Hepinizin kurban bayramını kutlarım öncelikle.Her bayramda olduğu gibi yine birçok okurumdan kutlama mesajları aldım.Telefon mesajlarıyla gelenler ise cabası.Hepsine tek tek cevap vermem olanaksız, bunu tahmin edersiniz herhalde.o nedenle bu yazıyla bayramı kutlayan kutlamayan herkesin bayramını kutlamak istiyorum.Son yıllarda gerek dini gerekse milli bayramlarımızı çok buruk biçimde kutluyoruz.Bir yandan terör belası nedeniyle şehit verdiğimiz gencecik insanlar diğer tarafta çoğu suçlarını bile bilmeden zindanlarda ömür tüketenler, ileri demokrasi adı altında baskı ve tehdit hissederek yaşayanlar, dünyanın sayılı büyük ekonomisine sahip olduğumuz söylenmesine rağmen yoksulluk içinde yaşam savaşı veren milyonlar.Bu yıl bunlara bir de hapishanelerdeki ölüm orucu nedeniyle “ölme” ya da “sakat kalma” aşamasına gelen genç insanlar eklendi.Böyle bir ortamda “kutlu bayramlar” demek bile insanın içinden çok gelmiyor.Ama yine de bayram bayramdır.Bütün acı ve sıkıntılara rağmen bu bayram günlerinin de tadını çıkarmak gerek.Nasıl yapacaksak artık?Çoğu bayramda olduğu gibi bu yıl da İstanbul’u tercih edenlerdenim. Kimbilir belki eski bayramlara özlem de denilebilir.Belki de alışkanlık.Bizde bayramlar bir arada kutlanırdı. Bir yere gidilecekse, yine aile büyüklerinin bulunduğu yer olurdu. Tatil amaçlı bayram kutlaması pek yapmadım bugüne kadar.Ayrıca son 20 yıldır bayram tatilleri de bir tür azap hâline gelmedi mi sizlerce de?Salı akşamı İstanbul trafiği tam bir kâbustu.İşini uyduran bir kesim cuma akşamından düşmüştü yollara. Ama asıl göç gibi gidiş salı akşamıydı. Köprülerden geçmek dertti ve asıl dert de ondan sonra başlıyordu. Bir yandan yağmur bir yandan milim milim ilerleyen trafik. Bunun bir de dönüşü var. Haftaya pazartesi bir başka kâbus yaşanacak.Şimdilik İstanbul rahat ve sakin. Trafik normal günlerdeki gibi adamı çileden çıkarmayacak cinsten.Bakalım bu sabahtan itibaren nasıl olacak?Önce büyüklerin elleri öpülecek. Sonra aileden birinin evinde kurbanlıktan yapılacak kavurmanın tadına bakılacak.Sonrası normal hayat tabii.Gazete yazıları yazılacak. Haberler izlenecek, mail trafiği ve Twitter kontrol edilecek. Pazar sabahı televizyon programına katılınacak.Salı sabahından itibaren yeniden diğer insanların gerçek hayatına dönülecek.*****Yapmayın bunuSadece Ankara’da değil, Türkiye’nin pek çok yerinde valiler, kaymakamlar Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını yasakladı. “Artık bayramları halk kutlayacak” deniyordu, şimdi kutlamak isteyenlere yasak geldi.Gerekçeler hep aynı “Toplantı ve gösteri yapılacak yerler bellidir. Bunun dışında bir yerde toplanmak yasalara aykırıdır.”Oysa Cumhuriyet Bayramı kutlamaları bir gösteri ya da miting değil. Cumhuriyete bağlılık göstermek isteyenler Cumhuriyet’in ilan edildiği Meclis’in önüne gelmek istiyor. Ya da bulundukları bölgelerde kısa süreli yürüyüşler yapmak arzusundalar.Getirilen yasaklar “gerginlik yaratmaktan” öte işe yaramaz.Sanıyorum bu yasakların asıl amacı halkı korkutup alanlardan uzak tutmak. Böylelikle toplanan kalabalığa “bir avuç marjinal” durumuna sokmak istiyorlar.Katılımların düşük olması hâlinde ise “İşte Cumhuriyet diye tutturanlar bu kadarmış” diyecekler herhalde.Ancak görünen o ki, yasaklamaya kalkmak, korku ve dehşet ortamı yaratarak “Gelenlere işlem yaparız, dağıtırız, fişleriz” demek bir çözüm değil.Gözlediğim kadarıyla yüz binlerce kişi başta Ankara olmak üzere “yasak konan” yerlere akın etmeye hazırlanıyor.Hükümetin bu durumu görmesi ve saçma yasak kararlarının kaldırılması için harekete geçmesi en doğrusudur.Çünkü bu durum sonuçta iktidarı da “Cumhuriyet ve Atatürk’e karşıymış” konumuna iter.*****Misafir-müşteriSon yıllarda bir kibarlık yarışıdır gidiyor ki sormayın.Bazı meslek isimleri değişti örneğin. Kapıcı yok artık, apartman görevlisi var. Sekreterin yerini asistan aldı. Çöpçü çirkin, temizlik görevlisi güzel.Öyle ki daha kibar olmak için kadın yerine “bayan” diyor pek çok kişi.Çoğuna alıştık.Günümüzün moda kelimelerinden biri de “misafir.” Pek çok şirket “müşterileri” için “misafir” kelimesini kullanıyor.Otele gidiyorsunuz güler yüzlü görevliler sizi “sayın misafirimiz hoş geldiniz” diye karşılıyor.Uçaktaki anonslar “Sayın misafirlerimiz” diye başlıyor.Lokantada garson size “misafir” diye hitap ediyor.Hepsi güzel, gururumuzu da okşuyor.Ama bir sorun var.Çünkü biz bu saydığım yerlerde misafir değil müşteriyiz.Paramızı veriyoruz ve karşılığında bir hizmet alıyoruz.Oysa misafir olsak aldığımız bu hizmete karşı para ödemeyeceğiz.Hayır işin kötü tarafı şu; paramızı veriyoruz, kendimizi müşteri sanıyoruz, oysa bize misafir diyorlar, yaptıkları hataları da “misafir umduğunu değil bulduğunu yer” mantığı ile sineye çekiyoruz.Biz de kibarız ya.*****İspark’a önerime cevap Kuşadası’ndanİstanbul caddelerindeki otopark işini üstlenen İspark’a “kısa alışverişler için duran araçlardan hiç olmazsa 15 dakika için ücret almayın” önerisi getirmiştim. Bir ilaç, bir kilo domates almak için duran araçlardan 1 saatlik park ücreti alınmasının vatandaşta rahatsızlık yarattığını belirtmiştim.Doğal olarak hiç bir konuda cevap verme lütfunda bulunulmadığı için İspark bu öneriye karşı da sessiz kaldı.Ancak Kuşadası’ndan arayan okurlarım “Bizim şehrimizde bu uygulama var, kısa alışverişler için durduğumuzda park parası alınmıyor” dediler.Bilmiyorum başka yerlerde de benzer uygulamalar var mı?Ama büyük kentlerde kısa süreli park ya da duraklama büyük sorun.Öneriyi yinelemek istiyorum.*****Bayram fıkrasıBilinen fıkradır ama her zaman gülerim. Bektaşi’ye sormuşlar “İçki içer misin?” diye. “Akşaaaamdaaaan akşama” demiş. “Peki namaz kılar mısın?” diye sorulunca Bektaşi bir çırpıda cevaplamış; “Bayramdan bayrama.”
