Şampiy10
Magazin
Gündem

İlahi dinler birbirini doğrular

Okurum Mehmet Turan‘ın ikinci sorusunu bugünkü yazımda cevaplıyorum: Cübbeli denilen kişi çarpıtıyor, hatta uyduruyor. Rusya’da Müslüman olmak isteyenlere hiç kimse “Sizin dininiz size yeter” demez. Hak yoluna kimse engel olmaz. Hiç kimse en son ve en mükemmel dine girilmesine engel olmaz. Dini kendi kafasına göre yorumlayan, uydurma rivayetleri Kur’ân’ın üstüne çıkaran, hiç çekinmeden, ömrünü Kur’ân’a hizmetle geçirmiş insanları karalayan kimsenin sözleri size mantıklı geliyormuş. Onun söyledikleri, sizce mantıklı ise bana yazmanıza gerek var mı? Buyurun inanın siz cüppeliye. Ama ben ilahi dinlerin birbirini bozduğu değil, doğruladığı inancındayım. Kur’ân böyle söylüyor. Peygamberimiz de “Peygamberlerin, baba bir kardeş olduklarını” vurguluyor. Hangi veli, kendinden önceki mürşitlerin fonksiyonunun bittiğini söyler? Hangi peygamber, kendisinden önceki peygamberin misyonunun bittiğini, hükümsüz olduğunu söyler? Oysa Kur’ân, bir dizi peygamberi saydıktan sonra Peygamber’e hitaben onların yoluna uymasını emreder:

“83- İşte bunlar, kavmine karşı İbrahim’e verdiğimiz hüccet(kanıt)lerimizdir. Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Şüphesiz Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir. 84- Biz ona İshak’ı ve (İshak’ın oğlu) Yakup’u da hediye ettik. Hepsine de doğru yolu gösterdik. Nitekim daha önce Nuh’a ve onun soyundan Davud’a, Süleyman’a, Eyyub’a, Yusuf’a, Musa’ya ve Harun’a da yol göstermiştik. Biz güzel davrananları böyle ödüllendiririz. 85- Zekeriyya’ya, Yahya’ya, İsa ve İlyas’a da (yol göstermiştik). Hepsi iyilerdendi. 86- İsmail’e, el-Yesa’a, Yunus’a ve Lut’a da (yol gösterdik), hepsini âlemlere üstün kıldık. 87- Babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden bazılarını da... Onları seçtik ve onları doğru yola ilettik. 88- İşte bu, Allah’ın hidayetidir, kullarından dilediğini bununla doğru yola iletir. Eğer (onlar Allah’a) ortak koşsalardı, yaptıkları (güzel) şeyler hiç olur giderdi. 89- İşte onlar, kendilerine kitap, hüküm ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir. Şimdi şunlar (yani Kureyş kavmi), bunları inkâr ederse (bilsinler ki) biz, bunları inkâr etmeyecek (koruyacak) bir toplumu, bunlara vekil bırakmışızdır. 90- İşte onlar, Allah’ın doğru yola ilettiği kimselerdir. Onların yoluna uy...” (Enam: 83-90). Açıkça görüldüğü üzere Hz. Muhammed kendinden önceki peygamberlerin önderi değil, onların izinde giden halefi, takipçisidir. Gerçeği öğrenmek istiyorsanız “İlahi Dinlerin Ruhbirliği” adlı eserimi okumalısınız. Ama isterseniz size mantıklı gelen cüppeli tipi kişilerin düşüncelerini benimsersiniz. Anlayış ve havsala meselesi. Ben Yunus’un görüşündeyim:
Haşe lillah senden ey Rabbül-enam
Sen temaşa kılasun ben hoş yanam.

(Allah hakkı için ey âlemlerin Rabbi, ben güzelce yanarken benim yanmamı seyretmen senin şanına yakışmaz, sen böyle bir şey yapmazsın.)

Yazının devamı...

Kimi vahye inanır kimi efsaneye...

