Şampiy10
Magazin
Gündem

Sünnet olmak bir gelenektir

SORU: Oğlumu ocak ayında sünnet ettireceğim. Aile büyüklerimiz sünnetten sonra mevlit okutmamı istiyor. Ben de Kur’ân okunmasını arzu ediyorum. Burada mevlitler sadece bayanlar için yapılıyor. Kendi evimde mevlit okutacağım ama okuyan hocayı aynı odada dinleyemeyeceğim. Babam bunun yerine hatim duasını ailemle birlikte evde yaptırabileceğimi söyledi. Hangisini yapmalıyım? (Serkan Yılmaz)

CEVAP: Sünnet, Hz. İbrahim’den kalma bir gelenektir. İbrahim’e farzdı. İbrahim dininden olduklarına inanan Araplar da sünnet geleneğine uyarlardı. Bu bakımdan bütün Kureyş kabilesi sünnetliydi. Peygamberimiz de elbette sünnet olmuştur. Çünkü herkes çocuğunu sünnet ettirirdi. Peygamber çağında sünnet için mevlit veya Kur’ân okutmak, hatim yapmak diye bir şey yoktu. Niçin mevlit yoktu? Çünkü mevlit yazılalı daha 500 yıl oldu. Mevlit, Süleyman Çelebi’nin eseridir. Oysa mevlitten 9 asır önce yani Peygamber’den bu yana bütün Müslümanlar sünnet olmuşlar ama mevlit okutmamışlardır. Çünkü o zaman henüz mevlit yoktu.

Uzun sözün kısası, sünneti doktor veya sünnetçi yapar. Bu sırada içinizden ne gelirse öyle dua edersiniz. Sünnet olayı böylece tamamlanmış olur. Mevlit okutmak ne farzdır, ne sünnettir. Ama okutursanız iyi olur. Kur’ân okumak daha iyidir. Okuduğunuz Kur’ân’ın veya mevlidin duasını evde yapmak diye bir şey yoktur. Duanın yeri olmaz. Nerede içinden gelirse orada dua edersininiz. Ama biliyorum, ben ne yazarsam yazayım hanımlar ille mevlit okutacaklar. Sizi aralarına bırakmıyorlarsa siz de ayrı bir odada mevlit okutur, dinlersiniz.

Bukalemun tipliler

SORU: Çevremdeki inancı zayıf olanlar, sürekli olarak bana Ömer Hayyam’ı okumamı tavsiye ediyorlardı. Okudum, onun İslâmiyet’le dalga geçercesine bir üslupla içki içmeyi, zevk-ü sefa etmeyi öven şiirlerini beğenmedim. Üstelik onun medreseden yetişmiş ve inançlı biri olduğunu söyleyenler de var. İlk toplumlardan beri dindar olduğunu söyleyen çok sahtekâr çıkmıştır ama az sayıda da olsa insanca yaşamaya gayret eden inançlı bir grup insan da yaşamıştır. Ömer Hayyam gibi düşünen filozofların, samimi dindarları da düşünüp -inançları olmasa dahi- daha yumuşak bir üslup kullanması gerekir. Bu düşüncelerimi sizin gibi bir din bilimi uzmanıyla paylaşmak istedim.

CEVAP: Düşüncenizde tamamen haklısınız. Dinle alay eden kimse, seviyesinin düşüklüğünü gösterir. Bukalemun tipli her ortama uyan kişiler, dünyacı insanlardır. Ama Ömer Hayyam’ın, kimi zaaflarına rağmen içtenlikli Müslüman olduğuna inanıyorum. O, düşüncesini her zaman olduğu gibi yalın söylemiş, ortama göre fetva veren biri olmamıştır.

Yazının devamı...

Bu ne telaş ne kargaşa?

