Görünen o ki yeni sezonda 70'lerden ve 80'lerden birçok parça kullanacağız. Özellikle de boyundan bağlı bluzları... İdeal olan bu bluzlarla geniş paça pantolonları ve pileli midi etekleri tercih etmeniz. Kalem eteklerden ise uzak durun...2015 sonbahar-kış sezonunda trendler gösteriyor ki 70'lerden 80'lerden birçok parçalar kullanacağız. Hani eski Amerikan filmlerini izleyip beğendiğimiz o kadınların kalem etekleri, trençkotları, tüvit ceketleri, tayyörleri ve bunların içine giyilen boyundan bağlamalı bluzları geri döndü. Doğrusunu isterseniz ben bu yeni akımı çok feminen ve hatta seksi buluyorum. Yani size diyeceğim o ki kalem eteklerle giyilen boyundan bağlı bluzların sadece Thatcher dönemine ait kıyafetler olduğuna ilişkin yanlış kanılarınızdan kurtulun. Bu bluzlar artık sadece hanım hanımcık bir görünümün bir parçası değil; 2015 sonbahar/kış sezonundan bu yana bohem tarzda bir simge olarak yeniden hayat bulmuş durumdalar. Bu bluzlar sadece kalem eteklerle değil aynı zamanda sigaret pantolonlarla ve hatta tayyörlerinizle de çok rahatlıkla konbinlenebilir. Bu akım, Gucci podyumunda Alessandro Michele’in ortaya koyduğu romantizm ve sıra dışı fikirlerin öncülük ettiği bir hareket.İncelikle kombinlenmiş bir gösterişBloomsbury Group’u düşünün! Tüvit kumaşlar ve 2004-2005 civarına ait geleneksel mirasla birlikte kullandığı bu bluzlar ile kaygısız ve daha önceki meydan okuyan, sert ve yakası düğmeli parçalarına göre özgürleşmiş durumda. Yeni sezonun önerisi ise ince tüller ve danteller, yani incelik ve hafiflikle kombinlenmiş bir gösteriş. Bu bluzları ipekli kumaşlardan yukarıda da söylediğim gibi tüllerden ve dantellerden yapılmış haliyle kullanmak inanın sizi bu sezonun gözdelerinden yapacak.Boyundan bağlı bluzların bu yeni yorumu, standart kotlarınıza bile bir hafiflik ve rahatlık getirecek; hatta aramızdaki ‘erkeksi’ kadınların tarzlarına bile bir miktar kadınsılık ekleyecek. Mesela jeanininizi giydiniz. Bunu topuklu bir botla kombinlediniz ve üstüne tercih ettiğiniz boyundan bağlı şifon ya da dantel bir bluzla çok rahatlıkla bir akşam yemeğine çıkabilir hatta bir akşamüstü davetine katılabilirsiniz. İşte Gucci’nin vurguladığı nokta da zaten tam olarak bu. Ancak bunun için geniş paçalı pantolonları veya pileli midi etekleri tercih etmelisiniz. Çünkü asıl farkı bunlar yaratıyor. Daha önce sözünü ettiğimiz kalem eteklerden ise tamamen uzak durmalısınız. Çünkü bu etekler sezonun içindeki hafif esintili tarzın ortaya çıkmasına izin vermiyor. Folklorik elbiseleri de es geçmeyinSiz de ince bir eşarp ve boynunuzda yapacağınız bir düğümle kendi rahatlığınızı yakalayabilirsiniz. Chloe, Bottega Veneta, Paul Smith ve Haider Ackermann bunu nasıl yapacağınızı gösteriyor. Eğer bluzlar tercih ettiğiniz parçalar değilse bunlar yerine sezonun folklorik sonbahar elbiselerini tercih edebilirsiniz. Bu elbiselerin boğaza kadar devam eden, dar dantel yakaları da son derece cezbedici. Ayrıca diyelim ki siz boyundan bağlı bluz da sevmiyorsunuz. Yakası boynunuza dayanan bir elbiseyi de tercih etmiyorsunuz. O zaman benim size önerim, istediğiniz açıklıkta yakalı bir gömlekle hatta tişörtle bile boynunuza bir fular kullanmanız sizi gayet havalı yapacaktır.