Pazartesi günü MHP’de genel başkan adayı eski bakan Koray Aydın’la baş başa bir öğle yemeği yedim.Koray Aydın’a kamuoyunda oluşan bazı soruları sorma fırsatı buldum.Talimhane’deki yeni açılanRixos Suit Otel’in en üst katında buluştuk.Aydın’a öncelikle “genel başkan seçilmesi için kendisini şanslı görüp görmediğini” sordum.Hiç tereddüt etmeden “kazanacağım” dedi. 1241 delege olduğunu hatırlatan Aydın “622 oy alan adayın seçileceğini” belirterek 650-750 aralığında oy alacağını düşündüğünü söyledi.Koray Aydın neden aday oldu, seçilirse ne yapacak?Aydın Genel Başkan Bahçeli ile hiçbir sorununu olmadığını belirterek başladı sözlerine ve “partinin şu anda çok pasif olduğunu, kamuoyunun MHP’de bir hareket, bir atılım beklediğini” ekledi.Partiden çok sayıda kişinin, ama küstüğü için ama dışlandığı için ama yorulduğu için uzaklaştığını belirten Aydın kendilerinden AKP’ye giden herkesi geri çağıracaklarını söyledi.Aydın, seçilmesi hâlinde öncelikle parti örgütünün yeniden elden geçireceğini belirterek “Genel seçime kadar en az 3 milyon kişiyi partiye üye yapmayı planlıyorum” dedi.Artık değişim ve dinamizm gerektiğini hatırlatan Aydın milyonlarca kişinin MHP’den bunu beklediğini belirtti.Koray Aydın’a “kongre gününü” sordum, “Kongrede bir sürpriziniz olacak mı, kamuoyunun sevdiği saydığı sürpriz isimler sizinle birlikte salona girecek mi?”Aydın bir sürpriz olmadığını, ancak örgütün desteğinin arkasında olduğuna güvendiğini söyleyerek “Bizim başlatacağımız hareketle birlikte partimize kimlerin geleceğini göreceksiniz” dedi.Aydın’a MHP Genel Merkezi’nin kendisinin adaylığına çok sıcak bakmadığını hatırlatarak “Kongre günü güvenle salona girebilecek misiniz, sizinle hareket edenler salonda yerlerini alabilecek mi?” diye sordum.Aydın güldü, Kongre günü herhangi bir tatsızlık beklemediğini belirterek “Bu zaten bizi sadece Türkiye’ye değil dünyaya da rezil eder” dedi.Sonra da kongreden birkaç gün önce Genel Merkez’e giderek salonun durumuyla ilgili bir toplantı yapacağını, kongre salonunun hayli büyük olduğunu, Genel Merkez’den kendileri için de seyici yeri talep edeceğini söyledi.Koray Aydın salonda büyük oranda yer almasalar bile dışarıda en az 10 bin taraftarı olmasını beklediğini de söyledi.“Kendinize çok güveniyorsunuz, seçimi kesin kazanacağınızı söylüyorsunuz, peki neye dayanıyorsunuz?”4 Kasım’da yapılacak kongrede adaylığını koyan Koray Aydın “Ben il il kongrelerden geliyorum. Oradaki durumu biliyorum. Benimle birlikte çekinmeden, kokmadan hareket eden il başkanları var, güvenim ve dayanağım onlardır” dedi.Peki ya MHP Meclis grubu?Koray Aydın, 50 milletvekili olduğunu, 40’ının Bahçeli’den yana tavır koyacağını ama 10 milletvekilinin kendisiyle birlikte hareket ettiğini öne sürdü.Koray Aydın’a son soru olarak şunu sordum: “Sayın Aydın, parti içinde ve dışında, çok paranız olduğu, seçimi kazanmak için bir servet harcadığınız söyleniyor, gerçekten bu adaylık için ne kadar harcadınız?”Koray Aydın gülümseyerek, bunları kendisinin de duyduğunu belirtti ve “İnanın hiç para harcamıyorum. Tanıtım broşürleri ve kongre kitapçığı için ödediğimiz para 65 bin lira. Hepsi bu!” dedi.*****“CHP masadan kalkmayacak”Pazar günü, Beykoz Vakfı’nın düzenlediği “Suriye, Irak ve Türkiye’de neler oluyor” konulu panelde konuşmacıydım.Panelin diğer konuşmacısı ise CHP Genel Başkan Yardımcısı Faruk Loğoğlu idi. Paneli araştrmacı Bülent Tanla yönetti.Konuyla ilgili konuşmalarımızı yaptıktan sonra sıra dinleyici sorularına geldiğinde salon hareketlendi. Çoğu CHP’li dinleyiciler daha çok Faruk Loğoğlu’na yönelik sorular sordular. Sorular ağırlıkla CHP ile ilgiliydi doğal olarak.İzleyiciler “CHP neden Anayasa Komisyonu’nda oturuyor?” sorusunu ısrarla yönelttiler. Loğoğlu ise demokratik bir anayasaya ihtiyacımız olduğunu belirttikten sonra CHP’nin bu alanı asla boş bırakamayacağını bu nedenle masadan da kalkmayacağını söyledi.Ben daha önce de yazdığım gibi CHP’nin bu masada olmaması gerektiğini savundum.Loğoğlu ayrıca Suriye ile çok yakın olmasa bile bir savaş riskinin bulunduğunu, bu nedenle hükümetin Suriye siyasetini yeniden gözden geçirmesi gerektiğini söyledi.Beykoz Vakfı’nın bundan sonraki toplantısında CHP Genel Başkan Yardımcısı Haluk Koç konuşmacı olacak.*****Karar doğru daGazetelerin dünkü manşetlerinde ortak bir haber vardı. Genelkurmay’ın “asker sevkiyatını artık hava araçlarıyla yapacağını açıklaması” medyada geniş yer bulmuştu.Son aylardaki terör saldırılarından bunalanlar bu önlemi çok doğru ve yerinde buldu. Elbette, devlet vatani görevlerini yapan gencecik evlatlarımızı korumak zorunda. Terör tehdidi olduğu biline biline askerlerimizin adeta hedef hâline getirilmesini kimse mazur gösteremez.Böyle olunca da Genelkurmay’ın açıklaması ayrıca sevinç de yaratmış oldu.Ben de bu kararı yürekten destekliyorum.Ancak bir de madalyonun arka yüzüne bakalım.Bu karar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin egemen olma özelliğine de gölge düşürmüyor mu?Aslında bizi sevindiren bu açıklama aynı zamanda terörle mücadele edemediğimiz gibi vatan görevini yapan gencecik insanlarımızı koruyamadığımızı da tescillemiş olmuyor mu?Bunun literatürdeki adı “Vietnam Sendromu”dur.Türkiye’yi bu hâle getirenler kına yaksınlar.*****Bu ne kin böyle?Birkaç gündür Uluslararası Gazetecileri Koruma Komitesi’nin Türkiye ile ilgili “basın özgürlüğü” raporu tartışılıyor.Türkiye için hayli ağır ifadelerin yer aldığı raporu iktidardan yana tavır koyan gazeteciler hararetle eleştiriyorlar.Rapordaki bazı bilgiler doğru olmayabilir, bazı kanaatler eksik bilgiden kaynaklanan yanlışlar da taşıyabilir. Ancak iktidar yanlısı gazetecilerin bir raporu eleştirmek için hâlen hapiste bulunan tüm gazetecilerin ve dolayısıyla çeşitli nedenlerle hapiste tutulan aydınların, akademisyenlerin, askerlerin durumuna adeta sevinerek “Ama onlar gazetecilik faaliyetleri nedeniyle değil, başka nedenlerle hapiste” demelerini anlayamıyorum.İnsanların hapiste olmasına destek vermek, bundan bir sevinç duymak ancak “bu ne kin böyle” ifadesiyle kendini bulabilir bence.Televizyondaki söylemleri ve bazı gazetelerdeki yazıları hayretle ve çok üzülerek izliyorum.
