Tek bir soru bile sormamışlar

21 Kasım 2012

TBMM’nin görevi yasaları yapmak ve icrayı yani hükümeti denetlemektir. Meclis denetlemeyi yazılı ve sözlü soru önergeleri, meclis araştırma önergesi ve genel görüşme (gensoru) önergesi gibi yollarla yapar.Bunların dışında bütçe görüşmelerinde de Meclis hükümetin tüm hacamalarını ele alır, denetler, onaylar veya onaylamaz, yenisi için yetki verir.Bir eski milletvekili dostum “Aslına bakarsan Meclis’in tek denetleme organı soru önergeleridir, milletvekilleri ancak soru önergeleriyle varlık gösterebilir, gerisi komisyon çalışmaları ve Meclis Genel Kurulu’dur, ama orada sadece oylamaya katılmış olurlar” demişti.Soru önergeleri neden çok önemli?Çünkü hükümetler uygulamalarını, bunların gerekçelerini her zaman açıkça kamuoyu ile paylaşmazlar. Hükümetler hatalı işlerini de açıkça ilan etmezler.Hükümetin denetimindeki devlet görevlilerinin, yasa dışı işlemleri, hatalı tutum ve davranışları, yanlışları eğer didiklenmezse pek ortaya çıkmaz.Hele medyanın baskı altında olduğu dönemlerde, bazı gerçekleri öğrenmek çok zordur.İşte soru önergeleri sayesinde kamuoyuna açıklanmayan bilgi ve belgeler “anayasal zorunluluk” olarak ortaya dökülür.Anayasa’nın 99’uncu maddesi milletvekillerinin verdiği yazılı sorulara hükümetin en geç 15 gün içinde cevap vermesini şart koşar.Ancak Meclis internet sitesinde de görülebileceği gibi AKP hükümeti kendisine iki yılda yöneltilen 10 bin 333 soru önergesinin yarıdan fazlasına ya hiç cevap bile vermemiş ya da 15 günlük süreden çok sonra, hatta aylar sonra cevap vermeyi uygun görmüş.Şimdi çok garip bir bilgi vermek istiyorum. 10 bin 333 yazılı soru önergesinin 5275’ini CHP milletvekilleri vermiş. MHP milletvekilleri 4059 yazılı soru önergesi yöneltmiş. 904 yazılı soru önergesi de BDP tarafından verilmiş. 95 yazılı soru önergesi ise bağımsız milletvekillerinden gelmiş.Topladığınız zaman 10 bin 333 oluyor.Peki burada bir parti eksik değil mi?Eksik tabii.AKP milletvekilleri hükümete tek bir soru önergesi bile vermemiş. Biri bile soru sormamış.Sorun iktidar milletvekillerinin “her şeyden memnun” olması değildir.Her şeyden memnun olsanız bile aklınıza takılan, merak ettiğiniz, açıklanmasında yarar umduğunuz bir tek konu çıkmaz mı?AKP milletvekillerinin soracak hiçbir soruları mı yok, yoksa sormaya mı çekiniyorlar?*****İsrail’deki Türkler’den mesajKurulduktan sonra Türkiye’den de birçok Yahudi İsrail’e göç etti.İsrail’deki Türk Yahudiler Türkiye ile ilişkilerini kesmedikleri gibi İsrail’de ciddi bir Türk lobisi oluşturuyorlar. Sanıyorum bütün gazetecilere olduğu gibi bana da İsrail’deki Türkiyeliler Birliği’nden bir mesaj geldi.İsrail’deki Türkler çatışmalarda tek suçlunun İsrail olmadığını belirterek “Türkiye’deki ön yargı, kin ve nefret duygularını uyandıracak üslupta yansıtılıyor, bu bizi çok üzüyor” diyorlar. İsrailli Türklerin dikkat çektiği noktalar şunlar:- Gazze’den İsrail’e 1000’in üzerinde roket atıldı.- Kudüs başta olmak üzere birçok İsrail kentinde çok büyük hasarlar oluştu.- İsrail halkının yüzde 45’i bu roket saldırılarının etkisi altında.- İsrail’de ölü sayısının az olması halkın güvenlik konusunda aldığı çok iyi eğitim sayesindedir.- İsrail yüksek teknolojisi sayesinde roketlerin atıldığı noktaları. saptayabiliyor ve sadece bu noktaları vuruyor.- Türkiye’yi çok seviyoruz ve Türk halkının gerçekleri öğrenmesini istiyoruz.- Türk hükümetinin sadece İsrail’i suçlaması bizi çok üzmektedir.*****Din dersinde cinler periler olmazBu yıl müfredata sokulan Kuran dersleri ile ilgili bir babaanneden aldığım mektubu sizlerle paylaşmak istiyorum. yorum yapmayacağım:“Sevgili Can Ataklı; Hükümet’in, 4+4+4 yeni müfradatı; ‘Dindar nesil yetiştireceği’den yola çıkılarak, bugünkü gelinen durumu aklım almıyor. Din dersine giren hocasının anlattıkları karşısında, 4 sınıfa giden torunumun kafası allak bullak olmuş hâlde. Akşam yatağa girip ışıkları söndürdüğümüzde, yanıma sokularak; ‘Babaanne din öğretmenimiz bugün yine cin, peri, şeytanı anlattı bize. Çok korkuyorum ben. Şimdi burda mı onlar? Işığı yakalım mı babaanne? Ne yapmazsak çarpmazlar bizi?’Ben de din dersi verilme taraftarıyım. Fakat pericilik, cincilik, şeytancılıktan uzak, tüm dinlerin nasıl ve hangi ihtiyaçtan doğduğu gerçeği öğretilme arzusuyla. Psikolojileri bozulmakta olan küçücük beyinler, bu tür dogmatik, ucuz hayalci inançlarla şartlandırıldıkça, akıllar daha da tutsak olacak diye düşünüyorum. İktidar, din kalıntılarından medet umarak mı kuşatacak ülkeyi? Kapatılan oda ışıklarımız değil sorun. Taze beyinlerin ışığını söndürmeye aday hocalar istemiyoruz okullarımızda. N. T.”*****Umut Oran’ın 168 sorusuna hiç cevap verilmemişSalı günü Ergenekon ve Balyoz davaları ile ilgili suç duyurusunda bulunan ancak yargının dönüp bakmadığını Orhan Aykut’un mektubunun bir özetini paylaşmıştım.Konuyu ilk önce mayıs ayında Ergenekon tutuklusu Org. Bilgin Balanlı’nın mektubuna dayanarak yazmıştım.O yazı üzerine CHP Milletvekili Umut Oran da bir soru önergesi vermişti.Orhan Aykut’tan mektup gelince Umut Oran’ı arayıp “Soru önergenizin cevabını bana da gönderebilir misiniz?” diye sordum.Umut Oran “Adalet Bakanlığı bu soru önergesini 6 ay geçmesine rağmen hâlâ yanıtlamadı” dedi.Bu bilgiyi alınca “Nasıl olur, 15 gün içinde yanıtlaması gerekmiyor muydu?” dedim.Umut Oran “Anayasaya göre öyle ama, hükümet soru önergelerine cevap vermeyi keyfi hâle getirdi, ister yanıtlıyor istemezse yanıtlamıyor, bazılarını ise çok gecikmeli olarak yanıtlıyor” cevabını verdi. “Yanıtlanmayan başka önergeleriniz var mı?” diye sordum.Çok ilginç bir cevap verdi.Umut Oran ikinci dönemine girdiğimiz yasama yılında 282 yazılı soru öngeresi vermiş.52’sine yasal süre olan 15 gün içinde cevap verilmiş. 62 yazılı soru önergesinin cevabı yasal süre çok aşıldıktan sonra gelmiş.Kalan 168 yazılı soru önergesine Başbakan ve ilgili bakanlar henüz bir cevap vermemişler.Demokrasimiz çok mu ileri gitti ne?*****Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, “Artık her önüne gelen inşaat yapamayacak” demiş. Nasıl yani? Sadece AKP binasının önüne gelen mi yapabilecek? (Gani Yıldız)

