Valla beni ilgilendirmez makam sahipleri düşünsün

3 Kasım 2012

Gündemimize “pat” diye bir de “zehirlenme” konusu düştü.Bir gazetemiz, henüz inceleme-araştırma aşamasında olmasına rağmen Adli Tıp Kurumu’nun “Özal’ın zehirlenerek öldürüldüğünü saptadığını” yazıverdi.Her ne kadar Adli Tıp Kurumu, “Biz henüz bir karar açıklamadık, gazete o bilgiyi hangi kurumdan aldı bilmiyoruz” falan gibi açıklamalar yapsa da eli boş durmayan medyamız “zehirleme” üzerine çeşitlemeler yapmaya başladı.Hayır işin kötüsü zehir ve zehirlenme ile ilgili o kadar hoş şeyler anlatılıyor ki, kocasını kıskanan, müdürüne bozulan, komşusunun balkonunun üzerinden halı silkelemesine öfkelenen birçok kişi “şunu bir deneyeyim” diyecek.O kadar yani.Çünkü bizim millet zehir deyince korkar.Ama zehiri bulmanın da birine zehir vermenin de çok kolay olduğunu gören cümle sapkın harekete geçebilir.Sonra söylemedi demeyin.Tabii bir de işin siyasi tarafı var.Eğer haber doğruysa, ki Semra Hanım ilk günden beri ısrarla “Kocamı zehirlediler” diye yeri göğü inletiyor, hatta saç telini bile sakladığını söylüyor, siyasilerin işi zor bundan sonra.Eğer bir ülkede cumhurbaşkanı zehirlenebiliyorsa, demek ki zehirlenmeyecek kimse yoktur.Eee şimdi düşünsenize devleti yöneten makam sahiplerinin durumunu.Onları bir “zehirlenme paranoyası” almaz mı?Çok geri de gitmeyelim, bir genelkurmay başkanımız vardı, zehirlenme tehlikesine karşı evinden sefertası ile yemek getirttiğini söylemişti.O asker olduğu için kimse pek aldırmamıştı belki de, şimdi iş başka.Makam sahibi kişiler hergün gezilere, toplantılara katılır. Buralarda ikramın envaiçeşidi var.Haydi şimdi gel de ye bakalım. Ya zehirliyse.Eskiden krallar, sultanlar “çeşnicibaşı” tutarlarmış yanlarında. Yemekten önce onlar tadarmış. Biraz beklerlermiş, adam ölürse yemek yenmezmiş, ölmezse kaşıklamaya hücum.Ama o zamanlar doğal zehirler varmış. Aldın mı gittin türü yani.Şimdi öyle mi? Zehirler de kimyasal. Veriyorsun adama zehiri, 3 ay sonra kalp krizi geçiriyor, dünyanın en eyi De Bakey’ini getirsen anlamaz zehirlendiğini de “Bu kadar sigara içersen olacağı buydu işte” der.Sonuçta yazdık bu kadar yazı da, beni ilgilendiren bir şey yok. Kendilerinin vazgeçilmez olduğunu sanan makam sahipleri düşünsün artık.*****Buyurun haftanın fıkralarınaYıldırım Tuna’dan gelen fıkralarla pazar günümüze keyif katalım. Buyrun:BardaDün gece barda müthiş seksi iki kız kardeş yan yana oturuyorlardı. Karşılarına geçip “İyi geceler güzel kızlar” dedim, “Şimdi buradan çıkıp, benim eve gidip üçümüz eğlensek.. Ha? Anlarsınız ya?” Kızlar “Sarhoşsunuz değil mi?” diye cevap verdi. “Kim? Ben mi? Nereden çıkarttınız fıstıklar?” diye karşı çıkınca “Öff” dedi, “Ben burada tek başıma oturuyorum geri zekâlı!”Mükemmel kadınEğer seksi, harika bir vücudu olan, kültürlü, esprili, her işini kendi gören, iyi araba kullanan, sizden hiçbir şey beklemeyen, paragöz olmayan ve size deli gibi âşık olduğunu söylediğiniz bir kadın bulduğunuzu iddia ediyorsanız bilin ki kullandığınız alkol müthiş kaliteli bir şey.. Gerçekten bu neyin kafası aslanım?YaşlılıkYaşlanınca yemeklerde, dost ve arkadaş toplantılarında alkol almama gerek kalmadı. Sandalyemden biraz hızlı ayağa kalkınca aynı etkiyi sağlayabiliyorum!CenazedeYaşlı kadın cenaze namazı öncesi camide kalabalığın arasında duran belediye yetkilisine gidip “Kaybınıza gerçekten çok üzgünüm” demiş, “Sizin kaybınız aslında bizim sayılır.” Adam “Yok.. Yok.. Mevtanın benimle bir ilgisi yok.. Ben sadece cenaze arabasının şoförüyüm” diye cevap vermiş şaşırarak. “Biliyoruz..” demiş yaşlı kadın, “Biraz önce iki adam arabanızı çaldı onu söylüyoruz işte!”Hemşirenin kabahatiYahu şu hemşire kıza deli oluyorum.. Çok güzel bir şey.. En büyük kabahati sabahları gelip elimi tutması, ondan sonra da tansiyonumun ‘normal’ olmasını beklemesi.Mezar yeriTüm karşı koymama rağmen annemle babam kendilerine bir mezar yeri almaya gittiler.. Mezarlık yetkilisi “Burası biraz pahalı ama en prestijli yerimiz” dedi, “Boğaz manzaralı bir yer.” Babam “Aslanım manzaradan bize ne” dedi, “Sandukaya periskop mu takıyorsunuz yahu? Tövbe tövbe!”*****Gani Yıldız’danDevlet yönetiminde “çift başlılık” olmaz. Peki ya “tek adamlık?” İşte o öyle bir olur ki!***Bugünlerde konuşulan bir diğer konu da “Eurozone yerine TLzone” önerisi. Merak ettiğimiz konu; vatandaşın cebinin de “Zerozone”den çıkıp bu bölgeye dahil olup olmayacağı.***CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, “İktidara oy verenin şikâyete hakkı yoktur” demiş. Sayın Kılıçdaroğlu’na katılmıyoruz. Neden hakkı olmasın ki? Dağıtılan kömür kalitesiz, makarna kurtlu, beyaz eşya bozuk çıkarsa bal gibi vardır!***Haftanın sorusu, “Türkiye 2023’te Avrupa Birliği’ne girebilecek mi?” olarak düşünülebilir. Ancak Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında yaşananlardan sonra, “Türkiye Cumhuriyeti 2023’e girebilecek mi?” sorusu da kafalarda belirdi.***Yeni başlayan otomobil fuarında onlarca yeni model görücüye çıktı. Peki fuarı gezen İstanbullu ne düşündü? “Şu güzelim aletlerle trafikte ne de güzel kalınır!”***Yeni geliştirilen bir teknoloji ile cep telefonu aynı zamanda kredi kartı olabilecekmiş. Bu durumda milletimize en uygun ulaşılamama mesajı da, “Aradığınız kişi şu anda hesapsızca harcama yapıyor” olur herhâlde!

