Saçlarınızı kurutmadan çıkın, bırakın güneşte kurusun. Kalıp gibi ütülü kıyafetler giymeyin, bırakın ifil ifil kumaşlar sizinle uçuşsun. Yaz güzeldir. Tatlı bir rüya kadar. Ama yaz kısadır, bir anda sonbahar rüzgarları esmeye başlar. Hep sürecek sanılan o rüya, bir anda en güzel anı yaşanmadan bitiverir. Sonra... Sonra sürekli onu tekrar tekrar görmek için yatılan uykular başlar, yakalanamayan o sıcaklar... O yüzden, şöyle sorun kendinize; İnsan ömründe kaç yaz yaşar. Değerini bilin. Kutsayın bu güzel mevsimi. Mesela bu akşam, evde oturmayın... Hala geç kalmış sayılmazsınız, belki bilet bulursunuz, tutkunun ve inancın sınırsızlığını anlatan Ravel ve Beethoven"ın eserlerini dinlemeye gidin.Yıllar sonra bile dönüp baktığınızda hatırlayacağınız bir yaz gecesi yaşayın. Çünkü bu konserde İKSV"nin Müzik Festivali kapsamında gerçekleşen bu konserde Ravel’in, I. Dünya Savaşı’nda sağ kolunu kaybetmesine rağmen “umudunu asla yitirmeyen” piyanist Paul Wittgenstein için yazdığı "Sol El İçin Piyano Konçertosu" seslendirilecek. Bir de Beethoven’ın, kahramanlığı hem zafer, hem de trajediyle dile getirdiği "3. Senfoni"si... Üstelik bu eserler, yorumculuğunun yanı sıra besteci kimliğiyle de tanınan, pek çok ödüle değer görülen, dünyanın en önemli orkestraları ve şefleriyle çalışan piyanist Hüseyin Sermet tarafından seslendirilecek. 20 yaşındayken Maurice Ravel Yarışması’ndan ödülle dönen Sermet’te bu konserde Roger Norrington yönetimindeki Deutsches Symphonie Orchester Berlin eşlik edecek. Camerata Salzburg, Stuttgart Radyo Senfoni’nin ardından Zürih Oda Orkestrası’nın birinci şefi olarak görev yapan Norrington özellikle barok, klasik ve romantik dönem yapıtların aslına tamamen sadık kalarak gerçekleştirilen icralarıyla tanınıyor. Henüz çok geç değil, bu güzel yaz gecesini müzikle taçlandırın. (Saat: 20:00, Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı)Senede bir günAnneler günü, babalar günü, sevgililer günü, kadınlar günü... Tüm kimliklerimiz üzerine bir gün var. Ancak yaşayabilmek üzerine yok! Bir günü kendimize, bedenimize ayırdığımız bir gün... Bu nedenle Richmond International ve Türk Kalp Vakfı’nın ortaklaşa düzenlediği ‘Sağlıklı Yaşam Festivali’ni önemsemekte fayda var. Geçen hafta Richmond Sapanca"da olağanüstü bir festival gerçekleşti. Düzenli beslenmeden egzersize, masaj, bakım ve terapilerden Doğu felsefesi ürünü yaşam biçimlerine pek çok alanda workshop ve seminerler yapıldı...Ayşecik"in hayalleri gerçek olduHerkesin Ayşecik diye tanıdığı, Yeşilçam’ın unutulmaz çocuk yıldızı Zeynep Değirmencioğlu, oğulları ile birlikte işletmeciliğini üstlendiği Değirmencioğlu Kebap Ocakbaşı Restaurant ile geçmişteki başarısını hizmet sektöründe de yakalamanın mutluluğunu yaşıyor.Yeşilçam’ın çocuk yıldızı Zeynep Değirmencioğlu ve Fenerbahçe Spor Kulübü eski futbolcularından Serkan Acar’ın iki oğlu Volkan ve Erkan Acar işletmeciliğindeki Mey Kebap, düzenlenen bir davetle ismini Değirmencioğlu Kebap Ocakbaşı olarak değiştirdi. Spor ve sanat camiasının katıldığı davette Zeynep Değirmencioğlu, uzun yıllardan sonra ilk kez medyanın karşına çıktı. Oğullarının kendisi için açtığı Değirmencioğlu Kebap Ocakbaşı Restaurant ile 37 yıl sonra bir hayalini daha gerçekleştiren Değirmencioğlu, bu sefer farklı bir kulvarda başarı ile buluşuyor. Türk Sanat Müziği dinleyerek yemek keyfiAnadolu yakasında yaklaşık iki senedir misafirlerini ağırlayan Mey Kebap, yeni ismi Değirmencioğlu Kebap Ocakbaşı ile de birbirinden lezzetli tatlarını misafirlerine sunmaya devam edecek. Klasik kebap konseptinin dışında her akşam Türk Sanat Müziği dinletisi ile konuklarını ağırlayacak olan Değirmencioğlu Kebap Ocakbaşı, kendi mutfağına özel spesiyal lezzetleriyle de misafirlerinin damağında unutulmayacak tatlar bırakacak. 