Cemaat-hükümet savaşının küresel boyutu
Nerdeyse 30 yıl olacak. 1985 ortasında Nokta Dergisi‘nde gazeteciliğe başladıktan kısa bir süre sonra İslami gruplar üzerine araştırmalara koyuldum. Kısa süre içerisinde farklı cemaat, grup ve eğilimlerden çok sayıda kişiyle tanıştım, tartıştım, kendileriyle söyleşiler yaptım. Bu muhabbetlerin bir yerinde söz dönüp dolaşıp Fethullah Gülen‘e ve cemaatine geliyordu. Gülen de cemaati de aylık Sızıntı Dergisi dışında kamusal alanda görünür değildi fakat görüştüğüm İslamcıların çoğunluğu bu harekete çok önem atfediyordu. Ve yine çoğu ne Gülen’i seviyor, ne de lideri olduğu harekete iyi gözle bakıyordu. Kimileri bunu sistemin İslami hareket içindeki Truva atı olarak görürken özellikle radikal eğilimli gençlik gruplarında Gülen “Amerikancı İslam’ın Türkiye şubesi“ olarak telakki ediliyordu.
Refah Partisi‘nin yükselişe geçtiği 1990’lı yılların başlarında Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı üzerinden Gülen ve cemaati daha görünür oldu. Ancak kendilerini İslami hareketten ziyade merkez sağ ve hatta sola yakın yerlerde konuşlandırmayı tercih ettiler. Bu süre zarfında da Gülen cemaatinin ulusal ve uluslararası sistemle iyi geçinmeyi her şeyin önüne koyduğu algısı etkisini sürdürdü.
28 Şubat sürecinde Gülen cemaatinin kaderi diğer İslamcılarla aynılaştı ve bu da aradaki mesafeyi doğal olarak azalttı. Birçokları Gülen’in ABD’ye yerleşmesini kendi tezlerinin doğrulanması olarak gördü ancak bunu çok fazla dert edinmedi. Zaten AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte ve özellikle 27 Nisan 2007 e-muhtırasından sonra taraflar geçmişi bir yana bırakıp ittifaka gittiler ve ülkedeki eski iktidar sahiplerini hep birlikte tasfiye ettiler. Ne var ki ortak düşmanın devre dışı bırakılmasının ardından AKP ile Gülen cemaati arasında, kısa zamanda bir savaş hâlini alan iktidar mücadeleleri başladı.
Savaşın tırmanmasıyla birlikteyse her iki tarafın birbirlerine yönelik eski şüphe ve suçlamalarının tozlu raflardan indirildiğini görüyoruz. Sonuçta cemaatin gözünde AKP aslında Milli Görüş gömleğini çıkarmamış kaba İslamcı bir parti, AKP’lilerin gözündeyse cemaat, Batı ve İsrail‘in Türkiye ve hatta Orta Doğu üzerine hesapları için kullandığı bir taşeron oluverdi.
Dünyaya çok farklı bakıyorlar
Peki bu karşılıklı propagandalar ne kadar doğru? Komplo teorilerini bir kenara bırakacak olursak Gülen ve Erdoğan‘ın dünyaya ve özellikle İslam âlemine bakışlarında çok ciddi farklılıklar olduğunu söyleyebiliriz. Nitekim Mavi Marmara olayında, genel olarak Arap baharında, özel olarak Mısır darbesinde ve İran ile ilişkilerde bunları çıplak gözle gördük. Ancak tekil olaylara bakışın ötesinde daha temelli bir farklılık söz konusu. Bunu belki şöyle özetlemek mümkün: Erdoğan uluslararası sistemi gözetmekle birlikte İslam dünyası ve Orta Doğu konusunda gerekli gördüğü anlarda ona rağmen, hatta ona karşı politikalar geliştirmekten geri durmazken Gülen, uluslararası sistemin kaygı ve beklentilerini ziyadesiyle gözetiyor.
“Arap baharı“ örneğini hatırlayalım: Tunus ve Mısır‘da İslamcıların siyasi iktidarın en büyük ortağı olması ve Suriye’de de muhalefetin başını yine İslamcıların çekmesiyle birlikte AKP, bir tür lider, en azından “rol modeli” olarak sivrildi. Ama daha sonra bunların hepsinde teker teker hüsran yaşandı. AKP’lilerin Mursi‘ye verdikleri olağanüstü desteğin ardında kuşkusuz Gezi direnişinin etkisini dengeleme arayışı vardı ancak Mısır’da darbeyle birlikte sadece Müslüman Kardeşler‘in iktidarı değil Erdoğan ve AKP’nin kendi rüyası da sona ermişti.
Sünni dünyanın lideri kim olacak?
Bugün Şii dünyasının lideri tartışmasız İran ve bu ülke Ruhani‘nin cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte Batı’ya yaklaşmaya başladı, yani az buçuk önünü görebiliyor. Lakin Sünni dünyası sahipsiz kaldı. Mısır’ın, Türkiye’nin durumu ortada. Suudi Arabistan ve diğer körfez ülkeleri de üstlenemeyeceğine göre Sünni dünyanın liderliği boşta. Üstelik Afganistan, Irak ve Suriye‘de iyice güçlenen, Afrika’da da önemli bir aktör hâline gelen El Kaide ve benzeri radikal yapılanmalar sadece bu ülkeleri değil Batı’yı ve İsrail’i de ciddi olarak tehdit ediyor.
Bu bağlamda sadece ulusal değil küresel anlamda da çok güçlü bir ağa sahip olan Gülen cemaatinin, Erdoğan ve AKP hükümetini hedef alan operasyonlara, tam da dış politikada iyice yalnızlaştıkları ve sadece Batı değil İslam dünyası nezdinde de prestij kaybı yaşadıkları bir dönemde girişmesinin rastlantı olmadığını düşünüyorum.
Örneğin ABD yönetiminin şu anda hükümetten ziyade Gülen cemaatine yakın olduğunu söyleyebiliriz. Yalnız hükümetin elinde çözüm süreci gibi güçlü bir koz var. Eğer çözüm süreci bitmiş olsaydı Washington’ın Erdoğan’a yönelik kredisi muhtemelen hiç kalmazdı. Cemaat ise Kürt sorununda çözüm yanlısı gibi durmuyor. Eğer cemaat Kürt sorununda Kürt siyasi hareketini de kapsayan bir bakış geliştirirse (ki şu aşamada çok zor görünüyor), o zaman işin rengi değişebilir.
Roboski ve Paris katliamlarıyla MİT‘in ve dolayısıyla hükümetin ilişkisini kanıtlama çabalarının artmasına bir de bu açıdan bakmakta fayda var.