Geçen hafta bugün Başbakan Erdoğan, Lübnan Başbakanı Saad Hariri ile düzenlediği ortak basın toplantısının ardından gelen bir soru üzerine; “IMF ile olan görüşmeler büyük ölçüde şu anda aşılmış noktada. Bu konuyla ilgili olarak, artık gün, hafta... bu iş burada çözülecektir diye düşünüyorum ve arkadaşlardan cevap bekliyorum” demişti. Gün Salı günü dolmuştu. Hafta da bugün doluyor. 30 Aralık’ta ‘8. kez alınan’IMF haberi sonrasında “bir, bilemediniz iki hafta içinde IMF teknik heyeti davet edilmezse, piyasalar bu haberi sorgulamaya başlayacaklardır” diye yazmıştım. Hem benim hem de Başbakan’ın geçen hafta belirttiği süreler doldu. Anlaşma ile ilgili halen daha somut bir gelişme yok. IMF Anlaşması yüzde 50 ihtimalle olmayacak!Hafta sonu Bakan Babacan’ın bankaların genel müdürleriyle yapmış olduğu toplantıda yine somut olmayan ’IMF yolda’beklentisi yaratılmış. Muhtemel anlaşmanın önemli dayanaklarından biri olması beklenen “mali kural” konusunda da fikir alışverişinde bulunulmuş. Halen daha fikir alışverişi aşamasındaysak, bu anlaşmanın bu hafta içinde açıklanması da bana zor görünüyor. Büyümeye yapacağı “varsayılan” yüzde 1-1.5’lik katkı nedeniyle Başbakan’ın artık daha sıcak baktığı söylenen yeni anlaşmada da halen daha ayak direniyor olması, halen daha da gecikiliyor olması benim bir süreden beri bardağın boş tarafından bakarak dile getirdiğim “yüzde 50 olasılıkla IMF anlaşması olmayacak” tahminimi hayata geçirecek gibi. Anlaşmanın yapılmasının finansal piyasalarda önemli bir yükselişe sebep olma ihtimali düşük. İMKB Başkanı’nın, “IMF anlaşması fiyatlanmış durumda” savına ben de katılıyorum. Bugünlerde açıklanacak bir anlaşma haberi; saman alevi misali bir yükseliş yaratsa da asıl “kâr realizasyonunu” tetikleyecektir. Anlaşma cephesinden bu hafta da ses çıkmaması bu defa da “olmayacak mı” endişelerini arttıracaktır.Bugünkü koşullarda yapılacak bir IMF anlaşmasının, finansal piyasalardan çok reel sektöre faydası olacaktır. Ancak bunun hayata geçebilmesi için de bu kararı bir an evvel açıklanması gerekli. Aksi takdirde anlaşmanın “kaldıraç etkisi” çok azalacaktır. Kırılma haftası mı?Cuma günü ABD borsaları gün içinde, yükseliş trendinin alt bandını test edecek şekilde gerilediler! Dip seviyelerinden çok da fazla uzaklaş(a)madan yaşanan kapanışlar, bu hafta için olumlu şeyler söylemiyor. Bu haftanın ilk yarısında Dow Jones endesksinde 10.530’un ve S&P 500 Endeksi’nde de 1.130’un altında kapanışların olması durumunda Dow’da 10.275 ve S&P’de de 1.110 seviyelerine doğru bir hareket görülebilir. Hafta içinde bu seviyelere inilecek olur ise, Mart ayından bu yana yaşanan ana yükseliş trendinin kırılıp kırılmadığı sorgulanacaktır.Euro/dolar paritesinde 1.4285’in altıondaki bir kapanış yukarıdaki tahminlerin gerçekleşme ihtimalini arttıracaktır. Böylesi bir hareketin bize yansıması durumunda ise İMKB 100’un 51.500 seviyelerine kadar geri çekildiğini görebiliriz. IMF anlaşmasına (!) rağmen böyle bir hareketin yaşanması kafaları daha da karıştıracaktır!
Başbakanın 30 Aralık ve 11 Ocak açıklamalarını tek sayarsak piyasalar 8’inci kez IMF anlaşması yapılacağı haberini satın aldılar. Mayıs 2008’de biten son anlaşmadan bu yana ha bugün yapıldı ha yarın yapılacak derken; hem finansal piyasalar hem de hükümet IMF anlaşmasından sonuna kadar “yapılmışcasına faydalandılar”. “Anlaşma havucu” adeta altın yumurtlayan tavuk gibiydi. Şimdi hükümet neden bu tavuğu kesmeye karar verdi bilinmiyor. Herhalde tavuğun bundan sonraki altın üretiminin verimli ol(a)mayacağına karar verildi. Yine de “altın yumurtlayan tavuk” bugüne kadar da çok işe yaradı. Baksanıza İMKB’yi geçen yılın en iyi performans gösteren 5’inci borsası yaptı. 28 Aralık’ta Vatan’da yayınlanan listede bir başka ülke daha dikkatimi çekti: 7. sıradaki Brezilya. Nedeni aslında grafikte görülüyor. 