13 ayrı mezenin bulunduğu restoranda içinde soya soslu tavuğun olduğu patlıcan sarma ve Değirmencioğlu köfte sadece burada tadabileceğiniz lezzetler... Çerkez tavuğu ve vancacı da öne çıkan diğer lezzetlerden. Ali Nazik’ten soğan kebabına kadar 29 farklı kebap çeşidinin yer aldığı Değirmencioğlu Restaurant, terbiyeli çöp şiş en çok ilgi görenlerden.Bodrum " da Tango Ateşine hazır olun!Dünyanın en iyi Tango orkestralarından biri olarak kabul edilen Sexteto Canyengue ile Arjantinli ve Türk dansçıların nefes kesen gösterisi ‘TANGO POISON’, İstanbulTANGO-Bodrum Belediyesi işbirliğiyle Bodrum’da seyircilerle buluşuyor.30 Haziran Cumartesi Gecesi saat 21:00"da Bodrum Kalesi, etkileyici bir etkinliğe ev sahipliği yapacak. Dünyanın en iyi tango orkestralarından birisi olan "Sexteto Canyengue" muhteşem repertuarı ile kulaklarınızın pasını silerken, Arjantinli ve Türk dünyaca ünlü dansçılar mükemmel bir görsel şölen sunacaklar. Sexteto Canyengue Orkestrası bütün Hollanda"da Prens Willem Alexander ve Prenses Maksima"nın düğünlerindeki performanslarından sonra bir Tango fenomeni haline geldiler. Düğün dünya televizyonlarından canlı yayınlanırken orkestranın Astor Piazzolanın unutulmaz parçası Adios Nonino"nun muhteşem yorumunda Prenses Maxima" nın gözyaşlarıyla bütün Hollandalılar kalplerini Tango müziğine açtılar. "Adios Nonino" nun single"ı 30 bin Holandalının evinde dinlendi. Bu parçayı içeren "Tango Royal" albümü 100 binin üzerinde satılırken, oluşturulan "Tango Maxima" albümü de 30 bin kopyaya yakın satıldı. Sahnede danslarıyla sizi bambaşka bir yolculuğa çıkaracak dünyaca ünlü yerli-yabancı çiftler arasında; Gaston Torelli- Moira Castellano (Arjantin), Carlitos Espinoza-Noelia Hurtado (Arjantin), Sedef Öge-İzzet Kaston, Alper Ergökmen- Selen Sürek, Mrat Elmadağlı- Elif Burcu Çelik, Eşref Tekinalp-Öznem Kılınçkını, Ali Alper Özdemir-Setenay Ersoy yer alıyor. Çılgın dans etkinliği SENSATION"ın biletleri çıktı2000 yılında Hollanda’nın başkenti Amsterdam’da doğan ve dünyanın en seçkin dans ve müzik etkinlikleri arasına giren Sensation, ilk kez 13 Ekim’de kapılarını Türk müzikseverlere açacak. Dünya çapında 1 milyon kişinin izlediği Sensation, 13 Ekim’de Ataköy Atletizm Arena’da 17 bin 500 müzik ve dansseveri ağırlayacak. Amsterdam, 10 yıldır Temmuz ayının ilk hafta sonunu Sensation adı verilen bu etkinlikle geçiriyor. Ayrıntılar Biletix’te...
Dünya resmi tarihinin bahsetmediği, bahsetse de geçiştirdiği sessiz devrimler vardır; tarihin akışını değiştiren. Doğum kontrol hapı ve kürtaj hakkının yasallaşması gibi... Öyle ki, bu iki yenilik en az tekerleğin icadı kadar etkilemiştir insanlık tarihini. Çünkü bu sayede kadın, sadece evlenen, doğuran, çocuk yetiştiren, üretimi, yaratıcılığı sadece ev ve hanesi ile sınırlı kalan bir varlık olmaktan çıkmış, büyük üretime yani iş hayatına girebilmiştir.Ancak bu süreç, Cumhuriyet Türkiye"sindeki gibi kolay olmamıştır. Şöyle diyelim; kadınlar 19"uncu yüzyılı oy hakkı, çalışma hakkı, eserlerine imza atabilme, mirastan pay alabilme ve kürtaj hakkı mücadelesi ile geçirdiler. Bunun için mor kurdeleli şapkalarla da dolaştılar, polisin sert müdahalesi ile sonuçlanan eylemlerde de bulundular.Ve bu her ülke için geçerliydi. Hatta bugün kadın haklarında en ileri düzeyde olan Fransa"da bile. Zira Fransa da kürtajı 1920’de yasaklamış, yasadışı kürtaj yaptıran kadınları idam etmiş, 1942’de kürtajı “devlete karşı işlenen suç” kapsamına almış yani vatana ihanetle eşdeğer görmüştü. Ancak kadınlar buna boyun eğmemiş nihayetinde Ocak 1975’te bu yasanın kalıcı olarak değiştirilmesini sağlamışlardı.Fransa’da 1 milyon kadın yasadışı kürtaj yaptırıyorduBu yasağın kaldırılmasının temelini ise "İkinci Cinsiyet" kitabı ile varoluşçu felsefeye kadın bakış açısını kazandıran, Simone de Beauvoir"ın, 5 Nisan 1971 günü Nouvel Observateur dergisinde yayımlanan ve manifesto niteliğindeki bir metni oluşturur. Beauvoir’ın yazdığı, bu manifestoya Fransız ve dünya sinemasının en özel oyuncularından Catherine Deneuve"un, şarkıcı Brigitte Fontaine"in, "Sevgili" romanı ile edebiyat