Devamını Oku

İspark’ta 15 dakika bedava ama istismar etmeyin

2 Kasım 2012

Geçen hafta alışverişler için kısa süreli park etmek isteyenlerin karşılarında İspark’ı bulduğunu ve herkesten zorunlu en az bir saat park parası kesildiğini belirterek “kısa süreli parklar için15 dakikaya kadar ücret alınmamalı” önerisi getirmiştim.Bu yazı üzerine şaşırtıcı bir tepki aldım. Meğer pek çok kişi aynı nedenle kızgınmış.Bir özetleyeyim; evinize gideceksiniz, yolda örneğin ilaç almak için eczanenin önünde durmak istiyorsunuz. Eczanenin önünde İspark’a ait park yeri var ve boş. Yanaştınız, ilacı alıp hemen geleceksiniz, ama İspark görevlisi başınıza dikiliyor ve park parası istiyor.Oysa birkaç dakika sonra arabanıza geri döneceksiniz. Tabii ki itiraz ediyorsunuz ve tartışma çıkıyor.Sonuçta size de ait yani kamuya ait yolu kullanıyorsunuz, park etme hakkınız da var, ama çok kısa süre için para vermeyi de doğal olarak istemiyorsunuz.İşte bunu yazmıştım.İspark yöneticileri bunun üzerine aradılar.İlk söz şu oldu; “Can Bey, İspark 15 dakika park için para almıyor. Hatta bazı yerlerde (en fazla 15 dakika park edilebilecek) alanlar bile oluşturduk.”Güzel de, bu kadar şikâyet niye peki?İspark yetkilisi “Haklısınız, biz de şikâyetler alıyoruz, ama mevzuatımıza göre 15 dakika için para almamız zaten mümkün değil” dedi.Ben de “Mevzuatınız böyle olabilir ama, siz park ettiğiniz anda İspark görevlisi geliyor ve en az bir saatin park parasını peşin olarak alıyor, bu durumda 15 dakikanın ücretsiz olduğunu nasıl söyleyebiliyorsunuz?” dedim.İspark yetkilisi bunun üzerine “Eğer park eden durumunu belirtirse görevlimizin para alma yetkisi yok. Ama park eden 15 dakikadan sonra gelirse o zaman en az bir saatin parasını almak durumundayız” açıklamasını yaptı.Yetkili “Ancak Can Bey bizim de yakındığımız bir konu var. Vatandaş geliyor, beş dakika duracağını söylüyor, ama bakıyorsunuz birkaç saat sonra gelmiş. Baştan para vermediği için de görevliyi atlatıp gidiyor. Görevlilerimiz de bu nedenle park ücretinin hiç olmazsa bir saatlik bölümünü peşin alıyor” dedi.Yani bu tartışmaların dışında bir de istismar söz konusu.O halde ben de buradan uyarı görevimi yapmak istiyorum; “Ey İstanbul halkı, İspark’a ait cadde ve sokaklardaki park yerlerinde 15 dakikalık parklar için ücret ödemek zorunda değilsiniz. Ama büyük şehirde yaşamanın kurallarını bilerek lütfen bunu istismar etmeyin. Kısa süreli park edeceğinizi görevliye söyleyin, süre içinde de mutlak geri dönün, eğer görevli zorluk çıkarır ve ille de park parası isterse, bu kişiyi belediyenin 7 gün 24 saat görev yapan Beyaz Masa’larına şikâyet edin.”NOT: İspark konusuna devam edeceğim. Birkaç ilginç konu daha var, onları da önümüzdeki günlerde yazarım, hepsi aynı günde olmasın.*****Hakkari’de bayrakSon günlerin gözde tartışmalarından biri de CHP’nin Hakkari’deki seçim mitinginde Türk bayrağı olmaması.İktidar ve yandaşları “Ulus’ta bayrak sallamak kolay. Siz Hakkari’de neden Türk bayrağı taşıyamadınız?” diye soruyor.Tabii iktidar farkında olmadan açık veriyor. Bir muhalefet partisi ülkenin bir kentinde bayrak taşımaya çekiniyorsa, bu onun kadar iktidarın da sorumluluğundadır. Ne demektir üniter bir devletin bir kentinde bayrak taşınamaması?Ancak bunun da ötesinde başka bazı gerçekleri de göz ardı edemeyiz.Evet, CHP’nin seçim mitinginde Türk bayrağı yoktu ya da birkaç bayrak vardı.Ancak Hakkari’de Valilik binası dışında zaten hiçbir yerde Türk bayrağı yok ki.Üstelik iktidar partisinin il teşkilatı da yok.Askeri birlikler, polis karakolları, resmi daireler Hakkari’de bayrak asmıyor.Durum bu hâlde yani..*****İşte duyarlılıkBir okurumun duyarlılık gösterdiği konuya dikkat çekmek istiyorum. İşte Türkiye böyle insanların omuzunda durduğu için hiç yere düşmüyor ve düşmeyecek:“Can Bey; uzun zamandır kime yazsam diye düşündüğüm bir konu vardı. Sonunda size yazmaya karar verdim. Malumunuz üzere büyük şehirlerde bir çoğumuz ev alışverişlerini zincir mağazalardan yapıyor. Bizde alışverişlerimizi Migros ve Macro Center şubelerinden yapıyoruz. Bunun en büyük sebebi bu firmaların çevre dostu olduğunu ve hormonsuz ürünler sattıklarını görüyoruz.Bu marketlerin son iki-üç aydır alışverişlerde verdikleri hem fişler hem de kredi kartı slipleri insanı deli ediyor. Bugün toplam 4 kalemlik bir alışveriş için, iki tane çarşaf gibi fiş verdiler. Fişin uzunluğu 28 cm genişliği 8 cm. Hadi onu anlamaya çalışayım; ne kadar çok alışveriş yaparsanız fiş o kadar uzar diyelim. Ama kredi kartı slipi 25 cm olur mu? Bu nasıl çevrecilik. O kâğıtların oluşması için kesilen ağaçlardan haberleri yok mu? 20 liralık alışverişe tam 53 santim kâğıt harcanır mı? Sami Azrak”*****Numan Bey Eren abiSon üç gün içinde iki cenaze törenine katılmak zorunda kaldım. İkisi de beni 36 yıl öncesine götürdü.1976’nın başında gazeteciliğe ilk adımı attığımda henüz 20 yaşındaydım. Üniversiteye başladıktan hemen sonra meslek hayatım da başlamıştı.Bana bu mesleği kazandıran ilk gazete Vatan’dı. O zamanki sahibi 27 Mayıs’ın en genç subayı Numan Esin, “darbelere karşı” demokratik hukuk devletini savunmak için bir gazete çıkarmaya karar vermişti. Tanıdığım ilk gazete sahibiydi Numan Bey. Vatan’ın o dönemdeki Yazı İşleri Müdürü de Eren Güvener’di.O da gazeteci olarak tanıdığım ilk yazı işleri müdürüydü.Kadere bakın ki, çarşamba günü Numan Bey’in çok genç yaşta kaybettiği oğlu Şevket’in cenazesine katıldım.Dün de ilk yazı işleri müdürüm Eren Abi’yi büyük bir üzüntüyle toprağa verdik.Mesleğimin ilk günleriydi. Yazı işlerine almışlardı beni. Ürkek bir serçe gibi gazetenin hazırlanmasını izliyordum.Eren Abi “Gel buraya” dedi. “Otur ve izle.” Sesi çok otoriterdi.“Babıali’de kimse kimseye iş öğretmez, sen öğreteceksin, ama ben sana anlatacağım, ama bir kere, oldu mu. Anladın anladın, anlamadın tekrarı yok.”Punto nedir, başlıkta harf sayımının önemi, klişeler nasıl hazırlanır, satır sayacaksın, tashihin önemi, haber nedir, nasıl değerlendirilir, manşet nasıl belirlenir.Meslekte ne varsa, hiç sakınmadan anlattı. Bir kere. Dediğini yaptım, bir kerede beynime kazıdım anlattığı her şeyi..Eren Abi, her şeyin ötesinde “çok iyi” bir insandı. “İyi” bir gazeteciydi. “İyi” bir ağabeydi.Henüz 23 yaşındaki oğlunu kaybedinceye kadar gece gündüz çalışırdı.Oğlundan sonra üzüntüsüne dayanamayan eşini de kaybettikten sonra Eren Abi de içine kapandı. Aktif çalışmayı bıraktı.Dün onu 36 yıl öncesinin anılarıyla birlikte son yolculuğuna uğurladık.

