriyetleri gidermek için çaba harcaması elbette çok olumlu bir girişim ancak, Uludere olayındaki gerçek henüz çözülmemişken maaş bağlanması örtülü bir suçu kabullenme gibi duruyor.Keşke maaş bağlanırken Uludere ile ilgili sorulara da bir cevap verilseydi.1- Uludere istihbaratı kimden geldi?2- İstihbaratı kim değerlendirdi?3- Vur emrini kim verdi?Şu sıralar kendi kendime “Ahh” diyorum “bir Amerikan gazetesinden arkadaşım olsa da” bu soruları ona sordurabilsem.***** “Darbeci kurtulamaz”Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılması hararetle tartışılırken gözler ister istemez devam eden bazı önemli davalara çevriliyor.Aziz Yıldırım kararının emsal olması halinde devam eden mahkemelerde hiç tutuklu kalmaması gerekiyor aslında.Yeni yasanın ne getirip götürdüğıü de henüz pek belli olmadığı için iktidar kanadı şu sıralar “merak etmeyin” rahatlatması peşinde.Ancak bunda da ölçü kaçıyor. Örneğin Bekir Bozdağ açıklama yapmış “Merak etmeyin darbeciler kurtulamaz” diyor.Kastettiği Ergenekon ve Balyoz davaları.Bekir Bey’e göre hâlen yargılananlar “darbeci.”Yargının bağımsızlığı, suçluluğu kanıtlanana kadar sanığın suçsuz sayıyacağı gerçeği Bekir Bey için bir şey ifade etmiyor.Yandaşlardan gelen eleştirileri göğüslemek için “çalakalem” konuşma hakkını kendinde buluyor.Buna da Türkiye’de “hukukun üstünlüğü” deniyor “ileri demokrasi” nutukları atılıyor. *****Samsun’da yaşanan TOKİ faciasından sonra insan ister istemez düşünüyor: “Depremlerden sonra TOKi’nin yaptığı ‘kalıcı konutlar’ sakın ‘gidici’ olmasın?” (Gani Yıldız)
Tam 27 yıllık hikâye tekrar ısıtılıp önümüze kondu biliyorsunuz. Suudi Arabistan Kralı 27 yıl önce İstanbul Boğazı’nın en nadide, en yeşil ve üzerinde bina olmayan arazisini satın almıştı.Kral buraya kendisi ve ailesi için “villalar” inşa edecekti.Ancak hesap tutmadı.İstanbul Boğazı’nın arada kalmış tek tük yeşil alanlarının da beton yığınına dönmesi Anayasa Mahkemesi tarafından engellendi.Sadece Kral’ın arazisi Sevda Tepesi mi etkilendi bundan?Hayır. Sarıyer’den Beşiktaş’a, Beykoz’dan Üsküdar’a yeşil kalan her yer böylelikle kurtulmuş oldu.Buralara yapılmaya kalkılan binalar yıkıldı, ağaçlar ve yeşillik kurtarıldı.27 yıl sonra iktidar Kral’a “kıyak” olsun diye bir değişiklik yaptı ve Sevda Tepesi‘ne “turizm amaçlı” imar izni verdi.Şimdi diyebilirsiniz ki “Arazi 57 dönüm. Yani 57 bin metrekare. Kral bunun ancak 3 bin 700 metrekaresine bina yapabilecek. Ağaçları kesmeyecek, üstelik Türkiye’ye de çok para getirir.”Bu görüş elbette doğru değil ama, paracı gözle bakınca makul karşılanabilir.Ama sorun bununla bitmiyor ki.Eğer bir hukuk devletiysek, kişiye özel yasa çıkaramayız.Bundan 27 yıl önce Boğaz’daki imar yasağı sadece Sevda Tepesi’ni etkilemedi. O sırada başlayan ve başlaması planlanan pek çok inşaat da durduruldu, doğa kurtarıldı.