Şampiy10
Magazin
Gündem

Gezi eylemleri bitmeli mi? Yoksa zaten bitti mi?

Dün Taraf Gazetesi’nde Murat Belge “Orada olmak” (http://www.taraf.com.tr/murat-belge/makale-orada-olmak.htm) başlıklı bir yazı yazdı ve Gezi Parkı direnişinin başarılı olduğunu belirttikten sonra yazısını şöyle bitirdi: “Bir Dakika Karanlık eylemi gibi, bunu da artık zorlamamak gerek. Yoksa şimdiye kadar yarattığı olumlu sonuçlar, etkiler, olumsuza dönüşmeye başlar ve eylem kendi başarısını kendi eliyle bozar.”

Gezi direnişini başından itibaren destekleyen, hatta hükümetin tutumunu protesto etmek için final toplantısı arifesinde akilliği bırakan Belge’nin yazısı, olmayan bir tartışmayı başlatmıyor, zaten bir süredir devam eden bir tartışmaya katkıda bulunuyor. Büyük ölçüde ülkenin dört bir yanındaki parklarda düzenlenen forumlarda, eylemler sırasında hayatlarını kaybedenlerin cenaze törenlerinde, yoğun bakım servislerinde genç insanların yaşama tutunmaya çalıştığı hastanelerin önlerinde, polis nezarethanelerinde, sorgu odalarında, adliye koridorlarında, sosyal medyada süren bir tartışma bu.

“Gezi bitti ama ruhu yaşıyor”

Örneğin aktif bir parçası olduğu Gezi direnişinin ruhuyla, hep uzak durduğu internete girmek zorunda kalan şair Ahmet Güntan bu ayın başında “Gezi (galiba) bitti. Ama Gezi’nin ruhu aramızda dolaşıyor, ahirete gitmiyor, gitmesin zaten” (http://ahmetguntan.blogspot.com/2013/07/gezi-galiba-bitti-ama-gezinin-ruhu.html) diye başlayan bir yazı kaleme aldı ki okuduğumda bana da makul gelmişti. Ama o günden bu yana palalılar, yine gaz bombaları, TOMA’lar, direnişçilere saldıran esnaf ve en acısı Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz’ın hayatını kaybetmesi gibi birçok şey yaşandı.

Bütün bunlar bize iç içe geçmiş iki olgu nedeniyle Gezi direnişinin istense de kolay kolay bitirilemeyeceğini gösteriyor:

1) Bu direniş kendiliğinden ve örgütsüz bir şekilde başladı. Gücünü tam da bu özelliklerinden aldı. Normal şartlarda birbirlerinin yüzlerine bakmayan, hatta birbirleriyle kanlı bıçaklı olan farklı çevreleri mucizevi bir şekilde bir araya getirdi. Yine büyük ölçüde kendiliğinden ve örgütsüz bir şekilde gelişti.

2) Gezi direnişini aslında siyasi iktidar başlattı. İlk günden itibaren protestocularla diyaloğa girmek yerine polisi ve onun orantısız şiddetini devreye sokan hükümet, bu tavrının direnişi doğurup güçlendirmesine öfkelenerek daha da sertleşti. Buna paralel olarak yoğun bir dezenformasyon ve kara propaganda yürütüldü. Tam ortalık sakinleşti sanılırken sabah erken saatlerde operasyonlar düzenlendi. Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın verilerine göre düne kadar 3 bin 636 kişi gözaltına alındı ve 133’ü tutuklandı.

Hükümetin sorumluluğu

Dolayısıyla esas sorumluluğun hükümette olduğunu söyleyebiliriz. “Çapulcu”, “vandalizm”, “faiz lobisi” gibi söylemlerle Gezi direnişini itibarsızlaştırma ve kriminalize etme çizgisi aynen korunurken; cadı avları sürer, can kayıpları için tatminkâr soruşturmalar yapılmazken insanların sokakları terk etmesini beklemek gerçekçi olmayacaktır.

Eğer hükümet ilk gün yapması gerekeni yapar, yani diyalog mekanizmalarını işletir, vatandaşlarına terörist muamelesi yapmaktan vazgeçerse, yaşanan onca şeye rağmen sonuçta Türkiye demokrasisi kazanmış olur.

Böyle yazdığıma bakmayın, ortada bu yönde herhangi bir işaret görüyor filan değilim. Ama esas yorulanın, sanıldığının aksine Gezi direnişçileri değil siyasi iktidar olduğunu ve bunun kendileri tarafından da fark edildiğini düşünüyorum. Kısacası, hükümet zararın neresinde dönerse o kadar kâr edecek, dönmemesi hâlinde kayıpları katlanacaktır.

Gezi direnişine gelince: O zaten Türkiye’de yeni bir dönemi başlatarak tarihte yerini çoktan aldı.

Yazının devamı...

Demokrat olmak için İslamcılıktan çıkmak şart mıdır?

Kahire’den yazdığım izlenimlerimin ikinci bölümüne “Adeviyye Meydanı ‘İslamcılık öldü’ diyenleri tekzip ediyor” (http://rusencakir.com/Yol-Ayrimindaki-Misir2-Adeviyye-Meydani—Islamcilik-oldu-diyenleri-tekzip-ediyor/2060) başlığı attım ve şöyle yazdım: “Adeviyye Meydanı’nda dolaşırken aklıma sık sık Prof. Mümtazer Türköne ve onun ‘İslamcılık öldü’ tezi geldi. Benim yerinde, sizlerin de muhtemelen televizyon ekranlarında gördükleriniz tam da bu tezin tekzibi niteliğinde.”

Mümtazer de hemen ardından Zaman Gazetesi’nde “İslamcılık tuzağı” başlıklı bir yazıyla (http://www.zaman.com.tr/mumtazer-turkone/islamcilik-tuzagi_2109689.html ) bana ve aynı günlerde çıkan bir yazısı nedeniyle Prof. Nilüfer Göle’ye, iyi niyetli olmamıza rağmen tuzağa düştüğümüz uyarısı yaptı. Bu tartışmayı sürdürmenin yararlı olduğu kanısındayım.