Cumartesi günkü “Ne jandarmaymış ama” başlıklı yazımda, İnönü Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’na 22 yaşındaki oğlunun cenazesinde reva görülenleri eleştirmiştim.Oğlunu toprağa verdikten sonra evinde ailesi ile bir gece kalmasına bile izin verilmeyen Hilmioğlu’na bir acı daha yaşatıldığını belirtmiştim. Ki bu iktidar yetkilileri tarafından bile üzüntüyle karşılanmıştı.Yazımda bu kötü uygulamanın bakanlık, savcılık ya da hâkimlerce değil, jandarma tarafından yapıldığının da açıklandığını kaydetmiştim.Özetle, aslında Hilmioğlu’nun bir geceliğine kendi evinde kalabileceğini ancak jandarmanın gerekli 6 personel bulamadığı için Sincan Cezaevi’ne götürüldüğünü yazmıştım.Ertesi gün Jandarma Genel Komutanlığı’nın internet sitesine bir açıklama konmuş. Ayrıca bir görevli albay da beni gazeteden aramış. O gün gazetede olmadığım için açıklamayı okuyamadım, pazartesi sabahı gördüm ancak.Jandarma Genel Komutanlığı’nın açıklamasında, yazının benim tarafımdan yazıldığı belirtilmiyor “bazı basın yayın organları” tanımı kullanılıyor. Ancak bir görevlinin beni araması, açıklamanın benim yazım üzerine yapıldığı yorumunu güçlendiriyor.Şimdi sizlere açıklamayı aynen sunuyorum. Sonra bir iki cümle yazacağım;Tarih: 17 Ekim 2012No: BA - 07 / 12BASIN AÇIKLAMASI1. 16-17 Ekim 2012 tarihli bazı basın ve yayın organlarında;a. Tutuklu bulunan Prof. Dr. Fatih HİLMİOĞLU’nun oğlunun cenazesine katılması için verilen izin süresince nerede kalacağına karar verme yetkisinin Jandarma’ya bırakıldığı,b. “Jandarma’nın istemesi halinde, HİLMİOĞLU’nun kendi evinde kalabileceği’’ yönünde haber ve değerlendirmelere yer verilmiştir.2. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 116’ncı maddesinin 4’üncü fıkrası, ikinci ve üçüncü fıkraya göre “izin verilen tutuklunun, izin süresi içinde gece konaklaması gerektiği takdirde, bulunduğu yerde bulunan ceza infaz kurumunda, bulunmaması halinde ise kolluk tarafından güvenli görülen yerde kalır’’ hükmünü âmirdir.Kanunda açıkça ifadesini bulan bir hususta kolluk kuvvetinin inisiyatif kullanması mümkün görülmemektedir.Kamuoyunun bilgisine sunulur.***Bu açıklama hiç de hoş olmayan, kuru ve ruhsuz bir açıklama.Jandarmanın hukuka bağlı olduğunu, görev sınırlarının yasalarla çizildiği tabii ki gerçek. Bu nedenle bir yasa maddesini öne sürmek mantıklı ve doğru görünebilir.Ancak son derece insani bir olayda gösterilen kötü davranışı bir yasa maddesinin bilmem kaçıncı fıkrasının arkasına sığınarak savunamazsınız.Jandarma bu olayda bal gibi inisiyatif kullanabilirdi.En azından yasalardaki “maruf olma” durumunu bilmiyor olamazlar.Askerin son yıllarda sürekli örselenmesi, hakarete uğraması, pasifize edilmesi belli ki kimyaları da fena halde bozmuş.Türk Silahlı Kuvvetleri bu kadarını hak etmiyordu.*****18 yaşa seçilme hakkı ve askerin oy kullanmasının yaratacağı sakıncalarHafta sonunda MHP Aydın Milletvekili Ali Uzunırmak uğradı gazeteye. Pek çok konuda sohbet ettik. MHP’de yaklaşan kongre öncesi görüşlerini sordum. Bazı şeyler anlattı ancak “Parti yönetiminde değilim, bu konudaki kişisel görüşlerimin yayınlanması doğru olmaz” dedi.Uzunırmak “Ancak silah altındaki erlerin oy kullanması, 18 yaşa seçilme hakkı ile ilgili görüşlerimi yazabilirsin” dedi.Uzunırmak AKP’nin Meclis’e getirdiği bu önerilerin tam bir popülizm olduğunu belirterek “18-25 yaş arası 10 milyon, askerde ise 500 binin üzerinde olan bu gençlere siyasete müdâhil olma yolunu açmak onların çok hoşuna gider. Ama iktidar bunun yaratacağı sakıncaları hiç düşünmeden sadece oy avcılığı için çaba gösteriyor” dedi.“Nedir bu sakıncalar?” dedim tabii.Uzunırmak anlattı; “Birincisi” dedi; “18 yaşında bir genç milletvekili seçildi, 22 yaşında bu görevi bitti, ama tekrar seçilemedi. Ama bu genç artık bir eski milletvekili. Ne yapacak bu genç? O delikanlı hâliyle yaratacağı sorunları hiç düşünen oldu mu?”“İkincisi” dedi Uzunırmak, “18 yaş genci henüz eğitim çağında. Bir yasa yapma konusunda bilgisi ve deneyimi yok. Onu milletvekili seçtiren partisinin talimatı dışında hiçbir şey yapamaz.”Silah altındaki erata oy kullandırmanın da çok sakıncalı olduğunu söyleyen Uzunırmak “Askere alma sistemi iktidarın elinde. Gün gelir bazı bölgelere sadece belli siyasi partiye eğilimi olan gençler gönderilir ve bu bölgelerdeki oy dengeleri değiştirilebilir. Özellikle yerel seçimlerde bunun çok sakıncaları olduğu bir gerçek. Öyle yerler var ki, yerel seçimde oy kullanan 4 bin kişi var. Ama aynı yerdeki askeri birlikte 10 bin asker var. Bu askerlerin yerelle hiç ilgisi olmayan birine oy verdiklerini düşünebiliyor musunuz?” diye konuştu.Uzunırmak “Ayrıca, siyasi partilerin oy kullananlara yönelik propaganda yapma hakkı vardır. Eğer yasa çıkarsa kışlalarda siyasi propaganda yapmayı yasaklayamazsınız. Ne yani partiler kışlaları dolaşıp askerlerle miting mi yapacaklar?” diye sordu.Uzunırmak son olarak da “Kışlada sandık kurulursa, oradaki askerlerin kime oy verdiği de ortaya çıkacak. Bir askeri birlikte BDP çoğunluğu alırsa, oradaki erat terörist kabul edilecek gibi bir garabet ortaya çıkacaktır” dedi.*****Demokrasi yanlışlarıŞunu iyi bilelim;Demokrasi demokrasidir.İlerisi gerisi olmaz.İleri demokrasi kavramı yanlıştır.Sınırsız demokrasi olmaz tanımı yanlıştır.Demokraside sınırı hukuk sistemi belirler.Benim işime gelirse demokrasidir, işime gelmezse demokrasinin de bir sınırı var demek demokrasiye karşı yapılmış bir haksızlıktır.Bilelim diye not düştüm.*****Çankaya senaryoları, yerel seçim senaryoları, Suriye ile savaş senaryoları, ekonomide iyi senaryo, ekonomide kötü senaryo; liste uzayıp gider. Sanki hepimiz birer oyuncuyuz ve bu senaryolarda bize verilen rolleri oynuyoruz.(Gani Yıldız) *****15 dakika park bedava olmalıBelediyeye bağlı İspark neredeyse İstanbul’un bütün cadde ve sokaklarını parselledi. Elbette eskiye oranla iyi bir uygulama. “Para vermezsen araban çizilir abi” takımı gitti yerine düzgün kıyafetli, kibar görevliler geldi.Ancak uygulama bazı noktalarda aksıyor.Örneğin yol üstünde bir eczaneden ilaç alacaksınız. Park yeri yok, sadece İspark’a ait yerler var. Topu topu üç dört dakika durup yola devam edeceksiniz. İsparkçı başınıza dikiliyor ve bir saat parası alıyor.Oysa normali, bu tür kısa alışverişler için olanak sağlamaktır. 15 dakika park ücretsiz olabilir. 15 dakikayı geçirenlerden bir saat ücreti alınabilir.Belediyenin burada biraz kaybı olabilir tabii ama, vatandaşın işi görüleceği için getirisi daha fazla olur.