Yeni açılan lokantalardan birinde oturuyoruz… Ben telaşla yanımdakilere,”Kalkmam lazım çocuklar Nihat’a gideceğim, bana çektiği klibi gösterecek” dedim. Bilmem kimin klibi, çok seksi kadın değil mi? deyince masadaki erkeklerden biri “kaç yaşında” dedi. "Galiba 56 filanmış" deyince "Ne seksisi yahu bu yaşta kadınla kim yatmak ister “Dinozor" işte dedi. Allah'ım benim de elliye 2 senem kaldı etraf çıtır kız kaynıyor hakikaten bitti mi yani ”gitti gidiyor com” mu diye içim içimi yedi.Yaşlanmak çok ürkütücü gelmeye başladı bana, 50 yaşa doğru ilerliyorum ne olacak beni artık hiç kimse seksi bulmayacak mı, bitti mi kardeşim bitti mi yani derken yolda Biricik Suden’i gördüm. Taş, bildiğin taş… 30 yaşında kadınlar eline su dökemez. Anti-aging programıyla, sporla doğru beslenerek bu durumda kaldığını söyledi. Evet ya, birden düşündüm etrafımda aslında 45’i geçmiş ne kadar çok seksi kadın var. Aslında ben onları daha çok bile beğeniyorum. Bu kadınlar vücutlarını tanıyor, nasıl davranacağını, nasıl giyineceğini çok iyi biliyor.Genç erkekler olgun kadınlardan hoşlanıyorHatta bir arkadaşım bizler yaşında erkeklerin genç kızlara meraklı olduğunu ama genç erkeklerin de olgun kadınlardan hoşlandığını ona asılan bütün erkeklerin genç olduğunu söyledi. Yaşasın. Durum buradan bakınca da şahane. İstanbul'da benim beğendiğim bu yaş gurubunda Biricik Suden, Lal Feray, Güllü Aybar, Ayşegül Aldinç, Fatoş Yalın, Banu Çarmıklı, Yonca Ebuzziya, Gülse Birsel gibi isimler var. Hepsi çok hoş ve bence yaş aldıkça gençliklerinden bile iyi bir hale geldiler. Gelin, dünyadaki 50 yaş taşlarına bakalım, Madonna, Demi Moore, Julia Roberts, Nicole Kidman, Liz Hurley , Elle Macpherson, Julianne Moore gibi isimler ve hepsi de gerçek taş! Menopoz lafı yine de çok ürkütücü geliyor bana ve bu korkuyu da atlatamıyorum. “Menopozlu kadın” diye bir terimi hayatımıza gayet antipatik tasvirlerle soktular. Birisiyle kavga ediyorsun “Ne o abla menopozun mu tuttu?” oluyor. Asabiyetin, sinirin haklı agresyonun veya öfken dönüyor dolaşıyor oraya bağlanıyor. Ve ben de bütün bu korkuları atmak için bence Türkiye’nin en önemli anti-aging uzmanı Sema Eren’e gittim.Benjamin Button kadınlarYaşsız kalmak ne demek, Benjamin Button kadınlardan olmak için ne gerekiyor? Yani ben bir Ajda Pekkan bir Nebahat Çehre olmak için ne yapmalıyım, bunları konuştum ve inanın çok mümkün. Bunun sırlarını ve nasıl olunacağını da haftaya anlatacağım. Ama kızlar bilin ki dünya nüfusunun dörtte biri menopoza girmiş kadınmış. Gayet büyük bir günü konuşuyoruz. Biz de gelin, MSKK Kulübünü “(Menopozlu Seksi Kadınlar Kulübü) kuralım ve bu yaşımızın keyfini yaşayalım.
Yetmişlerin bütün çizgilerini bu yaz göreceğiz. Tabii ki birçok renk kullanıldı ama 70’leritek biri anlatacak olsaydı onlarca rengin arasında kesinlikle dore başı çekerdi.Dönemin en belirgin ise detayı parlaklık...Dore ayakkabılar, dore çantalar, dore elbiseler bu dönemin en güzel olan parçalarıydı. Siz de bu modayı takip etmek istiyorsanız eğer bazı detayları atlamamamız gerekiyor. Bir kere ışıltıdan, dekolteden kaçmayacaksınız. Sizin hakkınızda söylenen umrunuzda olmayacak. Güçlü bir duruşunuz olacak. Dekolteden fileden kaçınmıyacaksınız.Bu dönemde bir çok modacının ilham aldığı son defilelerde açıkça ortaya kondu. Saint Laurent parlak leoparlı elbiseleri tulumları ve İspanyol paça pantolanlarıyla dikkat çekti. Bu akım 70’leri yaşarken aslında 80’lerin de kokusunu alıyor. Gucci ve Chanel’de bu tarzı oldukça benimsemiş görünüyor. Jean Paul Gaultier koleksiyonunda tavırlarıyla, Louis Vuitton çoraplarıyla, Rodarte’de fularlarıyla kendini gösteren bu 70’ler kadını aslında hiç nostaljik giyinmiyor. Yani 2015 yazı yepyeni bir 70‘lere şahitlik ediyor. “Bu döneme ait bir şeylerim olsun, ben de 70’leri yansıtmak istiyorum” diyorsanız file kumaşın altına saklanmış bir dekolte buluz veya elbise edinin. Ya da yüksek bel ve diz altı jean etek şahane olabilir. Jean sadece etek olarak değil, bele oturan önden açık jean elbiselerde de kendini gösteriyor. Ayrıca jean gömlekler de sezonun hitlerinden.Isabel Marant beyaz dantel elbiseleri ile göz kamaştırıyor70’lerin örgü ve dantel detaylarını da tabii ki atlamamak gerekiyor. Dantel bir bütün olarak sahnede. Özellikle beyaz danteli bu yaz bolca miktarda göreceğiz. Isabel Marant dantel elbiseleri ile göz kamaştırıyor. Örgü detaylar tişörtlerde ve elbiselerde bolca kullanılıyor. Ayrıca dönemin püsküllerini de unutmamak lazım.Renk mi dediniz... Başı çeken dorenin yanında pastel renkler, ayrıca kahverengi asker yeşili ve sarı sahnede. Bu arada kombinler de tabii ki ayakta dolgu topuk var. Prada’nın dolgu topuk sandaletleri görülmeye değer. Sandaletler sadece Pradada değil diğer markalarda da dolgu topuklarla kendini gösteriyor. Bu akımın diğer belirgin trendi İspanyol paça pantolonlar. Uzun zamandır krallığını yaşayan skinny pantolonlar tahtını İspanyol paçaya bırakmış gözüküyor. Gündüz düz ayakkabılarla rahatlıkla giyebileceğiniz bu pantolonları gece de topuklularla deneyebilirsiniz. Bu pantolonların en önemli avantajı topukları gizleyip sizi daha uzun göstermesi. Metalik kumaşlar, ışıltılı dokular ve karanlık makyajları tercih edin. Bir de böyle giyinirken fonda Abba veya Bee Gees müzikleri olsun. Mesela ben genç kızken Bee Gees hayranıydım. Duvarımda Andy Gibb posterleri ve durmadan Tragedy dinlemeler...