Devamını Oku

Erdoğan haklı ama yaptığı “olmayacak duaya amin” gibi

20 Kasım 2012

Başbakan Erdoğan son bir ay içinde üçü uluslararası toplantıda olmak üzere çeşitli kereler başta Birleşmiş Milletler (BM) olmak üzere uluslararası kurumların yetersizliğini anlatıyor.BM Güvenlik Konseyi’nin niteliğinin değişmesi gerektiğinin altını çizen Erdoğan “Dünya bu haksızlığa artık çare bulmalı” diyor.Bazı bölgelerde süren insanlık dramlarına karşı uluslararası kurumların hiçbir şey yapmadığını sadece seyrettiğini de söyleyen Erdoğan “Bu kurumların artık değişmesi gerek, her şeyi yeniden ele almak zorundayız” düşüncesini savunuyor.Erdoğan haklı mı?Elbette haklı.Ancak şunu da söylemek zorundayız ki, Erdoğan’ın bu çıkışları dilimizde çok kullanılan “olmayacak duaya amin” sözünü hatırlatıyor. Çünkü Erdoğan’ın haklı olarak yakındığı bu uluslararası kurumların yönetimi “şeklen” tüm dünya ülkelerinin ortak olduğu kurumlar gibi görünmesine rağmen hâkimiyet birkaç ülkenin elinde.BM Güvenlik Konseyi’nde daimi delege ve veto hakları olan ülkeler ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa zaten Başbakan’ın şikâyet ettiği dünya düzenini oluşturanlar. Bu düzeni kendi çıkarlarını korumak için koymuşlardı zamanında ve bundan vazgeçmeleri “olanaksızdan” da öte bir durumdur.Peki bu düzen hep böyle mi sürecek? Yapılacak bir şey yok mu?Vardır elbette ama bunun için dünya gücünü elinde tutan birkaç ülkeye karşı diğer tüm ülkelerin birleşmesi gerekir. İşte “olmayacak duaya amin” dememin nedeni bu.Erdoğan konuşuyor, sert açıklamalar yapıyor, ama dünyada bunun yankısını göremiyoruz. Bırakın batı medyasını, İslam ülkelerinin medyasında bile Erdoğan’ın sözleri çok yer almadı.Oysa hiç olmazsa İslam ülkelerinin bu çağrıya kulak vermesini ve katkıda bulunmasını bekliyor insan. Ama nafile, o destek yok.İzlediğim kadarıyla çeşitli ülkelerde yaşanan insanlık dramlarına sadece Türkiye “insani” açıdan bakıyor. Diğer bütün ülkeler bu dramları kendi siyasetleri doğrultusunda değerlendiriyor ve ona göre tavır alıyor.Dünyanın en zengin ülkesi Suudi Arabistan eğer Filistin- Gazze sorununa el atsa ve ABD’nin korumacı kollamacı tavrına karşı “bu ülkedeki paramı çeker, yatırımlarımı durdururum” dese, olacakları bir düşünün.Peki niye kıllarını bile kıpırdatmıyorlar?Onun cevabını İsrail yazısında bulacaksınız..*****İslam ülkeleri İsrail’i tükürükle boğar ama...İsrail II. Dünya Savaşı’ndan sonra kuruldu. Bugün İsrail devletinin kurulu olduğu toprakların büyük bölümü 1948 yılında satın alındı. Dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan Yahudiler akın akın geldiler, Kibutz adındaki kampları kurdular, bu kampları geliştirdiler, büyük ve modern kentler hâline getirdiler.Sonra oturdukları bölgeye sığmadılar, Ürdün topraklarına itilen Filistinlilerin alanlarına göz diktiler, 1967 Mısır savaşından sonra genişlediler. İsrail dünya Yahudilerinin devletidir.İsrail’in nüfusu 7.5 milyondur. Dünyadaki toplam Yahudi sayısı ise 20 milyon civarındadır.Yahudiler çok az nüfuslarına rağmen başta ABD olmak üzere bulundukları ülkenin ekonomisine yön veren, güçlü sermaye birikimleri olan bir toplumdur.Bu maddi gücü sanat, kültür ve bilim alanında destekledikleri için de dünyanın en önemli güçlerinden biri olmuşlardır.Buna karşı İsrail’i çevreleyen İslam coğrafyası dünyanın en zengin ülkelerini de içinde barındırıyor. Ancak bu İslam ülkeleri zenginliklerini engin kültürlerine, bilime, sanata, estetiği sahiplenmelerine, demokrasi ve insan haklarındaki ileri düzeylerine değil, Allah’ın bir lütfu olan yeraltı kaynaklarına borçlular.Böyle olunca bilimi ve teknolojiyi sadece satın alarak barındırabiliyorlar. Demokrasi, hukuk, insan hakları bilinci ise hiç olmayınca, Allah’ın lütfu zenginliklerini koruyabilmek için global dünya devlerinin hizmetinde olmaktan başka bir şey yapamıyorlar. Nüfus ve coğrafi konumlara bakınca aslında İslam ülkelerinin İsrail’i tükürükle bile boğacağı görülüyor ama, ne çare.İşte bütün İslam ülkeleri arasında, laik demokrasisi, kültürü, bilimi, demokrasi ve hukuk inancı ile bir yıldız gibi parlayan Atatürk’ün kurduğu uygar ülke Türkiye’nin elinden bundan fazlası gelmiyor.*****Ordudan atılan solcu subaylara hakları hâlâ iade edilmediDaha önce birkaç defa yazdığım bir konuya tekrar dönmek istiyorum. Çünkü bir türlü halledilemiyor.Hükümet 2 yıl önce “askeri vesayet mağduru” olarak tanımladığı “ordudan ihraçlarla” ilgili bir karar almıştı.Buna göre Askeri Şura toplantıları sonunda ordudan atılan subay ve astsubayların hakları ve rütbeleri iade edilecekti.Aslında bu kararın neden alındığı ilk günden belliydi. Yıllar içinde “irticai faaliyetleri nedeniyle” ordudan çıkarılanları korumak için alınmıştı.Ancak anayasanın eşitlik ilkesine göre “sadece irticai nedenlerle ordudan atılanlar” için uygulanamazdı. Siyasi nedenlerle, özellikle sol fikirler taşıdıkları için ordudan çıkarılan subay ve astsubaylar da bu haktan yararlanacaktı.Ama uygulama öyle olmadı. İrticai nedenlerle ordudan atılanların tamamı çok kısa bir süre içinde haklarına kavuştular, tazminatlarını da aldılar.Ancak 12 Mart ve 12 Eylül dönemlerinde “solcu fikirler taşıdıkları” gerekçesiyle ordudan atılanların neredeyse hiçbiri bu haktan yararlanamadı.Bu durumda olan 500’e yakın subay ve astsubay var.Önceki ve şimdiki savunma bakanları kendilerine başvuranlara sözlü olarak “siz haklısınız” diyor, ama iş resmi uygulamaya gelince yapılamıyor. Ordudan atılan subay ve astsubayların durumun Meclis’e getiren Bekir Bozdağ, başvuru sahiplerine “Sayın Başbakan’ın da haberi var, bu halledilecek” diyor ama aylar geçtiği halde bir sonuç alınamıyor.Bu konuda mağdur subay ve astsubaylardan sürekli mesajlar alıyorum. Hükümetin bu adaletsizliğe mutlaka bir çare bulması gerek.*****Fırat AydınusFırat Aydınus Türkiye’nin en iyi hakemlerinden. Dünyanın en iyi hakeminin bile yapabileceği bir hata yaptı.Kimse “Fenerbahçe’yi kasıtlı olarak yaktı” diyemez.Fırat Aydınus’u linç etmeye kalkmak, karalamak, küçük düşürmek için çaba harcamak ancak zavallılıktır.Son olarak şahsi kanaatimi söyleyeyim: “Bu kadar temiz yüzlü, bu kadar güzel gülen bir adam asla kasıtlı hata yapamaz.”Türkiye Cumhuriyeti olarak Mısır’da cami restorasyonu yapacakmışız. Bu veri ışığında, tercih ettiğimiz politikayı tahmin etmek zor değil: Yurtta cami, cihanda cami.(Gani Yıldız)