Sevgili okurlar; gündemimizin hiç değişmeyen maddelerinin başında Kürt sorunu ve terör var. Yapılan tartışmalara, bir türlü alınamayan kararlara, ortaya konamayan iradeye bakılınca bu sorunların daha uzun süre gündemimizde olmasının kaçınılmaz olduğu da bir gerçek. Bugün sizlerle bu sorunların kamuoyu önünde pek konuşulmayan taraflarını paylaşmak istiyorum.Sanki tek sorunÜlkemizde bir “Kürt sorunu” olduğu doğru ama bunun “sadece tek sorun” gibi yansıtılması yanlış. Bazı kesimler “Bu sorun çözülmeden başka hiçbir sorun çözülemez” mantığı içinde hem bir çözüm önerisi getirmiyorlar hem de sorunun hiç bitmemesini, kangren hâlini almasını istiyorlar adeta. Öncelikle artık paranoyaya dönüşen bu mantıktan biraz sıyrılmamız gerek.Kavramları karıştırmakKavramları birbirine karıştırmakta, böylece de hiçbir çözüm üretemediğimiz gibi sadece düşmanlıkları körüklemekte üstümüze yok. Öncelikle Kürt sorunu ile terör sorununu artık birbirinden kesin olarak ayırmak zorundayız. Aksi takdirde hem her iki sorunu da çözemiyoruz hem de halklar arasındaki çelişkileri kalıcı bir düşmanlığa çeviriyoruz. Buna kimsenin hakkı yoktur ve olamaz.“Kan akmasın diye”Yıllardır “Kürt sorunu” diye ekranları dolduran, halkın adeta beynini yıkayan, Türkiye’ye ne faydası olduğunu anlamakta zorluk çektiğimiz kişiler kulağa hoş gelen, ama hiçbir anlamı olmayan sloganlarla zihinleri bulandırıyorlar. “Analar ağlamasın, kan dursun” sloganları iyi niyetli gibi görünmekle birlikte aslında sorunun çözülmemesine yönelik söylemlerdir. Sahiplerinin asıl amaçları başkadır.Kim kan akıtıyor?“Kan akmasın” cümlesi herkesin ortak cümlesidir, ama en azından “Kim kan akıtıyor?” sorusunu da sormamız gerekmiyor mu? “Kan akmasın” diyenler, terör örgütü ile devleti eşit kılmayı amaçlıyor. Oysa bir tarafta amacı için her türlü terörü mübah gören bir zihniyet diğer tarafta bunu engellemek isteyen devlet var. Devleti hakkını arayanların kanını akıtan örgüt gibi gösteremezsiniz.Terör daha güçlüDaha önce de yazdığım gibi, şöyle bir gerçekle karşı karşıyayız. “Terörle asla bir yere ulaşılamayacağını” söyleyebiliyoruz ama, durum ortada, PKK terörü kullanarak amacına ulaştığı gibi tüm Türkiye’yi de esir aldı. Konuyla ilgili olmayan milyonlarca insan terörün korkunç yüzünü göremiyor ve sanki devlet vurduğu için terör oluyormuş gibi “Yeter ki akan kan dursun” söylemine prim veriyor.Yanlış anlaşılmasınİşine gelmeyen fikirleri tersten okumayı ve hemen saldırmayı adet edinenler “Kürt sorunu yok mu, Kürtlere haksızlık yapılmadı mı?” diye yine bildik yaygaralarını koparabilirler şimdi, ama fark etmez, gerçeği yazmak da bir namus borcudur. Şunu bilmeliyiz ki, eğer kan akıyorsa, Kürtler adına hareket etme hakkı olup olmadığı bilinmeyen bir kesim sürekli teröre baş vurduğu için akıyor bu kan.Kim ister ki?Deli ya da art niyetli olmayan hiç kimse her gün askerlerimizin şehit olmasını, dağdaki genç insanların öldürülmesini kabullenemez. Ama hiçbir zaman bu nedenle terör mazur gösterilip “Onlar da haklarını istiyorlar” da denemez. Türkiye Kürt sorunu ile terörü birbirinden ayırmayı beceremezse ne bu sorunu bitirebiliriz ne de terörü sonlandırabiliriz. Tartışmalar ise kendimizi kandırmaktan ibaret kalır.Basit bir soruKürt sorununu çözme bahanesiyle terörü görmezden gelenlere küçük bir soru sormak istiyorum. Diyelim ki Türkiye bölündü ve Güneydoğu’da bir Kürt devleti kuruldu. Öncelikli soru “Bu nasıl bir devlet olacak? Ulusa dayalı bir devlet mi olacak?” Kürt sözcülerinin söylemlerine baktığımızda, bir devlet kurulursa bunun Kürt ulusuna dayalı devlet olacağı açıkça ortadadır. Başkasının olması mümkün değildir.Türkler terör yaparsaBir Kürt devleti kurulsa bile, bölgede yaşayan başta Türkler olmak üzere diğer unsurların tamamen tasfiye edilmesi o kadar kolay değildir. Peki bu devlet kurulduktan bir süre sonra örneğin Türkler sağda solda bombalar patlatarak masum insanları öldürerek “hak mücadelesine” başlarlarsa, egemen Kürt devleti buna karşı ne yapacaktır? “Türk sorunu” tartışmalarına mı girecektir?Palavra atılmasınTabii bu görüşe karşı “Kürt devleti kurulursa anayasası Türkiye gibi olmaz, bütün etnik kimlikler haklarını zaten almış olur” diyenler olabilir. Ama bunlar palavradır. Bugüne kadar hep bir etnik kimlik üzerinden yürütülen siyaset, eğer bir devletle taçlanacaksa, o devlet elbette ulusa dayalı bir devlet olacaktır ve kendini tehlikelere karşı korumak için dünyadaki örnekleri gibi örgütlenecektir.Yapmamız gerekenYukarıdaki örnek “subjektif” bir örnektir. Sadece bir “durum saptaması” yapmak için yazdım. Gerçekleşmesi o kadar da mümkün değildir. Kürt sorunu konusu ile terörü daha net ayırabilmemize yardımcı olması için yazdım. Bunca tartışma yaparken eğer bu iki sorunu ayırmayı başaramazsak sonuca da asla ulaşamayacağımızı belirtmeye çalışıyorum. Yani bu kadar basit bir şey.Teröristle müzakereBuradan gelmek istediğim nokta şu: İktidar ve yandaşları kulağa hoş gelen sloganlarla güya sorunu çözmek için “gerekirse terör örgütüyle bile görüşülebileceğini” söylüyorlar. Ki ayrıca zaten bu görüşmelerin yapıldığı hatta yapılmaya devam ettiği bile biliniyor. Ama burada da kamuoyuna söylenmeye çekinilen bir durum var ki, o da ayrı bir skandal konusudur. Bunu da bilelim.Apo serbest bırakılmalıŞimdi sizlere Kürt sorunu adı altında Türkiye’ye zarar