Şimdi siz kalkıp Kral’a özel bir düzenleme yaparsanız, hukuk gereği emsal olur ve zamanında İstanbul’un en güzel yerlerine sahip olmuş ama inşaat yapamamış olanları da iştahlandırırsınız.“Emsal” nedeniyle bu çığır bir açıldı mı, artık önünü nasıl alabilirsiniz, bunu bilemezsiniz.Nitekim, dakika bir gol bir.Milliyet Gazetesi’nde Murat Öztürk’ün haberinden okudum.Özal döneminin ünlü zenginlerinden Nurettin Koçak Büyükdere’deki arazisine “otel yapmak!” için harekete geçmiş bile. Üstelik Suudi Kralı taa tepedeki arazisine 2 katlı bina yapacakken Koçak’lar 3 katlı binalar yapmayı planlıyormuş.Koçak kendini savunurken “Bu araziyi 1982’de aldık. Sonra yeşil alan ilan edildi. O zamandan beri vergisini de ödüyoruz ama çivi bile çakamıyoruz” diyor.Oysa bir yanlışlık var. O arazide villalar inşa edilmişti. 6-7 villa kaba inşaatına geldiğinde yasak gelmişti ve evler için yıkım kararı alınmıştı. Koçak’ın yeşil alan dediği yerdeki villalar 2004 yılında yıkıldı. Yani orası yeşil alan değil koruma bölgesi.Şimdi orayı eskisinden beter hale getirmek istiyor. Olacak şey değil.Geçelim Büyükdere’deki o nadide araziyi, yıllar önce büyük skandallara neden olan Uyum villaları için de aynı durum söz konusu. Orada evleri yıkılanlar şimdi “turizme yöneliyoruz” diyerek imar izni almaya kalkarsa ne olacak?Taktik hep aynı. Turizm amaçlı olarak imara açılan yerlere hemen villalar kondurulur. Villalardan biri güya “butik otel” gibi yapılır. Aslında burası diğer villaların sahiplerinin yararlandığı sosyal tesistir. Yasak da böyle delinir.Sevda Tepesi kararı İstanbul’un kalan son nefes alma bölgelerini de mahvedecektir.Vakit henüz geç değil. İstanbul Büyükşehir Belediyesi bunu onayladı ama 6 bakan ve Başbakan da imzalayacak.Umarım Başbakan yükselen seslere kulak verir de, kararı imzalamaz.*****Utku ÇakırözerSuriye’nin uçağımızı düşürmesinden sonra Esad yönetimi daha önce röportaj başvurusunda bulunan 4 Türk gazetecinin taleplerinin kabul edildiğini belirterek bu gazetecileri Suriye’ye davet etti.Ancak aralarında daha önce “Biz gazeteciyiz, herkesle görüşürüz, devlet politikası bizi ilgilendirmez” diyen gazetecilerin olduğu üç kişi daveti kabul etmedi.Sadece Cumhuriyet Ankara temsilcisi Utku Çakırözer “gazeteci kimliğinin gereğini” yerine getirerek Şam’a gitti. Dedikodulara göre hükümet gazetecilerin Suriye’ye gitmesine sıcak bakmamış, onlar da bunu emir kabul etmişler. Sonuçta bir kişi de olsa Suriye Devlet Başkanı ile görüşme sağlandı.Dün bütün televizyonlar ve gazetelerin internet siteleri Utku Çakırözer’in haberini yayınlıyordu, muhtemelen bugün birçok gazetede de bu haberler yayınlanacak.2012 yılında “hükümetin medyayı güya ülke güvenliği için hizaya sokma çabalarının da ne kadar gülünç olduğunun” kanıtıdır bu olay.Herhalde “hükümetin talebini emir kabul eden gazeteciler” şimdi çok pişmandır.*****Ekonomi durmadan büyüyormuş. İşçinin, memurun ve emeklinin bu duruma cevabını duyar gibiyiz: “Biz de büyüyoruz ama sadece yaş olarak!”