SORU: 1- Alaeddin Şenel’in Siyasal Düşünceler Tarihi isimli kitabının 76. sayfasında Akad Kralı I. Sargon’dan bahsediliyor. Yazı şöyle: “Sargon’un kronikleri: Akad kralı I. Sargon’un ataları uygar Mezopotamya toplumunun çevresinde yarı göçebe bir yaşam sürerken yavaş yavaş Mezopotamya’ya sızan Samiler’dir. Bu sızma, Samiler’in halkının çoğunluğunu oluşturduğu kentlerin kurulmasına kadar sürmüştür. Sargon da böyle kentlerden biri olan Kiş kralının sakisi olarak görülür. Akad kralı olarak ortaya çıkması, krallığı yasal olmayan yollardan ele geçirdiğinin belirtisidir. O zaman da siyasal erkine yasallık sağlayacak düşünceler öne sürmesi gerekir.” Kendisini dinleyelim: “Sargon, Akad’ın kudretli kralı ben. Annem aşağı katmandandı, babamı bilmedim. Babamın erkek kardeşi dağlarda yaşadı. Annem bana gebe kaldı ve beni gizlice doğurdu. Beni kamıştan örülü, ziftle sıvalı bir sepete koyup ırmağa saldı. Beni sulayıcı Akki bulup yetiştirdi.” Biz bu filmi daha sonra da göreceğiz! Musa öyküsünde de görülen suya salınmaya karşın yaşar kalma, tanrıların korumasının belirtisi olarak yorumlanıp, karizmatik bir yasallık temeli sağlamaktadır. İkinci paragraftaki alıntı gerçekten “Sargon’un kronikleri” denilen kalıntılarda yazılı ise Musa Peygamber hikâyesine çok benzemektedir. Akad kralı Hz. Musa’dan çok önce yaşamış birisidir. Bu benzerliği nasıl değerlendirebiliriz?

2- Yazılarınızdan takip ettiğim kadarıyla Hıristiyan ve Yahudilerden bir bölümün gerçek dindar olduklarını söylemiş, bununla ilgili de ayetler vermiştiniz. İzlediğim bir televizyon programında cüppeli denilen kişi, sizin isminizi vererek Kur’an’daki ayetleri münferit olarak alıp yorum yaptığınızı, oysa ki ayetlerin Kur’ân’ın genel anlamına göre yorumlanması gerektiğini belirtti. Sizin yazılarınızı okuduğumda ayetleri referans alarak yazdığınız için yorumlarınız akla yatkın geliyor. Ancak cüppelinin yorumları da mantıklı. Bu yorum farkı kafamı karıştırdı. Açıklar mısınız? (Mehmet Turan)

CEVAP: I- Akad Kralı Sargon’un, bebekken ziftli sepete konulup suya salındığı ve onu sulayıcının çıkarıp yetiştirdiği öyküsünün Tevrat’ta anlatılan Musa öyküsüne benzemesi, iki öykü kahramanının aynı kişi olmasını gerektirmez. Dünyada benzeri olaylar olabilir. Musa hakkındaki öykünün esası Tevrat’ta vardır. Tevrat’ı doğrulayan Kur’ân da öğüt ve ibret olmak üzere aynı kıssayı anlatır. Önemli olan kıssanın kendisi değil, kıssa aracılığıyla verilen öğüttür. Allah’ın, tevhit uğrunda çalışacakları koruduğu ve koruyacağı mesajıdır.
Kur’ân anlattığı için biz buna inanırız. Bu konuda Kur’ân ile Tevrat birleşmektedir. Ama Sargon’un hikâyesi kendi anlatımına dayanır. Bir vahiy kıssası değil, efsanedir. Onun hakkındaki efsane olay, Musa hakkında vahye dayalı gerçektir. İnanmak istemeyen, efsaneyi vahye üstün tutana söyleyecek sözümüz yok. Herkes inancında serbesttir. Kimi vahye inanır, kimi efsaneye...

* Okurumun ikinci sorusunu yarın cevaplayacağım.

Yazının devamı...