Devamını Oku

Adı sanı belli olduğu halde ciddiye alınmayan tanığın feryadı

19 Kasım 2012

Adı Orhan Aykut. Daha önce Tekirdağ Cezaevi’nde yatıyordu, şimdi Metris Cezaevi’nde.Kendini eski bir ülkücü olarak tanıtan Orhan Aykut 13 Aralık 2010’da Tekirdağ Cumhuriyet Savcılığı’na başvurarak Ergenekon ve Balyoz davaları ile ilgili bir suç duyurusunda bulunmuştu.Aykut, Balyoz Davası dosyalarının bir bavul içinde, Amerikalı bir senatör ve ordudan ayrılma bir binbaşı tarafından AKP’li Milletvekili İhsan Arslan’ın ofisine getirildiğini ileri sürmüştü. Aykut belgelerin burada sıraya dizildiğini, bazılarına eklemeler yapıldığını, bazılarının üzerinde oynandığını da suç duyurusunda iddia etmişti.Ancak suç duyurusu iki yıldır savcılığın elinde olmasına rağmen bugüne kadar herhangi bir işlem yapılmadı.Aykut’un bu suç duyurusunu Balyoz sanığı Orgeneral Bilgin Balanlı’nın mektubundan öğrenmiş ve sizlerle de paylaşmıştım.Suç duyurusunda adı geçen AKP’li Milletvekili İhsan Arslan bir açıklama göndererek Orhan Aykut’u hiç tanımadığını belirtmişti.Geçen haftalarda Orhan Aykut’tan bir mektup aldım. Aykut iddialarının araştırılmamasının nedenini sorarak “İddialarımı araştırıp gün ışığına çıkartmak gerektiği hâlde mahkemelerin görevini yapmasını kimler engelliyor?” diye soruyor.Başbakan Erdoğan’ın da bu konuda bilgilendirilmediğini ileri süren Aykut “Her konuyu Başbakan’a aktaranlar bu konuyu hiç dile getirmedikleri için ihanet içindedirler” diyor.Diyarbakır AKP Milletvekili İhsan Arslan’ın bana gönderdiği mektupta kendisini tanımadığını belirtmesine hayret ettiğini söyleyen Orhan Aykut “Resmi telefon tapelerinde İhsan Arslan ile şahsım arasında en az 500 civarı konuşma vardır. İnsan tanımadığı biriyle bu kadar çok konuşur mu?” diye yazıyor.Orhan Aykut AKP’den intikam alma hevesinde olmadığını da kaydederek şunları belirtiyor; “Elimde bilgi, belge yüzlerce şahitlik yapacak kimse olmadan böyle ciddi bir meselede ortaya çıkmam eşyanın tabiatına aykırıdır. Mahkemeler tarafından ciddiye alınıp inceleme başlatıldığında elimdeki doneleri ortaya koymaya hazırım.”AKP’de vatana millete büyük hizmetleri olan kişiler bulunduğunu yazan Aykut “intikam ya da koltuk sevdası” olmadığını da vurgulayarak “Beş bin yıllık geleneği olan kahraman ve Müslüman Türk ordusunun tamamını karalamaya çalışanlar millet düşmanıdır” diyor.Lise mezunu, ticaretle uğraşan, kendi hâlinde bir vatandaş olduğunu belirten Orhan Aykut AKP milletvekilleri sayesinde VIP salonlarını kullandığını, Meclis’e elini kolunu sallayarak girip çıkabildiğini, devletin tüm kurumlarına girebildiğini ileri sürerek “Kamuoyunda itibarsızlaştırılmama çalışılıyor. Ama inanıyorum ki her zaman olduğu gibi haklı ve doğru olan kazanacaktır, bunların mumu yatsıda değil ikindide sönecektir” ifadesine yer veriyor.*****İhsan Arslan yalanlamıştıOrhan Aykut’un iddialarını 29 Mayıs 2012’de bu köşede yazmıştım. Ertesi gün AKP Milletvekili İhsan Arslan’dan bir “yalanlama” mektubu almıştım. Arslan o mektubunda özetle şu görüşlere yer vermişti;Köşe yazınızda bahsettiğiniz kişiyle hiçbir yakınlığım bulunmamaktadır. Bahsi geçen kişinin ileri sürdüğü iddiaların tamamı hilaf-ı hakikattir. Anılan şahıs, benzer türden hayal mahsulü iddialarını bazı medya organları aracılığıyla daha önce de gündeme getirmiştir. Bu iddialar tarafımca yalanlandığı gibi, bu tür iftiralar nedeniyle İstanbul asliye hukuk mahkemelerinde söz konusu şahsa karşı açtığım dava da hâlen devam etmektedir.Beni şaşırtan, anılan şahsın iddialarını, aslı olup olmadığına bakmaksızın aynen köşenize taşımakta beis görmezken, bunları benden ya da bir başka kaynaktan doğrulama gereği duymamış olmanızdır. Dolayısıyla, mesnetsiz iddiaları tek taraflı olarak aktarmanızı, objektiflikle ve okurları doğru bilgilendirme ilkesiyle bağdaştıramadığımı da belirtmek durumundayım.*****Suç duyurusu incelenmiyor Adalet Bakanı da soru önergesini cevaplamıyorOrgeneral Bilgin Balanlı’nın “Bu kişinin iddiaları neden incelenmiyor” diye sorduğu Orhan Aykut’un suçu duyurusu ile ilgili CHP Milletvekili Umut Oran Adalet Bakanı’na bir yazılı soru önergesi vermişti. Ancak aradan geçen yaklaşık 6 ay içinde Adalet Bakanı bu sorulara cevap vermedi.Umut Oran’ın çok dikkat çekici iki sorusu şöyleydi;- Hükümlü Orhan Aykut suç duyurusunda, “Ergenekon silahları” olarak bilinen ve gömülü olarak bulunan silahları kimin gömdüğünü ve hatta henüz bulunmamış gömülü silahların yerini de bildiğini öne sürdü mü? Silahları gömdüğü öne sürülen emniyet mensupları hakkında bir idari inceleme-araştırma yapıldı mı?- Partinize mensup eski bir milletvekilinin de ismi geçtiği için konuyu incelediniz mi, sözü edilen ancak ismi verilmeyen ABD’li senatörün kim olduğu hakkında araştırma yapıldı mı?*****Orhan Aykut’un iddialarıErgenekon ve Balyoz davaları konusunda suç duyurusunda bulunan Orhan Aykut’un iddiaları özetle şöyleydi:1- Ergenekon silahları olarak bilinen ve gömülü olarak bulunan silahları kimin gömdüğünü biliyorum.2- Aynı kişiler henüz bulunmamış silah ve mühimmat da gömdüler, bunların yerini biliyorum.3- Diyarbakır Milletvekili İhsan Arslan askeri rütbeli kişiler hakkında bilgiler topluyor, Ankara’daki 22 katlı binasının 5’inci katında bu belgeler üzerinde ilaveler yaptırıyor ve bazı sahte belgeler oluşturuyor.4- Eski Van Savcısı Ferhat Sarıkaya İhsan Arslan’a sahte belge hazırlama ve bilgi toplama işinde yardım ediyor.5- Amerikalı bir senatör ve ordudan ayrılma uzun saçlı bir subay Balyoz Davasına neden olan belgeleri bir çuval içinde getirerek İstanbul 4. Levent’teki bir otelde benim de bulunduğum sırada İhsan Arslan’a teslim etti.6- Çuval içindeki belgeleri İhsan Arslan bizzat kendi aracı ile Ankara’ya götürdü, söz konusu 22 katlı binanın 5’inci katında bu belgelere eklemeler yapıldı, ayrıca sahte belgeler oluşturuldu.7- Zir Vadisi’nde bulunan silahları Ankara Emniyeti İstihbaratındaki polisler gömdü. Bu silahlar hükümete bir başkaldırı olması hâlinde kullanılacaktı.8- İhsan Arslan Tuncay Güney’e Mevlüt Çınar adına sahte pasaport hazırladı. Güney bu pasaportla Türkiye’ye giriş yaptı. Kendisine 300 bin dolar para verilerek Ergenekon hakkında açıklamalar yapması dikte ettirildi. Güney’in ifadesi yine Ankara’daki Arslan’ın ofisinde kayda alındı.