tarihinin en güzel metinlerinden birini kaleme alan Marguerite Duras"ın, Françoise Sagan"ın, yönetmen Agnes Varda"nın da yer aldığı 343 kadın imzalarıyla destek vermiş ve kürtaj yasağına çok sert tepki vermişti. Sadece Fransa"nın değil, dünya tarihinin de en önde gelen kadınlarının bu yasağa bu kadar sert tepki göstermelerinin nedeni ise "kürtaj yasağı" nedeniyle sadece Fransa’da her yıl bir milyon kadının yasadışı ve tehlikeli yollar kullanarak kürtaj yaptırmasıydı. “O bir milyon kadının içinde ben de varım” diyordu manifesto ve kadınları sivil itiaatsizliğe çağırıyordu. Şöyle diyordu Beauvoir, tarihe geçecek mücadelesinde: "Kürtaj serbestisi, eğer kazanabilirsem, benim için artık devlete, bir aileye ya da istemediğim bir çocuğa değil, kendime ait olabilmemi sağlayacak coşku verici bir savaştır.”Dönemin cumhurbaşkanı Georges Pompidou ve hatta Papa"yı bile kürtaj yasağını savunduğu için “faşist” olarak nitelendiren manifesto tahmin edeceğiniz üzere büyük bir tepki aldığı kadar yankı da uyandırdı. Mesela muhalif bir mizah dergisi olan Charlie Hebdo, “Kaltak Özel” sayısı yapmış ve yasalara rağmen kürtaj yaptıranlara “fahişe” diyenlere “Kim hamile bıraktı bu 343 kaltağı?” diye sormuştu. Derginin bu sözleri o kadar etkili olmuştu ki, sonunda bu hareket, “343 Kaltağın Manifestosu” adını aldı. Ve Simone de Beauvoir"ın "kadın doğulmaz, kadın olunur" sözleri de tahine geçmiş oldu.
Akşam olmuş, yemek yenmiş, çay demlenmektedir. Mevsimlerden yazsa açık pencereden süzülen rüzgarla tül perdeler tatlı tatlı uçuşuyordur. Kışsa bir battaniye kanepenin kenarında sarılmanızı bekliyor...Hadi biz mevsimlerden yaz diyelim... Hatta bir de karpuz keselim, kanepeye gömülelim, elde kumanda kanal kanal gezelim. Aaa, o da ne! Arthur Conan Doyle’un ünlü karakteri Sherlock Holmes’ün bir uyarlaması var. Ohh! Ne mutlu, ne güzel bir gece, sanki daha aydınlık!Ne yalan söyleyeyim, bir Sherlock Holmes macerası izlemek ya da okumak için benim için hep bir bahane vardır. Filmini mi seyrettim, bir de kitabını okurum. Açıklama olarak da; “Canım kıyaslamak istedim” derim. Ama kesmez, kitabını okuduktan sonra bir de dizisini seyrederim, elbette kıyaslamak istediğimdendir! Kıssadan hisse ben Sherlock Holmes’ü çok severim.Onun analitik zekası, soğukkanlı ve hastalıklı kişiliği, takıntıları, Dr. Watson olmadan iki adım bile atamayan bağımlı kişiliği, Irene Adler ile olan temeli “zeki kadın korkusu”na dayanan ilişkisi, cinayet ve suç peşinden koştukça ve onları aydınlattıkça kendi iç dünyasının sesinden kaçtığını sanması, sandıkça farkında olmadan daha da derinleşmesi...Bilmem Arthur Conan Doyle ne kadar farkındaydı ama Mr. Holmes ile edebiyat tarihine aslında kendini açamayan ve bir türlü hayatla barışamayan bir erkeğin portresini kazandırmıştı. Bugün bunun altı kalın çizgilerle çizilen yorumunu Dr. House ile görüyoruz.Bu yüzden Sherlock Holmes maceraları asla ve asla basit bir cinayet romanı, kendisi de sıradan bir dedektif olarak kalmaz ve yine tam da bu yüzden her daim Sherlock Holmes okumak için bir neden vardır. Şayet bulamazsanız biz sizin için itina ile bir bahane uydurabiliriz!Yeni bahanemiz ise Martı Yayınları’nın 56 hikayeden oluşan serisi. Serinin ilk iki kitabı “Akıl Oyunlarının Gölgesinde” ve “Suç Detayda Saklıdır”dı. Buna şimdi “Şüphe Asla Uyumaz” eklendi.Sherlock’un asla görünenle yetinmeyip her şeyin bir de arka yüzü vardır diyerek, önyargıları birer öngörü olarak ele aldığı bu maceda da elbette Dr. Watson ile arasındaki harika diyalektik var. Biri bilinç, diğeri bilinçaltı sanki ve diyalogları da birer bilinçakışı... Dediğim gibi Sherlock Holmes okumak için hep bir neden vardır.Oyuncak her çocuğun hakkıÇocukken bir ara hep aynı rüyayı görürdüm. Bir oda dolusu bebek... Ve hepsi benimmiş. Rüyamda “Bu bir rüya çok sevinme, kendini çimdiklersen anlayacaksın” der, çimdikler ama acıyı hisseder ve “Ohh! Rüya değilmiş” derdim. Derdim ama sonra uyanır ve hayal