25 Nisan günü 49.82/dolar/ons ile tarihi rekorunu kıran gümüş tartışmasız son zamanların “günün ekonomik endikatörü” idi. Neredeyse tek başına (kahveyi de unutmamak gerek ama onun hacmi düşük) tüm emtia piyasalarını ve de endekslerini yukarı taşıdı. Özellikle de altını... Son yılların yıldızı parlayan ürünleri/piyasaları vardı. 2007 yılında altın, 2008’de petrol, 2009’da VIX ve Hisse endeksleri, 2010’da pamuk ve 2011’de bugüne kadar gümüş...Hemen hemen hepsinin yükselişleri ‘temel ekonomik’ sebeplerle süslenmişti. Yok tükenen petrol, yok enflasyon geliyor; en iyi liman emtialar, Pakistan’daki seller, Çin’in doymaz bilmek iştahı v.s. v.s. Kimse spekülasyonu (hatta ipin ucu kaçınca manipülasyonu) bir “sebep” olarak görmedi. Ya görmek istemedi, ya da gösterilmedi. Adeta finansal piyasalardaki hemen herkes memnundu bu süreçten. Bu malların nihai kullanıcıları hariç!Ancak her rallinin/trendin bir sonu var! Hiç bir malın/ürünün/hissenin fiyatı sonsuz çıkmaz, sonsuz düşmez (şirket iflâs etmemişse). Eninde sonunda mutlaka fiyatlarda bir düzeltme, aşırılıkların törpülenmesi söz konusu olacaktır. Son bir haftada gümüşte yaşanan da bundan başka bir şey değil.47.50’yi de geçip 49.82 doları gören gümüşün ons fiyatı tarihi rekor kırma misyonunu tamamladıktan sonra gerilemeye başladı. Önceki gün 42.50 kırıldı, ardından da dün teknik olarak önemli bir düzeltme seviyesi olan 37.50’ye kadar inildi. (Dip 37.35 oldu) Gümüşün kendisiyle beraber altını da sürükleyip 1.497’ye kadar indirdi. Tıpkı çıkışta altını 1.576’ya taşıdığı gibi...Peki bundan sonra ne olacak?Dünkü hareketle birlikte gümüşün kısa zamanda “ilk” düzeltmesini tamamladığını söylemek mümkün! Teknik olarak bakıldığında 37.50 seviyelerinin korunması söz konusu. Önümüzdeki günlerde gümüş fiyatlarının bir parça toparlandığını, kısa bir süreye sığan düşüşün yaralarının bir kısmının sarıldığını izleyeceğiz. Ancak yeni bir zirve ihtimali; azından sonbahara kadar azalmış durumda. Önümüzdeki günlerde yeniden 42.10-43.60 seviyelerine çıkıldığını görsek de bu seviyelerde uzun süre kalınması zor olacaktır.Benzer bir hareket “AGU paritesinde de yaşanacağa benziyor. 22 Nisan’da 31.5 seviyesine kadar gerileyen AGU paritesi (altın fiyatı/gümüş fiyatı oranı) dün itibariyle 38.45’ten geçen 50 günlük Hareketli Ortalamasının da üzerine çıkarak 39.70 seviyelerine geldi. AGU paritesi ne anlama geliyor? 22 Nisan’da 1 gram altın almak için 31.5 gram gümüş vermek yeterli olurken, dün itibariyle 40 gram gümüş vermek gerekiyor. Kısacası gümüşün sadece dolar cinsinden değil, altın cinsinden değeri de hızla gerilemiş durumda. Bundan sonraki ilk direnç 40.25 ardından asıl hedef 45.7 seviyesi olacak. Bir başka deyişle 1 gram altın almak için önümüzdeki günlerde daha fazla gümüş vermek gerekecek.Gümüşteki hareket neden önemli?Finansal piyasaların bir yerlerinde bir “balonun şişi(rili)yor” olması, sair kısımlarını da “şişirici/pozitif etkiliyor. Hele ki bu balon yazının başında belirttiğim gibi “sıralı” bir şekilde olunca, neredeyse tüm varlık piyasalarında “seviye atlayışları” yaşanıyor. Ancak tersi de geçerli. Düşüşler de olumsuz etkiliyor. Şu anda gümüşün yerini alabilecek yeni bir balon kısa zamanda yaratılamazsa genel pozitif havanın sınırlı da olsa bozulma ihtimali artıyor. Petrolün 118 doların altına inmesi, hisse senedi borsalarındaki gerilemeler v.b. gibi. Bu durum boğalar yeni bir “kırmızı” bulana kadar da devam edecek gibi...