Devamını Oku

Silivri mektuplarını okurken delirmemek elde değil

18 Kasım 2012

Sevgili okurlar; sizlerle bu hafta Silivri’den, özellikle müebbet hapse mahkum edilen ama cezaları indirilen Balyoz Davası sanıklarından gelen mektupları paylaşmak istiyorum. Her bir mektup bir ibret belgesi gibi, korkunç ve acı.Ortak konu haksızlıkSilivri’den gelen mektuplardaki temel konu, yapılan haksızlıklar, usulsüzlükler, intikama yönelik kasıtlı davranışlar sonucu doğru dürüst bir yargılama yapılmaması. Gerçekten insanın okurken kanı donuyor deliye dönüyor.Bir sağlık sorunuİlk olarak emekli tümgeneral Recep Rıfkı Durusoy’un mektubundan söz etmek istiyorum. Durusoy’un sağ böbreğine yapışık 7x8 cm büyüklüğünde bir tümör varmış. Ayrıca hapse girmeden önce de bir by-pass ameliyatı geçirmiş.Yeniden kalpRecep Rıfkı Demirsoy geçirdiği ameliyata rağmen 21 aydır yattığı Silivri’de her türlü bakımdan ve iyi koşuldan uzak yaşadığı için beş damarından ikisi tamamen, üçü ise kısmen kapanmış. Kanser de bu arada iyice ilerlemiş.Kalp iyileşmeliSonunda cezaevi yönetimi Durusoy’un tümör ameliyatı geçirmesi için hastaneye yatırılmasına karar vermiş. Ama çile burada devam etmiş. Çünkü böbrek ameliyatı olması için kalbin durumunun iyileştirilmesi gerekiyormuş.Bu vahşettirKalbin düzenlenmesi için doktorları Durusoy’a günde en az 60 dakikalık yürüyüş yapması gerektiğini raporla bildirmişler. Ancak jandarma hastane içinde yürüyüş yapılmasını uygun görmemiş. (Helal sana be jandarma. ca)Aslanlar gibiDurusoy mektubunda “generaller aslanlar gibi gider dik ve saygın duruşu ile kendini savunur demiştiniz, bizzat gidip teslim oldum, aslanlar gibi kendimi savundum, ama savunmalarımız hiç kale alınmadı, keyfi 16 yıl verdiler” diyor.Ağlamak yakışmazEmekli tümgeneral Durusoy mektubunun sonunda “inşallah sizi üzmemişimdir, çünkü biz savaşçılara ağlamak yakışmaz, ülkemizin birliğine kastedenlerle sonuna kadar savaşacağız, bu asil kanımızda mevcuttur” ifadesine yer veriyor.Torbadan 16 yıl“Kısmetime torbadan 16 yıl çıktı” diyen Yunus Nadi Erkut “Yaşadığım tüm hukuksuzluklara ve haksızlıklara rağmen moralimden direnme gücümden hiçbir şey kaybetmedim, çünkü suçsuzum, haklıyım, daha da kamçılandım” diyor.Buruk kırgınlıkErkut mektubunda “bazı gazeteci, siyasetçi, sanatçı ve aydınlardan, işçi, çiftçi, emekli vatandaşlardan gördüğümüz ilgi ve desteği kendi silah arkadaşlarımızdan ve kurumumuzdan beklediğimiz ölçüde görmedik” diye yakınıyor.Hukuk artık yokBugün geldiğimiz noktada kimsenin hukuk ve adaletin güvencesi altında olmadığını belirten Erkut “Amaçlardan biri bizim üzerimizden geride kalan büyük kitle üzerinde psikolojik baskı yaratmaktı, bu başarıldı” diyor.Fıkralı yorumBalyoz sanıklarından Deniz Kurmay Albay Utku Arslan yaşadıkları durumu bir fıkra ile anlatıyor. Kamp yapmak için ormana gider iki arkadaş çadır kurar. Gece biri diğerini uyandırır ve sorar; “Yukarı bak, ne görüyorsun söyle bana.”Teorik olarakYeni uyanan yıldızları gördüğünü söyler. Diğeri üsteler “Bundan ne anlam çıkarıyorsun?” Diğeri anlatmaya başlar “teorik olarak milyarlarca yıldızdan Allah’ın yüceliğini, meteorolojik olarak yarın havanın güzel olacağını...”Çadır çalınmışArkadaşının bu ukalaca sözlerini kesen diğeri “Çadırı çalmış şerefsizler” der. Utku Arslan “Darbecilerden hesap soruldu, demokratikleştik, gibi garip yorumlarda bulunanlara söylemek isterim: Çadır çalındı, haberiniz yok.”Hukuk ve adaletUtku Arslan fıkranın sonunda “Bu davada çadır adalettir, hukuktur. Hukuk ve adalet çalınmıştır. Bir ülkede adalet olmazsa hiçbir şey olmaz” diyor, uğradıkları tüm hukuksuzlukları ve iddianamedeki sahtecilikleri bir bir sıralıyor.Ceza ailelereBarbaros Büyüksağanak da kurmay albay rütbesindeyken tutuklanan ve 18 yıla mahkum edilen bir Balyoz sanığı. Büyüksağanak “Bu cezanın mesleğimiz gereği ikinci plana attığımız sevgili ailelerimize verildiğini düşünüyorum” diyor.Her şey sahteBüyüksağanak dava konusunun aslında darbe olmadığını belirterek şunu yazıyor “Mesele sahteliği defalarca kanıtlanmış dijital verilerle seçilmiş bir grup TSK personeline ceza verilmiş olmasıdır, tartışılması gereken budur”Tek sivil sanıkGüllü Sarıkaya, Balyoz davasının tek “kadın” ve “sivil” mahkumu. 27 yıldır devlet hizmetinde olduğunu belirten Sarıkaya, “biri 24 diğeri 22 yaşındaki oğullarımı babalarına bıraktım, onurumu ise kimseye bırakmadım” diyor.Komediye bakınSarıkaya “Mahkeme öyle kötü bir karar verdi ki, beni babalık ve kocalıktan men etti. Benim kadın olduğumun farkında değiller mi? Yoksa bizi tek tek yargıladıklarını unutup basmakalıp bir kararı mı imzaladılar” diye soruyor.Mutlu değilimTek başına bir koğuşta yaşadığını yazan Sarıkaya “Artık mutlu değilim. Bu yalan bir gün apaçık ortaya çıkıncaya kadar yüreğimde tek günahım olmadığını biliyor olmanın rahatlığı ile bu cezayı çekmeye devam edeceğim” diyor.Araştırma komisyonuBu arada Silivri’den gelen bazı mektuplarda ve tüm mahkümlar adına ortak olarak gönderilen bir mektupta ise Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun Balyoz Davasını incelemesi isteniyor. Ancak bu talep reddedildi.Paşanın dramıSilivri’den gelen mektuplar dışında bir konuya daha değinmek istiyorum. Cumartesi günü gazetelerde yürek burkan bir haber vardı. Balyoz sanığı Korgeneral İsmail Hakkı Pekin annesinin cenazesine katılmak istememişti.Gururu ağır bastıPekin 85 yaşında ölen annesinin cenazesine katılmak istediğini ancak daha önce yakınlarını kaybedenlerin cenaze törenlerinde maruz bırakıldıkları olumsuz tutum ve davranışlar nedeniyle cenazeye gitmekten vazgeçtiğini açıklamıştı.Jandarma utanmış mıdır?Daha önce cenazesi olan Silivri ve Hasdal sanıklarına jandarma akıl almaz engeller çıkarmış ve en acı günlerinde insanlara azap çektirmişti. Defalarca yazdım, cevap vermediler. Kimbilir, utandıkları için bir şey söyleyemiyorlardır.Orhan Aykut olayıSizlerle Silivri mektupları konusunda bir ayrıntıyı daha paylaşmak istiyorum. Hatırlayan olacaktır, Tekirdağ Cezaevi’nde yatan Orhan Aykut’u yazmıştım. Bu kişi Balyoz davası ile ilgili çok önemli bir suç duyurusunda bulunmuştu.Kimse ilgilenmediAykut suç duyurusunda bir bavulla gelen Balyoz belgelerini bir Amerikalı’nın, bir AKP milletvekiline verdiğini ileri sürüyordu. Ancak savcılık bununla ilgili hiçbir şey yapmamıştı. Silivri mektuplarında bu konu da soruluyor.Aykut’tan mektupOrhan Aykut da bir mektup göndermiş. Hâlen Metris Cezaevi’ndeki Aykut’un mektubunun ayrıntılı bir özetini sizlerle yarın paylaşacağım. Aykut’un mektubunda çok önemli bilgiler var.Hepinize iyi haftalar dilerim.

