Suriye ile savaşmayız ama çok masraf yaparız

15 Ekim 2012

Başından bu yana Suriye krizinden bir savaş çıkacağını hiç düşünmedim.Bir bataklığa çekildiğimizi, bunun Türkiye için hiç de hayırlı olmadığını yazdım söyledim ama savaş korkusu yaşamadım.Çünkü Suriye ile olası bir savaş Türkiye’nin özgür iradesi, gücü ve yeteneği ile olamaz.Suriye konusu ne Arap Baharı denilen süreçteki diğer Müslüman ülkelerin durumuna uyuyor ne de bir insanlık dramının yaşandığı Bosna ile aynı.Suriye başlı başına bir olay ve ne sadece Suriyelileri, ne bizi ilgilendiriyor.Suriye konusu artık bir dünya dengeleri sorunudur.Türkiye ya da başka herhangi bir ülke Suriye’de tek başına bir tasarrufta bulunamaz.Suriye’ye ister tek başımıza, ister dünyanın bazı ülkelerini de yanımıza alarak yapacağımız bir askeri müdahale “bir mini dünya savaşı” anlamına gelir ki, bunu şu anda hiç kimse göze alamaz.Böyle olduğu içindir ki, onca insanlık dramını andıran sahnelere rağmen ne Birleşmiş Milletler ne de özel olarak NATO harekete geçebiliyor.Neden bir “mini dünya savaşı” diyorum?Suriye’deki Esad rejimi şu anda dünyada yalnız değil.Rusya orada. Üstelik tıpkı bizdeki İncirlik Üssü gibi Suriye topraklarında bir askeri üssü var.İkincisi Çin de Suriye’nin arkasında. Kendisi çok uzakta olmasına rağmen gemilerini Akdeniz’e gönderdi, askeri ve siyasi alanda Suriye lehine ağırlığını koymaktan çekinmiyor.Üçüncüsü, şaşırtıcı da olsa İran’ın tavrı var.Normal koşullarda İran’ın Suriye’ye destek olması çok mantıklı gelmiyor.Ancak İran Suriye’de patlayan olayların aslında İran’a bir atlama noktası olduğu gerçeğini biliyor. Suriye’nin de düşmesi hâlinde Müslüman ülkeler içinde “halledilmesi” gereken tek ülke İran olacak.Bu tehlike ve tehdidin farkında olan İran ister istemez Suriye’ye destek olmak durumunda hissediyor kendisini.Böyle bir atmosferde, Suriye’ye yönelik bir askeri müdahalenin nelere yol açabileceğini hesaplamak için derin stratejik bilgilere sahip olmak bile gerekmiyor.Peki bizim iktidarımız bu gerçeği bilmiyor mu?Bilmez olur mu?Bu nedenle iktidarın tavrını dışa yönelik değil içe yönelik olarak algılıyorum. Dışarıda “çıkmayacak” bir savaşa güvenerek, içe dönük “kararlılık ve kahramanlık” gösterisi gibi geliyor bana son gelişmeler.Evet, Suriye ile bir savaş çıkma olasılığı çok düşüktür ama bu, Türkiye’de büyük hasar yaratmayacağı anlamına gelmez. En azından her an “savaşacakmış” gibi olmak büyük maliyetlere neden oluyor.Bölgeye sevkedilen askeri birlikler, mühimmat, silahlar, bunların konuşlanması, lojistik desteklerinin sağlanmasının milyonlarca dolar tutacağını bilmemiz gerek.Ayrıca sayıları 100 bini aşan Suriyeli sığınmacılara verilen desteğin de şimdiden 400 milyon dolara ulaştığı ve bu konuda dünyanın hiçbir yerinden yardım gelmediği de bir başka gerçek.Kısacası, Suriye ile savaş çıkmaz muhtemelen ama bir savaş kadar masraf yapacağımız da kesin.*****“Verin kimlik numaralarınızı”Önceki akşam Atatürk Havalimanı yakınlarındaki Wow Otel’de iş adamı Mustafa Bulut’un kızı Büşra Bulut ile Albayrak Holding Yönetim Kurulu Başkanı Nuri Albayrak’ın oğlu Muhammet Albayrak evlendi. Nikâhı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş kıyarken iktidarın en önemli isimleri de salonda hazır bulundu.Bu düğünün yapıldığı otelin bir başka salonunda ise CHP Parti Okulu’nun toplantısı vardı. Önemli bir devlet büyüğü otele giriş yaparken, toplantıları biten bir grup CHP’li de dışarı çıkıyordu. Karşılarında önemli devlet büyüğünü gören 40 kadar CHP’li “Gün dönecek, devran dönecek, AKP bir gün halka hesap verecek” diye slogan attı.Devlet büyüğü bu protestolara aldırmadan içeri girdi ama, CHP’li grup bir anda polis tarafından kuşatıldı.Polisler tam bir çember içine aldıkları 40 kadar CHP’linin hepsinden nüfus kâğıtlarını aldılar ve bir kenara gidip hepsinin “vatandaşlık numaralarını” bir kâğıda not ettiler. Nüfus kâğıtları daha sonra geri verildi ve CHP’li kalabalığın etrafındaki çember kaldırıldı.Polis topladığı o vatandaşlık numaraları ile acaba ne yapacak?*****İstanbul birinciymiş ama...İstanbul trafik işkencesi konusunda dünyanın birinci kenti olmuş. Haber geçenlerde başta Vatan olmak üzere birçok gazetenin en önemli haberlerinden biriydi bu.Hepimiz trafikte işkence çekiyoruz.Örneğin 45 dakikada Ankara’dan geldikten sonra evimize gitmek için 2.5 saat harcıyoruz.Oysa İstanbul’un yolları, kavşakları, alt geçitleri, köprüleri çağdaş ülkelerin hiçbirinden geri değil.Araç sayısı açısından bakıldığında trafik sıkışıklığında birinci olan İstanbul’daki araç sayısı emsali olan dünya kentlerinden daha az.Buna rağmen trafik çilesinde İstanbul birinciliği alıyorsa, yanlışı başka yerde aramak gerek.Demek ki İstanbul’da ciddi bir trafik birimi yok.Ya da mevcut trafik biriminin trafikten, trafik yönetiminin bir bilim olduğundan haberi yok.Yoksa daha geniş yollara, geçitlere, kavşaklara, tünellere sahip bir kent, neden kendisinden daha az olanaklara sahip olan ama araç sayısı adeta kendisini katlayan kentlerden daha kötü bir trafiğe sahip olur ki?Acaba İstanbul’un sahibi mi yok?*****Bir eski dostun imza günüMesleğe başladığım ilk yıllarda kader birliği yaptığım sevgili arkadaşım dostum Mehmet Fırat Eroğlu, ilkeli, dürüst, namuslu bir gazeteci yazardı. İlerleyen yıllarda hayat bizi farklı noktalara sürükledi. Mehmet Fırat hem hakkındaki siyasi davalar hem de derinden hissettiği işsizlik canına tak edince İstanbul’u bırakıp başka diyarlara uçtu.Yıllarca görüşemedik, haberleşemedik.Birkaç ay önce çıkageldi. güneyde yaşadığını, günlerini kitap yazarak geçirdiğini, ağırlıklı olarak dönem hikâyelerinden oluşan romanlar yazdığını söyledi.Son kitabı olan “Gölge gününün azabı ve ateşin gül serinliği”ni getirmişti. Bir solukta heyecanla okudum.Şimdi öğrendim ki, Mehmet Fırat, Bartın Belediye Başkanı Cemal Alkın ve Belediye Kültür-Sanat Sorumlusu Sevgi Salcı öncülüğünde düzenlediği 16. kitap fuarında kitabını imzalayacakmış. Fuarın yarınki son gününde kitabını imzalayacak olan Mehmet Fırat Eroğlu imza gününün ardından yazar Ferhan Topçu ile birlikte “roman dünyası ve romanlardaki karakterler” üzerine okurlarla söyleşecek.Eski ve sevgili bir dostu yeniden görmenin mutluluğunu hissetmek çok güzel bir şey.

