Milli Piyango ve lotolarda hile yaparak milleti kazıklıyorlar mı?

12 Kasım 2012

Milli Piyango’nun zihinlerimize kazınmış bir sloganı var biliyorsunuz; “Belki de sıra sizde.”İşte bu umutla yıllardır milyonlarca kişi hiç olmazsa bir bilet alarak “belki de sıra bende” beklentisi ile bir anda zengin olmanın hayalini kurar.Hele yılbaşı ikramiyesi. Kimbilir kaç milyonun rüyasına girer?Artık sadece Milli Piyango’muz da yok. Sayısal Loto, Şans Topu, Süper Loto gibi oyunlarda da milyarlarca lira dönüyor.Milli Piyango’da büyük ikramiye bir bilete çıkmazsa kuruma kalıyor ama, lotolarda durum öyle değil. Eğer numaralar bilinemezse büyük ikramiye bir sonraki çekilişe devrediliyor.Bazen haftalarca kimse lotoyu tutturamadığı için toplam ikramiye 10 milyonun üzerine çıkıyor.Ancak son zamanlarda “insanları bir anda zengin eden” hayal ticaretinin üzerinde kalın kuşku bulutları dönmeye başladı.Bize de geliyor bu kuşkular. Piyango’da büyük ikramiyenin istenilen numaraya çıkarıldığı, Loto’da hile yapılarak hiç oynanmamış numaraların kazandırıldığı ve ikramiyenin özellikle büyütüldüğü, iyice büyüyen ikramiyenin de istenilen kişilere çıkarıldığı dedikoduları yapılıyor.Elbette bunların kanıtlanması çok zor.Ancak CHP Konya Milletvekili Atilla Kart bir süredir Milli Piyango ve Loto çekilişlerini mercek altına almış. Gelen her ihbarı değerlendiriyor ve aralarında irtibat olup olmadığını incelemeye çalışıyor.Atilla Kart sonunda şüphelerin ciddi olduğuna kanaat getirerek bir “Meclis Araştırması” yapılması için harekete geçti ve Meclis Başkanlığı’na bir teklifte bulundu.Atilla Kart dilekçesinin sunuş bölümünde şunları dile getiriyor:TBMM BaşkanlığınaMilli Piyango İdaresi sorumluluğunda yapılan bahis oyunlarına yasa dışı yollarla müdahale edildiği, Büyük İkramiye kazanan bazı talihlilerin ikramiyelerine hileli yollarla Kurum Yetkilileri ve Banka Müdürleri işbirliğiyle el konulduğu yönündeki iddiaların araştırılması; bu yöndeki belirsizliklerin giderilmesi;yukarıda anlatımı yapılan yollarla haksız kazanç sağlayan fail ve sorumluların ortaya çıkarılması ve nihayet alınması gereken önlemlerin tespiti amacıyla ;Anayasanın 98 ve TBMM İçtüzüğünün 104 ve 105. maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.Atilla Kart Konya MilletvekiliCHP Konya Milletvekili Kart teklifinin gerekçesinde elinde çok ciddi bulgu ve iddialar olduğunu kaydederek bazıları basına da yansıyan iddialar karşısında Milli Piyango İdaresi’nin açıklama yapmak yerine “karartma ve hamaset” yoluna saptığını kaydediyor.Kart “Son 42 haftada 29 büyük ikramiyenin Çankaya, Pendik, Muratpaşa İlçelerine çıkmasının” çok garip bir tesadüf olduğuna dikkat çekerek “Diğer büyük ikramiyeler ise nedense hep Milli Piyango’nun teşkilatının bulunduğu illere çıkmış. Bunun aritmetik mantığı yok” diyor.Loto oyunlarında da “hile döndüğü” iddialarına yer veren Atilla Kart “Büyük ikramiye kazanan kuponlar Milli Piyango’nun internet sitesinde yayınlanmamaktadır. Kimin kazandığının açıklanmamasının bir anlamı olabilir. Ancak, kuponların hangi tarihte ve hangi saatte oynandığının bilinmesi ve Bayi kodunun belli olması halinde, kuponların yayınlanmasında büyük yarar vardır. Böylece, muhtemel spekülasyonların önü kesilmiş olacak ve kamuoyu denetiminin yolu açılmış olacaktır. Ancak, Kurum bu basit ve sıradan bir uygulamayı bile yapmaktan kaçınmaktadır” diyor.Artık işin “kaçar” tarafı kalmamıştır. Milli Piyango kapsamlı, mantıklı ve doyurucu bir açıklama yapmak zorundadır.***** Büyük ikramiyeyi “kazanan” değil başkası almışCHP Konya Milletvekili Atilla Kart Milli Piyango ile ilgili Meclis Araştırması teklifinde geçmişteki kuşkulu bir olayı da dile getirerek “Bununla ilgili hâlâ net bir açıklama yapılmaması manidardır” diyor. Kart’ın 1999 yılında yaşandığını ileri sürdüğü kuşkulu olayda kazanan kişinin değil başkalarının bu parayı tahsil ettiklerini belirtiyor.Kart’a göre 13. 11. 1999 tarihli Sayısal Loto’ya isabet eden 2.879.742.605.000,00 TL (TL’den sıfırlar atılmadan önceki meblağ) tutarındaki ikramiyeler gerçek talihli yerine, Kurum personeli ve banka ilişkileriyle 3. kişiye intikal ettirildi.Parayı alan kişinin dekontlara göre Ziraat Bankası Yenişehir Şube Müdürü Necdet Şener olduğunu vurgulayan Kart “Paranın vekaleten alındığı söyleniyor ama dekontta talihli olarak görülüyor. 13.11.1999 tarihli Çekilişe ilişkin kayıtlarda gerçek talihlinin isminin silindiği, fotoshoplama yoluyla Banka Müdürünün isminin yazıldığı bulguları ortaya çıkmaktadır” diyor.Gerçekten çok şaşırtıcı bir durum.*****Tek satır da mı olmaz?Elbette her 10 Kasım’da bütün gazete yazarlarının Atatürk’ten söz etmesi gerekmiyor.Ama çok uzun yıllardır yazarların çok büyük çoğunluğu bir iki satırla da olsa Ata’ya olan sevgi ve saygıyı dile getirmeyi âdet edinmişti. Bu yıl gazetelere baktım.Gördüğüm yandaş gazetelerdeki yazarlardan hiçbiri tek satırla bile söz etmemişti Atatürk’ten. Eden bir ikisi de kendilerince dalgalarını geçmişti.İktidar zihniyetinde olmayan ancak her türlü söylemleriyle iktidara payanda olan kesimde de tek satır yoktu.Sanki önceden sözleşmişler de “aman hiçbirimiz yazmayalım” demişlerdi.Kızmıyorum, öfkelenmiyorum ve şaşırmıyorum. Sadece üzülüyorum.Çünkü bu sevgisizliklerini sergileme özgürlüğünü bile o “yok saydıkları” Atatürk’e borçlu olduklarının farkında değiller.*****Önümüzdeki yıl 1 Mayıs’a yer bulma sorunumuz varBiliyorsunuz AKP hükümeti uzun yıllar direnerek 1 Mayıs kutlamalarının Taksim’de yapılmasını önledi.Sonunda halkın baskısı karşısında çare bulamayan iktidar Taksim’i halka açmak zorunda kaldı.Gerçi “Biz sizden de daha fazla 1 Mayısçıyız” diyerek geçmiş yıllardaki yasakları gizlemek istediler ama olsun, sonunda amaca ulaşıldı.Ancak önümüzdeki yıl bir soun var.Daha önce yasaklar nedeniyle 1 Mayıs’a kapalı olan Taksim bu kez “tuhaf meydan düzenlemesi” nedeniyle 1 Mayıs’a kendiliğinden kapanmış oldu.Taksim’i dört bir yandan tahta perdelerle kapatan İstanbul Büyükşehir Belediyesi o tuhaf inşaatı 8 ay sonra belki bitirecek. Bu durumda 2013’teki 1 Mayıs için bir başka alan gerekecek.Taksim kapalı, Çağlayan anlamsız bir küçük meydana dönüştürüldü, Kazlıçeşme’de böyle bir miting yapmanın anlamı yok.Peki neresi olacak?Benim önerim Sultanahmet Meydanı.