2009 Mart başından bu yana her iki ülkenin borsa performansları birbirine inanılmaz yakın seyretmiş! Çok değil 5-6 sene öncesine kadar birlikte anılıyorduk Brezilya ile... “Eküriydik”! İki ülke arasında pek çok şey değişti son yıllarda. Brezilya cephesindeki en önemli ve akla ilk gelen değişiklikler; istikrarlı büyümesi, enerji konsundaki kendine yeterlilik politikası, kendi kıta sahanlıklarında buldukları müthiş petrol yataklarıyla artan petrol ihracatları, benzer şekilde neredeyse tekel oldukları etanol ihracatları ve meşhur BRIC efsanesi... Müthiş bir performans sergiledi Lula da Silva başkanlığında Brezilya. Fransız Le Monde gazetesi Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva’yı 2009’da dünyada yılın adamı seçmiş. Diplomasi, ticaret, enerji, iklim, göçmenler, uzay ve uyuşturucu gibi bir çok konuda başarılı uygulamalara imza atmış olan “solcu” Lula’nın 2010 yılında resmi görev süresi doluyormuş. Anayasa’yı değiştirerek görev süresini uzatmaya “tenezzül etmeyen”, Putin gibi uzaktan kumandalı başkanlık modelini benimsemeyen Lula’nın izlemiş olduğu bağımsız politikalar Brezilya’nın dünyadaki algılamasını önemli oranda iyileştirdi. Lula, tüm bunları yaparken IMF’yi de kapı önüne koydu! Artık Brezilya değil IMF’den borç almak, IMF’ye borç verir hale gelmiş durumda. Biz halen daha IMF ile bir anlaşma peşindeyiz. Brezilya piyasaları değil IMF’yi “satın almak”, kendi bilek güçleriyle bunu yapmış görünüyorlar. Peki nasıl oluyor da her iki piyasa da eş/benzer bir performans gösteriyorlar diye baktığımızda ilk akla gelen her iki piyasaya da girenlerin benzer yapıdaki fonlar/yatırımcılar olması. Bileşik kaplar misali bu yatırımcılar her iki ülkeyi de benzer görüp piyasalar arasındaki farklılıkları dengeleyerek iki piyasayı da bir arada “götürüyorlar”.Fonların “düzenleyici” fonksiyonlarını bir yana bıraktığımızda, Brezilya ile bizim aramızdaki farklardan biri; ekonomik büyüme oranlarındaki farklılıklar. Brezilya Lula döneminde istikrarlı olarak her yıl yüzde 3 civarında büyümüş. Aynı dönemde bizim ise yüzde 7 büyüdüğümüz yıllar olduğu gibi, yüzde 6 küçüldüğümüz yıllarda oldu. Bizdeki istikrarsız büyümeye rağmen, hükümetin “piyasa dostu” yaklaşımları, bölgemizde artan önemimiz(!) ve de vaat ettiğimiz getiri oranları bize olan ilginin hep taze kalmasını sağladı. Belki de bu sayede en az Brezilya kadar iyi bir performans göstermişiz.Kısa vadede yine Brezilya’yı yakalasak da uzun vadede aynı performansı göstermemiz hayli zor görünüyor. Tıpkı 1950’lerde İspanya ve Güney Kore ile bir arada anılan Türkiye’nin geride kalması gibi 20 yıl sonra da bugünkü Brezilya-Türkiye rekabetinde geride kalmamızı konuşuyor olabiliriz. Ev ödevlerimizi ebeveynlerimiz değil de kendimiz yapmazsak...
Başbakan Erdoğan dün bir basın toplantısında “IMF ile olan görüşmeler büyük ölçüde şu anda aşılmış noktada. Bu konuyla ilgili olarak, artık gün, hafta... Bu iş burada çözülecektir diye düşünüyorum ve arkadaşlardan cevap bekliyorum” demiş. Tam da bu günlerde bir grup “Neden işsizlik yüzde 16’ya, küçülme yüzde 6’ya, üretim ve ihracatta yüzde 30’ları aşan dramatik düşüşlere varmadan bu anlaşma neden imzalanmadı?” diye soruyor. “Madem bu haltı yiyecektik, neden şimdiye kadar direndik?” diyorlar. Diğer bir grup ise “Bizim bilmediğimiz bir felaket mi geliyor da hükümet bir anda rotayı IMF’ye çevirdi?” diye soruyor. Açılımlardaki başarısızlıklar mı, ister erken ister normal olsun seçim sath-ı mahaline girilmiş olması mı bunda etkili bilinmez ancak son zamanlarda piyasalarda konuşulan, Başbakan’ın bazı konularda ‘nihayet’ ikna olduğu... Bir IMF anlaşmasıyla, Orta Vadeli Program’da (OVP) açıklanmış olan 2010 yılı yüzde 3.5 ve 2011 yılı yüzde 4 olan büyüme hedeflerinin yüzde 1-1.5 arasında iyileştirilebileceğine Başbakan’ın artık kanaat getirmiş olması anlaşmanın önünü açmış görünüyor.Acaba Başbakan’ın hesabı seçime kadar IMF’nin parasıyla büyümeyi ‘sıçratmak’ ve bu sayede de son günlerde sıkça söz edilmeye başlanan oy kaybını telafi etmek mi? Göreceğiz...“IMF bizim şartlarımızı kabul etti de, biz ondan sonra anlaşmayı imzaldık” diye halka anlatılacak olsa da IMF’nin G-20 tarafından küresel kriz sonrası kendisine verilmiş olan “ufak tefek (!) sorunlu ülkeleri ayak altından çekme” misyonu gereği anlaşmaya çoktan hazır olduğu da bilinen bir gerçek. Peki bize ne getirecek bu anlaşma derseniz? Devlet Bakanı Aİl Babacan’ın da dile getirdiği üzere iki yıllık bir anlaşma (büyük ihtimalle ihtiyari stand-by) ile 15-25 milyar dolarlık bir kaynak gelmesi muhtemel. 750 milyar dolarlık bir ekonomiye sahip Türkiye için bu kadar ‘cüzi’ bir kaynağın parasal öneminden çok sağlayacağı kredibilite önemli. Bu sayede hem daha ucuz, hem de daha uzun vadeli borçlanabileceğiz.Doğrudan yatırım ya da portföy yatırımlarının artması; ki araya yepyeni not artışları da girecek olursa rakamlar çok daha fazla artacaktır; kurları aşağı çekecektir. Böylelikle enflasyon konusunda Merkez Bankası’nın pek fazla bir sorunu kalmayacaktır. 