Devamını Oku

Hep CHP konuşuluyor MHP muhalefet partisi değil mi?

12 Eylül 2012

Dikkat ediyorsunuzdur; muhalefet eleştirildiğinde CHP’den giriliyor, BDP’den çıkılıyor, sonra tekrar CHP’ye dönülüyor, ama MHP’ye yönelik fazla bir eleştiri yok.Peki MHP de bir muhalefet partisi değil mi?Ve MHP muhalefette başarılı mı?CHP için “böyle muhalefet olmaz” diyenler MHP’ye hiç bakıyorlar mı?MHP’nin muhalefet ettiğini gören var mı?Belki sesi çok çıkmadığı için gazetelerde, televizyonlarda MHP ile ilgili fazla bir şey konuşulmuyor. Oysa MHP, özellikle 2007 seçimlerinden bu yana ısrarla ve sürekli olarak iktidarın yanında yer alıyor.Tabii bundan MHP’nin iktidara payanda olduğu izlenimi çıkmasın, MHP lideri ve bazı MHP milletvekilleri zaman zaman iktidarı eleştiriyor, ancak kritik anlarda MHP ya ortada hiç yok ya da iktidarın ekmeğine yağ süren bir eylemde bulunuyor.Hatırlayın, 2007 yılında seçimlerden sonra eğer MHP “Meclis’e girmeseydi” Abdullah Gül o kadar kolaylıkla Cumhurbaşkanı seçilemezdi.Yüzde 47 oy almış AKP’nin karşısında Cumhurbakanlığı seçiminde Meclis’i boykot etmek elbette demokrasiye aykırıydı ama MHP en azından AKP’nin adayını açıklamasını bekleyebilirdi.MHP 12 Eylül referandumunda da daha sessiz kalmayı tercih etti. Sistemli ve siyasi bir muhalefet yapacağına olayların altında ezildi ve referandumda “evet” oranı MHP oylarıyla yükseldi.Aynı MHP, terör olaylarının zirve yaptığı dönemde Meclis’in olağanüstü toplantıya çağırılmasını da reddetti. “Bu, teröre prim vermektir, reklamını yapmaktır” söyleminin baskısına karşı çıkamadı.MHP gelseydi iktidar yine gelmeyecekti, açık Meclis AKP boykotuna maruz bırakılacaktı ya da AKP zorunlu olarak Meclis’e gelecekti.Şimdi yerel seçimlerin erkene çekilmesi gündemde. İktidar önce bir zemin yoklaması yaptı. MHP koşulsuz bu çağrıya destek vereceğini ve anayasa değişikliği için olumlu oy kullanacağını açıkladı.Peki neden?MHP yerel seçimlerin neden erkene alınmasını istiyor bu biir.İkincisi MHP neden AKP’nin konuyu Meclis’e getirmesini beklemeden ön görüşmeyi yaptı ve şimdiden destek sözü verdi?Kimi MHP’liler “Meclis’te uzlaşma sağlanmasından doğal ne olabilir?” diyebilirler.Orası öyle de, peki MHP’liler kendilerine sormazlar mı “Başka kanunlar için AKP bize neden danışmıyor da yerel seçimlerle ilgili kapımıza dayanıyor?” diye.Örneğin “MİT yasası değiştirilirken” MHP’ye danışıldı mı?Ne gezer. Tam tersine, 7 saatlik bir uğraştan sonra MİT Müsteşarı’nı koruma altına alan yasayı değiştirdiler.Eğitimde büyük sorunlar açacağı belirtilen 4+4+4 sistemi Meclis’e getirilirken MHP’ye danışan oldu mu?Hayır onda da kimse danışmadı. Getirdiler, takır takır geçirdiler.MHP şimdi genel kuruluna hazırlanıyor. Partide fazla hareketlilik yok, Koray Aydın bir bayrak açtı ama ne kadar etkisi olacağını bilemiyorum.Merakım MHP’nin muhalefet etme yönteminin genel kurulda tartışılıp tartışılmayacağı.MHP tabanı AKP ile çok bütünleşmiş görünmekten rahatsız mı değil mi, onu da göreceğiz. *****Yandaşlar daha tahammülsüz Yandaşlar eleştiriye ve eleştirenlere şiddetli öfke duyuyor.Üstelik ahlâki değerlere fazla itibar etmediklerinden dün “ak” dediklerine bugün rahatlıkla “kara” diyebiliyorlar.İşte Taraf Gazetesi’nin başına gelenler.Bu gazete AKP’yi desteklemek, AKP’nin “Türkiye’yi dönüştürme planında” altyapı hazırlamak, başta ordu olmak üzere Türkiye’nin kurumlarını ve değerlerini küçük düşürmek görevlerini uzunca bir süre hakkıyla yerine getirdi.Ancak belli ki destek aldığı bazı çevrelerin iktidarla ters düşmesi gazeteyi de etkiledi.Bazı icraatları kendileri için sakıncalı ve tehlikeli görenler “iktidarı tümden kaybederiz” korkusuyla kavgayı “düşük yoğunluklu” sürdürürken, Taraf bir anda “şahin” kesildi ve iktidara sert eleştiriler yöneltmeye başladı.O güne kadar Taraf’ı “özgürlük, demokrasi ve hukukun kalesi” olarak lanse eden yandaşlar şimdi Taraf ve yazarları için akıllarına gelen her hakareti ediyor.İlk günden beri hep uyardım “Siz AKP’li değilsiniz, destek veriyorsunuz, şimdi yüzünüze gülüyorlar, ama son kullanma tarihiniz geldiğinde yüzünüze bile bakmayacaklardır, çöplüğe atacaklardır” diyordum.O günlere geldik artık.*****Akyaka’da çöp rezaleti Nikâhımız Gökova’nın en güzel yerlerinden Akyaka’da kıyılınca Akyaka haberleri de doğal olarak ilgi alanıma girdi.Akyaka Türkiye’nin “en sakin” beş beldesinden biri. Tescilli. Yıllardır yolum düştükçe mutlaka Akyaka’ya giderim. Yani nikâh için burayı seçmemiz tesadüf değil.Cumartesi günü Akyaka halkı, ki zaten hepsi bir avuç, büyük kentleri kıskandıran bir protesto gösterisi yapmış. Fotoğraflarına baktım, etkilenmemek mümkün değil.Siyasi olaylarda belki istenilen kalabalıklar toplanamıyor ama, küçük de olsa halkın yaşam alanına tecavüz olduğunda herkes birlik oluyor.Protesto gösterisinin nedeni, dünyanın en güzel ormanlarına da sahip olan Akyaka’da çöplerin ormanlık alana dökülmesi.Ama sadece bu değil Akyakalıları öfkelendiren.Çünkü ormanın içinden yeni bir yol daha geçirileceği söylentileri var. “Çöpler altyapı oluştursun diye dökülüyor” diyor Akyaka halkı. Çünkü çöplerle birlikte orman içine moloz da dökülüyormuş.Sonra bunların üzerine asfalt döküleceği belirtiliyor.Akyakalılar “Yol için hazırlanan yere alt malzeme olarak çöp ve moloz konulması orman yangınlarını tetikler, bir sabah bir faciayla uyanabiliriz” diyorlar. Peki çöpleri kim döküyor?Akyaka Belediyesi hedefte. Ama ilginçtir, çöplere karşı protesto eylemine Akyaka Belediye Başkanı CHP’li Ahmet Çalca da katılmış, protestocuları alkışlamış.Akyaka halkı “Pek inandırıcı gelmedi, çöplerin nereden ve hangi saatte gittiğini biliyoruz, şimdi sıra bunun belgelenmesine geldi” diyor. ***** Kazuratların temizlenmesi“Sevgili Can Bey; Hüseyin Çelik televizyonlarda 75 milyonun gözleri önünde Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in Silahlı Kuvvetler içindeki ‘kazuratları’ ayıkladığını söyledi.O halde soralım;- Necdet Özel lağımcı mıdır? - TSK içinde kazuratlar var mıdır? - Necdet Özel bu sözlere karşı savcılığa şikâyet dilekçesi verip hakaret davası açacak mıdır? - TSK içerisindeki subay, astsubaylar, TSK’dan emekli edilen subaylar Hüseyin Çelik’e hakaret davası açacaklar mıdır, yoksa kazuratlığı kabul edip oturacaklar mıdır? Ne dersiniz? Saygılarımla. A. T. NOT: Kazurat dışkı demektir.”