Devamını Oku

Suriye’de muhalefete destek cinayete teşebbüstür

11 Kasım 2012

Sevgili okurlar; Obama tekrar başkan seçildi. Demek ki bölgemizde yaşanan gelişmelerle ilgili “Amerikan seçimleri bekleniyor” bahanesi de artık kendiliğinden bitti. Sıra yeni gelişmelere geldi.Esad gitmiyorSuriye’de olaylar ilk başladığında ortak kanı tıpkı Esad’ın da kısa sürede devrileceği yönündeydi. Türkiye de bütün stratejisini bunun üzerine kurdu. Ancak Esad gitmediği gibi belli ki gideceği de pek yok.Muhalefet oluşturmakAslında Suriye’de çok ciddi bir rejim sorunu yoktu. Ülke etnik ve dini zenginlikleri belli bir denge içinde koruyordu. Esad’tan elbette şikâyetçi olan kesimler vardı ama bu bir kanlı hesaplaşmaya hiç dönüşmüyordu.Dağınık gruplarTemel faktör, Suriye’deki etnik ve dini kesimlerin birbirine fazla üstünlük sağlayacak güç ve yetenekte olmamaları. Bu nedenle Beşşar Esad babası Hafız Esad’tan devraldığı Suriye yönetimini fazla sorun yaşamadan sürdürebiliyordu.Arap BaharıBatılıların “Arap Baharı” adını vererek meşrulaştırmaya çalıştığı, hepsi dış destekli kalkışmaların temelinde bölgeye özgürlük ve demokrasi getirmek değil, enerji kaynaklarının sorunsuz kullanabilmek yatıyor.Kuzeyden başladıTunus’daki olaylar bahane edilerek diğer Arap ülkelerine sıçratılan iç çatışmalar sonunda zaten artık en zayıf dönemlerini yaşayan Tunus, Libya ve Mısır liderleri çabucak devrildi. Yemen’de kısmı başarı sağlanırken Emirliklere dokunulmadı.Suriye ve İranAncak biliniyor ki, Orta Doğu’da asıl hedef İran. Batı çıkarlarına karşı “çıkıntı” gibi görülen İran’ın “halledilmesi” için önce tamamen yalnızlaştırılması gerekiyor. Irak’tan sonra Suriye’ye gelinmesi bu nedenledir.Çözüm: Kan dökmekBatı kendi çıkarları için, sözde özgürlük ve demokrasi istediği Arap ülkelerinde taktik olarak “kan dökmeyi” kullandı. Tunus, Mısır ve Libya’da liderler çok hızlı biçimde devrildiği için dökülen kanların hesabını tutmak akla gelmedi.Suriye’de duvara çarptıAncak bu taktik Suriye’de tutmadı. Muhalefet diye oluşturulan gruplar diğer Arap ülkelerindeki gibi başarılı olamadı ve Esad’ı deviremedi. Güçlü bir ordusu olan Esad Çin ve Rusya’yı arkasına almayı başardı.Esad diktatör mü?Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yaygın inanış Esad’ın eli kanlı bir diktatör olduğu. Peki bu gerçek mi? Bir başka gözle Esad, emperyalizme ve ABD’nin Orta Doğu’da yerleşme hayallerine karşı çıkan bir lider olabilir mi?Kabul edilemezBu görüşü bırakın savunmayı “acaba mı?” diye sormak bile ağır bir saldırıyla karşı karşıya kalmanız için yeterlidir. Çünkü Türkiye’nin ve Batı’nın Suriye’ye saldırmasını “meşru” hale getiren tek dayanak Esad’ı cani kabul etmektir.Ama plan tutmuyorBatı medyası Esad’ı cani gibi gösteriyor ama, belli ki Suriye halkının çoğunluğu böyle düşünmüyor. Esad’ı yaşatan gücün sadece güçlü ordu olduğunu düşünmek safdilliktir. Arkasında halk olmayan kişi diktatör bile olsa ayakta kalamaz.En kanlı düşünceGözümüzün önünde kanlı bir oyun oynanıyor. Başını ABD’nin çektiği, Türkiye’nin başrol oynamak istediği cephe Esad’ı devirmek için binlerce masumun ölümüne çanak tutuyor, üstelik bunun için Esad’ı suçluyor.Güya insanlık dramıBu cephenin söylemlerine bir bakalım. Ne deniyor “Cani Esad halkını öldürüyor, evleri bombalıyor, çoluk çocuk dinlemeden herkesi katlediyor.” Biz de buna inanıyoruz. Oysa gerçek tam olarak bu mu?Türkiye’nin teziTürkiye ise bu konuda en şahin ülke. Yetkililerimiz Suriye’deki insanlık dramını bitirmek için dünyanın bir araya gelmesini, Birleşmiş Milletler’in müdahalesini istiyor. Gözyaşları içinde bir katliamı izlediğimiz propagandası yapılıyor.Yalan kurbanı mıyız?Hitler’in propaganda bakanı Goebbels’in basit bir taktiği vardı. “10 yalanı günde 100 kere tekrar edin” derdi. “Arap Baharı” başladığından beri “Esad canidir” cümlesi her gün 100 kere tekrarlanıyor. Buna inanmamamız mümkün mü?Bu gerçek mi?Peki bir buçuk yıl öncesine kadar “dostumuz kardeşimiz” olan Esad nasıl oldu da bir anda “caniliğe” terfi etti? Gerçekten Esad Suriye’de masum halkı mı bombalıyor, yoksa bize mi öyle söyleniyor? Tam bilmiyoruz.Muhalefet kimdir?Ancak Suriye’de asıl olan “muhalefet” denilen grupların kimliğidir. Muhalefetin hangi görüşü savunduğunu, bir ideolojisi olup olmadığını bilenimiz var mı? Muhalefet Esad’ı devirince ne yapacak, lideri kim, biliniyor mu?Bırakın öldürsünlerHiçbirini bilmiyoruz. Bildiğimiz, başta Türkiye olmak üzere Batı ve Arap kralları, şeyhleri “demokrasi ve özgürlük” getirmek için Suriye’de muhalefet denilen gurupları silaha ve mühimmata boğuyor adeta.İşte cinayet budurEğer siz bir ülkede mevcut başkanı devirmek için kendine muhalefet diyenlere silah ve mühimmat veriyorsanız, iç savaşı körüklüyorsunuzdur. İç savaş ise binlerce insanın ölümü, sakat kalması, evinden yurdundan kopması demektir.Esad’ı devirmek için çevrilen bu dolaplar sonunda ölen on binlerce insanın hesabını kim verecek, bunu düşünüyor muyuz?Kimi destekliyoruzSonuçta Suriye’de muhalefet diye bir şey yok. Peki ne var? Batı’nın çıkarı için yarattığı kaostan yararlanan El Kaide, Taliban, Çeçen gibi grupların bir tür “İslam devrimi” için harekete geçmesi var. İşte gerçek budur.Amerika gördüABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton kısa bir süre önce Suriye’de muhalefetin yeniden organize edilmesini istedi. Çünkü Amerika da gördü ki, Suriye’de muhalefet denilen şey radikal İslamcıların eylem platformudur.Biz anlamıyoruzSuriye’deki durum artık Batı’nın da tahminlerinin çok ötesine geçti. Bunu anlayamayan ve hâlâ direnen bir tek biz kaldık. İktidar biraz da psikolojik etkiyle hâlâ Beşşar Esad’ı iç savaşla devireceğine inanıyor.Çözüm geri çekilmekTürkiye’nin bu inadı bırakması ve Suriye’de, bir süre sonra bizim de başımıza iş açacak olan muhalefeti desteklemekten vazgeçmesi gerekiyor. Muhalif denen gruplara silah yardımı kesilirse Suriye’deki çatışmalar da hemen bitecektir.Katliama yol açar mı?Muhalefet silahsız kalırsa Esad’ın katliam yapacağı görüşünü savunanlar olacaktır. Bunun önlenmesi zor değildir. Silah yardımı bırakıldığı an Esad’la yeniden temasa geçilir ve çözüm için masaya oturulur.Türkiye yine öne çıkarBu durumda Türkiye radikal İslamcıları destekleyen ve Suriye’ye düşman olan politikasını bırakarak, Esad’la yeni durumu müzakere edecek ülke konumuna geçer ve tekrar “bölgedeki ağabey” olma iddiasını sürdürme şansını yakalar.Aksi bataklıktırGörünen o ki, Suriye’deki sözde muhalif gruplar, dışarıdan ne kadar destek alırlarsa alsınlar Esad’ı devirecek kadar varlık gösteremeyecek ve Esad gitmeyecektir. Bu, uzun vadede Türkiye’yi de ciddi bataklığa çekecektir.Benzeri bizde varTürkiye komşu ülkesinde on binlerce insanın ölümüne neden olacak bu politikasını sürdürürse, yarın benzer biçimde başımıza açılacak sorunlar karşısında dünyada bir anda tek başına kalacaktır. Bunu unutmamalıyız.Hepinize iyi haftalar dilerim.