veren çevrelerin açıkça söyleyemediği, el altından körüklediği bir noktayı yazayım. Eğer Kürt sorununu çözmek için terör örgütüyle bile görüşecek kadar cesaretliyseniz, o halde İmralı’daki terör lideri Abdullah Öcalan’ı da serbest bırakmak zorundasınız. Onunla görüşeceksiniz, onun marifetiyle sorunu çözeceksiniz ama onu içerde tutacaksınız.Bu doğaya aykırıdırKendinizi bu görüşmelerin muhatabı yerine koyun. Moda deyimle “empati” yapın. Sorun sizin sayenizde çözülecek, kan duracak, herkes mutlu olacak. Ama siz hapiste kalmaya devam edeceksiniz. Bunu kabul eder misiniz? Öncelikle “Hele beni bir bırak, sorunu çözeyim” dersiniz değil mi? O halde Apo’yu bırakmadan terör örgütüyle görüşme yapmanın hiçbir yararı yoktur ve olamaz da.Gelelim çözümeSevgili okurlar, bugün Türkiye’ye “çözüm” diye dayatılan PKK terör örgütünün ve uzantılarının tüm taleplerinin yerine getirilmesini istemekten başka bir şey değildir. “Artık çözelim” diyenler yeni öneri de getirmemektedir. Üstü kapalı söylenen “çözüm ancak terör örgütünün taleplerini yerine getirmektir” şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu talep de “Kan akmasın” güzel sloganıyla süslenmektedir.Hepinize iyi haftalar dilerim.
Araya uzun bir tatil dönemi girince sizler de pazar fıkralarından mahrum kaldınız ister istemez.İşte başlıyoruz yine pazar fıkralarına.Tabii ki her zaman olduğu gibi Yıldırım Tuna’dan.Şimdi ne oldu?İki arkadaş yıllar sonra karşılaşmışlar, birbirlerine hayatlarını anlatırlarken biri diğerine“Karınla aşk hayatın nasıl?..” diye sormuş. “Aynen bir Cola gibi” diye cevap vermiş diğeri. “Hadi ya?.. Harika.. Sürpriz baloncuklarla dolu ha?” Diğeri ”Yok, öyle değil” demiş “Eskiden ‘NORMAL’ di, daha sonra ‘LIGHT’ oldu, şimdi ise tamamen ‘ZERO’..!”Kesin kararPsikoloji dersinde profesör büyük bir kafesin tam ortasına erkek bir fare, bir köşesine bir parça kek, diğer köşesine dişi bir fare koymuş, erkek fare keke doğru koşup yemiş. Bu sefer biraz peynir koymuş, erkek fare bu sefer peynire yönelip onu yemiş. Bu durum yiyeceği her değiştirişinde aynen devam etmiş, erkek fare dişi fareye değil de her seferinde yiyeceğe yönelmiş. Profesör “Bu durum gösteriyor ki bir erkek için yiyecek her zaman daha önemlidir çocuklar” demiş. Arka sıralardan bir erkek öğrenci “Bir kere de dişi fareyi değiştirsek efendim” diye atılmış, “Bakarsınız deneydeki mevcut dişi karısı falan olabilir.. Kesin karara varmadan yanılmayalım da..!”İlgisiz avukatSanık Efendim baronun bana tayin ettiği avukatı azletmek istiyorum..Hakim - Neden?..Sanık- Benim davamla hiç ilgilenmiyor ki efendim..Hakim ( Avukata dönerek) - Sanığın ileri sürdüğü konu hakkında ne düşünüyorsunuz?..Avukat bey.. Size söylüyorum..Avukat Efendim?.. Ç..Çok özür diliyorum efendim, vallahi dalmışım dinlememiştim..N..Nedir?..BütçeEvlilik yüzüklerinizi satın alması için müstakbel kocanızı sakın tek başına kuyumcuya göndermeyin. Yoksa gidip saçma sapan bir şey yapabilir.. Ne bileyim mesela bütçesine uygun bir şey seçebilir..!*****Gani Yıldız’danYeryüzünden 39 km yüksekten paraşütle atlayan ve yere 9 dakikada inen Felix’e ülkemizde bir rekor denemesinin teklif edildiği ortaya çıkmış. Cuma akşam saatlerinde köprüden geçmesi istenen Felix, “Maceracıyım ama o kadar cesur değilim” diyerek kabul etmemiş.***Kadına yönelik şiddeti engellemek için, polise ve ambulansa haber veren “panik butonu” uygulaması başlamış. Anlaşılan sorunun çözülememe sebeplerine bir yenisi eklendi; çalışmayan panik butonları.***AKP, attığı adımları “İleri Demokrasi Yolculuğu” isimli bir kitapta toplamış. Kitabı almak için gittiğimiz kitapçıda elemandan yardım istedik, “Masal kitapları sol tarafta” dedi!***Rus füzeleri Türkiye’ye bakıyormuş. Dış politikada “sıfır sorun” diyenler bu füzelere nasıl “bakıyor” acaba?***Avrupa Birliği İlerleme Raporu’nda, ülkemizdeki yargı süreçleri, medya ve ifade özgürlüğü gibi konularda eleştiriler varmış. Türkiye-AB ilişkisi de sallantıdayken, bir sonraki raporun adı “Gerileme Raporu” olursa kimse şaşırmasın!***“Suriyeydi, savaştı” derken “iç” krizleri özlemiştik. İmdada yetişen “yerel” seçim olunca cuk oturdu!***Yeni yapılan bazı ev projelerinin reklamlarda öne çıkarılan özelliği projenin Adalet Sarayı’na yakın olması. Demek ki toplum olarak uzak kaldığımız adalet duygusunu, Adalet Sarayı’na yakın oturmakla bastırabileceğimiz düşünülüyor...***Önce Suriye, sonra Ermenistan uçağı derken havadaki her şeyi indirip kontrol ediyoruz. Esas şu “uçan” benzin fiyatının fiyakasını bozsak ya!***Vergiler zaten yüksek, zamlar yolda. Peki bütün bunlara rağmen araştırmalarda “mutlu olduğu” ortaya çıkan Türk halkının bu özelliği nasıl açıklanır? Yine vergiyle; Allah vergisi bir yetenek.‘Konuşmuyordum’İstanbul’da trafik polisleri araç sürerken cep telefonu ile konuşanlara karşı savaş açmış.Televizyonda izliyorum. Taksim’de yapılan uygulamada telefonla konuştuğu için polise yakalanan sürücü nasıl itiraz ediyor, neredeyse kavgaya tutuşacak.Bir diğeri ise yemin billah “konuşmadığını” anlatmaya çalışıyor.Polis, biraz da kameraların durumu çekmesinden aldığı cesaretle olacak hiç sesini çıkarmadan ceza makbuzunu dolduruyor.Sürücü itirazlarını sürdürüyor ve “Vallahi konuşmuyordum memur bey, bankadan aradılar, ben de geleceğimi söyledim, hepsi bu” diyor.Anlaşılan arabada cep telefonu ile konuşmadan anladığımız şu “Biz ararsak konuşmuş sayılırız, ama bizi ararlarsa bu konuşma sayılmaz, zorunlu olarak açıyoruz.”*****Mmmm- Aşkım beni bütün kalbinle seviyor musun?..- Mmmm..- Dünyadaki en güzel kadının ben olduğuma mı inanıyorsun?..- Mmmm..- Dudaklarımıgül goncası gibi mi görüyorsun?..- Mmmm.. Hmm..- Oh aşkım bu kadar güzel tanımlamaları nereden buluyorsun ki?.. Deli.Etkili savunmaAdam evinin bodrumunda viski yapıp satmaktan dolayı mahkemeye çıkarılmış. Avukatı onu kolundan sürükleyerek jürinin önüne getirmiş, “Sayın jüri üyeleri, şu arkadaşın tipine, kılığına,duruşuna, kıpkırmızı gözlerine bakar mısınız?” demiş, “Allah aşkına vicdanınıza danışıp da söyleyin, bu adamın elinde bir şişe viski geçse onu satacağına inanıyor musunuz?..”
