Gezi direnişi ayarları bozmaya devam ediyor
Dün hükümetin iki önemli isminin Gezi Parkı direnişi üzerine iki ayrı ve birbiriyle çelişen sözüne tanık olduk. İlk haber Washington’dan geldi. Burada Brookings Enstitüsü’nde konuşma yapan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu “Türkiye’deki gösteri yapma hakkını, örneğin Gezi Parkı (protestolarını), sadece Avrupa’daki ülkelerle karşılaştırabilirsiniz, Orta Doğu ülkeleriyle değil. Eğer yanlışlar varsa da bunlar kanunlar çerçevesinde ele alınır ama kimse Türkiye’yi basın özgürlüğünün, toplanma özgürlüğünün, adil ve özgür seçimlerin olmadığı ülkelerle karşılaştıramaz. Türkiye’deki bu gösterilerin, Avrupa’daki gösterilerle benzer olmasından onur duyuyoruz” dedi.
Başbakan R. Tayyip Erdoğan da, partisinin dünkü Meclis grup toplantısındaki konuşmasında sözü ne yapıp edip yine Gezi direnişine getirdi. Erdoğan uzun süre hafızalarda kalacak konuşmasında, yıllar önce bir ödül töreninde Ahmet Kaya’ya saldıranlara “Şimdi diyorlar ki ben o sırada tuvaletteydim ben o sırada dışarıdaydım. Ulan hepiniz oradaydınız. Kamera kayıtlarında hepinizi görüyoruz. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar” diye seslendi.
AKP liderinin bu “ulan”lı çıkışının kamuoyunda beğeni toplama ihtimali hayli yüksek. Ancak bundan hemen önce “Ahmet Kaya’ya kimler saldırdı?” diye sorup bunun cevabını “Gezi Parkı’nda bize saldıranlar kimse onlar saldırdı” şeklinde vermesi için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Çünkü dün gün boyu sosyal medyada fotoğraflarıyla ve isimleriyle bir kez daha teşhir edilen saldırganların Gezi direnişiyle herhangi bir ilgilerinin olmadığı, hatta bazılarının alenen direnişçilerin karşısında ve hükümetin yanında yer aldıkları biliniyor.
Bitti ama ruhu yaşıyor
Davutoğlu ve Erdoğan’ın ister olumlu, ister olumsuz anlamda konuşmalarında mutlaka Gezi’den söz etmek durumunda kalmaları, bu direnişin, AKP iktidarının 11 yılına, dolayısıyla Türkiye’nin yakın tarihine damgasını basmış olduğunu, fiilen bitmiş olsa da etkisinin ve “ruhu”nun varlığını daha uzun süre devam ettireceğini kanıtlıyor.
Tabii sözünü ettiğimiz iki farklı haber nedeniyle ilginç bir durumla karşı karşıyayız. Davutoğlu’nun ABD’de onur duyduğu Gezi’yi, Erdoğan onursuz bir eylemmiş gibi tarif ediyor. Aslında devletin Gezi’ye bakışındaki bu farklılık direnişin ilk günlerinde ortaya çıkmış, o tarihte vekaleten başbakanlığı üstlenmiş olan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de desteğiyle direnişin temsilcileriyle görüştükten sonra Gezi’nin mesajını aldıklarını belirtip çözüm mekanizmalarını işletmeye başlamıştı. Ne var ki Başbakan Erdoğan, Kuzey Afrika gezisi sırasında bir basın toplantısı vesilesiyle canlı yayında herhangi bir mesajın alınmasının söz konusu olmadığını söyleyip direnişi polis zoruyla bastırmakta ısrar edince Gül ve Arınç kendilerini geri plana çektikler ve bildiğimiz gelişmeler yaşandı.
Davutoğlu’nun dönüşü
Dün Davutoğlu’nun Brookings’teki sözlerini duyunca aklıma tabii ki Cumhurbaşkanı Gül ve onun, New York’ta bir yatırım şirketinde yine Gezi hakkındaki bir soruyu “Bu ve benzeri olayların başlangıcı ile ilgili açıkçası gurur da duyarım” diye cevaplamış olması geldi. Gül aynı çizgiyi TBMM açılış konuşmasında da şu şekilde sürdürmüştü: “Gezi Parkı’nda çevre duyarlılığı ve şehir estetiği kaygılarını sergileyen gençlerin barışçı eylemlerini, demokratik gelişkinliğimizin yeni bir tezahürü olarak gördüm. Uzun yıllar yargısız infazlarla, işkenceyle ve vahim insan hakları ihlalleriyle anılmış olan ülkemizin, bu kez gelişmiş demokrasilerdekilere benzer kaygı ve taleplerle gündeme gelmesinde çekinilecek bir husus yoktu.”
Hatırlanacaktır, Gezi sürecinde Davutoğlu, eylemciler hakkında herhangi bir “sempatik” hatta “empatik” bir çıkış yapmamış; hatta tam tersine Gezi’yi komplolarla açıklamaya ve karalamaya çalışanları haklı çıkaracak yorumları olmuş ve derin bir hayal kırıklığı yaratmıştı.
Keşke böyle bir konuşmayı aylar önce ve Türkiye’de yapmış olsaydı.