Devamını Oku

Nihayet gerçeği Baykal söyledi

31 Ekim 2012

Bu köşeyi izleyenler hatırlayacaktır, “darbeleri araştırma” bahanesiyle kurulan Meclis Araştırma Komisyonu çalışmalarını ve hâlâ bir türlü iddianamesi yazılmayan 28 Şubat soruşturmasını defalarca eleştirdim.Onun da ötesinde bu komisyona gidip ifade verenleri de ayıpladığımı belirttim.Çünkü birincisi bu komisyonun darbeleri araştırmak için değil geçmişi dedikodularla kaşıyan yeni bir tür intikam hevesi olduğu kuşkusu hâkim bende.İkincisi ise Meclis anayasa gereği devam eden bir dava ile ilgili hiçbir işlem yapamaz, araştırma, inceleme çabasında bulunamaz.Tabii komisyon 28 Şubat’la ilgili henüz bir dava açılmadığı, soruşturmanın sürdüğü bahanesinin arkasına saklanıyor.Ama iş burada da sırıtıyor. Çünkü savcılar hâlâ iddianameyi hazırlamış değil ama çok belli ki bu komisyonun çalışmalarından ve verilen ifadelerden yararlanıyorlar.Bu komisyon aylardır çalışmasını sürdürüyor. Pek çok kişi dinlendi.Bu kişilerin bir kısmı geçmişte kendini mağdur sayarak “intikam duyguları” içinde o günle hesaplaşmak istiyor. Verdikleri ifadelerle ağır suçlamalarda bulunuyor.Bir kısmı 28 şubat döneminde yaptıklarından pişmanlık duyduklarını belirterek iktidara selam gönderiyor.Bir kısmı her şeyi göze alarak o günkü tutum ve davranışlarını savunuyor.Önemli bir kısmı ise bir bilgi ve belgeye dayanmadan sadece hafızalarına güvenerek soruları cevaplamaya ve yasak savmaya çalışıyor.Ne gariptir, belki bilmediğim bazı kişiler dışında hiç kimse “Ben size ifade vermem” demedi. Oysa bu soruşturma değil araştırma komisyonu olduğu için ifade vermek de zorunlu değil.Sonunda ilk kez eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal hiç çekinmeden, korkmadan gerçeği komisyon üyelerinin yüzüne çarptı.Baykal çağrıldığı komisyona 7 sayfalık bir mektup vererek soruları cevaplamayacağını ama asıl önemli olanın komisyonun böyle bir yetkisi olmadığını anlattı.Bir hukuk manzumesi niteliğindeki mektupta Baykal intikam hırsları ile bu araştırmayı yapan meclis üyelerinin kendi meşruiyetlerini soruşturmaları gerektiğini belirtiyor.Meclis araştırma komisyonlarının kimlerin ifadesine başvurabileceğini anayasadan örnekler vererek anlatan Baykal “Açıkça anlaşılmaktadır ki Araştırma Komisyonları, kamu kurum ve kuruluşlarının ilgilisi durumunda bulunmayan vatandaşları, sivil toplum kuruluşlarını, basın mensuplarını, televizyoncuları, eğlence dünyasının şöhretlerini, özel banka ve şirket sahip, yönetici ve mensuplarını, siyasi parti mensup ve yöneticilerini, siyasetçileri ve genel olarak tüm vatandaşları komisyon toplantılarına çağırıp bilgi talep etme yetkisine sahip değildir. Araştırma Komisyonu marifeti ile milletvekilleri, bazı vatandaşları; ya da bazı milletvekilleri başka bazı milletvekillerini sorgulayamaz.” diyor.Ülkede bir darbe paranoyası yaratıldığını da belirten Baykal’ın mektubundaki şu sözleri de çok ilginç; “Darbe konusu, geçmiş dönemlerdeki komünizm ve irtica saplantıları gibi bir topyekûn suçlama, sindirme ve soruşturma mekanizmasına dönüştürülmemelidir. Basın ve düşünce özgürlüğü ile ilgili sorunlar ne yazık ki artık, tutuklu gazeteci sayıları ile ölçülebilir olmaktan çıkmıştır. Uygulanan sindirme ve yıldırma yöntemleri sonuç vermiş, basın ve televizyonlar diz çökmüş, özgürce görevini yapamaz hale gelmiştir.”Baykal komisyon çalışmalarının iddianamelere destek vermeyi amaçladığından şüphelendiğini de şu cümlesiyle diye getiriyor; “Eğer bu yöntemle, yargı organlarında yürütülmekte olan bazı davalara kamuoyu desteği sağlamak ve dava kapsamını belli kesimlere doğru genişletme çabalarına destek vermek amaçlanıyorsa bunun açık bir anayasa ihlali olduğu da bilinmeli, eğer biliniyorsa bu durum daha ciddiye alınmalıdır.”Baykal’ın güya derbeleri soruşturmaya kalkan meclis üyelerine verdiği hukuk dersini herkesin iyi okuması gerek.*****Kim bu provokatör?29 Ekim yasaklamaları sırasında çıkan olaylar sürerken sosyal medyaya bir fotoğraf düştü. Robocop tipi bir polis copu havada elinde Türk bayrağı olan bir küçük çocuğu kovalıyor.Aslında ilk bakışta bunun bir “fotomontaj” olduğu anlaşılıyordu, ama o anların heyecanı ile binlerce kişi fotoğrafı sosyal medyada paylaştı. Tabii büyük tepki oluştu.Çok kısa bir süre sonra ise çok daha ilginç bir şey oldu. İnternet sitelerine fotomontajı yapılan iki ayrı fotoğraf servis edildi.Polis tarafı yurt dışındaki bir olayda çekilmişti. Coplu polis bir eylemciyi kovalıyordu. Çocuk ise İspanya’daki San Fermin boğa güreşleri sırasında çekilmiş bir fotoğraftı. Montajı yapan çocuğun eline bir de Türk bayrağı eklemiş ve koşan polisin önüne yerleştirmişti.Fotomontajın ortaya çıkmasından sonra bu kez AKP yandaşları sosyal medyada kıyameti kopararak Cumhuriyet’i kutlayanlara hakaretler yağdırdı...Ancak merak ettiğim şu; ikisi de yabancı medyadan alınan iki fotoğraftan oluşan fotomontajın orijinal hâlleri hangi dikkatli göz tarafından beş on dakikada fark edilmiş ve bulunmuştu?İkisi de hatıralarda çok kalan fotoğraf değil. İnternet üzerinde dolaşan milyonlarca fotoğraftan sadece ikisi.Ve çok dikkatli bir göz beş on dakika içinde, o milyonlarca fotoğraf arasından bu ikisini hatırlıyor ve “sahtekârlığı” ortaya çıkarıyor.Sanıyorum fotomontajı da sonra orijinalleri de servis eden kaynak aynı.Amaç sosyal medyada deprem yaratıp sonra da bunu hakaret konusu yapmaktı.Yakın geçmişte bunun örneklerini çok yaşadık.Bir de Hürriyet internet sitesinde çıkan bir hava fotoğrafı çok tartışıldı. İçişleri Bakanı helikopterde, camdan ise Ulus’taki olaylar görünüyor.Bunun da fotomontaj olduğu hemen anlaşılıyordu. Ki zaten Hürriyet fotoğrafın üzerine “fotoshop” yazmıştı. Yani Hürriyet İçişleri Bakanı’nın o sırada ne gördüğünü fotomontajla anlatmaya çalışmıştı.Bunu da istismar etti yandaş kesim.*****Demokraside çareler tükenmez. İleri demokraside ise hiç tükenmez; cop olmazsa biber gazı, biber gazı olmazsa tazyikli su, tazyikli su olmazsa barikat... (Gani Yıldız)