Geçmiş yıllarda Mayıs ayı için klişe hale gelmiş “Sell in May, go away” (Mayıs’ta sat ve uza) söylemi bu yıl için pek geçerli olmayacak gibi gözüküyor. ABD Merkez Bankası (Fed) Başkanı Ben Bernanke’nin geçtiğimiz hafta piyasalara verdiği “bedava paraya devam” mesajı ile birlikte gelişmiş ülke piyasalarındaki yükselişler de yeni bir ivme kazandılar! Bu piyasalardaki ralliler devam edeceğe benziyor. Bizde de Mayıs ayı boyunca seçimin “satın alındığına” şahit olacağızHer Mayıs ayı için artık klişe hale gelmiş bir söylem vardı: “Sell in May, go away”. ‘Mayıs’ta sat ve uza’ diyebileceğimiz bir strateji. Geçtiğimiz yıllarda yılın ilk çeyreğinde yıl için alınan poziyonların da etkisiyle yükselen varlık piyasalarında kârların realize edip, yaza öyle girmek isteyenler için Mayıs ayı “hafifleme” kârlar realize etme ayı olarak algılanırdı. Ancak bu Mayıs farklı olacağa benziyor! ABD Merkez Bankası (Fed) Başkanı Ben Bernanke’nin geçtiğimiz hafta piyasalara verdiği “bedava paraya devam” mesajı ile birlikte gelişmiş ülke piyasalarındaki yükselişler de yeni bir ivme kazandılar! Gelişmiş ülkelere dağılan paranın da geri çekilmeyeceğinin anlaşılmasıyla bu piyasalardaki ralliler de devam edeceğe benziyor. Bize has bir durum da bu Mayıs’ı farklı kılıyor! Mayıs ayı boyunca biz seçimi konuşuyor, kamuoyu yoklamalarını fiyatlıyor olacağız. Görünen o ki fiyatlamalar genellikle “yukarı” yönlü olacak. Mayıs ayı boyunca seçimin “satın alındığına” şahit olacağız gibi görünüyor! Seçim haftasına, yani Haziran’ın ikinci haftasına kadar da bu sürecin devam ettiğine şahit olabiliriz. ABD borsa endekslerinde S&P 500’de bu hafta 1.400 (düz) seviyesinin konuşulduğu bir ortamda, İMKB 100’de de 70.450 seviyelerinin görülmesi içten bile değil! Sonrası mı? 71.776’daki bir önceki rekorun; nominal bazda da olsa; kırılması ve yeni rekorlara imza atılması mümkün. Riskli seviyeler mi? 67.000 seviyesine kadar gerilem olması piyasaları üzmez. Ancak bu seviyenin altına inilmesi hele ki 65.300 seviyelerine kadar sürebilecek bir kırılma akıllara yukarıdaki söylemin bir kez daha haklı çıkıtığı fikrini getirecektir. Piyasalardaki risk hevesi o denli yüksek ki bir çok piyasa rekorlar kırıyor. Hisse senedi endeksleri değilse bile altın ve gümüş ilk akla gelenler. Özellikle altın meselesine değinmeden önce risk hevesinin neler yaptırdığına dair bir kaç ilginç noktayı paylaşmakta fayda var...Geçtiğimiz haftanın ilginç gelişmelerinden biri Amerika’da gümüşe dayalı “Borsada İşlem Gören Fon’un (BigF)” (Exchange Traded Fund-ETF) işlem hacmi, S&P 500 Endeksi’ne dayalı BigF’in çok çok üzerine çıkmış. Birisi ABD’nin önce gelen ve riski dağıtılmış bir endekse dayalı, diğeri sadece gümüş gibi tek varlığa dayalı bir fon. Gümüş fonunun S&P fonundan daha iyi performans sergilemesi, gümüş konusunda piyasanın ne kadar agresif olduğunu gösteriyor. Agresifliğin, (açgözlülük ya da hırs diyebilirsiniz) trendlerdeki önemli dönüşlerin arifesinde arttığını unutmamak gerekir . Yine Amerika’dan bir veri... Mayıs ayındaki S&P 500 üzerine yazılı opsiyanlardaki satım opsiyonu/alım opsiyonu arasındaki fark son bir kaç günde azalmaya, oran düşmeye başlamış. Bu ne anlama geliyor derseniz, düşüşe karşı koruma alanların miktarı/oranı azalmış. ABD’nin “korku endeksi” olarak anılan VIX Endeksi de geçtiğimiz hafta 14.40 ile Temmuz 2007’den bu yana görülen en düşük seviyesine indi! Anlaşılan kimse varlık fiyatlarının düşeceğine inanmıyor. Düşüş olursa da tuşa ilk basanın kendisi olacağına inanıyor! Herkese bol şanslar’ Gelelim rekora doymayan altın meselesine...Geçtiğimiz haftanın yıldızı parlayanıydı altın. 1,569.4 dolar/ons seviyesini gören altın, 1,563.2 ile haftayı tarihi kapanış rekorundan kapattı. 2006 yılından bu yana gelen yükseliş trendini de kırarak yükselen altının ons fiyatında yeni hedef 1,585 seviyesi (1,600’ü de sırf şan olsun diye gösterebilirler!). Bu seviyenin bu hafta içinde test edilmesi büyük ihtimal. Ancak üzerine çıkılması zor olabilir. Zira geçtiğimi hafta altında yaşanan yükselişi gümüş desteklemedi. Altının son günlerdeki yükselişini daha çok gümüş sürüklüyordu. Altının, gümüşün boşluğunu doldurması hayli zor!
Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, ilk kez başkan sıfatıyla Salı günü katıldığı Bakanlar Kurulu toplantısında “Büyüme güçlü seyretmektedir. Aşırı ısınma gözlenmemektedir.” demiş. Merkez Bankası’nın son dönemde zorunlu karşılıkları artırarak kredi büyümesini frenlemeyi amaçlayan “Finansal İstikrar” stratejisinin mimarı için kafa karıştırıcı bir söylem. Madem ekonomide aşırı ısınma yoktu, peki bu tedbirler neyin nesi? Üstelik alınan önlemler de kredilerdeki büyümeyi azaltmaya yetmiyor. Nasıl yetsin, MB bir yandan paranın maliyetini artırarak kredi maliyetlerini yükseltmeye, böylelikle de kredi talebini düşürmeye çalışıyor, diğer yandan da hükümet “torba yasalarla”, “vergi aflarıyla” işi sulandırıyor.Üstelik başvuru süreleri de uzuyor. Tek başına zorunlu karşılık artışlarıyla hedefe ulaşmak uzun bir süreç: -Zorunlu karşılıklar mevduatın maliyetini artıracak, -Bankalar rekabetten kalan zamanlarında bu artışı müşteriye yansıtacaklar, -Müşteri bu faizden de kredi mi alınırmış diyene kadar kredi kullanmaya devam edecek. Anlaşılan “o” noktaya gelinene kadar...-Nice zaman geçtikten sonra talep azalacak.Halbuki vergi ve SGK prim affı öyle mi? (pardon yeniden yapılandırmaları) Herkesin cebine doğrudan para koymasanız bile, bu amaçla ayrılmış, tasarruf edilmiş olan paraları artık kullanabilir hale getiriyorsunuz. Paranız yok ama kredi imkanınız var ve onu da “fol kapıya geldiğinde” kullanmak üzere saklıyordunuz, torba yasayla yükümlülüğünüz azalınca, kredi limitinizi bambaşka işler için kullanıyor olabilirsiniz. Her iki halde de makro düzeyde doğrudan nakit etkisi yaratıyorsunuz...Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu...İşin bir başka tatsız boyutu daha var! MB çektiği parayı faiz karşılığında sisteme geri veriyor. Hal böyle olunca sistemde likidite açısından bir sorun yok. Bankaların kullanılabilir TL likiditesi aynen ve hatta ‘artarak’ devam ediyor. Tek sorunu maliyeti! Eh bunun bir kısmını kendileri, bir kısmını da mevduat ve/veya kredi müşterisine paylaştırdıkları durumda ortada bir sorun da kalmıyor! Sonuçta bu “zorunlu karşılık oyunu” bankacılık sistemine ve bankacılık sistemi aracılığıyla ekonomiye “salınan vergi” olmaktan öte pek fazla bir işe yaramıyor. Seçimlere kadar da bu durum devam edeceğe benziyor! Hükümet seçimler nedeniyle maliye politikasında atması gerekenadımları atmaktan imtina ettikçe, Merkez’in üzerine düşen yük artacak. Eh madem Merkez üstüne o kadar da vazife olmayan bu yükü kabul ediyor ve hatta yola çıkış sebebi olan “ekonomi ısınıyor” söylemini de şimdi yadsıyorsa söylenecek çok da fazla bir şey yok. Madem aşırı ısınma yoktu, biz niye “suni bir kriz” yaratıp kurları ve faizleri yükselttik? İşin kötüsü ne biliyormusunuz? Hızlı büyüme ile mücadele adına faiz artışı silahını kullan(a)mayan, kendini zorunlu karşılık artışı gibi biraz da modası geçmekte olan tek silaha mahkum eden Merkez, işler sarpa sardığında neyi kullanacak?