Devamını Oku

Biliyor musunuz, James Bond İngiliz ordusunda yarbaymış

10 Kasım 2012

Bugüne kadar izlemediğim James Bond filmi yoktur herhâlde. Sadece ben değil, sinemaseverlerin belki tamamına yakını bu gözüpek ve “Kraliçe’den öldürme yetkisi almış olan” İngiliz ajanının maceralarını izlemiştir.Uzun yıllar önce James Bond filmleri “teknolojik” gelişmelerin de öncüsüydü.Örneğin ilk “araba telefonunu” James Bond filminde görmüştük.Uzaydan izlemeleri, araçlara takılan takip cihazlarını, rozet biçimindeki gizli kamerayı bu filmlerde görür de şaşardık. Bugün hepsi hayatımızda.James Bond İngiliz gizli servisi MI6’in kod adları 00’la başlayan ajanlarının güya en ünlüsü en beceriklisi.İngiltere’nin çıkarları için hayatını tehlikeye atan, bu uğurda gözünü kırpmadan adam öldüren, her türlü gizli ve kirli ilişkinin içine Kraliçesi adına giren, ayrıca tüm güzel kadınları da yatağa atabilen müthiş bir ajan.Onca film izlediğim hâlde son James Bond filmi olan Skyfall’a kadar, bu ünlü ajanın aslında İngiliz Kraliyet Ordusu’nda yarbay göreviyle çalışan bir subay olduğunu duymamıştım.Meğer o James Bond aslında bir subaymış.İngilizler de, dünyanın başka ülkelerinin halkları da bayıla bayıla James Bond izliyorlar, onunla heyecanlanıp, sonunda onunla mutlu oluyorlar, ama hiçbirinin aklına “Yahu bu adam aslında ordu içindeki bir çetenin adamı” demek gelmemiş.Bizdeki tatlısu demokratları da aynı heyecanla izliyorlar Bond filmlerini. Hatta bazıları yazılar bile döktürdü.Bakıyorum da bunların hiçbiri “James Bond ordu içindeki darbecilerin tetikçisidir, yaptıkları yasalara ve hukuka uymuyor, nihai hedefi darbeye zemin hazırlamak” falan dememiş.Ama o film değil mi? Geçelim o zaman.Elin tetikçi çetecisine hayranlık duyalım sadece.*****Haftanın fıkralarıYıldırım Tuna’nın bu haftaki fıkralarına da çok güleceksiniz. Haydi buyurun;Tamamen ilişkisiz!Zengin Amerikalı orta yaşlı kadın evlenmeye karar vermiş, ama tek arzusu ‘o güne kadar hiçbir kadınla beraber olmamış’ bir koca bulmakmış, gazetelere ilanlar verilmiş, sonunda tarife uyan bir erkek Avustralyalı yerlilerin arasından bulunmuş, adam uçakla getirtilmiş, düğün töreni yapılmış, balayı odasında kadın heyecanlı ana hazırlanmak için banyoya girmiş, odaya geri döndüğünde adamın bütün eşyaları odanın bir köşesine yığdığını, kendisinin de tam ortada çırılçıplak beklediğini görmüş.“Bu.. Bu nedir?..” demiş şaşırarak. “Daha önce hiçbir kadınla beraber olmadım” demiş adam yutkunarak, “Ama sen de kanguru gibi bir şeysen bize çok boş yer gerek..!”MadalyaBen Londra Olimpiyatlarını seyrederken eve temizlikçi bir kadın geldi, Bizim sporcular 1 bronz için popolarını yırtarken o şerefsiz birkaç saat içinde 3 gümüşü birden götürmüş.. Şimdi tipini karakola tarif edip duruyoruz...KlinikAdamın biri rutin kontrol için kliniğe girerken aynı kliniğin kapısından çıkan başka biri 5-6 adım attıktan sonra yüzükoyun yere kapaklanmış ve ölmüş.. Bu korkunç olayı gören adam koşarak girmiş içeri, önüne çıkan ilk doktora “Doktor.. Doktor.. Sizin klinikten çıkan biri kapınızın önünde yere düştü öldü ne yapabilirim?” diye sormuş heyecanla.. Bir an düşünen doktor “Onu yerde 180 derece çevirin başı kliniğe doğru dönük olsun” demiş, “Acele edelim ve hemen buraya doğru geliyormuş havasını verelim..!”Kırmızı ışıkTrafik polisi spor arabalı delikanlıyı durdurmuş, “İyi günler efendim” diye selamlamış delikanlı.“Arkadaşım, size ‘kırmızı’ yanıyordu geçtiniz... Işığı görmediniz mi?” diye sormuş polis. “Gördüm efendim” diye cevap vermiş delikanlı, “Ama inanın sizi görmedim!..”Göz damlasıKlinikten bir gün izin alan doktor yanında çalışan sağlık görevlisine kendisinin yokluğunda ne yaptığını sormuş “1. Hasta baş ağrısından şikâyet ediyordu, ona ‘ağrı kesici’ verdim efendim” demiş adam. “Güzel..” diye cevap vermiş doktor. “2. hasta grip olmuştu, bolca C vitamini almasını öğütledim” demiş. “Bu da iyi” diye sevinmiş doktor. “3. Hasta bir kadındı, odanıza girer girmez üzerindeki elbiseleri yırttı attı, çırılçıplak kaldı, Bana yardım edin bir yıldır tek bir erkek görmedim! dedi” Doktor “Eee?.. S..Sen ne yaptın?” diye sorunca sağlık görevlisi cevaplamış; “Gözüne damla damlattım efendim!..”ŞövalyeYaşlı kadın turist grubu tarihi şatoyu gezerken rehber, “Bu şato 600 yıllık.. Buna sahip olan olan şövalyeler yıllarca en ufak bir yerine ellerini sürmediler, hiçbir yerine dokunmadılar” demiş. “Iıyyy..!” demiş kadınlardan biri, “Bizim evdeki şövalye bozuntusu kesin bunlardan birinin torunu falan olmalı!..”İki rahibeBiri yaşlı diğeri genç iki rahibe manastırdan çıkıp karanlık ve ağaçlı yoldan şehre giderlerken iki tecavüzcünün saldırısına uğramışlar, biri bir ağacın altında diğeri çalıların arasında. Rahibelerden yaşlı olanı “Tanrım bu günahkârı affet, ne yaptığını bilmiyorrr..!” diye bağırmaya başlamış, rahibelerden genç olanı “Bunu sakın affetme Tanrım!..” demiş kıkırdayarak, “B.. Benimki acayip biliyor!..”*****Gani Yıldız’danBu sıralar ileri tarihleri hedef olarak göstermek modayken bir şeyden adımız kadar eminiz; fırsatını bulsalar, Atatürk’ün 100’üncü ölüm yıldönümü olan 2038’i bayrama çevirip büyük coşkuyla kutlama hedefini koyarlar!***Gelen not artışıyla “yatırım yapılabilir ülke” olduk. Ancak karşılıksız çeklere, batık kredilere, kapanan şirketlere bakılırsa vatandaş “yatırım yapabilir” duruma henüz gelememiş.***Son 10 yılda iş kazalarında ölen işçi sayısı 10 bin 723 imiş. Durumun esas düşündürücü tarafı; sorumluların bu kazalardan genelde “yara almadan” kurtulmaları...***Gazeteciler, “Gazetecilik İçin Ayağa Kalk Günü”nde tutuklu meslektaşları için İstanbul’da yürümüş. Eylem ülkemizde olunca isminde değişiklik yaptık: “Gazetecilik İçin (önce gaz maskeni, limonunu, ilk yardım setini al, sonra) Ayağa Kalk Günü”***Birçok alandan olduğu gibi yükseköğretimden de Atatürk’ün izleri siliniyormuş. O zaman gündeme bir isim değişikliği de gelebilir. Örneğin “alçak öğretim” nasıl?***İnsan belli bir özelliğe sahip olduğunu istediği kadar söylesin, eğer “içinde” yoksa yoktur. Bu tespiti demokrasi için de yapabiliriz. “Ülkede var” denilse bile “parti içinde” yoksa ülkede de yoktur.***İktidarın hedeflerini gerçekleştirme tarihi olarak verdiği 2023’ten sonra şimdi de 2071 ortaya atıldı. Yani sloganlaştırırsak “Hedef 2023” ya da “Hedef 2071” gibi. Peki vatandaşın sloganı ne? Yeni yıl bol zamlı ve zor olacağına göre “Hedef 2013” yeter, artar bile!*****Depresyonİlerleyen yaşlarda kadınlar ve erkekler depresyona girerler.Kadınlarda depresyon şöyle ilerler:Bunalım...Bunaldım...Bunualım...Bunu alayım...Bunu da alayım...Bunu al bunu...Al bunu da...Bunu da bunu da...Erkeklerde depresyon şöyle ilerler:Bunalım...Bunaldım...Bunalımdan çıkmalıyım...Bununla çıkayım...Bununla da çıkayım...Onunla da çıkayım...Hepsiyle çıkayım...(YT)