Mursi seçimi kaybetmiş olsaydı?

Şimdilik, Mümtazer’in yazısının son iki cümlesine itirazlarımı dile getirmek istiyorum. Öncelikle şu tespit üzerinde duralım: “Mursi, İslamcı olduğu için darbe ile devrilmedi; darbe ile devrildiği için İslâmcı sıfatıyla yaylım ateşine tabi tutuluyor.”

İlk bakışta doğru gözüküyor, ama en azından eksik bir değerlendirme. Çünkü uluslararası medyanın haberlerinden, Mısır ordusunun darbe hazırlığına Mursi’nin seçilmesinin hemen ardından başladığını biliyoruz. Eğer rakibi Ahmet Şefik kazanmış olsaydı ordu muhtemelen darbe yapmaz, en azından ilk günden hazırlığa girişmezdi. Ordunun (ve ona destek veren kesimlerin) Mursi’ye tahammülsüzlüğünün esas nedeninin seçimle işbaşına gelmesinden ziyade onun İslamcı hareketten gelmesi olduğunu düşünüyorum.

Keza Batılı devletlerin darbenin ilk günlerinde sergiledikleri kayıtsızlığın ardında da Mursi’nin siyasi kimliğinin bulunduğunu ileri sürebiliriz. Hatta Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt gibi Körfez ülkelerinin de askeri darbeye alenen destek vermelerinde sadece demokrasiden nefret etmelerinin değil, sandığın İslamcıları iktidara taşımasından korkmalarının rol oynadığını düşünebiliriz.

Demokrasiyle sınav

Mümtazer’in yazısının son cümlesiyse şöyle: “Adeviyye Meydanı’nda demokrasi talep eden insanlar duruyor; Mısır halkını haklı iken haksız duruma düşürecek İslâmcılık tuzağı değil.”

O meydanda dört gün boyunca değişik saatlerde bulundum, kendi hâllerinde göstericilerle, direnişin yöneticileriyle sohbet ettim. Bu insanların demokrasi talep ettiklerine kimsenin itirazı olamaz. Zaten meydanın dört bir tarafında “devrime karşı darbe”, “halkın iradesine karşı ordunun gücü”, “25 Ocak devrimi, 30 Haziran darbesi” gibi pankartlar asılı duruyor.

Öte yandan, Adeviyye Meydanı’ndaki demokrasi savunucusu sözler ve pankartlara tepeden tırnağa İslami semboller eşlik ediyor. Adeviyye’de, Mursi’nin bağlı olduğu İhvan (Müslüman Kardeşler) dışındaki İslami parti, grup ve çevrelerden olanlar da var, ama gözlemlediğim kadarıyla İslamcılıkla alakası olmayan gruplar içinde az sayıda askeri darbeye karşı çıkanlar bulunsa bile bunlar meydana gelmiyor, İslamcıları yalnız bırakıyorlar.

Sonuçta o meydanda, dünyanın en eski ve önde gelen İslamcı hareketlerinden birinin demokrasiyle gerçek anlamda yüzleşmesi ve şu ya da bu nedenle onu sahiplenmesi deneyimi yaşanıyor.

Mısırlı İslamcıların demokrasiyle kurdukları bu yeni ilişkinin Mısır halkını haklıyken haksız duruma düşürme ihtimali olduğu kanısında değilim. Çünkü İslamcı hareket Mısır’ın öteden beri açık bir realitesi; demokrasi acil ihtiyacı; İslamcıların demokratik süreçlere eklemlenmesi de kaçınılmaz bir zorunluluğu.

Özetle, seçimlerden çıkan sonuca asker dâhil herkesin saygı göstermesini istemelerinin, diğer bir deyişle demokratik sürece askeri müdahaleyi kabul etmemelerinin bu kitleleri demokrasiye yaklaştırdığını söylemek tabii ki doğru. Ama demokrasiye yaklaştıkları için İslamcılıktan çıktıklarını söylemek de yanlış olacaktır.

Yazının devamı...

‘Erdoğan arabuluculuk yapabilir’

Dün yüz binlerce Mursi yandaşı, Adeviyye Meydanı’nda Cuma namazı kıldı. Kalabalığa hitap edenlerden biri de hakkında tutuklama kararı çıkarılan İslamcı lider Saffet Hicazi’ydi. Hicazi ile Mısır’da yaşananları konuştuk...

Dün Kahire’de kritik bir Cuma yaşandı. İhvan’ın (Müslüman Kardeşler) çağrısıyla Mısır’ın başkentine akın eden yüz binlerce kişi, günlerdir askeri darbe karşıtlarına ev sahipliği yapan Rabiatül Adeviyye Meydanı’nda önce Cuma namazı kıldı, ardından iftar yaptı ve teravih namazını kıldı. Dün kritikti çünkü askeri rejimin Mursi yanlılarının Kahire’ye girmesine izin verip vermeyeceği belli değildi; Adeviyye’de toplananların, Pazartesi günü kanlı bir katliam yaşanan Cumhuriyet Muhafızları Kışlası’na ve/veya Tahrir Meydanı’na yürümeleri ihtimal dahilindeydi, böylesi bir durumda yine kan akması bile işten değildi. Fakat Ramazan ayının, insanların oruçlu olmasının da etkisiyle, esas olarak her iki taraf da soğukkanlılıkla davranınca herhangi bir ciddi çatışma ve olay yaşanmadı.


