Hasar tespit raporu-1
Recep Tayyip Erdoğan ve Fethullah Gülen... Türkiye’nin bu iki en güçlü ismi ve onların içinde yer aldıkları/başını çektikleri toplumsal/siyasal hareketler, sırf egemen sistemi tedirgin ettikleri için nice badireler atlattı, sıkıntılar yaşadı, bedeller ödedi. Bu kader ortaklığının da etkisiyle olsa gerek, yaklaşık 7 yıl önce ittifaka gittiler ve elbirliğiyle askeri vesayeti büyük ölçüde etkisizleştirdiler. Fakat bu zaferin ardından da kendi aralarında kıyasıya bir iktidar mücadelesine giriştiler.
Gerçekten alışılmadık türden bir mücadele bu. Öyle ki Gülen cemaati, tarihinde ilk kez can damarı olan dershanelerin kapatılması tehdidiyle karşı karşıya. Buna karşılık AKP iktidarı da en hassas olduğu noktada, yolsuzluklar konusunda tarihinin en büyük darbesini aldı. İşte bu yazıda cemaat ile hükümet arasındaki meydan muharebesinde bir durum ve hasar tespiti yapmak istiyorum ve savaşın daha uzun bir süre devam edeceğini varsayarak bu raporları belirli periyotlarla güncellemeyi düşünüyorum.
Hükümet ağır yaralı
17 Aralık operasyonuyla hükümetin çok ağır bir yara aldığı muhakkak. Bunun birkaç boyutu söz konusu:
1) Tabii ki öncelikle yolsuzluk boyutu. Bir anda dört bakanın birden adının çok geniş kapsamlı bir yolsuzluk operasyonunda geçmesi hükümet için başlı başına bir felaket oldu. Üstelik bunun tam da yerel seçim arifesine denk gelmesi faturanın katlanmasına yol açabilir.
2) Bu bakanların hiçbirinin, en azından bu yazıyı yazdığım ana kadar, kamuoyunun karşısına çıkıp kendisini ve oğlunu savun(a)mamış olması AKP’deki erozyonun şiddetini artırdı.
3) Gerek hükümet, gerekse onun kontrolündeki medya bu iddiaları etkisizleştirebilecek elle tutulur bir argüman geliştiremedi. Ne “Dış bağlantı” ne de “siyaseti itibarsızlaştırma” suçlamalarının böylesine büyük bir soruşturmanın ağırlığını hafifletmesi mümkün olabilirdi; olamayacak da.
4) Üstüne üstlük hükümet, dün de yazdığımız gibi, soruşturmayı yürütenlerin büyük bölümünü alelacele görevden alarak tuzağa düştü. Böylelikle hem çaresizliğini göstermiş oldu, hem de iddiaların sonuna kadar gidilmesine engel olacakmış gibi bir algı yarattı.
5) 17 Aralık operasyonu, eski günlerdeki gibi, sadece hükümet olmakla kalmayıp aynı zamanda devlet de olduklarını övünerek söyleyen AKP’liler için çok büyük bir şok oldu. Önce Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın “devlet içinde illegal bir örgüt”ten, ardından Başbakan Erdoğan’ın büyük bir hiddetle “devlet içinde devlet”ten bahsetmeleri ve bunları kazıyacaklarını söylemeleri Türkiye’de yepyeni bir dönemin başlayacağının işaretidir. Herhâlde bu dönemin startı, haftaya yapılması beklenen geniş çaplı kabine değişikliğiyle verilecek.
Cemaat sapasağlam
17 Aralık’tan Gülen cemaatinin ayakta, hatta dershane kriziyle birlikte almış olduğu yaraları sarmış olarak çıktığı söylenebilir. Ancak süreç henüz bitmiş değil. Henüz, birkaç polis şefinin görevden alınması dışında hükümetin herhangi bir misillemesine tanık olmadık. Fakat çok geçmeden 17 Aralık operasyonunun çapına denk düşecek bir cevap gelebilir ve cemaatin büyük ölçüde bürokrasi içinde varlığını sürdüren “sivil olmayan kanat“ı hedef alınabilir.
Aslına bakılacak olursa “cemaat kadrolarını devletten ayıklama” projesi uzun zamandır gündemde ve cemaat de herhâlde buna göre bazı tedbirler almıştır. Lakin Gülen hareketi için çok daha büyük bir risk söz konusu: Hükümetin, cemaatin sivil kanadını kırmaya veya en azından aşındırmaya yönelik adımlar atması ki dershane projesi buna açık bir örnekti.
Fildişi kule
Burada şu notu düşmekte fayda var: Ergenekon, Balyoz vb. süreçlerde hükümet ve cemaat el ele “taraf olmayan bertaraf olur” şiarıyla toplumu kafalarına göre ak ve kara olarak ikiye bölmüş, gri bir alana izin vermemişlerdi. Şimdi iki taraf da, birbirleriyle olan kavgalarına kendi saflarından katılmaları için üçüncü şahıslar arıyor. Her ne kadar cemaate olan hınçlarını hükümet veya hükümete/Erdoğan’a olan hınçlarını cemaat üzerinden çıkarmak isteyen az sayıda kişi çıksa da çoğunluk olup biteni uzaktan, fildişi kuleden ve galiba pek de şikâyetçi olmadan izlemekle yetiniyor.