Devamını Oku

Haftanın fıkraları

17 Kasım 2012

Artık havalar soğudu. Güneş ışısa bile insanın içini ısıtmıyor. Bu nedenle hafta sonları kendimizi hemen dışarı atmak gelmiyor çoğumuzun içinden.Evde oturup keyif yapmak, gazete okumak televizyon izlemek daha cazip geliyor.Eh madem gazete okumak için daha fazla süremiz var, o halde hafta sonunu biraz gülümseyerek geçirelim. Buyurun Yıldırım Tuna fıkraları ile keyifli dakikalara:Kadın ne der?Yahu bu odanın hali ne? Baksana.. Pislik içinde. Her şeyi yere fırlatmışsın. Lamı cimi yok, seninle birlikte topluyoruz. Yerde bir şey kalmayacak. Bunlar temizlenip ütülenmezse çırılçıplak kalırsın, ona göre ha.. Tamam mı?Erkek ise ne anlar?Vıdı vıdı vıdı BAKSANA..Vıdı vıdı vıdı SENİNLE BİRLİKTE..Vıdı vıdı vıdı vıdı YERDE..Vıdı vıdı vıdı ÇIRILÇIPLAK..Vıdı vıdı vıdı HA?..TAMAM MI?Aspirin25’inci evlilik yıldönümünü kutlamışlar, kadın kocasına bu harika gece için teşekkür etmiş, “Daha bitmedi” demiş adam ve eve girer girmez karısına siyah kadife küçük bir kutu uzatmış. Heyecanla kutuyu açan kadın 2 beyaz küçük hap bulmuş, “Bu.. Bunlar ne?” diye sormuş şaşırarak. “Aspirin” diye cevap vermiş adam. “Aspirin? Başım ağrımıyor ki benim?” Adam, “Birazdan” demiş “Canım birazdan..”Yaşlı amcaDelikanlı hediyelik eşya satan dükkâna girip “Hayli yaşlı ve çok zengin bir amcam var. Benden başka da kimsesi yok. Yarın onun yaş günü, hediye olarak ne almamı tavsiye edersiniz?” diye sormuş. “Mmm, ilginç bir durum” demiş tezgahtar kız, “Merdiven ve yer döşemesi için cilaya ne dersiniz?”Harika fikirİki dedektif, adamın kendisini aldattığından şüphelendiği karısını takip etmişler ve sonunda kadın bir motel odasına girmiş. On dakika sonra da sevgilisi usulca sızmış aynı odaya. “Tam tahmin ettiğim gibi..” demiş dedektiflerden kıdemli olanı, “Adamın hemen arkasından da biz girelim” İkinci dedektif, “Harika fikir” demiş, “Ben size teklif edecektim de bozulursunuz diye söyleyemedim.. Adamın işi ne zaman biter acaba?”*****Bir gün lazım olurTıbbi bilgilerle hiç ilgim yok. Ancak hastalanmam lazım ki o hastalıkla ilgili bir bilgi sahibi olayım.Tıptan habersiz olunca ilaçlardan da anladığımı söyleyemem.Örneğin ilaç dolabını açtığımda görür görmez tanıdığım bildiğim birkaç ilaç vardır. Onları da kendi rahatsızlıklarım nedeniyle bilirim.Bizde ve tabii dünyada da ilaç kutularının üzerinde nedense açıklayıcı bilgi olmaz.Örneğin kutunun üzerinde ilacın adı var altında da “aneljezik” yazıyor.“Yani?” İşte bunu bilmiyordum. Bilmeyenin de çok olduğunu sanıyorum.Tamam sonra öğrendim, aneljezik demek ağrı kesici demek. Ama ya başkaları?Bir okurum bazı ilaç isimlerinin altında yazan, Türkçe olmayan tanımlamalardan bir kaçını not etmiş göndermiş.Kimbilir aranızda benim gibi bu konuda bilgisiz pek çok kişi vardır.Bir gün lazım olur, şunları bir okuyun, yarın öbürgün bir ilaç gerektiğinde cahil gibi davranmazsınız. Tabii işin doğrusu bu tür tıbbi tanımlamalar yerine Türkçesini yazmak.Adrenokortikal steroid: Böbrek üstü bezi hormonu.Analjezik: Ağrı dindirici.Analjezik, antiinflamatör: Romatizma iltihap için.Antidepressant: Karamsarlığa karşı.Antidiabetik: Şeker hastalığı için.Antihipertensif: Tansiyon düşürücü.Antihistamin: Alerjiye karşı.Antikonvulsant: Kaslarda istem dışı kasılmaları önleyici.Antipiretik: Ateş düşürücü.Antispazmodik: Spazm giderici.Ataraktik: Sakinleştirici.*****KısacıklarHayatınızda yediğiniz en orijinal küfürleri aslında dolmuş şoförüne 200 TL uzattığınızda yemişsinizdir, ama duymamışsınızdır.***Kıvırma eylemi sadece kalçada şık durur, karakterinizde taşımayınız.***Dudağının üstünde ben olan bir kadın Cindy Crawford’a benzetilirken, bir erkek nedense hep İzzet Altınmeşe’ye benzetilir. Hani eşitlik? Nerde? Nerde?***Ruh ikizimle karşılaşsam korkudan bayılırım. Sonuçta ruh bu abi, ne yapacağı belli mi olur?***Alışveriş teklifinize “yorgunum olmaz” diyen eşinizi kapatıp açın, düzelir. Kilitlenmiştir o, endişeye mahal yok.***Benzincinin önündeki meyve satan abladan itiraf: “Bu böcüklüleri, çürükleri de ‘ORGANİK’ deyip satıyom. Gapışıyolar.”*****Gani Yıldız’danAvrupa Birliği, “İdam cezası geri gelirse AB’yi unutun” diyor. İdam cezası geri gelir mi, bilmiyoruz ama tartışmasının geri gelmesiyle unuttuğumuz AB’yi hatırladık.***Bazen protestoculara o kadar sert müdahale ediliyor ki, sanırsınız onlar “sivil” toplum değil, “silahlı” toplum örgütlerine üyeler!***Başkanlık sistemi arayışımız meşhur reklama benziyor: “Bu değil, bu da değil, bu hiç değil. Beni anlamıyorsunuz, tek ve mutlu olacağım bir sistem arıyorum. İşte bu! Türk sistemi başkanlık... Düşündüm, gerçekleştiriyorum!”***Anayasa yapım çalışmaları durma noktasına geldi, mesafe alınamıyor. Bu gidişle “yeni anayasa”dan anladığımız tek şey, mevcut anayasanın son baskısı olacak!***Milli Piyango çekilişlerinde usulsüzlük yapıldığına dair iddialar var. Bunlar doğruysa bilet alıp umutlanmaya gerek yok. O zaman meşhur “Çıkmaz demeyin, şansınızı deneyin” sloganını değiştirelim: “Çıkmaz deyin, şansınızı denemeyin.”***İçişleri Bakanlığı’nın yayımladığı genelgeye göre, basın açıklamaları 2 saati geçmeyecek, gürültü yapılmayacak ve yürünmeyecekmiş. Bu genelge demokrasiyle çelişiyor. Nasıl mı? Demokratik hak taleplerini dile getirmek saatlere sığmaz. Bu hakları isterken haykırmak ve ileri demokrasi hedefine varmak için yürümek gerekir.