Devamını Oku

O istihbarat artık açıklanmalı

30 Ekim 2012

Şimdi eğri oturup doğru konuşalım; Ankara’daki Cumhuriyet kutlamaları “yasa dışı” olduğu ya da “Birinci Meclis Binası’nın önünün miting alanı olmaması” nedeniyle yasaklanmadı.Ankara Valiliği bir “istihbarat” almıştı ve buna uygun olarak önlemlere başvurulduğunu belirtilmişti. Yoksa kimsenin halkın yürümesinden rahatsız olduğu falan yoktu.Ama “istihbarat” vardı.Bu nedenle de valilik kalabalıkların Birinci Meclis Binası’nın önüne gelmesine engel koymuştu.Sanıyorum benimle birlikte pek çok kişi merak ediyordur.Soru şu; “Ankara Valisi’ni halkla karşı karşıya getiren bu istihbarat neydi?”Alınan bu istihbarat sonucu sadece kalabalıkların Ulus çevresine sokulmaması önlemine mi başvuruldu? Yoksa alınan istihbarat sonucu “olabilecek bir provokasyon” önlendi mi?Bu nedenle gözatına alınan, yakalanan ya da günün moda deyimiyle etkisiz hâle getirilenler oldu mu?Bunların hiçbirini bilmiyoruz.Bildiğimiz, Ankara polisi on binlerce kişinin üzerine 2 ton su sıktı, gaz bombaları attı. Polisin yarattığı dehşet dışında ise hiçbir provokasyon olmadı.Halk ya da “illegal örgütler” galeyana gelip sağı solu tahrip etmedi, camları kırmadı, birbirini yaralamadı, kimse ölmedi.O zaman iki şık var:1- Ya alınan istihbarat sonucu gereği yapıldı ve sorun giderildi.2- Ya da böyle bir istihbarat hiç yoktu. Sadece hakı korkutmak ve Ulus’a akın akın gelinmesini önlemek amaçlanıyordu.Dün öğle saatlerine doğru Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 29 Ekim olayları nedeniyle soruşturma açtığını öğrendik.Savcıların polis tarafından çekilen video kayıtlarını incelediği ve bunlardan sorumluları saptamaya çalışılacağı belirtiliyor.Savcılar, herhalde Ankara Valisi’nden de “nasıl bir istihbarat alındığını” da soracaklardır.Ayrıca Ankara Valisi’nin de kamuoyuna bir açıklama borcu var.Ankara’da halk Birinci Meclis Binası’nın önünde toplandı. Polis terörü olmasa binanın önünden geçip Anıtkabir’e doğru yürüyecekti.Nitekim polis terörü sona erdikten sonra da yüz binlerce kişi hiçbir olaya meydan vermeden Ankara’yı baştan başa geçip Anıtkabir’e vardı.O halde Vali hiç vakit geçirmeden “aldıkları istihbaratı” halka açıklamak zorundadır. Bunu açıklamalı ve “halkın nasıl bir badireden kurtulduğu” herkesçe bilinmelidir. Aksi hâlde ikinci şık geçerli olacaktır.Yani amacın sadece Cumhuriyete, Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılığını göstermek isteyenlerin korkutulmak olduğu.*****İlk’leri konuşmak güzel deÖzellikle medyamız 29 Ekim kutlamalarındaki “ilk”ler üzerinde çok durdu.Neydi bu “ilk”ler?Çankaya’da ilk kez bir resepsiyon için “eşli” davetiye gönderilmişti.Cumhurbaşkanı ilk kez 29 Ekim kabullerini Meclis’te değil Çankaya Köşkü’nde yaptı.Emine Erdoğan da ilk kez Köşk’teki bir resepsiyona katıldı.Hayrünnisa Hanım ilk kez Cumhuriyet Bayramı resmi törenlerine katılıp Şeref Tribününde oturdu.Cumhurbaşkanlığı için alınan milyon dolarlık otomobil de ilk kez 29 Ekim’de kullanıldı.Bir ilk daha var tabii; ama o, iktidar yanlılarının “demokrasi zaferi” gibi sunabileceği türden değil.İlk kez bu Cumhuriyet Bayramı’nda elinde Türk bayrağı ve Atatürk posteri olan on binlerce kişinin üzerine su fışkırtıldı, gaz bombası atıldı.Ancak bu ilk’lerde ilgimi çeken bir ayrıntı var. Başbakan Erdoğan ilk kez Çankaya’daki bir resepsiyona eşi Emine Hanım’la birlikte katıldığını belirtirken “Bugüne kadar bizi davet etmeyenler utansın” dedi.Başbakan Erdoğan’ın bu tepkisini anlamamak mümkün değil.Ancak şu da bir gerçek ki, 5 yıldır Çankaya’da Abdullah Gül oturuyor. Gül’ün Cumhurbaşkanlığı ile “türbanlı biri Çankaya’da nasıl oturur?” tartışmaları da sona ermişti.Daha önceki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in tavrı eleştirilebilir ama son beş yıl içinde Abdullah Gül pekâlâ da eşli davetler verebilirdi.Kimileri şartların oluşmasının beklendiğini söyleyebilir de, beş yıl az bir süre değil ki.Son bir not da “Çankaya resepsiyonunu demokrasi tablosu gibi” sunanlara: Gelecek yıl bir general türbanlı eşiyle gelirse daha mı demokrat olmuş olacağız? *****Polisin Cumhuriyet Bayramı kutlamalarındaki tutumu bir kez daha gösterdi ki, “göz yaşartan bir ileri demokrasi demokrasi” anlayışımız var. Tabi biber gazının yardımıyla...(Gani Yıldız)*****Cumhuriyet mitingleri ile bu farklıOlaylı Cumhuriyet kutlamalarının AKP’ye yaradığı, CHP’nin ise yanlış bir politika izleyerek hasar gördüğü görüşleri var.Bu yorumları yapanlar Cumhuriyet mitinglerini hatırlatarak “O gösterilere katılanların söylemleri mütedeyyin insanları AKP’ye itmiş ve bağları kuvvetlendirmişti, bu gösteriler de aynı etkiyi yapar” diyorlar.Ben aynı kanıda değilim, çünkü ikisi çok farklı.Cumhuriyet mitingleri o tarihte Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığı nedeniyle laik kesimde bir hassasiyet yaratmış ve milyonlar sokağa dökülmüştü. Bu kalabalıklar diğer kesimleri korkutmuştu, pek çok kişi o mitinglere katılanlarla kendi aralarında bir bağ kuramamıştı.Ancak Cumhuriyet Bayramı türban karşıtı bir laiklik gösterisi değildi. AKP’ye gönül vermiş pek çok kişiyi de heyecanlandıran bir günde, kutlamacılara anlamsız saldırıda bulunulması herkesi rahatsız etti.*****Sarıgül şaşırttıCumhuriyet Bayramı akşamı İstanbul’da trafik her yerde felç oldu.Barbaros Bulvarı’nda on binlerce kişi ellerinde bayraklarla Beşiktaş’a yürüyordu.Bağdat Caddesi daha öğleden sonra yüz binlerin gezinti alanı haline gelmişti.Bakırköy’de, Kartal’da on binler sokaklardaydı.Boğaz’ın birinci köprüyü gören bölgelerinde de milyonlarca kişi havai fişek, ışık ve ses gösterisini merakla bekliyordu.Buna bir de “Bayram tatili dönüş trafiği” eklenmişti.Bu kutlamaların birinden ötekine gitmeye çalışırken, bir dostum “dikkatini çekti mi her yıl en coşkulu kutlamaları yapan Şişli Belediyesi ve Mustafa Sarıgül bu yıl hiç ortalarda yok” dedi.Gerçekten de şaşırtıcı bir durum.30 Ağustos’ta Şişli Halaskârgazi Caddesi bayraklar ve Atatürk posterleriyle adeta giydirilmişti.29 Ekim’de ise aynı caddede birkaç büyük bayrak ve bir de Sarıgül’ün kutlama posteri asılıydı.Ne Cumhuriyet yürüyüşü ne başka bir şey. Galiba sadece bir konser vardı o da bir gün önce.Peki ne oldu da, bu tür milli günlerin en aktif ismi Mustafa Sarıgül, herkesin ayakta olduğu bu bayramda pasif kaldı?