Namazda Kur'an'a bakıp okumak caizdir

SORU: Mesleğim icabi Suudi Arabistan'da kaldım. Sık sık Umre ve Kabe ziyareti yaptım. Kabe'de namaz sırasında bazı kişiler, Fatiha'dan sonra Kur'ân'ı açıp bakarak sureleri okuyordu. Sure bitince kitabı bırakıp namaza devam ediyorlardı. Kimse bunlara müdahale etmiyordu. Böyle Kur'ân'ı açıp okuyanı çok gördüm. Ezbere bilmediğim sureleri namazda okumak istiyorum. Özellikle evde ibadetimi uzun yapmak istiyorum. Kur'ân'ı açıp ezberimde olmayan sureleri, okusam namazım bozulmuş olur mu? (Haldun)

CEVAP: Namazda bilmeyenlerin Mushaf'a bakıp okumaları caizdir. Hz. Ayşe'nin azatlı kölesi de Ramazan'da Mushaf'a bakarak teravi kıldırmış, Hz. Ayşe de ona uymuştur. Doğrusu, namazda belli sureleri tekrar yerine Kur'ân'ı açıp düşüne düşüne ve uzun uzun okuyup namak kılmak insana daha çok huzur verir. Namazda daha makbul olur. Bazı fıkıhçılar kendi düşünceleri ile "namazda öğrenme olmaz, Mushaf'a bakmak amel-i kesirdir (Çok iş yapmak)" gibi sözlerle insanları Kur'ân'dan uzaklaştırdılar. Namazda yönü kıbleden ayırmadıktan sonra Kur'ân'ı tutmak, Mushaf'a bakmak niçin amel-i kesir olsun? Hz. Peygamber, sırtına binen torununu, düşmemesi için eliyle tutup secdeden kalkmış, namazını kılmıştır. Torunu elleri ile tutmak Mushaf'a bakmaktan daha çok ve yoğun bir iştir.

DUA, GÖNÜL İŞİDİR

SORU: Bilmediğim duaları öğrenmek için düzenli olarak Yasin-i Şerif kitabından okuyorum. Dikkatimi çeken bir şey var: Bazı dualardan sonra "bu duayı her sabah ve akşam on kez okursanız şu olur" veya 'bu duayı her gün yüz kez okursanız Allah şu dileğinizi kabul eder, fakirlik görmezsiniz...' Bunlar doğru mu? Eğer doğruysa belirtilen sayılarda okunması gereği nedendir? Namaz duaları dışındaki duaları nerede okuruz? (Nursel İncioğlu)

Cevap: Hepsi yalan ve uydurma. Eğer doğru olsa o duaları yazanlar, bunları pazarlayıp para peşine düşmek yerine bunları okuyup istedikleri servete kavuşurlardı. Gerçi, saf halkı böyle yalanlarla kandırarak, afsunlayarak servete kavuştular, yazdıkları dualarla değil. Dua elbette çok önemli ama öyle manası bilinmeyen kelime ve cümleleri yinelemek şeklinde değil, bilinçli olarak insanın gönlünden taşan, kendi dilinde, istekle ve anlamını bilerek yaptığı dua önemlidir. Peygamberimiz, kalbin dışından gelen duaları makbul olmadığını vurgulamıştır. Bir yanlışı da düzeltmek isterim. Yasin-i Şerif kitap değil, Kur'an'ın bir suresidir sanki ayrı kitapmış gibi takdim edenlere aldanmayın.

Yazının devamı...

Melekler insanı izler ve korur

SORU: Mezar taşına merhumun resmini koymak veya işlemek dinimizce uygun mu? Resim olan odaya rahmet melekleri girmez deniyor. Bunun örneklerini hadislerde görüyoruz. Gerçek olabilir mi? (Eda Emel Şenkal)

CEVAP: Tapınmaya yol açmadıktan sonra kabir taşına resim yapıştırılsa veya işlense sakıncalı değil ama İslâm geleneğinde böyle bir uygulama yoktur. İslâm’da şekillere değil, şekilleri yaratana yönelinir. Resim olan yere veya eve meleğin girmeyeceği şeklinde rivayetler var. Ancak Kur’ân’a aykırı olan bu rivayetlerin Peygamber sözü olması mümkün değildir. Çünkü insan nerede olursa olsun melek ondan ayrılmaz. İnsanın üzerinde hafaza (koruyucu) melekler vardır. Bunlar insanı korudukları gibi eylemlerini de yazıp tespit ederler. Eğer resim olan eve melek girmezse insan resimli yere girip istediği kadar günah işler. Nasıl olsa oraya melek girmediği için o işlediği günahlar yazılmaz.