Halk oylamasıyla ilgili bir kanun çıktı. Referandum ne demek? Halkın bir meselede oyunu sormak. Halka, “Bu anayasa maddelerini kabul ediyor musun, etmiyor musun?” diye halka sorulacak. Halk da bunu sandığa gidip özgür iradesiyle belirleyecek. Bu halk herhalde yapılan değişikliklerin kendi lehine mi, aleyihne mi olduğunu bilecek ve bu konuda karar verecek durumdadır. Öyle olmasa hiç halka sorulmaz, buna gerek görülmez. Hatta seçim dahi yapılmaz. Ama bu halk 19’uncu asrın ikinci yarısından itibaren demokrasi kültürüyle tanışıktır. Lehine ve aleyhine olacak şeyleri ayırdedecek kapasiteye ve sezgiye sahiptir. O halde nedir bu oylamayı bir seçim havasına sokmak, meydanları dolaşmak, siyasilerin birbirinin kirli çamaşırlarını ortaya dökme çabaları, ağza alınmayacak sözlerle birbirlerini karalamaları?

Bıktık artık bu şovlardan, bu bağırıp çağırmalardan. Biri ülkenin başbakanına “Recep Bey” diyor, öbürü de bir parti başkanına “Memur Kemal” diyor. Ortaya yığma, doldurma izleyiciler getiriliyor. Masraf masraf üstüne. Kimden gidiyor bu paralar? Milletin cebinden. Gerçi harcamayı yapan partiler ama partilerin o paraları nerelerden aldıkları da bellidir. Bu mitinglere yapılan harcamalarla birkaç fabrika kurulamaz mı? Bu millet o kadar akılsız mı ki partiler işlerini güçlerini bırakıp dolaşıyorlar, insanları meydanlara topluyorlar. Bağırıp çağırıyorlar. Birbirlerini yüce divanla tehdit ediyorlar?

Niçin bunların içleri bu kadar kin ve öfke dolu? Yüce Divan’a göndermekle ne elde edeceksin? Asıp kesmek kimin derdine çözüm getirdi? 60 darbesinde astılar, 82’de astılar da ne oldu? Millet kardeşliği, milli birlik sağlandı mı? Milletin derdine çare bulundu mu? Bırakın artık bu asıp kesmeleri, bu tehditleri de ekmek bekleyen çoluk çocuğun karnının nasıl doyurulacağını düşünün. Bu millete iş ve aş bulmanın yollarını, çarelerini düşünün. Bu durumu düzeltmek, işsizliği önlemek, sosyal dengeyi sağlamak için ne getireceksiniz? Onu söyleyin.

Hiçbir şey söylemeyin. Milleti kendi özgür düşüncesiyle baş başa bırakın. Dolaşmayın sokakları, kavga üreticisi olmayın. Millete de kavga öğretmeyin. Çünkü siz bu mitinglerle aslında millete nasıl kavga edileceğini öğretiyorsunuz. Bütünleştirmiyorsunuz, ortamı geriyorsunuz, ayırıyorsunuz. O kadar insanı işinden gücünden alıp saatlerce meydanlarda oyalamakla işgücü kaybına sebep oluyorsunuz, milli ekonomiye zarar veriyorsunuz. Ortamı gerdikçe geriyor, insanları birbirine düşman ediyorsunuz.

Avrupa’da da seçim olur, referandum olur. Herkes gider, oyunu kullanır ve normal, sıradan bir gün gibi işine gücüne gider. Şimdiye kadar çok seçim gördük, çok nutuk dinledik ama bunların çare olmadığını anladık. Ziya Paşa’nın dediği gibi:

Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz

Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde.

(İnsanın yaptığı iş kendisinin aynasıdır. Adamın akıl yeteneği, eserinde kendisini gösterir.)

Yazının devamı...

Din, Kur’ân’ın buyruğudur

SORU: Memur emeklisiyim. Çocuklarım kendi yuvalarını kurdu. Kimsenin bize ihtiyacı yok. Ben ve eşim Beytullah’a gitmek istedik ama sorun para. Evimiz var. Ancak benim emekli maaşımla geçinemiyoruz. Bankada biraz birikimim var. Umreye gitmek için en az 10.000 TL gerekiyormuş. Faize bulaşmış parayla umreye gidilir mi? Eğer gidersek Türkiye’ye döndüğümüzde geçimimiz mümkün olmayacak. Bu şartlarda umreye gidebilir miyiz? Umre farz mı sünnet mi? (K. A.)