Devamını Oku

Öfkeye bakmayın, halkın çoğu gizli gizli İsrail’e hayranlık duyuyor

16 Kasım 2012

İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarını kınıyoruz.İktidar ve destekçileri her zamanki gibi İsrail aleyhine dilediklerini yazıp söylüyorlar.Halka baktığımızda da “resmi görüşün” İsrail’e en ağır dille saldırmak olduğunu görüyoruz.Ancak teke tek kalındığında başka bir gerçek ortaya çıkıyor.Kalabalık içinde “cani İsrail” diyenlerin özel sohbetlerde “Helal olsun bu İsrail’e” dediklerine herhâlde sizler de tanık oluyor hatta belki siz bile bu cümleyi kullanıyorsunuzdur.Nedeni basit; çünkü İsrail, haklı da olsa haksız da, söylediğini yapıyor.“Bana füze atma hesabını çok fena sorarım” diyor. Eğer karşı taraf füze atarsa bunun hesabını anında soruyor.Hamas İsrail için bizdeki PKK ile aynı şey. İsrail Hamas’ın saldırılarına “kof” açıklamalar yaparak güç gösterisinde bulunmuyor.“Vururum” diyor ve vuruyor. İsrail son bir ylda 7 Hamas yöneticisini vurdu.İşte son olay.Ahmet Cabari Hamas’ın askeri kanadının en tepesindeki isim. Çok sıkı korunuyordu. Anlatıldığına göre Cabari dikkat çekmeyen 7 makam aracı kullanıyormuş. Hangisine bindiğini kimse bilmiyormuş.Ama Mossad o gün Cabari’nin bineceği aracı tespit etmiş. Sonuç, Cabari’nin aracı bir füze ile yok edildi.İşte İsrail’e karşı duyulan gizli hayranlık buradan kaynaklanıyor.İsrail sadece gürlemiyor, aynı zamanda yağıyor.Türkiye’nin ise sadece gürlediğini, ama yağmadığını gören kamuoyu, belki sesini çok yükseltmiyor ama herkesin içinde derin bir sızı olduğu da kesin.Çünkü İsrail dediğini yaparken, Türkiye örneğin “Doğu Akdeniz’de seyrüsefer hakkımızı kullanacağız” iddiasının neden gerçekleşmediğini soramıyor.Suriye’ye karşı “yeni angajman koşullarını kabul ettik, sınırımıza şu kadar yaklaşan Suriye’ye anında karşılık verilecektir” açıklamasının neden hayata geçirilmediğinin cevabını alamıyor.Güney Kıbrıs’ın “münhasır ekonomik bölgede petrol arayamayacağını” ve “bunu yapmaya kalkarsa silahlı müdahalede bulunacağımızı” bildirdiğimiz halde hiçbir şey yapılmamasını anlayamıyor.Bu halk yıllardır binlerce Mehmetçik’i şehit eden PKK liderlerinden birinin bile “etkisiz hâle neden getirilemediğini” çözemiyor.İsrail’se bunların hepsini yapıyor.Halk da çok öfkelense bile İsrail’e karşı gizli bir hayranlık duyuyor.*****Şimdi ne yapacaklarBaşbakan durup dururken idam tartışması başlattı.Üst üste üç defa, üstelik biri uluslararası bir toplantıda, “idam cezasının gerekli olduğunu” anlattı. AKP’de henüz bir hazırlık görünmüyor ama sonuçta bu bir gece yarısı talimatına bakar. Sabah uyanırız, bir AKP’linin verdiği kanun teklifi ile karşılaşırız.Ne yapacak AKP’nin diğer milletvekilleri.“Hayır biz özgür ve demokrat milletvekilleriyiz böyle oldu bittilere destek vermeyiz?” mi diyecekler?Paşa paşa gidip “evet” için parmak kaldıracaklar.Siyaset çok ilginç bir zanaattır. Dün “ak” dediğine bugün “kara” diyebilme kıvraklığıdır.İdam cezasının “Apo hariç” kaldırıldığı ilk gün bazı AKP milletvekilleri ve Genel Başkanları bu kararı alkışlamışlardı. Ki zaten AKP o tarihte idamın kaldırılmasına “evet” demişti.Bakın Bülent Arınç ne demişti o tarihte; “Ölüm cezasının kaldırılması hususu, geldiğimiz noktada, bir zaruret ifade etmektedir.”Yine AKP Grubu adına konuşan Mehmet Ali Şahin ise “Ölüm cezasının kaldırılmasını, parti olarak, grup olarak biz de istiyoruz ” diye konuşmuştu.Oylama sonrası ise o tarihte AKP Genel Başkanı olan ama milletvekili olmayan Tayyip Erdoğan Hürriyet Gazetesi’ne verdiği bir demeçte; ”Ben burada özellikle TBMM’yi alkışlıyorum, takdir ediyorum. Bu büyük bir başarıdır” demişti.Şimdi yasa teklifinin Meclis’e gelmesini bekliyoruz. Bakalım aynı isimler idamı tekrar getirmek için neler söyleyecekler?*****72 tamam da ‘buçuk’ çok ayıp olmuşÇamlıca Tepesi’ne yapılmak istenen cami için proje yarışması sonuçlanmış.Jüri birinci olmaya hiçbir projeyi layık görmemiş ve ikinciyi seçmiş.Tuhaflık burada başlıyor. Kimsenin bilmediği bir jüri heyeti bile “birinci” olacak projeyi bulamamış da ikinciyi inşa etmeye karar vermiş.Türkiye’nin “dünya çapında eseri olacak” diye takdim edilen projeye bakar mısınız?Hemen söyleyeyim; bu projeyi sakın hayata geçirmeyin.Çünkü bu İstanbul’a ihanet olacağı için İslam’a da hakarettir. Türkiye, dünya tarihine geçecek bir eser olarak bu cami projesini seçemez.Bu cami güzel bir cami değil.Baştan aşağı taklit.Projeyi çizenlerin “Eskiyle yeniyi birleştirdik” savunması doğru değil.Bu cami başta Sinan olmak üzere daha önce yapılmış camilerin taklidinden öte bir şey değil.İstanbul’u güzelleştirmez, tam tersine İstanbul’un güzelliğini bozar.Tarihe bir eser olarak ille bir cami bırakılmak isteniyorsa, bunu adam gibi yapmak gerek.Öyle bir ayda proje hazırlayarak dünyanın en önemli eseri ortaya çıkmaz. Bu konuda iktidar ısrar ediyorsa, Taksim gibi “Ben yaptım oldu” mantığı ile ortaya güzel olmayan bir şey çıkaracağına, dünya çapında bir yarışma açarak en güzel camiyi inşa eder.Projeyi hazırlayanların bazı rakamsal sembolleri de çok kötü.Minarelerin uzunluğunu 107.1 metre yapmak belki Tayyip Erdoğan’ın 1071, bininci yıl tanımına bir destek olarak kabul edilebilir ama kubbenin 72.5 metre olmasının “72 buçuk milleti temsil ediyor” diye açıklanmasına ne demeli?Buçuk kelimesi bizde “Çingeneleri” tarif etmek için kullanılır.Bir taraftan ayrımcılıktan söz edeceksiniz öte taraftan Çingenelerden “buçuk” diye söz edilen bir tanımı cami için kullanacaksınız.Ne taraftan bakarsanız bakın akıl dışı.*****Demokrasiyi krallıktan getiriyorlarSuriye muhalefeti “Amerikan dayatması” ile Katar’ın başkenti Doha’da toplandı biliyorsunuz.Amaç Suriye’ye demokrasi getirmek için muhalefeti yeniden organize etmekti.Üstelik bunu yapanlar, “ileri derecede demokrat” olan Batı ülkeleri.Suriye’ye demokrasiyi getirmek için toplantının yapıldığı yer krallıkla yönetiliyor. Şeyh diyorlar Katarlılar krallarına.Ülkede demokrasi yok, özgürlük yok.Ama bol para var. Bol eğlence ve safahat var.Sonuçta Suriye’ye demokrasi gelecek ya, bu fıkra gibi duruma herkes razı.İyi de örneğin kimsenin aklına “Suriye’ye demokrasi getirmişken, şu Katar’a da demokrasi getirmeyi düşünsek mi?” demek gelmiyor.*****BBC Genel Müdürü yanlış haber sonrasında istifa etmiş. Basınımızda bu “doğru haber” sonrasında utanıp istifa etmesi gereken ne kadar çok insan var!(Gani Yıldız)

