Cemaat-hükümet meydan muharebesi: Kim kazanır?
.
Fethullah Gülen cemaati ile AKP hükümeti arasındaki, birkaç gündür hız kesmiş gözüken savaş hakkında en sık sorulan soru hiç tartışmasız şu: “Kim kazanır?”
Daha önceki yazılarımda birkaç kez “bu savaşın galibi olmaz” demiş, hatta bundan üçüncü şahısların da kazanma ihtimalinin yüksek olmadığını ileri sürmüştüm. Çünkü her ne kadar taraflar “milli irade”, “girişim özgürlüğü”, “demokrasi”, “basın özgürlüğü” gibi değerleri öne çıkarttıklarını iddia etseler de tam bir iktidar savaşına tanık oluyoruz. Kısacası bu savaştan Türkiye’nin daha özgürleşerek, demokratikleşerek çıkacağını öngörmek hayalcilik olacaktır.
Sevgi ilişkisi değil alışveriş
Bununla birlikte, devlet imkânlarına sahip olma avantajıyla hükümetin bu savaştan galip ayrılmamasının imkânsız olduğunda ısrar edenler var. Kendilerine, zaten savaşın asıl nedeninin cemaatin devlet içindeki kadrolaşması olduğunu, yani hükümetin cemaate karşı devlet imkânlarını mutlak bir şekilde kullanmasının zor olduğunu hatırlatıp hatta tam tersi durumların söz konusu olabileceğini söylediğinizde, “bu konu artık çok önemli değil, zira bunların bir kısmı çoktan tasfiye edildi, geri kalanların çoğu da etkisizleştiriliyor” cevabını alıyorsunuz. Cemaatin devlet içindeki gücünün budanması ne kadar mümkün olabilir, emin değilim. Kaldı ki, bu gerçekleşse bile hükümetin cemaate karşı bariz bir üstünlük kurmasının hiç de kolay olduğu söylenemez.
Bu konuda Türkiye’de İslamcı düşünceyi ve İslami hareketliliği en iyi bilen isim olan Prof. İsmail Kara’ya başvurabiliriz. Kara, dünkü Yeni Şafak Gazetesi’nde Yusuf Genç’e verdiği mülakatta İslami cemaatler hakkında çok önemli, çarpıcı ve doğru şeyler söylüyor. Öncelikle onun şu sözlerinin altını çizelim:
“Cemaatler ve tarikatlar siyasi tercihlerinde çok realist davranırlar ve tek başlarına da karar vermezler. Baktıkları, hesaba kattıkları yerler vardır hep. Onun için AKP ile cemaat arasındaki kriz öncesi ilişkileri bir yakınlık, fikir beraberliği ve sevgi ilişkisi olmaktan ziyade kendilerinden başka tarafları da olan bir mutabakat ve alışveriş olarak görmek daha doğru olur.”
Cemaatlerin tecrübe havuzu
Cemaat-siyasi iktidar ilişkilerinin uluslararası boyutları olduğuna da dikkat çeken Prof. Kara’nın şu tespitleriniyse hükümetin bu savaştan galip ayrılmasının çok da kolay olmayacağı önermemize dayanak yapabiliriz: “Tarikat ve cemaatlerin kriz anlarında devreye soktukları tecrübe havuzları ve hafızaları siyasi partilerden daha kuvvetli ve daha uzun tarihlidir. Daha zengin ve daha imkânlıdır. Uzun ömürlü, değişerek devam etmeye hazırlıklı, dönüşmeye mütehammil olmaları da belki bununla alakalı. Siyaset alanı pratik ve pragmatiktir derler, bu doğru. Cemaatlerin bu taraflarının gelişkin olmadığını kim söylemiş!”
Prof. Kara’ya katılıyorum: Cemaatlerin, özel olarak da Gülen hareketinin en büyük avantajı, çok geniş, deneyimli, etkili bir sosyal tabana sahip olması ve farklı alanlarda faaliyet yürütmesine ek olarak son derece zengin bir siyasi tecrübeye de sahip olmasıdır. Buna karşılık siyasi açıdan çok güçlü olan AKP’nin sosyal düzlemde cemaat ile rekabet edebilmesinin pek mümkün olamadığını gözlemliyoruz. Dershanelere yönelik projeyi de bu bağlamda, yani bükülemeyen bileği kırma girişimi olarak değerlendirebiliriz.
Bu yazıyı da hiç çekinmeden “bu savaşın galibi olmaz” diye bitirmekte herhangi bir sakınca yok.