Gece hayatının önemli işletmecilerinden Emre Ergani, Kuruçeşme’deki Les Ottomans Hotel ile anlaştı. Park Şamdan’ın yemeklerini ve barını Les Ottomans’a taşıdı. Ergani ile şehrin gece hayatını ve yeni mekanını konuştuk...Emre sen bu işin duayenlerindensin. 2014 eğlence hayatında nasıl farklılıklar yaşandı? Sence bu seneyi en farklı yapan neydi?Ayşe’cim, ben sana sadece yılın, ayın hatta günün ve saatin eğlence rehberini verebilirim... Eğlence hayatı algıya meydan okuyor. Rutini ve ezber mekanizmayı bozuyor. Görme, hissetme, tat alma açıkcası duyularımızı okşayan yeni bir eğlence dünyası doğdu. Eğlence hayatı insanları deneyimlemeye davet etti. Özellikle gurme restoranlar açıldı. Ödüllü mutfak ve servis şefleri gündeme geldi. Yeme ve içme bir yaşam kültürü olarak çok konuşulmaya ve işlenmeye başlandı ki benim yıllardır üstünde durduğum adeta bir sanat gibi işlediğim hizmet kalitesi gittikçe çalışanları ile değer görmeye başladı.Bir çok mekan açıldı. Adeta İstanbul mekan cenneti haline geldi. Bu kadar çok yer kavram kargaşası yaratmıyor mu? Müşterinin kafası karışmıyor mu?Muhakkak ama yeniliklere açık bir toplumuz. Çeşitlendikçe, arttıkça değer, kıymet anlaşılırmış. Tabii İstanbul kosmopolit bir şehir, farklı tatları ve eğlenceyi bir arada sunabiliyor. Geniş seçeneklerin olması herkesin kendi çevresini bulmasıdır değil mi? Müşterinin kafasının karışması durumuna gelince; o İstanbul için geçerli değil. Çünkü burada algıda seçicilik en üst seviyede... Dünden bugüne her şey değişti İstanbul da, artık insanlar çok fazla trafiğe katlanmadan bir yerde, maksimum 2 yerde geceyi geçirmek istiyor. Eskisi gibi sabahlara kadar 4-5 yer gezmek istemiyor. Müzik anlayışı da çok değişti insanlar artık müziği daha bilinçli dinliyor herkesin daha fazla müzik kültürü oluştu. Bölgesel eğlence mekanları açıldı. Tarzlar belirlendi.Yeni konseptlerin olduğunu duydum. Lübnan lokantası ve caz kulüp gibi.. Mesela nasıl bir eğlence ve mönü olacak?Park Şamdan & The Bar zaten çok iyi bir evlilik yaptı, birbirini çok tamamlayan iki konsept. Çünkü &The Bar’ın ruhunda da gece geç eğlence değil akşamüstünden başlayan bir bar hayatı var. Burada bu ikili ciddi bir sinerji yaratıyor. Kışlık projemizde &The Bar’a bir hoşluk daha ilave ettik. Yazın gelip burada gözlemlediğim şuydu; Sen adeta gece hayatına küsmüş bizim gibi orta yaş grubunu tekrar gece hayatına çektin. Sence haklı mıyım?Bence insanlar hem eğlenip hem özenli hizmet aldıkları bir yer arayışındaydı. Biz bunu sunduk. Çünkü kendilerini rahat ve iyi hissettikleri, iyi hizmet aldıkları, onları tanıyan servis elemanlarının olduğu yerlerde daha çok eğleniyorlar... Her kesimin eğlence tarzı farklı. O yüzden insanlar da mekanların eğlence tarzına göre yön buluyor. Ve inan ki buna aslında çapraz ateş de diyebiliriz ama aslında herkes eğlence hayatında onu çeken her kulübe gidebiliyor.. Yeter ki gittiği yerlerde doğru enerjiyi doğru müziği o tanınmışlık hissiyatını alsın...MEKANIMIZIN DOSTLARI OLDUBuraya gelen nasıl bir arkadaş kitlen var?Esasında müşteri lafını kullanmak artık kulağıma bile hoş gelmiyor. Mekanımızın dostları oldu. Bizler, demin senin de söylediğin gibi, İstanbul’da belki de sokağa çıkmaya küsmüş bir kitleyi tekrar sokağa çıkarmayı başardık. En büyük başarımızın burada olduğunu düşünüyorum. Müşteri profilimizi çok net tanımladık. Biz, orta yaş ve üzeri yemek, eğlence satan ve böyle duruşu olan bir mekan olmayı tercih ettik ve bütün projeler de, yeni açılacak restoran, bar ve caz kulübümüz de yine bu amaca yönelik ilerliyor. Müşteriden öte ki ben en büyük başarımızın bu olduğunu düşünüyorum İstanbul’da sokağa çıkamaya küsmüş bir kitlenin tekrar sokağa çıktığını düşünüyorum. Duruşumuzun çok net olduğunu da düşünüyorum. Kendimizi tanımlarken biz 30 yaş ve üzerindeki insanlara eğlence satmak istiyoruz gibi bir duruş sergiliyoruz. Tüm yaptığımız yatırımlar, gelecekle ilgili tüm projelerimiz de bu yönde devam ediyor. Dediğim gibi bir caz kulüp, yeni oryantal bir restoran ve Park Şamdan, yazlık ve kışlık olarak tamamen hedefimiz bu yönde. En büyük iddianız iyi yemek yapmak. Bana biraz yemeklerinden bahseder misin?Biz en iyi yaptığımız işi yapmaya oynuyoruz. Diyoruz ki biz restoranız, iyi yemek yapalım. Bunun için de ciddi çaba harcıyoruz. Mesela buranın açılışında, bayağı uzunca bir çalışmayla, 35 yıllık mönülerde kaybolan lezzetlere baktık, neler yıllar içinde yok olmuş bu mönülerden diye. Ama hala insanın adını okuduğunda bile hoşuna giden yemekleri çıkartalım dedik. Hani örnek vermek gerekirse hepimiz bir emense yemek isteriz güveçte patatesiyle. Bugün İstanbul’da çok az sayıda var... Emense, Robespierre gibi mönülerimizden