Devamını Oku

Sabotaj işime gelmez ama o da bir ihtimal

12 Eylül 2012

Önceki sabah CHP’nin 60 yeni yerel yönetim projesinin tartışıldığı toplantının açılışına katıldım. Genel Başkan Kılıçdaroğlu bazı parti yetkilileriyle birlikte birkaç gazeteciye kahvaltı verdi. Önce Kılıçdaroğlu’nun yanına oturmuştum, ama bir sıra erkek olunca yerimi Şükran Soner’e vererek “Avrupa Birliği standartlarına uyalım, bir taraf sırf erkek bir taraf sırf kadın olmasın” dedim. Hep birlikte güldük.Kahvaltı erken saatteydi, gazeteleri görememiştim henüz. Bu nedenle Güneş Gazetesi’nde Kılıçdaroğlu ile yapılan konuşmadan haberim yoktu. O konuşmada Kılıçdaroğlu Afyon’daki patlama için “komutanlarla konuştuğunu belirterek, olayın yüzde 99 sabotaj olduğunu” söylüyordu.Kahvaltıda Kılıçdaroğlu’nun diğer yanında Hürriyet’ten Yalçın Doğan oturuyordu. Bir ara fısır fısır konuştuklarını duyunca her zaman yaptığım espriyi tekrarlayarak “Haber atlatma yok ama” diye seslendim. Gülerek “Yok canım” dediler.Ben espri diye söyledim o sözü ama, meğer gerçekmiş, Kılıçdaroğlu Yalçın Doğan’a, Suriye’de düşen uçağın parçalarının MİT tarafından incelendiğini söylemiş. Ayrıca sabotaj konusundaki sözlerini de tekrarlamış.Helal olsun, Yalçın Doğan göz göre göre hepimize haber atlattı. Kıskandım doğrusu.Öğleden sonra sevdiğim ama ne yazık ki yandaş olan bir gazeteci dostum aradı. “Seninki (Kılıçdaroğlu’nu kastediyor, ben yandaş diyorum ya o da bana CHP yandaşı demeye getiriyor) Afyon olayı için sabotaj demiş, çok işine gelir değil mi?” diye sordu.Bu tür çıkışlarına her zamanki gibi “Saçmalama” dedikten sordum “Niye işime gelecekmiş ki?” dedim.“Niyesi var mı, buradan hükümete yüklenme fırsatı çıkar.”Fesuphanallah çektim “Bak, anlamadığın şu, terörle veya başka nedenlerle insan hayatları yitiriliyorsa bunu iktidara karşı kullanmaya kalkmak ahlâki de vicdani de değildir, ama bu yanlış politikaların veya ihmallerin sorgulanmayacağı anlamına da gelmez” cevabını verdim. Sonra da ekledim “Ayrıca sizlerin daha milletin afyonu patlamadan kazadır kaza diye çırpınışlarınızı da ahlâki ve vicdani bulmuyorum; demek ki sizler de bu işin bir şekilde hükümete yansıyacağını düşünüyorsunuz ve önceden tebdir alıyorsunuz.”Yandaş dostum “Bozulma hemen, televizyonda değiliz” dedi, telefonu kapattık.“İşine gelir tabii” lafı elbette çirkin. Ancak Kılıçdaroğlu’nun sözlerini de göz ardı edemeyiz.Çünkü Kılıçdaroğlu bir gazeteciye “off the record” yani yayınlanmamak kaydıyla söylüyor bu sözleri ve dayanağı ise bir komutanla yaptığı konuşma.Kılıçdaroğlu bu konuşmayı önceki gün de dün de yalanlamadı. Ama daha fazla ayrıntı da vermedi.Buna karşı Genelkurmay’dan da yalanlama gelmedi. Başbakan ise Kılıçdaroğlu’nu “Madem biliyorsun o zaman tam açıkla” diyerek eleştirdi. Erdoğan olayın henüz incelendiğini söyledi. Demek ki Afyon olayı medyada yer aldığı şekliyle “tamamen kaza” olmayabilir. Sabotaj ihtimali her şeye rağmen bir kenarda duruyor.Gerçi Uludere ve Suriye’de düşen uçak konusunda da onca iddiaya rağmen tatmin edici bir açıklama yapılmadı, bu olaylar hâlâ birer muamma olarak duruyor. Afyon olayı da böyle olabilir.***** İslami bisikletimiz hayırlı olsun! Artık “Millet Ay’a giderken biz yaya kaldık” demeyeceğiz... (Gani Yıldız)*****Haliç Üniversitesi’nde Mütevelli Heyeti seçimi 15 Eylül’deSinan Artan’ın Mütevelli Heyeti Başkanlığı makamını usulsüz biçimde doldurduğunun ortaya çıkması üzerine YÖK’ün incelemeye aldığı Haliç Üniversitesi’nde yeni Mütevelli Heyeti 15 Eylül’de seçilecek. Aldığım bilgilere göre YÖK 15 gün süre verdiği Mütevelli Heyeti seçimi için bazı öneri ve uyarılarda da bulundu. Yeni heyette eski yönetimden isimlerle bu isimlere yakın kişilerin yer almaması istendi.Bu da önce Bizim Lösemili Çocuklar Vakfı Başkanı Prof. Dr. Gündüz Gedikoğlu’nun yeniden Mütevelli Heyet başkanı seçilmesinin istenmediği biçiminde yorumlandı.Ancak Haliç Üniversitesi’nin “hami üniversitesi” konumundaki İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü, Gedikoğlu hakkında herhangi bir suçlama olmadığını, ayrıca vakıf başkanlığını da sürdürdüğünü belirterek “Bizim için bir sakıncası yoktur, ayrıca seçilmesi de yerinde olur” görüşünü bildirdi.Ayrıca İstanbul Üniversitesi’nin kendilerince belirlenen üç kişiyi de Mütevelli Heyeti seçimlerinde aday olmaları için vakıf yönetimine bildirdiğini de öğrendim.*****YÖK Yeni Yüzyıl Üniversitesi’ni mercek altına aldı Üniversite ve yüksek okullarda yeni öğretim yılı yaklaşırken kendi içinde sorun yaşayan bazı vakıf üniversiteleri YÖK’ün incelemesine takılıyor.Haliç Üniversitesi’ndeki usulsüzlükten sonra bu kez de Yeni Yüzyıl Üniversitesi’nde yaşanan olumsuzluklar YÖK’e şikâyet edilince okula denetçiler gönderildi.Aldığım bilgilere göre Yeni Yüzyıl Üniversitesi’nde, 21 öğretim görevlisi ile 25 idari çalışanın işlerine noterden ihtarname çekilerek son verildi.Bunun usulsüz olduğunu belirten öğretim görevlileri YÖK’e başvurarak şikâyetçi oldu.Vatan Hastaneler Grubu’nun sahibi Azmi Ofluoğlu’nun kurduğu vakfa ait üniversite henüz 3 yıllık, ancak 4 kez rektör değiştirdi.Şikâyetçi öğretim görevlileri üniversitenin bir bilim yuvası gibi değil ticarethane gibi yönetildiğini savunarak özellikle mütevelli heyeti başkan vekili olan Ekrem Çalkılıç’ın tutum ve davranışlarını rapor ettler.İddialara göre eski bir gazeteci olan Çalkılıç rektörü de atlayarak öğretim kadrosu üzerinde tek başına tasarrufta bulunuyor. Rektöre haber vermeden akademik kadro üzerinde oynayan, dekanların işine son veren yerine yenisini alan Çalkılıç’ın “Parayı biz veriyoruz, o halde kararları da biz alırız” dediği ileri sürülüyor.Şikâyetler üzerine Yeni Yüzyıl Üniversitesi’ne gelen denetçiler hem akademik hem de idari kadronun ifadelerini aldı. İfadelerin bir günde bitirilebilmesi için herkes okulda tutuldu ve işlem 23.00’e kadar sürdü.Bu arada YÖK‘ün Yeni Yüzyıl Üniversitesi’ne bu yıl 1930 öğrenci kontenjanı tanıdığı, şu ana kadar bunlardan 1040’ının başvuruda bulunduğu belirtildi. Üniversite yöneticileri şu anda öğrenci kayıtlarında ve öğretim yılının açılışında herhangi bir sorun olmadığını belirttiler.