2010 yılı için faizleri düşür(e)mese bile daha uzun süre cari seviyelerde tutabilecektir. Dolar/TL kurunun ilk aşamada 1.4250’ye kadar gerilemesi mümkün görünüyor. Anlaşmanın istenen etkiyi yaratabilmesi için IMF’den gelecek kaynağın Merkez Bankası yerine Hazine’ye girmesi gerekir. Böylelikle yüzde 99.5 olarak planlanan iç borç çevrilme oranı yüzde 90’ların altına çekilebilecek, buradan serbest bırakılan likidite ile bankacılık sistemi reel ekonomiye kaynak aktarabilecektir. Bir yandan Hazine; faizler daha fazla yükselmeden cari seviyelerden borçlanırken, özel sektör de cazip koşullarda finansman sağlayabilecektir. Anlaşma bütçenin giderler tarafına disiplin getirirken, artan gümrük vergileri ve olumlu beklentiler sayesinde vergi tahsilatlarındaki artışlarla gelir tarafında da rahatlayacaktır. ’Hiç mi olumsuz tarafı yok bu anlaşmanın?’ diyebilirsiniz. Politik olarak IMF’ye yine muhtaç olmanın aczini bir yana bırakırsak, ilk aşamada kurlardaki gerileme 2005-2007 dönemindeki gibi artan ithalat/düşen ihracat sarmalına geri döneceğiz. Üstelik en önemli ihracat pazarımız olan Avrupa’da yüzde 0.7’lik bir büyüme beklentisinin olduğu bir zamanda... Başta tekstil olmak üzere, ihracatçı sektörlerimiz rekabette sorun yaşamaya devam edecekler, ek istihdam yaratmakta zorlanacaklar gibi görünüyor. Artan cari açık, kurlara yükseliş olarak yansımakta gecikecek! Nihayetinde yapılacak anlaşmanın bana göre tek bir faydası olacak: Finansal piyasalar beklenti gerçekleştiği için kârlarını realize edeceğinden gerilerken, ucuz/kolay finansmanla kendini toparlayacak reel ekonomi aradaki farkı kapatacaktır. Hayatla sanal nihayet buluşabilecek!***Peki bu habere rağmen dün borsa neden geriledi derseniz?- Anlaşma yapılmasını gerektirecek ciddi bir risk mi var?- Halen daha iş lâfta, net bir gün verilmiş değil. - IMF teknik heyeti çağrılmış değil,- IMF bitti, not artışı bitti... Neyi alacak borsalar?
Yılın ilk haftası beklentilerin ötesinde hem hareketli hem de yükselişle geçti. IMF haberleriyle yüksek kapanan 2009’un hemen ardından Moody’s’den gelen not artışı haberi bizim piyasalarımızdaki coşkuyu daha da artırdı.Aslına bakarsanız bizim piyasalarımız haberin çok daha öncesinde hareketlenmeye başlamıştı. Bu durum Fitch’in not artışı öncesinde de Moody’s’in not artışı öncesinde de böyle oldu. Özellikle Fitch haberi öncesi 45 binlerde olan endeks, haber kamuoyuna duyurulmadan önce 49 bine, haber sonrasında da 50 bine yükseldi. 5 bin puanlık bir hareket yaşandı. Moody’s’in “öncü hareketi” 900 puanla sınırlı kaldı. Bunda bizim dışımızdaki piyasalardaki hareketlerin “sınırlı” olmasının payı vardı. Onlar dururken ya da düşerken biz yine de yükselerek, aslında 900 puandan daha fazla bir fark yaratmış olduk. Her iki not artırım haberinin resmi açıklamalardan önce piyasaları hareketlendirmesi “ilginç bir rastlantı” olsa gerek. Sıradan piyasa katılımcıları için sürpriz olan bu gelişmeler, bazıları için pek de sürpriz değil. Önümüzdeki günlerde IMF anlaşması ya da S&P’den gelebilecek bir not artırımıyla ilgili gelişmeleri de yakından izlemekte fayda var demektir. Piyasalarda mantıklı bir açıklamasını yapamadığınız ya da “anlam veremediğiniz” bazı hareketler oluyorsa mutlaka önemli bir gelişmeye gebe olduğumuzu düşünmekte fayda var demektir. Evet, kabul ediyorum. Birileri mutlaka diğerlerinden ya daha akıllı, ya daha zeki, ya da daha güçlü. Anlayamadığım nasıl olur da bunlar hep “benzer kişiler” oluyorlar?Neyse biz yine dönelim küçük dünyamıza. “Moody’s müjdesi” ile İMKB 100 Endeksi 55.711’e kadar çıkarken, gösterge bono bileşik faizleri 8.55’e kadar geriledi. Dolar/TL kurları, paritenin yeniden 1.43’lere gelmesine rağmen, 1.46’lara kadar geriledi. Kurlardaki hareketi daha iyi anlayabilmek için “1 dolar+1 euro” bazındaki sepete bakmakta fayda var. “Sepet” bazında son bir yılda yeniden (üçüncü kez) 3.53 seviyesine gelindi. Euro/dolar paritesinde 1.4450’yi aşılmayıp, bu hafta içinde 1.4250’nin altına inilecek olsa bile “sepette” 3.53 seviyesi korunacak gibi. Kırılması bence zor. Bu yılın genelinde tek başına euro/TL ya da dolar/TL kurlarına bakmaktansa sepet bazında takip etmekte fayda olabilir. Kurları şimdilik bir yana bırakırsak...Bu hafta, yılın ilk haftasındaki yükselişlerin “hazmıyla” geçecek. Sadece bizde değil, gelişmiş ülkelerde de... ABD’de Dow Jones geçtiğimiz hafta önemli bir çıkış yapmasa