Ergenekon davası nedeniyle “ne suçu olduğunu bile bilmeden” yıllardır hapiste süründürülen İnönü Üniversitesi eski rektörü Prof. Fatih Hilmioğlu’na reva görülen muameleyi herhâlde hepiniz içiniz burkularak öğrendiniz.Henüz 22 yaşındaki oğlunu bir trafik kazasında yitiren Hilmioğlu’na cenazeye katıldıktan sonra evinde kalma izni bile çok görülmüş ve koca rektör Sincan Cezaevi’nde gecelettirilmişti.Elbette bu olay büyük tepki gördü.Tepkiler doğal olarak iktidara yöneltildi. Adalet Bakanlığı eleştirildi.Oysa yapılan resmi açıklamalardan öğreniyoruz ki, Hilmioğlu’na yönelik insanlık dışı uygulamanın gerçek mimarı jandarma.Adalet Bakanlığı açıkladı; “Bu uygulama ile ilgimiz yok. Ayrıca Silivri hâkim ve savcılarının da bu yönde bir talebi yok. Karar doğrudan jandarma tarafından alınmış ve uygulanmıştır.”Neymiş; jandarma izinle cezaevinden çıkarılan bir sanığın kaçması tehlikesine karşı önlem almak zorundaymış. Aslında sanık evinde de kalabilirmiş ama jandarma bunun için en az 6 personeli evin önüne koymak zorundaymış. Ne yazık ki yeterli personel bulunamamış.Eğer komutanlarının birinin evine odun taşıtılacak olsa 6 değil 60 jandarma da bulunabilirdi.Hilmioğlu’na yapılan insanlık dışı uygulama jandarmanın ilk sabıkası değil.Gazeteci Doğan Yurdakul kanserle karşı yenik düşen eşinin cenazesine katıldığında, jandarma “belki kaçar” şüphesi ile cezaevi aracını mezarın dibine kadar sokmuş, Doğan Yurdakul’u ancak ondan sonra indirmişti. Yurdakul eşinin mezarına bir avuç toprak attıktan sonra yine apar topar, itile kakıla cezaevi aracına konulmuştu.Daha sonra yine 22 yaşındaki oğlunu yitiren yarbay Mustafa Dönmez’e cenazeye katılması için bir türlü araç temin edilememişti. Araç temin edildiğinde de kompleksli bir üsteğmen önce aracı Silivri’yle yollamış sonra da “Araç komutanı benim, gelin beni Maslak’tan alın” demiş, bu nedenle yarbay Dönmez cenazeye yetişememiş, ancak mezara konurken oğlunun cenazesine sarılabilmişti.Peki jandarma bunu neden hep yapıyor?Hukuka saygı desem, bunun hukukla ne alakası var? Güvenlik diyorlarsa, o da olmaz.Efendim geçenlerde bir uyuşturucu kaçakçısı benzer bir izin sırasında kaçmış.Jandarma da koskoca bir rektörün oğlunun cenazesini bahane edip kaçabileceğini düşünüyor olmalı.Herhalde jandarma komutanları bir bilim adamının koşullar ne olursa olsun kaçıp gitmeyeceğini bilir. Ayrıca yasalar önünde hepimiz eşitiz ama herhalde ne idüğü belirsiz bir uyuşturucu kaçakçısı ile bir rektörü de bir tutamazsınız. En azından kanunlarımızdaki “maruf kişi” sıfatına aykırı düşer bu.Kimbilir belki de jandarma bu uygulamaların iktidarın hoşuna gideceğini düşünüyordur. Ama o da olmaz, çünkü neredeyse bütün iktidar sözcüleri uygulamanın şık olmadığını belirttiler.O zaman bu jandarmaya ne oluyor?*****Kendileri kutlamıyor, millete de kutlatmak istemiyorlarBakalım bu yıl Cumhuriyet Bayramı resepsiyonu yine bir bahane ile iptal edilecek mi?Edilsin ya da edilmesin, Cumhuriyet’e, Atatürk ve devrimlerine sahip çıkmaya, cumhuriyet ve devrimlerin sürekli örselenmesine tepki gösteren büyük bir kesim bayramı kutlamak istiyor.Bu nedenle 29 Ekim günü Ankara’da ilk meclis binasının önünde toplanmak üzere bir çağrı yapıldı.“Vatan ve Cumhuriyet için Halk Buluşması” adı verilen toplantıya bütün halk davet edildi.Ne var ki, Ankara Valililiği bu toplantıyı “yasa dışı” bularak yasaklamış. Gerekçe ise “Meclis’in önü gösteri ve toplanma merkezi değildir.”Ankara Valilliği aynı gerekçe ile dün yapılması gereken Gaziler Yürüyüşü’ne de yasak koymuştu. Gösterileri yasaklayan Valilik ayrıca “Eğer buna rağmen bir toplanma olursa, düzenleyenler hakkında olduğu gibi katılanlarla ilgili de soruşturma yapılacaktır” açıklamasında bulunmuş.Atatürk Anıtı’na çiçek bırakamıyoruz artık çünkü polis barikat kuruyor. Cumhuriyetimize sahip çıkmak için yürüyemedğimiz gibi toplanamıyoruz, çünkü bunu tehlike olarak görüyorlar.İyi de, 29 Ekim günü elime bayrağımı alıp “İlk Meclis’in” önüne gitmemde bir engel yok herhâlde.O sırada bir milyon kişi daha benim gibi düşünüp aynı yere gelmişse buna kim karışacak?*****Cumartesi anneleri gibiErgenekon, Balyoz 28 Şubat gibi davalarda tutuklu olan emekli ve muvazzaf subayların aileleri her hafta cumartesi günü Ankara ve İstanbul’da bir araya gelerek 1 saatlik eylem yapmayı sürdürüyor.Bir dönem büyük ilgi gören “Cumartesi anneleri” gibi bir araya gelen asker eşleri “sessiz çığlık” adını verdikleri bir saatlik eylemde halka yapılan haksızlıkları anlatmaya çalışıyor.Asker eş ve yakınları İstanbul’da her cumartesi saat 11.00’de Beşiktaş Özgürlük Anıtı’nın önünde, Ankara’da da Sakarya Caddesi’nde bir araya geliyor.“Sessiz çığlık” hareketine destek vermek ve asker yakınlarıyla bunu paylaşmak isteyenler buraya mutlaka gitmeliler.*****Suriye’de Beşar Esad’ı eleştiren birisi yeri belli olmayan bir hücreye gönderilirmiş. Çok şükür bizde böyle bir şey yok; iktidarı eleştiren nereye götürüleceğini biliyor! (Gani Yıldız)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Darbeleri Araştırma Komisyonu uzunca bir süredir genelde darbeleri ama özelde sadece 28 Şubat dönemini sorguluyor.Gazetecisinden siyasetçisine, akademisyeninden hukukçusuna kadar birçok kişi komisyonun önüne oturup soruları cevaplandırdı.Bunların bazıları dışarı çıktıklarında konuştukları gibi ifadelerini medyaya da yaydı, bazıları ise hiçbir şey söylemedi.Ancak aynı süreçte Ankara’da açılan 28 Şubat davası da sürüyor ve aralarında orgenerallerin de olduğu çok sayıda asker tutuklu.