Devamını Oku

Atatürk’ü seviyorum, o kadar

9 Kasım 2012

Büyük önder Atatürk’ü bir ölüm yıldönümünde daha özlemle anıyoruz.Bizim çocukluğumuz ve gençliğimiz “gardırop Atatürkçülüğüne karşı Atatürk’ü anlamak” olarak geçti.Çünkü Atatürk’ün ölümünden itibaren siyasi gücü elinde tutmak isteyen, millete kendi zihniyetlerindeki gibi elbise dikmeyi hak görenler, o büyük önderin arkasına sığınarak bir baskı gücü oluşturuyor ve iktidarlarını böyle sürdürüyordu.Ben Atatürk’ü de Atatürkçülüğü de önce evimde, sonra ilkokulda öğrendim.Sonrası ise onu anlamaya çalışmakla geçti.Atatürk’ü hiçbir zaman bir ideoloji olarak görmedim.Benim için Atatürk, hangi dönemde yaşıyorsan onun ötesine geçecek vizyona sahip olmaktır.Bilimde, teknolojide, sanatta, edebiyatta, sosyal yaşamda yaşadığın dönemle yetinmeyip hep daha iyisini, daha ilerisini, daha yenisini aramaktır.Bugün ne yazık ki, Atatürk’ü, devrimlerini, hayatını eleştirmek, hatta karalamak yükselen değer hâline geldi.Kim Atatürk’e daha fazla hakaret ediyor, “tarihimizle yüzleşelim” safsatasıyla Atatürk’ün izlerini silmeye çalışıyorsa, o kadar “demokrat” ilan ediliyor.Şunu bilmeliyiz:Atatürk bir askerdi.Atatürk bir siyasetçiydi.Atatürk bir devrimciydi.Atatürk bir insandı.Hayatı boyunca daha mutlu, daha zengin, daha güçlü, yıkılmaz bir ülkenin hayaliyle yaşadı ve yaptığı devrimlerle böyle bir ülkenin temelini attı.Kul olan bir halkı vatandaş yaptı. Özgürlüğün, insan haklarının, demokrasi ve hukukun önünü açtı.“Atatürk demokrat mıydı?” veya “Cumhuriyeti ilan ederken halka mı sordu?” gibi saçma sapan sorular soranlar var.Bugün vardığımız demokrasi, özgürlükler, insan hakları, hukuk olgunluğu ile bundan 90 yıl öncesini yargılayamayız.Atatürk Cumhuriyeti ilan ettiği sırada Avrupa’da yükselen iki siyaset vardı. Biri faşizm, biri de komünizmdi. İkisi de hemen yanıbaşımızda, bizi de etkisi altına almak için bekliyordu.Ama o büyük önderin çok ustaca siyasetiyle Türkiye’ye ne faşist ne komünist oldu.Elbette 600 yıllık bir imparatorluğun küllerinden var edilen Türkiye Cumhuriyeti tıpkı bir çocuğun büyürken düşüp kalkması, başını masaya vurması, farkında olmadan çektiği örtü ile bardakları tabakları kırması, kızamık, bademcik, su çiçeği gibi hastalıklara yakalanarak yatağa düşmesi gibi durumlar yaşadı.Ama buna rağmen, şimdiki zihniyetin beğenmediği Cumhuriyet ilke ve devrimleri Türkiye’yi, şu anda çok beğenmesek de, tüm İslam ülkeleri içinde bir yıldız gibi parlayan demokratik ve özgürlükçü anlayışa taşıdı.Bugün demokrasi ve özgürlük nutukları atan, inançlarını yaşamak konusunda bir sıkıntı çekmeyen, kültürel haklarını kazanan ve kazanmaya devam eden birbirinden farklı milyonlarca insan o Cumhuriyet ve devrimleri sayesinde bunlara kavuştu.Türkiye 1920’lerde Hitler Nazizmi, Mussolini faşizmi, Stalin komünizmi gibi bir rejime ya da şeriatla yönetilen bir Arap şeyhliğine dönüşebilirdi.Hiçbiri olmadı. Türkiye belki düşe kalka, kendini yaralaya bereleye, dini ve siyasi istismarlara, çıkarcıların iç ve dış desteklerle beslenmesine rağmen bugünlere geldi.Atatürk’ü seviyorum.Atatürk’ü hâlâ anlamaya ve ondan öteye gitmeye çalışıyorum.Gerisi boş laftır.*****Nedir bu Genç Türk?Bu sabah saat 09.05’de Dolmabahçe Sarayı önünde kendilerini “Genç Türk” olarak tanımlayan bir grup Atatürk’ü anma gösterisi yapacak.Yüzlerine Atatürk maskeleri takacak olan bu gençler “Hedef 1 milyon” sloganı ile büyük bir katılım olmasını sağlamaya çalışıyor.Bu gençlerin temsilcileri beni de ziyaret etti gazetede.Bu dönemde, Cumhuriyet ruhuna ve Atatürk devrimlerine saldırının adeta “yükselen değer” hâline getirildiği bir iklimde bu gençlerin heyecanı elbette ilk anda insanı etkiliyor.Ancak, bu grubun yaptığı çalışmalara ve tanıtım faaliyetlerine bakınca da insan şaşırıyor.Örneğin bir çok gazeteye ilanlar vermişler.Gazeteler ne kadar indirim yaparsa yapsın bir gençlik örgütünün, hele henüz dernekleşmemiş bile olan gençlik örgütünün bu maliyetleri karşılaması pek akla yatkın değil.Ayrıca İstanbul’un her tarafı afişlerle donatılmış. Yüz binlerce Atatürk maskesi basılmış.Bunların da maliyetini bir gençlik örgütünün karşılaması çok zor.Nitekim ben de sordum “Bu kadar masrafı nasıl karşılıyorsunuz?” diye. Net cevap veremediler “Bağış topluyoruz” diyerek geçiştirdiler.Gençler gittikten sonra biraz araştırma yapmaya çalıştım.Belgeye dayanmayan ama anlatanların “net ifadeler” kullandığı bazı dedikodular duydum.Örneğin bu grubun Cumhuriyet mitinginde “Ordu göreve” pankartı açıp bazı fotoğraflar çekildikten sonra da o pankartı yok edenler olduğu söyleniyor.Yine aynı grubun İstiklal Caddesi’nde Suriye ile ilgili bir yürüyüş sırasında “Tayyip göreve” pankartı açtıklarını belirtiliyor.Grubun Türk Solu adlı keskin Kemalist görüşler savunan dergi etrafında kümelendikleri de ileri sürülüyor.Açıkçası insanın aklı karışıyor.Çeşitli gençlik örgütleri kıt parasal kaynaklarla kendilerini ifade etmeye çalışırken, üstelik her seferinde gaz ve su bombalarına maruz bırakılıp sık sık gözaltına alınır hatta tutuklanırken, Genç Türk adlı bir örgütün bu kadar rahat hareket edebilmesi çok ilginç.Bakalım bugün nasıl bir eylem yapacaklar, neyle karşılaşacaklar?*****Anlamsız tepkilerPerşembe günü Anıtkabir’in 9 Kasım’dan 10 Kasım saat 10.00’a kadar kapalı olacağını yazdığım yazıda “kamuoyunun bir bölümünün bunu yanlış algıladığını ve Genelkurmay eliyle katılımın düşürülmek istendiğine inandığını” yazmış ve yazımı Genelkurmay’a hitaben “Bilesiniz istedim” diye bitirmiştim.Yazı üzerine çok garip tepkiler aldım. Çoğu aynı tornadan çıkmış hissi veren mesajlarda “her 10 kasım’da zaten böyle olur, bunu bilmeden mi yazıyorsun, neyi tahrik ediyorsun” türü ifadeler yer alıyordu.Evet, her 10 Kasım’dan önce bu önlem alınıyor. Çünkü 10 Kasım günü en büyük devlet töreni yapılıyor. Hem güvenlik hem de temizlik için bir günlük araya ihtiyaç var.Ancak bu yıl ilk kez bu bilinen gerçek Genelkurmay tarafından açıklanınca kamuoyunun bir bölümü bunu “kasıtlı bir tutum” gibi algıladı.Nitekim Genelkurmay Başkanlığı’ndan da aradılar ve uygulamanın her yıl yapıldığını söylediler ve hatta “Tepkileri görünce (acaba bu açıklamayı koymasa mıydık) diye düşündük” dediler. Anladığım Atatürk düşmanlığını sanki “asıl Atatürkçü biziz” edasıyla yürüten ve bunu psikolojik propaganda olarak kullanan bir gruba maruz kaldım.