Devamını Oku

Sayın Başbakan, medyaya yönelik eleştirilerinizde haklı değilsiniz

10 Eylül 2012

Sayın Başbakan, göreve geldiğiniz günden beni medyadan şikâyet ediyorsunuz. Hatta çoğu kez şikâyetle de kalmayıp patronlara seslenerek “maaşlarını siz ödüyorsunuz, neden bunlara yazdırıyorsunuz?” diye de soruyorsunuz.Ne yazık ki korkuya kapılan bazı patronlar sizi daha fazla kızdırmamak için ya işaret ettiğiniz gazeteciyi kapı önüne koyuyor ya da etkisiz bir göreve getirip sesinin çıkmasını engelliyor.Özellikle son zamanlarda medyaya yönelik eleştirilerinizin dozu çok arttı. Artık bunlar eleştiri de değil, bir dehşet ortamı yaratıyorsunuz, herkesi korkutuyorsunuz.Sayın Başbakan, 36 yıldır sadece bu mesleği yaparak ayakta durabilen bir gazeteci olarak size seslenmek istiyorum. Yanlış yapıyorsunuz, medyayı eleştirerek belki bir süre sesleri kısabilirsiniz, ama inanın sonunda siz çok daha zararlı çıkacaksınız.Örneğin “Medyaya çattı” başlıklarını eleştirerek “Siz hükümete çatacaksınız, siz Ak Parti iktidarına çatacaksınız, siz Ak Parti’ye çatacaksınız, elinizi taşın altına zerre koymayacaksınız, biz bunun karşısında susacağız. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır, biz şeytan olamayız. Biz bu oyunun farkındayız” diyorsunuz.Sayın Başbakan, bu psikoloji çok yanlış. Size yönelik her eleştiri size düşmanlık, sizi devirmek, sizi zora sokmak için yapılmıyor.Siz siyasetçisiniz. Eleştirilmeye açık olmanız gerek. Eleştirilere cevap vermek konumundasınız.Örneğin Suriye politikanız mı eleştirilyor, siz politikanızın doğru olduğunu anlatmak ve ikna etmek zorundasınız. Çünkü gazeteci kendi keyfi için sormaz, eleştirmez. Her gazetecinin toplumda bir karşılığı da vardır ve onlar adına eleştirir, sorar, sorgular.Önemli olan gazetecinin değil onun üzerinden toplumun ikna edilmesidir.“Benim oyum yüzde 50’yi geçti, herkesi ikna etmek zorunda değilim” diyebilirsiniz ama eğer herkesin başbakanı olacaksınız, en azından size karşı olanların da “Bu konuda doğru söylüyor” demelerini sağlamak görevinizdir.Sonra Sayın Başbakan, lütfen şu artık hiçbir anlamı olmayan “Boğaz’a karşı keyif çatarken, çerezlerini, alkollü içkilerini yudumlarken” edebiyatını bırakınız. Kimdir bu gazeteciler, kimler Boğaz’daki villalarda oturup içkilerini yudumlarken sizi yıkmak istiyor, bunu da bilmek hakkımız.Benim bildiğim evinden Boğaz’ı gören Fehmi Koru var, Mehmet Barlas var, Mehmet Ali Birand var. Sizi bu isimler mi çok eleştiriyor?Hep İstanbullu gazetecilerden söz ediyorsunuz. Oysa Ankara’dan yazan arkadaşlarımız da var. Eğer İstanbul’un ortasından deniz geçiyorsa, bunda bizim ne kabahatimiz olabilir ki?Sayın Başbakan; hizmetlerinizin medyada arzu ettiğiniz biçimde yayınlanmadığına inanıyorsunuz.Lütfen bu psikolojiden de kurtulun. Medya hizmetlerinize yer veriyor. Yaptığınız her açılış, her temel atma töreni, her proje açıklaması televizyonlardan canlı olarak yayınlanıyor. Gazetelerde ise mutlaka yer alıyor. Belki sizin arzuladığınız başlıklarla olmuyordur ama hizmetlerin herkes farkında.Siz hiç metroya karşı çıkan bir gazeteci gördünüz mü? Ama gazeteci olarak elbette metronun maliyetini de iyi yönetilip yönetilmediğini de sorgulamak görevimiz.Ayrıca zaten size yönelik eleştiriler hizmetleriniz konusunda değil, daha ziyade siyasi konularda, dış politikada, dini referans alarak yaptığınız uygulamalarda ve bazen korkmadan yazabilenlerin dile getirdiği yolsuzluklarla ilgili konularda yoğunlaşıyor.Bunlara “tencere dibin kara” üslubuyla cevap vermek yerine daha ikna edici ve daha bilgilendirici açıklamalar yapmanız hepimiz için daha hayırlı olacaktır.