(Gani Yıldız)*****Kınamaya bakAmerikan Wall Street Journal Gazetesi birkaç gün önce jet uçağımızın Suriye hava sahası içinde düşürüldüğünü yazdı.Oysa Türkiye olayın ilk anından itibaren uçağımızın uluslararası hava sahasında düşürüldüğünü savunuyor ve bunun için koordinatların bulunduğu krokiler veriyordu.Amerikan gazetesi bu bilgiyi Pentagon’daki “güvenilir kaynaklardan” aldığını ileri sürmüştü. Haberde üç muhabirin de imzası vardı.Başbakan bu habere çok öfkelendi. Wall Street Journal’ın sahibinin “bir Yahudi” olduğunu ima edip, gazetenin Obama’ya da karşı olduğunu vurgulayarak “Bunlar namert” dedi.Amerika’daki gazeteciler doğal olarak konuyu ABD Dışişleri Bakanlığı’na sordular.ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland soruya aynen şu cevabı verdi ve başka bir şey söylemedi; “Müttefikimiz Türkiye’yi ne kadar güçlü biçimde desteklediğimizi biliyorsunuz ve biz her türlü sızdırmayı kınıyoruz.”Ne komik değil mi?Amerikalı sözcü “Türk jeti Suriye hava sahasında vurulmamıştır” demiyor, kendi askeri yetkililerinden yakınıyor.NATO Genel Sekreteri Rasmussen de benzer bir soruyu “Hayır jet uluslararası hava sahasında düşürüldü” diye cevaplayacağına “isimsiz kaynaklara güvenmemek gerek” diye savuşturdu.Okurlara bilgi vermek isterim; Amerikan politikaları medyaya genellikle “ismi açıklanmayan güvenilir kaynaklara dayanarak” koduyla sızdırılır. Bu tür haberlerin belki belgesi yoktur ama doğruluğundan da kimse şüphelenmez. Sistem budur yani.*****Bu nasıl mantık?İstanbul Büyükşehir Belediyesi bir anda karar verdi ve Suudi Kralı’nın 27 yıl önce aldığı Sevda Tepesi’ne imar izni verdi.İşin garibi, bugüne kadar bu yöndeki uygulamalara şiddetle karşı çıkan ve Boğaz’da yaşayanlara büyük eziyetler çektiren Boğaziçi İmar Müdürlüğü de buna “olur” verdi.Biliyor musunuz ki, Boğaziçi İmar hükümetten bile güçlü.Yıllardır, kılıfına uyduranlar birkaç istisna hariç, Boğaz’a çivi bile çaktırmıyor.Evinizi boyamanız bile mümkün değil Boğaziçi İmar’dan izin almadan.Güngör Uras yazmıştı geçenlerde. Yeniköy’de sokak arasındaki evinin dışını boyatmak için iskele kurdurmuş. Anında gelmişler Boğaziçi İmar’dan. “Boğaz öngörünümündeymiş” ev. İzin almadan iskele kurulamaz, boyanamazmış.Kural olarak doğrudur mutlaka da, ara sokaktaki evin boyasına bile karışırken bir anda Boğaz’ın her nasılsa kalmış birkaç yeşil bölgesini imara ve çirkinliğe açmak neyin nesi oluyor?
Mahkeme sonunda kararını verdi. Aziz Yıldırım hem şike yapmaktan hem de örgüt kurmaktan suçlu bulundu. Tahliye edildi. Yargıtay kararı da aynı doğrultuda olursa bir süre daha hapis yatmak için cezaevine girecek.Karar böyle ama, işler asıl şimdi tam “arapsaçına döndü” dersek yeridir.Başından bu yana bu davanın siyasi amaçlarla açıldığına işaret ettim.