‘Siyasetçi değil devrimciyim’

Dün Adeviyye Meydanı’nda toplananlara hitap edenlerden biri de Başsavcı tarafından İhvan Rehberi Muhammed Bedii ile birlikte haklarında tutuklama kararı çıkarılan 10 kişi arasında yer alan Saffet Hicazi’ydi. 50 yaşındaki bu inşaat mühendisi, 25 Ocak devrimi sürecinde İslamcıların en öne çıkan figürlerinden biriydi. Kendisini “Ben siyasetçi değil devrimciyim” diye tanımlayan Hicazi ile Perşembe akşam saatlerinde yine aynı meydanda, konuşma yapmasının ardından bir söyleşi gerçekleştirdik. İşte 25 Ocak ve 20 Haziran süreçlerinin önde gelen isimlerinden Saffet Hicazi’nin sorularımıza cevapları:

- Hakkınızda diğer İhvan yöneticileriyle birlikte niye tutuklama kararı çıkarıldı?

Öncelikle ben İhvan üyesi değilim, bağımsız bir devrimciyim. Tutuklama kararına gelince: Malum ülkemizde askerler darbe yaptı, her yerde diktatörler muhalifleri tutuklamak ister, ondan.

‘Mursi görevine dönene kadar’

- Darbe karşıtı gösteriler ne zamana kadar sürecek?

Şu an 23 şehirde bu tür gösteriler aralıksız sürüyor. Cumhurbaşkanı Mursi görevine dönene kadar da sürecek.

- Pazartesi günkü katliama yönelik niye çok güçlü tepkiler yaşanmadı?

Bunun önde gelen nedeni askeri rejimin birçok medya kuruluşunu kapatmış olması, diğerlerini de çok sıkı kontrol etmesi. Yani ülkede herhangi bir medya desteğinden mahrumuz. Bu yüzden katliama tepki yeterince büyüyemedi.

- Başından itibaren sizlerin şiddete başvurup vurmayacağı merak ediliyor. Öfkeli gençleri kontrol altında tutabilecek misiniz?

Hiç merak etmeyin, her şey kontrolümüz altında. Örneğin şu koca meydanı didik didik arayın, tek bir silah bile bulamazsınız.

‘Askere asla cevap vermeyiz’

- Yani tepkileriniz hep barışçıl olacak...

Baltacılarla (Mübarek rejimi yanlısı silahlı sivil çeteler) baş etmeyi çok iyi biliyoruz. Ama askere asla cevap vermeyiz. Onlara sadece göğsümüzü açarak karşı dururuz.

- Askeri rejimin sizlerle görüşmek istediği, hatta görüştüğü söyleniyor...

Değişik partilerden, bazı İslami kuruluşlardan bu yönde telkin ve teklifler geliyor ama bunları geri çeviriyoruz. Çünkü bizim için öncelik Mursi’nin dönmesi, sonrasına bakarız.

- Türkiye’nin tavrına ne diyorsunuz?

Bize en büyük destek Türkiye’den geldi, minnettarız. Bunun nedeni, kendilerinin daha önce çok askeri darbeye maruz kalmaları ve bizlerin de benzer bir şeyi yaşamamızı istememeleri olsa gerek.

‘Erdoğan çok güçlü bir isim’

- Başbakan Erdoğan Mısır konusunda bir şeyler yapabilir mi?

Evet yapabilir çünkü Tayyip Erdoğan çok güçlü bir isim. Bir tür arabuluculuk yapabilir ve askeri rejimi Mursi’nin dönmesine ve demokratik sistemin işlemesine ikna edebilir.

- Mursi’nin mesela Türkiye’ye sürgün gitmesi söz konusu olabilir mi?

Böyle bir seçeneği kesinlikle kabul etmiyoruz, çünkü bu darbeyi kabul etmek anlamına gelir.


Firavunlu Cuma hutbesi

Adeviyye meydanında dün okunan “Mısır’ın çalınması” isimli hutbede, iktidara el koyan ordu tıpkı Mübarek gibi Firavuna benzetildi. Hutbeyi okuyan Vakıflar Bakanlığı eski çalışanı Cemal Abdussettar, “Firavun devletin yasama, yürütme ve yargı organlarını kendi tekelinde topladı. Ordunun Mursi’yi düşürerek yerine Adli Mansur’u getirmesini destekleyenler, Firavun’a itaat edenler gibidir” dedi.

Yazının devamı...

Müslüman Kardeşler olmadan asla...

Mursi'ye dış destek yok denecek kadar az ama, Müslüman Kardeşler'in kesinlikle sistemin içinde tutulması gerekiyor. Aksi taktirde Mübarek rejimi insanlarının hiçbir şey olmamış gibi geri dönmeleri riski var.


Pazartesi günkü katliamın ardından Mısır’da gerginlik, sanıldığı gibi tırmanmadı, tam tersine düştü. Bunda Çarşamba günü başlayan Ramazan’ın etkisi de muhakkak var. Ancak İhvan (Müslüman Kardeşler), askeri darbenin arifesinde ve hemen sonrasında görüldüğü kadar kalabalık olmasalar bile meydanları terk etmiş değiller. Özellikle Kahire’de Rabiatül Adeviyye Meydanı’nın dolduran onbinlerce kişi birlikte sahura kalkıyor, iftar yapıyor, teravih ve diğer namazları kılıyor. Bugün, yani darbeden sonraki ikinci, katliamdan sonraki ilk Cuma namazının da İhvan’ın başlattığı direnişinin dönüm noktalarından biri olabileceği söyleniyor.

An itibariyle Mısır’da güçler dengesi İhvan’ın aleyhine. Karşısında sadece ordu değil, Hüsnü Mübarek rejiminin kalıntıları, Selefiler ve 25 Ocak devrimine katılmış olan değişik siyasi görüşlere sahip parti ve gruplar var. Üstelik Türkiye ve Tunus’u saymazsak devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye dış destek yok denecek kadar azken, Batı dolaylı, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt gibi Körfez ülkeleri alenen askeri darbeyi alkışlıyor ve yeni yönetime mali yardımda bulunuyor.