CEVAP: Az çok bir maaşınız var. Hac size farzdır. Faiz bulaşmış, bilmem ne diye düşünmeyin. Bankanın verdiği mevduat faizinin, Kur’ân’ın yasakladığı riba (yani tefe) olduğu kanaatinde değilim. Zaten emekli sandığının verdiği maaşa da faiz bulaşır. Bunlara aldırma, gidebilirsen umreye veya hacca git. Geldikten sonra aynen bugünkü yaşantını devam ettir. Namazını kıl, orucunu tut. Allah’ı unutma. İşte Müslümanlık budur. Ancak fakir vatandaşa verilen ödünçten, enflasyon üzerinde faiz almak ribadır, haramdır. Bankalar fakir değil, yatırım kuruluşlarıdır. Din şunun bunun söz ve görüşü değil, Kur’ân’ın buyruğudur.

Hileli boşama yolu

SORU: Çevremdeki bazı insanlar karısını boşayıp aynı evde tekrar kalıyorlar. Bunu sırf maaş almak için yapıyorlar. “Biz dini nikâh kıydık. Allah katında hiç günahı yok” diyorlar. Bu durum doğru mu değil mi? (Alperen Akçalı)

CEVAP: Ne diyeyim böyle insanlara? Devleti kandırıyor. Başkalarının haklarını yiyorlar. Yaptıkları zina değildir ama doğru bir şey de değildir. Devleti milleti kandırmak, yalan söylemek en büyük günahtır. Fakat taraflardan birinin gerekçeli olarak açtığı davayla boşama gerçekleşmişse artık o boşama dinen de geçerlidir. Yeniden nikâh kıymadan o karı kocanın birlikte yaşaması helal değildir.

Karar size ait olmalı

SORU: Kız arkadaşım İtalyan kökenli Katolik Hıristiyan. Evlenmek için planlar kuruyoruz. Aramızda iki farklı kültürün getirdiği çatışmalar yaşanıyor. Bunlar içinde en önemlisi ileride çocuğumuz olduğu zaman sünnet olacak mı olmayacak mı konusu. Çocuğun Müslüman olmasına değil ama sünnet olmasına kesinlikle karşı çıkıyor. Çocuğumuz sünnet olmazsa Müslüman olamaz mı? (H. Gönen)

CEVAP: Sünnet İslâm’ın şartı değil ama simgesi haline gelmiştir. Sünnetsiz insan İslâm toplumunda zorluklarla karşılaşır. Ancak sünnet olmayan dininden çıkmaz. Seçim size aittir.

Yazının devamı...

Müslümanlar dört halifeye saygı borçludur

SORU: Bir insan aklından, “Hz. Ömer talak hadisesinde; Peygamberimiz 3 talakı tek sayarken o 3 saymış” diye sorgularsa günah işlemiş olur mu? Anneannem ne zaman yemek yemeğe çağırmaya gitsek namazda oluyor. Duaları yüksek sesle okuyor. Biz de boş bulunup bir iki defa güldük. Dua okuma şeklini taklit ettik. Bu, elfaz-ı küfür olur mu? Sık sık kelime-i şehadet getiriyorum. Acaba nikâhımı tazelemem gerekir mi? (Ahmet Eren)

CEVAP: Elfaz-ı küfür, “küfür sözleri” demektir. Arapça’da küfür kelimesi, Türkçe’de kullanıldığı anlamdan farklıdır. Küfür sözleri insanı dinden çıkaran, dini inkâr anlamına gelen sözlerdir. Allah’ı inkâr, haşa dine, imana hakaret, dini küçümseyen sözler, küfür sözleridir. Biz Türkçe’de küfür kelimesini daha çok birisine hakaret, aşağılama olarak anlarız. Bunun Arapça’sı küfür değil, sebb (yani sövme)dir. Hz. Ömer hakkında saygısız düşünceler taşımak insanı dinden çıkarmaz ama günahtır, saygısızlıktır. Çünkü ölmüşleri hayırla yadetmek İslâm prensiplerindendir. Ayrıca Hz. Ömer gibi bir adalet timsaline saygısızlık büyük hatadır.