Devamını Oku

Türkiye sizinle gurur duyuyor

29 Ekim 2012

Cumhuriyeti kuran nesil 1915’te Çanakkale’de destan yazmış ve emparyalizme “Çanakkale geçilmez” dersi vemişti.Aradan 98 yıl geçti. Cumhuriyeti kutlamak, Atatürk sevgisini göstermek ve devrimlerine sahip çıkmak için yüreklerini ortaya koyanlara karşı tüm Türkiye çapında bir “Çanakkale geçilmez” yaşattılar.Pek çok ilden on binlerce kişi Cumhuriyet’i Ankara’da kutlamak için harekete geçecekken, kentlerden çıkış yollarını kesen polisler otobüsleri durdurdu.Önce saatler süren “GBT araştırması” yapıldı. Hüviyetler toplandı, bilgisayarlara girildi, incelemeler yapıldı.Ardından otobüslerin ve şoförlerinin belgeleri incelendi. “Pansuman bezin eksik, krikonun kenarı paslanmış, plakan çamurlanmış, yan kapın çizilmiş” gibi sudan bahanelerle otobüsler bağlandı, seferden menedildi.On binler evlerine dönmek zorunda kaldı.Bu “sıkı!” incelemelerden her nasılsa kurtulup yola çıkanlar olduysa, onların önüne de anlı şanlı jandarma çıkarıldı.Yolda yakalananlar daha şanssızdı, çünkü onlar dağ başlarında kalakaldılar. Neyse ki jandarma biraz daha insaflı davrandı da herkesin geri dönmesine izin verdi, otobüsleri alıkoymadı.Buna rağmen Ankara’ya kadar varanları ise bu kez Ankara polisi kentin girişlerinde bekliyordu.Onlara da Ankara’ya kadar gelip Ankara’yı görememek “nasip” oldu.Bütün engelleri aşıp Ankara’ya girenler, Ankaralılarla birleşerek İlk Meclis’in önüne gitmek istediler. Ama burada da polis barikatı vardı.Polis ne kadın dinledi ne çocuk ne de Türk bayrağı.Verilen emirle Toma’ların vanaları açıldı, biber gazlarının tüpleri kalabalıkların üzerine yağmaya başladı.Az ileride, sadece bir kilometre ileride, hipodromda ise “milli bayramları statlardan, hipodromlardan kurtaracağız, halk istediği gibi kutlayacak” diyenler Türk askerinin geçişini, pilotların gösterilerini, polislerin parmak ısırtan marifetlerini izliyorlardı.İçişleri Bakanı ise havada bir helikopterin içinden kendisine bağlı Türk polisinin Cumhuriyet devrimlerine, Atatürk sevgisine karşı cansiperane saldırılarını izliyordu.Haber kanallarının büyük bölümü ise halkın coşkusuna saplanan hançerleri bölük pörçük gösterirken asıl tema olarak “Bu Cumhuriyet Bayramı’nın bir ilkler bayramı” olduğunu anlatıyordu sürekli.İlkler bayramıydı bu Cumhuriyet Bayramı.Cumhurbaşkanı’nın eşi türbanıyla ilk kez şeref tribünündeydi.Akşam ise Çankaya Köşkü’nde verilecek resepsiyona cümle türbanlıların katılacak olması, generallerin ise eşlerini alarak sıraya girecekleri ve türbanlı kadınların elini sıkacakları ballandıra ballandıra anlatılıyordu.İşte şimdi tam sırasıdır.Herkes bir ağızdan haykırmalı: Türkiye sizinle gurur duyuyor.*****Bu Alaaddin Yüksel o Alaaddin Yüksel’diCumhuriyet Bayramı’nı kutlatmamak için neredeyse halka karşı bir kırım yapmaya bile kararlı olan Ankara Valisi Alaaddin Yüksel ilginç bir kişilik.Bu Yüksel, 28 Şubat döneminde, Erbakan Çiller hükümeti sırasında Emniyet Genel Müdür Yardımcısıydı.İçişleri Bakanı ise Meral Akşener’di.Ancak Yüksel bakanını dinlemek yerine o günün askerlerinin sözünü dinlemeyi tercih eder, istihbaratı bakana değil askere aktarır, o günkü hükümetin altını oymak için elinden geleni yapardı.Meral Akşener o Yüksel’i görevinden almak istemişti. Ancak Yüksel direniyordu. Asker de görevinden alınmasına karşıydı, onlara güveniyordu besbelli.Sonunda Akşener Yüksel’i görevinden aldı ama bu kez başka sorun çıktı. Yüksel makam odasını kilitleyip gitmişti. Yeni Müdür Yardımcısı makamına giremiyordu.Bir gece Akşener Emninet Genel Müdürlüğü’nü bastı, Yüksel’in kapısını kırdı ve makam odasını kurtardı.O günün “askerci” bürokratı Alaattin Yüksel belli ki artık hidayete erdi.Elbette, Yüksel bu yolda yalnız değil. 28 Şubat’ta asker peşinde koşan ama şimdi çok demokrat olan o kadar insan ortalıkta cirit atıyor ki.*****Amerikalı asker muammasıAmerika’nın Avrupa Kuvvetler Komutanı Mark Hertling bir süre önce bir açıklama yaptı ve “Türkiye’ye asker gönderdik. Bunun bir kısmı istihbarat paylaşımı ile ilgili” demişti.Ardından Genelkurmay, açıkça Amerika’yı hedef almadan bu sözleri yalanladı ve Türkiye’de bilinenler dışında hiçbir Amerikalı askerin olmadığını açıkladı.Elbette kendi Genelkurmayıma inanmak istiyorum. Ama ister istemez şu soru da akla geliyor; “Amerikalı general neden yalan söylesin?”Amerikalılar yalan söylemez mi? Söylerler de yöntemi bu değil. Resmi ağızlardan duyurmazlar bunu.Ya bir gazete “gizli kaynağa” dayanarak böyle bir haber yapar ya da medyada hiç yer almaz ama fısıltı gazetesi ile yayarlar.Amerikalı yetkililer bu kadar kritik bir konuda açık beyanda bulunmazlar. Tabii bir diğer soru da geliyor akla; Genelkurmay gerçek olmayan bir açıklama yapar mı?Yapmaz.Kafanız karışmıyor mu?*****“Canım bu CHP de ayıp ediyor”Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına getirilen yasağın tek amacı vardı: halkı korkutmak, katılımcı sayısını düşürmek, Cumhuriyet’i, Atatürk’ü savunmayı “marjinal” bir hareketmiş gibi göstermek.Ancak görünen o ki bunda başarı sağlanamadı. İlk başlarda “zorunlu” olarak dağılan kitleler daha sonra Anıtkabir’e doğru yürüyüşe geçti. Polis terörünün bittiğini gören yüz binlerce Ankaralı yürüyüşün her anında katılımı artırdı.Herhalde yasakçı zihniyet Cumhuriyet’e ve Atatürk’e bağlılığın “marjinal” bir hareket olmadığını görmüştür.Ancak bu olaylı günün ardından kalan tortu, kendini demokrat göstermek için “keşke bu yasak olmasaydı” diye timsah gözyaşı döken yandaşlara “CHP’ye bir de bu açıdan saldırma” fırsatı tanıdı.Göreceksiniz, o büyük kalabalıklar, İstanbul ve diğer kentlerdeki olağanüstü coşkulu kutlamalar bir kenara bırakılacak ve CHP’ye saldırı başlayacak. Ki daha olay anında bile ekranları dolduranlar CHP’yi suçlamaktan başka bir şey yapmıyordu.Bir taraftan iktidardan yana olduğunuz halde güya demokratmış gibi tavır takınıp “güçlü muhalefetin gerekli olduğunu” söyleyeceksiniz, öte taraftan her türlü muhalefete de “böyle olur mu?” diye karşı çıkacaksınız.Cumhuriyet’e, Atatürk’e, devrimlere dil uzatacak kadar cesaretli olmayanlar “fırsat bu fırsat” diyerek CHP’nin yanlış davrandığını, halkı gerdiğini, kaos yaratmak istediğini hatta ve hatta bunu Esad’ın talimatıyla yaptığını söyleyecek kadar ileri gittiler.Önümüzdeki günlerde daha da ileri gideceklerdir. İleri demokrasi va ya..*****Bu millet, bayramlar kutlayabilmek için ödediği bedellerin gururunu yıllarca yaşadı. Peki şimdi durum ne? Bayramlarda köprü ve otoyollardan bedelsiz geçmenin mutluluğu yetiyor. (Gani Yıldız)