ÖSYM Başkanı’nı şahsen sevebilir ve “ben adam harcamam” mantığı ile koruyabilirsiniz, ama bu o kişinin yarattığı skandalların önüne geçemez ki.Sayın Başbakan inanın, her eleştiren size düşman değildir. Hepimiz bu ülkede yaşıyoruz, kaderimiz ortak, hiçbirimiz kendimize de zarar verecek duygu ve davranışlar içinde olamayız. *****Hapse atacakmış Okullar dün açıldı. Kimi 60, kimi 66 kimi de 72 aylık ve hatta 80 aylık çocuklar aynı sıralarda eğitime başladı. Milli Eğitim Bakanı “İşte şimdi tam çağdaşlaştık” diyor ama bunun yaratacağı sorunları önümüzdeki günlerde göreceğiz. Dün bir TV’de miniklerle yapılan röportajları izliyorum. 60 aylık çocuğa “Büyüyünce ne olacaksın?” diye sordular. O da “polis” dedi. Sunucu “neden?” diye sorunca minik öğrenci “Yaramazları hapse atacağım” diye cevap verdi.60 aylık çocuk kendince yaramazlık yaptığına inandıklarını hapse atmaktan söz ediyor. Çocuk hâliyle o kadar çok hapis lafı duyuyor ki, zihnine daha şimdiden kazınmış. Neden olanları kutlamak (!) gerek. *****İDO konusunda jandarma doğru söylememiş Pazar günü emekli yarbay, Erkenekon sanığı Mustafa Dönmez’in en acılı gününde oğlunun cenazesine yetişememesini ve bunda Jandarma’nın oynadığı rolü anlatmıştım. Yazının yayınlanmasından sonra İDO’dan aradılar ve “O araç Yenikapı iskelesine hiç gelmedi, zaten 14.00’te kalkan feribota yetişemeyeceği için karadan gitme kararı almışlar, bizimle hiç ilgisi yok” dediler. Daha sonra da yazılı bir açıklama gönderdiler.Tabii şaşırdım. Çünkü daha önceki açıklamalarda İDO’nun “Araç büyük, ayrıca güvenlik sorunu yaratabilir” diyerek Yarbay Dönmez’i taşıyan cezaevi aracını feribota sokmadıkları belirtilmişti.Bunun üzerine Yarbay Dönmez’in avukatlarını aradım.Olay şöyle: Jandarma’nın nakil aracını geciktirmesinin üstüne bir de araç komutanı teğmenin Maslak’tan alınacak olması gelince. 14.00’te kalkacak olan Bandırma Feribotu’na yetişilmesi zaten olanaksızlaşmış. Peki İDO olaya nereden karışmış?Bir Jandarma yetkilisi avukatlara, ‘telefonla İDO’yu aradık, aracın büyük olduğunu, otobüs sayıldığını, ayrıca güvenlik gerekçesiyle cezaevi arabasını feribota almadıklarını söylediler, bu nedenle karadan gitmek zorundayız” demiş.Merakım şu, Jandarma gerçekten İDO’yu aradı mı, yoksa iyice geciktirmek için İDO’yu bahane olarak mı kullandı?***** Öldürülen teröristlerin cenazeleri ortada kalmıyor herhâlde Üst üste gelen saldırılar sonunda birçok yiğidimizi şehit verince Genelkurmay’da bir hareketlenme oldu. Alıştığımız, “bölgede operasyon yapılıyor, teröristler falanca dağda kıstırıldı, çember daralıyor” türü açıklamalara bu kez “373 terörist etkisiz hâle getirildi” bilgisi de eklendi.Bu kadar şehit verince “biz de karşılığını veriyoruz ama, bu kadarını da biz öldürdük” deme ihtiyacı hissettiler herhâlde.Ancak dikkati çeken şu: Madem bu kadar terörist etkisiz hale getirildi, cenazeleri ne oldu? 300’ün üzerinde terörist etkisiz hâle getirildiyse, onların da anaları babaları var. En azından cenazeleri teslim almış olmaları gerekir.Vatandaşlar sessizce defnetmek istese bile örgütün cenazeleri büyük gösterilere çevirdiğini daha önceden biliyoruz. Oysa bölgeden tek cenaze haberi bile gelmiyor.Genelkurmay halkı “rahatlatmak!” için bazı açıklamalar mı yapıyor, yoksa cenazeler ailelere teslim mi edilmiyor?***** Günün sözü Hatasız kul olmaz. ÖSYM Başkanı hariç... (Gani Yıldız)