Devamını Oku

Türkiye Cumhuriyeti Devleti hiç bu kadar aşağılanmamıştı

7 Kasım 2012

Terör örgütü PKK’lı militanlar “Türkiye” demezler Türkiye Cumhuriyeti’nin kısaltmasını “TeCe” diyerek kullanırlar. Bu kendilerince bir tür aşağılamadır.Batı’da yaşayanlar pek bilmez ama, bazı bölgelerde TeCe demezseniz başınız derde bile gidebilir.Ancak şimdi öyle bir olay yaşadık ki, PKK ne yapsa Türkiye Cumhuriyeti’ni bu kadar aşağılayamazdı.Şimdi “nedamet getirmiş” olsa bile, eli kanlı bir terör örgütü lideri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Ordusu’nun terörist olarak nitelendiren eski başkanına karşı “tanıklık” yapıyor.Sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti değil, dünyanın tüm ülkeleri tarafından “terörist” olarak kabul edilen bir örgütünün eski liderlerinden birinin, Türk Ordusu’na karşı tanıklığına başvurulması tarihe geçecek bir skandaldır.Şemdin Sakık uzun yıllar önce örgütün asıl lideri Abdullah Öcalan’ın teslimine benzer biçimde ele geçirilmişti.Ergenekon Davası savcıları Şemdin Sakık’ı “gizli tanık” olarak ileri sürdüler.Şemdin Sakık, muhtemelen PKK propagandasına yararı olur düşüncesiyle “ben kendi kimliğimle çıkmak istiyorum” dedi.Şemdin Sakık “iddia tanığı” olarak çağırılmıştır.Yani demokratik devlet sistemin üç erkinden biri olan yargı, kendi askeri hakkında hazırladığı iddianameyi güçlendirmek ve mahkumiyet kararlarına haklılık kazandırabilmek için, o ordunun mücadele ettiği terör örgütünden medet umar hâle gelmiştir.Hiç kimse “tanığın kim olduğuna değil söylediklerine bak” diyemez. Çünkü o terör lideri, konunun mağduru ya da tanığı değil tarafıdır.Nitekim bu tanık ortaya belge ve bilgi koymak yerine, kendi görüş ve fikirleriyle kimi olayları değerlendirmekte, kendi tahminlerinden yola çıkarak örneğin bir tuğgeneralin öldürülmesinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin parmağı olduğunu söylemektedir.Yine aynı tanık Abdullah Öcalan’la görüşen kimi gazetecileri, sırf kendisi görüşmeye alınmadığı için “Onlar herhalde sadece gazetecilik için gelmemişlerdi” diye suçlayabilmektedir.Ergenekon Davası bu tanıklıkla hukuken de ahlâken de vicdanen de artık çökmüştür.Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir terörist liderin tanıklığı ile bugüne kadar yapılan en büyük aşağılama ile karşı karşıya bırakılmıştır.Olayın skandal unsurlarından biri de Şemdin Sakık’ın “gizli tanık” olarak dinlenmek istenmesidir.İddia makamı, kimliğini gizli tutmak isteyerek Sakık’ın Türk subaylarını aşağılayan, onları suçlu gösteren ifadelerini kayda geçirmek istemiştir.Sakık PKK propagandası yapmak için, muhtemelen izin de almadan kimliğini kendi açıklayarak oyunun bir bölümünü bozmuştur.Ama eğer bunu yapmamış olsaydı, tıpkı diğer gizli sanıklarda olduğu gibi açıklamalarıyla herkesi dehşete düşüren bilgiler vermiş kabul edilecekti.Şimdi çok önemli bir soruyla daha karşı karşıyayız.Ergenekon, Balyoz ve benzeri davalarda “gizli tanık” olarak dinlenen tanıklar arasında başka PKK teröristi var mıydı?Ve aklıma bir de şu geliyor; “Madem Şemdin Sakık tanık oldu o halde İlker Başbuğ da pişmanlık yasasından yararlansın.”*****Korkutan otoparkİspark konusunu yazınca, pek çok okurun bu konuda şikâyet, öneri ve uyarıları olduğunu fark ettim gelen mesajlardan.İspark’ın 137 yeni park için ihaleye hazırlandığını yazınca kimi okurlardan “Bunlar iyi de mevcut otoparklara da bakmak gerek” diye uyardılar.Benim de ne zamandır yazmayı düşündüğüm Tepebaşı’ndaki yeraltı otoparkı ile ilgili çok şikâyet aldım.Beyoğlu bölgesinin en büyük otoparkı tam Tepebaşı’nda TRT binasının önündeki büyük alanda kurulu çok katlı yeraltı otoparkıdır.Şu anda bir özel şirket tarafından yönetilen bu otopark “korku filmlerini” andıran bir görünüme sahip.Giriş çıkışları çok dar ve dönemeçli, içerisi çok karanlık, yer ve park çizgileri yok, duvarları acemi biri tarafından sıvanmış gibi kaba betondan.Görevlileri de ürkütücü. “Öcü” gibi deseniz yanılmazsınız.Özellikle kadınların, ama kendi hâlinde pek çok erkeğin bile arabasını park ettikten sonra çıkış noktalarını bulamadıklarını, karanlık dehlizde gezer gibi yürüdüklerini garip bir korkuya kapıldıklarını gözlemledim, çünkü aynı hisse ben de kapıldım.Herhalde otoparkların yönetmelikleri, uymak zorunda oldukları kurallar vardır. Aydınlatma, yol işaretler ve çizgileri, yaya çıkışları, güvenli manevra alanları belli kurallara uygun yapılmak zorundadır.Ama bu park belli ki hiçbir kurala uymuyor. Bu işin yetkili mercii neresiyse, kamuoyu adına uyarmak istiyorum.*****Anıtkabir yasağıGenelkurmay Anıtkabir’in 9 Kasım gününden başlayarak 10 Kasım saat 10.00’a kadar ziyarete kapatıldığını açıkladı.Anlaşıldığı kadarıyla 10 Kasım’da yapılacak devlet töreni öncesi kısa süreli bir bakım ve temizlik amaçlanıyor. Muhtemelen bir gün öncesinden güvenlik önlemleri de gözden geçirilecektir. Kararın masumane yorumu bu olabilir.Ancak bu karar büyük tepki yarattı.Çünkü 10 Kasım’da Ata’yı ziyaret etmek için hazırlanan milyonlarca insan bu kararı Genelkurmay’ın ayıbı olarak karşılıyor. Vatandaş “Halkı Anıtkabir ziyaretinden caydırmak istiyorlar” diyor. Bilsinler istedim.*****Ne mutlu bize, kendimizi Amerikalı gibi hissettirdilerABD seçimleri yapıldı ve Obama tekrar kazandı. Türkiye için daha iyi olan buydu.Geceleri pek erken yatmadığım için, önceki gece de televizyon kanalları arasında gidip gelerek oyalanıyordum.Tüm haber kanalları doğal olarak seçim sonuçlarını veriyordu.ABD seçimleri başka ülkelerde nasıl yayınlandı bilmiyorum ama bizim televizyonlara bakınca insan kendini Amerikalı gibi hissediyordu.Sanki seçimler Amerika’da değil, Amerikalılar başkanlarını seçmiyorlar da, bizde seçim oluyor, biz başkanımızı seçiyoruz gibiydi yayınlar.Örneğin bir kanal Haydarpaşa Garı’nı giydirmişti. Yerlisi yabancısı 300’ün üzerinde davetli de vardı. Çoğu öğrenciydi. Bu öğrencileri Türkiye’de yapılan seçimlerde hiç görmedik, demek ki gençliğimizin aklına seçim deyince ABD seçimleri geliyor.Yayınlar tıpkı Amerika’daki gibiydi. Kanallar çeşitli yerlerden yayın yapıyordu. Bir oraya bağlanıyorlardı bir buraya.Ekranlar Amerika uzmanlarından geçilmiyordu.Sanki Türkiye’nin yeni siyasal ortamı belirleniyormuş gibi bütün uzmanlar derin sözler söylüyorlar, müthiş analizler yapıyordu.Bunun adı yabancılaşmadır. Siyasal yabancılaşmadır.Türkiye’de siyaseti iktidarı da eleştirebilecek kıvamda tutmaya cesaretleri olmayanlar, sanki başkanlık seçimleri bizde yapılıyormuşcasına ABD seçimleri üzerinden bol bol ahkâm kesip kendilerini rahatlattılar.Bizler de ekran başlarında kendimizi “Amerikalı gibi hissederek” bir süre mutlu olduk.Sağolun var olun.*****En masum protesto eyleminde bile o kadar yoğun biber gazı ve tazyikli su kullanılıyor ki, insan 20 yıl önceki gibi “gaz sıkıntısı” ve “su sıkıntısı” çekmeyi isteyecek duruma gelebiliyor! (Gani Yıldız)