İhvan silaha başvurursa

Ne var ki ne kadar yalnızlaşırsa yalnızlaşsın İhvan kolay kolay pes olacağa, yeni "geçiş süreci"ne dahil olmayı kabul edeceğe benzemiyor. Çünkü İhvan, kendisinin dahil olmadığı herhangi bir yeni anayasanın, genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinin, yani bir yeniden yapılanmanın meşru ve kalıcı olmayacağını biliyor. İhvan’ı tamamen sürecin dışına atmanın mümkün ve mantıklı olmayacağını düşünen yeni yönetim de, üst düzey isimlerini tutuklayarak örgütü, dilini yumuşatmaya zorlayacağını düşünüyor. Yalnız burada çok ciddi bir çelişki var: İhvan’ın genç tabanı, özellikle Pazartesi katliamından sonra askeri rejime karşı daha sert tavırlar alınması için bastırırken onları örgütün geleneksel yöneticileri dizginliyor. Dolayısıyla askerlerin İhvan yönetimine yönelik operasyonları, beklenenin aksine gerilimi daha da artırabilir.

Tam da bu noktada, ordunun aslında İhvan’ın silaha sarılmasını arzuladığını ileri sürenlerin hiç de yabana atılamayacak tezleri karşımıza çıkıyor. Çünkü daha önce de yazdığımız gibi (http://www.rusencakir.com/Yoldaki-isaretler/2058 ) 1928’de kurulmuş olan İhvan’ın rejime karşı sert/silahlı yöntemlere başvurduğu veya hatta meylettiği dönemlerde çok sert darbeler yediğini ve kendisini toparlamasının epey uzun sürdüğünü biliyoruz. Bugün de İhvan’ın bir şekilde şiddete başvurması, onun üzerinde yükseldiği meşru zemini ortadan kaldıracağı açık.
Öte yandan İhvan da, ordunun kendilerine yönelik silah kullanması durumunda, tıpkı Pazartesi katliamı sonrasında olduğu gibi, içerde ve dışardaki desteğinin azalacağını düşünüyor. Dolayısıyla Mısır’da, krizin iki cephesinin de mümkün olduğunca şiddete yönelmek istemeyip, karşı cepheninse tam aksine silaha başvurmasını temenni ettiği garip bir duruma tanık oluyoruz.

Eski rejime dönüş mümkün mü?

Mısır’ı nasıl bir geleceğin beklediğini, 30 Haziran’ı bir darbe değil de 25 Ocak devriminin devamı olarak gören Kahire’deki Şark Bölgesel ve Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin Başkanı Dr. Mustafa Labbad’a sorduğumda ilk olarak İhvan’ın kesinlikle bir terör örgütü olarak görülemeyeceği ve ne yapıp edip sistem içinde tutulması gerektiği cevabını aldım. Onun “ortak tek bir konu bile konuşamayacağımız Selefiler’le aynı safta yer alıp birçok şeyi tartışıp anlaşabileceğimiz İhvan’la karşı karşıya olmak garip bir durum” diyen Dr. Labbad, 9 ay gibi bir süre içinde Cumhurbaşkanlığı seçimlerine gidilmesinin zor olduğu kansısında. Onun şu sözlerinin altını çizmek lazım: “En büyük korkum, Mübarek rejimi insanlarının hiçbir şey olmamış gibi geri dönmeleri.”

Gerçekten Mısır şu an tam anlamıyla kilitlenmiş durumda. İhvan’ın sistemin içinde tutulamaması halinde Mısır’ı, iç savaş riski de dahil, çok kötü günler bekliyor ve bunun sonucunda 25 Ocak devrimine katılan tüm unsurların (veya büyük bir bölümünün) tasfiye edildiği, Mübarek dönemini andıran yeni bir yönetim inşa edilebilir.

Yazının devamı...

Gerekirse ölene kadar buradayız!

Mursi yandaşları, Müslüman Kardeşler ve onlara yakın isimler Adeviyye Meydanı’ndan ayrılmıyor. Dün meydanda toplanan kalabalığın nabzını tuttuk.

Kadın-erkek, genç-yaşlı hepsi aynı şeyi söylüyor: “Oylarımızla seçtiğimiz Mursi geri gelene kadar meydandan ayrılmayız!”

Önceki gün Kahire’nin Rabiat’ül Adeviyye Meydanı’nda, foto muhabiri arkadaşım Burak Kara ve tercümanımız, gazeteci Metin Turan’la saatler geçirdik. Gündüz kalabalığı yeterince etkileyiciydi, ama esas akşam, Ramazan’ın ilk teravihini kılıp ardından ilk sahurunu yapmak için on binlerce kişinin toplanmış olduğunu görmek çok çarpıcıydı (Hatırlatalım: Mısır’da Ramazan Türkiye’den bir gün sonra başladı).


‘Hakkımızı alacağız’

Müslüman Kardeşler (İhvan) ve onlara yakın isimler bu meydanda, Tahrir Meydanı’nda toplanan muhaliflerin Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na yürüyüp Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’ye komplo düzenleme ihtimallerini bertaraf etmek için toplanmışlar. Ama Mursi ordu tarafından devrilince, Adeviyye’de toplanmayı, onun tutulduğu Cumhuriyet Muhafızları Kışlası’na yakın olduğu için sürdürmeye karar vermişler. Bir süredir Mursi’nin başka bir yere nakledildiği söyleniyor ama İhvan’ın meydandaki bekleyişi sürüyor.

Peki ne zamana kadar? Dün yine Adeviyye’deydik ve bu ve ilişkili soruların yanıtlarını aradık. El Ezher Üniveristesi’nde hocalık yapan 30 yaşındaki Mahmut Seyyid, “Oylarımızla seçtiğimiz Mursi geri gelene kadar buradayız. Bizler gururumuz, şerefimiz için yaşayan insanlarız. Ta ki hakkımızı alıncaya, gerekirse ölünceye kadar buradayız” diyor. 63 yaşındaki emekli memur Mahmud Mustafa Ebu Halid ise benzer bir şekilde konuşuyor: “Allah bana 30 yıl daha verse yine burada beklerim. İnşallah burada, alnımdan ve göğsümden vurularak şehit düşerim.”