da S&P 500 art arda 5 iş günü de artışla kapandı. Hareketin boyu her ne kadar büyük olmasa da (1.116-1.145 / yüzde 2.6) yine de yükselişin peş peşe 5 gün devam etmiş olması önemliydi. Bu hafta Dow Jones’ta yukarıda 10.625, aşağıda ise 10.445 önemli. S&P’de ise yukarıda 1.159 aşağıda ise 1.121 seviyeleri kritik noktalar. Önce üst bant test edilse bile, bu haftanın sonuna doğru Dow’da 10.450 ve S&P’de de 1.120’lerin test edilme ihtimali yüksek görünüyor. *** İMKB’de kısa vadede hedef 57.100 seviyesiİMKB 100 Endeksi’nde yakın vadedeki yükseliş hedefi 57.100. IMF haberleri sonrası gelen Moody’s not artışının “S&P’den de bir artış gelecek” beklentisini de güçlendirdiği ortada. Bu hafta gelse de olur, gelmese de... Her iki halde de piyasa bu “beklentiyi almaya” çalışacaktır, sırf 57 binlere ulaşabilmek için. Aralık boyunca alım yapmış olan yabancılar bu kararlarının meyvelerini toplamasalar da görmek isteyeceklerdir. Asıl kritik olan bence IMF teknik heyetinin davet edilmesi konusundaki gelişmeler. Her ne kadar IMF ile bir anlaşmaya yakınız açıklaması, Başbakan’dan gelmiş olsa da “ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz”. Bu konudaki “ayine” de IMF heyetinin Türkiye’ye davet edilmesi, anlaşma ile ilgili çalışmaların bir an evvel başlaması. Bu haftayı da “boş” geçecek olursak, 8. IMF alımını 9. ve hatta 10. alımlar izleyecektir. Ancak o günler geldiğinde; yalancı çoban misali; bir gün IMF ile anlaşma imzalandı dense bile ya kimse inanmayacak, ya da anlaşma hiçbir işe yaramayacaktır. İMKB 100’de teknik olarak yükselişlerin 57.100 seviyesinde “yorulması”, ardından da 55.100’lere doğru bir geri çekilme olması muhtemel. Yok eğer şu veya bu sebeple (mesela, IMF heyetinin gelmiyor olması!) yükselişler 57 binlere gidemeden son bulacak olur ise bu durumda da aşağıda 53.350 seviyesi önem kazanacaktır.(Not: Bu hafta PPK toplanacak. Faizlerde bir değişiklik olmasını beklemiyorum.)
İTO Başkanı Murat Yalçıntaş “Maliye 300 bin üyeme ‘KOD Mektubu’ gönderip Varlık Barışı’na zorladı” demiş. “Varlık Barışı’nda bir miktar ‘barıştan’ geldi ama Maliye bürokratlarının biraz da haksız şekilde uygulamaya koyduğu KOD uygulaması ciddi katkıda bulundu” diyerek Maliye’nin bir anlamda mükelleflerine şantaj yaptığını söylemiş.Başında adı üstündeydi “Varlık Barışı”. Barışmak isteyen pek çıkmayınca, Maliye bu sefer “gizliden bir savaş” başlatıp KOD uygulaması adı altında özellikle KDV konusunda “zincirleme” etkiye açık bir uygulamayı başlatmış.Yaşanmış bir hikayeden... “5 yıl önce bir şirket faks cihazı alacak. 5 ayrı firmadan teklif alınmış. Şartları uygun bulunan bir tanesi ile anlaşılmış, parası ödenmiş, cihaz alınmış, kullanılmış. Hatta amortismanları bile ayrılmış ve cihaz bu süre içinde demirbaşdan bile düşmüş. Yerine yeni teknolojiyi kullanan daha modern ekipmanlar alınmış.” Hikaye bu kadarla kaldı zannetmeyin. “Faks cihazının alındığı firmada ‘yapılan’ incelemede şu veya bu sebeple hatalı ya da ‘naylon’ fatura bulunuyor. Firma vergi kaçakçılığıyla suçlanıyor.” Yine sorun yok. Asıl mesele, bu şirketten mal almış ve faturasını kayıtlarına almış olanlar da bu suça iştirak etmiş sayılarak “KOD’a giriyorlar”. O firmayı değil de diğer fax satıcısını seçmiş olsalardı başlarına hiçbir şey gelmeyecekti belki. 5 yıl önce verdikleri karar, 5 yıl sonra başlarına inanılmaz ve de hiç beklemedikleri bir bela açıyor. En kötüsü de fax cihazını almış olan firmadan mal almış olan müşteriler de KOD’a giriveriyorlar. Ayıklayın pirincin taşını şimdi. Vergi ve cezasından geçtim. Kaybolan itibarınıza mı yanarsınız, vergi dairesi ile uğraştığınıza mı yoksa sudan bir sebeple vergi kaçakçısı damgası yediğinize mi? (İşte şantaj da tam burada ya zaten!) Yalçıntaş devam ediyor: “Varlık Barışı iki dönem uygulandı. İlkinde 15 milyarlık, ikinci dönemde ise 32 milyarlık beyan yapıldı.” Varlık Barışı ilk açıklandığında ciddi rakamlar bekleniyordu. Hatta rakamın 100 milyar lirayı bile aşacağı dillendirilmişti. Hiç de öyle olmadı. Tıpkı yabancı bandıralı yatların “sırf kayıt altına girmemek adına” Türk bayrağına geçirilmemesi gibi ilk rauntta beklentilerin çok altında kalındı.