kırıklığı yaşardım. Bir dönem bu rüyayı çok sık gördüm. Üstelik Demet ve Çakıl adında iki bebeğim olmasına rağmen. Sonra bir gün, bir arkadaşım oldu. Sadece bebeği değil hiç oyuncağı yoktu. Ben de bir filmde gördüğüm üzere “geçim sıkıntısından ötürü bakamadığım” Çakıl’ı ona evlatlık verdim ve rüyalarımda kendimi çimdiklemeyi bıraktım, başka rüyalara yelken açtım. Oyuncak bir çocuk için kitap kadar değerlidir. Hatta daha çok. Iğdır’da son derece önemli bir kampanya var. Bu bölgede yaşayan çocukların, diğer çocuklarla eşit fırsata sahip olabilmesi ve ailelerinin çocuk gelişimiyle ilgili bilgilendirilmesi için bir Oyuncakhane kuruldu. Uzmanların görüşü alınarak tespit edilen ve zeka, dil, hareket ve sosyal-duygusal gelişimi destekleyen oyuncakların yer aldığı bu Oyuncakhane, hafta içi ve cumartesi günleri 10.00-17.00 arasında herkese ücretsiz olarak hizmet veriyor. Çocuk kitaplarının da bulunduğu “Kanka Oyuncakhanesi”ni akıl edenleri de burada çalışanları da kutlarım. (Tansu Çiller caddesi no:64, Tlf: 227 84 50)
Geçen Pazar lezetten tadına doyulmaz bir Pazar kahvaltısındaydık. Yayın dünyasının en güzel, en derin, bilgili ve özel kalemleri, Türkiye"nin önde gelen yayınevleri, en titiz çevirmenleri bir aradaydık. Hep birlikteydik çünkü geleneksel Vatan Kitap kahvaltımızda bu kez, yeni bir sevinci paylaşıyorduk; www.vatankitap.com.tr"yi. İki hafta önce bu sütünlardan duyurduğum, kitap portalımızın hayata geçişini şampanyalı nefis bir kahvaltı ile Rixos Pera"da kutladık. Böylece uzundur birbirini göremeyenler görüşürken "Ben seni gökte ararken burada buldum, şöyle bir çalışmam var, bana yardımcı olur musun?" diyenler de nihayet tanıştı.Güne damgasını vuran ise elbette bir konuşma ustası olan sevgili Ali Poyrazoğlu"ydu. Beni kırmayıp konuşma yapan Poyrazoğlu öyle güzel bir stand up yaptı ki, gülmekten kırılıp geçtik. Hele Aydın Boysan"ın varlığı hepimizi onurlandırdı. Gazatemiz Yayın Yönetmeni İsmail Yuvacan"ın, yazarlarımızdan Güngör Mengi ve Ruhat Mengi"nin katılımı, ünlü adli bilimci Sevil Atasoy"un varlığı, değerli mimar ve araştırmacı Sinan Genim"in tevazusu, İlber Ortaylı"nın harika nükteleri ile hem coştuk hem de "Bir sonraki ne zaman?" dedik. Peki kahvaltıda neler mi yaşandı? İşte birkaç anekdot: Foto galeri için tıklayın
Hani bir fıkra vardır. Herkes tarafından tanınan Pedro adındaki birini anlatır. Tüm ünlü sanatçıların, sade vatandaşın tanıdığı biridir Pedro. Fıkra şöyle biter: Pedro Vatikan’da hınca hınç dolu bir meydandadır ve iki kişi aralarında konuşur, biri diğerine dönüp şöyle der: “Pedro’nun yanındaki kırmızı takkeli adamı gözüm bir yerden ısırıyor ama çıkaramadım.” Pedro’nun Türkiye muadili benim için Sayım Çınar’dır. O da Pedro gibi türlü türlü işler yapmış ve yapmaktadır. Ama Sayım’ın (dostumdur) Pedro’dan bir farkı vardır. O bir ülkede ve bir “dünyada” karar kılmış, bu “dünya”ya tutkuyla bağlanmıştır: Kitap dünyasına. Zaten twitter’daki adresi de @kitapdunyasi’dır. Bu yüzden kitap piyasasından olup da onu tanımamak mümkün değildir. Ama dedim ya Pedro gibidir diye, bu yüzden onun “tanınırlığı” asla kitap, sinema, müzik hatta magazin dünyası ile sınırlı kalmaz. İş dünyası da onu bilir, tanır, güvenir. Mesela daha geçen gün twitter’da işadamı Ali Ağaoğlu ile birlikte fotoğraflarını paylaştı. Ancak Sayım’ı özel kılan sadece Pedro gibi “ilginç bir üne” sahip olması da değildir. Onun bu ününü nasıl gerçekleştirdiği daha önemlidir. Sayım elinde bavulu ile kitap satarak yükselmiş, bir direnişçidir. Sayım artık kitap satmıyor. Bir kitap, yazar ajanı. Yani yazarlara, kitaplara yayınevi bulan, ilişkiler kuran, tanıtım çalışmaları yapan biri. Ayrıca kitap köşesi yazıyor. Gazetecilerle yaptığı röportajlardan oluşan bir de kitabı var: “Sayım’ın Konuşan Bavulu.” Unutmadan ekleyeyim, Sayım Pera Güzel Sanatlar mezunudur ve Shekespeare’nin “Bir Yaz Gecesi Rüyası”nda oynamıştır.