Şehadet ve barış

“Şehadet” bu meydanda toplanan kadınlı-erkekli, her yaştan insanın nerdeyse ortak kavramı. Başlangıçta sembolik bir anlamı olan bu kavram, Pazartesi sabahı yaşanan katliamla sahici bir anlam kazanmış. Adeviyye’deki konuşmalar bir şekilde dönüp dolaşıp o sabaha geliyor. Örneğin o olaylar sırasında kardeşi Muhammed tutuklanan Safa Hasan Hüseyin adındaki 40 yaşındaki kadın “kardeşimin telefonunu arayınca bana polisler cevap veriyor. Kendisinden haber alamıyoruz” diye şikayet ediyor ve 10 gündür meydanda olduğunu, ölünceye kadar da beklemeyi sürdüreceğini söylüyor.

‘Protestolarımız barışçıl’

İlginç olan, sürekli şehit olmaktan söz eden Mursi taraftarlarının, konuşmalarında ısrarla protestolarının “barışçıl” çizgiyi aşmayacağını vurgulamaları. Örneğin 27 yaşındaki yayıncı Muhammed Hasan, “Seçtiğimiz Cumhurbaşkanı’nın yeniden göreve gelmesini istiyoruz. Sokaklara çıkarak, tamamen barışçıl yöntemlerle, halkın baskısını devreye sokarak bunu da başaracağız inşallah!” diyor ve şöyle devam ediyor: “Bizim tek gücümüz barışçıl gösterilerdir. 25 Ocak devriminden nasıl başarıyla çıktıysak şimdi de aynı şekilde davranacağız. O kadar arkadaşımızın öldürülmesine rağmen şiddete başvurmamış olmamız da bunun kanıtı.”


Medyaya öfke

Adeviyye Meydanı’ndakiler Mısır medyasına çok öfkeliler. Askeri darbeyi destekleyen veya yeterince eleştirmeyen Batı ülkelerine de kızgınlar ama Batılı gazetecilere pek itirazları yok. Tabii ki hükümetin ilk andan itibaren takındığı tutum nedeniyle Türkiye’ye, dolayısıyla bizlere de çok sempatik bakıyorlar. Buna karşılık darbeyi destekleyenlerin de Türkiye’ye ve bizlere çok sıcak bakmadıkları da ortada. Son olarak şunu söylemek istiyorum: Adeviyye Meydanı’nda dolaşırken aklıma sık sık Prof. Mümtazer Türköne ve onun “İslamcılık öldü” tezi geldi. Benim yerinde, sizlerin de muhtemelen televizyon ekranlarında gördükleriniz tam da bu tezin tekzibi niteliğinde. Dünyanın ilk ve en güçlü İslamcı örgütlenmesi olan Müslüman Kardeşler, yediği darbelere rağmen ayakta ve bunu da esas olarak İslamcı çizgisini koruyarak, hatta daha da güçlendirerek sağlıyor. Fakat bu İslamcı vurgunun, İhvan’ın, bir süre önce belli ölçülerde yakınlaşmış olduğu kitlelerle mesafenin yeniden açılmasına neden olduğu da ayrı bir realite.

Kahire büyükelçimiz bakanlığa çağrıldı

Mısır, Türkiye’nin askeri darbeyi kınama kararına tepki gösterdi. Türkiye’nin Kahire Büyükelçisi Hüseyin Avni Botsalı, Mısır Dışişleri Bakanlığı’na çağrılarak, Türkiye’nin rejim değişikliği karşısındaki tavrı protesto edildi. Mısır resmi haber ajansı MENA’nın haberine göre Mısır Dışişleri yetkilileri Türkiye Büyükelçisi’ne, Ankara’nın “darbeyi kabul edilemez bulduğu” yolundaki açıklamalarının Mısır’ın iç işlerine karışmak anlamına geldiğini savunarak Türkiye’yi uyardı.

Tahliye hazırlığı

Büyükelçi Botsalı, Mısır’daki Türk vatandaşlarının tahliyesine ilişkin ise şunları söyledi: “Henüz tahliye söz konusu değil ama olağanüstü durum için hazırlığımız var. Bugün bulunduğumuz noktada 2011’de yaşanan türden alarm verici bir durum yok. Olağanüstü hal durumunda devletin her zaman hazırlığı vardır. Devletimiz muktedirdir.”

Mısırlı gazeteci ölümünü çekti!


Pazartesi yaşanan katliamda ölen Mısırlı gazeteci Asım’ın keskin nişancıları çekerken, kendi ölümünü de kaydettiği ortaya çıktı...

Mısır’da Mursi yandaşlarının Kahire’deki Cumhuriyet Muhafızları kışlası önünde yaptığı protesto gösterisi geçen pazartesi günü kana bulanmış, sabaha karşı kalabalığa askerlerin açtığı ateş sonucunda 51 kişi hayatını kaybetmişti. Katliamda ölen 26 yaşındaki Mısırlı gazeteci Ahmed Asım’ın kendi ölümünü çektiği ortaya çıktı. Meydanda kamerasıyla çekim yapan Mursi yanlısı Al-Horia Wa Al-Adala muhabiri Asım, çatışma başladığında kışlanın giriş kısmındaki binanın üzerindeki keskin nişancıları fark etti. Kayıtta olan kamerasını bu yöne gazeteci bir kaç saniye çekim yaptıktan sonra keskin nişancı asker namlusunu Asım’a doğru yöneltiyor ve ardından kamera kaydı sona eriyor. Telegraph gazetesi, kafasından vurulan gazetecinin hastaneye kurşun isabet eden kamerasıyla götürüldüğünü yazdı. Görüntülerin daha sonra fark edilerek Mursi yandaşları tarafından sosyal paylaşım sitelerine yüklendiği belirtildi. (VATAN DIŞ HABERLER)

YEMEN BASININDAN ŞOK İDDİA:

Yemen’deki silahlar İhvan’a mı gidiyordu?