O, hem Peygamber’in kayınpederi, hem onun dört halifesinden ikincisi, hem de İslâm’ın sınırlarını ufuklara taşıyan bir başkomutandır. Bütün Müslümanlar Peygamber’in dört halifesine saygı borçludur. Anneannenizin namazıyla alay etmek eğer dine yani namazın kendisine hakaret manasında ise evet, küfür söz ve davranışıdır. İnsanı dinden çıkarır. Ama namazın kendisine değil de anneannenizin özel tutumuna ise günah olmakla beraber dinden çıkaran küfürden sayılmaz. İstediğin kadar kelime-i şehadet getir, bu güzeldir ama nikâh tazelemek diye bir şey yoktur. Bu bidattır. Böyle bir şey yapma. Karını boşadın mı ki nikâh tazeleyeceksin?


Fazla sünnet

SORU: Namaz kılarken sünnet ve farzı kesintisiz art arda kılıyoruz. Gerektiği zaman ara vermemiz mümkün mü? Eğer mümkünse bu ara en fazla ne kadar olabilir? Buna yatsı namazını kılarken ihtiyaç hissediyorum. Bir de ezan okunduktan sonra ne kadar süre içinde kılmak gerekiyor? (Gülay Yazıcı)

CEVAP: Bir vaktin namazını, başından son anına kadar kılabilirsiniz. Sünneti kılma zorunluluğu yoktur. Kılarsanız daha iyi. Sünnetle farz arasında, farzı kılacak vakit kalıncaya kadar ara verebilirsiniz.

Yazının devamı...

‘Yüzü hürmetine’ tabiri mecazi bir söylemdir

SORU: “Yüzü hürmetine” ne demek? Yüze kim hürmet duyacak, Allah mı? Eğer bu iki kelime bir deyimse bir mecazi anlam taşıyorsa o anlamı oluşturan toplumlarda (mesela Araplarda) ne anlama geliyor ki “yüzü hürmetine” deniyor? Neden gözü değil, başı değil de yüzü? Özellikle şu çok önemli: Hürmeti kim duyacak? Allah hürmet duyar mı? Eğer duymaz derseniz o zaman Allah benim veya herhangi birinin duyduğu hürmet hatırına özel muamele yapar mı? (Arif B ilgin)

CEVAP : “Yüzü suyu hürmetine” tabirinin yüzle, suyla, kaşla, gözle ilgisi yoktur. O bir mecazi söylemdir. “Onun hatırına” anlamına gelir. Araplar, tabii ki “Yüzü suyu hürmetine” demezler ama onlar da “bihakkı fulan” derler. Mesela “bihakkı Kur’ân” yahut “bihakkı leyletil-kadri” veya “bihakkı rusulike ve enbiyaike” derler. Yani Kur’ân hatırı için, Kadir Gecesi hakkı için, peygamberlerin hakkı için derler. Türkçe’deki “yüzü suyu hürmetine”nin karşılığıdır bunlardır. Hürmetine, hürmet duymak demek değildir. “Yarabbi Hz. Muhammed’in, senin katındaki saygınlığı, değeri için, onun hatırı için” demektir. Bu sözde hâşâ Allah’ın Peygambere saygı duyacak anlamı yok. Ama Peygamber’in, Allah katında değeri var. İşte onun Allah katındaki değeri için Allah’a yalvarmakta bir sakınca yoktur.


Kur’ân kaç ayettir?

SORU: Bir arkadaşım, “Kur’ân-ı Kerîm kaç ayettir” diye bir sorarak aklımı karıştırdı. “Okuldan öğrendiğim kadarıyla 6666 ayettir” dedim. Fakat internetten araştırınca farklı rakamlara ulaştım. Kur’ân kaç ayettir? (Tarık Görgülü)
C EVAP: Kur’ân ayetlerindeki sayı farkı, kimilerinin bir ayeti iki ayet, kimilerinin besmeleyi sureye dahil ayet sayıp saymamasından kaynaklanır. Harcı âlem olarak 6666 ayet olduğu söylenir. Zemahşeri’ye ait olan bu görüş, en zayıf görüştür. Mevcut Kur’ânların sure başlarında her surenin kaç ayet olduğu yazılıdır. Bunları topladığınız zaman 6253 eder. Ama yazıya dökülmeden unutulmuş, mushafa yazılmamış olan ayetler de vardır. Bunların yerine yenileri gelmiştir. Ne olursa olsun, mevcut Kur’ân-ı Kerimler 6253 ayeti içermektedir.