Devamını Oku

Cumhuriyetten ve devrimlerinden korkunun temelinde ne var

28 Ekim 2012

Sevgili okurlar; bugün 29 Ekim. Cumhuriyetimizin ilanının 89’uncu yıldönümü. Henüz çok genç sayılacak devletimizin en mutlu, en gurur verici günü. Aydınlanma döneminin başladığı, demokrasi ve hukuk devletine atılan dev adımın ilk günü. Cumhuriyet Bayramımız hepimize kutlu olsun.Ne yazık ki bu büyük gün, cumhuriyetine, Atatürk ilke devrimlerine sahip çıkan halktan korkan bir zihniyet tarafından engellenmeye çalışılıyor. Ama halkın gücü bu engel ve yasakları aşacaktır.Cumhuriyete saldırıTürkiye son yıllarda Cumhuriyet ve devrimlerine yönelik, kasıtlı, sistemli ve asla doğruların söylenmediği bir saldırı ile karşı karşıya.İlk günden beriAslına bakarsanız Cumhuriyet’in ilanından bu yana, devrimlere karşı çıkan, her fırsatta bunları yıkmaya kalkan çağ dışı gerici bir zihniyet vardı. Ancak sağlam temellere oturan Cumhuriyet bununla baş etmeyi bugüne dek başardı.Çıkarlar zedelendiCumhuriyet ve devrimlerine ilk günden beri karşı çıkanlar bunu elbette çıkarları zedelendiği için yaptılar. Osmanlı burjuvasını yaratmamış ama imtiyazlı bir kesimin doğmasına da engel çıkarmamıştı. Bu imtiyazlı kesim dini temel alıyordu.Ekonomi yabancılardaHalk küçük sanatlarla geçimini sağlarken, büyük ticaret işleri ve ekonomi tamamen yabancıların eline bırakılmıştı. Halkın yüzde 95’inin okuma yazması yoktu. Halka sadece dini eğitim uygun görülmüştü.Öne çıkanlarBöyle olunca askerliği, devlet memurluğunu, öğretmenliği ve doktorluğu seçenler, (onlar da büyük kentlerde yaşayanlardı) daha iyi eğitim alma şansına sahipti. Halkın çoğunluğu ise mahalle mekteplerine ve Kuran kurslarına gidebiliyordu.Eğitim sistemi dolayısıyla imtiyazlı bir din kesimi oluşmuştu. Devleti padişah yönetiyordu ama sosyal alan bu imtiyazlı sınıf tarafından yönlendirilebiliyordu. Dini alet ederek yönetmek çok kolaydı çünkü.Tevhid-i tedrisat..Cumhuriyetin ilk devrimi eğitimde oldu. Atatürk “Tevhid-i tedrisat” kanunu yani eğitimde birlik kanununu çıkararak halkın sadece dini eğitim değil, zorunlu olarak pozitif ilimleri, üstelik ülkenin her yerinde aynı müfredatla almasını sağladı.Kıyamet koptuDin imtiyazlı sınıf için bu büyük bir şoktu. Eğitimin din dışına çıkarılması, bu kesimin bütün çıkarına çomak sokmaktı. 7 yaşındaki kız ve erkek her çocuğun ilkokula gitmesinin zorunlu olması din imtiyazlıları çileden çıkarmaya yetiyordu.Büyük seferberlikTevhid-i Tedrisat ile ülkenin her yanındaki çocuklar okula başladı. Artık okuma yazma bilen, pozitif bilimlerin ışığında yetişen nesiller yetişecekti. Medrese, tekke ve zaviyelerin kapatılması ise din imtiyazının sonu anlamına geliyordu.Harf devrimiCumhuriyetin diğer çok büyük atılımı ise harf devrimidir. Çok daha kolay öğrenilen Latin harfleri ile milyonlarca çocuk kısa sürede okuma yazmayı öğrendi. Ayrıca büyükler için de kurslar açıldı.Cumhuriyetin 10’uncu yılında, büyük seferberlik sonunda daha önce yüzde 5 olan okuma yazma oranı yüzde 50’yi bulmuştu bile. Ama yeni harflerle birlikte din imtiyazlı kesimin öfkesini çeken bir başka gerçek ortaya çıkmıştı.Din elden gidecekKimsenin okuma yazma bilmediği dönemde Kuran’ı Kerim’i okumayı ve tefsir etmeyi tekellerinde tutan din imtiyazlı kesim, Kuran’ın Latin harflerle yayınlanmasına şiddetle karşı çıktı. Çünkü Arapça olsa da Kuran’ı artık herkes okuyabiliyordu.Atatürk, çağının en büyük dehasıydı. İnanmış bir Müslümandı. Dinin herkes tarafından bilinmesini, çok iyi anlaşılmasını istiyordu. Bu nedenle Kuran’ın Türkçe mealinin hazırlanmasını ve dağıtılmasını sağladı.Din elden gidiyorKuran’ı Kerim’in Latin harflerle üstelik Türkçe basılması bu din imtiyazlılarını çıldırttı. “Atadan kalma” slogan “din elden gidiyor” bir daha raftan indi. İlk yılların karışıklıklarının, çıkarılan isyanların temelinde hep bu olgu yatmaktadır.Halk çok sevdiBugün, özellikle gençlere saçma sapan bir “resmi tarih” anlatmaya çalışanlar işte bu gerçeği hiç konuşmazlar. Halkın ezildiğini söylerler. Oysa durum tam tersiydi. Halk Cumhuriyet’i ve devrimlerini sevmişti, onlarla barışık yaşıyordu.Aydınlanma dönemiCumhuriyet’in bu ilk yılları Türkiye’nin de “aydınlanma” dönemidir. Ancak ne yazık ki Atatürk’ün sağlık durumunun bozulması, ölümünden hemen sonra çıkan 2. Dünya Savaşı bu hamleleri sekteye uğrattı. Ardından çok partili dönem geldi.Sivil siyasetAtatürk Cumhuriyet’i kurarken demokratik bir hukuk devletini amaçlıyordu. Öyle olmasa Cumhuriyet’i ilan edince üniformasını çıkarıp “siyaset sivillerin işidir” demezdi. 10 yıl daha yaşasa Türkiye çok farklı olacaktı.Din siyasetiII. Dünya Savaşı’ın ardından çok partili döneme geçtik. CHP içinden ayrılanlar yeni partiler kurdu. Ancak “tek partili” dönemden sonra bir parti halktan “ne söyleyerek” oy isteyecekti? Din istismarcısı eski imtiyazlılar için gün doğmuştu.Türk halkının ezici bir çoğunluğu dinine çok bağlı ama Atatürk ilke ve devrimleriyle barışık, laikliği benimsemiş bir yaşam biçimi sürüyordu. Ancak özellikle yoksul ve az eğitimli kesimlerin “din istismarına” da çok açık olduğu bir gerçekti.Yönetmek kolayDemokrat Parti, başta Bayar olmak üzere içindeki tüm cumhuriyetçi unsurlara rağmen, daha çok oy için halkın bu saf duygularını sömürmekten kaçınmadı. Dini kullanarak ülke yönetmek hem daha kolaydı hem de çok sorunsuzdu.Böylelikle Atatürk’le birlikte aydınlanma dönemine giren Türk halkı yeniden muhafazakâr bir çizgiye çekildi. Biat kültürü hortlatıldı. Sağ ve dinci politikalar egemen hâle getirildi. O günden bu yana Türkiye’yi onlar yönetiyor.Günümüz safsatalarıSiz bakmayın “geçmişte, ezilmiş, horlanmış, inanmış kitleler” safsatalarına. Ülke hep bu tanımlamalarla nitelenen kesimlerin oyunu alanlar tarafından yönetildi. Atatürk ve laiklik hep lafta kaldı. Asla gerçek anlamda uygulanmadı.Değişen dünyaBugün dünya artık çok farklı. Çift kutuplu, ideolojik kavgaların yaşandığı dünya geride kaldı, şimdi güçler “globalleşme” adı altında devletsiz, milletsiz dev uluslararası şirketlerin elinde. Artık dünya onların çıkarlarına ve isteklerine göre yönetiliyor.Yeni Türkiyeİşte “Yeni Türkiye” safsatası, çıkarları gereği her türlü ülke yararını kendi amaçlarına alet etmeye çabalayanların, 60 yıllık sağ iktidarlara şimdi dışarıdan sağladıkları desteğin sloganıdır. İki zihniyet birleşti, el birliği ile “başka bir Türkiye” yaratmaya çalışıyor. Cumhuriyet’ten korku bu yüzden.Hepinizin Cumhuriyet Bayramı’nı tekrar kutlar iyi haftalar dilerim.