Böylece suç işleyen için sorumluluktan kurtulmanın yolu bulunmuş olur. Olamaz böyle şey. Hafaza melekleri insandan hiç ayrılmaz. Kur’ân bunların insanı daima izlediğini ve koruduğunu vurgular: “O(insa)nın önünden ve arkasından izleyen(melek)ler vardır. Onu Allah’ın emrinden (kaza ve belalardan, tehlikelerden) korurlar. Bir millet kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah da bir kavme kötülük istedi mi artık onu geri çevirecek yoktur. Zaten onların, O’ndan başka koruyucuları da yoktur” (Rad: 11). Kur’ân’a aykırı, gerçeklere ters olan sözler Peygamber’e iftiradır.

Önemli olan gönüldür

SORU: 1- Bazı kişiler tespihi belinden aşağıda tutup çekiyor. Bu, tespih çekme adabına uygun mu? 2- Gıybeti dinleyen de yapan gibi mi değerlendirilir? (Kenan Sert)

CEVAP: Tespih çekmek bidattır. Bidatın adabı mı olur? Tespihi nasıl tutarsa tkutsun fark etmez. Önemli olan tespih taneleri değil, dilin gönülle birlik olarak söylediği zikirlerdir. Bu zikirleri ve tespihleri elle saymak sünnettir, tespihle saymak değil. Çünkü Peygamberimiz hiç tespih kullanmamıştır. İbadetin alete ihtiyacı yoktur. Ayrıca elle tespih ve zikri saymak parmakların hareket ettirdiği için kireçlenmeyi, romatizmayı önler. Ele çeviklik sağlar. Yani sağlık açısından önemlidir. Bu bakımdan namaz tespihlerini elle sayın. Ortada olmayan birinin aleyhinde konuşmak, nerede olursa olsun gıybettir, günahtır. Elbette bu dedikoduları dinleyenler de gıybetçinin günahına iştirak etmiş olur. Bilinçli Müslümanlar olsak bu tür konuşmaları yapanları dinlemeyiz, dedikodularına iştirak etmeyiz.

Yazının devamı...

Takdir ve eleştiri

Sayın Hocam, size dua eden milyonlardan biri olarak saygılar sunuyorum. Sizi kitaplarınızdan ve Vatan’daki makalelerinizden takip ediyorum. Müslümanlığa büyük hizmetler veriyorsunuz. Birçok insan gibi Kur’ân’ı ben de mealinizden okuyorum. Hatta umreye giderken mealinizi de yanımda götürdüm. Medine’de ve Mekke’de büyük bir duygu yüküyle dolu olarak tekrar okudum. Kutsal olduğuna inandığımız bu güzel mekânlarda Kur’ân’ı anlayarak okumayı bana nasip ettiği için Rabbime, anlayarak okuyabilmemi sağladığınız için de size duygu dolu dualar ettim. Artık fırsat buldukça okuyor ve anlamaya çalışıyorum.

Şu konuyu sormadan geçemeyeceğim. Yazılarınızda niçin insanlarımıza, ilgili kurumlara “Kur’ân’ı mealden okuyunuz” diye ikaz etmiyorsunuz? Niçin camilerimizde çokça meal bulundurulmaz? Sizin ikazınız birçok kişi ve kurumu etkiler diye düşünüyorum. Zira yüce Allah’ın Peygamberine “anlayasın diye Kur’ân vahyini senin dilinde gönderiyorum” deyişi, anlamadan okuyanları nasıl sarsmaz? Yaktığınız ışığın daha çok insanı aydınlatması dileklerimle sağlıklı, uzun yıllar diliyorum. (Hasbi Aydın)

CEVAP: Güzel sözleriniz için teşekkür ederim. Kur’ân’ı mealden okumayı halkımıza yeri geldikçe tavsiye ediyorum. Yıllar önce Din Şurası’nda bu konuyu dile getirdim. Camilere bol miktarda Kur’ân meali koyalım. 15-20 dakika önce camiye gelenler okuyup Kur’ân dinini öğrensinler dedim. Sonuç alamadım. Yine de elimden geldiğince konuyu gündeme getireceğim.