Şimdi Sayım tüm bu deneyimini, tutkusunu bireysel bir çabadan çıkarıp kurumsallaştırdı. O artık sadece bir ajan değil, aynı zamanda ajans sahibi. Kesinlikle kutlanması gereken bir başarı. Ama en güzeli, Sayım’ın yola çıktığı yeri hiç unutmaması, unutturmaması. Mesela ajansının adı gibi: “Bavul Ajans.”Çocukların Kitabı bizi Paris ve Münih"e götürüyorOlive Wellwood, etrafına toplanmış çocuklarıyla röportaj veren ünlü bir yazar. Çocuklarının her biri için ayrı ayrı kitaplar yazıyor, onlara farklı renkte kapaklar hazırlayıp özel raflara yerleştiriyor... Romney Marsh yakınlarındaki, şamatanın eksik olmadığı evlerinde, masalsı bir dünyada yaşıyorlar. Ancak Wellwood ailesinin ve akrabalarının hayatı gizemli bir hal alacak. Ne de olsa her ailenin kendine has sırları var...Bu canlı, zengin ve etkileyici öykü bizi Kent’ten Paris ve Münih’e, ve hatta Somme’daki siperlere götürüyor. Victoria döneminin sonlarında doğan ve Edward dönemindeki altın yazlarda serpilen bir nesil, önlerinde uzanan karanlığın farkına varmadan yetişmişti. Masumiyetleri, onları seven yetişkinlerin ihanetine maruz kaldı. Duvar Edebiyat Dergisi’nin ikinci sayısı çıktıDerginin bu sayısı Saadat Hasan Manto’nun başyapıtı olarak kabul edilen Toba Tek Singh’in çevirisiyle başlıyor. Hikaye, 1947 yılındaki Hindistan-Pakistan bölünmesi sonrasında “delilerin mübadelesi”ni konu ediniyor. Tarık Ali de “Saadat Hasan Manto’yu hatırlamak” başlıklı yazısında hem Urdu edebiyatının önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilen Manto’nun hikayeciliğine hem de onun başyapıtı Toba Tek Singh’in önemine dikkat çekiyor. Mayıs sayısında Ergin Günçe’nin “Cemile Hanıma son gelen fotoğraflar” adlı şiirine konu olan fotoğraflar günışığına çıkarılıyor. Bu sayıda ayrıca Akif Kurtuluş"un yakında yayınlanacak olan “Marcos’un Yolculuğu” adlı romanından bir bölüm de okuyucularla paylaşılıyor.Mustafa Pilevneli sergisini kaçırmayınMustafa Pilevneli bugün adı Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi olarak değişen kendi okulunda hocalık da yapmış ve pekçok sanatçı eğitmiş bir isim. Sanatçının suluboya tekniği üzerinde yoğunlaşan çalışmaları, doğa ve insan sevgisinden, çevre tutkusundan kaynaklanıyor. Mavi gezi ve kıyı izlenimleri, deniz ve İstanbul görünümleri, suluboya resimlerinin başlıca konularını oluşturuyor. Boyanın sıcak ve geçirgen etkisi, görünümü derin bir perspektif duygusuyla kavrama pratiği ve renkçi eğilim bu resimleri birleştiren temel özelliklerden... Sanatçının son dönem çalışmaları 16 Haziran"a dek Hobi Sanat Galerisi’nde izlenebilir.Ressam Sait Mingü’den, dijital teknikler...Ressam Sait Mingü’nün dördüncü kişisel resim sergisi Liquid Expressions (Akışkan İfadeler), Mim Art &Antiques’de sanatseverlerle buluştu. İlk sergisini 2007 yılında İzmir Alaçatı’da bulunan Kırmızı Ardıç Kuşu’nda açan ve ardından ‘DNIWER’ (2008) ve ‘Sinir Krizi’ (2009) sergileriyle sanatseverlerin karşısına çıkan Ressam Sait Mingü, son çalışmalarından oluşan seriyi ise Liquid Expressions adı altında topladı. “Bazen bir fotoğrafı, bazen bir film karesini eskizlerimin temeline yerleştirdim” diyen Mingü, tablolarını tuval üzerine akrilik, kağıt üzerine ecoline ve dijital tekniklerle çalışarak oluşturdu.Sanatçının çalışmaları 19 Mayıs tarihine kadar Nişantaşı’ndaki Mim Art &Antiques’de sergilenecek...Marquez’in biyografisi meşakkatli bir çalışma “Yüzyıllık Yalnızlık” romanı ile tüm dünyayı büyülü gerçeklikle tanıştıran Nobel Edebiyat Ödüllü G.G. Marquez’i okuyup da sevmeyen yok gibidir. Sadece romanları ile değil kişiliği ile de pek çok kişinin gönlünü fethetmiştir. Ne yazık ki, kendisi otobiyografisini “Anlatmak İçin Yaşamak”ı yarım bıraktı, ikinci cildi yazmadı. Neyse ki, kendine saygı duyan her yazarın İngilizce bir biyografisinin yazılması gerektiğine ikna olmuş ki, Latin Amerika edebiyatı uzmanı ABD’li Gerald Martin’in önerisine “Evet” demiş. Böylece uzun ve meşakkatli bir çalışmanın sonucunda bir Marquez biyografisi ortaya çıkmış.