Devamını Oku

Bayramın son günü fıkraları

27 Ekim 2012

Bugün hem pazar, hem de bayramın son günü. Yarın ise çok büyük bir bayramı daha kutlayacağız. Bayramın son gününü keyifli fıkralarla süslemek isteyenlere işte bir çırpıda okuyup gülecekleri Yıldırım Tuna’dan fıkralar...Tabakhane120 kilometre hızla giderken yanımdan rüzgar gibi bir araba geçti, hızı en az 200 vardı. “Tabakhaneye bilmem ne mi yetiştireceksin aptal!” diye bağırdım, yaptığım espriye katıla katıla gülerken arabamın telsizinden sinirli bir ses duyuldu. Antrenörüm “Gaza bassana salak!” dedi, “Herifin seni 2. geçişi.. Sana tur bindirdi geri zekalı..!”Biz ne yaptık?Karısı adamı otel odasında sekreteri ile basmış, akabinde odada müthiş bir münakaşa başlamış, konu namus, karşılıklı sadakate gelmiş. “Bir otel odasına giriyorsun” diye başlamış adam, “iki tane yatak var, birinde bir erkek, diğerinde bir kadın var, uyumak da zorundasın, sen hangisinin koynuna girerdin?” Karısı “Tabii ki kadının” demiş göz yaşlarını silerek. “Bak gördün mü?” demiş adam sinirlenerek, “Yahu biz ne yaptık ha? Sana soruyorum biz ne yaptık?”Akıllı çiçekçiAdam çiçekçi dükkanına gidip “Karım için çiçek almak istiyorum” demiş. “Tabii efendim.. Nasıl bir şey olsun?” diye sormuş çiçekçi. “Valla tam olarak emin değilim.. Esasında.. Mmm.. Mmm..” Çiçekçi “Sanırım ben yardımcı olabilirim” diye cevap vermiş “Nasıl bir halt ettiniz, söyler misiniz?..”Sen de öyleAdam divanda uzanmış gazetesini okurken karısı gelip gözünden gözlüğünü alıp “Biliyor musun balım?” demiş yumuşak bir ses tonuyla, “Gözlüğün olmayınca evlendiğim o genç ve yakışıklı adama dönüşüyorsun..” Kocası “Tatlım..” diye cevap vermiş, “Gözlüğüm olmayınca sen de çok hoş görünüyorsun..!”Cennet cehennemRahip’e “Cennet ve Cehennem nasıl bir yer?” diye sormuşlar. “Cennet öyle bir yer ki, görevli polisler İngiliz, aşçıları İtalyan, oto tamircileri Alman, aşıkları Fransız ve denetim İsviçreliler’de” demiş rahip ve eklemiş, “Cehennemde ise Polisler Alman, aşçılar İngiliz, oto tamircileri Fransız, aşıkları İsviçreli ve denetim İtalyanlarda..!”SisAnormal siste araba kullanırken sadece 1-2 metre tam önümdeki arabanın stop lambalarını zar zor görebiliyordum, yolu kaybetmemek için onu mümkün olduğunca yakın takip etme kararını aldım, ama bir müddet sonra o birden frene bastı, ben de “GÜMM..!” diye tamponuna bindirdim tabii.. Adamın arabasının arkası, benim de radyatör perişan oldu. Sinirle dışarı fırlayıp “Ulan bu siste sırası mı böyle kazık frenin?..” diye bağırdım,“Manyaksan Manyağım de..!” diye geldi cevap, “Beyefendi evimin garajında ne işiniz var?.. Birlikte banyoya da girelim bari..! Tövbe tövbe..!”Yemek duasıAkşam yemek sofrasında aile toplanınca evin babası yemek duası okuma görevini küçük oğlundan istemiş. “Ben bilemem ki?..” diye itiraz etmiş oğlan. “Aile bireylerine, arkadaş ve komşulara, fakirlere, iyi bir şeyler söyle işte..” diye ısrar etmiş babası. “Tanrım..” diye başlamış oğlan, “Bize bütün çikolata ve dondurmalarımı bitiren misafirler ve onların oğullarını gönderdiğin için teşekkür ederim.. Onları kutsa ve bir daha lütfen evimize ayak basmamalarını sağla.. Ablamın sürekli elbiselerini soyup onunla yatağında güreşerek canını yakan komşunun büyük oğlunu affet.. Önümüz kış, babamın cep telefonu ve bilgisayarındaki bütün zavallı çıplaklara sıcacık, kalın pufuduk elbiseler gönder.. Babam evde yokken annemin eve aldığı bütün evsiz erkeklere birer yuva nasip eyle... AMİN..!”Anlayışlı karımİşten eve geldim, karım beni görünce korkunç bir suratla “Tanrım.. Bu gün neler yaşadığımı asla duymak istemezsin..!” dedi ağlamaya başladı, “Teşekkürler tatlım, ne kadar anlayışlısın.” dedim, “O zaman ben banyoya giriyorum, sen yemeği hazırla..!”*****Twitt’lerden bir demetUzaydan atlarım, hepinizin de bayramını kutlarım.. Felix Baumgartner.***Sevgilim benim için “Yapışkan, tacizci, sapık..” demiş.. Deli midir nedir?.. Yahu daha doğru dürüst tanışmıyoruz bile..!***Sucuyu telefonuna “Su” diye kaydedip, alkollü bir gecenin sonunda “Ulan acaba kimdi bu hatun” diyerek defalarca arayan, telefon açılmayınca da meraktan deliye dönen zat ben oluyorum. Arz ederim.***İki şeyi merak ediyorum. 1) İnsanoğlu uygarlaşırken “sabahın köründe uyanıp işe gidelim” fikrini ortaya atan kimdi ? 2) Onu neden dinlediler?***Bence kızların gözünde bizim bilmediğiniz barkod okuyucu gibi bir şey var. İlk bakışta ne halt ettiğimizi anlamalarının başka açıklaması olamaz.***Süpermen’in kız arkadaşı Türk olsa, adamı taksi gibi kullanır canından bezdirirdi kesin!***Batuhan, 15 yaşında, Facebook’ta durumuna “Ben zaten her acının tiryakisi olmuşum!” yazmış. Pipisini yine fermuara sıkıştırdı galiba..*****Gani Yıldız’dan...Teröristlerin sınırdan sızmasını engellemek amacıyla gözetleme yapan zeplin alınacakmış. Umarız eksik olduğu düşünülen sınır güvenliğini sağlamanın yolu budur da, zeplin balon çıkmaz!***18 yaşında ve milletvekili. “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” sorusu esas şimdi anlamlı!***90 alışveriş merkezi daha açılacakmış. Krizler fırsatları beraberinde getirir; hesapsız harcamalarla ocaklara dikilen incir ağaçları, 1 numaralı incir üreticisi olma özelliğimizi pekiştirecek!***ABD’de başkan adayları bir kez daha aynı masada oturup fikirlerini halka anlattılar. Peki bizde durum ne? Herhâlde işin içinde “paylaşım” olduğundandır; liderler yan yana gelip kozlarını bile paylaşmıyor.***Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, New York Borsası’nda gong çalmış. Ne güzel! Fakat ekonomimiz için çalan tehlike çanları yüzünden gongu pek duyamadık!***Van depremzedelerine dağıtılan evlerle övünülüyor. İyi de o insanlar için ekstra bir şey yapılmadı ki! Sorumluların sorumsuzluğu yani denetimsizlik yüzünden evlerinden olmuşlardı, şimdi yeniden ev sahibi oldular, o kadar...***Yeni sistem 4+4+4 “çocuk gelinler” yaratabilirmiş. Çocuk gelinlerin “çocuk anneler” olacağını ve “3 çocuk” isteğini düşünürsek mevcut durumu “4+4+4=3” şeklinde formüle edebiliriz.