Kamet getirme

SORU: Cemaatle kılınan namazlarda “kamet gereklidir’’ görüşünde olan hocalarımız var. Bu konuyu açar mısınız? (İbrahim Özkaya)

CEVAP: Kamet, namazın başladığını cemaate duyurmak amacıyla sünnet kılınmıştır. Tek başına kılan kişinin kamet getirmesinin anlamı yoktur. Ama fıkıh kitaplarına, “Gerek kendi başına, gerek cemaatle kılınan farz namazlarda kamet getirmek sünnettir” şeklinde bir kural girmiştir. Ancak bu bilginin doğru olmadığı kanaatindeyim. Çünkü Peygamberimiz farz namazlarını hep cemaatle birlikte kılmıştır.

Kendi başına kıldığı namazlar farz değil nafiledir ki, bunlara sünnet denilir. Nafilelerde kamet getirilmez. Peygamberimiz, farz namazları hep cemaatle kıldığına ve sünnetlerde de kamet olmadığına göre tek başına kılınan namazlarda kametin olmaması gerekir. Ama çelişkili rivayetler fıkıhçıları, kameti bireysel kılınan farz namazlarında sünneti saymaya götürmüştür. Bunun mantıklı yanı yoktur. Ancak bunda bir sakınca yok, nispeten yarar vardır. Çünkü İslâm âlemi bu konuda oybirliğine varmıştır.

Yazının devamı...

Kur’ân-ı Kerîm kardeşliği aşılar

SORU: Başka dinlere mensup olanlara “Bizim dinimize geçeceksiniz, yoksa cehennemliksiniz” dememiz bu dünyanın adaletsiz olduğunu ve bizim Müslüman olarak cenneti yarı yarıya garanti altına aldığımız gerçeğini yansıtmaz mı? Bakara, Al-i İmran ve Nisa surelerinde “Her kim Allah’a iman ederse ve hayırlı iş işlerse Müslüman, Yahudi, Hıristiyan veya Sabiiler, şüphesiz ki mükâfatlandırılacaklardır, onlara cennet müjdelenecektir” diye ayetler var. Al-i İmran Suresi’nin 19’uncu ayetine göre tek cennetliklerin Müslüman olduklarına işaret edildiğine ilişkin yorumlarla aklım karıştı. Beni bilgilendirir misiniz? (İsmail Onur Yönder)

CEVAP: Bakara Suresi’nin 62, Maide Suresi’nin 69’uncu ayetleri, cennete gitmek için üç şart getirmektedir: Allah’a inanmak, ahirete inanmak ve bu imanın gereği olarak güzel işler yapmak, güzel ahlak sahibi olmak. İşte böyle yapan Müslümanların, Yahudilerin, Hıristiyanların ve Sabiilerin hiç üzülmeyecekleri, Rableri katında ödüllendirilecekleri vurgulanır. Al-i İmran Suresi: “113- Ama hepsi bir değildir. Kitap ehli içinde, gece saatlerinde kalkıp Allah’ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanan bir topluluk da vardır. 114- Onlar, Allah’a ve ahiret gününe inanırlar, iyiliği emreder, kötülükten men ederler. Hayır işlerine koşarlar. İşte onlar iyilerdendir. 115- Yapacakları hiçbir iyilik inkâr edilmeyecektir. Şüphesiz Allah, (günahlardan) korunanları bilmektedir.” Kur’ân böyle söylüyor. Kur’ân, dinlerarası kardeşliği aşılar, öğütler ama tekelciler Allah’ın rahmetini tekellerine almak isterler.





Peygamber kendisi dahil cennet garanti edemez


SORU: Cuma hutbesinde imam, Buhari’nin rikak 23 no lu hadisini , “Söz ve iffetini garanti edenlere cenneti garanti ederim” şeklinde ifade etti. Namaz sonunda imam efendiye cenneti garanti etmeyi peygamberimize atfetmenin şirk olduğunu söyledim. Hutbenin müftülükçe hazırlandığını belirtti. Söz konusu hadiste garanti değil kefil olma ifadesi var. Garanti ve kefil olma kelimelerinin aynı manaya geldiğini iddia ediyor. Hatalı olduğunu söyledim. Yanılıyor muyum? ( Abdullah Cenani Kömürlü)