Önemli olan gönüldür

SORU: Dizlerimdeki rahatsızlık sebebiyle namaz kılarken özellikle oturuşlarda çok sıkıntı çekiyorum. Secdeden kalktıktan sonra yerde oturmak yerine bir tabureye veya sandalyeye otursam namazım sahih olur mu? ( Ali Günay)
CEVAP: Eğer problem yaşıyorsanız rahat edebileceğiniz şekilde oturabilirsiniz. Bu isterseniz tabure üzerinde, isterseniz sandalye üzerinde, isterseniz bağdaş kurarak olabilir. Önemli olan gönlün ağrıyla değil, Allah’ı anmakla meşgul olmasıdır.



Yazının devamı...

Kamet getirmek farza başlamanın ilanıdır

SORU: Bir yazınızda cem olayında “Sünni mezheplere göre akşamı kılar, ardından bir kamet getirip yatsıyı kılarsınız” diyorsunuz. Eğer yanlış hatırlamıyorsam tek başına kılınan farz namazlarda kamet getirilmesinin mecbur olmadığı şeklinde bir açıklamanız vardı. Kametin cemaatle kılınan farz namazlarda, cemaate, “Farz namaza başlanıyor,
buna göre düzeninizi, tekbirinizi alın” anlamını taşımıyor mu? (Ercan)


CEVAP: Kamet getirmek sünnettir. Mecburi değil. Mecburi olsa farz olur. Ezan da, kamet de sünnettir. Gerek tek başına kılanın, gerek cemaatle kılanın ezan okuması ve kamet getirmesi sünnet olduğuna göre ezan okumayanın, kamet getirmeyenin namazı tamdır ama sadece bir sünneti
eksik olur. Sünnet demek, Peygamberin kendiliğinden yaptığı nafile ibadet demektir. Bu, farz olsaydı Peygamber herkese emrederdi ve herkesi yapmak mecburiyetinde bırakırdı.
Ama öyle değil. İsteğe bağlıdır, dileyen ezan okur, dileyen okumadan namaz kılar. Dileyen farzdan önce kamet getirir, dileyen kamet getirmez. Mesele bu kadar basittir. Bana göre
kamet farza başlamanın ilanıdır. Tek başına kılan kimse isterse kamet getirir ama başka cemaat olmadığına göre böyle bir ilana gerek yoktur. Kamet getirse de olur ama getirmemesi namaza eksiklik getirmez. Fakat fıkıh adamlarının genel kanaati, kametin sünnet olduğu yolundadır.


Ezan duasının anlamı

EZAN duası hakkında bilgi isteyen okurum E. Elmalı’ya cevabımdır: Ezandan sonra hem müezzin hem de dinleyicinin, Allahım, ey bu tam çağrının ve baŞlamakta olan namazın Rabbi. Muhammed’e vesiyle yüksek derece ver. Ve onu, kendisine söz verdiğin güzel makama ulaştır” demesi, Cabir’den rivayet edilen bir hadise göre Resulullah’ın
şefaatine sebep olur. Bu rivayet sağlam kabul edilen
hadis kitaplarında vardır ama ben Hz. Peygamber’in,
her ezanda kendisine böyle dua edilmesini tavsiye edeceğini hiç tahmin etmiyorum. Bu, onun tevazuuna pek uymaz. Zaten Cabir’den hayli acayip rivayetler de gelmiştir. Şehitlerin ruhlarının yeşil kuşlar şekline konulacağına dair rivayet
de yine Cabir’den gelir. Gerçeği Allah bilir.