Devamını Oku

Fadime Şahin, Müslüm Gündüz, Ali Kalkancı neden dinlenmiyor?

6 Kasım 2012

Benim gözümde “komedi” olan “Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu” çalışmaları sürüyor. Akıllarına kim geliyorsa çağırıyorlar, güya dinliyorlar, notlar alıyorlar. Çağrılıların kimi ne kadar kin ve nefreti varsa kusuyor, kimi kendini savunuyor, kimi dedikodular anlatıp sırasını savmaya çalışıyor.Komisyon ağırlıklı olarak 28 Şubat’ı mercek altına almış durumda.Kendisi de güya 28 Şubat’ta mağdur edilmişlerin avukatı olan Komisyon Başkanı, 28 Şubat’ı darbe olarak tanımlamayanlara hayret ettiğini söylemekten çekinmiyor.Bu komisyona akla gelen herkes çağrılıyor da, nedense 28 Şubat’ta sembol olmuş isimlerin bazılarına hiç dokunulmuyor.Örneğin Fadime Şahin, örneğin Ali Kalkancı, örneğin Müslüm Gündüz. Neredeler?Meğer komisyon “Burası ciddi bir yer, işi magazinleştirip sulandırmayalım” kararına varmış.Ne güzel değil mi? Fadime Şahin Ali Kalkancı için “Onlar bir planın figüranlarıydı, her şey düzmeceydi” diyeceksiniz, ama bu isimleri getirip sorular sormaya çekineceksiniz. Madem o olaylar tamamen düzmeceydi, getirsenize Fadime Şahin’i, kimden emir aldığını söylesin. Ali Kalkancı gelsin anlatsın. Onun müridi olanları da bulun, bakalım tezgâha getirildiklerine inanıyorlar mı inanmıyorlar mı?Müslüm Gündüz için “o zaten askerdi, provokatörlük yaptı” deniyor. İşte fırsat, çağır Müslüm Gündüz’ü, sor sorularını, bunalt adamı, öğren gerçeği.Hayır bu yapılmıyor.Neden? Olay magazinleşmesin, sulandırılmasın.Peki Sisi adıyla tanınan Seyhan Soylu neden getirildi komisyonun önüne?Yoksa Seyhan Soylu’nun anlattıklarından “bir komplo olmadığı” ortaya çıktı da daha fazla skandal mı istemiyorlar.Ali Kalkancı Fadime Şahin olayı, 28 Şubat’ta yaşanan çirkin olaylardan biridir. Ama bunun bir tezgâh olmadığı o gün de biliniyordu bugün de. Çünkü benzer ilişkiler hep olmuştu ve olmaya da devam ediyor.Birileri cehaletin bataklığında, kimi hurafelerden medet ummaya devam ettikçe de bunlar olacaktır.Ayrıca Fadime Şahin ile Müslüm Gündüz yatakta çıplak olarak yakalanmıştı. Elbette bunun istihbaratı da öyle bir baskın da ne ahlâka ne vicdana sığar.Ama herhalde Fadime Şahin’i Müslüm Gündüz’ün yatağına silah zoruyla da sokmadılar. Ayrıca Müslüm Gündüz zaten bir asker görevliyse, aradan geçen 15 yıldan sonra neden hâlâ aynı yaşam biçimini ve ilişkilerini sürdürüyor. Provokatörlük görevi hâlâ mı bitmedi?Yani neresinden tutsanız kopuyor. Güya “Darbeleri Araştırma Komisyonu” işlevini bitirmiştir.Artık özellikle kin ve nefret duygularıyla hareket edenlerden aldıkları “belgeleri” savcılıklara verebilirler. Onlar da diledikleri gibi davalarını açar.*****İstanbul’a 137 yeni otopark geliyorİstanbul’un trafik çilesi çekmesindeki önemli faktörlerden biri de otoparkların yetersizliği.O yüzden on binlerce araç, kullanılmadıkları halde yolları işgal ediyor ve ciddi bir trafik sorunu oluşturuyor.İspark yetkililerinden aldığım bilgiye göre, bu yıl ihaleyle 137 yeni otopark açılacak. İspark yöneticileri “İhalelere biz de gireceğiz” diyor. Bu otoparkların açılmasıyla, yollarda zorunlu olarak yapılan parklarda azalma mümkün olabilecek.İspark yetkilileri, bu kurum sayesinde İstanbulluların “değnekçi” denilen ne olduğu belirsiz parkçılardan kurtulduğunu belirterek, “geçen süre içinde bu sektörde önemli bir bilgi birikimine de sahip olduk. Amacımız İstanbul’da otopark sorununu tümden ortadan kaldırmak” dediler.Aldığım bilgilere göre İspark yılda 750 milyon liralık hasılat elde ediyor. 2500 kişinin çalıştığı İspark’ta tüm görevliler sigortalı. Kurum yüzde 18 KDV ödeyerek devlete de önemli gelir sağlıyor.*****Migros’tan açıklamaBir okurumun Migros ve Macro Center’da kasa fişleri ve kredi kartı sliplerinin çok büyük olduğunu belirterek “Bu kâğıt israfıdır, doğayı korumak zorundayız” dediği mektubuna karşılık Migros’tan bir açıklama geldi.Okurumun duyarlılığını paylaşan Migros’un açıklaması özetle şöyle:Sayın Can Ataklı, Migros Grubu olarak sürdürülebilirlik adına somut çevreci adımlar atarak, sektörde öncü uygulamalar gerçekleştiriyoruz. İyi Tarım Uygulamaları, doğada çözünen poşetler ve çevre dostu alışveriş çantaları, enerji ve lojistik verimliliği, çevreci kiosklar, yanan tahrip olan ormanların yenilenmesi konularındaki çalışmalar çevreci çalışmalarımızdan sadece bir kısmı. Duyarlı bir vatandaşımızın sesine kulak vererek köşenize taşıdığınız “kasa fişleri ve kredi kartı slipleri” konusu, özel bir kampanya döneminde, ayrı bir kâğıt kaynağı kullanmaksızın, fiş altlarının ve sliplerin yasal mecburi bilgilere ilave olarak müşterinin kampanyadan bilgilendirilmesi amaçlı kullanıldığı bir çalışmadır. Müşterimizin duyarlılığına teşekkür eder, konunun kurumumuz nezdinde değerlendirileceğini belirtmek isteriz.Saygılarımızla,*****30 bin kişilik kentten 6 bin kişi Ata’ya koştuAnıtkabir geçtiğimiz pazar günü çok anlamlı bir ziyarete tanık oldu.İzmir’in Selçuk ilçesinden tam 6 bin kişi Ankara’ya gelerek Anıtkabir’i, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu büyük önder Atatürk’ü manevi huzurunda ziyaret etti.Selçuk’tan 6 bin kişinin Ankara’ya geldiğini ilk duyduğumda inanamadım. “Nüfusu nedir ki?” diye sordum. 2001 kayıtlarına göre 28 bin 157. Demek ki şimdi 30 bin kişinin yaşadığı bir kent.Ancak fotoğraflarda gerçek görünüyordu, Selçuk Belediye Başkanı Hüseyin Vefa Ülger’in öncülüğünde “Yolundayız, yollardayız” sloganıyla tam 6 bin kişi Ankara’ya akın etmiş gerçekten.Selçuk halkının tepkisine 29 Ekim kutlamaları için kendilerine konan yasak yol açmış. 28 Ekim akşamı otobüslerine çıkış izni verilmeyince Selçuk halkı bu eyleme başvurmuş.Çok önemli bir gelişme bana göre. Toplam 30 bin nüfuslu bir ilçeden 6 bin kişinin aynı gün Ankara’ya getiremezsiniz. Eğer o insanlar hiç sakınmadan geliyorlarsa bu çok önemli bir tepkinin dile getirilmesidir.Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının halkın önemli bölümünde Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılık heyecanına önemli bir katkı yaptığı ortada.İktidar da muhalefet de halkın bu yürekten çıkışını görmeli ve siyasetlerini buna göre yeniden gözden geçirmeli. Cumhuriyet ve Atatürk sevgisi “En cumhuriyetçi hakiki Atatürkçü biziz” türü demeçlerle gerçek olmuyor. İşte halk nasıl olması gerektiğini gösteriyor.*****Gelen not artışıyla “yatırım yapılabilir ülke” olan Türkiye, artık “farklı bir lig”teymiş. Vatandaş mı? O hâlâ “küme düşmeme” derdinde! (Gani Yıldız)