Devamını Oku

Kâğıttan kaplan konusunu ciddi ciddi düşünmemiz gerek

9 Eylül 2012

Sevgili okurlar; yüreğimizi dağlayan sadece teröre karşı verdiğimiz şehitler değil. Ağır ihmaller nedeniyle basit kazalar sonucu da onlarca yiğidimizi yitiriyoruz. Türkiye’de insan hayatı artık çok ucuz hâle geldi. Uludere’deki trafik kazasından sonra Afyon’da cephanelikteki patlama, askere gönderdiğimiz evlatlarımıza gereğince sahip çıkılmadığının ibret verici işaretleri.Uludere kazasıAslında üzerinde pek durulmadı, “trafik kazasıdır ne çare” bahanesiyle unuttuk gitti. Oysa Uludere’de 10 şehit verdiğimiz kazanın Afyon’daki patlamadan pek farkı yok. Güya Türkiye’nin her yerine hâkimiz ama, BDP’li milletvekillerini korumak için gönderilen askerler “başlarına bir şey gelmesin” diye kiralanan bir sivil araca bindirilmişti. Olana bakın.Bu kadar mı yani?Askerimizin içine düştüğü acze bir bakar mısınız? Askerleri hedef olmasın diye, kiralık minibüs bulunuyor. Direksiyonda 10 yaşındaki çocuğunu kucağına oturtan bir sivil şoför var. Ve kadere bakın ki “hedef olmasın” denilen yiğitlerimizden birkaçı, onları “hedef yapacağından” korktuğumuz Uludereli köylülerin yardımıyla hayata tutunabiliyorlar.Afyon’daki patlamaArkasından gelen Afyon’daki patlama da bu kaza kadar elim, bu kaza kadar saçma sapan. Yine sanki ordunun aracı yokmuş gibi bir sivil kamyon kiralanıyor, bununla “yere düştüğünde patlayacak” eskimiş el bombaları taşınıyor, kamyona bekleme parası vermemek için gece vakti acemi erlere bunlar taşıttırılmaya kalkılıyor, bir bomba düşüyor. Olana bakın.Genelkurmay’ın durumuBu ihmaller zincirinden sonra Genelkurmay’ın durumuna ne demeli. Olay yerine yetişemiyor, çocuklarının akıbetini öğrenmeye gelen ailelere oturacak yer bile gösteremiyor, durumun vahametini ancak gün ışıyınca fark edebiliyor. Bir CHP’li “Ordumuz kâğıttan kaplan” demişti de kızmıştık, galiba kâğıttan bile değil. “Biz mi gözümüzde çok abartmışız yoksa” diye düşünmeden edemiyorumPaşa’nın durumuYa ordunun “iki” numaralı adamı olan Paşa’ya ne demeli? 25 askerimizi şehit vermişiz, hem de pisi pisine, paşamız açıklama bile yapmıyor. Sonra hiçbir şey olmamış gibi valiliği ziyaret ediyor, ne gereği varsa ve burada kendisine “şükran hisleriyle” verilen armağanları kabul ediyor. Fotoğraflar çektiriyor. dışarıda ise acılı ana babalar bir parça ilgi bekliyor.Muhalefete gösteriAfyon’da çaresiz kalan Genelkurmay, sıra Ankara’ya gelince güç gösterisine başvuruyor. Şehit yakınlarını ziyaret etmek isteyen CHP heyetine “yasak kardeşim” deniyor. Nedenmiş? Ziyaretçi kuralları varmış. Sevsinler. Madem kurallara bu kadar uymayı biliyordunuz, 25 şehit verirken neredeydi o kurallarınız? İktidara yaranma yarışına girmişsiniz işte, bahaneye ne gerek var?Suriye bataklığıSevgili okurlar; devam eden ve uzunca süre devam edeceği anlaşılan Suriye konusu önümüzdeki günlerde başımıza daha büyük işler açacak gibi görünüyor. İktidarın “heyecanlanıp” ön aldığı, adeta “savaş tamtamları” çaldığı Suriye karşısında dünyada tek başımıza kaldık. İktidarın “Esad gidecek” stratejisi üzerine kurduğu politika artık tamamen iflas etti. Bundan sonrası kötüdür.Amerika çekiliverdiİktidar “böyle olursa ben de bölgenin lideri olurum” hayaline kapılıp Suriye’de bir tamyon bölge oluşturulmasını ve ardından da Suriye’ye müdahale edilmesini istiyordu. Amerika, NATO ve Avrupa ise buna soğuk davranıyor ama Türkiye’yi yine de cesaretlendiriyordu. Sonunda ip koptu, ABD Genelkurmay Başkanı -sonradan yalanlasa da- Türkiye’nin politikasını yerle bir ediverdi. Kaldık şimdi kendi başımıza.Tampon bölge yokABD Genelkurmay Başkanı, bizim maskeli faşistlere nazire yaparcasına demokrasiyi bir kenara bırakıp! “kendi yönetimini uyaran” bir açıklama yaptı. Dedi ki “Suriye’de tamon bölge olmaz. NATO olarak da başaramayız, tutunamayız. Türkiye’nin isteklerine sakın kapılmayın.” İşte o anda iktidarın yanlış politikasının da sonu geldi. Ama iktidar hâlâ yanlışta ısrarlı.Şam’da namazSuriye politikamız iflas etti ama Başbakan hiçbir şey olmamış gibi hâlâ Şam’a kadar gidip namaz kılmaktan söz ediyor. Suriye’ye karşı “Cihat” mı ilan edeceğiz ki Şam’a gidilip namaz kılınacak? Belli ki adamları Başbakan’a Suriye konusunda yanlış bilgiler veriyor. Oysa adamlarını dinlemek yerine Esad’ı bizden fazla devirmek isteyen Batı ülkelerinin gazetelerine bir baksa yetecek ama..Rusya faktörüPeki ABD ve Batı neden Suriye konusunda bu kadar çekingen? Nedeni basit. Suriye’de Rusya ve Çin var. Buraya yapılacak bir askeri müdahalenin bölgede “mini üçüncü dünya savaşı” çıkarması işten bile değil. Üstelik Rusya’nın silah teknolojisi de tam olarak bilinmiyor. Bir savaş hâlinde umulmadık silahların kullanılması durumunda yaşanacak bozgunu kimse göze alamaz.Uçak muammasıEski bir general “Bölgedeki Rus silahlarını tanıyoruz aslında, ama ya hiç bilmediklerimiz varsa” diye özetlemişti bana geçen hafta bir sohbet sırasında. Düşen uçağımızda herhangi bir kurşun ya da roket izi olmadığı söylentileri üzerine “Rusya henüz bilmediğimiz bir silahı denemiş olabilir, bu ihtimalleri gözardı edemeyiz” diye de eklemişti. Peki bizim Rusya ile savaşacak gücümüz var mı?Birkaç notSevgili okurlar, geçen hafta çok dikkat çeken bazı gelişmelerle ilgili birkaç not daha paylaşmak istiyorum. Başbakan Erdoğan BDP’yi eleştirirken “Yargıya da söyledik, zaten gerekeni yapacaklar, biz de Meclis’te yapacağız” dedi. Bu sözler açıkça “yargıya talimat” demektir. Peki BDP konusunda yargıya talimat veren iktidar başka davalarda da talimatlar vermiş midir?Cevabı çok basitYargıya bu tür baskıların yapıldığı konusunda elbette elimizde “net kanıt” yok ama gelişmeler talimatlar verildiğini de gösteriyor bizlere. Örneğin seçilmiş kişilerin serbest bırakılmaması asla, ne akla ne mantığa uyuyor. Bütün Türkiye “Serbest bırakın” derken sadece üç hâkimin “takdir hakkını kullanarak” milletvekillerini hapiste tutması başka türlü izah edilebilir mi?Her şey çürütülmüşkenKamuoyuna pek yansımasa da Ergenekon, Balyoz, Odatv gibi davalarda, sanıkların hâlâ zindanlarda tutulmasına neden olan suçlamaların neredeyse tamamı bilimsel olarak çürütüldü. Buna rağmen tutukluluklar hâlâ “kaçma şüphesi, delilleri karartma şüphesi” ya da “kanıtları hâlâ ortaya konamamış şiddetli suç şüphesi” gerekçeleriyle devam ediyor. Arka kuvvetli olmasa bunlar olabilir mi?Sınav komedisiBir başka dikkat çekici konu da artık okuma yazma bilmeyenlerin bile alay konusu hâline gelen ÖSYM skandallarıydı. Üniversite sınavından doktor sınavına, hâkim sınavından KPSS’ye kadar her alanda skandal üzerine skandal yaratan ÖSYM’nin Başkanı pişkin şekilde ortaya çıktı ve “Bunlar PKK’nın KPSS sınavlarını iptal ettirmesini istemesinden kaynaklanıyor” dedi. Allahım aklımızı koru. Hepinize iyi haftalar dilerim..

Devamını Oku

Silah arkadaşına en acılı gününde bunca eziyeti çektirene ne denir?