Ocak 1980’de gümüş tarihi rekorunu kırmıştı! Bu rekorun ardında Hunt Biraderler vardı. 1973’lerde dolara olan güvenlerini kaybeden dönemin petrol zengini Hunt Biraderlerin 3 dolardan başlayarak 48.70 dolara kadar taşıdıkları gümüş 31 yıl aradan sonra 49.82 dolar/ons ile tarihi rekorunu kırdı! Nominal fiyat olarak kırıalan bu rekor reel olarak rekor değil. Zira enflasyon farkını da dahil edildiğinde o günkü fiyatın bu günkü karşılığı 139.54 dolara denk geliyor ki bu rekor için daha gidilecek çok yol var gibi. Bu arada gümüşteki zirve fiyat konusunda da farklı yorumlar var.Bu veriler arasında 49.45’teki Londra sabitlemesini “orta nokta” olarak alınsa çok da hatalı olmaz sanırım. Bu arada gümüşün son büyük rallisinin başladığı 24 Ağustos 2010’dan bu yana ( 49.82’ye göre bakıldığında) gümüşün getirisi yüzde 180.66 olmuş. Aynı dönemde altındaki artış sadece yüzde 25.4 olmuş! Altında biraz fazla mı gürültü koparılıyor? Hunt Biraderlerin tarihe geçmiş manipülasyonu onların başını yedi. O yıllarda ABD vatandaşlarının fiziksel altın almaları yasak (!) olduğundan dolayı gümüş alarak başladıkları masum spekülasyon, sonrasında gelen fiziksel teslim talepleriyle “süslenince” tüm piyasa oyuncularını karşılarına aldılar. 5-6 yıl süren ve hemen hemen tüm piyasa oyuncularının canını yakan bu manipülasyonu sona erdirebilmek için kurallar bile değiştirildi. Onlara engel olabilmek adına ne gerekiyorsa yapıldı ve Hunt biraderler adeta yerle yeksan edildi. Davalar yıllarca sürdü ve tabii ki sonunda iflâs ettiler. Ancak ne gariptir ki o günlerde altını 850 dolara çıkaran gümüş, bugünlerde de altını dün itibariyle yeni rekoru olan 1.518.5’e çıkardı. O günlerde Hunt Biraderler “günah keçisiydi.” Bugünlerin günah keçisi kim? O yaşanan da, bugünlerde yaşanan da aslında insanoğlunun açgözlülüğü, kolay/ucuz para ile rahatlıkla yürütülen spekülasyonlardı. 31 yılda değişen çok da fazla bir şey yok. Bu kez olay “kamuya malolmuş” durumda. Hunt Biraderler artık rahat uyuyabilirler!İlginç olan tarihi rekor kırıldıktan sonra dün gümüşe (altına da) satış geldi. Sanki piyasa katılımcıları yeni rekoru görüp dönelim diye adeta sözleşmişler. Ya da bunu bekleyenleri “dökmek” için bu yola da gidilmiş olabilir. Benim beklentim kısa bir geri çekilme/dinlenme sonrasında son bir atakla 52.50-54.50 seviyelerine kadar son bir denema olabileceği yönünde.Sonrasında esaslı olmasa da bir düzeltmenin geleceği yönünde. Nereye kadar geri çekilme olabileceğini, zirveyi netleştirdikten sonra söylemek mümkün olabilecek.
‘KOMŞULARLA sıfır sorun politikası’ gereği ilişkilerimizi yakınlaştırdığımız güney komşumuz Suriye’de Esad’ın sertleşmesi, iktidarını koruyup, koruyamayacağı; olası bir değişimde kimin adının öne çıkacağı, bu sürecin nasıl yönetileceği bizi yakından ilgilendiriyor. Yunanistan’ın adı ‘çıktı dokuza, inmez sekize’. Bu işin sonu ‘kadife mi olur, branda kumaşı sertliğinde mi olur’ bilemem ama bir yeniden yapılandırmayla son bulacak.Mısır’ın Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek ve Tunus’un Abidin Bin Ali’sinden sonra iktidardan “düşen” üçüncü isim Yemen’in Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih oldu. Körfez İşbirliği Konseyi’nin arabuluculuğunu yaptığı bir plan uyarınca Salih, 30 gün içinde yetkilerini yardımcısına devredecek ve 60 gün içinde de seçimlere gidilecek.Ancak bizi asıl ilgilendirmesi gereken Suriye’deki ve Irak, Suriye ve bizim Güneydoğu bölgemizi de içine alan Kürt bölgesindeki gelişmeler. “Komşularla sıfır sorun politikası” gereği ilişkilerimizi yakınlaştırdığımız güney komşumuz Suriye’de Esad’ın sertleşmesi, iktidarını koruyup, koruyamayacağı; olası bir değişimde kimin adının öne çıkacağı, bu sürecin nasıl yönetileceği bizi yakından ilgilendiriyor. Halen daha çatışmaların ve de ölümlerin sürdüğü Libya’yı da unutmamak gerek. “Arap Baharı” olarak adlandırılmaya başlanan bu hareketin bizi de etkilemesi ihtimali gittikçe artıyor. Seçime kadar bu konuda herhangi bir politika değişikliği, önalma (proaktif) tarzı bir tavır ortaya konmayacaktır. Korkarım bu durum Türkiye için riskleri olduğundan fazla artırabilir. Yunanistan’ın borçlarını yeniden yapılandırması bu haftanın sıkça konuşulan konularından bir olacak! Bu konuda bence artık yolun sonuna gelindi. Yunanistan’ın adı “çıktı dokuza, inmez sekize”. İster IMF ister AB isterse de Yunanistan olsun, kim bu gerçeği görmezden gelirse gelsin farketmeyecek! Bu işin sonu “kadife mi olur, branda kumaşı sertliğinde mi olur” bilemem ama bir yeniden yapılandırmayla son bulacak. Ardından da İrlanda ve Portekiz eklenirse kimse şaşırmayacaktır. Yunanistan’daki bir yeniden yapılandırmanın başta Yunan bankaları olmak üzere Almanya-Fransa başta olmak üzere AB içindeki bankacılık sektörünü de mutlaka olumsuz etkileyecektir..Yeniden yapılandırmanın “faizsiz vade uzatma” şeklinde olması bu etkiyi zamana yayacağında “kadife yumuşaklığından” söz edilebilir. Hatta piyasalara pozitif bir etkisi bile olabilir. Ancak borçların bir kısmının “silindiği” ve “branda sertliğinde” bir yeniden yapılandırma gündeme gelecek olur ise piyasalardaki etki ilk aşamada olumsuz olabilir. Yüzde 40’lık bir borç silmenin Almanya, Fransa ve Benelüks ülkelerine 10 milyar euroya yakın bir maliyeti olacağı öngörülüyor. İrlanda ve Portekiz’in de dahil edildiğinde bu rakamın iki katına çıkması söz konusu. Kafaları asıl karıştıran konu, Komşu’dan kaynaklanacak bu sorunun euro/dolar paritesinde neredeyse hiç fiyatlanmıyor olması. Sorunlara, ortaya çıkacak zararlara bakıldığında euronun en azından sınırlı da olsa olumsuz etkilenmesi beklenebilirdi. Ancak öyle olmuyor. Euro hemen her geçen gün (yapılandırmaya her yaklaşılan gün de diyebiliriz) yeni yüksek görüyor. Geçtiğimiz hafta 1.4550’deki teknik seviyenin üzerine çıkıldı ve 1.4649’a kadar euro değer kazandı. Haftalık kapanış da bu seviyenin üzerinde oldu! Şimdi de hedefte 1.4745 seviyesi var. Aslına bakılırsa bunca sahipsiz, ortak maliye politkası olmayan ve bir ara çöktü, çökecek denen euronun bu denli değerlenmesi mantıklı görünmüyor! Burada asıl mesele euronun gücünden çok doların zaafiyeti! Gerek Obama ile Senato arasındaki anlaşmazlıklar, gerekse Fed’in bir yolunu bulup Haziran’da ömrü sona erecek II. Bedava Para Paketi’ni (BPP) uzatacağı beklentileri doların değerini düşürüyor. Doların değeri sadece euro karşısında değil gelişmekte olan ülke para birimlerine karşı da düşüyor. Singapur doları, Amerikan doları karşısında 1.2329 ile 1981’den bu yana en yüksek değerine ulaşmış. Malezya ringgiti 1997’den bu yana en yüksek seviyesine ulaşırken, Brezilya reali en son 2001’de görülen seviyelerini zorlamaya başladı!Doların değer kaybı ister istemez TL’yi de baskı altına alıyor, hele ki gösterge bono faizleri yüzde 8.25’lerdeyken. Dolar/TL kurlarında bu hafta içinde yeniden 1.5040 seviyelerinin test edilmesi mümkün. Daha aşağısı ancak paritenin 1.4750’lere tırmanması durumunda söz konusu. Daha önceleri sorduğum “1.4750’de ikiz parite durumu hasıl olur mu?” sorusu yeniden güneme gelebilir. Gelelim başlıktaki soruya...Seçim rallisi başladı mı, daha var mı sorusu sıkça soruluyor. Bana göre borsadaki yükselişin ardında bizdeki seçimden çok Bedava Para Programı’nın (BPP) etkisi daha fazla. Yine seçime kalan sürenin her geçen gün azalmasıyla birlikte; sapla saman misali seçimle, BPP’nin etkisi birbirine karışacak. Parite Yunanistan’ı fiyatlamadığı gibi, İMKB başta olmak üzere varlık piyasaları da ne Suriye’yi ne de Güneydoğu’daki olayları fiyatlayacaktır! Geçtiğimiz haftanın ilk günü ABD’nin görünümün indirilmesi, notunun olumsuz izlemeye alınması ile yaşanan düşüş ile bir düzeltme yaşandı. 65.950’deki ideal düzeltme seviyelerine oldukça yaklaşıldı. Sonrasında gelen yükselişin bu hafta başında değilse de ortalarına doğru 69.750 seviyelerine taşıması ihtimali hayli yüksek. Aşağıdaysa (ABD’nin kredi notu v.b.) “makul” kötü haberlerin gelmesi durumundaysa 65.500 seviyelerinin önemli bir destek olacağını hatırda bulundurmakta fayda var.