Devamını Oku

Dikkat bu bir “öcü” yazısıdır

5 Kasım 2012

Sanatçı Serra Yılmaz Balçiçek İlter’in Habertürk’teki programında türbanlıların, çarşaflıların kendisini korkuttuğunu söyledi ve “öcü gibi geliyorlar bana” deyiverdi.Programı izliyordum, bu sözleri söylerken ne gözlerinde bir nefret, ne sesinde bir düşmanlık yoktu.Öyle hissediyordu, öyle söyledi.Sonrası bir “hakaret kasırgası” gibi. Dincisinden dindarına, liberalinden renksizine kadar hepsi bir ağızdan Serra Yılmaz’a saldırmaya başladı.Son yıllarda başgösteren , “Düşünce ve görüşlerle inançları aynı potaya atma” hastalığımız burada da kendini gösterdi.Serra Yılmaz’ın sözlerinde bir dinsel gönderme yoktu. Sadece görüntü ile ilgili bir duygu vardı.Bu duygu herkeste olabilir. Hıristiyan bir ülkede, hele Ortodoks ülkelerde, kimilerinin simsiyah sakallı, simsiyah cüppeli, kukuletalı papazlardan, siyah giysili rahibelerden korkması, onların dine karşı oldukları, dini küçük gördükleri anlamına gelmez.Yakın bir tarihte bir ünlü kişinin cenazesi Fatih Camii’nden kaldırılıyordu. Öğle namazı bitmiş, cemaat de cenaze namazına katılmak için musalla taşının başına yürüyordu.Bu sırada camiden çıkan uzun sakallı, cüppeli, takkeli bir grup yüksek sesle “destuuur, kadınlar çekilsin” diyerek saf tutmaya başladı.O sırada kadınların yüzündeki korku ve dehşeti tanımlamak mümkün değil.Herhalde hiçbirinin aklına “Müslümanlar böyle işte” demek gelmemişti, ama hepsi korkmuştu. Çünkü ürkütücüydüler, hele özellikle kadınlara yönelik davranışları dehşetti.İnsanların kılık kıyafetlerine karışmamak, dinsel değil, medeni bir davranıştır.Herkes nasıl istiyorsa öyle giyinir. Kimine ürkütücü gelebilir, kimine komik. Bunu saflıkla dile getirmesinin de yanlış bir tarafı yoktur.Geçenlerde Nişantaşı’nda, TV’lerde çok ünlenen bir kadın gazeteciyi gördüm yürürken. Simsiyah giysileri ve türbanlı başı, kırmızının ağırlıklı olduğu makyajı “bakın bana” diye adeta haykırıyordu. İçimden gülmek geldi, o an aklıma o kadın gazetecinin inancı hiç gelmedi bile.Serra Yılmaz’ın demokrasi, hukuk, insan hakları konusunda zafiyeti olduğuna inanmıyorum. Zaten sözleri, davranışı ve yaşam biçimi ile bunu kanıtlıyor.Bence güzel olan, Serra Yılmaz’ın “demokrasi” baskısı altında aslında kendisine ürkütücü korkutucu gelen bir şeyi bütün samimiyetiyle söylemekten korkmamasıdır.*****Sağ olasın Zaman GazetesiYıllardır kimbilir kaç kere yazdım, kimbilir televizyonlarda kaç kere söyledim, açıkçası ben bile hatırlamıyorum.İstanbul’da bir “trafik çekicisi terörü” var.Özellikle İstanbul’un boş ara sokaklarında cirit atan bu trafik çekicileri, trafiği hiç aksatmadıkları halde “hatalı park ettikleri” gerekçesiyle her gün yüzlerce araç çekiyor. Trafiği doğru dürüst yönetemeyen, akışı sağlayamayan ama para toplamaya gelince, kolay yerlerden araç çeken Trafik Müdürlüğü dünyanın parasını da kazanıyor.Zaten belli ki asıl amaç bu. Hem ceza kesmek, hem çekici parası almak hem de ne olduğu belirsiz bazı otoparklara para kazandırmak.Bu çekicilerde görevli olanlar da belli bir kotayı doldurduktan sonra çektikleri araç başına prim alıyorlar. Daha önce bir çekicinin itirafları olarak yazmıştım bunu.Yazdım da ne oldu? Tınmadılar bile.Ancak şimdi çok sevinerek öğrendim ki İçişleri Bakanlığı bu çekici terörüne karşı soruşturma başlatmış. Kanunsuz araç çekmelerine karşı hukuki süreç başlatılmış.Neden mi? Cevabı çok basit; Çünkü konuyu Zaman Gazetesi yazmış. Zaman yazınca da bakanlık soruşturma açmış.Eee Zaman yazdı, emniyetin paçası tutuşmuştur artık. Sıkıysa harekete geçme bakalım.*****İspark’tan kaçış yokİstanbul’da “kısa süreli park” için İspark’ın tam ücret almasına tepkileri dile getirmiştim. İspark yöneticileri ise “15 dakikalık parklar için para alınmıyor, vatandaş bir şikâyeti olursa Beyaz Masa’yı arasın” demişti. Ancak, şikâyet ve yakınmalar bitmiyor. Çünkü siz farkında olmadan da hakkınızda “park ücreti” tahakkuk ettirilebiliyor.Diyelim ki, bir eczaneden ilaç almak için durdunuz, İspark görevlisine de durumu söylediniz. O anda sizden para almasa da elindeki cihaza giriş yapabiliyor. Böylelikle siz para vermeseniz bile İspark’a borçlu kalabiliyorsunuz.Çünkü görevlilerin elindeki pos makinesini andıran cihazlar, “online” olarak adınıza ücret tahakkuk ettiriyor. Bir başka yerde park ettiğinizde oradaki görevli “eskiden kalma borcunuz” var diyebiliyor. Bilesiniz istedim.*****Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “Ülke olarak dış politikada özgüven kazandık” demiş. Herhâlde bu özgüven, kazanılan düşmanların yanında bonus olarak verildi! (Gani Yıldız)*****Gensoru bir Meclis denetimidirParlamenter demokrasinin en önemli özelliği, devleti oluşturan tüm birimlerin “denetlenebilir” olmasıdır.Yürütme organı yani hükümet parlamento tarafından denetlenir. Bunun yöntemlerinden biri de gensorudur. Gensoru bir anayasal kavramdır.İktidar, muhalefetin sürekli gensoruvermesinden rahatsızlığını belirtiyor.Son olarak Başbakan Kızılcahamam’da muhalefetin gensorularla Meclis’i meşgul ettiğini, bir sonuç alınmayacağının bilinmesine rağmen sürekli gensoru verildiğini söyledi.Elbette muhalefet Meclis’teki aritmetik denge nedeniyle gensorudan bir sonuç alamayacağını biliyor.Ancak gensoru başbakan ya da bakanlar için verilir. Görüşmelerde grubu bulunan her partinin konuşma hakkı vardır. Bu süre Danışma Kurulu’nda saptanır ama yarım saatten az da olamaz.Ayrıca milletvekilleri için bir lehte, bir aleyhte konuşma hakkı vardır.Başbakan ya da bakanlar hakkında gensoru açılmasına karar verilmesi aynı zamanda güvensizlik anlamına gelir. Gensorunun muhatabı Başbakan’sa hükümet istifa eder. Bakanlar ise gensoru açılması halinde istifa ederler.Bugün Meclis’in bir AKP hükümeti hakkında gensoru kararı almasına aritmetik olarak olanak yok. O nedenle gensoru için “akıntıya kürek” tanımlaması yapılabilir. Ama muhalefet de ancak bu şekilde uzun konuşma hakkı buluyor ve hükümetle ilgili eleştirilerini kamuoyunun önünde yapabiliyor.Muhalefet gensoru vererek bir bakanı devirmese de, başka türlü dile getiremediği eleştirileri gensoru sayesinde söyleyebiliyor.Bu nedenle gensoru demokratik olduğu kadar bir zorunluluktur da. İktidarın sonuç alınmasa bile bu denetimden kaçmaması, bunu kötü bir şeymiş gibi göstermemesi demokrasiye saygısının bir kanıtıdır.