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın düzenlediği 18’inci Tiyatro Festivali başlıyor. Festivalin başlamasını kutlamak amacıyla sahne alacak Çin dans toplulukları Uzak Doğu’nun canlı renkleri ve soluk kesen danslarıyla görsel şölen sunacak. İlk oyun ise usta tiyatrocu Ali Poyrazoğlu’ndan...İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından düzenlenen ve 10 Mayıs’ta perdelerini açacak olan 18. İstanbul Tiyatro Festivali, birbirinden özel gösterilerin yer aldığı kutlamalarla başlıyor. Çin’in ünlü topluluklarının sahne alacağı bu kutlamalardan ilki bu akşam...Geleneksel Çin danslarını günümüze uyarlayan Şanghay Şarkı ve Dans Topluluğu ile başlayacak olan gösterilerde deprem felaketine dikkat çekmek için “Toprak Ana” isimli oyun sahnelenecek. 35 kişilik kadrosu ile geleneksel Çin dansını günümüz modern danslarıyla buluşturan Şanghay Şarkı ve Dans Topluluğu için bir nevi “Anadolu Ateşi” diyebiliriz. Zaten Şanghay Şarkı ve Dans Topluluğu’nun sahneleyeceği eserlerden diğerinin adı da; “Hanedanların Dansı.” Çin’in büyülü renklerinin, motiflerinin, figürlerinin yeralacağı bu danslarla izleyici büyülü bir dünyanın içine girecek.Tiyatro Festivali kutlamaları için sahne alacak diğer Çin topluluğu ise ünü tüm dünyaya yayılmış olan Çin’in resmi operası Pekin Operası. Kostümleri, makyajları, dansları ve stilize dövüş sahneleri ile tanınan Pekin Operası, kutlamalar kapsamında pazartesi ve salı gecesi dört ayrı eseri sahneleyecek. Her biri insan ruhunun bir türlü başa çıkamadığı acıları üzerine kurulu bu eserler, dansları ve renkleriyle izleyiciye unutulmaz anlar yaşatmaya aday. Bir savaş Lordunun cariyesine olan aşkının dansla anlatıldığı “Sevgili Cariyeme Elveda” isimli eserin, 15 yıl annesini hiç görmemiş genç bir savaşçının annesiyle buluşmasının anlatıldığı “Kısa Bir Buluşma”nın, asker ve hancılar arasındaki anlaşmazlığı anlatan “Bir Handa Gece Dövüşü”nün ve bir cariyenin imparatorun yanına gelmemesi üzerine yaşadığı üzüntüyu hikayeleyen “Sarhoş Cariye”nin yer alacağı gösteriler Çin’in tüm renklerini taşıyor. (Çin dans topluluklarının gösterileri Fulya Sanat Merkezi’nde, saat 20.30 izlenebilir.) İlk oyun Asi KuşTürkiye’den 40, dünyadan 5 tiyatro ve dans topluluğunun gösterilerinin yer alacağı 1festivalin ilk oyunu ise Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu’ndan. Poyrazoğlu İKSV’-nin 40. yılı onuruna Bizet’nin ünlü operası Carmen’i yorumladığı “Asi Kuş”u bir kez daha izleyiciyle buluşturacak. Tek kişilik Carmen operasında Ali Poyrazoğlu pek çok kişiyi canlandıracak: Carmen’i, Bizet’yi, Don Jose’yi, Toreodor ve Boğa’lı ve de kendisini... Opera, tiyatro, bale ve güldürü ustalığının buluştuğu “Asi Kuş” bu yıl sadece iki kez Süreyya Operası’nda sahnelendi.Sizin için seçtiklerimiz:- Hamlet: 12 Mayıs, 20.30, 13 Mayıs 15.30’da Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi- Kafka’nın Maymunu: 19 Mayıs 20.30’da, 20 Mayıs 14.00 ve 18.30’da Kenter Tiyatrosu- Hans ya da Heiri: 26 Mayıs 20.30, 27 Mayıs 15.30, 28 Mayıs 20.30, Harbiye Muhsin Ertuğrul- Antonius ile Kleopatra: 1-2 Haziran 20.30, Oyun Atölyesi- Aşk Mektupları: 11 Mayıs 20.30, Kenter Tiyatrosu- Tales In No Language: 23-24 Mayıs 20.30 Üsküdar Tekel Sahnesi