Devamını Oku

Bir sanatçıya “bittin sen” demek ayıptır

15 Kasım 2012

Dikkat ediyor musunuz, uzun yıllardır Türkiye’de “politik mizah” yapılamıyor.Türkiye’nin en sevilen mizah sanatçılarının çoğu politik mizah yapmaktan kaçınıyor.Oysa aynı isimler 12 Eylül askeri döneminde bile üstelik komutanlara ağır eleştiriler getiren mizahi oyunları sahneye koyabiliyorlardı.Peki şimdi niye yapılamıyor?Sanatçıların “politik mizah” yapma yetenekleri mi tükendi?Türkiye çok güllük gülistanlık bir ülke de sanatçılar politik mizaha gerek mi duymuyor?Yoksa başka nedenleri mi var?Korkuyorlar mı? Başlarına bir iş gelmesinden mi çekiniyorlar?İktidar yarattığı iklimle mizahçıları belki tutuklayıp hapislerde süründürmüyor ama, maşallah medyamızın anlı şanlı isimleri, kazara iktidarı eleştiren bir politik mizah yapanı gördükleri anda orada çarmıha germekten garip bir zevk alıyor.“Sen benim beğendiğim iktidarı alaya mı aldın, o halde senin façanı bozarım” mantığı kimi yazarların hobisi oldu.Şimdi gündemde Levent Kırca, Müjdat Gezen, Ferhan Şensoy, İlyas Salman vb. var.Bu isimler koşullar elverdiği ölçüde mizahi eserleri sahneye koymaya çalışıyor, o da olmazsa kendi dost çevrelerinde ya da sosyal medyada politik espriler yapıyorlar.Tahammülsüzlük buna.“Sen bittin oğlum zaten” üslübuyla bir saldırı başlıyor.Herhalde sanata ve sanatçıya saygı gösterilen hiçbir ülkede, kimi yazarlar topluca sanatçı isimlerini hedef tahtasına koyup “Siz bittiniz” gibi hadleri olmayan bir yargıya varamaz.Çünkü sanatçılar “bittin sen” denildiğinde bitmez.Böyle bir üslup nezaketsizliktir, densizliktir, ayıptır.Ayrıca “bittin sen” denilen Müjdat Gezen 1881- adlı bir oyun koydu sahneye. Ben Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde ders verdiğim hâlde önümüzdeki 15 gün için yer bulamadım. Müjdat Gezen’in “bitmiş” hâli bu, gerisini anlayın artık.Ya Levent Kırca. Sanatçı “Azınlık” adlı oyununu Anadolu’nun 70 yerinde 200 bine yakın kişi izledi, hem de son üç ayda.Bu da bitmiş Levent Kırca.Ferhan Şensoy yine kitap çalışmasında, yeni her hafta izleyicisinin karşısında, salonda boş yer bulmak olanaksız.O da bitmiş yani.Aslında bu mizah sanatçıları bitmiş falan değil.Biten, aklını “AKP iktidarına nasıl yaranırız”a takmış olanların durumdan vazife çıkararak sanat ve sanatçı düşmanlıklarını ortaya koymaları.Ne kadar yazık.*****Kıyameti koparan espriKimi yazarların mizah sanatçılarına yönelik hakaretlerine Müjdat Gezen’in bir tweet’i yol açtı.Gerçi Müjdat Gezen daha sonra “Bu tweet bana ait değil” açıklaması yaptı, ama ne fark eder, sanatçıya kin kusanlar kinini kusmuş oldu.O tweet şuydu; “Yılmaz Özdil’in yazılarını beğenmeyenler tuvalet kâğıdı olarak kullansın. 1 hafta kullanım sonrası kıçınız kafanızdan daha aydın olacaktır.”Aman efendim, nasıl böyle bir espri yapılırmış, Yılmaz Özdil kimmiş, bu Atatürkçüler kıçtan başka bir şey bilmez miymiş, daha neler neler.Özellikle sosyal medyadaki AKP propagandistleri, muhtemelen genç olduklarından, hiç politik mizah görmedikleri için çıldırmışlar.Nasrettin Hoca’yı, Nefi’yi, Temel’le Dursun’u yetiştiren ülkemizdeki hâle bakar mısınız.Yeri gelmişken bu esprinin aslını size anlatayım.27 Mayıs’tan önce çok etkili bir gazeteci olan Dünya Gazetesi sahip ve başyazarı Bedii Faik’e bir okurundan mektup gelir. Okuru “Sizden nefret ediyorum, yazılarınızı da kıçımı silmek için kullanıyorum” diye yazmıştır.O zaman bilgisayar, e-mail falan yok, yani anında cevap veremiyorsunuz. Mektuba mektupla karşılık verilebiliyor ancak.Bedii Faik de okuruna cevap yazıyor. “Fena mı?” diyor, “kıçınızdan akıllanmaya başlıyorsunuz işte.”Bu ülkede 50 yıl önce de 100 yıl önce de 500 yıl önce de politik mizah vardı.Oysa şimdi iktidarın şahin bekçileri yüzünden politik espri yapmak cesaret işi hâline geldi.*****İdam cezası yeniden gelebilirBaşbakan Erdoğan ısrarla “idam cezasının yasalarımıza yeniden konması gerektiğini” söylüyor.AKP içinde konu pek tartışılmıyor ama, AKP’ye destek veren çevrelerde hararetli bir tartışma var.Genel kanı Başbakan’ın aslında idam cezasını geri getirmek istemediği ama bunu BDP’nin eylemlerine karşı bir koz gibi kullandığı, böylelikle milliyetçi tabana seslendiği yönünde.Ben tam tersini düşünüyorum.Erdoğan idam cezasını gerçekten geri getirmek istiyor ve bunu da büyük ihtimalle yapacaktır.Başbakan’ın 10 yıllık iktidarını izleyenler şunu görüyordur herhalde. Başbakan belki herkese çok ters gelen birçok uygulamayı önce söyledi, biraz tartıştırdı ama sonunda yaptı.İdamda da böyle olacaktır.Ne sonuç almayı düşündüğü ben de tam anlamıyorum.İdamın geri gelmesiyle terör suçlarında bir anda idam infazları peş peşe gelir mi, yoksa eskiden olduğu gibi kararlar verilir ama mecliste mi tutulur, zihnimde belirmiş değil.Ayrıca şunu da biliyoruz ki, eğer Başbakan kafasına bir şey koymuşsa bunu mutlaka yapıyor, üstelik o konunun aleyhindeki çıkışlar da onu adeta tahrik ve teşvik ediyor.Bu kez de böyle olmaması için hiçbir neden yok.*****Yıl sonunda kişi başına düşen milli gelir 18 bin 92 dolar olacakmış. Bunu duyan vatandaşın ne diyeceğini tahmin etmek zor değil: “Sizin başınıza bir şey düştü herhâlde!” (Gani Yıldız)*****Sarıgül’ün 29 Ekim ve 10 Kasım hassasiyetiŞişli’de yaşayan bir okurumdan mesaj aldım. Sizlerle de paylaşmak istedim. Arkasında küçük bir notum var:Can Bey selamlar, Şişli Belediye Başkanı Mustafa Bey, 10 Kasım’da Atatürk’ü anma gününde ‘Şişli 10 kasım Ata’yı Anma Platformuna’ 6 otobüs sağlayarak Anıtkabir’e gidilmesinde katkı sağlamıştır.Yine 29 Ekim’de ‘Cumhuriyet Platformuna’ kutlamalarda 3 otobüs sağlayarak Ankara’daki görkemli kutlamalara destek olmuştur. Kendilerine sizin aracılığınızla teşekkür etmek istiyoruz. (29 Ekim’de Sarıgül neden yoktu yazınızdan çok etkilendiğini bizzat kendisinden duydum.) Şişli Cumhuriyet Platformu Sözcüsü - Hüseyin ToksözNOT: Sarıgül’ün bu katkıları elbette takdire şayan. 29 Ekim yazısını ise kendisini eleştirmek ya da kırmak için değil, bugüne kadar gösterdiği hassasiyetin bu yıl tekrarlanma-masına duyduğum hayret nedeniyle yazmıştım.