CEVAP : Kimi hadislerde Hz. Peygamber’e o tür ifadeler yakıştırılır ama bunlar Kur’ân’a aykırıdır. Peygamber kendisi için dahi cenneti garanti edemeyeceğini belirtirken başkası hakkında nasıl cennet garantisi verir? Evet, hadiste “ekfulu “ kelimesi geçiyor ama bunun anlamı , “Ben onun için cennete girme kefili olurum yani onun cennete gireceğini garanti ederim” demektir. Oysa Ahkaf Suresi 9 ‘uncu ayete göre Peygamber kendisi de dahil, kimseye cennet garanti edemez. Siz haklısınız. Ama o kişiler bu söz ve görüşlerini maalesef değiştirmez.

Yazının devamı...

İrlanda’dan sevgiler...

Merhaba Hocam... Hürriyet gazetesinin bir yazarı “Kuran’da yeri var” başlıklı, isminizi vermeden sizi eleştiren yazısını okudum. Tam kafamdaki “Türk tipi aydın” modelinin güzel bir temsilcisi olduğunu bir kez daha kanıtlamış oldum. Nedir bu “Türk tipi aydın?” Halktan kopuk, halkın binlerce yıllık değerlerine saygısız, sözde “modernizmin” komprador kişileri diye sıralar giderim. Bu tip insanlar aklı sıra din konusunda eleştiri yaparken okudukları veya kulaktan dolma dar dini bilgileriyle kalkıp köşelerinde, teoloji alanında yıllarını bu işe vermiş siz ve sizin gibi uzman kişileri acımasızca eleştirebiliyorlar. Eleştiri tabii ki olur. Modern bilimin Kur’ân’la ne kadar iyi örtüştüğünü, ne zaman Kur’ân okusam ağzımın açık kalmasını engelleyemiyorum. Siz ve sizin gibi değerli düşünürler de haklı olarak Kur’ân’ın modern bilimle beraber hareket ettiğini ayetlerle örnekler vererek ve modern bilimin söylediklerinin ne kadar paralel olduğunu göstermeye çalışıyorsunuz.

Ama gel gör ki, bu ülkede eğer ağzınızdan “Kur’ân ve bilim” kelimesi çıktı mı adam bilimi kabul ediyor ama Kur’ân’ı nedense görmezlikten geliyor. Daha düne kadar bu zat-ı muhterem eline Arapça-Türkçe sözlük alıp da aklınca Kur’ân’daki “Baş örtüsü” ile ilgili ayeti çevirmeye kalkıp, koca bir ülkeye nasıl da “kendince büyük bir iş”, bana göre “artificial lighting” yaparak ülkenin gerçek gündemlerini görmediklerini unutmasınlar.

Aydınlanma bir Müslüman bilim adamı için kalkıp da “Aziz Pavlos” gibi kitabı kafasına göre yazıp çizmekle olmaz. Tam tersine Kur’ân-ı Kerim’in modern bilimle nasıl uyuştuğunu göstermekle olur. Ne yapmanızı bekliyordu acaba? Hiç kutsal kitaptan bahsetmeyip sadece bilim şöyledir, böyledir deyip dinle ilgili hiçbir kaynak göstermeden mi yazmanızı bekliyordu. Biz bunun Sovyetler Birliği’nde nasıl çöktüğünü gördük. Ben sonuna kadar “Ahlaklı bilim” ve “Bilimle açıklanan Kur’ân” diyorum. Yazmış olduğunuz yazılarınız da bir “cengaver” gibi dimdik arkasında bekçilik edeceğimi belirtirim. Yıllarını bu devlete, millete, bu güzel dine adamış insanın bu yaşında el üstünde tutulup “Devlet Üstün Hizmet Madalyası” ile ödüllendirilmesi gerekirken tam tersine koyu bir eleştiri yapılması bizim gibi ülkeye has olsa gerek. Şayet adınız “Süleymanus Hophkins” olsaydı “Adama bak be, ne güzel de Kur’ân’ı yorumluyor” derlerdi bizim aydınlar. Saygılarımla... (A. Berkin Yaman/Dublin)

CEVAP: Teşekkür ederim. O kişinin yazısını görmedim. Yazsın, bizi eleştirmek için fırsat kollayanlar olduğu gibi binlerce yazılarımdan yararlanıp dua eden genç kafalar da var. Memnuniyet ve ümit veren, eleştiri niyetiyle değil, iyi niyet ve sağduyuyla yazılarımızı okuyup aydınlananlardır. Hz. Peygamber’e dahi 15 asırdan beri saldıranlar çok ama kendi zamanında inananların sayısı en çok 120 binken 15 asır sonra bu sayı 1.5 milyara ulaştı. Kimse Kur’ân’ın nuruna engel olamaz, kimse güneşi balçıkla kapatamaz.