zaman içerisinde kaybolmuş yemekleri kazandırdık.EMRE ERGANİ’DEN ISTAKOZLU SPAGETTİ TARİFİHadi çok beğendiğin, çok sevdiğin bir yemeğin tarifini ver. Bakalım biz de evde yapabilecek miyiz?Favorilerimden biri Istakozlu spagettidir. Kuru soğan, sarımsak ve domatesi ince ince doğrayıp sırası ile kızdırılmış tavada tere yağ ile soteleyip sos kıvamına gelinceye kadar kaynatıyoruz. Kıvam alan sosumuza baharatını, tuz, şeker ve beyaz şarabı ilave edip kaynatmaya devam ediyoruz. Son olarak; ıstakozlarımızı kaynayan suda kuru soğan, havuç, kereviz ile 8 dakika haşlıyoruz ve ikiye bölüyoruz. Spagettiyi al dente haşlayıp hazır hale getiriyoruz. Sos, spagetti, ve ıstakozu tavada kaynatıyoruz ve malzemeyi yağlı kağıda koyup fırınlıyoruz.Gerekli olan malzemeler; 200 gr. Dececco marka spagetti ve 2 adet ıstakoz.Sos için malzemeler;- 60gr tereyağı,- 1kg soyulmuş domates- 1 adet kuru soğan,- 3 diş sarımsak,- 3 adet defne yaprağı,- bir yemek kaşığı beyaz şarap,- yeteri kadar tuz, baharat çeşitleri (pul biber, değirmen kara biber) ve 1 yemek kaşığı toz şeker.
Geçtiğimiz çarşamba günü başlayan Mercedes-Benz Fashion Week İstanbul dün sona erdi. 38 Türk modacıya ev sahipliği yapan moda haftasından akılda kalan notlar...Mercedes-Benz presents Maid in Love Etkinliğin isim sponsoru Mercedes-Benz, her sezon bir tasarımcıyı destekleyerek defilesini “Mercedes-Benz presents” ismiyle sunuyor. Bu sezon da tasarımlarına hayran olduğumuz Hande Çokrak’ın renkli ve eğlenceli markası Maid in Love’ı destekleyen Mercedes-Benz, Çokrak’ın ilk defilesi olan “Mercedes-Benz presents Maid in Love”ı sundu. Her sezon bizi şaşırtan sunumlarının atmosferini defileye de taşıyan Hande Çokrak, Ceyda Balaban kreatif direktörlüğünde herkesin beğenisini toplayan, koleksiyonun 80’lerden ilham alan ruhunu her detayına yansıtan defileyle alkışlandı.Ready to Fish by IljaBu sezon MBFWI’de ilklere tanık olundu. İlk defa yabancı bir tasarımcı, koleksiyonunu MBFWI’de sergiledi. Amsterdam merkezli renkli ve yaratıcı Ready to Fish by Ilja, MBFWI’nin uluslararasılaşması adına umut veren bir gelişme.Ekria ve White Posture koleksiyonuKoleksiyonlarını heyecanla takip ettiğimiz genç Türk tasarımcılar Esra Karadeniz ve Pelin Dumlu’nun markaları Ekria ve White Posture, MBFWI için güçlerini birleştirdi ve ortak bir koleksiyonla moda haftasına katıldı. Ekria’nın futuristik takıları ile White Posture’ün beyaz gömlekleri, Metropolis temasında bir araya geldi.Her sezon daha çok ses getiriyorÖte yandan etkinlik bu sezon yabancı basında geniş yer buldu. Huffington Post’tan Vogue US’e etkinliği yerinde takip ederek uluslararası moda takipçileri ile İstanbul’dan haberleri paylaştı. 50 kişilik bir yabancı satın alma sorumlusu grubu etkinliği takip etti. Ayrıca bu sezon ilk defa gerçekleştirilen Core Showroom projesiyle, Türk tasarımcıların koleksiyonları, satın alma sorumlularına sunuldu.Niyazi Erdoğan’dan şehirli erkeğe övgüHer sezon olduğu gibi bu sezon da defilesini tamamen Türk modellerden oluşan bir kadroyla sundu. Niyazi Erdoğan, ilhamını şehirde yaşayan ve gündelik yaşamın getirdiklerine kayıtsız kalmayan Türk erkeği profilinde buldu. Son zamanlarda herkesin dilinde olan NIYO sırt çantaları da defilenin en çok konuşulan parçaları arasında yer aldı. Koleksiyonda yer alan kırlangıç deseni, Niyazi Erdoğan’ın kendi kırlangıç dövmelerini de tasarlayan dövme sanatçısı Tolga Uçağı imzasını taşıyor. Koleksiyonu iş yaşamından günlük giyime, spor saatlerinden plaj keyfine dört ayrı ortama yönelik dört farklı grubu içeriyor. Takım elbiselerden mayoya, tulumdan monta kadar sezonun gerektireceği koleksiyonda aksesuar olarak fularlar öne çıkıyor.MBFWI’nin tek şapka tasarımcısıHer koleksiyonuyla büyük ilgi uyandıran, MBFWI’nin tek şapka tasarımcısı Merve Bayındır, “2015 ‘de Osmanlı” adını verdiği İlkbahar/Yaz 2015 koleksiyonunun ilhamını Osmanlı figür ve kıyafetlerinden alıyor. Osmanlı dönemindeki çeşitli kıyafetlerde bulunan ince detaylar ve motiflerle yola çıkan tasarımcı , Osmanlı’yı kendince yorumluyor. Koleksiyonunu “ günümüzde bir şekilde çok gündemde olmayı başaran Osmanlı’nın gelecekteki var oluşunun hikayesi” olarak tanımlayan Merve Bayındır, koleksiyonda kırmızı, yeşil, bej, altın ve mavi renkleri ön plana çıkarırken, sinamay, silk abaca, jinsin, fiber-optik, pleksi gibi farklı malzemeleri yaratıcı bir biçimde kullanılıyor.Kadının iç dünyasına yolculukTasarımcı Serra Kefeli’nin duygusal bir aşk hikayesinden ilham alarak hazırladığı koleksiyon, bir ilişkide yaşanabilecek tüm hisleri yansıtıyor. Kith & Kin, İlkbahar/Yaz 2015 sezonunda çiçek desenleri ve geometrik şekillerden oluşan baskılarla kadının ruh dünyasını yaratıyor.