Devamını Oku

Kendimizi ana dilimizde savunabiliriz dinimizi ana dilimizde öğrenemeyiz

13 Kasım 2012

Son günlerin en tartışılan konularından biri mahkemelerde sanıkların ana dillerinde savunma yapma istekleri.Aslında yasalarımıza göre Türkçe bilmeyen sanıklar savunmalarını bir tercüman aracılığı ile yapabiliyorlar.Ancak BDP, PKK veya KCK’lı sanıklar özel mahkemelerin diretmesi nedeniyle bu haktan yararlanamıyor.Mahkemeler, sanıkların “aslında Türkçe bildiklerinden” yola çıkarak savunmalarını başka dilde yapmalarına izin vermiyor.Hâkimler “Türkçe bilmeyenler bu haktan elbette yararlanıyor, ayrıca başka çare de yok, ancak aslında Türkçe bilenlerin başka dilde savunma yapmak istemeleri bir dayatmadır” yorumunu yapıyor.Kısacası yasada var olan ama yorumu farklı yapılan bir kavram üzerinden tartışıyoruz.Adalet Bakanlığı bu garabeti giderecek formülü devreye soktu.Tartışmaları izlerken dikkat ettim, dinci kesimle AKP yandaşı kişiler “ana dilde savunma hakkını” şiddetle savundu, herkesin kendini hangi dille daha iyi ifade ettiğine inanıyorsa, mahkemelerde de o dili kullanması gerektiğini söyledi.Ancak, aynı kesimler sıra din eğitimi ve ibadetlere gelince, kimsenin bilmediği bir dilin kullanılmasının zorunlu olduğunu ileri sürüyor.Örneğin Kuran-ı Kerim’in tercümesinin olamayacağını, meal denilen, tercüme olmayan, ama “bu anlama geliyor” şeklinde tanımlanan biçiminin okunmasının bile Kuran-ı Kerim okumak anlamına gelmeyeceğini savunuyorlar.Onlara göre İslam dininde ibadet ancak Arapça olması hâlinde makbul ve geçerli. Kuran-ı Kerim’in, namaz surelerinin Arapça dışında bir dilde okunması neredeyse günah sayılacak kadar sakıncalı.Peki neden?Din bir inanç değil mi? Neden bu inancı taşımak ancak hiç bilmediğimiz bir dili kullanırsak geçerli olabiliyor?Örneğin bu kesim zamanında ezanın Türkçe okunmasına müthiş karşı çıkmış ve Arapçaya dönülmesi için adeta savaş vermişti. Sonunda iktidar bu baskıya dayanamayarak ezanı yine Arapça okutmaya başlamıştı. Ezan sadece bir namaza çağrı aracıdır. Kuran-ı Kerim’in lafzı değildir.Peygamberimiz zamanında insanlara namaz vaktinin geldiğini haber vermek için yüksek bir yere çıkılarak seslenilmesiyle başlamıştır. İnsanlar “haydi namaza” çağrısını duyunca vaktin geldiğini anlar ve ya camiye gider ya da bulunduğu yerde namazını kılar. Türkiye’de bu çağrının Türkçe yapılması neredeyse günah olarak kabul ediliyor.Peki neden dinci kesim İslam’da ibadetin Arapça dışında olamayacağını söylüyor? Çünkü dini inancı olan insanlara, dini onların anlamadığı bir dilde okumak, ancak yorumunu Türkçe yapmak, o kitleleri etkilemek, baskı altında tutmak ve yönetmek açısından çok daha kolay bir yol.Kuran ayetlerini Arapça dinleyen kitleler, ne anlama geldiklerini din adamı olarak güvendikleri kişilerden öğreniyor.Ancak bu kişilerin gerçek ve doğru bilgi verdiklerini kim biliyor?En iyisi ve doğrusu herkesin kutsal kitabını kendi dilinde okuması, böyle öğrenmesi, kendi yorumunu yapması, ancak ondan sonra daha derinine inmek istiyorsa güvendiği din adamlarının yorumlarını da dinlemeli.Ana dili konuşmanın, kendini ana dilinde daha iyi ifade etmenin öneminin çok vurgulandığı günümüzde, konuya bir de bu açıdan bakalım istedim.*****İBDA-C olunca mahkemeler düzmece Ergenekon, Balyoz hukuk abidesi öyle mi?Son günlerde AKP medyasında kamuoyunu vicdani açıdan etkilemeye yönelik bir kampanya sürdürülüyor. 1990’ların sonunda tutuklanıp yargılanan ve önce idama mahkûm edilen İBDA-C adlı örgütün lideri olduğu belirtilen Salih Mirzabeyoğlu’nu ciddi sağlık sorunları nedeniyle affetmesi için Cumhurbaşkanı’na çağrı yapılıyor.Hangi suçu işlemiş olsa da, bir mahkûm ciddi sağlık sorunu yaşıyorsa, cezaevinde tutulmasının anlamsız olduğuna ben de inanıyorum. Dikkatimi çeken nokta, AKP medyasının yürüttügü propagandanın üslubu. Diyorlar ki “Mirzabeyoğlu 28 Şubat yargısının uydurma gerekçeleriyle mahkûm edildi.”Birincisi 28 Şubat yargısı diye bir yargı yok. Şimdilerde iktidar ve yandaşları, balık hafızalı kalabalıklara “28 Şubat öyle bir kâbustu ki” tadında beyin yıkama operasyonu yapıyor. Bilmeyenler de “28 Şubat’ta mahkemeler kuruldu, binlerce kişi hapse atıldı, uzun süreli mahkûmiyetlere çarptırıldı” zannediyor.Oysa 28 Şubat kötü bir dönemdi ama ne şimdiki gibi intikam mahkemeleri kurulmuştu, ne de kitlesel olarak gözaltına almalar, tutuklamalar olmuştu.İkincisi, konu kendilerine yakın biri olunca yargı neden “uydurma” oluyor anlamak mümkün değil.Bugün hiçbir gerekçe ve kanıt ortaya koyamadan zindanlara atılmış onlarca gazeteci, yazar, akademisyen, aydın ve subay var.Onlara gelince “İşte hukuk, işte demokrasi” kendi yakınlarına gelince “uydurma mahkemeler.”Bana göre de ağır hasta olan Mirzabeyoğlu serbest bırakılmalıdır. Ama çifte standart uygulanmadan.*****İşte ezanın TürkçesiDinci kesimin “zinhar olmaz” dediği Türkçe ezan bu ülkede yıllarca okundu. Ancak harf devrimi ve laiklik ilkesinin benimsenmesiyle bütün imtiyazları ellerinden giden din istismarcıları öyle kara bir propaganda yaptılar ki, İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu dönemde CHP hükümeti ezanı tekrar Arapçaya çevirdi. Eskiden okunan Türkçe ezan şöyleydi;Tanrı uludur, Tanrı Uludur, Tanrı Uludur, Tanrı Uludur bilirim bildiririm, Tanrı’dan başka yoktur tapacak,Şüphesiz bilirim bildiririm Tanrı’dan başka yoktur tapacak. Bilirim bildiririm, Tanrı’nın elçisidir Muhammed,Şüphesiz bilirim bildiririm Tanrı’nın elçisidir Muhammed.Haydin namaza, haydin namaza.Haydin felâha, haydin felâha.Tanrı uludur, Tanrı uludur.Tanrıdan başka yoktur tapacak.”*****Hastane otoparklarıSayın Can Bey; Geçen günlerde araç park etmenin 15 dakikayı geçmemesi durumunda ücret alınmaması gerektiğini yazdığınız. İspark da 15 dakikaya ücret alınmadığını açıkladı. Ama bir bakın Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’nin bahçesine girip hasta bırakmak ve hastaya ait bir eşyayı teslim edip çıkmak için dahi kolaylık yok. Eskiden 15 dakikaya kadar ücret alınmaz iken şimdi 3 TL talep ediliyor. Bu durum devamlı hastası olup da ihtiyaçlarını temin etmek mecburiyetinde olan bizleri zora sokuyor. Ben kendi adıma gazete almak ve ilaç ve malzeme temin edip bırakmak için defalarca girip çıkmamıza ücret alınmasını haksız buluyorum. Yine daha önceki uygulamanın yapılmasını rica ediyorum.Erdoğan Ercan

Devamını Oku