Hiçbir zaman başka ülkede doğmuş olmayı istemedim ya da yaşamayı...En fazla İstanbul"un başka bir semtinde gözüm kalmıştır ya da "Bodrum"a mı taşınsam" diye bir iç geçirmişimdir.Ancak gün geçtikçe daraldığımı hissediyorum. Bir yalnızlık, tükenme, boğulma hissi. Bir çırpınma, kendini ifade edememe hali. Ama yine de denemek isterim. Colette, "Tüylü şapkaları, küpeleri ve genel fikirleri sevmem" demiş. Zira genel fikirler, bizdeki adıyla kahvehane muhabbeti, kişiye ve topluma bir şeyler katmak, onu beslemek yerine aksine tüketip öğütür. Toplumdaki önyargılar beslendiği gibi bakış açımızı da darlaştırır ve en önemlisi bizleri "basit" çözümlere karşı bile körleştirebilir.Bu yüzden ne zaman uzman bir kişi ile tanışsam kulaklarımı açabildiğim kadar açmışımdır. İnanın, o kişinin neyin uzmanı olduğunun bile bir yerden sonra önemi yoktur. Mesela Ayn Rand"ın ünlü "Yaşamın Kaynağı" kitabındaki mimardan çok elektrik teknisyeninden etkilenmişimdir ben. Bir binaya en doğru ve kalıcı şekilde nasıl kablo döşeneceğini anlattığı bölüm hiç aklımdan çıkmaz. Ya da geçenlerde NTV"de Ahmet Yeşiltepe"nin "Atlar" üzerine yaptığı program gibi... Konukların atlar üzerinden koskoca bir dünya tarihini detaylarıyla anlatmaları karşısında kelimenin tam anlamıyla beynim bayram yaptı. "Oh be" demiştim. Divan şiiri uzmanlığı ile tanınan İskender Pala"yı da bu yüzden çok sevmiştim. Yıllar önce tanımıştım kendisini. Basında 28 Şubat"ın etkilerinin sürdüğü bir dönemde. Kendisi bugün "laik" diye tanımlanan medya tarafından bilinmez, muhafazakar medya tarafından yeni yeni keşfedilirken. "Divan şiirinde kuş motifi" isimli bir panelde izlemiştim kendisini ve dinlerken adeta çenem düşmüştü. Bu nasıl bir bilgi, nasıl bir derinleşmeydi... Sanki toplu iğne başı kadar bir alanda arzın merkezine sondaj yapıyordu. O günden sonra da hiç peşini bırakmadım. Tüm kitaplarını takip ettim, sohbet etmek için hep fırsat kolladım. Meğer ordudan atılmış, meğer eşi türbanlıymış. Güldüm, geçtim...İşte benim hayranı olduğum sanat ve dünya algısı böyle bir şeydir. Uzmanlıklara saygı duyan, uzmanlığı seven...Mesela yıllar önce "The Phantom Of The Opera" üzerine bir belgesel izlemiştim. Belgesel hem Gaston Leroux"un aynı adı taşıyan kitabından Andrew Lloyd Webber tarafından sahneye uyarlanan müzikali üzerineydi hem de müzikal ve tiyatro sanatının gelişimi üzerine...Pek çok kez sinemaya da uyarlanan müzikalin ünlü bir sahnesi vardır, burada kahraman (Christine) aynanın içinden geçer. İşte bu bölüm İngiltere ve ABD uyarlamasında iki türlü yapılmış. İngiltere uyarlamasında, ayna ikiye açılıyor ve kadın da adımını atarak aynadan geçiyordu. Ama ABD"li versiyonunda... İşte onu seyrederken neredeyse küçük dilimi yutuyordum, oyuncu tüm seyircilerin gözü önünde aynadan geçiyordu. Çünkü oyunun bu bölümünü ünlü sihirbaz David Copperfield tasarlamıştı. Yani işin uzmanına başvurulmuş ve sahne sanatlarında bir adım daha öne çıkılmıştı. Bugün tiyatroların özelleştirilmesi ya da dindar ve laik sanat gibi ilginç kavramların uçuştuğu bir tartışma var. Bana da soruyorlar; "Senin bu konudaki fikrin ne?" diye. Ben de kilitlenip kalıyorum, çünkü bu kavramları daha önce hiç duymadım, herhangi bir literatürde de rastlamadım ayrıca tiyatro alanında bir uzmanlığım yok, bu yüzden sadece "umarım biz de bir gün o aynadan geçeriz" diyorum. Çünkü aynanın bu tarafında sular gittikçe sığlaşmaya başladı.