Devamını Oku

Moral kazanan muhalefetin hedefi yerel seçimler

4 Kasım 2012

Sevgili okurlar, geçtiğimiz haftayı öncekilere oranla biraz daha sakin geçirdik. Haftayı damgasını29 Ekim’de yaşananlar vurdu. Başta Ankara olmak üzere neredeyse tüm illerde yapılan Cumhuriyet Bayramı kutlamaları dikkat çekti.Umutlandıran gelişmeŞurası açık ki Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının çok coşkulu geçmesi, AKP iktidarından hoşlanmayan ve karamsarlık içinde olan kitlelerde bir umut yarattı. Uzun zamandır ilk kez muhalif çevrelerde kıpırdanmalar olduğu görülüyor.İktidarın hatasıCumhuriyet kutlamalarına karşı iktidarın gösterdiği aşırı tepki anlaşılır gibi değil. Sanıyorum iktidar Cumhuriyet mitinglerinin AKP’ye yaramış olmasından kaynaklanan bir duyguyla bunun da kendi lehlerine olacağını düşünüyorlar.Bu kez değilCumhuriyet kutlamalarındaki olaylar ve polisin gösterdiği aşırı şiddet AKP tabanını da çok rahatsız etti. AKP’liler bir taraftan özgürlük ve demokrasi söylemleri sürerken konan yasaklara ve engellemelere bir anlam veremedi.Habur etkisiAKP, kendi tabanından benzer bir tepkiyi Habur girişinde yaşamıştı. AKP tabanı Habur’da yaşananlara büyük tepki göstermişti. Tepki karşısında ne yapacağını şaşıran yöneticiler ilk önlem olarak Avrupa’dan gelecek grubu durdurmuştu.Erdoğan’ın ısrarıAçıkçası Başbakan Erdoğan Habur olayında yapılan yanlışta ısrar etmemiş ve önlemini hemen almıştı. Oysa Başbakan bu kez geri adım atmak istemiyor ve AKP tabanının şaşkınlığına rağmen olayın üstüne gitmeye devam ediyor.Karizma içinÖyle anlaşılıyor ki Erdoğan kendi önem verdiği konularda geri adım atmayı karizmasına vurulmuş bir darbe olarak görüyor. Bu nedenle hitabet yeteneğini kullanarak AKP tabanındaki olumsuz bakışı tersine çevirmeye çalışıyor.Kısmi başarıErdoğan’ın sert konuşmaları, elbette kendi tabanında etkisini gösteriyor. Cumhuriyet kutlamalarının engellemesine tepki gösteren AKP’lilerin bir bölümü ikna olmuşlardır mutlaka ama, önemli bir tortu kaldığını söylemek yanlış olmaz.Muhalefete moralCumhuriyet kutlamalarında yaşananlar AKP tabanında da rahatsızlık yaratırken, muhalefet için büyük moral kaynağı oldu, bu kesin. Muhalif kesim şimdi bu yükselen heyecan ve morali sürdürmenin ve toparlanmanın yollarını arıyor.10 Kasım geliyorCumhuriyet kutlamalarıyla moral bulanların yakın hedefi 10 Kasım. Atatürk’ü ölüm gününde anmak için Anıtkabir’e gitmek için şimdiden bütün illerde bir seferberlik sürdürülüyor. Hedef Anıtkabir’de milyonlarca kişiyi toplayabilmek.Yerel seçimlerCumhuriyet bayramını milyonlarla kutlamak, 10 Kasım’da Ankara’ya akmak muhalefete büyük moral kazandırır elbette ama bu güç kendini seçimlerde gösteremezse işe yaramaz. Muhalefetin ilk hedefi yerel seçimler olacaktır.İstanbul ve AnkaraBu açıdan bakınca yerel seçimlerde özellikle İstanbul ve Ankara’nın CHP ve MHP için çok önemli olduğu ortaya çıkıyor. Eğer muhalefet bu iki büyük merkezi AKP’nin elinden alabilirse iktidar hesapları da altüst olacaktır.Zamanında seçimKaderi bu hafta belli olacak tabii de, yerel seçimlerin artık zamanında yani 2014 martında yapılması büyük olasılık. İktidar kış mevsiminden çıkıp seçime gitmek istemiyor, ama Anayasa değişikliğini geçiremedi, çaresiz buna katlanacaktır.Neden istemiyor?AKP yerel seçimi erkene aldırma gerekçesi olarak “kış döneminde propaganda yapmanın zorluğunu” gösteriyor. Oysa ilk kez Mart’ta seçim yapılmıyor. AKP, 2013’te ekonomik büyümenin küçük olacağını hesaplıyor, endişe bu nedenle.Daralan ekonomiAli Babacan’ın açıkladığı yeni ekonomik pakette büyüme hedefi yüzde 3,5. Ancak bu hedefin bile tutmasının zor olduğu ortada. AKP yerel seçimi 2013 Ekim ayında yaparak ekonomideki daralmanın etkilerinden kurtulmak istiyor.Kış üzerine bininceEkonomi daralsa olsa bile yaz ayları halkı fazla sıkıntıya sokmaz. Vatandaş sıkıntıyı kış aylarında daha çok hisseder. Yaz sonrası bir seçimden iktidar fazla zararlı çıkmaz belki ama kış sonundaki seçimin akıbetini hesaplamak zordur.Cumhurbaşkanlığı seçimi2014 yılının mart ayında yapılacak seçimden hemen sonra, ağustos ayında bu kez Cumhurbaşkanlığı seçimi için sandık başına gidilecek. İşte AKP’yi asıl tedirgin eden bu seçim. Çünkü marttaki bir başarısızlık bu seçimi direk etkiler.Muhalefetin hesabıBu açıdan bakınca muhalefetin yerel seçimleri zamanında yaptırmak için çabalaması onlar adına daha mantıklı geliyor. Muhalefet partileri bu süreçte hem iktidarı yıpratma hem de zaman kazanma şansı yakalayacaktır.Kazanacak adaylarİktidara muhalif kesimlerde bir heyecan dalgası yükselmekle birlikte sıra seçimlere gelince yine karamsar bir hava estiğini görmemek mümkün değil. Vatandaş iktidara karşı “kazanabilecek” aday çıkacağından pek emin değil.Halkın adayıElbette bu hava iktidarın aşırı gücünden, yarattığı iklimden ve muhalefetin de pek etkili olamamasından kaynaklanıyor. O halde muhalefet partileri halkın beğeneceği, destekleyeceği, güveneceği adayları mutlaka bulmak zorundadır.CHP’de durumBüyük kentleri AKP’nin elinden alma şansına en yakın parti CHP. Kılıçdaroğlu halkın güveneceği adayları saptamak için eğilim araştırmaları yaptırıyor. Anketlerde CHP kendisi bir isim koymadan “halktan isim” önermesini istiyor.İsimlerarası araştırmaAnketlerin sonunda halkın önereceği isimler belirlendikten sonra öne çıkanlar için bu kez “isimli” anket düzenlenecek ve “Bu isimlerden kimi istersiniz?” sorusu sorulacak. CHP çıkacak sonuç ışığında İstanbul adayını açıklayacak.Ön seçim talebiCHP’nin İstanbul dışında da bazı merkezlerde benzer eğilim araştırmaları yaptığını öğrendim. Ancak parti tabanının asıl talebi adayların ön seçimle belirlenmesi. Kılıçdaroğlu’nun tercihinin ön seçimden yana olduğu belirtiliyor.AKP’de sürprizlerMuhalefet büyük kentleri AKP’den almaya çalışırken AKP’nin hedefi de muhalefetin kalesi olan yerleri devirmek. AKP bu nedenle “üç dönem görev süresi” biten ağır toplarını belediye başkan adaylıklarına yönlendirecek.Hepinize iyi haftalar dilerim.

Devamını Oku