Zana’ya biçilen misyon
Dün Yeni Şafak’ta Abdülkadir Selvi, “Hoş geldin Leyla Hanım” başlıklı güzel ve anlamlı bir yazı kaleme almıştı. (http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=01.10.2011&y=AbdulkadirSelvi) Bu yazının son bölümünü aktarmak istiyorum: “Sizin deneyiminize büyük ihtiyacımız var. Size, çıkıp PKK’yı kınayın ya da örgütle aranıza mesafe koyun gibi bir çağrı yapacak değilim. Ayrıca bunu samimi de bulmuyorum. Ama ülkemizi artan terör olayları üzerinden, faili meçhul karanlığına çekmek isteyenlere karşı sizden gelecek yürekli bir sese ihtiyacımız var. Ne yapacağınızı, ne diyeceğinizi en iyi siz bilirsiniz. O nedenle ben size sadece hoş geldin, Leyla Hanım diyorum. ”
Çok isabetli bir yazı olduğunu dün Meclis’te gördük, yaşadık. Çünkü TBMM’nin yeni yasama döneminin açılışına Cumhurbaşkanı Gül’ün konuşması (Özellikle yeni anayasanın yapılma yöntemi ve içeriği hakkındaki özgürlükçü sözleri dikkati çekti. Terörle mücadele konusuna ağırlık verdi, Kürt sorununun demokratik çözümüne kısaca değindi) ile Emek, Demokrasi, Özgürlük Bloğu listelerinden seçilmiş milletvekillerinin yeminleri damga bastı. Yemin deyince de en çok ilgiyi Zana gördü. Medyanın yoğun ilgi gösterdiği Zana ısrarla ve yalnızca “diyalog ve uzlaşma” mesajları vermeye dikkat etti.
Üç özellik
Peki Zana, Abdülkadir’in kendisine uygun gördüğü misyonu yerine getirebilir mi? Bu soruya “evet” cevabı vermemiz kesinlikle mümkündür. Neden böyle düşündüğümü açmak için 2009 yerel seçimleri kampanyası sırasında Batman’da tanıştığım ve o tarihten sonra birçok kez kendisiyle uzun uzun konuşup tartışma imkânı bulduğum Zana’nın öne çıkan üç özelliğini sıralamak istiyorum:
1) İçerden birisi olmasına rağmen Kürt sorununun gidişatını serinkanlı bir şekilde analiz edebiliyor;
2) Başta kadınlar olmak üzere Kürt halkı nezdinde hayli popüler. Büyük ölçüde bu popülerliği nedeniyle Öcalan başta olmak üzere birçok kişide yer yer rahatsızlık yaratsa da Kürt siyasi hareketi içinde hak edilmiş bir yeri var. Buna ek olarak Irak’taki Kürt yönetimiyle ilişkileri çok iyi;
3) Ödediği bedeller, yaşadığı mağduriyetler onu davasına daha da bağlı hale getirmiş. Ama Zana’da hınç ve öfke yerine dikkat çekici bir soğukkanlılık, makul olanı arama ve ılımlılık gözlüyorsunuz.
Kuşkusuz benim bu değerlendirmelerim, geçmişteki yemin töreni nedeniyle ona kızan, hatta ondan nefret edenlerin hoşuna gitmeyecektir. Olabilir. Kendilerine, Zana’nın geçen yaklaşık 30 yıl içinde yaşamış olduğu “olgunlaşma”nın bir benzerini yaşamalarını tavsiye edebilirim. Devletin Öcalan’la, hatta PKK ile düzenli bir şekilde görüştüğü bilindiğinde, halkın seçtiği milletvekillerini dışlama, onlarla konuşmaya, tartışmaya yanaşmama gibi bir tavrın gerçek hayatta herhangi bir karşılığının olmadığı açıktır.
İşi hiç de kolay değil
Yeminden önce TBMM kulisinde karşılaştığım Zana’nın son derece heyecanlı olduğunu gördüm. Yemin ederken de heyecanını üzerinden atamamış olduğunu hep birlikte gözledik. Bu heyecanın kendi kişisel tarihiyle ilgili boyutları muhakkak vardır. Ama Kürt sorununun çözümünde kendisine biçilen rolün ağırlığını da hesaba katmalı. Evet Zana bu noktada çok kilit bir rol oynayabilir. Ama Kürt siyasi hareketi sadece Zana gibi isimlerden ibaret değil, hatta onun gibilerin azınlıkta kaldığı bile söylenebilir. Üstelik, birçok yerde olduğu gibi bu harekette de çoğunluğun azınlıktakileri etkisizleştirmeye fazlasıyla niyetli olduklarını akılda tutmalı.
Sözlerimizi Abdülakdir’in yazısının başlığıyla noktalayalım: Hoş geldin Leyla Hanım! Ve bir cümle de biz ekleyelim: Allah kolaylık versin!