Dün derecelendirme kuruluşu S&P, ABD’nin görünümünü sürpriz bir şekilde “negatife” indirdi!S&P’nin açıklamasında “... büyük bütçe açıkları, artan kamu borçlanması ve bu konunun nasıl çözümleneceğine dair net bir yol haritasının olmaması nedeniyle AAA notunu korurken, görünümü ‘negatif’ olarak revize ettik” demiş. 2013 yılında daha fazla öne çıkacak olan “bütçe açmazları” ve bunların olası çözümleri konusunda politika yapıcıların anlamlı bir mutabakata varamaması AAA notunun da düşürülmesini getirebilir şeklinde de açıklama sürmüş. Hatta ABD’nin dolar gibi dünyaya yayılmış bir para birimine, yüksek gelir seviyesine ve çeşitlendirilmiş bir ekonomiye sahip olması bile bu durumu olumluya çevirmeye yetmediği dile getirilmiş. Bana göre açıklamanın en çarpıcı kısmı; “son krizin üzerinden iki yıldan daha uzun bir süre geçmesine rağmen Amerikalı politika yapıcıların son dönemde ortaya çıkan finansal bozulma ve onun uzun vadeli etkilerini tersine çevirecek bir politika konusunda uzlaşmaya varamamış olmaları” konusundaki vurguydu. 2012’deki başkanlık ve kongre seçimleri de dikkate alındığında sorunun çok daha vahim boyutlara ulaşma riskinden söz ediliyor. Devamında da anlaşmaya varılsa bile bunun mali durumu stabilize etmesinin uzun zaman alacağından (aslında durumun ne denli vahim olduğundan) söz edilmiş.Açıklamanın bir başka çarpıcı kısmı Obama’nın sosyal güvenlik ve sağlık programının var olan resmi daha da vahim hale getireceğiydi. Dünyanın en büyük tahvil ve bono fonu PIMCO’nın yöneticisi Bill Gross’un Mart başında portföylerindeki tüm Amerikan tahvillerini satmasının ardında da benzer bir sebep vardı! Krizden önce eşikaltı kredilere dayalı menkul kıymetlere AAA notunu veren ve bir anlamda Amerikan finans sektörünün “oyunu sürdürmesine” en büyük katkıyı derecelendirme şirketleri yapmıştı. Bu şirketlerin “elebaşılarından” S&P’den böylesi bir açıklamanın gelmesinin iki sebebi/izahı olabilir diye düşünüyorum. İlki S&P artık günahlarından arınmaya çalışıyor (?) denebilir. Böyle bir ruh hali içinde olacaklarını pek sanmam! İkincisi de Amerikan kamu dengeleri öylesine bozuldu ki artık güneş balçıkla sıvanamayacak hale geldi, S&P de bunu mecburen ilân etmek zorunda kaldı! Ben oyumu bu seçeneğe veriyorum. Yine de bunu notu indirecek denli yüksek ve gür bir sesle değil, görünümü düşürerek alçak sesle dile getirdi. Bir anlamda S&P “Kral çıplak diye fısıldadı!” S&P’nin bu kararı ne anlama geliyor? Amerika batacak mı? Borç mu bulamayacak? Doların iktidarı sona mı erecek? Hiçbiri olmayacak. Ama artık herşeyin eskisi gibi olması zor. Hisse piyasalarının ilk tepkisi “satış” yönünde oldu. Genelde varlık piyasalarını “besleyen” bedava paranın sonuna mı gelindi endişeleri bir anda arttı. Bütçe açıklarını ve kamu dengesizliklerini yaratan bu “bedava para paketleri” değil miydi? Madem bunlar notun düşürülmesine yol açacak denli dev boyutlara geldi, işler kötü giderse kim kurtaracak diye düşünen hisse senedi yatırımcıları/yöneticileri satmayı tercih ettiler. Benzer şekilde aşırı para arzının değer kaybettirdiği doların arzına sınırlama gelecek olması da doların “şaşırtıcı (?)” bir şekilde euro karşısında değer kazanmasına neden oldu! (Gerçi euronun değer kaybı dün sabahtan, Yunanistan’ın borcunun yeniden yapılandırılacağı dedikodularıyla başlamıştı!) Bundan sonra ABD’nin bütçesi daha fazla mercek altında olacak, doların değeri diğer para birimleri ve özellikle de değerli metaller karşısında çok “oynak” olacak! Ama asıl bizi ve diğer gelişmekte olan ülkeleri ilgilendiren mesele, bedava para paketlerinin sonuna gelinmesiyle bizim piyasalarımıza girecek paranın azalması ihtimali... İMKB’nin hiç yoktan yüzde 2.7’lik değer kaybıyla günü kapatması da bu yüzdendi...