Çünkü toplanan deliller telefon tapelerinden ve bazı isimli isimsiz ihbarlardan ibaretti.Bazı konuşmalarda geçen cümleleri, eğer şikeye inanıyorsanız, ona göre yorumlar ve ona göre değerlendirirsiniz.Gördüğüm kadarıyla mahkeme bunu yaptı. Önce “şike yapıldığına” inandı ve ona göre de konuşmaları değerlendirdi.Şimdi artık top Yargıtay’da. Yargıtay o konuşmaları ve delilleri yetersiz bulabilir, delillerin ele geçirilme yöntemini yasalara ve hukuka aykırı bulabilir ve kararı bozabilir.Tabii tam tersi de olabilir.Mahkeme kararında bazı çelişkiler de var. Örneğin Aziz Yıldırım’ın şike yaptığı iddia ediliyor ama şikeye karışan bazı takımların yöneticileri de futbolcuları da herhangi bir ceza almadı.Bu durumda Fenerbahçe kiminle şike yapmış oluyor, anlamak zor.Ancak bence asıl çetrefilli durum UEFA’da yaşanabilir.Futbol Federasyonu UEFA’ya “şike olmadığına dair” bilgi gönderdi ve UEFA ona dayanarak bu yılın Türkiye’yi ilgilendiren takvimini açıkladı. Fenerbahçe son karara göre Avrupa maçlarına gidebilecek.Ancak mahkeme kararı farklı. Orada Aziz Yıldırım’ın “şike yaptığı” yer alıyor.Şimdi UEFA sadece Federasyon’dan gelen bilgiyi mi esas alacak yoksa mahkeme kararını da irdeleyecek mi?UEFA mahkeme kararına uyarsa, bu sadece Fenerbahçe için değil tüm Türkiye takımları için büyük tehlike.Ayrıca Futbol Federasyonu’nun da itibarı sarsılacağı gibi güvenilirliği de ortadan kalkacak.TBMM’de Özel Yetkili Mahkemeler’in kaldırılmasından bir gün sonra böyle bir karar alınmış olması talihsizliktir.Zaten mahkemenin cuma günü karar almak yerine Özel Yetkili Mahkemeler’le ilgili yasa değişikliğinin Meclis’te kabul edilmesini beklemesi başlıbaşına bir skandaldı. Oysa tarafsız ve bağımsız bir mahkeme aynı kararı cuma günü de alabilirdi. İki gün beklenmesi çok anlamlıdır.Üstelik mahkemenin böyle bir değişiklikten sonra “hem örgüt hem şike” kararı vermesi de “yargıda bazı grupların ağır etkisi var” dedikodularını güçlendirmiştir.*****Şerefsiz yerine namertBaşbakan yine basına çattı. Birkaç gün önce Türk basınına “dalkavuk” demişti, üç defada bir yabancı basına da çatıyor, bu sefer Amerikan Wall Street Journal gazetesini nasibini aldı.Bu Amerikan gazetesi daha önce Uludere istihbaratının Amerika’dan alındığını yazmıştı, bu kez Suriye’nin Türk jetini kendi hava sahası içinde düşürdüğünü yazdı.Oysa bizim yetkililerimiz günlerce jetin uluslararası hava sahasında düşürüldüğünü anlatmak için bin dereden su getirdiler.Uluslararası hava sahası konusunu o kadar çok söylediler ki bir TV programında dayanamayıp “Anladık jetimiz uluslararası sahada düşürüldü, ama biraz insaf, uçağımız düşürüldü, sanki bu bir ayrıntı gibi anlatılıyor” demiştim.Derken Amerikan gazetesinin haberi gündeme bomba gibi düştü.Olabilir mi? Gerçekten uçağımız uluslararası hava sahasında değil de Suriye hava sahası içinde düşürülmüş olabilir mi?Olabilir tabii. Belki diplomatik açıdan tam olarak nerede düşürüldüğü çok önemlidir, çünkü kimin haklı olduğu buradan anlaşılacak, ama ne fark eder, çünkü içeride ya da dışarıda, bir uyarı yapılmamış, direkt vurulmuş.Başbakan öfkeli, Amerikan gazetesini “namert” olarak suçluyor. “Orada başkan Obama’ya karşı takınılan tavır bu. Bu gazetenin burada da uzantıları var. Bizim verdiğimiz teknik bilgilere dayalı değil. Ama oradan bir gazeteden çıkan habere dayalı olarak yayın yapıyorlar. Diyor ki, ‘oradaki güvenilir kaynak.’ Dürüstsen ‘O güvenilir kaynak kim’ açıkla. Mertlik bunu gerektirir. Namertlik kapı arkasından dolaşmayı gerektirir. Namerdin izinden gidenler de bu yayını yapıyor. Siz kimin yanındasınız ya. Kimin yanındasınız” diyor.Erdoğan daha önce İmralı’daki ile görüşme yapılmadığını söylemiş ve “Yapıldı diyen şerefsizdir” demişti. Sonra bu görüşmenin yapıldığı ses kayıtlarıyla ortaya çıkmıştı. Başbakan “Ben emir verdim” açıklaması getirmişti.Şimdi de “Suriye uçağı kendi hava sahasında vurdu” iddiasına karşı “namert” diyor. Umarım ve dilerim bir süre sonra bu da doğru haber çıkmaz.*****Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılıp yerine Terör Mahkemelerinin getirilmesinin tartışıldığı oturum Meclis’i savaş alanına çevirmiş. Tüh! Keşke Meclis TV açık olsaydı, “en heyecanlı sezon finali”ni kaçırmasaydık! (Gani Yıldız)*****Suçumuz Türk gazeteci olmak mı?Amerikan Wall Street Journal Gazetesi “Türk jeti Suriye hava sahası içinde vuruldu” haberini yayınlayınca Başbakan Erdoğan çok öfkelendi ve bu gazeteyi namert ilan etti.Başbakan öfkelenince Genelkurmay durur mu, onlar da hemen bir yalanlama hazırladılar. Genelkurmay harita üzerinde uçağın vurulduğu yeri, koordinatları da vererek gösterdi.Güzel. Genelkurmay’ın medyada yayınlanan bir haber üzerine “hassasiyet” göstermesi çok olumlu bir gelişme.Ama Genelkurmay keşke bu “hassasiyeti” Türk basınında çıkan haberler üzerine de gösterse.Örneğin tam 7 aydır Uludere olayını soruyoruz.1- İstihbaratı kim verdi?2- Bu istihbaratı kim değerlendirdi?3- Vur emrini kim verdi?Genelkurmay’dan en küçük bir “hassasiyet” bile yok.“Keşke” bu sorular bir Amerikan gazetesinde yayınlasa da Genelkurmay’ın aklına “hassasiyet” gelse.*****Gürsel Tekin alternatif liste çıkaracakmışCHP’de Kurultay yaklaştıkça kulislerdeki dedikodular da artıyor.İki gündür aralarında bazı gazetecilerin ve akademisyenlerin de bulunduğu isimlerin Gürsel Tekin tarafından ortaya atıldığı ileri sürülüyor.Tekin’in Genel Başkan Kılıçdaroğlu’na Parti Meclisi’nde yer almasını istediği bazı isimleri verdiği, kabul edilmemeleri hâlinde “Bu durumda ben de ayrı bir liste ile seçimlere katılırım” dediği belirtiliyor.Genel Merkez’e yakın çevreler ise “Kemal Kılıçdaroğlu bu kurultayda partiye tamamen hâkim olacaktır, ortaya atılan isimlerin hepsi hayalidir” diyorlar.Bu arada hâlen Genel Başkan Yardımcısı olan ve medya organlarında yerlerini koruyacakları ve hatta daha da güçlenecekleri söylenen bazı isimlerin Kemal Kılıçdaroğlu tarafından listelere hiç alınmayacağı da kulislerde konuşulan konular arasında.