İşin garipliğine bakın ki, bir taraftan dava sürerken diğer taraftan aynı dava nedeniyle sanık olabilecek kişiler Meclis komisyonuna konuşuyor.Buna da hukuk devleti diyoruz.Oysa yasalarımız devam eden bir dava ile ilgili davayı etkileyebilecek her türlü faaliyeti yasaklar.Bu konuda bırakın davayı etkileyecek faaliyette bulunmayı, Meclis resmen davaya delil toplamayı hedeflemiş gibi görünüyor.Nitekim Komisyon Başkanı Nimet Baş her fırsatta 28 Şubat’ın bir darbe olduğunu vurgulayarak başta Süleyman Demirel olmak üzere komisyona ifade veren bazı kişilerin 28 Şubat’ı bir darbe olarak görmemelerini hayretler içinde izlediğini söyleyebiliyor.Bu durumun, bizzat hukuku korumakla yükümlü yasama meclisi tarafından yaratılması da ayrıca ibretlik bir konu.Bunun ötesinde komisyona koşa koşa gidip ifade verenleri de şaşırarak izliyorum.Meclis Araştırma Komisyonu’na ifade vermek zorunlu değil.Çünkü bu bir soruşturma komisyonu değil.O halde neden birçok kişi komisyonun önüne çıkmayı bu kadar arzuluyor ki?İfadelere bakıyorsunuz, sonuçta hepsi yaşanmışlıklara dayalı.Bir tür anılar anlatılıyor sonuçta. Bu da ifade verenlerin şahsi görüşlerine, siyasi bakış açılarına hatta karakterlerine ve komplekslerine, bunun da ötesinde düşmanlık veya sempatilerine dayanarak konuştukları izlenimi yaratıyor.Tek tek kimseye “sen neden gidiyorsun?” eleştirisi yöneltemem ama, genel olarak bu tür bir komisyona üstelik dava görülürken koşulmasını içime sindiremiyorum.Çünkü bu komisyonun amacı, darbeleri araştırmak, hesap sormak, darbe olmasını önleyecek fikir ve düşünce birliğini oluşturmak değil, bugünkü iktidar zihniyetinin bir süre önce mağdur edildiğini düşünerek, bunun intikamını almasıdır.Bugün iktidar etrafında kümelenen kesimlerin hiçbiri 27 Mayıs, 12 Mart ya da 12 Eylül askeri müdahalelerinin mağduru olmamıştır. Tam tersine, bu kesim hem darbelere destek vermiştir hem de darbelerin nemalarından yararlanmıştır.Şimdi kalkıp da, askerin bir tür vitrin mankeni olarak kullanıldığı 28 Şubat’ı bahane edip “darbelerden hesap soruyoruz” denilmesi ahlâkla, vicdanla bağdaşmaz.Buna alet olanlar bir gün yaptıklarının farkına varacaklar belki ama o zaman pişmanlığın da yararı olmayacak.*****İşsizlik artışa geçmiş. Anlaşılan iş aramayı iş edinenler işten çıkmaya başladı. (Gani Yıldız) *****İyi bir şeyden hemen vazgeçiyorlarİstanbul’da trafiğin Allah’a emanet olduğu, trafik polislerinin trafikle hiç ilgilenmediği bir gerçek.Ama buna rağmen bazen iyi şeyler de yapılıyor.Yapılıyor da, herhalde “iyi bir şey” olduğu için hemen vazgeçiliyor.Son örneğini Zincirlikuyu’da Beşiktaş istikametindeki Boğaz Köprüsü’ne katılım kavşağında gördüm.Oradaki durum şudur: Sağda otobüs durakları, ayrıca metrobüse yaya girişi. İleride ancak tek şeritli köprü yoluna giriş. Biraz aşağısında ise Esentepe’ye sapan yol, onun solunda Beşiktaş’a inişi sağlayan alt geçit.Günün neredeyse her saatinde, metrobüse gidenleri indiren minibüsler, otobüsler, taksiler ve durakta yolcu indirip bindirenler, sağa köprü yoluna dönüş yapacak araçlar ve Esentepe’ye gidecekler tek noktada yığılır.Böyle olunca köprüye ya da Esentepe’ye gidecekler önce iki, sonra üç ve hata dört şerit bindirirler üst üste.İşte geçenlerde bir trafik ekibi dubalar koyarak köprüye gideceklere bir hat açmışlardı. Böyle olunca “kaynak” denilen ikinci üçüncü şeritler yapılamıyor tabii. Trafik görünür biçimde rahatlamıştı.Ama o ne, ertesi gün bu uygulama kaldırıldı. Trafik müdürlüğü yapılanın iyi bir iş olduğunu anladı galiba. *****Merakım devam ediyorDaha önce de yazdım, ama hiçbir şey değişmiyor, bir daha hatırlatayım:Uçaktasınız. Uçak iniyor ve duruyor.İşte o anda uçağın en ön sırasından en arka sırasına kadar neredeyse herkes ayaklanıyor.Tamam anlıyorum, herkes bir an önce üst dolaplardaki eşyalarını almak ve hemen inmek istiyor.İstiyor da, bu teknik olarak mümkün değil ki.Körüğün yanaşması ve kapıların açılması en az birkaç dakika.Önden boşalmaya başlamasından sonra örneğin 10’uncu sıradakine sıra gelmesine de en az birkaç dakika var.Buna rağmen herkes birbirinin üstünde, elinde paketler, çantalarla iki büklüm öyle beklemeyi tercih ediyor. Mazoşist gibi.Bu yazıyı tesadüfen uçakta okuyanlar, uçak indiğinde bu anlattıklarımı bir gözlesinler.Öyle sanıyorum ki hepsi içten içe “kendi durumuna” gülecektir.Kararı vicdan mı istikbal mi belirleyecek?Çok sayıda askerin aylardır hapiste yattığı 28 Şubat davası sanıklarından emekli sosyolog albay Alican Türk’ten bir mektup aldım.Alican Türk, Meclis Araştırma Komisyonu Başkanı’nın tavrının yargıyı etkilemeye yönelik olduğunu vurgulayarak “Üstelik zamanında 28 Şubat mağduru olduğunu söyleyen kişilerin avukatlığını yapan sayın Nimet Baş’ın objektif olabileceğinden çok şüpheliyim” diyor.Ardından “Gelin bu adalete inanın” diyen Alican Türk şu soruları soruyor:1- Sayın Baş’ın başkanlığındaki komisyondan çıkacak 28 Şubat raporunun sonucu şimdiden belli değil midir?2- Komisyonun raporu belliyse, mahkemenin sonucu da şimdiden belli sayılmaz mı?3- Koskoca TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu Başkanı, süregiden bir yargılama hakkında böyle konuşabilir mi? Bu açıklaması yargıyı etkileme sayılmaz mı?4- Mahkemenin görüşü Komisyon’un raporundan farklı olursa ne olacak?Ben söyleyeyim: Hâkimler karar verirken vicdanları ile istikballeri arasında kalacak.Velhasıl 28 Şubat davasına bakmakla görevli 13. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Sayın Tayyar Köksal’ın işi zor.