Tolga inanılmaz bir çevren var. Nasıl oluştu bu Tolga sevenler derneği, bahseder misin?Tolga Sezgin: Güleryüzlü ve pozitif bir yapım olması ile oluştu sanırım. 17 yıldır İstanbul’un en iyi yerlerini işlettim ve çalışıyorum. Zaman içerisinde insanlarla olan tanışıklığım, karşıdaki insana verdiğim güven duygusu dostluğa dönüşüyor. Anlayacağın kocaman bir ailem var benim, beni seven İstanbul’da.Daha önce de mekan işletmiştin değil mi ?Tolga: Evet daha önce İstanbul gece hayatına damgasını vurmuş yerler işlettim ve şu anda mekan sahibi olmamın, işlettiğim yerlerde öğrendiğim ve tanıdığım hocalarımın çok büyük etkisi var.Pop’un bu kadar tutmasında senin kişisel olarak sevilmenin dışında mekanın da sihirli bir etkisi var mı?Tolga: Tabii ki de etkisi var. Öncelikle ortağım Can Soylu’nun, vizyonu ve ortak aldığımız kararlara kadar etkili çok şey var. Ben yapı olarak tek başına karar alan biri değilim o noktada. Can devreye giriyor ve yol almamız daha hızlı oluyor. Sonrasında ilk açtığımız Pop’un NuPera’nın içerisinde olması de etkin oldu. Anlayacağın bu işte ne kadar çevren olursa olsun her şey birbirine çok entegre; mekan, dekor, müzik, ışık... Önce benim gitmekten keyif aldığım bir yer olması gerek ki sonrasında arkadaşlarım ve müşteri gelsin. Pop’un bu kadar sevilmesinin nedeni öncelikle ben ve Can; arkasından müzik; mekanın küçük ve samimi bir şekilde dekore edilmiş olması. Ben Can’ı da Lastik Pabuç'tan tanıyorum. Can senin bu sektöre girişin nasıl oldu; aranızda müthiş bir dinamik var. Gerçekten öyle mi? Can Soylu: Tolga’yla neredeyse 10 yıllık dostluğumuz var ve aslında ilk tanışıklığımızdan beri beraber bir iş yapma hayalimiz hep oldu. Seneler içerisinde 2-3 defa niyetlenmiş olsak da diğer işlerimizin yoğunluğu hep bir şey yapmamıza engel oldu. Geçen sene Pop’u açtığımızda ikimiz de zaman ve enerji olarak ilk defa gerçekten müsaittik. Gerçekten beraber eğlenelim diye açtığımız mekan, 1 yılda boyut değiştirdi ve bir işe dönüştü. Bu kış iki dükkanımız olacak ve bir de yolda proje var.Kolay tipler değiliz, birbirimizin eksiklerini kapatıyoruzNasıl bir görev dağılımı yaptınız; yani Can neyle ilgileniyor, sen neyle ilgileniyorsun?Tolga: Aslında herşeyle birlikte ilgilenip karar veriyoruz ama Can hesap kitap, kontrat ve sözleşme vs. de inanılmaz. O yüzden o işler biraz daha onda.Can: Aramızda müthiş dinamik olduğu kesin, birbirimizin eksiklerini iyi kapatıyoruz ve birbirimizi iyi tolere edebiliyoruz. Bence ikimiz de pek kolay tipler değiliz ama birbirimize karşı kolaylaşıyoruz bir şekilde.İstanbullu nasıl eğleniyor ?Tolga: İstanbul hafta içi küçük mekanları tercih ediyor. Yemek sonrası bir şeyler içip eve erken dönüyor. Çünkü diğer gün iş ve korkunç bir trafik var. Aslında dünya böyle eğleniyor artık. New York’ta dünyanın en büyük gece klüpleri kapanıp yerini küçük local mahalle barlarına ve restorantlara bırakmak zorunda kaldı. Sonraki gün şehrin insanlar üzerinde yarattığı stresten dolayı, haftasonu herkesin tarzına göre mekanlar zaten doluyor.Nasıl bir müşteri kitlen var?Tolga: Bizim kitlemiz daha çok arkadaşlarımız ve onların arkadaşları şeklinde. Sonrasında eşten dostan ve basından bilen insanlar, çok rahatsız olduğumuz kimse olmuyor çok şükür. Olsa da mekanın kendisi ve diger müşteriler zaten tepki veriyor ve karşıdaki rahatsız olup zaten onun tarzı bir mekan olmadığını anlıyor ve bir daha gelmiyor. Hiç bir yer İstanbul gibi değilGece eğlencesindeki kitle değişti mi? Herkes bu durumdan oldukça şikayetçi. Siz ne düşünüyorsunuz ?Tolga: Bütün metropollerde aynı problem vardır zaten. Her yıl değişir mekanlar, mekan sahibi ve işletmecinin çekirdek kadrosu ile hayatını devam ettirir.İstanbul Pop’dan sonra Bodrum’daki Pop Maki'yi hayata geçirdiniz. Siz memnun kaldınız mı?Can: Çok şükür güzel ve çok başarılı bir sezon geçirdik, ama tabii ki İstanbul gibi olmuyor hiç bir yer.Bodrum’da gece hayatı nasıl sizce?Can: Bodrum’un içerisinde yani merkezde daha güzel bence. Ege'ye Akdeniz'e yani organik yapıya daha uygun eğleniyor herkes. Diğer taraflarlarda bir beach'in üzerinde dans ediyor ve sonra yandaki mekana geçiyor. Ardından köyün sonuna geliyorsun, sonra da 'bu kadar mı' deniliyor.Yeni proje var galiba değil mi? Adı ne olacak; konsept ne, neler içeceğiz, nasıl bir atmosfer bizi bekliyor. Biraz bahseder misiniz?Tolga: Evet Pop Coctail Bar geliyor. Nişantaşı Abdi İpekçi'de. Aslında İstanbul’un ilk barlarından birisi olan yere eski Cafe’in in yerine. Bar haftanın altı günü 16:00 ve 01:00 arası hizmet verecek. Harika kokteyllerin hazırlandığı ice tea ve tonikin bile ev yapımı olarak yapıldığı; güzel müzik çalan cool bir mahalle barı işte.
