Galiba her şey daha yeni başlıyor
.
Fethullah Gülen cemaatiyle AKP hükümeti arasındaki iktidar savaşının önemli günlerini sıralayacak olursak akla ilk olarak 7 Şubat (2012-MİT krizi), 17 Aralık (2013-büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonu), 25 Aralık (2013-ikinci büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonu), 1 Ocak (2014, Hatay’da MİT TIR’ı olayı) geliyor. Bunlara 13 Ocak 2014 Pazartesi gününü de eklemek hiç de yanlış olmaz, zira
1) Dünkü yazımızda da ele aldığımız gibi o günün sabahında hem Taraf Gazetesi’nde Roboski katliamından doğrudan MİT’i sorumlu tutan belgeli bir yayın yapıldı, hem de sosyal medyada geçen yıl Paris’te üç PKK’lı kadının katledilmesini yine MİT’e yükleyen bir ses kaydı (bir gün sonra da MİT’e ait olduğu ileri sürülen aynı içerikte bir belge) dolaşıma sokuldu.
2) Öğleden sonra, yarım kalan ikinci büyük yolsuzluk soruşturması dosyasından bazı bakanları ve Bilal Erdoğan’ı zan altında bırakmaya yönelik bazı dinleme kayıtlarının tapeleri yayınlandı;
3) Nihayet geceyarısına doğru, Fethullah Gülen’in, Türkiye’den bazı cemaat yetkilileriyle yaptığı dört ayrı telefon konuşmasının kayıtları yine internetten dolaşıma sokuldu.
Telefon kayıtlarından neler öğrendik?
Önce Gülen’in telefon kayıtları hakkında birkaç şey söylemek istiyorum:
1) Bu dinlemenin, Cemaat’le savaş içinde olan hükümetin bilgisi dahilinde yapılıp dolaşıma sokulmuş olma ihtimali hayli yüksek. Ama üçüncü bir gücün bunu yapmış olması halinde sandığımızdan daha karmaşık ve sert bir savaş yaşanıyor demektir.
2) Yakın tarihteki dinleme vb. yasadışı kayıtlar genellikle Cemaat’in karşısında yer alan kişileri hedef alıyordu ve bu yüzden bunların çoğu, kanıtlanamasa da (ki devlet bunları ortaya çıkarmak için hiçbir ciddi adım atmadı) Cemaat’in işi olarak görülüyordu. 28 Şubat döneminden bu yana Cemaat’in ve üstelik Gülen’in dinlemeye takıldığına fazla tanık olmamıştık, böylece onların da takipte olduğunu gördük.
3) Cemaat bugüne kadarki yasadışı dinlemelere alenen karşı çıkmadı, hatta "önemli olan içerik" diyerek, "kamu yararı" gibi bir gerekçeyle bunların meşrulaştırılmasını teşvik etti. Ama Gülen’in telefon kayıtlarının ardından sosyal medyada ciddi bir kampanya yürütmekten geri kalmadılar. Lakin şunu unutmamak lazım: Eğer bugün kamuoyunda Gülen’in telefon konuşmalarının yasadışı yollarla kaydedilip internet üzerinden yayınlanması bir infial yaratmıyorsa bunda Gülen’in ve cemaatinin payı büyüktür.
4) Cemaat sözcüleri görüşmelerde herhangi bir suç unsuru olmadığını söylüyorlar, haklı olabilirler. Ama bu kayıtlar bize en azından;
a) Cemaat’in büyük burjuvaziyle çok yoğun ilişki içinde olduğunu, hükümetle kavgaya rağmen bunların pek sarsılmadığını;
b) Cemaat’te Gülen’e sorulmadan önemli adımların atılmadığını;
c) BDDK örneğinde olduğu gibi, sorun yaşandığında Cemaat’in kolaylıkla bürokrasi içindeki bağlantılarını devreye sokabildiğini;
d) Tam da basın ve ifade özgürlüğü konusunu öne çıkarttıkları şu günlerde kendilerini eleştiren yazarları markaja almak için medya patronlarıyla görüşmekten imtina etmediklerini gösterdi
Dün Başbakan Erdoğan Gülen cemaatini Selçuklu döneminin Hasan el Sabbah liderliğindeki efsanevi topluluğu Haşhaşilere benzetti, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı yöneticileri de bir basın toplantısıyla bu benzetmeyi eleştirip Cemaat’in, hükümetten gelen "çete/örgüt" gibi suçlamalardan duyduğu rahatsızlığı dile getirdiler.
Bu atışmalar bize sadece 13 Ocak’ın ne kadar kritik bir gün olduğunu değil aynı zamanda Türkiye’de gündemin artık tamamen Cemaat-hükümet çatışmasıyla şekillendiğini de gösteriyor. Eğer Gülen’in telefon kayıtlarının yayınlanmasını, (savcı Zekeriya Öz aleyhine yayınlar istisna) hükümetten gelen ilk ciddi misilleme olarak kabul edersek savaşın aslında daha yeni başladığını söyleyebiliriz.
Sonuç olarak, bu yazıyı da, 10 Ocak tarihli dördüncü hasar tespit raporundaki cümlemizle bitirmekte hiçbir sakınca yok:
Her an her şey olabilir