Yemen’de önceki gün ele geçirilen Türk yapımı silahların Sudan üzerinden Mısır’a sokularak Müslüman Kardeşler’e (İhvan) verilmek istendiği öne sürüldü. Türk limanlarından ayrılan yabancı bandıralı “Svetla” adlı gemiye Kızıl Deniz’deki Zoqar adası yakınlarında Yemen sahil güvenlik ekiplerince düzenlenen operasyonda, 20 bin silah yakalandığı açıklanmış, aralarında Türklerin de bulunduğu geminin 8 kişilik mürettebatının gözaltına alındığı belirtilmişti. Svetla isimli geminin Comoros bayraklı olmasına rağmen armatörünün Kocaeli merkezli Sargem Denizcilik şirketi olduğu ortaya çıkarken, Yemen El-Mutemer haber sitesi, silahların Türkiye tarafından Mısır’daki Müslüman Kardeşler’e gönderildiği öne sürüldü. Yemenli güvenlik uzmanı Al El-Koraşi’nin iddiasına göre gemideki silahlar, Yemen’de karaya indirildikten sonra botlara yüklenerek Sudan’a götürülecek, buradan da kara yolu ile Mısır’a sokulacaktı. Türkiye Yemen hükümeti El-Koraşi’nin iddialarının gerçekten uzak olduğunu açıkladı. Sudan ordusu da dün yaptığı açıklamada, Türk silahlarının Sudan üzerinden Mısır’a sokulacağı haberlerini yalanladı. (VATAN DIŞ HABERLER)

’Mursi güvenli bir yerde’

Fransız haber ajansı AFP, Mısır Dışişleri Bakanlığı sözcülerinden Abdelatty’nin gazetecilere yaptığı açıklamada Muhammed Mursi’nin darbeden sonra şu an güvenli bir yerde olduğunu, kendisine henüz bir suçlama yöneltilmediğini söylediğini yazdı. Habere göre Sözcü Badr Abdelatty, “Mursi güvenliği için gizli ve güvenli bir yerde bulunuyor. Kendisine saygılı ve itibarlı bir şekilde davranılıyor. Şu ana kadar kendisine henüz bir suçlama yöneltilmiş değil” dedi.

Yazının devamı...

Taraflar beklemede, her an her şey olabilir

Dün sabah indiğimiz Kahire Havaalanı’ndan kent merkezindeki otelimize gelene kadar, Mısır’da birkaç gün önce askeri darbe olduğunu gösteren herhangi bir durum ve işaretle karşılaşmadık. Ortalık sakin görünüyor ama bu durum pekala aldatıcı olabilir, her an çatışmalar çıkabilir...

Dün sabah Kahire’de herhangi bir olağanüstülük göze çarpmıyordu. Hatta önceki sabah çok büyük bir katliamın yaşandığı, devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin gözaltında tutulduğu söylenen Cumhuriyet Muhafızları Kışlası’nın önünde de trafik normal olarak akıyordu. Fakat yaklaşık 700 metre mesafedeki Rabiat’ül Adeviyye Meydanı’na vardığımızda Müslüman Kardeşler gerçeğiyle, onların Mursi bırakılana kadar direnişlerini sürdürme kararlılıklarıyla karşılaştık.


Nereden nereye?

Öğle saatlerinde gittiğimiz Adeviyye’de her yaştan kadın ve erkeğin, aralarında sohbet ederek, namaz kılarak, ellerindeki Kuranları okuyarak, kendilerini yakıcı güneşten koruyan çadırların altında dinlenerek, kurulmuş olan platformdaki konuşmacılara göre slogan atarak, marşlar söyleyerek, tekbir getirerek direnişlerini sürdürdüklerine tanık olduk. İlginçtir: Müslüman Kardeşler taraftarları bu meydana, Tahrir Meydanı’nda toplanan muhaliflerin Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na yürüyüp Mursi’ye komplo düzenleme ihtimallerini bertaraf etmek için toplanmışlar. Ama seçtikleri Cumhurbaşkanı, Tahrir’deki göstericiler değil de onların büyük bölümünün desteklediği ordu tarafından devrilince, Adeviyye’de toplanmayı, Mursi’nin tutulduğu yere yakın olduğu için sürdürmeye karar vermişler. Mısır’ın başka şehirlerinde, Kahire’nin başka bölgelerinde de darbe karşıtı gösteriler var ama ülkenin kaderini esas olarak Tahrir Meydanı-Cumhuriyet Muhafızları Kışlası-Adeviyye Meydanı hattının belirleyeceği muhakkak.

Çatışmalar yayılabilir

Şu günlerde Mursi karşıtları Tahrir’de yoğun bir şekilde toplanmıyor ama herhangi bir kriz anında, tıpkı darbe öncesinde olduğu gibi burası da büyük kalabalıklara yeniden ev sahipliği yapabilir. Diğer bir deyişle, krizin gelişimine göre Tahrir ve Adeviyye meydanlarını dolduran kalabalıklar arasında yaşanabilecek çatışmalar tüm Mısır geneline yayılabilir.

Mursi bırakılır mı?

Kahire’deki ilk günkü izlenimlerimizi şöyle özetlemek mümkün: Ortalık sakin görünüyor ama bu durum pekala aldatıcı olabilir. Çünkü Müslüman Kardeşler Mursi’nin devrilmesini haklı olarak gayrimeşru görüyor ve geçici olduğu söylenen yönetimle herhangi bir şekilde ilişkiye girmeyi kabul edeceğe benzemiyorlar. Müslüman Kardeşler’in ilk şartı olan Mursi’nin serbest bırakılmasın askerlerin yerine getirmesi de pek mümkün değil. Ve en önemlisi bu tıkanıklığı aşmayı mümkün kılacak mekanizmalar, en azından şimdilik ortalıkta görünmüyor. Dolayısıyla Kahire ve Mısır’da her an her şey olabilir. Örneğin akşama doğru yazıp gazeteye yolladığım bu yazıyı değiştirmek zorunda kalabilirim.