Karaköy’ün arka sokaklarının da popüler olabileceğinin ilk örneklerinden olan Karabatak 2011’de açıldı. Eskiden torna atölyesi olan bir asırlık mekan 2010’da başlayan renovasyon çalışmasıyla şimdiki halini aldı ve Karaköy’ü keşfedip sevmemizdeki önemi büyük il adres oldu. Karabatak,Avusturalyalı kahve üreticisi Julius Meinl’ın zincir kafelerinden bir tanesi. Ev huzurunda bir dekorasyonla sayısız kitabı dergiyi bir arada sunan Karabatak sadece günlük servisiyle değil özel davetler ve workshoplar içinde tercih edilen bir mekan.Unter Karaköy Türk Ortodoks Meryem Ana Kilisesi’nin hemen köşesinde yer alan 1960’lı yıllarda yapılmış yığma bir binanın üç katını kapsayan Unter kısa sürede Karaköy akşamlarının mekanı oldu. Mekanın cool atmosferine eklenen lezzetli ve organik mönüsü ve dekoratif sunumlarıyla daha da samimi bir kimliğe bürünen Unter’de öğle ve akşam deneyimleri farklı gerçekleşiyor. NuPera ve Backyard’dan tecrübeli işletme ekibi sayesinde hafta sonları, özellikle Pazar günleri brunch için neredeyse yer bulunmuyor. Unter’in en üst katında özel davetlerin gerçekleştiği Unter Loft yer alıyor. Pazartesi günleri kapalı.Karaköy LokantasıKaraköy’ün rıhtımında yer alan Karaköy Lokantası, samimi bir esnaf lokantası atmosferine sahip.Oral Kurt ve Aylin Okutan çiftinin sahip olduğu lokantanın dekorasyonu ise yemekleri kadar alkış alıyor. Zira mekanın dekorasyonunda Türkiye’nin en ünlü mimari şirketlerinde olan Autoban’ın imzası var. Lokantanın iç mekan tasarımında geleneksel Türk motiflerinden ilham alınmış ve böylece tarihi bir binada yer alan mekana daha da güçlü bir kimlik kazandırılmış. Lezzetleri hiç yanıltmayan restorana rezervasyon yaptırmakta fayda var. Pazar günleri kapalı.Kulüp KülahKaraköy’ün değişen kimliğiyle çok örtüşen, alternatif sanat ve eğlence mekanı olarak hizmet veren Kulüp Külah 1970’lerde dondurma külahı fabrikası olarak kullanılmış bir binayı mesken edinmiş. Kulübün ağırladığı isimler arasında Steffi, Franz&Shape, The Micronaouts, Larry Tee ve Munk yer alıyor. Mekandaki sergi alanında ise Leyla Gediz,Komet,Bora Akıncıtürk’ün eserleri sergilendi. Mekan kimi zaman ikinci el eşyaların satıldığı bit pazarına dönüşürken tasarımcı ve ünlü markaların katılımıyla gerçekleşen ve çeşitli workshopların da yer aldığı Souq’a da ev sahipliği yapıyor.