Organ nakli hakkında

SORU: “Beyin ölümü gerçekleşmiştir” deyip kalp durmadan organ nakli doğru mu?

CEVAP: Uzman doktorlardan bir heyet, hastanın
yakınları yanında beyin ölümünün gerçekleştiğini söylüyorlarsa ve bu konuda en ufak bir tereddüt yoksa artık o can çıkmıştır. İnsan ruhu o bedenden uçmuştur. Kalbin birkaç dakika atıyor olması, canın geri döneceği anlamına gelmez. Tıpkı kesilen hayvanda kasların kıpırdaması gibi bir şeydir bu.

Yazının devamı...

İnsan şeytanları

SORU: Şeytanların başı İblis, Allah’ın nasıl bir varlık olduğunu, O’na karşı gelinemeyeceğini biliyordu. Buna rağmen nasıl kendisini var eden büyük güce karşı geldi? Şeytanların hiçbiri mi Allah’a karşı gelmekten çekinmeyip İblis’e uydu ? Kur’ân, insan ve cin şeytanlarından bahseder. Bu ne demek? Yani insan kılığına girmiş şeytanlar mı var? Bir ayette “Şeytanlarla başbaşa kaldıkları zaman...” der. Buna göre şeytan bir varlık mı yoksa yaratılışla ilgili bir fıtrat mı? (Tuncay Yılmaz)

CEVAP: İşin aslı, İblis’le insan arasındaki kıskançlığa dayanır. İblis, şeytanların başıdır. Kendisi cinlerden yani görünmez varlıklardandı ama melek değildi. Melekte kıskançlık olmaz. Ama cinlerde insanlardaki gibi zaaflar vardır. İblis de Adem’in halife oluşunu kıskandığı için ona secde etmek istememişti. İşte şeytanın içindeki bu kıskançlık durumu, Allah ile şeytan arasında bir diyalog biçiminde canlandırılmaktadır. O âlemdeki konuşmayı bizim bildiğimiz biçimde bir diyalog değil, halin canlandırılması biçiminde anlamalıyız. Yoksa şeytanın Allah’a itirazı mümkün değildir. İtirazı davranışında ortaya çıkmıştır. Niye öyle davranmıştır? Çünkü onda güçlü miktarda ego vardır. İnsandan daha çok şeytanda benlik vardır. Bu zaafından dolayı insanı kıskanmış, hep ona düşman olmuştur. Bu davranışı Allah’a karşı değil, insana karşıdır. İnsanlar birbirini kıskanırken kendilerinden mahiyet itibariyle farklı olan şeytanda kıskançlık olması doğaldır. O, halifeliği kendisine layık görürken Adem’in halife olmasını kıskanmış, ona düşman olmuştur.

Şeytanın bu kıskançlığında ve düşmanlığında da hikmet vardır. Çünkü o insanlara rekabeti, dünya tutkusunu aşılamaya çalışmasa insanlar çalışmazlar, rekabet olmaz, kalkınma olmazdı. O halde belli ölçüde şeytanın vesvesesi, insanları çalışıp yükselmeye sevk eder. Ancak bunun yıkıcı olmaması için bir yandan da melek insana güzel telkinlerde bulunur. Peygamberler mesajlarıyla insana doğru yolu gösterirler. Böylece insan hayırla şer arasında orta çizgide dengede tutulur. Şeytanların telkinlerine aşırı eğilim gösteren insanlar, görünürde insan olsa da gerçekte şeytanlaşır, şeytan görevini yapar. Böyle kötülüğe sevk etmeye çalışan, kötü düşünceler, bozgunculuk aşılayan şerli insanlara, aradaki benzerlikte dolayı şeytan denilir. Bunlar, insan şeytanlarıdır. Nas Suresi’nde insan ve cin şeytanlarından Allah’a sığınılması emredilmektedir.