VatanKitap sekiz yıldır Türkiye kitap dünyasının vazgeçilmez bir unsuru. Yakında dokuzuncu yılımızı kutlayacağız. Bu nedenle “geriye dönüp baktığımda” diye başlayan bir cümleyi kurmayı hak ettiğimi düşünüyorum ya da “hatırlıyorum da” diye başlayan... Hatırlıyorum da, VatanKitap yayın hayatına başlamadan önce sadece iki kitap eki vardı ve “Biz de varız” diye yayına başladığımızda ilk söylenen söz şu olmuştu; “Tirajı yüksek, ulusal bir gazetenin kitap eki tutmaz hatta hayatta kalamaz, yok olur.” Ama şimdi dokuz yıl geride kalmak üzere... Dahası VatanKitap yayımlandıktan sonra öyle bir değişim rüzgarı yarattı ki, ardımızdan diğer gazeteler de “Demek ki olabiliyormuş” diyerek kitap eki yayımlamaya başladı. Yani bugün Türkiye’deki tüm gazetelerin hafta sonu eklerinin yanı sıra bir de kitap eki vermesinde, kitap eklerinin gazetelerin olmazsa olmazları arasına girmesinde katkımız büyük. Bu süre içinde neler yaptık? Her şeyden önce nitelikli bir kitap eki hedefledik. Bunu da VatanKitap’ın olağanüstü ve saygın yazar kadrosu, kitap sevgimiz ve bu sevgimizin her daim canlı bir dille ifade bulması ile sağladık. Çünkü biz kitap okurken hiç sıkılmayanlardandık. Zaten biliyorduk ki, kitap okuyanlar hiç sıkılmaz, aksine okumayanlar vakitlerini nasıl geçireceklerini bilmez, kös kös oturur. Oysa bizler aşık olduğumuzda, acı çekerken, neşeliyken, yorgunken, yoğunken her daim okuyanlardandık. Tıpkı tüm kitap okurları gibi... Yani VatanKitap’ı yaparken biz kendimiz gibi davrandık ve böylece “Kitap okumak sıkıcı bir şeydir” önyargısını ters yüz ettik. Ama lokomotif olmak büyük sorumluluk. Hiçbir zaman durmaya, “tamam artık bu iş oldu” demeye hakkınız yok. Hep yenilik düşünmeniz, daha çok kişiye ulaşmayı istemeniz gerekli. (Zaten aksi bir yapınız varsa lokomotif olamazsınız, olmuşsanız da sadece bir konjonktür sonucusunuzdur.) Dünya ve elbette Türkiye baş döndürücü bir hızla değişiyor ve dönüşüyor. En çok da “bilgi” alanında. İnternet ile bilgi hızla yaygınlaşırken demokratikleşiyor da. Dijital dünya bize yeni bir dünya ve hayat tasviri sunuyor. Böylesi bir değişime VatanKitap olarak ayak uydurmamız dahası keşfedilmeyi bekleyen bu yeni toprakların ruhunu koklamamız, bu maceraya katılmamız elbette olmazdı. İşte bu nedenle birsüredir www.vatankitap.com.tr üzerinde çalışıyorduk. Hem www.gazetevatan.com üzerinden hem de kendi adresimiz üzerinden ulaşılacak bir kitap portalı bu. Aynı zamanda her ay sizlere ulaştırmaktan büyük keyif aldığımız, bir kitap eki olmanın ötesine geçerek dergi kimliği kazanan VatanKitap’ı okuyabileceğiniz dahası kitap okur ve yazarlarının buluşacağı bir platform da... Amacımız ise belli Türkiye daha çok okusun. Bilgi yaygınlaşırken internetin aynı zamanda (ne yazık ki) bir “bilgi çöplüğüne” dönüşen özelliğini de dikkate alarak, doğru ve güvenilir bilginin adreslerinden olalım. Böylece Pazartesi yayın hayatına başlayacak olan ve kısa süre içinde peş peşe yenilikler da yapacağımız web sitemizle artık hem kitap ekimize internet üzerinden ulaşacak, hem de gün geçtikçe dinamikleşen kitap dünyasına ilişkin en yeni bilgilere ulaşacak, hem de video ve galeri bölümlerimizle keyifleneceksiniz. Elbette yazarlarla sohbet imkanları bulacak, çeşitli anketlere katılacak, imzalı kitap kampanyaları ile sevdiğiniz yazarın imzalı bir eserini edinecek, yazarve sanatçıların hiç bilmediğiniz yönlerini keyfedeceksiniz. Artık online’nız!Duygu Asena Roman Ödülü Pelin Özer’in Seçici Kurulu’nu Vuslat Doğan Sabancı’nın (Onursal Jüri Başkanı), Doğan Hızlan’ın, Buket Aşçı’nın, Turhan Günay’ın, Filiz Aygündüz’ün, Elçin Yahşi’nin, İhsan Yılmaz’ın, Cem Erciyes ve Sibel Oral’ın oluşturduğu Doğan Kitap’ın Duygu Asena’nın anısına saygı duruşu olarak düzenlediği Duygu Asena “Kadının Hâlâ Adı Yok” Roman Ödülü bu yol “17 Haziran” adlı romanıyla Pelin Özer’in oldu. Özer ödülü oybirliği ile aldı.