GEZİ PARKI GİBİ...

Direnişe devam

Mursi yandaşları, Adeviyye Meydanı’nı mekan tutmuş. Mursi bırakılana kadar, direnmeye kararlılar. Meydan, satıcılarıyla, maskeli eylemcileriyle Gezi Parkı’nı andırıyor. Bu arada önceki gün Cumhuriyet Muhafızları Kışlası önünde yaşanan katliamla ilgili ordu, kalabalığın içinden kendilerine ateş açıldığı iddiasıyla son 24 saat içinde 650’den fazla kişinin gözaltına alındığını açıkladı.


‘El Sisi Allah’ın düşmanı’

Katliamıın ardından Müslüman Kardeşler Adeviyye meydanındaki gösterilerine devam ediyor. Dün ölenler için toplu dua eden Mursi yandaşları, “Anayasayı koruma ve Milli İttifak” yürüyüşleri düzenleyeceklerini açıkladı. Meydanda toplanan kalabalık da sürekli “Allahu ekber, Sisi Allah’ın düşmanı” diye sloganlar atıyor...

Yazının devamı...

Yoldaki işaretler

Dünyada İslamcı düşünce ve İslami hareketler denilince akla ilk olarak İhvan (Müslüman Kardeşler) gelir. Hasan el-Benna ve arkadaşları tarafından 1928 yılında İskenderiye’de kurulan İhvan kısa süre içinde Mısır’dan diğer Arap ülkelerine de uzandı ve Arap dünyasının önde gelen toplumsal ve siyasal aktörleri arasında yer aldı.

İhvan’ın Mısır’daki (aslında diğer Arap ülkelerinin çoğunda da böyle) serüvenini esas olarak devletle olan ilişkisi veya ilişkisizliği belirlemiştir. 1940’lı yıllarda monarşiyle arası iyi olmayan İhvan, 1952’deki Hür Subaylar darbesini el altından destekledi, fakat bir süre sonra Devlet Başkanı Cemal Abdül Nasır tarafından yasa dışı ilan edildi. Çok sayıda İhvan mensubu ve yöneticisi tutuklandı, ağır işkenceler gördü ve bazıları idam edildi.

Enver Sedat yönetiminde nispi bir rahatlama yaşayan İhvan’ın Mısır’ın en etkin siyasal/toplumsal gücü hâline gelmesi, tabii birçok bölgesel ve uluslararası gelişmenin de yardımıyla Hüsnü Mübarek döneminde oldu. Yanlış anlaşılma olmasın, Mübarek’in İhvan’ın önünü açması diye bir durum söz konusu olmadı, hatta tam tersine, bu hareketi engellemek için elinden geleni yaptığı söylenebilir fakat başarılı olamadı. Öyle ki halk hareketiyle terk etmek zorunda kaldığı koltuğuna 1 Temmuz 2012 günü İhvan yöneticilerinden Muhammed Mursi oturdu.

Seyyid Kutub’un kopuşu

Mısır’da İhvan’ın 85 yıllık tarihinde, diğer İslamcı grup ve akımlarla kurduğu ilişki de yer yer belirleyici olmuştur. Örneğin Nasır döneminde yıllarca hapis yatıp işkence gören ve 29 Ağustos 1966’da idam edilen, İhvan yöneticilerinden Seyyid Kutub, toplama kampı şartlarında kaleme aldığı “Fî Zılâl’il Kur’an” (Kuran’ın Gölgesinde) adlı tefsirinde ve bir tür manifesto olarak kabul edilen “Yoldaki İşaretler” adlı kitabında, İhvan’ın geleneksel, mevcut siyasi iktidarlara açıktan meydan okumama stratejisini terk etmişti. İhvan yönetiminin göz ardı ettiği Kutub’un görüşlerini sahiplenenler, çoğunlukla silahlı mücadeleyi esas alan yeni örgütlenmelere gittiler.

Tarihin tekerrür ettiğine inanan biri değilim. Ama bugün olanları ve yarın olabilecekleri daha iyi anlamada tarihten yararlanmamızın şart olduğu da ortada. Nitekim bugün de İhvan’ın önünde, uzun süredir izleyegeldiği politik çizginin dışına çıkma, dilini sertleştirme ve bir şekilde şiddeti benimseme seçeneği var gibi görünüyor; en azından İhvan içinden ve/veya yakınından bazı kişi ve çevrelerin bu yönde telkinlerde bulunduğunu duyuyoruz.

Bu arada başta Mursi’yi deviren askerler, ardından onlara destek olan iç ve dış güçler olmak üzere birçok kişinin İhvan’ın eline silah almasından son derece memnun kalacağını görebiliyoruz.

Şiddete sürüklenmeme kararlılığı

Darbenin ilk anından itibaren İhvan yöneticileri “barışçıl protestoya, kendimize hâkim olmaya kesinlikle kararlıyız ve asla şiddete sürüklenmeyeceğiz” diyerek tehlikenin farkında olduklarını ifade etmişlerdi. Ancak Mursi başta olmak üzere bazı yöneticilerin tutuklu olması, darbenin getirdiği olağanüstü şartlar gibi nedenlerle, hele dünkü katliamın ardından İhvan yönetiminin şiddete sürüklenmeme kararlığını ne ölçüde koruyabileceği, tabanını tam olarak kontrol edip edemeyeceği bir muamma.

İhvan’ın, protestolarını şiddete bulaşmadan, yoğun bir katılımla ve dinamik bir şekilde sürdürmesi hâlinde askeri darbeyi ciddi olarak geriletebileceğini söyleyebiliriz. Ama işin içine şiddet girerse, bundan kimse kazançlı çıkamaz, herhâlde en büyük zarar da İhvan’ın hanesine yazılır.