“Durumu” kurtarmak isteyen Maliye de KOD silahına sarıldı. İşe yaradı mı? “Zoraki beyan” döneminde gelen beyan miktarı, “gönüllü” dönemdeki beyanın ancak iki katına ulaşabilmiş. İşin kötüsü, kamuoyunda böylesi bir kaynağın Türkiye’ye geleceği gibi bir izlenim yaratıldı. Kanımca böyle bir şey olmayacaktır! Yurt içinde beyan edilenler, kayıt içinde olmasalar da zaten ekonominin içindeydi. Hatta yurt dışındakilerin bile önemli kısmı, yurt içine kredi olarak kullandırılıyordu. Diğer yandan bugüne kadar gelmemiş olanlarsa bundan sonra da gelmeyeceklerdir. Bu “zoraki barışın” iki faydası olacak. İlki, 47 milyarlık bir servetin “kayıt altına” girmesi. Diğeri de 1.137 milyon liralık tahakkuk eden (ancak ne kadarının tahsil edileceği bilinmeyen) vergi olacaktır. Az değil diyebilirsiniz. Peki atılan taş, ürkütülen kurbağalar deydi mi? Korkarım, “Zoraki Varlık Barışı” maliyeye karşı zaten güvensiz olan iş dünyasının “güvensizliğini perçinlemekten” öte çok işe yaramayacağa benziyor. İTKİB Başkanı’nı bile “KOD Mağduru” yapan bu uygulama keşke çok daha kapsamlı bir vergi reformunun içinde yer alsaydı. Barış yine belki zoraki olacaktı, ama toplumun geniş bir kesimince desteklenen ve çok daha “ulvi” amaçlarla yapılacak bir uygulama çok daha az can yakacaktı!
Geçtiğimiz yıl sonuna doğru piyasalardaki yükselişi, bilançoların iyi kapanması ve “bonuslar” için olduğuna yormuştum. Kapanışlar ne kadar yukarıda olur ise kârlar o kadar yüksek, buna bağlı olarak da bonuslar da o denli “şişman” olacaktı. Nitekim bir çok piyasa yılın en yükseklerinde kapandı.Yeni yılla birlikte bu çabanın sona ereceğini, en azından yükseliş “baskısının” azalacağını varsaymıştım. Yılın ilk iki işlem gününe bakıldığında, bu varsayımın gerçekleşmediği düşünülebilir. ‘Ne oldu da hem hisse senetleri hem de emtia piyasaları yıla bu denli hızlı başladı’ derseniz bir kaç neden sıralanabilir. İlki; hem Çin’den hem de ABD’den gelen Aralık ayına ait üretim verilerinin “beklentilerden iyi” gelmesiydi. ABD’deki satın alma yöneticileri (ISM) endeksi 55.9 açıklandı ki bu rakam 54 olan beklentinin üzerinde, Nisan 2006’dan bu yana kaydedilen en yüksek seviyeydi. Her iki büyük ekonomide de üretimin artıyor olması, küresel krizin etkisinin gittikçe azaldığı “hissini” kuvvetlendirdi.Diğer bir neden olarak Fed Başkanı Bernanke’nin ABD’deki faizlere dair 3 Ocak’ta (Pazar günü) yapmış olduğu açıklama söylenebilir. Bernanke önümüzdeki dönemde piyasalardaki toparlanma sonrasında ilk akla faiz artışlarının gelmesine gerek olmadığını, alıınabilecek farklı önlemler de olduğunu söyledi. Yılın ilk işgünü öncesi yapılan böylesi bir açıklama, son aylarda ABD’nin Japonya ile paylaştığı “bedava para pınarı” olma özelliğinin bir süre daha devam edeceğinin kanıtı olarak algılandı.Madem “oyun” tıpkı 2009’daki gibi sürecekti, neden yukarı yönlü yeni pozisyonlar alınmasındı ki... Yeni alınan pozisyonlara, geçen yıl sonunda pozisyonlarını boşaltmış olanların yeniden benzer pozisyonlar almaları eklenince hareketler tüm dünyada hızlandı. Tabii ki bize has olan “IMF hikayesini” de unutmamak gerek. 2009’un son gününe ayrı bir heyecan katan IMF haberine, bugünlerdeki ‘teknik heyetin davet edileceği’ haberleri de eklenince içerideki hareketler daha da hızlandı. İMKB 100 Endeksi dün 54.431’i görürken, dolar/TL kurları 1.4650’ye kadar geriledi. Beklentilerin üzerinde gelen Aralık enflasyonu ile yukarı yönlü cılız bir hareketlenme yaşayan bono bileşiklerinde bile geri çekilme yaşandı. Peki bu hareket devam eder mi?Yılın ilk günlerinde coşkulu başlayan bu hareketin devam etmemesi için temel olarak olarak bir sebep görünmüyor. Madem piyasalar bedava paranın “gazıyla” yükseliyor, bugünden yarına bedava paranın sonu gelmeyecek ya... Hazır ekonomik veriler de piyasaları destekler nitelikte... Temel açıdan problem olmasa da “teknik analiz” açısından çok da rahat olunmayan bölgelerdeyiz. İMKB için 54.350, altın için 1.125 dolar/ons, euro/dolar paritesi için 1.4450, ABD ham petrolünde de 81.50 dolar/varil seviyeleri “ara dirençler”. Aşılmaları söz konusu. Ancak bu seviyelerde bir süre daha kalınacak olur ise diyelim ki haftanın sonuna kadar, “yeni yıl rallisinin” soluğu kesilebilir. Yok eğer bu seviyeler aşılacak olur ise İMKB 100 Endeksi’nde 57.100, euro/dolarda 1.4650 ve altında 1.165 dolar/ons seviyelerinin görülmesi ihtimali artacaktır.IMF hikayesi devam ettiği, yurtdışı piyasalarda da şu veya bu sebeple “karayel” esmedikçe, bizim piyasalarımızın en azından önümüzdeki bir-iki haftalık süreçte diğerlerine oranla daha iyi bir performans göstermesi ihtimali daha yüksek.Politikadaki çalkantılara ve muhtemel yeni gerginliklere rağmen!...