İlahi dinlerin özü


SORU: Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e kadar peygamberlerin dini İslâm mıydı? (Mahmut Ay)

CEVAP: Bütün peygamberlerin dini, Allah’a tapma, O’na hiçbir şeyi ortak koşmama dinidir. Bunun Arapça’daki adı İslâm’dır. Başka dillerde ismi değişik olabilir. Ama bütün peygamberler insanlara, “Allah’a tapın, O’nun buyrukları dışına çıkmaktan sakının” diye öğütlemiştir. İşte ilahi dinlerin özü budur. Allah’a, ahirete inanma, güzel ibadet ve güzel ahlak. Bu, eşittir İslâm.

Yazının devamı...

Kur’ân’da bir değişiklik söz konusu değildir

SORU: Cuma namazında önce konuşan vaiz, “Günümüzdeki Kur’ân, 6 asır içinde gerekli değişiklikler yapılarak bugüne gelmiştir” mealinde bir şey anlattı. Hatta Hz. Ömer’in “Hz. Peygamber böyle bir şeye gerek duymadı, ben de yapamam” diyerek önceleri itiraz ettiğini ancak sonra gerekli düzenlemelere izin verdiğini anlattı. Bidatın kelime karşılığının “Hz. Peygamber zamanında yapılmayanlar” olduğunun ama her şeyin bidat olmadığının bilinmesinin önemine işaret etti. Benim bildiğim, kitabımızın ilk geldiği şekliyle muhafaza edilerek günümüze kadar ulaştığıdır. Diğer mukaddes kitap İncil’in ise maalesef başına bir sürü iş gelmiş, bu yüzden İncil değişimlere uğramış, birden fazla İncil oluşmuştur. Bu hoca dahil birçok vaiz, cuma ezanı bittikten sonra birkaç dakika daha konuşmalarını sürdürüyorlar. Bu kişiler camideki cemaatten aldıkları vaktin hesabını nasıl verecekler? Acaba bunu düşünüyorlar mı?

CEVAP: Kur’ân, Hz. Peygamber zamanında yazılmış, Ebubekir zamanında dağınık haldeki sayfalar toplanıp cilt halinde birleştirilmiş, Osman zamanında da çoğaltılıp başkentlere gönderilmiştir. Kur’ân’ın kendisinde bir değişiklik söz konusu değildir. Ancak o zamanlar Kur’ân metni harekesiz ve noktasızdı. Dört halife döneminden hayli sonra nokta ve harekeler kondu. Asıl metne karışmaması için bu işaretler farklı mürekkeple yazıldı. Herhalde vaizin amacı bunu anlatmaktı.

Belki sözleri yanlış anlaşılmıştır. Bidat hakkındaki sözleri de doğrudur. Ama vaizlerin ezandan sonra konuşmayı sürdürmeleri yanlıştır. Çünkü cemaat içinde acelesi olan, vakti dar olan, daireye veya yola gidecek olan, hasta olanlar vardır. Bunları düşünmek gerekir. Peygamberimiz namazı fazla uzatmamayı, hastaları, işi acele olanları düşünmek gerektiğini öğütlemiştir.



Mutlaka izahı vardır
SORU: Kur’ân’da Hz. Nuh’un 950 sene yaşadığı yazıyor. Bu mümkün mü? (Volkan Önen)

CEVAP: Belki o zamanki insanlara göre
1 sene 1 aydı. O zaman 1000 ay 80 küsur yıl eder. Normal bir yaşam süresi. Yahut Nuh dünyanın ilk vahiy peygamberi olduğuna göre dünyanın genç dönemlerinde yaratılmıştır. O zamanlar dünya kendi çevresinde şimdikinden çok daha hızlı dönüyor olabilir. Zamanla dönüş yavaşlarken evren de genişledi. Hâlâ da evren genişlemekte, yıldızlar arasındaki boyutlar git gide artıyor. Bu genişlemenin sonucu olarak dünyanın kendi çevresinde dönüşü de yavaşlıyor. Bunun mutlaka izahı vardır. Gerçeği Allah bilir. Ayrıca bu kıssa, ibret için anlatılan bir Tevrat kıssasıdır. Önemli olan hikâyenin motamot tarihen doğruluğu değil, Tevrat’ta da anlatılan bir peygamber kıssasıyla öğüt vermek ve tevhit gerçeğini vurgulamaktır.



Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.