8 Eylül 2012

Ergenekon sanıklarından emekli Yarbay Mustafa Dönmez 23 yaşındaki oğlunu bir trafik kazasında yitirdi. Dönmez evladının cenaze törenine katılabilmek için cezaevinden izinli olarak çıkarıldı ama Jandarma’nın akılalmaz engellemeleri sonunda cenaze namazına yetişemedi.Şimdi sizlere aşama aşama neler yaşandığını anlatmak istiyorum. Başlıktaki sorunun cevabını siz kendi vicdanınızda verin.Yarbay Dönmez’in 23 yaşındaki oğlu Alp Dönmez 31 Ağustos günü Azerbaycan’da geçirdiği trafik kazası sonucu hayata veda ediyor. Ailesi ve Dönmez’in avukatları olayı cuma akşamı öğreniyorlar. Cenazenin ancak cumartesi gece yarısı gelebileceği de öğrenilince, avukat Celal Ülgen “Mustafa Dönmez tek kişilik hücrede kalıyor, şu anda söylersek kendisi için yıkım olur, ayrıca hafta sonu olduğu için izin almak da mümkün değil, pazartesi izni aldıktan sonra söyleyelim” önerisi getiriyor. Aile ve avukatlar bunu doğru buluyor.Pazartesi sabah saat 08.30’da Silivri Cezaevi Müdürlüğü’ne izin başvurusu yapılıyor. Cezaevi Müdürlüğü saat 10.30’a kadar başvuruyu tutup cevaplamıyor. Saat 10.30’da izin veriliyor.Bunun üzerine avukatlar oğlunun ölümünü Yarbay Dönmez’e haber vermeye karar veriyor. Ancak hiç kimse bu acı haberi vermek istemiyor. Sonunda Tuncay Özkan “Birinin söylemesi gerek” diyerek bu görevi üstleniyor.Ardından devreye Jandarma giriyor. Yani Yarbay Dönmez’in silah arkadaşları.Jandarma Bandırma’ya gitmek için ring aracı olmadığını (ki cezaevinde var) başka yerden araç temin edileceğini söylüyor. Bunun için Jandarma Alay Komutanlığı’na yazı yazılıyor. Ancak Alay Komutanlığı bir türlü olumlu cevap vermiyor.Durum o sırada Balbay ve Haberal’ı izlemek için Silivri’deki Duruşma Salonu’na gelen CHP heyetine bildiriliyor. CHP’li Akif Hamzaçebi’den “valiyi araması” rica ediliyor.Hamzaçebi Vali’yi arıyor ve iznin çıkarılması için girişimde bulunmasını talep ediyor. Vali konuya hassasiyetle yaklaşıyor ve Jandarma Alay Komutanı’na “araç temini için talimat” veriyor.Ancak bu kez de Jandarma’nın talep ettiği “ulaşım ve harcırah bedeli” sorunu çıkıyor ortaya.Avukatlar üzerlerinden çıkan 1700 lirayı Silivri’ye giderek bankaya yatırıyorlar ve dekontunu getiriyorlar. Jandarma ise paranın yetersiz olduğunu 800 lira daha yatırılması gerektiğini söylüyor.Bu kez Ergenekon sanıkları aralarında toplayıp 800 lirayı denkleştiriyorlar ve bir avukat tekrar Silivri’ye giderek parayı bankaya yatırıp dekontonu getiriyor.Sonunda Jandama Yarbay Dönmez’in getirilen araca binmesine izin veriyor, ama bu kez de araç komutanı olan teğmenin Maslak’taki karargahta olduğu ve bu nedenle aracın önce buraya gideceği belirtiliyor.Bunlara rağmen araç saat 14.00’teki Bandırma feribotuna yetişiyor. Ancak bu kez de karşılarına İDO çıkıyor. Yetkililer aracın büyük olduğunu ayrıca bu durumun bir güvenlik sorunu yaratacağını belirterek cezaevi aracını gemiye almıyor.Bunun üzerine araç kara yolundan Bandırma’ya gidiyor. Ancak ikindi namazından sonra kılınan cenaze namazına yetişemiyor. Aile cenaze namazından sonra Alp Dönmez’in naaşını, babası gelene kadar bekletip toprağa vermiyor. Yarbay Dönmez ancak oğlunun mezarı başına yetişebiliyor.Rezaleti okudunuz. Jandarma bir silah arkadaşının en acılı gününde yardım etmek yerine eziyet çektiriyor. Bunun adı ne olabilir?Ayrıca oğluna son görevini yapmak üzere çırpınan bir babadan “peşin para almak” da ne demek? 16 kişi görevlendirip sonra “bunların masraflarını siz ödeyeceksiniz” demek koca devlete yakışır mı?Deyin ki mevzuat böyle, “peşin para” diye tutturmanın alemi ne? Henüz hakkında bir karar bile verilmemiş olan bir yarbay zaten hapiste değil mi? Para tahakkuk ettirilir sonra alınır, bu kadar mı zor?Jandarma’dan Genelkurmay Başkanlığı’na atanan Necdet Özel acaba bu yaşananları vicdanına sığdırabiliyor mu?*****Fıkra yok Yıldırım Tuna varÜst üste gelen şehit haberleri hepimizin yüreğini dağladı. Bu haftaya muhsus olmak üzere pazar fıkralarını koymuyorum. Ama Yıldırım Tuna yine var. Bu pazar sizlere Yıldırım Tuna’nın yazdığı “politik bir diyalogu” sunmak istiyorum;- Arkadaşlar, yine bir yerlerde bomba patlattılar.. Milletin artık şurasına geldi.. Halk bizlerden bir şeyler yapmamızı bekliyor..- Efendim daha ne yapalım?.. Olaylardan sonra Başbakanlığın merdivenlerinden hızlı hızlı çıkarken sürekli televizyonlar bizi çekiyorlar efendim..- Kardeşim biraz daha hızlı çıkın.. Olaylar büyüdükçe o çıkışlar hızlanmalı.. Ne o elde ‘Pazar filesi’yle eve döner gibi tıngır mıngır çıkışlar?.. Ayaklar görünmemeli..- Ama efendim, bazen günde 2 - 3 kere çıkıyoruz.. Bakanları gençlerden seçseniz.. Ben 62 yaşına geldim, artık dalak şişiyor.. Rekorum makam arabamım kapısından ilk basamağa kadar tam 32 saniye yani..- Tamam, tamam.. Bir de çıkışta gazetecilere beyanat verirken “Bıçak kemiğe dayandı. Bizim sabrımızı sakın sınamasınlar” diyeni parçalarım.. Yaratıcı olun.. Mesela “Size sadece Ninova’nın son gününü hatırlatıyorum arkadaşlar, bunun üzerine zaten bir şey söylenemez” falan diyip çekilin mikrofonun önünden..- Ne olmuş efendim “Ninovanın son gününde?”- Elini körü olmuş.. Ne bileyim ben?.. Gazeteciler bunu 1-2 gün araştırırlarken biz de biraz rahat nefes alırız fena mı?.. Hadi bir-ki, bir-ki.. daha fuleli, daha fuleli..*****Gani Yıldız’danÜlke olarak moralimiz çok bozuk. Nasıl bozuk olmasın ki? İki gün önce basındaki tek olumlu haber; internet hızında Avrupa’da sonuncu değil, sondan ikinci olmamız.***Vatandaşın büyüklerinden beklentisi: Teröre lanet okurken onun canına da okumaları.***Yargıtay Başkanı Ali Alkan medyayı uyarmış, “Yargısız infazdan kaçının” demiş. Bir uyarı da uzun süren yargılamaların adeta mahkzmiyete dönüşmesiyle ortaya çıkan “yargılı” yargısız infazlar için gerekmez mi?***Bütçeyi “düzeltme” zamları gündemdeymiş. Yani başka bir söyleyişle; vatandaşı “dümdüz etme” zamları...***Başbakan’ın yeni adli yıl mesajı, “Tarafsızlığı teminat altına aldık” olmuş. Açıkçası tarafsızlık bir şeyin altına alındı ama o şey teminat mı yoksa ayaklar mı, emin değiliz!***İki yıl önce yapılan Tıpta Uzmanlık Sınavı’nın bazı soruları iptal edilince asistanların yerleri ve bölümleri değişmiş. Müthiş bir sistemimiz var; doktorluk yapmak isterken doktorluk oluyorsun...***İstanbul trafiğini rahatlatmaya yönelik çözümler (otobüslere özel şerit, içinde en az 3 kişi olan otomobile özel şerit) işe yaramaz. Çünkü yolda “şerit” olsa da vatandaşta “bilinci” yok!