Öyle Bir Geçer Zaman Ki dizisinin mazbut annesi Ayça Bingöl, Benim Adım Gültepe’de hapisteki kocasını aldatan seksi bir kadın olarak karşımızda...'Bu rolde kendimi çok sevdim'Hepimiz Ayça Bingöl’ü efsane dizi Öyle Bir Geçer Zaman Ki'de tanıdık. Orada tanıdığımız aldatılmış, fedakar anne... Bu sezon karşımıza genç, güzel, fanfatel kadın olarak çıkıyor. Ayça Bingöl'ün başrollerinde oynadığı Benim Adım Gültepe bir fenomen olma yolunda ilerliyor... Buluştuğumuzda karşımda fıstık gibi ve samimi bir kadın buldum... Fotoğraflar: Burak karaSiz kimya okurken radikal bir kararla tiyatroya yöneliyorsunuz... Bu süreci sizden dinleyelim mi?Aslında ben hep tiyatro ile ilgiliydim. Çocuk yaştan itibaren oyunculukla haşır neşirdim ve en büyük hayalimdi oyuncu olmak. Ama hep söylüyorum koşullar, sorumluluklar... Konservatuar okumak oyuncu olmak çok popüler işler değildi... 90’lı yıllarda öyle bir yapı yoktu, oyunculuk tercih edilmiyordu.Tabii popüler kültür ve dizi sektörüyle birlikte oyunculuk daha yaygın hale geldi.Tabii ki ailelerde, aman çocuğum oyuncu olsun, oyunculuk yapsın gibi bir algı oturmamıştı daha... Oyuncuysan, aç kaldın yavrum diye düşünüyordu aileler... TV sayesinde bizler de para kazanmaya başladık. Bizden önceki jenerasyonlar daha farklı koşullarda mesleklerini yaptılar... O yüzden o süreçte üniversiteyi kazandığım zaman iyice mutsuzluğum depreşti. Mutsuzluğumla yüzleştim ve "ne olursa olsun ben bunu yapamayacağım" dedim. Oyuncu olmak istiyordum ve çok şükür ki şansım da yaver gitti.Neydi peki hedefiniz; tiyatrocu olmak mı?Elbette. Konservatuara girdim. Tiyatro bölümünü bitirmeden ilk projem Süper Baba dizisiydi. Küçücük bir rolüm vardı ama sürekli bir roldü. Para da kazanmaya başlamıştım. Okuldayken aynı zamanda set tecrübesi kazanmak harika bir şeydi. Aynı zamanda konservatuarın üçüncü senesinde Dormen Tiyatrosu’nda başladım. Gülümser hayatı güzelleştiriyor Öyle Bir Geçer Zaman Ki projesinin senaryosunu okuduğunuzda bu kadar fenomen olabileceğini tahmin etmiş miydiniz?Hiç tahmin etmemiştim. Ben hikayeye ve bana teklif edilen role aşık olmuştum. Bence gelmiş geçmiş en güzel yazılmış kadın rollerinden biriydi Cemile. Bu yüzden çok sağlam bir hikayeyle başlamış bir işti, harika bir ekip vardı. 'Evet bu iş tutar' dedim ama böyle bir fenomenliği asla beklemiyordum. Açıkça söyleyeyim ben bilemiyorum ne tutar ne tutmaz; bunlara benim kafam çalışmıyor, anlamıyorum. Öyle Bir Geçer Zaman Ki'yi de projenin içinde olmak istediğim, karaktere aşık olduğum, oyuncu arkadaşlarımla uyum sağlayabileceğime inandığım için kabul ettim.Gelelim Benim Adım Gültepe’ye ... İzmir'de geçiyor hikaye. İlk bölümü orada çektiniz sanırım?Evet, biz hem İstanbul’da hem de İzmir’de çekimlerimize devam ediyoruz. Şunu söylemeliyim ki hikaye tamamen İzmir'de geçiyor. İzmir’in Gültepe semtinde. O sebeple zaman zaman İzmir’e gidiyoruz, fakat İstanbul’da da bir plato kuruldu. Yani İzmir'i de İstanbul'da çekiyoruz..Nasıl bir ekiple çalışıyorsunuz... Memnun musunuz?Ekip zaten Öyle Bir Geçer Zaman Ki'den beri çalıştığım ekip. Yönetmenim, görüntü yönetmenim, teknik ekip, makyözüm aynı ekiple çalışmak muhteşem.Gülümser nasıl bir kadın bir de sizin ağzınızdan dinleyelim... Alaturka değil mi?Tabii tabii zaten mahalle de biraz öyle, oradaki yaşam da... Aslında Gülümser’in benim için en önemli kriterlerinden biri hayatı, yaşadığı çevreyi, koşulları güzelleştirmeye çalışan bir kadın. İçindeki yaşam enerjisini dışarıya daha kolay yansıtabilen bir kadın. Çevresindeki ve diğer ortamlardaki kadınlardan farklı olarak aslında o da Gültepeli fakat Gültepe’nin içinde başka türlü bir gül ve en önemlisi de aşk kadını.Bazı konularda profesyonel olamıyorum Benim hep düşündüğüm merak ettiğim bir şey var... Başrol oynadığınız bir adamı sevmiyorsunuz... Kokusu, dokunuşu hiç hoşunuza gitmiyor ya da karakteri hoşunuza gitmiyor... Nasıl bir his?Allah korusun... Gerçekten benim hiç başıma öyle bir şey gelmedi. Ben çok zor bir şey olduğunu düşünüyorum. Bir de ben yapı olarak, Ayça olarak bazı konular da pek profesyonel olamıyorum bazen... Tabii ki oyuncu olarak işinizi yaparsınız ama ben çok profesyonel olamıyorum; zor olduğunu biliyorum, görüyorum, duyuyorum... Valla hayretler içindeyim, nasıl oynuyorlar, nasıl çekiyorlar o sahneleri bilmiyorum... Uzaktan bakınca çok amatör bir söylem gibi gözükebilir ama ben sevdiğim insanlarla, anlaşabildiğim insanlarla çalışmak istiyorum.Bence işinizi profesyonel yapmak, disiplinli olmak önemli bir şey ama ruhtaki amatörlüğü kaybetmemek de çok önemli...O heyecan olmazsa işinize o tutkuyla bağlanmazsanız kurtarılamaz bir durum...Set saatleri çok insani değil. Fakat ne kadar ekmek o