‘Uzun vadeli pozisyon alacağım, bunu uzun süre koruyayım’ diyenler yandı. 2009’un sonlarında yaşanan bahar havası, yılın ilk yarısında bulutlanacak. Türk ekonomisi için en kritik konu ise erken seçim ihtimaliBu yıl herkes diken üstünde olacak. Kimseye rahat yok. Uzun vadeli bir pozisyon alayım, bunu uzun süre koruyayım diyenler hop oturup, hop kalkacaklar. Temel varsayımım; 2009’da bedava para ve sorunların halı altına süpürülmesi ile yaşanan bahar havasının 2010’un ilk bölümünde bir şekilde düzeltileceği, sonrasında daha mutedil bir yükseliş yaşanacağıdır. Sırf baz etkisinden dolayı bu yıl, birçok ekonomi, pozitif büyüme rakamları üretecek. Her ne kadar birçoğu kriz öncesi 5 yıllık ortalamalarından geride kalacak olsa da beklentilerin pozitife dönmesi açısından olumlu algılanacaktır. AB ile ABD arasında krizin çözümü konusundaki felsefi tartışmanın 2010’da sonuçlanmasını beklemek hayal olur. AB daha sıkı kontrol edilen bir mali sistem önerirken, ABD bunun yaratıcılığı kısıtladığını iddia ediyor. ABD’nin tercihi aslında Wall Street’in tercihi. Bu tercihe bağlı olarak Fed başta olmak üzere, tüm merkez bankaları piyasadan likidite çekme işini ağırdan alacaktır. Finans dünyasının; “krizin tekrarının maliyeti çok daha yüksek olacağından, iyisi mi bol likiditeye ve teşviklere devam şantajı” korkarım bu yılda da sürecek. Global enflasyon endişeleri korkulduğu kadar kısa zamanda gündeme gelmeyecek. Likiditenin devamının koşulu ABD’nin borçlanmaya devam edebilmesine bağlı. Bu nedenle ABD’ye borç verme konusunda en ufak bir tereddüt oluşması durumunda sorun çıkacaktır. Bu sorun 2010’da değil ancak daha sonra gündeme gelebilecek.İngiltere’den tehlike sinyaliLehman kadar olmasa da özellikle gelişmiş ülkelerin finans sektöründen gelebilecek “sürpriz bir batış” haberi, yapılan her şeyi berbat edebilir. Hele ki iflâs benzeri haber, Dubai gibi küçük olmayan bir ülkeden gelecek olur ise şok daha büyük olabilir. Bu konuda İngiltere’nin adını bu yıl sıkça duyuyor olabiliriz. Bunun olmaması için şantajın bir parçası olarak; varlık fiyatlarına konsantre olmuş merkez bankaları (!) başta olmak üzere ‘karar verenler’ her şeyi yapacaklardır. İlk yarıda düzeltme olurKüresel ekonomide 2010’un büyümenin yaşandığı, pozitif bir yıl olması beklentisine karşın; tüm dünyada reel ekonomiden ayrışan finansal piyasalarda, yılın ilk çeyreği/yarısında önemli bir düzeltme olması gerektiğini düşünüyorum. Reel ekonomiler, bedava parayla beslenen finansal piyasalara bir türlü yetişemediler, çok gerisinde kaldılar. Bu düzeltme; ikinci V’si birincisine oranla daha kısa olan bir W (aksak W) şeklini andırabilir. Bu olmadığı takdirde ‘halının altının’ çok kalabalıklaşma ihtimali yüksek. Gün gelir halı, altındakileri gizleyemez hale gelebilir. Adına ‘aksak W’ denmese bile yıl boyunca kısa süreler içinde yüzde 25 aşağı, yüzde 15 yukarı salınan finansal piyasalar göreceğiz. Zira bir yandan büyümenin kanıtları aranacak, diğer yandan bir türlü azaltılamayan küresel işsizlik, yükselemeyen konut fiyatlarıyla uğraşacağız.ABD büyüyecekBüyümenİn başlaması konusunda ABD, AB’ye oranla “teknik olarak” daha şanslı görünüyor. AB; İngiltere ve Doğu Avrupa’dan sonra son olarak Yunanistan’la uğraşırken; ABD sorunlarını en azından yüzeyde de olsa çözmüş görünecek. Bu durumda faiz artışında da ABD başı çekecektir. 2009’da hemen her şey doların aleyhine iken bile 1.60’taki bir önceki zirvesine çıkamayan euro, bu yıl dolar karşısında önemli ölçüde gerileyecek. Bu yıl doların yılı olacak. 2009’da doların zaafiyetinden faydalanan euro, bu yıl doların toparlanmasıyla 1.30’ların bile altına inebilir. Doların değer kazanması durumunda; 2009’da yıldızı parlayan altını ve doların rezerv para olma özelliğini kaybettiğini 2010’da daha az konuşur olacağız. Türkiye’ye dair nokta tahminler Seçim olursa borsa 35 bine gerileyebilir İMKB’de bu yıl içinde 41.000-42.500 seviyelerine kadar bir düzeltme olmasının ‘yerinde olacağını’ (böylelikle ‘geride kalmış boşluklar’ da kapanacak), seçim ihtimalinin artması durumunda ise 35.000 seviyelerinin görülmesinin muhtemel olduğunu düşünüyorum. Yok her şey yolunda gider; seçimler normal zamanında yapılır, Kuzey Irak’ta Amerika ve Kürt yönetimiyle bir ‘işbirliği anlaşması’ imzalanır, Ermenistan açılımında sorun çıkmaz, AB ile bütün ‘fasıllar’ açılır, o zaman da değil 58.000, 71.000 bile az gelir... Dolar 1.4650-1.6350 bandında gezinir Her senenin olmazsa olmazı... Dolar/TL kurlarında 1.4650-1.6350 bandında bir hareket görebiliriz. Bu bandın dışına çıkılmış olması piyasadaki risklerin arttığı anlamına gelecektir. 