Cumartesi günü önce CHP Beylikdüzü İlçe Başkanlığı’nın düzenlediği “İleri demokraside medya” konulu bir toplantıda konuşmacıydım.Saat 14.00’teki toplantı için Beylerbeyi’nden 12.20’de yola çıktım, Beylikdüzü’ne vardığımda saat neredeyse 14.00 olmuştu. Kılı kılına yetiştim yani.Sözüme başlarken “Beylerbeyi’nden buraya 1.5 saatte ancak vardım, ilk kez söz verdiğim bir toplantıya gecikeceğim diye yüreğim ağzıma geldi. Burası çok güzel ama hiç dışarı gitmezseniz” dediğimde salonda gülüşmeler oldu.İzleyiciler “Bugün cumartesi olduğu için şanslısınız, aslında en az 2 saat hatta 2.5 saat sürerdi yolculuğunuz yoksa” dediler.İstanbul’un sahibi olmadığı için trafik sorununa da kimse çare düşünmüyor. Araçları sanki baraj kapakları açılmış da su bırakılmış gibi salıyorlar yollara, ondan sonrası hak getire.Bir süre önce Bakırköy Belediye Başkanı Ateş Ünal Erzen’le birlikteydim. Benzer bir trafik sohbeti yaparken “İstanbul’da trafik polisi yok. Baktım sizin Bakırköy’de de durum aynı. Dışarıda bütün araçlar birbirine girmiş, ortalıkta tek polis bile yok” dedim.Ateş Ünal Erzen “Polisin kadrosu çok zayıf. 12 saatlik vardiyalar hâlinde çalışıyorlar, iki günde bir devlet büyükleri de İstanbul’a geldiğinden çoğunu eskort ve koruma olarak kullanıyorlar” dedikten sonra “Aslında buna çare bulunabilir, benim bir önerim oldu” diye devam etti.Ateş Ünal Erzen “Şu anda bütün belediyelerin zabıtaları var. Büyükşehir’deki zabıta sayısı en fazla. Bu zabıtalar gün içinde kendi görevlerini yapıyorlar, ama sabah ve akşam pik dediğimiz en sıkışık saatlerde trafik polisi gibi görevlendirilebilirler” diyerek formülünü anlattı.Erzen “Senin de daha önceleri yazdığın gibi İstanbul trafiği kavşaklardaki tıkanıklık nedeniyle arapsaçına dönüyor. Çoğu kavşak kırmızı yandığında dolu kaldığı için yeşil yanan taraf da yürüyemiyor ve trafik durma noktasına geliyor. Oysa burada bir trafik polisi olsa, akışa göre trafiği keser, yönetir ve sıkışıklığı en aza indirir. Ama ne yazık ki polis sayısı yeterli değil. Oysa belediyelerde yaklaşık 3 bin küsur zabıta var. Zabıtaların hepsi trafik eğitimi alıyor. Sıkışık saatlerde her belediye kendi alanındaki kavşaklarda bu zabıtaları görevlendirebilir” dedi.Erzen bu önerisini vali ve emniyet müdürüne de aktardığını belirterek “Çok beğendiler, uygulanmasının çok iyi sonuçlar vereceğini söylediler. Hatta Vali hemen bir hazırlık yapılmasını bile istedi, ama daha sonra ses çıkmadı” diye konuştu.Ben de “Muhtemelen polisle zabıta arasında bir uyumsuzluk olabileceğini düşünmüşlerdir” dedim. Erzen “Niye çıksın ki, zaten zabıtalar sabah ve akşam en fazla bir saat, bilemedin bir buçuk saat görev yapacaklar ama trafik çok rahatlayacak” cevabını verdi.Erzen belediye zabıtlarının böyle bir görevi “angarya” gibi göreceklerini düşündüğünü söyleyerek “Trafik müdürlüğü yeterli kaynak olmadığı için kadro açamıyor, ama İçişleri Bakanlığı trafik cezalarından oluşacak bir fon yaratabilir ve sıkışık saatlerde trafik polisliği yapan zabıtalara maaş gibi olmasa da onları da mutlu edecek bir para dağıtabilir. Ayrıca trafik sıkışıklığının ekonomiye verdiği hasarın yanında zabıtalara ödenecek para devede kulak kalır herhâlde” dedi.İşte hiç olmazsa en sıkışık saatlerde İstanbul trafiğine çözüm olabilecek bir öneri. Vali’nin de Emniyet Müdürü’nün de haberi var.İşin düzenlemesini yapmak ve uygulamaya sokmak en kolay tarafı.*****Bütçe açığı ilk 9 ayda 15 milyar liraya dayanmış. Haydi diyelim açık dayanacak bir yer buldu. Peki vatandaş nasıl dayanacak? (Gani Yıldız)*****MHP’nin muhalefeti yeterli mi?Yıllık izine çıkmadan önceki son yazımda “Hep CHP konuşuluyor, MHP muhalefet partisi değil mi?” diye sormuştum.Yazımda MHP’nin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, 12 Eylül anayasa referandumunda AKP’ye destek verdiğini, yerel seçimlerin öne alınması için de AKP’nin yanında saf tuttuğunu yazmıştım.Yazı yayınlandığı gün MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural aradı.“Bize haksızlık yapmışsınız Can Bey” diye söze girdi. Ben de “Hep CHP’nin iyi muhalefet olmadığı yazılıyor çiziliyor, size de dokundurdum” karşılığını verdim.Vural “Ama” dedi ve devam etti. “Yazınızda Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden söz ediyor ve bizim erken davrandığımızı belirtiyorsunuz. Eğer AKP’nin aday belirlemesini bekleseydik, bu kez de (MHP adaya göre vaziyet alıyor) eleştirileri gelecekti. Biz demokratik olarak kararımızı bildirdik ve arkasında durduk.”Vural’ın bu sözlerine karşılık “Ama orada sorun şu, siz kararınızı açıklayıncaya kadar AKP adayını belirleyemiyor ve Gül’ü söyleyemiyordu. Bir anlamda Gül’ü siz seçtirmiş oldunuz” dedim.Vural da “İyi de biz de bir siyasi partiyiz, başkalarının yapacağına göre davranamayız ki” dedi.Vural “İkinci olarak 12 Eylül referandumunda AKP’nin yanında durmadık, tam tersine hayır oyu vereceğimizi açıklayıp hiç yalpa da yapmadık. Oysa CHP Genel Başkanı bir genel aftan söz etti durup dururken, sonuçlara bakınca, suçu bizde değil CHP’de aramanız gerek” diye konuştu.Vural’a “Haklısınız, ancak en çok firenin MHP’den olduğu belirtildi. Belki kamuoyu bu nedenle sizin AKP yanında durduğunuzu düşünmüştür” deyince Vural “Biz siyasetimizi ortaya koyarız, başkası nasıl değerlendirmiş ne düşünmüş diye bakmayız” dedi.Vural son olarak “Anayasa değişikliği konusunda AKP’den bir teklif geldi. Bunu konuşacağımız yer Meclis’tir, başka türlü nasıl davranabilirdik ki?” deyince “Oradaki kastım başkaydı, diğer konularda sizin görüşününüzü almaya yanaşmayan AKP’nin, desteğiniz olmadan çıkamayacak bir yasa çıkaracağı bir zaman geldiğiydi” diye konuştum.Oktay Vural “Olabilir, biz parlamento adabına ve namusuna uygun davranmayı seçtik” dedi.Araya bir aylık süre girdi, ama MHP’nin bu tepkisini sizlerle paylaşmayı bir borç bildim.*****27 Ekim değil 3 Kasım olsaydı?İktidar partisi hiç beklenmedik bir anda kendini sıkıntıya soktu. Yerel seçimlerin öne alınması için hazırlanan anayasa değişikliği teklifi 360 oyda kalınca işler karıştı.Cumhurbaşkanı’nın vetosundan sonra ne olacağı henüz bilinmiyor.Oysa AKP’liler Genel Başkanı’nın ağzından çıkan her şeyi eksiksiz yerine getirme telaşında olmasalardı bu sorun belki yaşanmayacaktı.CHP 27 Ekim tarihine itiraz ediyordu. 29 Ekim 2013 salı gününe denk geliyor. Pek çok kişinin cuma akşamından başlayarak çarşambaya kadar tatile gitmesi ihtimali yüksek. CHP “Gelin bir hafta sonra yapalım seçimi” dedi. AKP kabul etmedi.CHP kulislerinde deniyor ki “AKP’nin bu inadı olmasaydı CHP’den de evet oyu çıkardı.”Bu ayrıntıyı vetodan sonra düşünmek gerek.Tabii bir diğer pazarlık konusu da yeni belediyeler kanunudur, bu da kaçınılmaz.