ALTIN ve gümüş fiyatlarındaki yükselişin sebebi para birimlerine karşı güven kaybı ve enflasyondan korunma ise fiyatlarda tırmanış sürecek. Bu durumda her iki değerli metal de diğer emtia gibi yükselecektir. Bu yükselişte herkes 1980’de (tamamen gümüş nedeniyle) 850 dolara çıkan altın fiyatını enflasyonla bugüne getirerek 2.400 dolarları buluyor ve bunu hedef olarak konuşuyor. Eğer bu mantık doğruysa, bugünlerde 43 dolarda olan gümüşün fiyatının 140 dolarlara çıkması gerekiyor. Herkes altının tarihi rekorlarını konuşurken gümüş nereden çıktı diyebilirsiniz. Anlatayım. 1980 yılının Ocak ayında kontrat bazında gümüşün onsu 48.70 dolara, spot piyasada da 50 dolara yükselmişti. Hunt biraderlerin finans tarihine “gümüş harflerle” geçen muhteşem manipülasyonları sonrasında 1974 yılında 3 dolarlarda seyreden gümüşün onsu 1980 yılında zirveye ulaştı. Hunt biraderler çok sayıda rakibinin canını yakınca, hem “oyunun kuralları” değiştirildi, hem de bu manipülasyonları sürdür(e)memeleri için her türlü önlem alındı. Sonraki yıllarda gümüş yeniden 3.5 dolar/ons seviyesine inerken , 1975-2005 yılları arasında ortalama 6.45 dolar seviyelerinde işlem görmüş. Son 5 yılda, özellikle de 2008 yılında ABD’de iki adet borsada işlem gören yatırım fonunun (BigF Exchange traded Fund (ETF)) kurulmasıyla başlayan süreçte gümüş, altının ciddi bir alternatifi haline geldi. 2008 yılının ilk gününden geçtiğimiz Cuma gününe kadarki performanslarına baktığımızda gümüşün, altın karşısındaki performansı ortaya çıkıyor. 2 Ocak 2008’den bu yana geçen 857 işgününde altın yüzde 78.5 değer kazanırken aynı dönemde gümüş yüzde 188.6 yükselmiş . Altına oranla iki katından da fazla bir değer artışı. Bu yükseliş devam edecek mi? Eğer ki değerli metallerin ardındaki yükselişin sebebi para birimlerine karşı güven kaybı, enflasyondan korunma ise cevap “evet” olacak. Bu durumda her iki değerli metal de diğer emtai gibi yükselecektir. Bu yükselişte herkes 1980’de (tamamen gümüş nedeniyle) 850 dolara çıkan altın fiyatını enflasyonla bugüne getirerek 2.400 dolarları buluyor ve bunu hedef olarak konuşuyor. Eğer bu mantık doğruysa, bugünlerde 43 dolarda olan gümüşün fiyatının 140 dolarlara çıkması gerekiyor .1.500 dolardan bakılığında altında yüzde 60’lık bir yükseliş potansiyeli var. Aynı bakış açısıyla bakıldığında da gümüş 45 dolardan 140 dolara yükselmesi yani yüzde 210’luk bir artış kaydetmesi demektir. Aslında bu hedef seviyeleri çok da hayali değil. Neden derseniz... Altının ons fiyatının gümüşün ons fiyatına bölünmesiyle ulaşılan ve adına “AGU paritesi” dediğim parite 1980 yılında 17 seviyelerindeymiş. Yani 17 gram gümüş vererek 1 gram altın alınabiliyormuş. “Hayal seviyelere” gelindiğinde de parite tam olarak 17.1’e denk geliyor ki bu durumda yukarıdakilerin çok da afaki tahminler olmadığı düşünülebilir! Gelin bu varsayımları şimdilik bir yana bırakarak bu iki değerli metalde ne olabilir olan bakalım. 1.477 seviyesini aşan ve de haftalık kapanışını 1,486.30’dan yapan altında ilk hedef 1.530-35 bandı. Ancak asıl hedef (eğer Fed herhangi bir yorumda bulunmazsa) 1.585’lerin test edilmesi. Altında böylesi bir yükseliş olurken, gümüş gerçekten tarihi rekorunu kırabilir mi? Son yıllarda altına görece olarak bu denli yüksek performans göstermiş olan gümüşün en azından bu hafta içinde 43.75 seviyelerini görmesi yüksek olasılık. Hareketin daha da devam etmesi durumunda yeni rekorlar işten bile değil. Ancak ben 43.75 seviyesinden sonra gümüşte aşırı dikkatli olunması, yükseliş trendine eşilk edilecekse de dar “zarar durdurma /stop loss” seviyeleriyle işlemlerin yapılması gerektiğini düşünüyorum!Yeni başkanın ilk demeci önemli olacak!Merkez Bankası’nda görev devir teslimi yarın yapılacak! Başkan Yılmaz görevini yeni başkan Başçı’ya devredecek. İçeriden bir başkanın atanmış olması, son “garip politika karışımında” ağırlıklı söz sahibi olan Başçı’nın göreve getirilmiş olması piyasalarca “ılımlı” karşılandı. Atama sürecinin bir öncekine benzememesi, eski başkanın görev süresi içinde gerçekleşmesi sürecin olumlu yönleri. Umarım gelenek oluşturur. Piyasalar son dönemdeki politikaların sürdürüleceğini bekliyor. Bekliyorlar beklemesine de bu politikaların çok da fazla “piyasa dostu” olduğunu