Devamını Oku

Cumhurbaşkanı bir “Kürt sorunu çözüm planı” ortaya koymalı

26 Ekim 2012

Tuhaf günler yaşıyoruz.Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Kürt sorununa çözüm bulmak umuduyla bazı BDP’li milletvekilleriyle bir araya geliyor.Bu görüşmeler gizli tutuluyor. Cumhurbaşkanı’nın günlük çalışma programına konulmuyor. Görüşmelerle ilgili bir açıklama da yapılmıyor.Sonunda BDP’li milletvekilleri ile yapılan görüşmeler medyaya sızıyor.Aynı gün Başbakan “Teröristlerle kucaklaşanlar muhatap kabul edilemez, çünkü onlar artık birer maşadır” açıklamasını yapıyor.Manzara şu: “Kürt sorununun çözümü konusunda Cumhurbaşkanı ile Başbakan tamamen zıt.”Ben konuya böyle bakmak ve iktidar içinde bir çatışma varmış havasına girmek istemiyorum. Cumhurbaşkanı’nın çözüm konusunda gerçekten çok samimi olduğuna inanmak istiyorum.Başbakan’ın da çatışma içinde olmadığını, BDP’yi makul çizgiye çekmeye çalıştığını düşünmekten yanayım.Ancak Cumhurbaşkanı’nın bu girişiminin de akamete uğramasını istemiyorum.O nedenle Cumhurbaşkanı’nın inisiyatifi ele almasından yanayım.“Tabuları yıkmak” deyimini çok sevdiğini bildiğimiz Cumhurbaşkanı’nın ortaya somut bir çözüm planı koyması gerekiyor artık. Kürt sorununun çözümü konusunda “Çok güzel şeyler olacak” diyen Cumhurbaşkanı, o günden bu yana çözüm için tek söz söylemedi.Sadece Cumhurbaşkanı değil, iktidar da sürekli çözümden söz ettiği hâlde ortaya bir madde koymuyor.Türkiye artık “Bir araya gelinmeli, müzakere edilmeli, çözüm için şeytanla bile görüşülür” hamasetinden kurtulmalı ve ortaya somut öneriler konmalı.Örneğin Cumhurbaşkanı BDP’lilerle konuştu.Herhalde BDP’liler ne istediklerini aktardılar kendisine.Cumhurbaşkanı öncelikle bunları tam olarak kamuoyuna açıklamalı ve kendi çözüm önerilerini maddeler hâlinde tartışmaya açmalı.Çok konuşuyor, güya tartışıyoruz ama dikkat ediyor musunuz çözümle ilgili ortada tek madde yok.Talepler ve öneriler var, ama hiç kimse bunları maddeleştirmiyor.Cumhurbaşkanı bunu yapabilir.*****Türkiye bunları bilmiyorKürt sorununu herkes çözmek istiyor da ortaya öneri ve plan getiren yok.Laf çok, icraat yok.Üstelik çözüm çabası altında yapılan tartışmalarda, aydın olmaya ihanet içindeki sözde aydınlar sürekli olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni, Atatürk ilke ve devrimlerini tartışmaya açarak, beyin yıkama operasyonu sürdürüyor.Kamuoyunun kuru lafa tahammülü kalmadı.Sokaktaki vatandaş “kan akmasın, analar ağlamasın, çözüm sağlansın” söylemlerine sonuna kadar katılıyor ama artık ne yapılmasının beklendiğini de bilmek istiyor.Okurlarımdan Hasan Ataç bazı sorular sorarak sorunu çok güzel ortaya koymuş.Şimdi okurlarımdan rica ediyorum; bu soruları okuyun.Yıllardır ekranlarda tartışmaları izliyorsunuz.Bu sorulara hiç cevap verildiğini duydunuz mu?Okurum “Ben matematik eğitimi almış bir insanım. Soruyu anlamak, yüzde 50 çözmek demektir” diyor ve şunu yazıyor;Sizin de, yazılarınızda belirttiğiniz gibi, hiçbir katkısı olmayan onlarca kişi “Kürt sorunu” hakkında bir sürü laf kalabalığı yapıyorlar. “Kürt sorunu” nedir? TV’lerde onlarca insan çözümü konuşuyor. İyi de sorun nedir?Ne/neler olursa BDP “Kürt sorunu” çözüldü diyecek?Ne/neler olursa Abullah ÖCALAN “Kürt sorunu” çözüldü diyecek?Ne/neler olursa Abdullah GÜL/Tayyip ERDOĞAN “Kürt sorunu” çözüldü diyecek?Ne/neler olursa ABD “Kürt sorunu” çözüldü diyecek?Ne/neler olursa AB “Kürt sorunu” çözüldü diyecek?Evet bu kadar basit işte.Ne/neler olursa “işte çözüm” diyebileceğiz?*****“Cumhuriyet Bayramı kutlamaları son yıllarda krize dönüştü” cümlesindeki “son yıllar” lafı insanda nedense kaygı yaratıyor! (Gani Yıldız)*****Hangi istihbaratAnkara Valiliği’nin halkın Cumhuriyet Bayramı’nı kutlamasına yasak getirmesindeki ana gerekçe belli oldu.Meğer “toplantı yürüyüşleri yasasına aykırı olması” durumu sadece bir bahaneymiş.Asıl gerekçe “alınan bir istihbarat”mış.Tabii henüz bu istihbaratın ne olduğunu bilmiyoruz.Ancak bu tür istihbarat haberlerine alışkınız.Her yıl 1 Mayıs’tan önce valilere hep bazı “istihbaratlar” gelir. Hatta nedense hep bu tür “halkın katılacağının bilindiği” kutlamalardan önce “ortalığı kana bulayacak” eylemcilerden bir ikisi yakalanır, “külliyetli miktarda patlayıcı” ele geçirilir.Bunları doğrulatma olanağımız yok elbette. Açıklamalar öyleyse, öyle kabul etmek durumundayız.Ortada yakalanan kişiler veya patlayıcılar yok. Bu kez açıkça çok belli ki Ankara Valiliği “katılımı düşürmek” amacıyla “istihbarat” bahanesine sığınıyor.Böyle olunca aslında Cumhuriyet Bayramı’nı tüm yüreğiyle kutlamak için yaşına, başına, hastalığına bile bakmadan milyonların zihnine “başıma bir iş gelecek” korkusu salınmak isteniyor herhalde.Ama görünen o ki, buna pek aldıran yok, yani silah ters tepebilir.Tabii bir de “bilmediğimiz istihbaratın” başka türlü olabileceği ihtimalini de göz ardı etmeyelim.Ankara Valiliği’ne “Yurdun dört bir yanından milyonlarca insan Ankara’ya akın akın gelerek Atatürk’e, Cumhuriyet’e ve devrimlere bağlılığını gösterecek” istihbaratı gelmiş olabilir.Vali ne yapsın? Ankara’da milyonlar Cumhuriyet sevdalarını haykırırsa, milyonlar Atatürk’e saygı ve sevgilerini sunarsa ne olacak?Sanki Valiliği endişelendiren asıl tehlikeli istihbarat bu gibi geliyor bana.Vali böylesi bir tehlikenin altından kalkamayacağını düşünüyor olabilir.*****Cam siliciler azmanlaştıBüyük kentlerin trafiğinde alıştığımız insan manzaralarından biri de sıkışık trafikte durduğunuzda arabanın hemen yanında bitiveren cam siliciler.Yıllardır neredeyse bütün büyük kavşaklarda ellerinde kirli bir bez parçasıyla bekleşen ve arabalar durunca hemen saldırıya geçen çocukları biliriz.Ancak son zamanlarda dikkatimi çekiyor, bazı kavşaklardaki cam siliciler artık çocuk değil, koca koca adamlar.Eski cam siliciler mi büyüdü yoksa bunlar yeni mi türedi bilemiyorum.Ama özellikle akşam hava kararmaya başladığında camın yanında beliren azman tipler çok korkutucu oluyor.Kadın sürücülerden aldığım şikâyetlere göre bu tip cam siliciler tedirginlik yaratıyor. Çare ise o sırada kaç lira bulunursa verilip yola devam edilmeye çalışılması.

Devamını Oku