2011 yılının 1.5850 seviyesinde kapanması da nokta tahminim.Dünya için birkaç nokta tahminDolar, euro karşısında değer kazanacak Euro/dolar paritesinde 1.4150 ilk ara hedef ki 2009 yılı içinde bile görülebilir. Ardından 1.3650 seviyesi yılın ilk yarısında görülebilir. Bu hareketin ardından yılın ilk yarısında gelebilecek sert bir düzeltme hareketi nedeniyle pozisyon kapanması olur ise doların euro karşısında 1.2850’ye kadar değer kazandığını bile görebiliriz. Sürpriz dip seviye 1.2450 olabilir. 1.5250’nin üzerinde ardışık iki-üç haftalık bir kapanış tüm bu senaryoyu çöpe atar ki o zamanda büyük olasılıkla küresel piyasalarda ‘ikinci dip vs.’ gibi konuları tartışıyor oluruz.ABD’nin yüksek stokları, reel ekonomi tarafında pozitif gelişmelerin gecikmesi ve finansal piyasalardaki düzeltme gibi sebeplerle birlikte yılın ilk yarısında hampetrol fiyatlarında 65 dolar seviyelerine doğru bir gerileme yaşanabilir. Yılın ikinci yarısından sonra ise 80-90 dolar bandını konuşuyor olabiliriz.Faizlerin yükselme riski varKüresel ekonomi ve likidite koşullarındaki olumluluk bizi de pozitif etkileyecektir. Ancak en büyük ihracat bölgemiz olan AB bölgesinde Uzakdoğulu rakiplere karşı pazar payı kaybediyor olmamız, euronun değer kaybetmesi olumsuz yansıyacaktır. Euro bölgesine ihracat yapanların, 2010’da kur risklerini daha dikkatli yönetmeleri gerekecek. Kamu maliyesinde 2009’dan kalan sorunlar ve buna bağlı olarak borçlanmanın artmış olması, reel sektör ile devlet arasındaki fon paylaşım meselesini gündeme getirecek. Ek bir kaynak, yeni doğrudan yatırım gelmediği takdirde; ki bu ihtimaller 2009’dan daha da iyi olmayacaktır; TL faizlerinin genel seviyesinin 2009 kapanışına göre 200-400 baz puan yükselmesi kaçınılmaz olacak. Sorunlar erken seçim ihtimalini artırırBu yıl özel sektör tahvillerinin, yeniden piyasalara döndüğü bir yıl olacak. Bu tahviller, tasarruf sahipleri ve yatırımcılar için yeni bir alternatif olacaktır. Yılın ilk yarısında ‘ikinci dip’ tarzı sert bir düşüş olmadığı takdirde 2010’da yeni bir IMF anlaşması yapılmayacaktır (yüzde 50!!!). Bu da 2010 yılında ‘çıpa’ ihtiyacını artıracaktır.Türkiye için 2010’daki asıl sorun, ekonomik olmaktan çok politik olabilir. 3 açılımın aynı anda devreye alınmış olması, bunlardan Kürt açılımının Habur’a takılması, Ermeni açılımının Nisan ayına kadar meclisten geçmesi siyasi gerilimi yükseltecektir. Burada yaşanabilecek sorunlar 2010 yılında bir erken seçim ihtimalini artırabilir. Üstelik bu artış meclis aritmetiğinden değil, ekonomik sorunlar ve işsizlikten bunalan ‘sokaktan’ bile kaynaklanabilir. Normal tarihi Temmuz 2011 olan seçimin erkene alınması durumunda, sonbaharda Türkiye yeni bir genel seçim yaşayabilir. Böylesi bir seçim sürecine girilir ise bunun ekonomiye ve piyasalara etkisi olumsuz olacaktır. Bu arada Türkiye bu yıl “yatırım yapılabilir” kredi notuna sahip olabilir.AB’deki sorunlar bizi etkileyecek Başta Çin ve Hindistan olmak üzere gelişmekte olan ülkelerin AB ve ABD’nin yaratacağı boşluğu doldurması bence zor. Arada ciddi bir “siklet” farkı var. Yine de gelişmekte olan ülkeler kıvraklıkları ve kriz tecrübeleri sayesinde daha hızlı toparlanacaklar. Ülkeler arasında krizden çıkma ve büyüme konusunda ciddi farklar olacak. Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’in oluşturduğu BRIC tanımından Rusya çıkabilir; yerine Türkiye, G.Kore veya Meksika dahil edilebilir. Türkiye olarak biz kriz tecrübesi, sağlam bankacılık ve düşük borçluluk sebebiyle “şanslı” görülenlerden biri olsak da en büyük ihracat pazarımız AB’deki büyüme konusundaki sorunlar bizi mutlaka olumsuz etkileyecek. İşsizlik tüm dünyada “öncü göstergelerden” biri olacak.