kadar köfte durumu mu?Ben kendi kaşemden inerim; insanı şartlarda çalışır herkes, ekip te oyuncular da çok hakkaniyetli bir durum olur... Benim burada en çok ekiple ilgili dertlerim; bana dert olan durum ekiptir. Oyuncuların nefes alma alanları vardır çünkü. Oyuncuların parası var, nefes alma alanları var... Örnek verecek olursak bir ışıkçı bilmem kaç kuruş maaş alıp orada sabahlara kadar sürünüyor... Çok büyük haksızlık öyle değil mi?Haksızlık... Çok zor... Çok zor yürüyor bir taraftan da şunu düşünüyorum; kardeşim o zaman bu işi yapmayacaksın ya da yapacaksın bunu tamamen oyuncu tarafımdan söylüyorum. Bazı kemikleşmiş durumları düzeltemiyoruz, bu da böyle...Tabii elimizden geldiğimizde böyle şeylerde ön ayak olup gerekli çalışmaları yapıyoruz... Oyuncu haklarını korumak için oyuncu sendikası var biliyorsunuz orası faaliyet gösteriyor..Kocama çok aşık olarak evlendimAlaturka bir çevredesiniz ve aşk yaşıyorsunuz ne kadar zor...Ama bir yandan da ne kadar güzel. Aşk benim bu rolü oynamak istememin en büyük sebebiydi herhalde...Bu kadar aşık oldunuz mu hiç?Oldum, kocama çok aşık olarak evlendim.Bu kadar sene sonra o aşk kalmıyor tabii... Asla öyle bir şey olmuyor; buna hiç inanmıyorum. Eşiniz de bu projede değil mi?Evet ilk projemiz, ilk defa aynı projede bir aradayız.Nasıl oldu?Aslında o böyle şeylere çok uzaktı, akademisyen o. Üniversitede hocalık yapıyor, şehir tiyatrolarında reji yapıyor. Çok büyük tesadüfler sonucunda projeye dahil oldu. Benim bilgim dışında oldu. Bütün işin cast kısmı bitti. Bir rol açık kaldı, Rami rolü. Yönetmenimiz Zeynep Günay Tan da senaristimiz Vural Yaşaroğlu da benim çok yakın arkadaşım.... Ve 'Rami rolünü bulamıyoruz' diyorlar bana; temiz yüzlü birini arıyoruz şu yaşlarda falan gibi... Zeynep bana soruyor, ben oyuncu arkadaşlarımdan düşünüyorum, öneriyorum, ona isimler mesaj atıyorum o olur mu şu olur mu diye. Oturuyoruz kritik yapıyoruz ama yok bulamıyorlar. Bir akşam ben mutfakta bir şeyler yaparken telefonum çaldı ve yönetmenimiz Zeynep: “Ali’yi arıyorum ulaşamıyorum. Bana Ali’yi verir misin” dedi. Benim nasıl aklıma gelmedi böyle bir şey dedim... Bizim kanaldan Pelin’le Ali Nişantaşı’nda karşılaşıyorlar. Pelin o gün Nişantaşı’ndaki 10 saniyelik karşılaşmadan sonra; Rami rolünü neden Ali oynamıyor? diye Zeynep’e söylüyorlar.8 kilo verdim, bol bol spor yaptım Eşinizle aynı sette çalışmak nasıl bir his?Şu ana kadar bir kere beraber çalıştık ilk bölümde. Beşinci bölümde de beraber sahnemiz olacak. Çok değişik bir his, çünkü Ali de benim setlerimi hep ziyarete gelirdi. Öyle Bir Geçer Zaman Ki setinde de 3 yıl çalıştık. Ali gelirdi tatlılarını alır sete yemekler getirir... Oturur Zeynep’in yanına, espriler gülüşmeler... Geldi setteyiz beraberiz; ben sanki ziyarete gelmiş gibi hissettim yine... O da aynı durumda... “Ben de sanki seni ziyarete gelmişim gibi hissediyorum” diyor .Çok zayıflamışsınız hoşlaşmışsınız, güzelleşmişsiniz, gençleşmişsiniz herkes bunu konuşuyor... Nasıl oldu?Şimdi Cemile rolü şu an ki fiziksel görünümümden çok daha farklı görünmemi gerektirecek bir roldü. Ben bütün fiziksel artılarımın üzerini kapattım Cemile rolü için.Çünkü Cemile ile Gülümser arasında 10 yaş fark var ...Evet ben Öyle Bir Geçer Zaman Ki de olabildiğince yaş almış orta yaşın bir tık üzerinde ve mazbut daha kapalı ve daha yaşam enerjisi düşük daha acılarla çökmüş hayatın altıda ezilmiş ama ona rağmen dik durmaya çalışan bir kadını canlandırıyordum. Rolün enerjisi yaşlıydı dolayısıyla fiziksel görüntümün o şekilde olması gerekiyordu... TV’ de kadın oyuncular çok doğal, kimse kötü görünmek istemiyor... Ama ben büyük bir risk alarak 3 yıl boyunca çok kötü görünmeye çabaladım. Bütün şişliklerimi kırışıklarımı makyaj yardımıyla ortaya çıkardık, çillerimi leke yaptık mesela son sezon...Ama inanılır gibi değil..Tabii burada saç-makyaj-kostüm her şey çok yardım etti... Peruk taktım, şimdi bakıyorum da o fotoğraflara; ben o perukla bir sene nasıl oynadım... Haluk Bilginer’le birlikte Oyun Atölyesi'nde 1 yılda 151 oyun oynadık... O dönem çok kilo aldım. Yaklaşık 5 kilo falan aldım sırf turneler yüzünden, Anadolu'yu gezmekten ve yemekten sonra dedim ki; "Ne oldum ben?" Biraz zayıflamak istedim spora başladım. Sonra Benim Adım Gültepe projesi geldi..Rejim yaptınız... Spora gittiniz..Evet. Sonra Gülümser rolü için biraz daha kilo vereyim dedim; böylelikle 8 kilo vermiş oldum...Gülümser de genç, dinamik, fanfatel bir kadın...Yani bana da iyi geldi. Fiziksel görünümüm, kendimi bu şekilde görünce... Bu rolde rolün hoşluğu içinde görünce kendimi de daha çok sevdim. Güzel oldu Gülümser benim için iyi bir macera oldu... Şu an hoş bir maceranın içerisindeyim...