Yazının devamı...

Allah kasıtsız hataları bağışlar

Okurum A. Tumbul, abdestsiz kılınan cenaze namazının geçerli olup olmadığını soruyor. Cevabım şudur: Yüce Allah,“Yanılarak yaptığınızda size bir günah yok fakat kalplerinizin bile bile yaptığında günah vardır. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir” (Ahzab: 5) buyurmaktadır. İmam abdestsiz kıldırsaydı, kendisi günah işlemiş olurdu. Ama bilmeyerek kıldırmış, cenaze defnedildikten sonra hatırlamışsa namaz geçerlidir. Cenaze namazının asıl amacı ölüye dua etmektir. Topluca herkes namaz kılarak cenazeye dua eder. Namaz makbuldür.

Çünkü Allah kasıtsız hataları bağışlar, eylemleri kulların niyetlerine göre değerlendirir. Bu olay üzerine şu fıkra uygun düşer sanırım: Eskiden köylerin imam kadrosu yoktu. Köylü halk (belli bir ücret, mal, tahıl) karşılığı imam tutar, hocanın hakkını öderlerdi. Köyün biri, 30 keçi karşılığında imam tutmuş. Ramazan sonunda hocanın hakkı olan keçileri getirip teslim etmişler. Ancak içlerinden biri hocaya gelip gizlice, “Hocam, bu köylüler sana hayvanların en zayıf ve cılızlarını seçip verdi. Haberin olsun” diye fısıldamış. Hoca da “Ben onların öyle yapacağını bildiğim için namazların birçoğunu abdestsiz kıldırdım” demiş.

Kalbimizi kirleten şeyler

SORU: İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin Saadet-i Ebediyye kitabının 156. sayfasında denilmektedir ki: “Kadınların bakılması haram olan yerlerinin aynadaki veya sudaki görüntülerine şehvetsiz bakmak haram değildir. Çünkü kendileri değil, akisleridir. Bunların sinemadaki ve televizyondaki görüntülerine bakmak, aynadaki hayallerine bakmak gibidir. Hepsine şehvetsiz bakmak caizdir.” Bu kitap yazıldığında internet yoktu. Şimdi internetteki görüntüler de tamamen hayal mi? (Kemal Alan)

CEVAP: Saadet-i Ebediyye adlı kitap İmam-ı Rabbani’nin değil, Hüseyin Hilmi Işık’ın kitabıdır. Bu zatın fetvaları çoğu kez şaşırtıcıdır. Günah olan şey, insanın kalbini, düşüncelerini kirleten şeydir. Çıplak kadın resmine şehvetle bakmak düşünceyi kirletir mi, kirletmez mi? İnsanın gönlünü şehvete yönlendirir mi, yönlendirmez mi? Düşünce kirliliğine yol açan her türlü şehvet bakışları haramdır. İster resim olsun, ister televizyon olsun. Burada Hz. İsa’nın sözünü anımsamak gerekir: “Bir kadını görüp de içinde onun güzelliğini düşünen kimse, o kadınla yatmış demektir.”

Kur’ân-ı Kerim bize ışıktır

“BUGÜNKÜ şartlarda Peygamberimiz gibi yaşamak mümkün mü?” diye soran okuruma cevabım şudur: Peygamber’in fiziksel hayatı değil, bıraktığı ilahi mesajdır. Peygamber’in fiziksel hayatı da yaşadığı olaylar da geride kalmıştır. Onları yinelemek ve aynen yaşamak mümkün değildir. O, fiziksel hayatıyla Orta Çağ adamıdır ama düşüncesi ve mesajıyla her çağın, en ileri adamı olarak kalacaktır. Onun getirdiği Kur’ân her zaman bize ışıktır.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.