Öncelikle yeni yılın herkese sağlık, huzur, başarı ve her açıdan “bolluk” getirmesini dilerim.Bu hoş temenniden sonra yılın ilk günü için belki de gereğinden fazla ciddi bir yazı yazmak durumda kaldım. Bugün ciddi bir yazı okumak istemeyenler derhal mutlu bir habere geçebilirler. 29 Aralık’ta Bakan Ali Babacan “Ana sorunların aşıldığını, IMF ile bir anlaşmaya yaklaşıldığını” açıkladı. Hemen ardından; IMF ile bir anlaşma yapılacağına kuvvetle inandığını daha önceleri sıkça “dile getirmiş” olan yatırım bankası JP Morgan, başbakandan bir açıklama gelmeden artık bu konuda söylenenlere inanmamak gerektiğini yazdı. Reuters’da yer alan bu haberi adeta tekzip edercesine Sayın Başbakan grup toplantısında “müjdeyi” verdi. IMF ile uzun bir süreden bu yana devam eden görüşmelerde sona gelindiğini, anlaşmanın iki yıllık bir süre için yapılacağını söylemiş. Yılın son gününe gelen bu anlaşma haberiyle İMKB, yılın başında hayal bile edilemeyen seviyelerden kapandı. Sadece borsa mı? 30 Aralık’ta 9.45 seviyelerinde işlem gören gösterge bono bileşik faizleri 8.65’lere kadar geriledi, günü 8.92’den kapandı.Sevgili Abdurrahman Yıldırım’ın sayımına göre piyasalar, IMF anlaşmasını 8. kez satın alıyorlar. Haberin ardından dendi ki IMF ile yapılacak bir anlaşmanın piyasalara etkisi güçlü olacakmış... Ben mi atlıyorum acaba? IMF anlaşması umudu (7 kez canlanan) olmasaydı piyasalar burada olur muydu? Diğer yandan, piyasalar “IMF geyiği” çıktığından beri 1 (yazıyla bir) kez bile olsun IMF anlaşmasının olmayacağını “satmadılar ki”... Hep anlaşmanın bir başka baharda imzalanacağına inandı piyasalar ve bunda da haklı çıktılar bugüne kadar.Benim asıl merak ettiğim, madem IMF ile bir anlaşma yapılacaktı, neden bu kadar beklendi? Madem yine dönüp dolaşıp IMF’nin kapısını çalacaktık, neden işsizliğin yüzde 16’lara, küçülmenin yüzde 6’lara kadar ulaşmasını bekledik? Bakanlar ama özellikle başbakan, IMF’nin bizim istediğimiz şartları kabul etmeleri halinde anlaşmanın imzalanabileceğini söylediler. Bu şartların neler olduğunu hiç bir zaman bilemedik. Umarım bir gün bu anlaşmazlık başlıklarının neler olduğunu öğrenebiliriz. Diğer yandan IMF kendisine verilen “sorun çıkarabilecek ufak tefek ülkelerin ayak altından çekilmesi” misyonu doğrultusunda artık çok da fazla talepkâr değil. Piyasalarda konuşulanlara göre IMF, hükümet tarafından hazırlanmış olan Orta Vadeli Program ile bile yetinmeyi çoktan kabullenmiş durumda. Buna rağmen anlaşma konusunda ayak direyen hükümet neden şimdi bir anlaşma fikrine yaklaştı?İyi görünen haber aslında kötü mü?Madem yapılacaktı, IMF ile çok daha önceden bir anlaşma yapılsaydı küresel kriz her halükârda daha az etkileyecekti. Acaba hükümet önümüzdeki dönemin krizden çok daha kötü olabileceğini mi düşünüyor? İç politikada yaşanabilecek sorunların, hatta Kasım ayındaki olası bir erken seçimin ekonomiyi çok daha olumsuz etkileyeceğini mi düşünüyorlar? Eğer anlaşma bu sebeple yapılıyor ise ilk bakışta olumlu gibi görünen anlaşma aslında kötü bir haber mi? Politik belirsizlik hem finansal piyasaları hem de yatırım yapılabilir ülke statüsüne yükselme ihtimalimizi olumsuz etkileyecektir. Farkındaysanız şimdiye kadar IMF anlaşmasının miktarı konusuna hiç değinmedim. Neden derseniz... İster 20 ister 40 milyar dolar olsun gelecek para, anlaşmanın “felsefesinde” bir sorun var ise rakamın hiç bir önemi kalmayacaktır. Rakamın önemi, IMF’den gelecek kaynağın nasıl kullanıcağıyla da doğrudan ilintili. Eğer ki hükümet, 2011 yılndaki seçimlere kadar ekonomiyi toparlamaya, işsizliği azaltmaya karar verir, bu uğurda da toplumsal barışı sağlayacak birleştirici, uzlaşı içinde adımlar atacak olur ise o zaman gelen paranın etkisi “misli” olacaktır. Ben diyeyim 5 katı, siz deyin 25 katı...Bu arada yılsonu rallisi için yapılan bu açıklamanın hayata geçip geçmeyeceği, hükümetin IMF heyetini Ocak ayının ilk yarısında çağırıp çağırmamasıyla anlaşılacak. Eğer davet gecikecek olur ise anlaşma yine bir başka bahara kalacak. Yoksa “Ne zaman IMF ile anlaşıyoruz haberleri çıksa, arkasından zamlar geliyor” diyen TESK başkanı Bendevi Palandöken haklı çıkacak...Buraya kadar sabırla okumuş olanların yeni yılı çok daha iyi olsun...