söylemek zor. Kaldı ki bu politikaların başarılı olduğuna dair de elde henüz net bulgular yok. Bir yandan kredi hacmi artmaya devam ederken, diğer yandan cari açık için alındığı söylenen/düşünülen önlemler çok da istenen sonuçları vermiş gibi görünmüyor. Bu konuda dikkatimi çeken birkaç noktayı paylaşmakta fayda var. Dolar/TL kuru geçen yılı 1.5440, gösterge bono bileşik faizleri de yüzde 7.10’dan kapatmış (Yılın hemen başında yüzde 6.79’a kadar geriledi). Onca hengame sonrasında geçtiğimiz Cuma günü dolar/TL kuru 1.5130’a gerilerken gösterge bono bileşik faizi yüzde 8.60’dan kapandı (Nisan başında 9.14’ü gördükten sonra). Alınan önlemlere rağmen cari açığı daraltıcı olacağı varsayılan kur cephesinde bir arpa boy yol alınmayıp, tersine geri adım atılmış gibi görünürken, faiz tarafında ise hiç yoktan ek maliyetlere katlanmak zorunda kalınmış durumda. Denebilir ki “1 dolar + 1 euro sepeti” bazında durum pek de öyle değil. Aynı dönemde sepet yüzde 2.49 değer kaybederken, faizlerdeki yükseliş yüzde 21.1’i bulmuş. Kısacası attığımız taşlar pek fazla kurbağa ürkütmemiş, üstüne üstlük kurbağaların sayısı da artmış! Tüm bunlar göz önüne alındığında yeni politikanın “mimarı”, “yeni başkan” Başçı’nın görevi devir aldıktan sonra yapacağı ilk açıklamalar önemli olacak. Yaşanan bu “sorunlara” bir çözüm üretebilecek mi? Yapacağı ilk açıklamalar bir yandan ileride uygulanacak müstakbel politikalar, diğer yandan da Merkez Bankası’nın bağımsızlığından ne anladığı açısından önemli olacak!Dikkatle izlemekte fayda var!
Erdem Başçı yeni Merkez Bankası Başkanı olarak dün atandı. Geçtiğimiz yıllarda sıkça karşılaştığımız atamanın gecikmesi, Cumhurbaşkanı’nın onaylamaması gibi bir durum yaşanmadı. Eski başkanın görev süresi bitmeden iki gün önce yenisi atandı! Hepsinden önemlisi, halef ile selefin uzunca bir süre birlikte çalıştığı kurumsal hafızanın devamının sağlandığı bir tercih kullanıldı.Şu andaki Başkan Yılmaz’ın görev süresi Pazartesi günü sona eriyor. 2001 krizi sırasında dümende olan Süreyya Serdengeçti’nin yerine atanacak yeni başkanın belirlenme süreci oldukca gergin geçmişti. O dönemde AKP Hükümeti’nin önerdiği adaylar dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından veto edilmiş, nihayetinde o dönem piyasaların çok da yakından tanımadığı Durmuş Yılmaz ismi üzerinde mutabık kalınmıştı.Piyasaların ilk tepkisi doğal olarak kim olduğunu anlama adına ürkekti. Gerçi düşük kaşları, munis ses tonu ile yeni başkan da ürkek bir görünüm sergiliyordu. Tevazusundan da kaynaklanan bu görünümü başkanlığının ilk dönemlerinde işe yaramadı da değil. Piyasalar çok da fazla üstüne gitmediler, belki de sırf “uysal” görünümü sebebiyle test çok uzun sürmedi.Küresel krize kadar çok hayati kararlar alınması gerekmedi. Ancak kendinden önce uygulanmakta olan programın gereklerini yapar göründü. Dışarıdan bakıldığında ekip çalışmasına önem veren ve genellikle önemli kararları alırken ve kamuoya açıklarken ekibiyle hareket ettiği izlenimini korumaya özen gösteren bir tavır sergiledi.Küresel kriz sırasında farkını ortaya koydu Yılmaz. Daha önce birçok krizi yaşamış ya da tanıklık etmiş, MB’nin içinden gelen biri olarak; likiditeyi artırarak piyasaları rahatlatan, zorunlu karşılıklar konusunda bankaları rahatlatan, sistemde artan risklere karşın gerektiğinde MB’yi devreye alan Yılmaz, görev süresinin sonlarına kadar MB’nin bağımsızlığını koruma konusunda büyük özen gösterdi. Küresel krizin hafiflediği artık parasal genişlemenin sonuna gelindiği bir dönemde alışık olunmayan bir dizi politikayı devreye aldı. Bir yandan politika faizlerini indirdi, diğer yandan zorunlu karşılıkları artırdı. Piyasalara “garip” gelen bu politika bileşenini savunurken de hayli yoruldu. Belki de kendisi için doğru bir zamanda görev süresi sona erdi.Şimdi bayrağı Yılmaz’ın uzun süredir yardımcılığını yapan Erdem Başçı devralıyor. Yeni politikalarda önemli rol oynadığı tahmin edilen Başçı’nın işi göreli olarak daha rahat. Zira piyasalar kendisini tanıdığından dolayı bir “test sürecine” tabii tutulmayacak. Diğer yandan Merkez Bankası’nın bağımsızlığı kendisinin süregiden bir sınavı olacak! Başkan Yılmaz’a keyifli bir emeklilik, yeni Başkan Başçı’ya da bundan sonra kolay gelsin...