Devamını Oku

Bir biat gösterisi; “Kaza bu kaza!” çığırtkanlığı

7 Eylül 2012

Yüreğimiz yine dağlandı. 25 gencecik evladımız şehit oldu.Sıradan bir kaza mı, ihmal mi, ağır ihmal mi, sabotaj mı henüz tam bilemiyoruz.Genelkurmay sessiz. Genelkurmay Başkanı “Her şey ortada, bir açıklama yapmayacağım” dedi. Her şey ortada da, ne olduğunu bilmiyoruz nedense.Ancak çok dikkat çekici bir başka nokta var.Afyon’daki patlama iki gece önce saat 21.15’te meydana geldi.İlk gelen haberlerde şehit olup olmadığı belli değildi ama bazı yaralılardan söz ediliyordu.Korkunç durum ancak gün ışıdıktan sonra ortaya çıktı. Ne yazık ki 25 askerimiz patlamada şehit olmuştu.İşte o andan itibaren televizyonlarda bir “kaza bu kaza” çığırtkanlığı başladı.Önce Orman Bakanı “kesinlikle kaza” açıklaması yaptı. Pakistan ve Hindistan’da da oluyormuş bu kazalar. Düzeyimize bakar mısınız, hangi ülkelerle kıyaslıyor Bakan bey.Ardından kimi emekli asker, kimi patlayıcı uzmanı, kimi stratejist onlarca kişi doldurdu ekranları.Hepsi “Kaza bu kaza” diyordu.Ancak bunları söyleyenlerin kimlikleri önemli. Hepsi AKP iktidarından yana isimler.Hepsi biat etmiş.Amaç hükümeti bu işin içinden sıyırmak.İşte biat kültürü ile özgür kimlikler arasındaki fark bu.Aynı ekranlara tarafsız isimler, gazeteciler, eski askerler de çıktı.Hiçbiri “Bu bir terör saldırısıdır, sabotajdır” demedi.Ama şunu söylediler “Bu garip bir olay. Kaza olma ihtimali elbette var, ama sabotaj ihtimalini de göz ardı edemeyiz.”Sonra sorular sormaya başladılar.Sayım neden gece yapıldı?El bombası yere düşmeyle patlar mı?O kadar asker neden aynı anda cephaneliğe sokuldu?Neden üç günlük askerlere son derece hassas bir görev verildi?Askerler arasına bir intihar eylemcisi sızmış olabilir mi?Çünkü bilimsel özgür bakış bunu gerektirir. Bilimsel bakışta şüphelenmek, sorgulamak merak etmek vardır.Ama biatçı yandaşların tek amacı Hükümeti korumak tabii.Patlama olduğunda hiç kimsenin aklına olaydan hükümeti sorumlu tutmak gelmedi, gelemezdi de, insanlar aklını bu kadar yitirmedi herhalde.Ancak üst üste gelen terör olaylarından sonra askeri tesisteki beklenmedik patlamanın da bir terör olayı olabileceği kuşkusu da herkesin zihninde vardı elbette.Buna Genelkurmay’dan da hükümetten de saatlerce açıklama gelmemesi ve korkunç gerçeğin ancak sabah öğrenilmesi eklenince kuşkular daha da arttı.İktidarı “Her şey beni yıkmak için kullanılıyor” paranoyası sardı. İçte ve dışta yaşanan sürekli başarısızlıklar, iktidarın dengesini bozdu besbelli.O nedenle ne olursa olsun, her olaydan sonra refleks hâlinde bir korunma çabası görülüyor.*****Boğulan insanlık değil Türkiyeİçimizi karartan onca kötü olaya bir de “kaçak işçi dramı” eklendi. Bir umutla yabancı ellerde ekmek parası hayali peşinde koşan 61 kişi içinde bulundukları teknenin batması sonucu boğularak öldü.Gazetelerin çoğu kaçak işçilerin ambarda kilit altında tutulmalarından yola çıkarak “insanlık boğuldu” manşetlerini atmışlar.Oysa boğulan Türkiye ne yazık ki. Başbakan Suriye kamplarına gitmek isteyen CHP’lilere “orası yol geçen hanı değil, herkes elini kolunu sallayarak giremez” demişti.O kamplar belki yol geçen hanı değil ama Türkiye yol geçen hanı olmuş.Bir bardak bira içsek trafikte alkol muayenesine yakalanıyoruz ama yüzlerce kişi Türkiye’yi köprü yapmış, doğudan girip en batıdan çıkıp gidiyor haberimiz yok. Ya da haberimiz var da umursamıyoruz.Ne zaman ki böyle bir felaketle karşılaşıyoruz, feryat figan başlıyor.Kaçakçılığın her türü o kadar yaygınlaşmış ve alışılmış ki, kaçakçılığın en korkuncu insan kaçakçılığına da aldırmıyoruz.Bir kaymakam “bunlar alıştığımız olaylar” diyebiliyor.Bir vali kaçakçılığı önleyeceğine “kaçak mallardan PKK kazanıyor, alırsanız PKK’ya yardım etmiş olursunuz” diye üste çıkabiliyor.Sonuçta “Türkiye’nin her tarafı bizim kontrolümüzde.” Lafta tabii.*****YÖK karar verdi; Haliç Üniversitesi Mütevelli Heyeti değişecekBir süre önce Haliç Üniversitesi’nde yaşananları sizlerle paylaşmıştım. Mütevelli Heyeti Başkanı Prof Sinan Artan’ın herhangi bir üniversitede çalışmasının YÖK tarafından yasaklandığını, bu nedenle Mütevelli Heyet Başkanlığı yapamayacağını, ama bu görevi sürdürdüğü için üniversitenin bir devlet üniversitesine devredilme olasılığı olduğunu yazmıştım.Bu yazılardan sonra Sinan Artan 5 gazeteye yarım sayfa ilan vererek hem beni “yalancılıkla” suçlamış hem de hakaret etmişti.Ancak yazdıklarımın doğruluğu YÖK’ün 5 Eylül’de aldığı kararla kanıtlandı. YÖK, üniversitede yaptığı incelemeden sonra Sinan Artan’ın Mütevelli Heyeti Başkanlığı yapamayacağına karar vererek 15 gün içinde en az 7 kişilik yeni bir Mütevelli Heyeti seçilmesini istedi.Bu kararla birlikte Sinan Artan’ın Mütevelli Heyeti Başkanlığı da fiilen sona erdi.Üniversitede yeni dönem kayıtları ise aksamadan sürüyor.Mütevelli Heyet yeniden seçilecek ama bir merakım da şu ki, yeni yönetim gazetelere verilen manasız ilanların hesabını da soracak mı? Bunların parası nereden ödendi, böyle bir ilan verilmesi için nerede karar alındı gibi sorular yöneltilecek mi?*****Bir faydası yok ama yine de soralımSAfyon’daki korkunç patlamadan sonra onca “kaza bu” açıklamasına rağmen kamuoyunun tatmin olmadığı ortada.Nedense hiç kimse bu açıklamalara inanmıyor.“Nedense” demem lafın gelişi, nedenini biliyoruz aslında.Çünkü bugüne kadar kamuoyunda kuşku yaratan birçok olaydan sonra tatmin edici bilgi verilmedi.Verilmediği gibi saklandı.Böylelikle güvenilir olarak bilinen kurumların itibarı sarsıldı.Afyon olayını bir kenara koyalım, yakın geçmişte yaşadığımız birçok olaydan sonra yeterli bilgi alamadık.Üstelik devamlı sorduk. Ama kimsenin taktığı yok.Örneğin Uludere olayı. Defalarca sorduk soruyoruz, hâlâ bir açıklama yok.1- Uludere istihbaratı kimden geldi?2- İstihbaratı kim değerlendirdi?3- Vur emrini kim verdi?Hepsi basit sorular. Üstelik bir bir gizli operasyon falan değil. Kaydı tutulmuş bir terör operasyonu. Ama cevap yok.Yine örneğin Suriye’nin düşürdüğü uçak konusu?Sorular yine basit;1- Uçak orada ne arıyordu?2- Alçak uçuş iznini kim verdi?3- Uçak Suriye hava sahasını ihlal etti mi?4- Uçak nasıl düştü? Vuruldu mu düştü mü?5- Pilotların otopsi raporu neden gizli tutuluyor?Öyle sanıyorum ki Afyon olayı ile ilgili de pek çok soru sorulacak ama hiçbirine cevap verilmeyecek.Belki usulen o askeri tesisin komutanı kimse, ihmalle suçlanacak ve sorular cevapsız bırakılarak konu kapatılacak.*****Günün Sözü“İstifa etmemi gerektirecek bir durum yok” diyen yetkili haklıdır; ortada bir durum yoktur, yüzlerce durum vardır! (Gani Yıldız)

Devamını Oku