Bu noktada Ankara’nın (ve İhvan üzerinde belli etkileri olan tüm güçlerin) İhvan’a şiddetsizlik telkinini sürdürmeleri, bu arada uluslararası camiayı da bir an önce normal düzene geçilmesi için askeri rejime baskı yapmaya çağırmaları isabetli olacaktır.

Not: Siz bu yazıyı okurken foto muhabiri arkadaşım Burak Kara ile Kahire’ye varmış ve yaşananları yerinden gözlemeye başlamış olacağız.

Yazının devamı...

Ankara Mısır’da arabulucu olabilir mi?

Mısır’daki askeri darbenin, tabii ki Mısır’ın kendisinden sonra en fazla kaybedeninin Muhammed Mursi/Müslüman Kardeşler (İhvan) yönetiminin en önde gelen destekçisi Katar olduğu söyleniyor. Türkiye’nin, daha doğrusu AKP hükümetinin de önemli kaybedenlerden olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Öncelikle stratejik açıdan bakalım: Orta Doğu’da birçok kritik konuda Katar’la çok yakın pozisyonlar alan Ankara, özellikle Suriye ve Filistin politikalarında Mursi yönetimiyle belli bir uyum ve eşgüdüm yakalamıştı. Askeri darbe sonrasında iyice kendi derdine düşecek olan Mısır’ın, Filistin, Suriye gibi bölgesel sorunlarda aktif rol oynayabileceği herhâlde söylenemez.

AKP modelinin krizi

İkinci olarak, Mısır’da ordunun sadece Mursi ve İhvan’a değil, aynı zamanda “AKP modeli” olarak tanımlanan olguya da darbe indirdiğini söyleyebiliriz. Mısır’da Hüsnü Mübarek rejiminin sonlanmasının ardından kaleme aldığım bir yazıda (http://www.rusencakir.com/AKP-modelini-ihrac-etmek-mumkun-mu/1619)

Rejim değişikliğine gidilen Tunus ve Mısır’da (ileride Suriye’de) İslami hareketlerin iktidara gelmelerinin yüksek ihtimal olduğunu; Tunus’ta Ennahda, Mısır ve Suriye’de İhvan’ın önündeki en cazip modelinse AKP deneyimi olduğunu ileri sürmüştüm.

Tunus’ta, tabii ki sıkıntılarla birlikte çoğulcu demokrasiye geçişte epey bir ilerleme katedildi. Bunda Ennahda’nın, özellikle onun lideri Raşid el Gannuşi’nin yıllardır İslam ile demokrasinin pekâlâ bağdaştığını savunuyor olmalarının payı büyük. Nitekim Ennahda ilk günden itibaren, eski rejim karşıtı sol ve sağ partilerle, insan hakları savunucularını, meslek kuruluşlarını ve sivil toplum örgütlerini yeni sürecin içine katmaya gayret gösterdi.

Mısır’ın birçok nedenle Tunus’un gerisinde kaldığını gözledik. Bu noktada, Başbakan Erdoğan’ın Mısır gezisinde laikliği övüp tavsiye etmesini hatırlatmakta yarar var. Müslüman Kardeşler başta olmak üzere Mısırlı İslamcıları epey rahatsız eden bu telkinin, bugünden bakıldığında son derece isabetli olduğu anlaşılıyor. Eğer Mursi ve İhvan, bu öneriyi ciddiye almış olsalar ve gereğini yerine getirmeye çalışsalardı Mısır bambaşka şeyler yaşıyor olabilirdi.

İhvan’ı sürece eklemleme

Mısır’daki askeri darbenin uluslararası topluluktaki yankıları son derece hayal kırıcı oldu. Darbeye eleştiriden çok destek gelmiş olması, bazı devletlerin gözünde demokrasinin, en azından Arap ve İslam dünyası için çok da şart olmadığını gösterdi. Böylesi bir atmosferde Ankara’nın işinin çok zor olduğu görülüyor. Çünkü gerek Cumhurbaşkanı Gül, gerek Başbakan Erdoğan, gerekse Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, darbeyi kınıyor, Mısır’ın meşru Cumhurbaşkanı olarak hâlâ Mursi’yi görüyor ancak darbeyle işbaşına gelen yönetimi “gayrımeşru” ilan etmiyorlar.

Yapılan açıklamalardan Ankara’nın önümüzdeki süreçte askeri rejimle İhvan/Mursi arasında bir tür arabuluculuğa talip olduğu sonucunu çıkarabiliriz. Örneğin İhvan şu ana kadar yaptığı açıklamalarda geçiş hükümetine kesinlikle katılmayacağını açıkladı. Buna karşılık Ankara ısrarla geçiş hükümetine tüm siyasi güçlerin katılması yolunda çağrı yapıyor. Dolayısıyla İhvan’ı yeni sürece eklemleme gibi bir düşünce söz konusu olabilir.

Öte yandan Ankara, yine ısrarla Mursi ve diğer İhvan yöneticilerinin tutuklanmaması gerektiğinin altını çiziyor. Askeri rejimin Mursi başta olmak üzere İhvan’ın tepe yöneticilerinin Mısır’da özgür bir şekilde siyaset yapmalarına izin vermesi düşük bir ihtimal. O yüzden bu isimlerin sürgüne yollanması seçeneği gündeme gelebilir ki ordunun daha önce Mursi’ye bunu önerdiği, ama ret cevabı aldığı yolunda doğrulanmamış haberler çıktı.

Son bir not: Başbakan Erdoğan dünkü açıklamasında, haklı olarak AB’yi Mısır darbesine karşı pasif kaldığı için eleştirdi ama nedense benzer bir eleştiriyi Washington’a yöneltmedi. Halbuki Amerikan yönetiminin darbeye darbe demesi hâlinde, kendi yasaları nedeniyle Mısır’a yaptığı devasa yardımı kesmesi gerekecek, bu da askeri rejime çok ciddi bir darbe olabilecekti. Diğer bir deyişle askeri rejim varlığını Washington’un işbirliğine borçlu ve Ankara bu konuyu, en azından şimdilik pek gündeme getirmek istemiyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.